Fransa’nın Kabaran İştahı

Medeniyet Tacirleri ve Sömürgecilik Hışımı

ggg

   Fransa’nın kabaran iştahından nasibini alan yalnız Cezayir değildi elbette; mesela komşusu Tunus ve hemen güneydoğusundaki Çad da medeniyet tacirlerinin ve sömürgecilerin hışmına uğramıştı.

 

Fakat bu son mücadele ve bağımsızlık için çırpmış Cezayirli Müslümanlara pahalıya mâl oldu; 8 yıl içinde toplam 1.5 milyon insan hayatını kaybetti. Milyonlarcası toplama kamplarında fena koşullarda hayat mücadelesi verdi, bir o kadarı göç etmek zorunda kaldı. İdarî, siyasî, sosyal pek çok noktada ülkenin her köşesine yerleştirilen Avrupalılar bağımsızlık savaşını kaybedip ülkeyi terk ettiklerinde geride “harap olmuş bir memleket” bıraktılar sadece. Her manada ve her yerde keşmekeş vardı, ülkenin baştan ayağa yeni bir düzene ve anlayışa ihtiyacı muhakkaktı. Cezayir halkı kasten cahil bırakılmış; konuştukları dil bütün resmi dairelerde ve okullarda yasaklanmış, idaresi gereken pek çok kurum birden boşta kalmış, fabrikaları işleyemez hale gelmişti. Haliyle uygarlığa karşı vazifesini yapmamıştı Fransa; yerlilere hiçbir şey vermedi, aksine yerin altında ya da üstünde işe yarar ne varsa aldı, götürdü. ٠.

Cezayir’de 1830’da başlayan Fransız işgali 1962’de noktalanırken çok feci bir bilanço bırakmıştı geriye. 132 yılda toplam 7 küsur milyon insan kendi topraklarında diledikleri gibi yaşamak hakkı için mücadele ederken katledilmişti. Rakamın ciddiyetini şöyle anlatalım: Katledilen bu masumların her birinin ismini “Times New Roman 12 puntoyla” en az 7 cm tutar diye kabul etsek, hepsini yan yana yazsak 490.000 (490 km) metre yapar; yani neredeyse İstanbul’dan öteye yol olur!

Başka Ülkeler, Başka Sömürgeler

aaa

   Fransa’nın kabaran iştahından nasibini alan yalnız Cezayir değildi elbette; mesela komşusu Tunus ve hemen güneydoğusundaki Çad da medeniyet tacirlerinin ve sömürgecilerin hışmına uğramıştı. Her iki ülkede de yine binlerce insan ekin gibi biçilmişti; sırf stratejik noktada bulunuyorlar diye ve sırf doğal kaynaklar bakımından zengin oldukları için. Ayrıca “medeni” olmadıklarını da elbette hesaba katmak zorundayız!

Dahası bu ülkeler de güya II. Dünya Savaşı’mn ardından bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Fakat sömürgecilerin ülkeleri terk ederken yerlerine bıraktıkları “yerel idareler” de ancak Fransızlar kadar yereldiler. Nitekim Arap Baharı diye Tunus’ta başlayan diktatörlükler devrildi bu baharla beraber; fakat baharın ardından hangi mevsim bekliyor Müslümanları, hep birlikte göreceğiz.

İşlediği en ufak kabahat büyük bir insanlık suçuna dönüşebilir. Öte yanda kendileri ya da kendilerinden olanların cinayetleri, hak ihlalleri, zulümleri hemen hiçbir mecrada tek satırlık haber yapılmaz, yapılsa da “önemsiz” denir yahut “tasvip etmiyoruz” diye geçiştirilir. Bugün bu “medenilere” hâlâ kimse hesap soramıyor, diş geçiremiyor; ama “geri kalmışlar” ezildikçe eziliyor. Hesabını kim, nasıl sorabilir bu sistemin; bilemiyoruz. Fakat I. Dünya Harbi sırasında çıkan (Ekim 1914) bir gazetede “Fransızlar İmana Geliyor!” başlığıyla verilen haber/yorumdaki şu satırlar belki bir fikir verebilir:

“Cenab-ı Hak her kavmi işlediği cürmün derecesine göre cezalandırmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de ‘Femen ya،mel miskâle zerratin hayran yerahû ve men ya‘mel miskâle zerratin şerran yerahû’ (Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onu görecektir. Her kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görecektir!) buyruluyor. Cenât>ı Hak insanların fiilleri hakkında ortaya koyduğu bu düsturun hükmünü muhakkak icra eder. Fakat insanlar uğradıkları belanın menşeini daima âdî ve tabiî sebeplerde görürler. İşte Allah, Avrupalıların kapkara amel defterlerini bu defa kanlarıyla temizliyor!”

Hulâsa, dökülen bunca kanın hesabını kul soramazsa da Allah Teâlâ muhakkak sorar…

Hesap Lütfen!

   Savaş insanoğlunun en eski pratiklerinden biri; kan ve gözyaşı savaşın çocukları. Hak için verilen mücadele de savaştır, bâtıl için yapılan mücadele de. İlkinin tarih boyunca konulmuş kuralları ve biçimleri vardır; dövüşmek isteyenle mertçe dövüşürsün. Yenmek de mukadderdir, yenilmek de. İkincisi bâtıl bir dava uğruna, hiçbir kural tanımadan girişilen hunharca bir iştir. Daha da korkuncu yaptığın bütün şenaate “hoş bir kılıf’ uydurursun ve sana parmak sallayanların gözlerini boyarsın. Son 2-2.5 asırda icat edilen basın- yayın organları bu göz boyama ameliyesinin ve tabii lehte ya da aleyhte propagandanın âdî birer vasıtası oldu. Bu organların sahipleri işine gelen en ufak ayrıntıyı devleştirir, pire birden deve olur.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*