Gecenin Karanlığında

Gecenin Karanlığında

gecenin karanlığı

gecenin karanlığı

Amerika’da Massachusetts Üniversitesi profesörlerinden Edward Harrison’un 300 sahifelik “Gecenin Karanlığı” adlı eserini gece saat 24 :OO’de okumaya başladım. Baktım sabah olmuş. Maddeye tapınma zaafına düşen Batfnın aydın kafalarından birisi olan bu astrofizikçi yazar, Kâinatın sırrını açıklamak isterken samimi olarak:

-Bu ne korkunç dengedir, diyor… Bu denge nasıl kurulmuş, kim ve hangi güç böyle bir dengeyi tesis etmiş?

Ve bir hüküm veriyor:

-Böylesine bir dengenin ve düzenin karşısında biz, “Hiç”ler dünyasında bir Hiç’iz…

Maddenin zirvesindeki adamın tereddüdü, aslında Yaratıcı’nın büyük mânâsını idrak etmenin başlangıcıdır. Kendimize bakıyorum. Sadece şekle mağlup olup, kafaçıklarımızı yorma-
Güneş’i Ay’ın takip etmesiyle dünyamız serinlemeseydi ve o milyarlarca yıldızın tesir sahasından çıkmasaydı bugün hiçbirşey yoktu.
dan sadece panayır hatibi gibi nutuk çekmek… Ama incelememek, ama araştırmamak… Ve hüznüm büyük: Son İlâhî kanun ki bize okumayı ve ilmi emrediyor… Karşıma şu Amerikalı mı çıkıp bir inanılmaz belgeyi önümüze sermeliydi? Ya bizimkiler… Bizimkiler nerede?..
Eser bir soru ile başlıyor:

-Geceler neden karanlıktır?

Ve yazar bu suale ilmin ışığında cevaplar arıyor. Üzerimizde var sandığımız boşluk, yani feza, aslında aklımızın ermeyeceği uzaklıktaki mesafe ölçüleri içinde Yaradan’ın takdir ettiği denge ile dolu. Her şey bir düzene bağlanmış. Gece ve gündüz gibi… Dedikleri kısaca şu:

-Eğer kâinat, söylendiği gibi sonsuzluktan ibaret ise, o zaman, o sonsuzluğu aydınlatacak yıldızlar vardır. Eğer kâinatın Yaratıcısı’nın koyduğu düzen olmasa, bu yıldızlar dünyamızı akkor haline getirecek kadar ısıtacak-lardı. Güneş, bir “Hiç” o esrarlı dünyanın yanında. Ve güneşten yüzsek-sen bin def’a daha parlak olan o milyarlarca yıldız, eğer geceler olmasa idi dünyayı yaşanmaz hale getirirlerdi. Ne olurdu o zaman? Şu olurdu: Işık ve sıcaklık, atmosferi sadece iki dakikada parçalar ve un ufak eder, okyanuslar bir veya iki saat içinde buharlaşır ve üzerinde nice ihtirasları soluklandığımız şu dünyamız, sadece mangal külü hâline gelirdi. Bu felâketten, Yaratıcının getirdiği geceler sayesinde kurtulabiliyoruz. O halde söylemek gerek:

Güneş’i Ay’ın takip etmesiyle dünyamız serinlememiş ve o milyarlarca yıldızın tesir sahasından çıkmamış olsa idi… Bugün hiçbirimiz değil, hiçbirşey yoktu. Demek ki, Yaratan var olmamızı istemiş…

Bir Alman gözlemci olan Wilhelm Olbers’in daha 1823 yılında küçücük teleskopu ile gökyüzünü incelerken verdiği hüküm şu: “Boşluk sonsuz değil mi? Yaratıcı’mız, bu boşluğu elbette bir hikmet ile meydana getirmiş. Bizim göremediğimiz bir boşlukta milyarlarca yıldız ve milyarlarca dünya var…

Ve her ikisinin de nihâî hükümleri:

-Ne büyüksün Allah’ım… Bu den-
ge, bu düzen, bu mekanik işleyiş… Biz senin karşında ne kadar âciziz…

Kalkıyorum, raftan Kur’an’ı alıyorum. Yâsin Sûresi’ni buluyor parmaklarım ve işte Allah’ın Kelâmı:

“Gece de, onlar için bir âyettir. Gündüzü ondan soyup alırız, birden karanlıkta kalıverirler… Güneş de kendi konulduğu yer içinde akıp gider. Bu üstün ve bilen Allah’ın takdiridir. Ay’a da konaklar tayin ettik. Nihayet o eski ince hurma salkımına döndü. Ne Güneş’in Ay’a erişmesi kendisine yaraşır, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte yüzerler.” (Yâsin, 37-40)

Ne büyüksün Allah’ım, ama benim dilimdeki “Büyük” kelimesi neden bu kadar cılız? Büyüklüğünün gerçek ifadesini bulabilmek… Bizlere mümkün değil.

Eğer kâinatın Yaratıcısı’nın koyduğu düzen olmasa, bu yıldızlar dünyamızı akkor haline getirecek kadar ısıtacaklardı.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*