Genel

GEZEGEN YÜZEYLERİNDEKİ KRATERLER

GEZEGEN YÜZEYLERİNDEKİ KRATERLER

Dr. Ethem DERMAN – Neşever BALTACI
l“\ ünya dışında, yüzeyi en ayrıntılı incelene-bilir gökcisim olan Ay’ın yüzeyinde, çapları 1-1.000 km. arasında değişen dairesel kraterler olduğu bilinmektedir. Çapı büyük olanların içleri zamanla dolmuş ve bunlara şimdi “Ay denizleri” denmektedir. Küçük kraterlerin sayısı büyüklerden çok çok fazladır. Merkür gezegeninin yüzeyi de Ay’ın yüzeyini andırmakta; fakat Mars gezegeninin güney yarımküresi, kuzey yarımküresine göre farklılık göstermekte, ilkinde krater yoğunluğunun daha fazla olduğu göze çarpmaktadır.
“Bu kraterler, gezegen yüzeylerinde niçin oluşmuştur?” sorusunu, ilk zamanlar bilim adamları, yanardağlardan dolayı diye yanıtlıyorlardı. Bugün artık biliyoruz ki, bunların büyük çoğunluğu göktaşlarının çarpması sonucu oluşmuştur. Ancak zamanla, erozyon ve volkanik etkinlikler sonucu, çoğunun ilk şekilleri bozulmuştur. Ay denizlerindeki birkaç kraterin de volkanik kökenli olduğu anlaşılmıştır. Ayr’ca, Mars ve Dünya’daki yanardağların tepelerindeki kraterlerin de volkanik kökenli olduğu bilinmektedir.
Bugün güneş sistemi üyelerinde görülen kraterlerin çoğu, bu gökcisimlerinin küçük gezegenlerle çarpışması sonucu üç milyar yıldan daha önce oluşmuştur. Bu küçük gezegenler ise, yaklaşık 4.6 milyar yıl önce, Mars ile Jüpiter arasında bulunan büyük bir cismin bir çarpışma sonucu ortaya çıkan kalıntılarıdır. Bugün küçük gezegenlerin çoğu, Mars ile Jüpiter arasında bir yörüngede bulunmakta; fakat Apollo ve Amor grubu küçük gezegenler, Dünya ve Mars yörüngelerinin içine kadar girebilmekte ve kuyrukluyıldız kalıntıları ile beraber sürekli bu gezegenlere çarpmaktalar. Ancak, bu çarpışma sayısı eskiye göre çok çok azdır.
Güzel bir akşam, ilk dördün evresindeki doğal uydumuz Ay’a baktığımızda, üzerinde birçok karanlık ve aydınlık bölgeler görürüz. Çıplak gözle bu olguların ayrıntıları görülemez; fakat küçük bir teleskopla baktığımızda, yüzeyinde dgiresel şekilde oluşmuş binçok kraterin varlığı hemen dikkatimizi çeker. Ay’ın dışında, yüzeyi ince-lenebilen tüm güneş sistemi cisimlerinde de sayı olarak farklı olmasına karşın, yüzeylerinin kraterlerle kaplı olduğu anlaşılmıştır.
öüyük göktaşları, Yer yüzeyinde ya karalara çarparak ¡kraterleri oluştururlar, ya da okyanuslara düşerler. Okyanuslara düşen göktaşlarının kanıtları,.denizaltı ürünlerinin incelenmesi sonucu elde edilen bilgilerden anlaşılmıştır. Karalara düşen göktaşları büyük çukurlar açmış ve orada bulunan bitki örtüsü ezilmiş, aşınmış, bazen de yanmıştır. Bu tür büyük kraterlerin oluşumu doğrudan doğruya gözlenmemiştir; fakat krater içinde yapılan jeolojik araştırmalar sonucu> bunların çarpışma sonucu ortaya çıktığını kanıtlayan bilgiler elde edilmiştir. Böyle büyük kraterleri, ancak büyük göktaşlarının oluşturacağı açıktır. Bu noktadan hareket eden gökbilimciler, bunların kaynağının Apollo grubu küçük gezegenler olduğunu ileri sürmektedirler. Çapı bir kilometreden büyük bu tür küçük gezegenlerin sayısının 1.200 olduğu tahmin edilmektedir.
Yer yüzeyinin ayrıntılı bir taraması sonucu, çaplan bir kilometreden büyük 100 krater bulunmuştur. ¡statikse! çalışmalar sonucu, çapı 10-20 km. olan kraterlerin Yer üzerinde, her 5 milyon senede bir oluştuğu saptanmıştır. Yer yüzeyine çarpan bu cisimlerin hızları oldukça büyüktür, dolayısıyla çarpışma sonucu müthiş bir enerji açığa çıkar. Söz konusu hız, saatte yaklaşık 70.000 km’dir. Bu ise cismin, en hızlı uçaklardan 30 kez daha hızlı hareket ettiğini gösterir. Bu hıza sahip, çapı yaklaşık bir kilometre olan bir gökcisminin çarpışma sonucu meydana çıkardığı enerji, Hiroşima’ya atılanın benzeri bir milyon atom bombasının patlaması sonucu ortaya çıkacak enerjiye denktir. Açığa çıkan enerjinin bir bölümü toprağa şok dalgalan ile transfer edilir. Çarpışmanın olduğu noktadaki basınç ¡se normal atmosfer basıncından milyon kez daha fazladır. Söz konusu şok dalgaları kayaları sıkıştırır, ya-
18
BİLİM ve TEKNİK
yılan enerjinin sıcaklığı ¡se volkanlardan fışkıran lavlardan çok daha fazladır. Bu nedenle, kraterlerin yanındaki kayalar erir ya da buharlaşır. Çarpışmanın olduğu yerde, fışkıran maddenin miktarı, çarpan cismin kütlesinden 1.000 kez daha fazladır. Fışkıran maddenin hızı da o denli fazladır ki, atmosferin, Yer’den yüksekliği 50 km. olan stratosfer katmanına kadar çıkar. Bu son olaya en güzel örnek, Yer yüzeyine düşen bazı küçük göktaşlarının, Ay ve Mars kökenli olmasıdır. Ay ve Mars’ta o denli büyük bir çarpışma ortaya çıkar ki, fışkıran materyalin hızı, o cisimlerden kurtulmak için gerekli kaçma hızından daha büyük olur ve uzaya fırlar. Bunlardan bazıları da Dünya’ya düşerler. Yer yüzünde meydana gelen çarpışma sonucu atmosfere çıkan materyalin, 65 milyon yıl önce en başta dinozorların nasıl yok olmasına neden olduğu, Dergimizin Ağustos 1983 sayısında ayrıntılı olarak verilmiştir. Yerkürenin, 38 milyon yıl önce yine böyle bir çarpışmaya uğradığını gösteren kanıtlar, jeokimyasal araştırmalar sonucu ortaya çıkmaktadır. Örneğin, 38 milyon yıl önce denizlerde bu-.lunan ve yaşamları güneş ışınlarına çok bağlı olan mikroskobik deniz ürünlerinin yüzde yetmişi, bu çarpışmanın meydana getirdiği etkiler sonucu yok olmuştur. Bu tür araştırmalardan anlaşılacağı gibi, kraterler ile biyolojik değişimler arasındaki ilişkiler, bilim adamlarının, bulgularına dayanarak ileri sürdükleri hipotezlerden ibarettir.
Bir rastlantı eseri, ülkemizde de böyle bir krater olduğunu öğrendik. Bu krater, Ağrı ilimizin Doğubeyazıt ilçesine yakın bir yerde bulunmakta, Doğubeyazıtlı Bilim ve Teknik okuyucusu Mustafa Deniz, isteğimiz üzerine çevrede yap-
tığı soruşturma sonucu, olayın 1920 yılında meydana geldiğini ve olayın, gece olması nedeniyle çevrede tam gözlenemediğini bildirdi. Anlatılanlara göre, gece koyunların yattığı bu bölgeye düşen bir cismin, 18 koyunu öldürdüğü ve sabahleyin olay yerine giden köylülerin çukurun tabanını göremedikleri anlaşılmış. Birkaç gün sonra beline ip bağlayarak sarkıttıkları kişi, aşağıdan su sesi geldiğim bildirmiş. İçine taş atıldığında, birkaç saniye sonra taşın suya düşerken çıkardığı sesi duymuşlar. Olay olduğu anda büyük bir gürültü olmuş. Bu gürültü, olay yerinden uzakta bulunan bir köyde dahi işitilmiş ve halk evleri terk etmiş. Gürültü ile birlikte yersarsıntısı da olmuş; fakat köyde hiçbir ev yıkılmamış. Çeşitli erozyonlar sonucu çukur dolmuş ve bugünkü halini almış. Şu anda kraterin derinliği 60 m., genişliği ise 35 metredir. Anlatılan olay, hem bir çarpışmanın hem de bir çöküntünün olabileceğini meydana çıkarmaktadır. Kraterin etrafına saçılan maddenin olmayışı, bir yanık izine rastlanmayışı ve de çukurun o denli derin olması, bir çöküntü olasılığı üzerinde düşünceleri yoğunlaştırıyor. Ancak yörede, bir göktaşının düştüğü söylentisi egemen. İleride kraterde yapılacak ayrıntılı bir çalışma ile olay aydınlığa kavuşacaktır. Doğubeyazıt kraterinden başka ülkemizde, çarpışma sonucu açıldığı ileri sürülen bir kraterin varlığı henüz işitilmemiştir.
Bilim adamları ileri sürdükleri hipotezin, olayın gerçekleşerek kanıtlanmasını isterler. Fakat yer yüzündeki hiçbir akıllı yaratığın bir küçük gezegenin Yer yüzüne düşerek canlıları nasıl etkilediğini görmek isteyeceğini sanmıyoruz. Çünkü böyle bir olay sonucu gözlemcinin, hatta tüm yaratıkların ortadan kalkması söz konusu-
Ağrı ilinin Doğubeyazıt ilçesine yakın ve 1920 senesinde oluştuğu ileri sürülen krater görülüyor. Bu kraterin bugün derinliği 60 m., genişliği ise 35 metredir.
Temmuz 19M
19
Son dördün evresindeki Ay’ın güney bölgeleri görülüyor. Yüzeyin nasıl yoğun şekilde kraterlerle kaplı olduğunu görmek insanı hayretler içinde bırakır.
Kanada’nın Quebec Eyaleti’ndeki Ma-nlcouagan kraterinin uydu ile alınmış fotoğrafı. 70 km. genişliğindeki bu kraterin, 210 milyon yıl önce oluştuğu saptanmıştır.
dur.
Çapı yaklaşık 1 km. ve sayıları 750 ile 1.0 arasında olan Apollo grubu küçük gezegen v kuyrukluyıldızın, Dünya yörüngesinin içine girdiği bugün bilinmektedir. Örneğin Icarus adlı
2 km. çaplı bir küçük gezegen, her 19 eyda bir Dünya’mtzın 4-5 milyon km. yakınından geçmektedir. Dünya’nın çekim alanı, bu küçük gezegenin yörüngesinin, her seferinde biraz de* ğişmesine neden olmaktadır. Bu değişimler sonucunda gelecekte, bu iki cismin birbiriyle çarpışmayacağını kesin olarak kimse söyleyemez. Yani, küçük de olsa, bir olasılık vardır. Yalnız Icarus değil; diyelim ki, yukarıda sözü edilen
1.000’e yakın cisimden birinin Dünya ile çarpışacağı, hesaplanan yörüngesinden anlaşılsa insanoğlu bundan nasıl sakınır? Bilim adamları bu soruyla uzun süredir karşılaşmakta ve mantığa yakın bir çözüm bulabilmek için bilimse! toplantılar düzenlemektedirler.
Massachussetts Teknoloji Enstitüsünden Profesör Paul Sandorff, 1967 yılında Icarus küçük gezegeni Dünyaya yine yaklaşırken öğrencilerine, eğer sözü edilen cisim Dünya’ya çarpacak olursa, bunu nasıl önlersiniz konulu geniş bir araştırma önerdi. Öğrenciler, 15 haftalık uzun ve ayrıntılı çalışmalar sonucu, şöyle bir plan ortaya koydular: Hidrojen bombalı bir başlık taşıyan bir Satürn 5 Apollo roketini. Dünya’dan 150 milyon km. uzakta iken, küçük gezegen Icarus ile çarpıştırarak, yörüngesini değiştirmek. Gerçekten, yapılan hesaplar sonucu patlayan bombanın meydana çıkartacağı büyük kuvvetin, küçük gezegeni izlediği yoldan çıkaracağını gösteriyordu. Fakat Paul Sandorff, bu planın başarı oranının yüzde doksan olduğunu ileri sürdü. Öğrenciler, hocalarını tam memnun edememişlerdi.
Bu ilk çalışmadan üç yıl sonra 1979’da Kaliforniya’daki Jet Fırlatma Laboratuvarı Direktörü Bruce Murrey, bilim adamlarını ve mühendisleri bir toplantıya çağırdı. Toplantı, 1981 yılının Temmuz ayında yapıldı. Konu yine aynıydı: Eğer bir gökcisminin (kuyrukluyıldız veya küçük gezegen) Dünya’ya çarpacağı anlaşılsa, insanoğlu ne yapacaktı? Toplantıya gökbilimciler, gezegen jeologları, uzay uçuş uzmanları, nükleer silah uzmanlan ve savunma bakanlığından uzmanlar çağrılmıştı. Bu toplantının sonuçları halka genişçe duyurulmadı. Çünkü tek kurtuluş yöntemi, yine nükleer başlıklı bir roketi üzerimize doğru gelmekte olan cisme gönderip, yüzeyinde patlatmaktı. 1965 yılında vamlan bir antlaşma sonucu, ABD ve SSCB uzay-
20
BİLİM ve TEKNİK
Savaş başlıklı roketin ^yörüngesi
Nükleer bombanın, patlatıldı^ ,xkonum
■Küçük
gezegenin
yörüngesi
Roket/®
gönderilmediğinde
çarpışmanın
olacağı konum
Dünyanm yörüngesi
Küçük gezegenin — . patlamadan sonraki yörüngesi
*
Bu fotoğrafta temsili olarak eğer bir küçük gezegen Dünya’ya çarpacak olsa nükleer başlıklı roket’le çarpıştırırarak ondan nasıl kurtulacağımız görülmektedir.
da patlatma yapmayacaktı. Bu nedenle, toplantı sonuçları herkese açıklanmadı. Aynı toplantıda
Bu şekilde güneş sistemimizin üyeleri olan ve Mars ile Jüpiter arasındaki küçük gezegenler kuşağını ve Apollo grubu diye adlandırılan bir grup küçük gezegenin Dünya yörüngesinin içine kadar nasıl sokulduğu görülmektedir.
konuşan bazı bilim adamları ise böyle bir konunun gündeme gelmesinin saçma olduğunu ileri sürdüler. Çünkü uzayda iki cismin birbi-riyle çarpışma olasılığı gerçekten çok küçüktü. Bazıları ise çok ince hesaplar yapmıştı. Eğer gönderdiğimiz roket çarpışmadan 20 gün önce küçük gezegene ulaşacaksa, taşıdığı nükleer başlık 14.000 ton dinamite eş bir patlama ge-.ektirecekti. Eğer olay çok geç öğrenilmişse ve roket çarpışmadan sadece üç gün önce cjökcismine ulaşacaksa, o zaman 580.000 ton dinamite eş patlama meydana getirecek nükleer başlığa gereksinme olacaktı. Bu ayrıntılı hesapları yapan Alan Foiedlandr’a göre nükleer başlıklı roket, gökcismine ya önden ya da erkadan çarpmalıydı: çünkü cismin hızını deriştirdiğimizde, yörüngesi de değişebilir. Arkasından çarptığımızda cisim hızlanacak, önden çarptığımızda ise yavaslayacaktır.
Gördüğünüz gibi böyle bir durumda, yine doğa yasası işleyecek: Daha atik davranmak ve ölmemek için öldürmek. Umudumuz, bu güzel Dünya’mızın böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalmaması ■
¡VENUS
MARS
JÜPİTER
Temmuı 1984
21
İLGİNÇ BİR KALP NAKLİ
«• • • _ ••
OYKUSU
Hans HALTER
IV/I ünih, Grosshadern Kliniği, Kasım 1983 ‘■’Kalp operatörleri Kliniğin 3. katında ameliyat yapıyorlar. Bu onların geçtiğimiz yılda 8. ve toplam 15. ameliyatları. Kalp nakillerinde başarılı olabilmek için, bir sporcu gibi idmanlı, bir boksör gibi dayanıklı, bir havayolu pilotu gibi organize edici ve her şeyden önce, özverili olmak gerekmektedir. “Bir kalp cerrahı, işi şansa bırakmamalıdır” diyor kalp cerrahı Dr. Brııno Reichart.
Duvarları camgöbeği rengindeki fayanslarla kaplı, penceresiz ve klima cihazı ile sıcaklığı ayarlanan ameliyat salonunda 11 yardımcı sağlık personeli görev almış. 4 doktor ameliyat ediyor,
2 doktor narkoz yapıyor, 1 teknisyen kalp-akci-ğer makinasını kontrol ediyor.
Tüm bu yoğun çalışmalar, sabah saat 10.15′-de Bölüm Başkanı Dr. B. Kemkes’e Hollanda’nın Nimvvegen şehrinden gelen telefon ile başladı: Nimwegen Üniversite Kliniği’nden bildirildiğine göre, trafik kazası geçiren bir organ bağışlayıcısı hastanede ölmüş; kan grubu A, cinsiyeti erkek ve yaşı da 16’dır.
O saatlerde Münih Grosshadern Kliniği’nde
3 kalp hastası bağışlanacak kalp beklemektedir. Üçü de 30-40 yaşları arasında, evli ve ölümün eşiğindeler. Kalpleri ante finem; yani son bulmak üzere. Tedavi edici veya hücreleri yeni-leyic’ ilaçlar henüz bulunmadığı için, kronik iltihaplanmalar her üç hastanın kalbini de tahrip etmekte ve dolayısıyla kalbin kanla beslenmesi her gün daha kötüye gitmektedir. Her üç hasta da sırtlarını yastıklara dayamış durumda yataklarında oturuyorlar. Yattıkları takdirde nefes almaları güçleşiyor. Hastalardan ikisinin kan grubu O, üçüncüsü ise A.
Kan grubu A olan hasta 35 yaşında ve ancak iki gün önce kalp nakline razı olmuş. Öteki
Yeni kalp küçük ve buz gibi soğuk, eski kalp büyük ve henüz vücut avcaW\öscvda.. ‘av’C
nasıl olsa kendiliğinden sonsuza dek durmuş olacaktı. Şimdi masa üzerindeki cam kâsede duruyor, gevşek ve bayatlamış bir görüntüsü var. Bunun yerini alacak olan yeni kalp kabarık kaslı, açık kırmızı renkte, sert ve diri.
Buzda soğutulmuş olan yeni kalp kısa zamanda ısınacak, önce doktorların elinde, daha sonra ölmemesi gereken hastanın kanı ile. Hastanın kendi kalbi artık gereksiz ve o da usul usul soğuyacak.
iki hasta haftalar önce kalp nakline evet demişler; fakat şimdiye kadar onlara uygun bir krlp çıkmamış.
Her üç hasta da günlerce önce yoğun muayeneden geçirilmişler. Kalplerine kateter sokularak filmleri çekilmiş, metabolizma özellikleri saptanmış ve saçlarından tırnaklarına kadar muayeneden geçirilmişler. Akut veya kronik in-feksiyon hastalıkları olanlar ve 50 yaşın üzerinde olanlar kalp nakli için uygun değildir.
Şef Dr. Kernkes, günlerce önce bu hastaların her birinden 20 cc. kan almış, bundan 10 cc serum elde etmiş ve bu serumu birkaç düzineye bölerek, uçak postası ile Almanya, Belçika, Hollanda ve Avusturya’daki bellibaşlı büyük kliniklere göndermiştir. Kalp nakli yapılacak hastanın kanından bir damla da Hollanda’daki Nimwegen Kliniği ’ne işte bu yoldan ulaşmıştı. Dr. Reichart, kalp hastalarının kanının önceden diğer hastanelere gönderme işinin işleri çokj hızlandırdığını söylüyor. O’na göre ülke sınırlarını aşan bağışları ancak böyle pratik çözümler-‘ le gerçekleştirilebilmektedir.
Bölüm şefi Dr. Kemkes’in söylediğine göre, bağış kalbi gönderecek klinik, Münih’ten en çok 950 km. uzaklıkta olabilir, ayrıca hastanenin yakınında jet uçaklarının inebileceği bir havaalanının bulunması ve hastanenin doku saptaması yapabilecek bir laboratuvara sahip bulunması! şarttır. Transplantasyon için karar orada veril-! mektedir: Bağışlanan organla alıcının vücudu uyum sağlıyor mu? Yoksa hastanın serumu ba-ı ğış yapanın beyaz kan hücrelerini eritiyor mu?
Saat 11.10: Hollanda’nın Nimwegen Üniversite Kliniği’nden Münih’le yapılan ilk telefon konuşmasından beri yarım saat geçti. Doku
22
BİLİM ve TEKNİK
gruplarının (HLA) uygunluğu testleri yapılmaya başlanıyor. Bu testler 3.5 saat sürmektedir.
Bu sırada Münih’de kalp cerrahları, sakin bir şekilde hastaları için artık bağış kalbin bulunmuş olduğunu varsayarak, hazırlıklarını ve planlarını buna göre yapıyorlar. Şef kalp cerrahı Dr. Kenıkes, hemen telefonun başına geçip, gerekli organizasyonu sağlamaya çalışıyor. Dr. Reichart’ın öğleden sonra ekibi ile birlikte korkunç bir tempoda Nimvvegen’e gidip, bağış kalbi buzlu bir kasada Münih’e getirmesi gerekiyor.
Ölmüş olan organ bağışlayıcının genç ve sağlıklı kalbi vücudundan alınarak soğutulmuş ve kam boşaltılmış olarak ancak 4 saat canlı kalabilmektedir. Buna “soğuk kansızlık süresi” denilmektedir. Bu zaman süresinden ne kadar tasarruf edilirse, sonradan çıkabilecek sorunlar da o kadar azalmış olur.
Bağışlanan kalbin Hollanda’dan Münih’e getirilmesinin bir otomobil yarışı titizliğiyle yapılması gerekiyor. Tüm bunlar Şef Dr. Kemkes tarafından programlanıyor. Dr. Reichart ve iki yardımcısı 1.200 km’lik yol boyunca hiçbir yerde bir saniye dahi beklememeli.
Dr. Kemkes, telefonla önce işin Hollanda tarafını çözmeye çalışıyor. Nimvvegen şehrinde jet inişine uygun havaalanı olmadığı gibi, Üniversite Kliniğinl’nde helikopterler için iniş pisti yok. Nimvvegen’e en yakın havaalanı 45 km. uzaklıktaki Deelen askeri havaalanıdır. Dr. Kemkes, havaalanının sorumlu subayından jet için iniş izni alıyor ve ayrıca askeri bir helikopterin de kendilerine yardımcı olmasını sağlıyor. Helikopterin inebileceği hastaneye en yakın pist belirleniyor, oradan hastaneye kadar ki 200-300 m’lik uzaklık için bir taksinin hazır beklemesi ve bu taksiye de bir polis arabasının eşlik etmesi temin ediliyor.
Dr. Kemkes, bu yolculuğun Almanya bölümünü halletmek için resmi kuruluşlara güvenemiyor ve özel kişi ve kuruluşlara başvuruyor. O’na göre Alman Hava Kuvvetleri ve Kızılhaç, yeteri kadar çabuk değil. Bu nedenle Dr. Kemkes, Münih’ den Deelen’e gidip gelmesi için saati 2.500 Mark’a bir jet kiralıyor.
Saat 15.45 : Nimvvegen’den doktoılar müjdeyi veriyorlar: Organ bağışlayıcının ve bağışı kabul edenin tüm doku özellikleri birbirlerine uyum gösteriyor. Harekât başlatılabilir. Dr Kemkes ve Dr. Reichart kahvelerinin son yudumunu çekip, kalp hastasına son haberi iletmek için odasına gidiyorlar. Hasta “tamam” diyerek kabul ediyor.
Saat 18.52 : Organ bağışlayıcının vücudu ameliyata hazırlanıyor.
t
hÎS?* I»
2
Saat 19.33 : Akciğer atardamarlarının kesilerek ayrılması.
Dr. Reichart’la birlikte Nimwegen’e iki son sınıf tıp öğrencisi gidecekler. Teorik olarak kalp naklini yapacak olan doktorun, bağışlanan organı yerinden çıkarması gerekmez. Fakat Dr. Reichart, bu işin önemli olduğunu söylüyor, “bağış kalbi bizzat görüp hissetmem gerekli, gerçekten sağlıklı mı. hastamıza uyar mı?” diyor.
Saat 16.55 : Üç kişilik ekip, Münih’ten özel olarak kiralanan küçük jet uçağı ile havalanıyorlar. Uçak yolculuğundan sonra, helikopter ve daha sonra polis eşliğinde taksi ile Nimwegen’deki Kliniğe ulaşıyorlar.
Saat 18.52 : Ekip, ameliyathanenin bitişiğindeki odada elbiselerini çıkartıp Hollandaiırann verdiği ameliyat giysilerini giyiyorlar. Ameliyat salonundaki masada beyin fonksiyonları tamamen son bulmuş (ölmüş) organ bağışlayıcı yatıyor. Üzeri örtülmüş ve yapay nefes aldırıyorlar. Göğüs kafesi iyice açılmış, kalbi görülüyor. Bir Hollandall doktorlar ekibi de ölünün böbreklerini almak için hazır bekliyor (Resim 1).
Icnımu; lî’Si
23
Saat 19.03 : Dr. Reichart kalbi kabaca inceliyor. Kalp sağlıklı, uygun büyüklükte ve sağlam. Tıp öğrencisi Münih’i telefonla arayarak Dr. Kemkes’e durumu bildiriyor. Bu telefon konuşmasından sonn kalp nakli yapılacak hasta hemen ameliyat salonuna götürülüyor.
Saat 19.16 : Dr. Reichart, asistanı yardımıyla kalp dış zarını açtı, atar ve toplardamarları birbirlerinden ayırdıktan sonra, merkezi atardamar Aort’u iple sıktı ve saat 19.25’de keserek kalpten ayırdı.
Artık bundan sonra her dakikanın önemi vardır. İki yardımcı öğrenci, kalbi, Münih’ten getirdikleri -4°C’lik iki litrelik özel sıvıda soğutmaya çalışıyorlar. Bu işlem ne kadar kısa sürerse o kadar iyidir. İki öğrenci de bu işlemi hayvanlarda defalarca deneyip alışkanlık kazanmışlar.
Saat 19.33 : Dr. Reichart akciğer atardamarım da kesiyor (Resim 2).
Saat 19.35 : Dr. Reichart, bağış kalbi göğüs kafesinden dışarı çıkartıyor (Resim 3).
Saat 19.36 : İçi boşalmış olan kalp, içinde
Saat 19.35 : Bağışlanan kaip, göğüs kafesinden alınıyor.
-4 “C’lik steril mutfak tuzu çözeltisi bulunan bir kâseye dikkatlice konuyor. Bu dakikalarda Mü-
Münih Grosshadem Kliniği ameliyathane salonunda kalp ameliyatı için hazırlık.
24
BİLİM ve TEKNİK
Saat 19.38 : Bağışlanan kalbin buzlu kasaya konması.
nih’te anestezi uzmanları hastaya narkoz vermeye başlıyorlar (Resim 4).
Kalbi aşırı derecede büyümüş ve bir çocuk kalbi kadar zayıflamış bulunan bir adamın narkozu, özen ve deneyim gerektiriyor. Ancak mors in tabula (ameliyat masasında ölüm) artık çok gerilerde kaldı. Kalp-akciğer makinası saatlerce bu önemli iki organın görevini üstlenebiliyor.
Münih’te 25 yıldan beri bu makinalar kullanılmaktadır. Kalp-akciğer makinası başlangıçta çok kaba idi, fakat şimdilerde epey küçültüldü ve kullanımı kolaylaştırıldı. 7 litre seyreltilmiş ve oksijenle doyurulmuş bağış kanı ile dolu makina, hastayı hayatta tutuyor, kalbin ve akciğerin yerini alıyor ve vücudun kan dolaşımını sağlıyor. Makinanın işini kolaylaştırmak için hastanın vücut sıcaklığı 29°C’ye düşürülüyor. Böylece vücudun oksijen gereksinimi azaltılmış oluyor.
Bu sırada Nimvvegen’de çalışma temposu artırılıyor.
Saat 19.38 : Soğutulmuş olan kalp daha güvenli olsun diye iç içe üç adet plastik torbaya konuyor. Bu da içi buzlu bir kasaya konuluyor (Resmi 5).
Ekibin giysilerini değiştirmek için zamanları yok. İki öğrenci içinde kalp bulunan kasayı alıyorlar, Dr. Reiohart, içinde elbiselerinin bulunduğu torbayı sırtlıyor ve ambulansa atlayıp bir iki dakikada, beklemekte olan helikoptere ulaşıyorlar, saat 19.57. Deelen Askeri Havaala-nı’nda beklemekte olan uçağa tam saat 20.15’te biniyorlar (Resim 6).
Münih’de Dr. Kemkes, ameliyat salonundan telefonla havaalanı kontrol kulesini arayarak
Saat 20.15 : Geri dönüş için jet uçağına biniş.
Münih’de ameliyathane : Göğüs kafesinin açılışı.
Temmuz 1984
25
uçağın kaçta ineceğini soruyor. Yanıt: 21.10.
Tam 40 dakika önce, yani 20.30’da hastanın göğüs kafesi bakteri önleyici ince bir zarla örtülerek açılıyor (Resim 7). Saat 21.15, bağış kalp, hastaneye iyice yaklaşmış olan helikopterde (Resim 8). Helikopter hastanenin bahçesin-
Saat 21.15 : Münih’in Reim Havaalanı ndan kliniğe helikopterle gidiş.
Saat 21.30 : Eski kalp yerinden çıkartılıyor.
Saat 21.35 : Yeni kalp düzgünce kesiliyor.
deki piste iniyor. Dr. Reichart, önden iniyor v koşar adımlarla banyoya giriyor, önce yıkan temizlenmesi gerekli.
Saat 21.25 : Öğrenci, içinde kalp bulun kasayı Dr. Kemkes’e teslim ediyor. Kalp durd ğundan bu yana henüz iki saat geçti. Münih doktorların stratejisi bu sefer de başarı yolund
Saat 21.30 : Dr. Reiohart, Dr. Kemkes v yardımcıları ameliyat masası etrafında duruyo lar. Hastanın kalbi, göğüs kafesinden çıkartıl yor (Resmi 9). Hasta kalp büyümüş ve 650 g ağırlığında. Yeni kalp 350 gr. Göğüs kafesi açı ve kalbin yeri boş. Hastayı kalp-akciğer mak naşı hayatta tutuyor.
Saat 21.40 : Yeni kalbin yerine yerleştirilmesi.
£■ ‘ % £:• . %■
■■ * 12 . . •
Saat 22.20 : Aort’un düzeltilip dikilmesi.
26
BİLİM ve TEKNİK
i
13
Saat 22.29 : Yerine dikilen kalp çalışmaya başlıyor.
Saat 22.40 : Monitörde kalp atışları.
Saat 21.35 : Yeni kalp, transplantasyon için düzgün bir şekilde kesiliyor. (Resmi 10).
Saat 21.40 : Yeni kalp yerine yerleştiriliyor (Resim 11). Henüz oldukça soğuk, yerine göre biraz küçük kalıyor; ama biraz sonra sıcak ve yumuşak akciğer tarafından sarılacak.
Saat 21.54 : Dikme işi başlıyor, önce sol kulakçık tarafından. Burada kaslar çok iııce. Monitör ekran, vücut sıcaklığının 29.6°C, kalp sıcaklığının 24’3°C olduğunu, EKG’ı ve kalp basıncını gösteriyor.
Saat 22.20 : Aort atardamarı da kesilip düzeltiliyor (Resim 12) ve yerine dikiliyor.
Saat 22.29 : Bağış kalp Hollanda’da yerinden kesilip alındıktan tam 184 dakika sonra kendiliğinden çalışmaya başlıyor (Resim 13). Monitörde, yeniden başlayan hayatın kalp atışları zikzaklar şeklinde görülmeye başlıyor (Resim 14).
Yeni kalbin çalışması için elektrik şokuna dahi gerek kalmıyor. 16 yaşındaki genç kalp, uzun yolculuğa ve soğuğa başarı ile karşı koyuyor.
Gece yarısını 40 dakika geçe ameliyat başarı ile son buluyor ve göğüs kafesi tel ile dikiliyor. Hasta yoğun bakıma alınıyor. Bir doktor ve bir hemşire hastanın basında devamlı nöbet tu-
tuyorlar. Sabaha karşı tanyeri ağarırken hasta gözlerini yeniden dünyaya açıyor.
Der Spiegel’den Çev: Nuri GÜLDALI
• Dakikada yaklaşık 70 kez ve ortalama bir yaşam süresi boyunca 2,5 milyar kez çarpan kalbimizin bu düzenli çalışmasını neye borçluyuz?
Öyle görünüyor ki, kalbin, vücudumuzun diğer organlarından farklı, kendine özgü bir yaşamı var. Kalp kaslarındaki bazı lifcikler, kendi elektriklerini, beyinden sinyal almadan üretebiliyorlar. Öyle ki, cenin kalbi, daha henüz sinir bağlantıları bile oluşmadan çarpmaya başlar. Kalbin bu özelliği, sağ kulakçık duvarında yer alan ,sino-atrial (SA) düğüm denilen ve kendi kendilerine uyarı çıkaran bir grup hücreden kaynaklanır.
Olgunluk, gözetleyen olsun olmasın verilen işi yapmak, para olduğu halde israf etmemek,, intikamı düşünmeden haksızlığa dayanmaktır.
Ann LANDERS
Temmuz 1984
27

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir