Hava
Hava, her zaman ilginç bir sohbet konusu olmasının dışında, hayatımızın canalıcı bir parçasıdır. Yiyeceklerimizin üretilmesini, ulaşım sistemlerimizi, yerleşimimizi, sağlığımızı ve boş vakitlerimizi etkiler. Aristoteles hava tahmini konusunda belki de ilk bilimsel incelemeyi kaleme almış, ama modern hava tahmini ancak 1800’lerin başlarında başlamıştır. Sözgelimi, bulutların sınıflandırılmasına ilişkin ulus^ lararası sistem 1833’ten bu yana geliştirilmiştir.
Denizler ve okyanuslar
Hayat, denizde başlamıştı. Ve bugün deniz, hayat açısından gittikçe daha büyük bir önem kazanmaktadır. Denilebilir ki, pek de uzak ol-
mayan bir gelecekte yiyeceğimizin büyük bir bölümü denizlerden elde edilecektir. Bu konu, Dünyamız’ın daha ilerki bölümlerinds anlatılmaktadır; bu bölümde ise, denizlerin ve okyanusların bileşenlerini, dalgaların ve gelgitlerin devinimini ve deniz-yatağının yapısını inceliyoruz.
Yerbilim
4000 yılda ancak 2,5 santimetre uzayan sarkıtlar; 1174 metre derinliğinde yada 231 kilometre uzunluğunda mağaralar; 60 kilogram ağır lığında elmaslar; 1000 tonu aşkın ağırlıkta dev kaya parçalarını yerinden oynatan dalgalar; ve dünyanın M.Ö. 23 Ekim 4004’te sabahleyin saat 9.00’da yaratıldığı yolundaki kuram: bunlar, yerbilimin ortaya çıkardığı istatistiklerden bazılarıdır. Yaratılış kitabına göre dünyanın yaratılışının Incil’deki yorumunu son derece titiz bir biçimde ortaya çıkarmış olan Başpiskopos Ussher, Incil’in her bakımdan kelimesi kelimesine «doğru» olduğu önermesinden yola çıkmıştı. Modem yerbilimciler ise, inceledikleri kayaların kaç yıllık olduğunu saptamak için radyoaktif çürümeyi kullanmaktadırlar. Bu bölümde ayaklarımızın altındaki toprak; buzullar ve ırmaklar; kıyılar, dağlar, çöller ve bunları biçimlendiren güçler İncelenmektedir.
Yeryüzünün kaymaklan
Varolan doğal kaynakların titizlikle hesaplanması, bunların özenle işlenmesi ve henüz ortaya çıkanlmamış enerji kaynaklarının sürekli olarak araştırılması, son on yıl içinde her geçen gün daha büyük önem kazanmıştır. Birçok farklı görüş bulunmasına karşın, uzmanların çoğu petrol ve madenler bugünkü oranda kullanılmaya devam edilirse eldekilerin bir yada iki kuşak sonra tükeneceği görüşünde birleşmektedir. Dünyadaki bilinen petrol rezervleri iki katına bile çıkarılsa, bu tüm petrol kaynaklanmn ömrünü yalnızca on yıl uzatacaktır.
Tarım
Dünyamız’ın son 100 sayfası, yeryüzünün ürünlerine ayrılmıştır. İlk bölüm, işe tarımın geçmişini anlatmakla başlamakta, sonra da çiftçiliği, tarım araçlarını, toprağı, sulamayı, ekinleri geliştirmenin, korumanın yollarını ve bitki yetiştirmeyi ele almaktadır. İnsanoğlunun hayvanları ilk kez evcilleştirmesi ve bitkileri nasıl yetiştireceğini ve nasıl toplayacağını öğrenmesi bir bakıma yakın bir tarihte, aşağı yuka-
rı 10.000 yıl önce gerçekleşmişti. Entansif tarım XIV. yüzyıla, makinalaşma ise XIX. yüzyıla dek uzanmaktadır. Bugün artık entansif tarım makinalaşmayla birleşmiş ve ortaya fabrika tarımı çıkmıştır.
İşlenmiş bitkiler
Buğday gibi tahıllar, binlerce yıl boyunca ana yiyecek maddesi olmuşlardır; Dicle – Fırat vadisinde, M.Ö. 7000 yılından kalma buğday tohumlarına raslanmıştır. Aynca arpa, yulaf, çavdar ve mısır da yüzyıllar boyu ana yiyecek maddeleri olmuşlar, pirinç ise bütün öteki tahıllardan çok daha fazla sayıda ınsanm başlıca besini olmuştur. Dünyamız, yeryüzünde tahılların nerelerde ve nasıl üretildiğini de göstermektedir. Sonra da aynntılı olarak ıkı ana yiyecek maddesini ele almaktadır: baklagiller ve kökler.
Bölüm, bundan sonraki on beş yaprakta, sebzeleri, meyvaları, içecekleri, baharatlan, otlan ve liflerinden yada yağlarından yararlanılan bitkileri kapsamaktadır. Burada, bostan ve meyva bahçelerinin bilinen ürünleri kadar uzak ülkelerin ürünleriyle de karşılaşacaksınız. Aynca, bazı şaşırtıcı gerçeklerle de karşı karşıya geleceksiniz: kahve ticaretinin yılda 2 milyar doları aştığının hesaplandığı, Amerika’dan gelen bir sebze olan domatesin ilk önceleri bir süs bitkisi olarak Avrupa da yetiştirilmiş olduğu; İspanyollar’ın kakaonun sırrını bir yüzyılı aşkın bir süre gizledikleri; Babiller’in M.Ö. 4000 yılı dolaylarında mayalama yoluyla bira yaptıkları, gibi.
Kasaplık et, balık ve kümes hayvanlan
Dünyamız’ın son bölümünde, insanların yiys cek olarak yararlandıkları hayvanlar İncelenmektedir. Giderek yeni protein kaynaklarına gerekseme duymaya başlıyoruz: bu bölüm, yeni bir bilim olan akuakültürü (balık yetiştirme) inceleyerek ve daha şimdiden hamburgerlerimizin içine girmeye başlayan bitkisel protein gibi yeni, hayvansal olmayan proteinleri gözden geçirerek son bulmaktadır.
İşte, elinizdeki cildin kapsadığı alan bu: yeryüzünün çekirdeğinden tutun da, 2000 yılında yeryüzünün üzerini kaplayacak olan 6.5 milyar insanın nasıl besleneceği sorununa kadar. Umanm, okurken, ben yayına hazırladığım sırada ne denli hoşlandıysam, siz de o ölçüde hoşlanırsınız bu ciltten.
James Mitchell
Dünyamız
Denilebilir ki, 1960’a gelinceye dek yerbilimin doğru dürüst bir geçmişi yoktu. Yerbilim, dünyanın yüzeyi ve yüzeyine yakın yerlerine ilişkin geniş bir bilgi yığınıydı yalnızca. Ama 1960 ile 1970 arasındaki on yıl, yerbilimin gerçek bir bilime dönüşmesine tanık oldu. Bu dönüşümün özünde, deniz tabanının yayılması varsayımı ve karasal yer değiştirme kuramı yatıyordu.
Daha önceleri, yerbilimsel düşüncede birer araç olarak kullanılan daha başka görüşlere de raslanmıştı: sözgelimi, Vemer kuramı, Hutton kuramı, katastrofizm ve üniformitaryanizm gibi. Bunlardan yalnızca son ikisi yararlı düşünceler olarak varlıklarını sürdürdüler. Katastrofizm, yeryüzünün tarihinde belirli zamanlarda şiddetli değişimlerin meydana • geldiği yolundaki gözlemden doğdu. Bu şiddetli değişimlerin kaynağı genellikle açıklanamadı ama bunlar ilginç kuramlara yolaçtı. Örneğin, Kambriya döneminin, aynı dünyaya en çok yaklaştığı bir zamanda, dev gelgitlere neden olduğu, okyanusta ve atmosferde büyük değişikliklere yolaçtığı bir zamanda ortaya çıktığı, yolunda kuramlarla karşılaşıldı. Ya iç değişiklikler yada kozmik toz bulutlarının arasından düzenli aralıklarla geçiş yüzünden, güneşin, enerji verimindeki düzensiz değişimler, iklim değişikliklerini ve türlerin, topluca yok-oluşunu, açıklamak amacıyla ortaya atılmış varsayımlardır. Radyoaktivitenin yarattığı aşırı ısı nedeniyle, dünyanın çekirdek kabuğunun altındaki ısı yayılmasında meydana gelen düzenli artışlara dayandırılan kuramlar da oldu. Ama artık öyle görünüyor ki, deniz tabanının yayılması varsayımına ve kıtaların kayması kuramına dayanan «yeni yerbilim», bu değişimlerin birçoğu için kanıtlanabilir bir temel oluşturabilir.
Üniformitaryanizm ise, varlığını yeni yerbilimin ortaya çıkışına dek çok iyi korumuştur. Bu kuram, şiddetli değişiklik olaylarını saymazsak, akarsu, rüzgar ve dalgaların yolaç-tığı aşınmalar; yanardağ etkinlikleri; tortulaşma vb. gibi bugün çevremizde gördüğümüz yerbilimsel güçlerin, bugün olduğu kadar geçmişte de varlıklarını sürdürdüklerini savunmaktadır.
Yerbilimin 1960 ile 1970 yılları arasındaki dönüşümü, aslında bu kadar uzun sürmeye-bilirdi. Deniz tabanının yayılması varsayımı ve karasal yer değiştirme kuramının daha çabuk ortaya çıkmasını sağlayabilecek bazı gözlemlerde bulunulmuştu. Karaların aşınmasının, on milyon yıllık bir döne:« içinde, dünyadaki okyanusları doldurmaya yetecek kadar çöküntü sağlayacağı düşünülüyordu, ama gerçekte hiç de böyle olmamıştı. Kayaların mag-
netik özellikleri ve dünyanın magnetik alanının tarihiyle ilgilenen palomagnetizm alanından, bu kuramları destekleyen daha ince kanıtlar geldi. Ama deniz tabanının yayılması varsayımından kaynaklanan kıtaların kayması kuramının ortaya çıkması için, yeni bir bilimi, deniz yerbilimini beklemek gerekti. Büyük bir olasılıkla bu gecikmenin nedeni, yerbilimini, toprakla ilgili gözlemlerle sınırlı olduğu dönem boyunca, meydana gelen bükülme, eğrilme, aşınma ve kopma gibi olayların çok büyük karmaşıklığının, son derece yalın ve açık olan gerçeği gölgeleyecek kadar çok bilgi sun-masıydı. Ayrıca, okyanusların altındaki toprakları inceleme tekniği o denli karmaşık ve güçtü ki (hâlâ da öyledir), ancak kaba ve basit özellikler gözlemlenebiliyordu.
İkinci Dünya Savaşı sırasında denizaltıla-ra karşı çeşitli tekniklerin geliştirilmesi deniz yerbiliminin gelişmesini de hızlandırdı ve daha başından çarpıcı sonuçlar verdi. Sualtı tortulaşmasının, deprembilimin, ısı akışının ve magnetizmanın incelenmesi, dünyanın en iyi donatılmış okyanus coğrafyası gemisi olan Glomar Challenger’ın ilk gezileriyle açıkça kanıtlanan bir varsayıma yolaçtı.
Bu öykü, ansiklopedinin bu cildinde ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Deniz tabanı, sonsuz bir kasetteki magnetik kayda benzer. Bant tersine döndürüldüğünde, bugünkü kara parçaları 200 milyon yıl önceki tek bir kara parçası halinde pekala birleşebilirler. Özellikle de, Güney Amerika ve Afrika’daki kara parçalan düzgün bir biçimde birleşmekte ve eski kuramcıların haklı olduklarını ortaya çıkarmaktadır.
Yeni yerbilim bir bakıma hareketli bir görünüm sunmaktadır. Bu arada, bazı sorular sorulabilir. Karaların tabanında kalın çöküntülerin biriktiği ve bunların ısı, basınç ve aşınma tarafından yüzeyde yada yüzeye yakın yerlerde görülen şeylere dönüştürüldüğü etkin kara kenarlarında ne olmaktadır? Okyanusların ortalarındaki dağ dizilerinin dorukları boyunca gözlemlenen püskürmelere yol-açan dünyanın üst kabuğundaki dolaşımın kaynağı nedir ve bu nasıl açıklanabilir? Yeni kuram, yerısı enerjisi elde etmek üzere yararlı ısı yataklarının saptanmasına yardımcı olacak mıdır? Acaba, dünyanın magnetizmasmın kaynağı ve bunun düzensiz aralıklarla tersine dönüşmesi eski soruna yeni bir ışık tutabilir mi?
Yeni yerbilimin sağladığı çerçeve içinde, bunlar ve daha başka önemli sorular daha büyük güvenle yanıtlanabilmektedir.
Okyanuslar ve Okyanus Coğrafyası
Bilim adamları, okyanuslarda gözlemledikleri
şeylerin pek azını açıklayabilmektedirler. Aristoteles’le ilgili bir öykü anlatırlar: Aristoteles, gözlemlediği gelgitleri kuramsal olarak açıklayamaymca o kadar bunalmış ki, kendini denize atmış ve boğulmuş. Ama biliyoruz ki, Aristoteles’in okyanuslara ilişkin bilgisi Akdeniz’le ilgili gözlemlerine dayanıyordu. Oysa Akdeniz gelgitlerin hareketini incelemek için hiç de elverişli bir yöre değildir, çünkü, Cebelitarık Boğazı’mn darlığı gelgit değişikliğim Akdeniz’in birçok yöresinde yalnızca birkaç santimetreye indirmektedir.
Bugün okyanus coğrafyası, farklı tanımlan olan birçok kola aynlmış bulunmaktadır. Birincisi, fiziksel okyanus coğrafyasıdır. Fiziksel okyanus coğrafyası, farklı sular arasındaki ısı, tuzluluk ve yoğunluk farklılıklarını incelemekte ve dünyadaki gözle görülür okyanus çıkıntılarının durumunu araştırmaktadır. Ama aynı zamanda, dibe yakın olanlar da içinde olmak üzere büyük kütlelerin çok daha ağır hareketlerinin incelenmesini de kapsamaktadır. Yıllardır süren çalışma ve ölçmelere karşın, o kadar çok etken sözkonusudur ki, gözlemlenen hareketlerin çoğu için hâlâ tam anlamıyla yeterli bir açıklama bulunamamıştır. Bu bakımdan, fiziksel okyanus coğrafyası, başka bir yerfiziği alanıyla ilgilenen ve sürekli olarak gelişen, ama hiç bir zaman tam bir kavrayışa ulaşamayacak olan meteorolojiyle benzerlik göstermektedir.
Bir başka önemli alan da, biyolojik okyanus coğrafyasıdır. Bu bilim, bugünkü anlamıyla, başlangıçtaki adı olan çevrebilimi yemden alabilir, çünkü çevrebilimsel bir modeli tanımlamak için girişilen ilk ciddi çabalar okyanustaki besin zincirini ele almaktadır. Denizlerden elde edilen protein her zaman önemli olmuştur ve bugün okyanuslardan elde edilen protein yılda yaklaşık olarak seksen milyon tonu bulmaktadır (bu, elde edilmesi umulan en yüksek miktara yakındır). Okyanuslardaki hayat ile okyanuslar arasındaki karşılıklı ilişkinin elden geldiğince iyi kavranması, canalıcı bir önem taşımaktadır. Ne yazık kı, okyanus-lann belli başlı balık tarlalannm bulunduğu kara sınırları, aynı zamanda dünya nufusu-nun en yoğun olduğu yerleşim merkezlerine yakındır. Lağım ve kimyasal artıkların bile bile denizlere boşaltılması ve tarımda kullanılan DDT gibi böcek zehirlerinin elde olmadan denizlere bulaşması, balık tarlaları açısından en azından gereğinden fazla balık avlamanın tehlikeleri kadar önemlidir.
««-ii__~ı AUaniK nnörafvasımn ayn bir kol
olarak ortaya çıkan bir başka dalı da, hava ile deniz arasındaki karşılıklı etkileşimi inceleyen bilimdir. Meteorolog ile okyanus coğrafyacısı bu noktada birleşmektedir. Dünyanın tarihinde sürekli olarak şiddetli iklim değişiklikleri görülmüştür. Bunlann en iyi bilinen ve en yakın zamanda meydana gelenleri, buzul devirleridir. Ne var ki, son iki bin yıldır insanoğlunun bu gezegendeki hayatını etkilemiş olan kısa erimli iklim değişikliklerinde okyanusların temel bir rol oynadıkları artık açıkça anlaşılmıştır.
İnsanın, denizleri ticari bakımdan sömürmesi ile denizlerden zevk için yararlanması birbiriyle çelişmektedir. En şiddetli çelişme, kıyıdan uzak yerlerde petrol üretilmesi ve kıyılarda inşa edilen yapılar ile görünüm güzelliğini koruma isteği ve yüzme, oltayla balık avlama ve sandalla gezme arasındaki çelişkidir, insanoğlunun en önem verdiği doğa parçalarından biri de kumsallardır ve bunlar dünyanın birçok yöresinde büyük bir hızla ortadan ka -maktadır. Bunun başlıca nedeni, enerji elde etmek, sulama yapmak ve sel baskınlannı denetim altına almak amacıyla akarsuların barajlara yöneltilmesidir. Akarsular, kumsallarda kaybolan kumu yenileyen en temel kaynaktır.
Okyanuslardan elde edilebilecek öteki önemli kaynaklar ise daha da spekülatiftir. Bunlann en ilginci, gelgitlerden elde edilebilecek enerjidir. Ama bu enerji dünya çapındaki gerekseme gözönüne alındığında çok yetersiz kalmaktadır. Okyanusların yukan 200-300 metresi ile diplerdeki soğuk sular arasındaki ısı farkından elde edilebilecek enerji, uzun süreli bir kaynak olarak daha çekici görünmektedir. Okyanusların büyük bir bölümünde bu ısı farkı aşağı yukarı 15°C kadardır. Bu enerjinin sağlanması yolundaki önerilerin gerçekleşmesi, modem teknolojiyle olası görünmektedir. Bu kaynağın, tüm dünyanın XXI. yüzyılın başlarına kadarki gereksinmesini karşılayabileceği hesaplanmaktadır. Bir başka çekici enerji kaynağı, okyanuslardaki dalgalardır. Bir şilebin genişliğindeki dalganın, o şilebin gitmesi için gerekli enerjinin on katım taşıdığını düşünecek olursak, bu kaynağın gu cünü düşünebiliriz.