Genel

Helenistik dönemden kalma pişmiş toprak bir kandil Celal Kolay

bölümünün tutumu yumuşadı, bu uygulamayı bid’at-ı hasene (iyi bid’at) saymaya başladılar. Kan­diller günümüzde de büyük ilgi görmekte, camilerde ve evlerde ibadet ederek kutlan­maktadır.

kandil, eski çağlarda çok kullanılan, ağzı oldukça küçük, yayvan bir yuvarlak kap biçiminde, bir yanında içinden fitil çıkan bir emziği, öbür yanında da kulpu bulunan aydınlatma aracı. Yakmak için içine sıvı yağ

Helenistik dönemden kalma pişmiş toprak bir kandil

Celal Kolay


 

konurdu. Önceleri pişmiş topraktan yapılır­dı. İlk örneklerine İÖ 3. binyılda Mezopo­tamya’da, daha sonra da Mısır’da rastlanan kandillerin biçimleri bölgeden bölgeye deği­şirdi. Örneğin kayık biçimindeki Mısır kan­dilleri Tanrıça İsis’in simgesiydi. Çift hazneli olarak yapılan ve bir haznesine yağ, ötekine fitil konan kandillerin en iyi örnek­lerini Urartular yaptılar. İÖ 6. yüzyılın başlannda Lidya’da, özel kandilci dükkânla­rında satılacak kadar çok kandil üretiliyor­du. Eski Yunan’da ilk kandiller taştan yapıldı. İÖ 5. yüzyılda çok yaygın olarak kullanılan kandiller, zamanla dinsel amaçla­ra da hizmet etmeye başladı. Eski Roma’da da metal kandiller kullanıldı.

kandilböceği, gerçek ateşböcekleri gibi kesikli ve kısa süreli değil, sürekli ya da uzun süre ışıldayabilen çeşitli türden böcek­lerin ortak adı. Bu böcekler arasında Batı Yarıküre’nin tropik bölgelerinde yaşayan, Pyrophorus cinsi taklaböcekleri, yine Yeni- dünya’ya özgü Phengodes ve Phrixothrix cinslerinden bazı kınkanatlılar sayılabilir. Ayrıca tropik bölgelerde ve mağaralarda yaşayan bazı sinek türleri de ışık verme özelliklerinden ötürü kandilböceği adıyla tanınır (bak. biyolojik ışıldama).

Kaısâill: Rasathanesi, 1 Virde Fatin Gök-

ICIİİCVİİIUG uaşiailgUyia ‘^cuııı^vcı                 J

mHryl^TYÜgri   vp Tst«r>hnl irin hava

tahmin“ aporıarı nazıffanaı. t^uruıuugunua Rasathane-i Âmire, daha sonra Maarif

Rasathanesi olarak adlandırılan gözlemevi 1936’dan sonra Kandilli Rasathanesi adını aldı. Gerçek anlamda astronomi çalışma­ları, 20 cm çaplı, 307 cm odak uzaklıklı ekvatoryal Zeiss dürbününün 1947’de kulla­nıma girmesiyle başladı. 1947’den sonra, bir ara saat işaretleri yayımı da yaparak Türki­ye’ye milisaniye derecesinde doğru zaman ayarı veren Zaman Bölümü hizmete girdi. Gözlemevinin zaman bölümü, Danjon us­turlabının alınmasıyla daha da gelişmesine karşılık, 1974’te çalışmalarını bütünüyle durdurdu.

Gözlemevinde ayrıca, H çizgisinde gözlem olanağı sağlayan iki Lyot filtresi bulunmak­tadır. Özellikle Güneş fiziği bölümü tara­fından gerçekleştirilen Güneş lekesi ve taç- küre gözlemleri bugün de sürdürülmek­tedir.

Kuruluşundan 1982’ye değin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olan gözlemevi, bu tarih­te Boğaziçi Üniversitesi’ne bağlandı. Günü­müzde, bu üniversiteye bağlı Kandilli Ra­sathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü ile Kandilli Rasathanesi Gök ve Yer Bilim­leri Araştırma ve Uygulama Merkezi adı verilen iki kuruluş halinde çalışmaktadır. Enstitüde, astrofizik, jeodezi, jeofizik ve deprem mühendisliği anabilim dallarında lisansüstü ve doktora eğitimi yapılmaktadır.

kandilotu bak. güveyfeneri

Kandinsky, Wassily, Rusça tam adı va-

sîly vasîlyevİç kandİnsky (d. 16 Aralık 1866, Moskova, Rus Çarlığı – ö. 13 Aralık 1944, Neuilly-sur-Seine, Fransa), modem resmin en önemli temsilcilerinden. Bazı sanat tarihçilerince salt soyut resmin yaratı­cısı olarak kabul edilir. 1911’de dışavurum­cu Der Blaue Reiter(*) grubunu kurduktan sonra bütünüyle soyuta yönelmiş, önceleri

“Doğaçlama No. 30”, Wassily Kandinsky’nin Dır yağlıboya çalışması, Chicago Sanat Enstitüsü

Art Institute of Chicago, Arthur Jerome Eddy Memorial Collection


 

organik olan biçimleri gittikçe geometrik, en sonunda da piktografik bir nitelik kazan­mıştır.

Gençliği. Annesi Rus, büyükannelerinden birinin annesi Moğol prensesi, babası da Sibirya’nın Çin smın yakınlarında bulunan Kyakhta’nın yerlisi idi. Kandinsky bu ne­denle hem Avrupa, hem de Asya kültürün­den etkilenen bir ortamda yetişti. Soylu ve varlıklı ailesinin olanaklarıyla daha çocuk- Roma Floru Kufka^’^a ve Kırım’ı sezdi. Ortaöğrenimini 1×7 i‘de aile-

y tuaı ıııua i voıııı

‘o!r>nSf.lr.i rt ¡arak lrnnsp.rlp.r ™       i           M

veriyordu, uana o uuucıuuc neı ıcııgm

kendine özgü bir gizemi olduğuna inanan

ilk sezgilerine bağlar. 1886’da Moskova Üniversitesi’nde hukuk ve ekonomi öğreni­mine başladı. Kentin mimarisi ve gördüğü ikon koleksiyonları onda büyük bir coşku uyandırdı. Bir kez, sanatının köklerinin bu ikonlarda olduğunu bile söylemişti. 1889’da etnografik bir araştırma için kuzeydeki ormanlık Vologda bölgesine gitti. Örada gördüğü Rus halk resimlerinin parlak renk­lerinden ve gerçekdışı anlatımlarından bü­yük ölçüde etkilendi. Aynı yıl Petersburg’ daki Ermitaj’da Rembrandt’ın yapıtlarını gördü. O yıllarda bir yandan sanat bilgisini geliştirirken, bir yandan da mesleki çalışma­larını başarıyla sürdürüyordu. 1893’te dok­toraya denk bir akademik unvan kazandı. Bir süre üniversitede ders verdikten sonra, aldığı bir öneri üzerine Moskova’daki bir yayın kuruluşunun fotoğraf bölümü yöneti­cisi oldu. 1896’da, Estonya’daki Dorpat (sonradan Tartu) Devlet Üniversitesi’nden aldığı profesörlük önerisi yaşamına ilişkin kesin kararını vermesinde önemli bir etken oldu; öneriyi geri çevirdi ve ressam olmak amacıyla Almanya’ya gitti.

Münih dönemi. Münih’te iki yıl Anton Azbe’nin yönetimindeki özel bir okulda öğrenim gördükten sonra Münih Akademi- si’nde Franz von Stuck’un atölyesine girdi. 1900’de akademiden mezun oldu ve sonraki birkaç yıl içinde çağdaş akımları izleyen bir ressam olarak tanındı. 19. yüzyıl gerçekçili­ğini temel alarak izlenimcilikten, art nouve- au’nun kıvrımlı çizgilerinden ve bezemeci eğiliminden, yeni-izlenimciliğin divizyonizm tekniğinden ve Çrta Avrupa dışavurum­culuğu ile Fransız fovizminin güçlü ve gerçekçi olmayan renklerinden etkilendi. Ayrıca Moskova’da gördüğü ikonların ve Vologda bölgesi halk sanatının izlerini taşı­yan resimler yaptı; zaman zaman Asya sanatına özgü göz alıcı renkler kullandı. Münih’te Phalanx (1902’de bu grubun başka­nı oldu), Berlin’de Sezession, Dresden’de de Die Brücke gibi öncü gruplarla sergiler açtı; Paris Salon d’Automne (Güz Salonu) ve Salon des Independants’da (Bağımsızlar Salonu) açılan akademi dışı sergilere katıl­dı. 1903’te Moskova’da ilk kişisel sergisini açtı, ertesi yıl Polonya’da iki kişisel sergi daha düzenledi. 1903-08 arasında Hollan­da’dan Tunus’a ve Paris’ten Rusya’ya kadar pek çok yeri gezdi.

1909’da, yedi yıldır birlikte yaşadığı Al­man ressam Gabriele Münter ile Bavyera’ nın güneyindeki küçük Murnau kentinde bir ev satın aldı. Üslubundaki salt soyutla sonuçlanacak olan gelişme süreci de bu yıllarda başladı. Etkilendiği bütün öğeleri resimlerinde gittikçe daha çok birbirleriyle kaynaştırıyor, kompozisyonlarında konuyu bütünüyle yok etmeye yöneliyordu. Estetik değerleri önemsiyor ve “sanat için sanat” ilkesini savunuyordu. Ona göre renk, çizgi ve biçim, tanınabilir nesnelere dönüşmek­ten kurtarılmalı, bir düşünceyi ya da bir duyguyu yansıtan görsel bir “dil” oluşturul­malıydı. Resmi, bir anlamda müziğin soyut “dil”i gibi düşünüyordu.

Onun bu yaklaşımı kuşkusuz bütünüyle yeni değildi. Eskiden beri resimle müzik arasında benzerlikler kurulmuş, pek çok düşünür renklerin, çizgilerin ve biçimlerin varsayılan anlamlarını belli kurallara bağla-

sonucnnH« cnvnt

resim olarak nitelene_hilec.ek örnekler üre­tilmişti. Ayrıca i. Dünya Savası öncesinde

üiriyi şaşırtacak hir soyutlama anlayışı

f

gelişinmiş, ıyıu_diaMilua            unvu

ressam soyut örnekler üretmişti. Dolayısıyla

İLT   1 – -C-             ~ …… /.t

tif) salt soyut resmin tek yaratıcısı olarak nitelemek pek doğru olmaz. Ama bu gerçek göz önünde tutularak bir değerlendirme yapıldığında, Kandinsky soyut resmin başlı­ca öncülerinden biri olarak görülebilir. Kandinsky’ye ilk soyut ressam niteliğini kazandıran yapıtı 1910 tarihli adsız bir çalışmadır. Bu yapıt sonradan “İlk Soyut Suluboya” (Nina Kandinsky Koleksiyonu, Neuilly-sur-Seine) adıyla anılmıştır. 1950’ lerde yürütülen araştırmalar, bu resmin 1910’dan sonra yapıldığı ve “Kompozis­yon VII” (1913, Tretyakov Galerisi, Mos-
va) adlı resmin bir ön çalışması olduğu şüncesini doğurmuştur. Bugün bu res- n, Kandinsky’nin salt soyutla sonuçlanan lişim süreci içinde pek de önemli bir yeri madiği düşünülmektedir. Kandinsky’nin yuta yönelişinin ilk izleri biçimlerin şema- i, renklerin doğaya aykırı, genel etkinin : düşsel olduğu “Mavi Dağ” (1908, Gug- ¡nheim Müzesi, New York) adlı resimde irülür. Kandinsky’nin ertesi yıl gerçekleş- rdiği “Çan Kuleli Manzara”da da (1909, lodem Sanat Müzesi, Paris) benzer eği­mlerin yanı sıra kompozisyonda bir patla- ıa duygusu izlenir. 1910’da gerçekleştirdiği Doğaçlama XIV”, adından da anlaşılacağı jbi neredeyse tam anlamıyla soyuttur. Bu elişim çizgisi içinde, 1911 tarihli “Çevrele- ne” (Nina Kandinsky Koleksiyonu) adlı esimde ise tanınabilen nesneler artık iyiden yiye yok olmuştur. Pek çok sanat tarihçisi- lin Kandinsky’nin sanatının doruğu olarak ıitelediği “Siyah Kemer İle” (1912, Nina Kandinsky Koleksiyonu), “Siyah Çizgiler” (1913, Guggenheim Müzesi, New York) ve “Sonbahar” (1914, Guggenheim Müzesi, New York) gibi yapıtlar, boya sıçratmaları, çizikler ve uyandırdıkları dramatik etkiyle 1950’lerin soyut dışavurumculuğunun ha­bercisidir.

Kandinsky 1909’da Yeni Sanatçılar Derne- ği’nin kurucuları arasında yer alarak Mü­nih’te avant-garde hareketin canlanmasında rol oynadı. Bu grupla anlaşmazlığa düşünce 1911’de Franz Marc ile birlikte Der Blaue Reiter grubunu kurdu. Grubun adı Kan­dinsky’nin aynı adlı resminden (“Mavi At­lı”, 1903, Ernst Bührle Koleksiyonu, Zü­rich) geliyordu.

Rusya dönemi. Kandinsky 1914’te I. Dün­ya Savaşı’nm başlaması üzerine Rusya’ya döndü. (Daha önce kuzeniyle yapmış oldu­ğu evlilik, uzun bir ayrılıktan sonra 1910’da boşanmayla sonuçlanmıştı.) 1917’de bir yıl­dır tanıdığı Moskovalı Nina Andreevskaya ile evlendi. Rusya’da Sovyet Devrimi’nden sonraki yaşama uyum sağlayabilmek için Moskova’ya’yerleşti. Sovyet hükümeti de o dönemde avant-garde sanatçıların desteğini kazanmaya ve onların hizmetlerinden ya­rarlanmaya yönelik bir politika güdüyordu. Kandinsky 1918’de Moskova Güzel Sanat­lar Akademisi’nde profesörlüğe ve Halk Eğitim Komiserliği’nin (NARKOMPROS) sanat bölümü üyeliğine getirildi. Otobiyog­rafik çalışması Rückblicke (1913; Anılar) Rusçaya çevrildi ve yayımlandı. 1919’da Sanat Kültürü Enstitüsü’yle (INKHUK) Sanat Kültürü Müzesi’ni kuran Kandinsky, Sovyetler Birliği’nin çeşitli kentlerinde 22 müzenin açılmasında yardımcı oldu. 1920’de Moskova Üniversitesi’nde profesör­lüğe getirildi ve devlet tarafından kişisel bir sergisi düzenlenerek onurlandırıldı. 1921’de Bilimler Akademisi’nde Güzel Sanatlar Bö- lümü’nü kurdu. Ama Sovyet hükümetinin toplumcu gerçekçiliğe doğru yönelmesiyle öncü sanat Sovyetler’de etkili konumunu yitirmeye başlamıştı. Aynı yılın son ayların­da Kandinsky karısı ile birlikte Berlin’e gitti.

Moskova’da bulunduğu yıllarda Kan­dinsky’nin üslubunda köklü değişiklikler oldu. 1914’ten önceki Münih çalışmaların­da, yer yer de olsa manzarayı sezinlemek olanağı vardı. Ama Moskova’daki yağlıbo­ya ve suluboya resimleri artık bütünüyle soyut hale gelmişti. Ayrıca daha önceki resimlerinde izlenen kendiliğindenliğin, li­rik ve organik öğelerin yerini, önceden tasarlanan, akılcı ve yapımcı bir yaklaşım almıştı. “Beyaz Çizgi” (1920, Nina Kan­dinsky Koleksiyonu) ve “Mavi Daire Dili­mi” (1921, Guggenheim Müzesi, New York) bu döneminin tipik ürünleridir.

Bauhaus dönemi. Ressam olarak uluslar­arası bir ün kazandıktan sonra, 1922’de Weimar’daki ünlü tasarım okulu Bauhaus’ ta ders vermesi için yapılan öneriyi hemen kabul etti. Bu konuda deneyimi vardı ve öğretmenliğe ilgi duyuyordu. Bauhaus te­melde “ressam” yetiştiren bir kurum değil­di. Kandinsky bu nedenle önceleri kişisel çalışmalarından biraz uzak kaldı. Renk ve biçim konusunda ders verdi, duvar resmi atölyesini yönetti. Ama okulun Weimar’dan Dessau’ya taşındığı 1925 yılma değin yalnızca resme ilişkin ders verme olanağı bulamadı.

Kandinsky Bauhaus döneminde geometrik soyutlama doğrultusunda ilerlerken, önceki döneminin soyut-dışavurumcu anlatımını çağrıştıran aynntı dolu resimsel mekân anlayışını ve dinamizmini de sürdürdü. Bu yıllarda sanat kuramları üzerinde de çalış­maya başladı. İlk kitabı Über das Geistige in der Kunst’ta (1912; Sanatta Tinsellik Üzeri­ne) özellikle renklerin var olduğunu kabul ettiği anlamlan üzerinde durmuş ve örneğin sarıyı bir trompetin saldırgan dünyevi sesi­ne, maviyi ise bir orgun ilahi sesine benzet­mişti. Bauhaus’ta ders verdiği yıllarda yaz­dığı ikinci kitabında da, aynı yaklaşımla yatay bir çizgiyi soğuk, dikey bir çizgiyi de sıcak olarak niteleyerek çizimin soyut öğe­lerinin etkilerini de ortaya koymaya çalıştı. Bu kitap Punkt und Linie zur Fläche başlığıyla (Düzleme Göre Nokta ve Çizgi) 1926’da yayımlandı.

Paris dönemi. Kandinsky, 1928’de Alman uyruğuna geçmiş olmakla birlikte, Gesta- po’nun Bauhaus’u kapanmaya zorlaması üzerine 1933’te Fransa’ya göç etti. Alman­ya’da yaptığı resimlerin sonuncusu ve en iyilerinden biri “Kahverengide Gelişim”dir (1933, Ulusal Modern Sanat Müzesi, Paris). Bu resmin adı büyük bir olasılıkla, soyut sanatı “yoz” olarak değerlendiren Sturmab­teilungfu (SA) çağrıştırmak için konmuştu (SA üyeleri kahverengi gömlek giyiyorlar­dı). Kandinsky 1939’da Fransız uyruğuna geçti ve yaşamının geri kalan 5 yılını 1933’ten beri yaşadığı Paris’in banliyölerin­den Neuilly-sur-Seine’de geçirdi.

Kendisinin “soyut”tan çok “somut” olarak nitelemeyi yeğlediği bu son dönem resimle­ri, bir anlamda Münih döneminin organik anlayışı ile Bauhaus döneminin geometrik anlayışının bir bireşimiydi. En azından 1910’dan beri amaçladığı görsel dil, resim- yazı ve hiyeroglifle yazılmış, neredeyse anlaşılabilir mesajlar ileten bir dizi işarete dönüşmüştü. Bu işaretlerin birçoğu suda yaşayan larvalara, bazen de figüratif bir ele ya da Ay’ı anımsatan insan yüzüne benzi­yordu. “Başat Mor” (1934, Maeght Vakfı, Saint-Paul), “Başat Eğri” (1936, Guggen­heim Müzesi, New York), “On Beş” (1938, Nina Kandinsky Koleksiyonu) ve “İlımlılık” (1940, Guggenheim Müzesi, New York) bu dönemin tipik yapıtlarıydı. Bu yapıtlara eşlik edecek biçimde yazdığı bir dizi dene­mede Kandinsky, çağdaş bilimsel olguculu­ğun başarısızlığını ve “fiziksel maddelerin simgesel niteliği” olarak adlandırdığı şeyi anlamanın gerekliliğini vurguladı.

ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI. “Savak” (1901, Yeni Pinakotek, Münih), “Holland’da Plaj Sepetleri” (1904, Yeni Pinakotek, Münih), “Gece” (1907, Yeni Pinakotek, Münih), “Murnau’daki Bir Sokakta Ka­dınlar” (1908, Ulusal Modern Sanat Müzesi, Paris), “Tüm Azizler Resmi II” (1911, Yeni Pinakotek, Münih), “Doğaçlama No.30” (1913, Chicago Sanat Enstitüsü), “Uç Noktalı Resim” (1914, Guggenheim Müzesi, New York), “Siyah Daire İçinde” (1923, Maeght Vakfı/ Saint-Paul), “Tek Merkez” (1924, Guggenheim Müzesi, New York), “Sarı-Kırmızı- Mavi” (1925, Nina Kandinsky Koleksiyonu, Neuilly- sur-Seine), “Birkaç Daire” (1926, Guggenheim Mü­zesi, New York), “Üç Ses” (1926, Guggenheim

67 Kândler, Johann Joachim

Müzesi, New York). “Güçbela (Kaum)” (1930, Boymans-von-Beuningen Müzesi, Rotterdam). “Onaylanmış Pembe” (1932, Guggenheim Müzesi. New York), “Miras” (1935, Phillips Koleksiyonu, Washington, D.C.), “Gerginlikler Yok Oldu” (1937, W. Gidwizt Koleksiyonu, Chicago), “Tatlı Oyalama­lar” (1937, Nina Kandinsky Koleksiyonu, Neuilly- sur-Seine), “Kompozisyon X” (1939, Nina Kan­dinsky Koleksiyonu, Neuilly-sur-Seine), “Çeşitli Hareketler” (1941, Guggenheim Müzesi, New York), “Bölünme-Birlik” (1943, Nina Kandinsky Koleksiyonu, Neuilly-sur-Seine), “Daire ve Kare” (1943, Nina Kandinsky Koleksiyonu, Neuilly-sur- Seine), “Yedi” (1943, Max Bill Koleksiyonu, Zü­rich), “Beyaz Dengeli Hareket” (1944, W. Löffler Koleksiyonu, Zürich).

kandiru (Vandellia cirrhosa), Siluriformes takımının Trichomycteridae familyasından Amazon Irmağı havzasında yaşayan balık türü. Yaklaşık 2,5 cm uzunluğunda, yarı- saydam ve pulsuz olan bu asalak balıklar kanla beslenir ve genellikle öbür balıkların solungaç boşluklarında bulunur.

Konak olarak bazen insanları da seçebilen bu balıkların yüzen insanlara ve hayvanlara idrar kanallarından girdiği bilinmektedir. Kandirular vücuda girdikten sonra solungaç kapakları üstündeki kısa dikenleri dikleşti­rerek ölümle sonuçlanabilecek iltihaplan­malara ve kanamalara neden olabilir.

Kandiye bak. İrâklion

Kandla, Hindistan’ın ortabatı kesimindeki Gucerat eyaletinin kuzeybatısında, Kuç (Kaç) iline bağlı liman kenti. Umman Denizindeki Kuç Körfezi kıyısında yer alır. Gucerat’tan çok daha geniş bir hinterlanda hizmet amacıyla tasarlanan ve 1930’larda açılan liman daha sonraları geliştirilmiştir. Limana gelen başlıca ithal malları petrol, demir ve çelikten makineler ve kimyasal maddelerdir; limandan ihraç edilen madde­ler ise tahıl, dokuma ve tuzdur. Bir ana karayolu ile bir demiryolu hattının geçtiği kentte bir de havalimanı vardır. Nüfus (1981) 23.978.

Kândler, Johann Joachim (d. 1706, Fischbach, Saksonya – ö. 18 Mayıs 1775, Meissen), Avrupa’da porselen biblo konu-

 

 

ki porselen imalathanesinin kalıplama bölü­münü yeniden düzenlemekle görevlendiril­di. Kırk dört yıl bu imalathanede hizmet etti. Üretkenliği ve hayal gücü olağanüstüy­dü; Meissen’in dünya çapında ün kazanma­sında Kândler’in büyük rolü oldu.

Rokoko döneminin en ünlü seramik ustala­rından üçü olan J.F. Eberlein, F.E. Meyer ve P. Reinicke gerek tasarım, gerekse uygulamada Kândler’in yardımcısı olarak çalıştılar. Avrupa’da Kândler dönemine ait Meissen biblolarının, yemek takımlarının, vazoların ya da başka ürünlerin bulunmadı­ğı bir saraya rastlamak neredeyse olanaksız­dır. Kândler’in en tanınmış yapıtları arasın­da çoğunlukla 1738-40 arasında yapılmış commedia dell’arte tiplerinin bibloları, 1731-35 arasında Dresden’deki Japon Sara­yı için yaptığı kuş figürleri ve 1737’den 1741’e değin Heinrich Graf von Brühl için gerçekleştirdiği ve üstü kuğu ve su perisi figürleriyle bezeli 2.200 parçalık yemek takımı yer almaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir