HİSSİZLİK DENEMESİ

HİSSİZLİK DENEMESİhissiz
insanların ruh halini ele alırken şimdiki zaman değil de geçmiş bulundurûtoalı göz önünde. Ben de kendi hissizliğimde boğulurken beni bu noktaya getiren duruma bakıyorum. *

Buz gibi havada balkonda üşümemek, saatlerce uyumak, bir çay içimlik uzaklara dalmak…

Hissizlik hissetmemek değil aslında. Çekilebilecek bütün acıları çektikten sonra seni kuşatan huzur. Hissizliğe geçmek için esaslı keder gerek evvela. Şahsen işin ucunda bu denli büyük bir boşluk ve huzur olduğunu bilseydim , çok daha erken gelmek isterdim bu noktaya.

Günler günlerin ardında birer birer sıralanıyor ve geçmiş, izleri kapanmayacak yaraları ile oturuyor başucumda. Peki ya hayatta en güvendiğinizden gelirse darbe?

İyileşmenin ilk adımı hasta olduğunu kabul etmekmiş. Ben kendimi şeffaf çizdim zaten. Düşmekte olduğumu, damarımda akan kan gibi benimsedim, canıma kattım.

Umudun baş döndürücü kokusu kaplıyor etrafınızı önce. Ne zaman elinizde kalanın koca bir hiç olduğunu kabul ediyorsunuz, tedavi o zaman başlıyor.

Etinden et koparcasına acıyor. Kati suretle dayanamam diyor insan. Sonraki safha yeni insanlar. Kendine yeni dünyalar arıyorsun. Yeni kokuları keşfe çıkıyorsun.

Kimse kimsenin yerini maalesef. Geçmeyen açık yaralara tuz basmak, basabilmek, acının tek ilacıymış. Gri baktığın evren o noktadan sonra renkleniyormuş.

Cemal Süreya’nın dediği gibi, “Asıl acı, bize anlatılamayacak kadar büyük acılar yaşatmış insanlara gönül vermiş olmamız.”

Yine kendime dönüyorum. Kendi denizime bırakıyorum benliğimi. Hırçın dalgalar alıp götürse de bedenimi, insan evinden ne kadar kopabilir ki?

İçimde açıklayamadığım bir dünya var. Keşfedilecek milyonlarca kilitli kapı var. Ama ben kim olduğumu bile hatırlamıyorum.

Hissizliğe nasıl geldim

Burası upuzun bir yolun son çıkmaz sokağı…

Geriye dönüp rüzgâra kendimi bıraktığımda, kazandığımın birkaç şarkıdan başka bir şey olmadığını görüyorum. Ama artık aynı melodilere gönül vermeyeceğiz. Aynı satırlarda gezinmeyeceğiz. Ayrı bedenlerde aynı kişi olmayacağız.

Yaşanan her şeyi doğrusu ve yanlışıyla kabul ettikten sonra bir sandığa koyup kaldırdım. Belki sandığın içine ruhumdan büyükçe bir parça serptim; evet ayakta kalabilmenin tek yolu buydu.

Yeni şarkılar dinlemeli şimdi. Daha çok şiir okumalı. Huzuru gökyüzünde aramalı.

Ve en önemlisi, düne dair her sözü yakıp bir türkü söylemeli.

GİTMEK VE KALMAK

Uzun zamandır kendime hiddetle sorduğum ve sonunda cevabını bulduğum sorudur bu.

Geçtiğim sokaklarda, dinlediğim türkülerde aradım alengirli yanıtı. En çok da gece ayazında, rüzgârın uğultusunda…

Giden, yaşanan her şeyi ayıklar önce. Acıyı koymaz bavula. Yeni başlangıçlar yapabileceği minik kıvılcımlar alır yanına. Bir tutam umut serper, huzuru gittiği yerde bulabilmek için. Yarısı boştur o valizin. Yeni tatlar girecektir içeri, yeni aşklar, yepyeni sarhoşluklar…

Giden her adımını “yeni” ile atarken, kalan adım dahi atamaz. Anılar mezarlığının orta yerinde çırılçıplaktır. Hüzün çepeçevre kuşatır kalanı. İçtiği su, baktığı gökyüzü ve yarım kalmışlık hissi.

Gitmek mi daha zordur kalmak mı?

Ardında bırakmak mı daha kolaydır, tüm gerçeklerle yaşamak mı?

Ruhumuz bitip tükenmek bilmeyen yoğunluk içerisinde. Her nefeste farklı bir heves var. Ama kalmak daha zordur azizim. Geride kalmak, kalabilmek. Aynı havayı eksik teneffüs etmek daha bir yakıcıdır, daha kavurucu… Şimdilerde kalmaktayım. Yıkık bir şehrin ortasında, ardıma bakmaktayım.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*