(Hz.) Ali Bin Ebu Talip

ALİ BİN EBU TALİP (Hz.), dört halifenin sonuncusu (Mekke 598 – Küfe 661). Kureyş kabilesinin Haşimiler ailesinden, Ebu Talip diye anılan, Hz. Muhammet’in amcası Abdülmuttalip ile Eset kızı Fatma’ nın oğlu; Hz. Peygamber’in damadı ve onun tarafından cennetle müjdelenen on kişiden biri. Müslümanlığı ilk kabul edenlerdendir. Çoğu, adı ile birlikte Murteza (hoşnut kalınmış, beğenilmiş, seçkin) sıfatını da alır (Ali-yi murteza).

Babası Ebu Talip yoksul olduğundan, Ali’yi Hz. Muhammet yanına alıp büyüttü. Peygamber gizlice Mekke’den kaçıp Medine’ye göçü sırasında, kaçışı anlaşılmasın diye yatağında onu bıraktı. Peygamberi öldürmeye gelen Mekkeli müşrikler, onun yatağında Ali’yi buldular. Ali daha sonra Medine’ye giderek Hz. Muhammet’e katıldı. Peygamber’in kızı Fatma ile evlendi (623). Sayıları on altı ya da on yedi olan çocuklarından, doğrudan Peygamber’in torunu olan iki oğlu dünyaya geldi: Haşan ve Hüseyin. Hz. Muhammet’in hemen bütün savaşlarına katıldı, bayraktarlığını yaptı. Uhud’da altı yerinden yaralandı (624). Hayber savaşı, yiğitliğiyle kazanıldı (628). Fedek (627/628) ve Yemen (632) savaşlarında İslam kuvvetlerine komuta etti. Huneyn savaşı’nda Hz. Peygamberi korudu. Ayrıca Hz. Muhammet’in mektupçuluğunu ve vahiy kâtipliğini (inen ayetleri yazan) yaptı. Hz. Peygamber’in ölümünden (632), sonra kendisi halife oluncaya (656) kadar hiçbir savaşa katılmadı.

Hz.Muhammet’in ölümünden sonra, halife seçmek üzere oluşturulan altı kişilik kurulda yer aldı. Şiilerin, Peygamber’ in kendisinden sonra Ali’nin halife seçilmesini salık verdiği yolundaki iddialarını doğrulayacak bir belge yoktur. Ebubekir’ den sonra Ömer ve Osman’ın halife seçilmelerine de karşı çıkmadığı anlaşılmaktadır. Özellikle Ömer ile iyi ilişkiler içinde bulundu. Ömer, onun Kuran ve sünnet konularındaki geniş bilgisinden yararlandı; Filistin ve Suriye’ye gittiğinde, Medine’de kendisine vekil olarak Ali’yi bıraktı. Ali bunun dışında hiçbir görev almadı. Ancak Osman’ın, halkı kışkırtan Ebu Zer el-Gifari’yi Medine’den sürdüğünde, uğurlamaya gitmesi, ikisinin arasını açtı. Buna rağmen, Mısır’dan Medine’ye gelen ayaklanmacılarla Osman arasında aracı oldu. Ayaklanmacılar, Osman’ın evini kuşattıklarında ve Ali’yi kendilerine başkan seçmek istediklerinde bu öneriyi kabul etmedi. Aşırı tutkuları olan bir kişi değildi. Nitekim, kendisini ilahlaştıran sebe-iye fırkasını kesinlikle onaylamadı, Osman’dan nefret edenlerin yanında yer almadı; onlardan kurtulmaya çalıştı. Halifeyi eleştirmesi koyu dindarlığından ve Hz. Muhammet dönemine duyduğu özlemden kaynaklanıyordu.

Osman’ın öldürülmesinden sonra, aralarında halifeyi öldürenlerin de bulunduğu bir kurul tarafından halife seçildi. Halifelik görevini, seçilmesinden beş gün sonra kabul etti (24 haziran 656). Biat töreni Hz. Muhammet’in mescidinde yapıldı (öteki üç halifeninkiler başka yerlerde olmuştu, Şam valisi Muaviye, seçimin bir
azınlık tarafından yapıldığı, Osman’ı öldürenlerle işbirliğinde bulunduğu gerekçesiyle kendisine biat etmedi. Yeni halifenin, Osman’ı öldürenleri koruduğu yolunda haberler yayıldı. Bu, Mekke, Suriye ve Mısır’da tepkilere neden oldu. Başlangıçta Osman’a karşı olan Hz. Muhammet’in eşi Ayşe, bu kez yeni halifeye de karşı çıktı ve Mekke’de onun aleyhinde propagandaya girişti. Bir sûre sonra Talha ve Zü-beyr de Ayşe’ye katıldılar ve yardım sağlamak amacıyla Irak’a gittiler. Basra’da, Osman’a karşı olanları öldürdüler. Hz. Ali, Kûfe’den sağladığı kuvvetlerle Basra üzerine yürüdü. Ayşe yanlılarını ağır bir yenilgiye uğrattı. Cemel’ vakası denilen bu savaştan sonra, Muaviye’yi görüşmeler yoluyla kendisine bağlayabileceğini umdu. Ancak Muaviye, Osman’ı öldürenlerin kendisine teslim edilmesinde direniyordu. Bu durumda halife, ordusuyla Şam valisi Muaviye’nin kuvvetleri üzerine yürüdü. Sıffin ovasında iki taraf arasında

10 gün sürecek olan çarpışmalar başladı (657). Muaviye yenilmek üzereyken, komutanı Amr bin el-As, askerlerin mızraklarına birer Kuran asarak “Aramızdaki anlaşmazlığı çözecek hakem budur” demek istedi. Bu, ordusunu etkileyince Hz. Ali, iki kişilik bir hakem kurulunun oluşturulmasını kabul etmek zorunda kaldı. Hakem kurulunda Muaviye’yi Amr bin el-As temsil etti. Hz. Ali de, komutanlarının baskısıyla saf bir adam olan ve damadının halife seçilmesini isteyen Ebu Muse’l-Eşari’yi temsilci seçerek Kûfe’ye döndü. Ancak, daha Sıffin’deyken bir kısım Alı yanlısı, hakeme başvurulmasına karşı çıktı. Bunlar, Kûfe’ye dönülünce, sorunun hakemle çözülmesinin Kuran hükümleriyle bağdaşmayacağım söyleyerek halkı bu kararı tanımamaya çağırdılar ve Küfe yakınlarında, Harura denilen yerde toplandılar (kendilerine bu nedenle Haru-riler denildi). Hz.Ali, Harura’ya geldi ve çeşitli ödünler vererek onları kendisine katılmaya çağırdı. Kûfe’ye dönünce de Siftin antlaşması’na karşı çıktığı yolundaki söylentileri yalanladı. Bu arada, Ebu Muse’l-Eşari’nin Amr bin el-As ile görüşmeye gönderildiği duyulunca, buna karşı çıkan üç dört bin kişi, gizlice Kûfe’den ayrılarak Nehrevan’da toplandılar (Hariciler).

Öte yandan Muaviye, maiyetiyle birlikte hakemlerin buluşacakları yere geldi (şubat 658). Hz. Ali, yalnızca Ebu Muse’l -Eşari ve amcasının oğlu ibn Abbas’ı göndermekle yetinmişti. Hakemler toplantısında, Muaviye’nin hakemi, eski halife Osman’ın gereksiz yere suçlandığını ve haksız öldürüldüğünü ileri sürdü. Bu görüş kabul edildi. Bunun üzerine Hz. Ali’nin eksik bir kadroyla ve Osman’ın katillerinin de katıldığı bir toplantıda halife seçilmiş olmasının tutarsızlığını belirtti ve vekilinden Ali’nin halifelikten halini istedi. Yerine belki damadı halife seçilir diye umuda kapılan Ebu Muse’l-Eşari Hz. Ali’yi halifelikten halettiğini söyleyince Amr bin el -As“Öyleyse ben de Muaviye’yi halife ilan ettim” dedi. Bu olupbittiye itirazlar sonuç vermedi. Kendi aleyhinde olduğu için, Hz. Ali sonradan bu kararı da, iki hakemi de reddetti. Kuvvetleriyle Muaviye üzerine yürüyeceğine Kûfe’den ayrılarak Neh-revan’da toplanan haricilere yöneldi. Çarpışmalar sonunda ancak on harici sağ kalıp kaçabildi. Hz. Ali, hakeme başvurması, haricilere katılan önde gelen din adamlarını öldürtmesi nedeniyle arap dünyasında saygınlığını büyük ölçüde yitirdi. Yakınları, sevenleri Ali’yi halife olarak tanımayı sürdürdüler; bununla birlikte sayıları gün geçtikçe azalıyordu. Ali, bundan sonra Muaviye’nin giriştiği savaşlara seyirci kalmakla yetindi. O kadar ki, Busr bin Ertat’ın Medine ve Mekke’yi ele geçirip Muaviye’yi güç durumda bırakmasından bile yararlanmadı. Sonunda, Nehrevan’ da yok ettiği haricilerden birinin akrabası Abdurrahman bin Mülcem adlı harici tarafından, Küfe camisi’nin kapısı önünde
zehirli kılıçla ağır biçimde yaralandı; üç gün sonra öldü. Gömüldüğü yer gizli tutuldu. Yıllar sonra Abbasi halifesi Haru-nurreşit mezarını buldurdu ve bir türbe yaptırttı. Şiilerin günümüzdeki kutsal kenti Necef, burada kurulmuştur.

Hz. Ali koyu esmer tenli, uzun sakallı ve çevik biri olarak betimlenir. Dinine aşırı bağlılığı ve bu konudaki derin bilgisiyle tanınmıştır. Ayrıca, döneminin en iyi Kuran okuyanlarından biriydi. Onunla ilgili olduğu söylenen mektup ve özlü sözlerin gerçekten kendisinin olduğunu saptamak güçtür.

—Ed. Ali için yazılan şiirler, alevi-bektaşi edebiyatında önemli yer tutar. Bu şiirlerde Ali On iki imamın başı ve birincisi olarak övülür. Kahramanlığı, cesareti, din uğruna verdiği savaşım dolayısıyla şah-ı merdan (yiğitlerin şahı), Haydar-ı kerrar (Döne döne saldıran aslan), sekiz yaşında müslüman olduğu ve hiç puta tapmadığı için Kerremallahu veçhe (yüzünü sadece tanrının lütfuna çevirmiş), Ebu Türap gibi adlarla anılır. Nefeslerde tabutunu kendisinin deveye yükleyip götürmesi, miraçta aslan olarak görünmesinden söz edilir. Düldül* adlı atı, Zülfekâr* adlı kılıcı, Haccac’a karşı Ali’yi övdüğü için şehit edilen kölesi Kanber de bu şiirlerde anılır. Uhut savaşı’nda gösterdiği yararlık dolayısıyla Cebrail tarafından Ali hakkında söylendiği belirtilen “La fetâ illa Zülfekâr ve la fetâ illa Ali” (Ali’den başka er yok, Zülfekâr’dan başka kılıç yok) sözü murabba ve muhammeslerle türlü nefeslerde zaman zaman anılmıştır. Alevi-bektaşi nefeslerinde Hz. Muhammet ile Ali’den bir arada söz edilir: “Muhammet mürşit, Ali rehberdir” (Sırrı); “Muhammet kıble, Ali secdedir’’ (Bosnavi). Bazen ikisinin bir ve aynı oldukları ileri sürülür: “Muhammet Ali’dir Ali Muhammet” (Deli Şükrü); “Bir ismi Muhammet bir ismi Ali” (Pir Sultan Abdal). Ali’nin daha da aşırı biçimde yüceltildiği görülür: “Ali padişahtır, Muhammet vezir” (Pir Sultan Abdal); “Bir ismi Ali’dir bir ismi Allah” (Kul Himmet). Mülkün sahibidir, 18 bin âlemi yaratmıştır, rızıkları verir (Pir Sultan Abdal). Ali’nin kahramanlıkları, savaşları, yaşamı halk hikâyelerinde de konu edinilmiştir. Kesikbaş destanı, Ejderha destanı, Gaza-vat-ı Ali der memleket-i Sind, Gazavat-ı Bahr-i umman ve sanduk, Gazavat-ı Ali (Merhur şahın müslüman olması, Yema-me cengi, Ahtem destanı), Gazavat-ı emir ül-müminîn Ali (Feth-i kale-i selasil), Cena-dil kalesi manzumesi, Gazavat-ı Aramrem bin musallat, Gazavat-ı kıssa-i mukaffa, Kıssa-i kahkaha ya da Destan-ı kahkaha vb. bu ürünlerin XIII. yy.’dan itibaren kaleme alınmış örneklerindendir. XX. yy.’nın ilk yarısı sonlarına kadar Kesikbaş destanı, Geyik destanı, Billur-u azam, Kan kalesi cengi, Hayber kalesi cengi, Muhammet Hanefi cengi gibi halk kitapları geniş okuyucu kitlesi bulmuştur.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*