İbn-i Âbidîn

İbn-i Âbidîn, fıkıh âlimlerinin yedinci tabakasızdandır. Yâni ön­ceki tabakalarda bulunan frkıh âlimlerinden doğru olarak nakil yapanlar derecesindedir.

İbn-i Âbidîn, 1836 (H.1252) senesinde elli dört yaşında Şam’da vefât etti. Vefât haberini duyan müslümanlar, böyle büyük bir âliiini kaybetmelerinden dolayı çok üzülüp göz yaşı döktüler. Ce­nazesine gelenler görülmemiş bir kalabalık teşkil etti. Ceriâze na­mazı Sinân Paşa Câmiinde kılın­dıktan sonra, Şam’da “Bâb-üs- sagîr” denilen yerdeki kabristana götürüldü. Vefâtıridan yirmi gün önce, hocalannın ve büyük zâtla­rın kabirlerinin yanında kendisi için kazdırmış olduğu kabre def­nedildi.

İbn-i Aijidîn’in en meşihûr eseri Redd-ül-Muhtâr’dır. Bilhas­sa bu eseriyle tanınmıştır. Bu kita­bı, Dürr-ül-Muhtâr kitabına yap­tığı beş ciltlik hâşiyesidir. Dürr-ül-Muhtar’a haşiye yazarken önce Vakıf bah­sinden başlamış, daha sonra başa dönmüştür, önceki yazdıklarını temize çekmeden vefât edince bu kısımlar oğlu Alâeddîn ta­rafından temize çekilmiştir.

Kitap, İbn-i Âbidîn ismiyle meşhûr olmuştur. Bu eseri Hanefî mezhebindeki fıkıh kitaplarının en kıymetlisi ve en faydalısıdır, Fukahâ (fıkıh âlimleri) tarafından, üzerinde söz edilmiş her

meselenin hülâsası, bütün âlimlerinin kabûi ve takdir bir şekilde bu kitapta toplan tır. Hanefî mezhebinde kendi; mânına kadar yazılmış fıkıh ‘ larının sanki bir özetidir. Bu I kendi oğlu tarafından Kur Uyûn-il-Ahyâr adında bir.tek yazılmıştır. Şam âlimlerinden; med Mehdî Hıdır da, İbn-i f kitabının bir fihristini hazırladı i 1962’de basıldı. Bundan başta Tefsîr-ül-Beydâvî Hâşiyesi, m İbâne, EI-Ukûd-üd-Dürriyye, 1 hâf-üz-Zekî, Bugyet-üf-Menfl sik, Tahfîr-ül-İbâre, Tahrîr-Oİj Nükûl, Şifâ-ül-Alîl, Ukûd dİ Le’âfî, İcâbet-ül-Gavs, Sell- Hisâm-il-Hindî li Nusreti M nâ Hâlid en-Nakşibendî, N mât-ül-Eshâr.

Dört mezhebin inceliklerir vâkıf, derin âlim, kâmil velî Sey Abdülhakîm Efendi; “Hanefî ı hebindeki fıkıh kitaplarının en kıy­

metlisi, en faydalısı İbn-i Abidîn’dir. Her sözü delîl, her hükmü senettir…“ buyurdu.

İbn-i Âbidîn, buyurdu ki:

“Âdem aleyhısselâmdan beri, her dinde bir vakit namaz vardı! Hepsinin kıldığı, bir araya topla­narak bize farz edildi. Namaz kıl­mak, Îmânın şartı değil ise de, na­mazın farz olduğuna İnanmak, îmânın şartıdır. Namaz, duâ de­mektir. Dînin emrettiği, bildiğimiz ibâdete, namaz “salat” ismi veril­miştir. Mükellef olan yâni âkil ve bâliğ Olan her müslümanın, her gün beş vakit namazı kılması “Farz-ı ayn“dır. Farz olduğu, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerif­lerde açıkça bildirilmiştir. Mîrâc gecesinde, beş vakit namaz em- rolundu. Mîrâc, hicretteû bir yıl önce, Receb ayının yirmi yedinci gecesinde vukû buldu. Mîrâcdan önce, yalnız sabah ve ikindi na­mazı vardı.”

“Kur’ân-ı kerîm, Kadir gece­sinde inmeğe başlamış ve hepsi­nin inmesi yirmi üç sene sürmüş­tür. Tevrât, İncil ve bütün kitaplar ve sahifeler ise, hepsi birden, bir defâda inmişti. Hepsi, İnsan sö­züne benziyordu ve lafzları mûci-, ze değildi. Örtün için çab’uk bo­zuldu, değiştirildiler. Kur’ân-ı ke­rîm ise, Muhammed aleyhisselâ- mın mucizelerinin de en büyüğü­dür ve insan sözüne benzeme­mektedir.“

3)   Şefînet-ül-Evyyâ; c.4, s.133-

4)   Tam ilmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) ş.1088

5)   Fâideli Bilgiler; (6. Baskı) s. 125

6)   Redd-ül-Muhtâr

7)   Kurretü Uyûn-il-Ahyâr; s.3

8)   İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.45

İBN-İ ÂRİF; Endülüs evliyâsıntn büyüklerinden. Kırâat ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi Ahmed bin Muhammed, künyesi Ebü’İ- Abbas’dır. Mağrib’den gelip En­dülüs’e yerleşen Berberîlerden Senhâce kabilesine mensûb ol­duğu için Senhâcî, Meriyye şehrine yerleştiği için Meriyyî ve Endülüsî diye d© meşhur olmuş­tur. 1088 (H.481) senesinde doğ­du. 1142 (H.536) senesinde Mer- rakeş’te vefât etti. Kabri oradadır.

Küçük yaşta Kür’ân ilimlerini öğrenmeye başlayan İbn-i Arif; Mevla-i Mu’tasım Ebû Hâlid Ye- zîd, Ebû Bekr Ömer bin Ahmed, Ebû Muhammed Karvî, Ebü’l-Kâ- sım Arabî, Kâdı ¡yâd ve daha bir­çok âlimin ilminden istifâde etti. Kâdı İyâd ve İbn-i Beşküvâl’le mektuplaştı. Değişik ilimlerde söz sâhibi oldu. Bilhassa kırâat ilmine kârşı ayrı bir arzu ve ,isteği vardı. Yedi kırâat imâmının kırâatlarını,’ rivâyet ve tuttukları yollarını, ara- lanndaki farklılıkları ve okunuş şe­killerini çok iyi bilirdi. Kırâat râvî- lerinin bütün

husûsiyetlerine hak­kıyla vâkıf oldu. Mâlikî mezhebî fı­kıh bilgilerinde ve târih ilminde husûsî ihtisas sâhibiydi. Zamâ-

FİLAN HASTALIĞA İYİ GELİRİM

Talebesi Ebû Abdullah Gazâlî anlatır: “Bir gün hoca İbn-i Arifin huzûrundan dışarı çıktım. Boş bir arâzide yü._, meye başladım. Gördüğüm her ağaç, yaklaştığım her ot di’ gelip bana; “Beni kopar! Ben filan hâstalığa iyi gelirim. Filan; ca hastalığın şifâsı bendedir.” demekteydi. Bu hâle hay ettim. Geri dönüp durumu hocama anlattım. Bana; “Biz s< böyle diyesin diye mi terbiye ettik. Allahü teâlâ takdîr etr dikçe, hiçbir şey sana fayda ve zarar veremez. Sana fayd veririz diyen otların ve ağaçların sana bir faydası oldu mu’, buyurdu. “Efendim! Tövbe ettim.” dedim. Devâm ederek b yurdu ki: “Hak teâlâ seni imtihan etmiştir. Ben sana Allah teâlânın yolunu gösterdim. Seni O’ndan başkasına ısmarl madım. Eğer gerçekten tövbe ettiysen, geri dön, o ağaç yet otlar sana söz söylemezler.” Geri dönüp, ot ve ağaçların yâ» nından geçtim. Hiç bir kelime işitmedim. Allahü teâlâya şük redip, hocamın huzûruna gelerek durumu arzettim. “Allahü teâlâya harnd ve şükürler olsun kİ, sana kendi yolunda btı*>V lunmayı nasîb etti. Seni, bir kısım insanlar gibi yanlış yollara; saptırmadı.” buyurdu.

 

nındaki velîlerin sohbetlerinde bu­lunarak tasavvuf yolunda ilerledi.

İlimde ve fazilette yüksek, velî bir zât olan Ebü’l-Abbâs Arif insanlara İslâmiyetin emir ve ya­saklarını anlatmaya başladı. İn­sanlar onun sohbetlerine uzaktan ve yakından gelerek ilim ve fey­zinden istifâde ettiler. Pekçok ta­lebe yetiştirdi. Eİdû Abdullah Ga­zâlî, Ebû Rebî’, Kefîf-i Mâlikî gibi büyükler onun talebelerindendir. Çok güzel şiirler söyleyen, tatlı ve hoş sohbetleriyle insanları peşin­den sürükleyen İbn-i Arif kıymetli eserler yazdı. Ehl-i sünnetin savu­nuculuğunu yaparak İbn-i Hazm gibi doğru yoldan ayrılan kim; lerin sapık fikirlerini kuvvetli d€ lerie çürüttü. Keskin zekâsı, ku,. vetli delilleri ve engin deniz gibi mi karşısında tutunamayan bozu’ düşünceli kimseler, onun aleyhin? de çeşitli dedikodular yayarak, hi­le ve tuzaklar hazırtayarak sustu“ mak istediler. Fakat o, hak bildiği« ni söylemekten” çekinmedi. ■

İlimde çok yüksek, ibâdeti gayretliydi. Dünyâ malına hiç kıy­met vermez, eline geçenleri fakir­lere sadaka olarak dağıtırdı. Bl şeye başkasının ihtiyâcı varken, kendi ihtiyâcına harcamazdı. Ha* ram ve şüpheli şeylerden kaçar,

günâha düşerim korkusuyla mu­bahları da zarûret mikdârı kulla­nırdı. Vaktini, namaz kılmak, Kur’ân-ı kerîm okumak, ilim öğ­renmek ve insanlara emr-i mârûf yapmakla geçirirdi. Yalnız Allahü teâlânın rızâsını kazanmak içirt gayret eder, O’nun dîninin yayıl­ması için çalışırdı.

Güzel ahlâkı, hoş sohbetleri ve derin ilmiyle insanlara örnek olarak onların dünyâ ve âhirette mutluluğa, saâdete kavuşmaları İçin çırpınan İbn-i Ârif hazretleri­nin pekçok kerâmetleri görüldü. Onun sohbetinde yetişen zâtlar da pekçok yüksek hallere kavuş­tular.

Talebelerinden Ebû Abdullah el-Gazâlî şöyle anlattı: “Hocamız Ebü’l-Abbâs ibni Ârif’in sohbetin­de hazır bulunuyorduk. Onu din- leyenler arasında Hiç konuşma­yan ye hiç soru sormayan biri vardı. Ben kendi kendime; “Bu kimdir?” diye sorup onunla tanış­mak ve nerede kaldığını öğren­mek istedim. Akşam Olup meclis- den ayrıldıktan sonra o zâtı onun anlayâmayacağı bir surette geri­den tâkib ettim; Şehrin bâzı so­kaklarını geçtikten sonra gökyü­zünden elinde bir ekmek ve ya­nında katık bulunan bir kimse inip, elindekileri o kimseye verdi ve ayrıhp gitti. Bu hâdise benim daha çok dikkatimi çekti, yanına yaklaşıp selâm verdim. Beni tanı­dı ve selâmıma cevap verdi. O kimseye, kendisine ekmek vere­nin kim olduğunu sordum. Benim kimseye anlatmayacağıma dâir söz aldıktan sonra bana; “O bir

 

– îii»

‘’¡t/’SS-ı-t»1– Jı/V>

(

 

İbn-i Ârif’in Mehâsin-ül- Mecâlis adlı yazma eseri­nin 208b ve 209a sayfalan. Eser, Süley- mftniye Kü­tüphanesi Pertev Paşa Kısmı 647/21 numarada ka­yıtlıdır.


 

EvHyltar’Ah*)klo£*cKaİ 125


melektin Her gün bâda ¿ıiahu te âlânın takdir buyurduğu rı/kımı getirir. Allahü teâlâ bu hâli bana tasavvuf yoluna yönelip, İbn-i Ârif’in sohbetleriyle şereflendiğim zamandan beri ihsân etti. Nafa­kam bittiği zaman gökyüzünden, içinde ihtiyâcım olan şeylerin bu­lunduğu bir zenbil iner, ben onla­rın bir kısmıyla ihtiyâcımı giderir, geri kalanını ihtiyaç sâhiplerine dağıtırım. İşte böyle bir haldeyken

o  melek gelip bunları bana getir­di.” dedi. Fakat o kimse benim gözümden kayboldu, ben onu göremez oldum.”

Ebü’l-Abbâs ibni Ârif’iri bir sohbeti sırasında talebelerinden biri bir kimseye sadaka olarak bir şeyler vermek istedi. Bir di|eri; “Sadakayı akrabâna vermek claha evlâdır.” dedi. Bu hâli gqren Ebü’l-Abbâs ibni Ârif; “Sadakayı Allahü teâlâya yakın olanlara ver­mek daha iyidir.” buyurdu.

İbn-i Ârif hazretlerinin üstün­lüğünü çekemeyen, onun kuvvetli delilleri ve engin ilmi karşisııjjda tutunamayan sapık kimseler, in­sanların, onun etrâfında toplan­masına hased ettiler.

Onu, Sultan Ali bin Yûsuf [bin Taşfîn’e şikâyet ettiler. “Etrâfına halkı toplayıp, senin saltanatına göz dikiyor.” dediler. Sultîjm, adamlarını gönderip onu gemiyle Merrakeş’e getirtti. 1142 (H.5Ş6) senesinde yolda veya Merrakeş’e ulaştığı günün akşamı vefât etti. Sultan, Ibn-ül-Ârif’in böyle jair

şöyle ilgisi olmadığını a kendisinin aldatıldığını yaptıklarına pişman oldu; ların elebaşısı olan Meriyy^ ileri gelenlerinden Ebur’I- ~ cezâiandırdı. İbn-ül-Ârif, da katıldığı kalabalık bir -: tarafından kılınan cenâze : zindan sonra Merrakeş’ta ğa verildi.

Ömrünü İsiâmiyetin e’ yasaklarını öğrenmek, öğr ye talebe yetiştirmekle g İbn-i Ârif hazretleri kıymetli ler de yazdı. Bunlar; Met* Envâr ve Menâbiü’l-Esr* Mehâsinü’l-Mecâlis olup, . hâsinü’l-Mecâlis adlı eseri yazması Süleymâniye KütC nesi Fâtih kısmı 2650/2 nti” da, Bâyezîd Kütüphânesi yüddîn Efendi kısım 1821/2 ‘ 1828/4 numaralarda kayıtlıdır.

1)   Nefehâtü’l-Üns; s.607

2)   Ravdü’r-Reyyâhîn; s.254,271

3)   Vesâyay-)ibn-iArâbî;s.316

4)   Mu’cemü’l-Müellifîn; c.2, s.164

5)   Vefeyâtü’l-A’yân; c.1, s.168

6)   İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.6, s.23t

7)   Brockelman; Gal.1, s.434

İBN-I ATA; Evliyânın büyükleri den. İsmi Ahmed bin Muhaırr bin Sehl bin Atâ, künyesi Ebû’ Abbâs’tır. Aslen Bağdatlıdır. İbrt Atâ, zamânın büyük âlimlerind ilim öğrenmiş ve hadîs-i şerff cH lemiştir. Vaktini, ilim öğrenmek öğretmekle, ibâdet ve Kur’ârt

kerîm okumakla geçiren İbn-i Atâ, 923 (H.3İ1) veya 931 (H.319) yı­lında vefât etti.

İbn-i Âtâ, Yûsuf bin Mûsâ el- Kattân, FŞdl bin Ziyâd, Cüneyd-i Bağdâdî, İbrahim Mâristânî ve daha birÇ°k âlimden ilim öğren­miş, hac#5“‘ ?erîf dinlemiştir. Ken­disinden ¡se> Muhammed bin Ali bin AtabiŞ en-Nâkid, İbn-i Hafîf ve daha birçok âlim ilim öğren­miş, hadîs-‘ 9©rif rivâyet etmiştir.

İbn-i Atâ için, Ebû Saîd Har- râz: “Tasavvuf, güzel ahlâkt/r. Ben bunun ehli olarak, Cüneyd-i Bağ­dâdî ve İbn-i Atâ’dan başkasını görmedim-” Ebü’İ-Hüseyin Mu­hammed bin îsâ bin Hâkan “O, flece ve gündüz iki saat uyurdu.” Abdullah bin Muhammed es- 8eczî ise: “Ben evliyâ arasında ondan daha idrâk ve anlayış sâhi- bl birini görmedim.” demiştir.

ibn-i Atâ’nın, çok güzel on erkek evlâdı vardı. Bir gün onlarla berâber sefere çıkmıştı. Yolda eş- kıyâlar çevirdi. Eşkıyaların reisi, İbn-i Atâ’nm gözü önünde çocuk­larını sırayla öldürdü. Çocukları­nın her birinin öldürülüşünde, ba­şını semâya kaldırarak, gülümsü­yordu. Sıra sonuncu çocuğa gel­diğinde» Çocuk babasına döne­rek: “Sen ne kadar şefkatsiz bir babasın- Dokuz yavrunu öldür­dükleri hâlde, hiç sesini çıkarmı­yorsun ve gülüyorsun.” dedi. İbn- I Atâ oğ,una dönerek: “Babasının clğerpâresi! Bunu yapan zâta bir şey söylenmez kii Aslında O, bili­yor ve görüyor. Dilerse hepsini korumaya da kâdirdir.” dedi. Bu­nun üzerine eşkıyâ reisinde bir hâl hâsıl oldu ve İbn-i Atâ’ya: “Şâyet bu sözlerini önceden söy- leseydin, çocuklardan hiçbirini öl­dürmezdik.“ dedi ve oğlunu ser* best bıraktı, İbn-i Atâ bunun üze­rine: “Takdir böyle imiş, söylesey- dim bile bir şey değişmezdi.” de­di.

İbn-i Atâ, çölde yolunu şaşı­ran bir talebesinin başından ge­çen bir hâdiseyi şöyle anlatır: “O çölde yolunu şaşırdı. Dolaşırken kendisini bir su başında buldu. Pınarbaşında çok güzel bir kız gördü. Kızın karşısında durdu. Kız ona; “Benden uzak ol.” deyince, “Sen bütün varlığınla benim ol.” dedi. Kız; “Şurada, öyle güzel bir kız var ki, ben ona hizmetçi bile olamam.” dedi. O talebe dönüp o tarafa baktı. Kimseyi göremedi. Tekrâr kıza dönünce, kız ona: “Doğruluk ne kadar güzel, yalan ne kadar kötü, bütün varlığınla bana bağlı olduğunu iddia ediyor­sun. Halbuki, benim yanımda, bir başkasına bakmak istiyorsun.1‘ dedi. Talebe utancından başını önüne eğdi. Başını kaldırdığında, karşısında kimseyi göremedi.”

İbn-i Atâ’nın vefâtı şöyle an­latılır: Hallâc-ı Mansûr’u öldüren vezir, İbn-i Atâ’ya “Hallâc-ı Man- sûr hakkında ne dersin?” diye sordu. İbn-i Atâ bu soru üzerine; “Sen kendi işlerine bak, evliyâ ile uğraşma.” dedi. Vezir, Hallâc-ı Mansûr hakkında kötü sözler söylemeye başlayınca, İbn-i Atâ
ona, “Sâkin ol! Doğru konuş!” de­di. Buna sinirjlepen vezir, jbn-i Atâ’nın dişlerinin sökülmesini ve bunların, başına çakılması için emir verdi. Îbn|-i Atâ, bu eziyetin tesiriyle vefât etti.! i

İbn-i Atâ Hazretleri buyurdu ki: “Tövbe, İlmini kötülediği her şeyden, ilmin methettiğine dön­mektin” ■’1

“Kullara ve yaratılmış olan şeylere bakıldığında, Allahü teâlâ- nın varlığı bilinir.1 |

“Kim nefsine ¡sünnetleri uy­gularsa, Allahü teâlâ onun kalbini mârifetle nurlandjrır.”

İİÇ alâmeti vardır, âlâ ile arasındaki hâlkl^ı arasında srde, jduygulannı î, herkese aklı ve

anlayışı ölçüsünde söylemektir.”

“Kim amel ed4reK tövbesini düzeltirse, tövbesi kabûl olunur.”

“Tâatın en faziletlisi, her an murakabe üzere olmaktır. Allahü teâlânın her an her Şeyi gördüğü­nü unutmamaktır. ‘ j ;;

“Edep nedir?] denilince, “Râ- zı olunan* beğeni eh şeyleri yap- mandır.” buyurdu. \

“Bir kimsenin kalbimde, ken­disini nefsin isteklerinden, kötü­lüklerden koruyacak! kajçlar âhiret düşüncesi yoksa, bünlap terk et­meye güç bulamam, “i ;

“Tövbe inâbe vö icŞâbe töv­besi olmak üzere iki kısımdır. İnâ­be tövbesi ceza korkusu ile yapı­lan tövbedir. İcâbe tövbesi ise sırf

Allah sevgisi ile yapılan tövt

“Tevâzu, kim söylerse leşin Tıakkı kabûl etmektir.” >

“Nefis, yaratılışı îcâbı sîzdir, halbuki kul sürekli ol edebe riâyet etmekle memu Nefsin tabiatı îcâbı muhâ. meydanında at oynatır, kul < ile nefsin kötü arzularına ulaş sını engeller. Nefsini dolu salıveren, şer ve kötü işlei onun ortağı olur.”

GÜZEL AHLAK

İbn-i Atâ bir gün dosti rina; “Yükselenler ne s. beple yükselirler?” diye âl etti. Orada bulunan! dan bir kısmı; “Çok ort tutmakla.” dedi. Bir kıs “Nefse istemediği şeyle zorla yaptırmaya çok devâ etmekle.” dedi. Diğer bî kısmı da; “Kendinin muhi sebesini yapmakla, nefs hesâba çekerek doğruya yönelmekle.” dedi. Bir kıs* mı ise; “Cömertlik yapmak-?:; la.” dedi. Bunun üzerine^ İbn-i Atâ; “Yüksek derecele­re üstünlüklere kavuşanlar,’ ancak güzel ahlâk ile ka­vuştular. Allahü teâlâya’; mahlûkât içinde en yakırt> olan, Muhammed aleyhis-; selâmdır. O’nun yolunda.* olanlar, güzel ahlâk sâhibi,. olanlardır.” buyurdu.

“En büyük ilim heybet ye ha­di r. Bir kimsenin kalbinden hey- ve hayâ duygusu gitti mi artık ‘a hayır kalmaz.”

‘Halka ayrilık acısının tattırıl-. çındaki hikmet, Allahü teâlâ- başkasına güvenmelerini ön­ektir. ”

“Edepten mahrum bırakılan b|r ((imse, bütün hayırlardan mah- pjm bırakılmış olur.”

“Tevekkül; yüce Allah’a en iyi şekilde sığınıp, samîmî bir şekilde O’pa muhtaç olmaktır.”

“Sabır, musibetler içindeyken bile edebe riâyet etmektir.”

“Ahlâk iyi olmadıktan sonra, kılınan namazın, tutulan orucun çok olmasının önemi yoktur. Hat­tâ sadaka ve mücâhede (nefsini yenrneye çalışma) bile hiçtir. Bu yolda yükselenler, ne namazla, ne de oruçla yükseldiler. Ne sadaka H ne de mücâhede ile üstün de- receler buldular. Yükselen, ancak İyi fıuyla yükseldi. Çünkü Resûl-i ekrem efendimiz; “Kıyâmet gü- nQ) bana en yakın olanınız, huy ve ahlâk bakımından en güzel olanınızdır.” buyurdu.”

“Dünyânın geçici lezzetlerine dalan, hakikatleri bulamaz. Bu lezzet,ere dalması, onun kuvvetini azaltır-“

“İtâatların en faziletlisi, de- varrıl’ olarak Allahü teâlâyı düşün- mektif-‘1

“Nefsini tanımayan, âriflerin meclisinde bulunsun. Hikmet nu­ru ile aydınlanmak isteyen ise, ilim ve hikmet sâhiplerinin mecli­sinde bulunsun.”

“En büyük ilim olan mârifetul- tahın neticesi, heybet ve hayâdır. Bir kimsenin kalbinden hayâ ve heybet duygusu gittiği zaman, ar­tık onda hayır kalmaz.”

“Allahü teâlâ için en sevimli şey, kulun dünyâdan yüz çevir­mesi, O’na ulaşılacak en iyi vesile ise, kulun nefsinden vazgeçmesi­dir.”

“En iyi iş yapılmış, en iyi ilim söylenmiştir. Bu sebeple, şimdiye kadar yapılmamış bir işi yapma, söylenmedik sözü söyleme.”

1)  Târih-î Bağdât; c.5, s.26

2)   Tabakât-ı Sûfiyye; s.265

3)   Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.302

4)   Sıfât-üs-Safve; c.2, s.287

5)   Tezkiret-ül-Evliyâ; c.2, s.57

6)   Risâle-i Kuşeyrî; s. 135

7)   Nefehât-ül-Ons; s.191

8)  Tabakât-ül-Evliyâ; s.59

9)   Islâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.4, s. 158

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*