İBN-İ SİNA’NIN HAYATI(l)
A) Çocukluk ve Gençlik Devresi
Büyük Türk filozofu ve âlimi İbn-i Sina, Batı dünyasında Latinler nezdinde ” Avicenna” ismiyle tanınmıştır.
Bilindiği üzere, Türklerin İslâmiyeti kabul edip, Müslüman oluşlarından sonra yetişen Türk-İslam filozofları eserlerini o zamanın ilim ve felsefe lisanı olan Arpaça ile yazmışlardır. Nitekim çeşitli milletlere mensup Orta Çağ Hristiyan ilim adamlan ve hatta daha sonra gelen bazı Batı filozofları dahi eserlerini o zamanın ilim ve felsefe lisanı sayılan Latince ile yazmışlardır. Bu bakımdan Türk-İslam filozoflarını, eserlerin Arapça olarak yazdılar diye yadırgamamak gerekir.
Tabii ki, Türkler Müslüman olduktan sonra, diğer milletler gibi, İslâ- mın da tavsiyesine uygun olmak kaydıyla (Arapça) Müslüman isimleri de almışlardı. Bu İslâmî geleneğin ışığında İbn-i Sina’nın tam ismini, şeceresini ( soy ağacını) kaynaklar şu şekilde tesbit etmişlerdir: Ebu Ali el- Hüseyin bin Abdullah İbn-i Sina. Oldukça uzun bir isim. Buradaki Hüseyin İbn-i Sina’nın kendi ismi, Abdullah babasının, Ali’de dedesinin adıdır. İbn-i Sina’ya ayrıca eş Şeyhu’r-Reis ünvanı verilmiştir.
İbn-i Sina dokuz on yaşlarına geldiği zaman edebiyatı hemen hemen bütünüyla öğrenmiş, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş yani Hafız-ı Kur’ ân olmuştur. Onun bu hali de her türlü takdirin üstündedir.
Kendisi, tıb ilmine yönelişini şöyle anlatıyor:
Sonra tıp ilmine rağbet ettim, bu konuda yazılmış olan kitapları okudum. Şüphe yok ki tıp ilmi zor ilimlerden değildir. Kısa zamanda bu konuda sivrilmiştim. O derecede ki, tıp üstatları, büyük tıp adamlan benden tıp ilmi okumaya başladılar. Bir yandan bunlara ders veriyor., bir taraftan da hastalan üzerime alıyor bunları tedavi ediyordum. Bu sıralarda kazandığım pek çok tecrübelerimle bir çok ilaçlann bulunmasına ve tesbitine muvaffak oldum. Böylelikle tedavi yollan ve metodları tarif edilemez biçimde bana açılıyordu. Bununla beraber ben fıkıh derslerine de gidip geliyor ve fıkhî konularda münazara (bir tartışma sanatı) yapıyordum. Bu esnada ben onaltı yaşlarında bir çocuktum.
İbn-i Sina: ” Her ne zaman bir meselede şaşınr ve kıyasta orta terimi bulamazsam, hemen camiye gider namaz kılar ve her şeyi Güzel Yaratan Yüce Allah’a dua eder, yalvarır, yakarırdım. Bununla Allah’ın bana kapalı ve karanlık görünen şeyleri aydınlatacağına, zor gelenleri de kolaylaştıracağına inanırdım” diyor. İbn-i Sina güçlükte karşılaştığı her zaman camiye gittiğine göre, Yüce Allah onun duasını kabul ediyor, zorunu kolay; karanlığını aydınlık ediyordu. Demek ki İbn-i Sina ideal bir Müslüman çocuğu gibi, on-onbeş yaşlarındayken, bir çok ilim dalında olduğu gibi tevekkülün de (Allah’a sığınmak) şuuruna varmıştı. Buradan İbn-i Sina’nın “İmanınız varsa Allah’a tevekkül ediniz” (Maide 23), “Bir kimse Allah’a tevekkül ederse, Allah ona kâfidir” (Al-i İmran 159) gibi Kur’an âyetlerini ve Sevgili Peygamberimizin “Her kim Allah’a sığınırsa Allah onun her işine yetişir” mealindeki sözlerini (hadis) daima uyguladığı anlaşılıyor. Bunun için de, önce onun çok çalıştığını, ancak zorlandığı zamanlarda Allah’a sığınıp tevekkül ettiğini görüyoruz. Hz. Peygamber’in “her kim Allah’a sığınırsa Allah onun her işine yetişir” sözündeki va’d ve müjde gereği Allah’ın İbn-i Sina’nın da imdadına yetiştiği, böylece İbn-i Sina için bütün karanlıkların aydınlık, bütün zorlann kolaylık haline geliverdiği görülmektedir.
TIP (HEKİMLİK)
İbn-i Sina’nın tıpta en mühim eseri “Kitabü’l- Kanun Fi’t Tıbb” dır. İbn-i Sina’nın bu kitabı eski asırlarda tıbbi konulardan bahseden kitaplar arasında en genişi ve en şümullüsüdür: Uzuvların vazifelerini, hastalıkları araştıran ilmi (İlmü’l emraz), sağlığın nasıl korunacağını, hastalıkların niteliğine göre tedavi ve ilaç kullanma yöntemlerini, sonra ilacın özelliği ve terkibini tetkik eder, inceler.
Hiç şüphe yoktur ki İbn-i Sina’nın tıbbi görüşler; tıp dünyasında asırlarca çok kıymeti faal bir rol oynamış, insanlığa çok uzun seneler büyük hizmetler sunmuş, tıp alanında çok değerli, orjinal araştırmalarla, öncü fikirler getirmiştir. Bu araştırmaları neticesinde onulmaz, çaresiz bazı hastalıklara faydalı ilaçlar bulmuştur. Bu suretle amansız bir takım hastalıkları tedavi edilir hale getirmiştir.
İbn-i Sina “Kitabü’l -Kanun” adlı eserinde zatüre ile zatülcenbi birbirinden ayırdetmiştir. Ayrıca akciğer vereminin bulaşıcı oluduğuna işaret etmiştir. Mide (bağırsak sistemi) hastalıklarının su ve toprak vasıtasıyla yayılma keyfiyetine temas etmiştir.
Cilt hastalıklarıyla uğraşmış ve bu hastalıkların tedavi şekillerini (hastalara) en ince noktasına varıncaya kadar açıklamıştır. Bağırsak solucanını, menenjiti, göğüsteki muhtelif iltihaplan ve karaciğer absesini biliyordu. Sarılık hastalığının ilacım ve tedavi şekillerini bulmuştu. Kalbi tedavi eden, iyileştiren ilaçlardan bahsetti. Sinir hastalıkları ve aşk marazını dile getirdi. Bunların dışında insana musallat olan bir takım üzüntü elem ve hastalıklardan da bahsetti.
İbn-i Sina ilaç kullanma işini bedenin tabiatına, yapısına göre ayarlardı. Bunun manası şu idi: Vücut gelişme ve korunma kuvvetine sahipse, basit bazı ilaçlan kullanmak suretiyle yakalandığı hastalıktan kurtulabilir. Ama eğer vücut zayıf düşer, gelişme ve mukavemetini kaybederse, bundan sonra artık ilaç da fayda etmez. Böylece İbn-i Sina biliyordu ki, sevinçten, üzüntüden, korkudan ızdıraptan kaynaklanan ruh halleri hastalığın seyrine tesir ediyordu.
İbn-i Sina ruh tababetini (hekimliğini) de çok iyi biliyordu. Esasında İbn-i Sina’ yı tıp tarihinde, tıp sahasında meşhur eden yönü, psikiyatri yani ruh hastalıklarına olan ilgisidir. Ruh hastalıklarını tedavide gösterdiği üstün kabiliyettir. Bugün deşarj- boşaltma tedavisi denen tedavi şeklini ilk tatbik edenin İbn-i Sina olduğu görülmektedir.
Nitekim, İbn-i Sina, Horasan veya Cürcan’a geldiği zaman hükümda- nn yeğeni hastalanıyor. Hastalık amansız, korkulu. Saray hekimleri bu hastalığın teşhis ve tedavisinde çaresiz kalıyorlar. Bu sebepten ötürü son ümit olarak, İbn-i Sina her yerde aranmaktadır. Nihayet bulunuyor. Saranp solmuş, gücünü kuvvetini kaybetmiş, bünyesi zayıflamış ve yatağa düşmüş bu gencin (ilaçla ) tedavisi için “İbn-i Sina’yı davet ediyorlar. İbn-i Sina geliyor ve daha gence elini sürmeden O ’nun hasta olmadığını fakat aşık olduğunu kara sevdaya yakalandığını farkediyor sonra” İbn-i Sina hastanın nabzını tutuyor ve “bana Cürcan havalisini tanıyan bir adam getirin” diyor. Getiriyorlar. İbn-i Sina adamdan komşu şehirlerin isimlerini saymasını istiyor. Bir şehrin ismini duyunca hastanın nabzı hızlanıyor, yüreği hopluyor. İbn-i Sina bu defa, adama mahallelerin ismini saymasını istiyor. Bir mahallenin ismini duyunca hastanın nabzı yine hızlanıyor. İbn-i Sina bu defa , adama sokaklann adını say diyor. Adam bir sokağın adım söylediği zaman hastanın nabzı tekrar yükseliyor. Bundan sonra İbn-i Sina “Bu sokaktaki bütün ev isimlerini bilen birisini getirin diyor. Getiriyorlar. Adam isimleri birer birer saymaya başlıyor. Bir evi söyleyince hastanın nabzı yine süratleniyor. İbn-i Sina “Şimdi bana bu evdekilerin isimlerini bilen birini getirin” diyor. Getiriyorlar. Birer birer evdekilerin isimleri sayılıyordu. Bir isme gelince hastanın nabzı değişti ve aynı hareketi yaptı. İşte o zaman İbn-i Sina “Bu mesele halledildi” dedi ve hükümdarın mutemetlerine dönerek, “Bu genç filan isimli kıza aşıktır. İlacı, çaresi o kızın visali (kavuşmaları), devası da o kızı görmesidir.” dedi. Aşık delikanlı İbn-i Sina’nın söylediklerini işitince utandı ve başını yorganın içine çekti ’ Mesele aynen İbn-i Sina söylediği ve teşhis ettiği gibi idi. Bir aşık maşuk hikayesi idi. Büyük tabip İbn-i Sina delikanlıyı (deşarj) boşaltma tedavisine almış ve muvaffak olmuştu.
İbn-i Sina’yı Cürcan hükümdarına götürüyorlar. Hükümdar onun ilmine hürmet gösteriyor ve “ey en yüce ve ekmel filozof bu tedavinin sırrını bana söyle diyor. İbn-i Sina da “aşık ile maşukun bir araya gelmesidir” diye cevap veriyor. Neticede Allah’ın emri Hz. Peygamber’in kavli ile kız isteniyor, hemencecik nikahlan kıyılıyor ve bir araya geliyorlar.
İbn-i Sina’ nın hastanın başına gelen ruhi halleri, teessürleri, değişmeleri hakkıyla tıp ilmine ilk getiren kimse olduğu görülmektedir.
İbn-i Sina’ nın ruh hastalıklarının teşhis ve tedavisinde, asnnın çok ilerisinde idi. Batıda deliler ruh hastası olarak kabul edilmezdi. Çünkü Batı, deliyi, içine şeytan girmiş, şeytana karışmış olarak mütalâ etmiştir. Şeytana karışmış oldukları için onları ateşe atarak, diri diri yakarak güya tedavi ediyorlardı.
İbn-i Sina ise, delilere normal hasta muamelesi göstermiş, onlan ruh hastası olarak tedavi etmiştir. Hatta İbn-i Sina, ruh hastalannı “ruhun gıdası, ilacı” denilen müzikle de tedavi etmeyi tecrübe etmiş ve bundan müsbet sonuçlar almıştır. Müzikle onlann ruhi gerginliklerini gidererek onları sağlıklarına kavuşturmuştur. Hatta günümüzün psikanalitik tedavi yöntemlerini de uygulamıştır.
Aynı asırda yaşamış olan Türk-İslâm tabibi İbn-i Sina ile Batılı doktorların delilere bakışı ve yaklaşımı ne kadar farklı ve düşündürücü değil mi? Birisi deliye biricik evladı gibi muamele ediyor, onu kurtarmak için kendini helak ediyor; Batı ise o zavallıyı biricik düşman ilan etmiş, o zavallıyı, garibi, içindeki şeytanı çıkartmak için dağlamış, dövmüş, zindana koymuş ve cayır cayır yakmıştır. Cehalet ve taassup insanları bu hale getirir.
İşte günümüzde pek çoğumuzun imrendiği Batı, ruh hastalannı böyle tedavi ediyordu. Çünkü kendi içindeki şeytanı görmüyordu.
Şimdi, İbn-i Sina’nın ,akıl hastalıklarını nasıl tedavi ettiği konusunda oldukça enteresan görünen bir misal vermek istiyoruz:
Kendini sığır zanneden bir akıl hastası, kasap kasap dolaşarak kesilmesini ve etinin dağıtılmasını istermiş. Fakat kasapların bunu kabul etmemesine de çok üzülürmüş. Pek çok hekimin tedavisi fayda vermeyince, İbn-i Sina’ya gidilerek hastanın durumu anlatılır.
İbn-i Sina ertesi gün, belinde kasap önlüğü, elinde bir bıçak, satır ve asmaya yarayacak çengellerle tam takım olarak eve gelir. “Kesilecek bir sığır varmış, getirin boğazlayayım” der. Bu sözü duyan hasta, en büyük müjdeyi almışçasına hemen atılır ve o sığırın kendisi olduğunu söyler. İbn-i Sina, hastayı yana yatırır, ayakların bağlar. Kesmezden önce hastanın kamını, sırtını, baldırını yoklar. Yüzünü ekşiterek “Semiz sığırdır diye beni çağırmıştınız. Bu hayvan çok zayıf, eti yok. Kestirmek istiyorsanız, önce onu çok kuvvetli yemeklerle besleyin Semirdiği, kuvvetlendiği zaman gelir keserim” der ve çıkar gider. Bunu duyan hasta bir an önce kesilmek için, verilen bütün yemekleri yer, ilâçları içer. Yemeklerden sonra derin uykulara dalar. Yemekleri yiyip ilaçları içtiği ve bol bol uyuyup dinlendiği için zayıflıktan kurtulur, sıhhatine kavuşur. Eski vaziyeti kendisine anlatılınca şaşırır âdeta inanmaz. Çünkü önceki halini hiç hatırlamaz.
Ama İbn-i Sina’ya da bu ince ve üstün tedavisinden ötürü bol ihsanda bulunur ve şükranlarını dile getirir. (*)
İbn-i Sina’nın en mühim eseri “Kanun fi’t-Tıb” ilk defa Roma’ da 1593 yılında basılmış ve sonradan Beyrut, İstanbul ve Bulak’ta tekrar tab’ olunmuştur. Kanun’ un Gheıardo di Cremona tarafından yapılan Latince tercümesi, muhtelif senelerde (1473-1500) İtalya’nın muhtelif şehirlerinde basılmıştır.
İbn-i Sina’ nın bu en büyük eseri. Kanunu kendisinden sonra yeni tıbbın doğuşuna kadar, Türkçe, Arapça, Farsça ve Batı dillerinde yazılmış eserlere temel kaynak teşkil etmiştir.
Kânun, Osmanlı Sultanı III. Mustafa zamanında Tokat’ lı Mustafa b. Ahmet b. Haşan adında bir hekim tarafından beş sene süren bir emek neticesinde tercüme edilmiştir. Ragıp Paşa Kütüphenesi’ nde bulunmaktadır.
İlk Osmanlı tabiplerinin (Kanun) u yalnız kaynakları arasına koymakla iktifa etmelerine rağmen, sonraları bundan geniş ölçülerde istifade edilmeğe başlanmıştır.
Osmanlı tabipleri içerisinde, devletin ilk ve orta devirlerinde, İbn-i Sina’ dan geniş ölçüde faydalanan tabipler arasında evvela Ahî Çelebi’ yi görmekteyiz. Adı Trakya’da bir kasabamıza verilmiş olan Ahî Çelebi’ nin “Risa- le-i Hassatülkilye ve’l Mesâne” adlı kitabında “Kanun” un tesirini açık olarak görmekteyiz.
Kanun, takriben bir milyon kelimelik büyük bir tıp ansiklopedisidir. Bütün kadim (eski) tıp ile, Müslüman tıp ilmini tamamen ihtiva eder, içine alır.
Diğer eserlerinden bazıları şunlardır:
1) Eş Şifâ: Ansiklopedik bir eserdir. Bu eser, Meşşâi felsefesinin sistematik eseridir. Burada mantık ve matematikten başlayıp, bütün tabiat ilimlerinden metafiziğe kadar çıkılmaktadır. On sekiz cilttir.
2) En-Necât: Üç cilt olup, Şifa adlı eserin kısaltılmışıdır.
3) El-İşârât vet- Tenbihât
4) Hikmet-i Aruzi
5) Hikmet-i Meşrikiyye
6) Esbâbu Hudûs-il-Huruf
7) Et- Tayr
8) Esrâr-us-Salât
9) Lisân-il-Arab
10) En-Nebât vel- Hayevân
11) El-Hey’e
12) Esbâbu Râd vel-Berk (Şimşek ve gök gürültüsünün sebepleri)
13) Ed-Düstur-ut Tıbbi
14) Aksâm-ül-Ulûm
15) El-Hutab.