İHLÂS SÛRESİNİ OKUMANIN FAZİLETİ

İHLÂS SÛRESİNİ OKUMANIN FAZİLETİ
102—Ey Oğul! Sûre-i ihlâsı çok oku! Peygamberimiz
«sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki, (Kıyâmet gününde,
Ur çağıncı çağırır ve der ki, Hak teâlâ hazretlerim dâşünap
ananlar ve ihlâs sûresini çok okuyanlar gelsinler. Cennetdeki
makamlarına vâsıl olsunlar).
Birgün Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem»
— 462 —

Eshâbı ile berâber otururlarken yanında bir sahâbî ihlâs sûresini okudu. Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» efendimiz (Vâcib oldu) buyurdu. Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” bu kelimeden bir şey anlıyamadı ve buyurduğunuz
kelimenin ne demek olduğunu anlıyamadık, dediler. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” cevâben dediler ki: (thlâs sûresini
okuyan sahâbîye Cennet vâcib oldu).
Câbir «radıyallahü anh» rivâyet eder ki, birgün iki melek
birbiri ile görüşdü. Biri Hak teâlâ huzûrundan geliyor, biri de
oraya gidiyor. Hak teâlânın huzûrundan gelen, diğerine dedi
ki: Hak teâlâya bir amel getirdim ki şimdiye kadar
ondan dahâ iyi bir amel getirmiş değilim. Giden melek sordu.
O amel ne idi dedi. (Ihlâs-ı şerif) idi diye cevâb verdi. Giden
melek sordu. O amele mukabil Hak teâlâ, o kula ne ecr vermişdir? O da dedi ki, o kulun bütün günâhlarını afvedip,
yerine günâhları mikdârmda da sevâb lûtfeylemişdir.
103—Bu sûre-i şerîfeyi Besmele ile bin kerre okuyan diş
ağrısı görmez olur.
Tenbîh: Hazret-i Alî «radıyallahü anh» diyor ki: Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki, (Bir meclisin, ya’nî bir dersin, bir kitâbm, Kur’ân-ı kerîm okumanın
sonunda Sübhâne Rabbike Rabbil izzeti ammâ yasifûn âyetini,
sonuna kadar okuyana kıyâmetde çok sevâb verilir). Dinde
derinleşmemiş birkaç kişinin, terceme sûretiyle yazdığı kitâba,
aklları ile de ilâveler yaparak Müslimânları şaşırtdıklan ve
çok günâha girdikleri görülmekdedir. Meselâ (Sübhâne Rabbike) yerine (Sübhâne Rabbinâ) demek dahâ iyidir diyorlar.
Zîrâ düâ olarak okunduğu için (Bizim Rabbimiz) diyerek
cemâ’ati de karışdırmalıdır, diyorlar. Bunlar çok aldanıyor.
Çünki, (Sübhâne Rabbike) âyet-i kerîmesi düâ değildir, tesbîhdir. Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» bu âyeti okuyunuz diyor, değişdiriniz demiyor. Ebû Bekr-i sıddîk “radıyallahü
teâlâ anh” diyor ki (Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” bir hatâsını bütün ibâdetlerime değişirim.)
Mukarreblerin, ya’nî Allahü teâlânın sevdiği insanların
hatâsı, ebrârın, ya’nî iyi insanların hasenâtmdan kıymetlidir.
Bunlar, hâşâ, âyet-i kerîmeyi düzeltmek, dahâ iyi yapmak mı
istiyorlar? Kur’ân-ı kerîmdeki bir kef harfi, bütün ibâdetlerden dahâ kıymetlidir. Bunu değişdirmek küfre bile sebeb olur.
Bu âyet-i kerîmeyi değişdirerek okuyanlara, din âlimlerinin verdikleri cevâblaıt(Se’âdet-i ebediyye) kitâbında yazılıdır.
— 463 —
104—-Her sabâh Haşr sûresinin sonunda olan ve (Hiveİlâhüllezl) ile başlayan üç âyeti okumak efe büyük sevâb kazandım ve eğer akşama kadar ölürse, şehîd derece» ile ölfir.
105—Amme sûresini güneş doğarken okuyan kimse,
bütün âfetlerden emin ölür.
SALEVAT FA SLI
1Ö$—Bir kiıps® cum’a günleri çok salevân şerffe getirice, Hak teâlâ ö kimsenin yüz hâeetini revâ kılar» bunun
otuz» dİayâ, yetmişiâhıret hâcetidir ‘
Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurdu ki, (Her kim
m m .
bealm için bîr salevât-i şerife getirirse, rahmet
melekleri onun günâhlarının afy olması için düâ ye istiğfar
ederler).
, 107—Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» üzerine
salevkt-ı şerife getir! Zirâ bir hadls-i şerîfçk,î§j*.
(%Mnda ismim andıp da, Özerime salevât-ı şerife
olsua. Bir de, Ramezân-ı şerfe kâM^Hp, omı
k^Biâl-i ta’zîm ile karşılayıp râzı etmeyen ?e a
MİİlMeyâiidsine kavaşap da, onların rızâkmı almayanlara da
yazıklar oban).
108—Bil ki, her kim bir fakire gönlünün dilediği şeyi
yıdirse, Hak teâlâ hazretleri, o kimseye Cennet-i a’lâdfc bin
derece verir ve Cennetde kendisine birçok ni’metler ihsân
eder
109—Fakirlere tasadduk etmeği unutma! Ehline ve
çoluk çocuğuna ve akrabâna verdiğin şeyler de, sadaka yerine
geçecekler. Ebü Emâmenin “radıyallahü teâlâ anh” Resûlullahdan
“sallallahü aleyhi ve.sellem” rivâyet etdiği hadîs-i şerîfde, (Ehline
ve akrabasına ihsân etmekden büyük derece ne olabilir?) buyuruldu. Önce, ehline, evlâdına halâl yidirmeli, halâl giydirmelı,
sonra artan paranın zekâtını vermeli, ondan sonra da sadaka
vermelidir.
110—Sana nasîhat şudur ki, bu dört huy ile huylan. Zîrâ
muhsinier [ya’nî iyiler] zümresinden olursun.
1) Genişlikde zekât, darlıkda sadaka vermek,
2) Gazab zemâmnda gazabını ve hırsını yenmek,
3 ) Başkasımn aybıru görünce, onu açmayıp, kapatmağa
çalışmak.
4) Hizmetçiye, ehline, evlâd ve akrabaya ihsân ederek
– 4 6 4 –

onları hoş tutmak.
111—Susamış kimseye su vermek de çok sevâbdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki,
(Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselâma sordu: Yer yüzüne insen ne
iş yapardın?
Cebrâil aleyhisselâm buyurdu ki: Yâ Rabbî! Yapacağım
amel, sence ma’lûmdur. Dört şey yapardım:
1) Susamış kimselere su verirdim.
2) Çoluk çocuğu fazla olana yardım ederdim.
3) İki dargın arasım bulurdum.
4) Müslimânların ayblannı kapatırdım).
Yine Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki,
(Susamış bir kimseye su içirenlerin amel defterine yetmiş senelik
sevâb yazılır. Eğer su bulunmadığı yerde içirirse, İsmâil aleyhisselâm evlâdından birini kâfir elinden kurtarıp âzâd etmiş gibi
sevâb verilir).
112—Her zeman çok iyilik yap! Hak teâlâ hazretleri
hayrlı iş yapan kullarını çok sever. Resûlullah «sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimse bir fakire bir lokma
taâm verse, lokma o kimseye beş şey ile müjde eder:
1) Bir dâne idim, beni çoğaltdın,
2) Ben küçük iken, beni büyütdün,
3) Düşman iken, beni dost eyledin,
4) Fânî, yok olmak üzere iken, beni bâki, sonsuz kalıcı
eyledin,
5) Şimdiye kadar sen beni muhâfaza ederdin. Bundan
sonra ben seni muhâfaza ederim).
113—Sadaka ve zekât vermekle mal eksilmez, artar.
Abdürrahman îbni Avf «radıyallahü anh» Peygamberimiz
aleyhisselâmdan işiterek buyurur ki, üç şeye yemin ederim:
1) Zekât vermekle mal eksilmez, çoğalır.
2) Zulm edilen kimse, zâlime hakkını bağışlarsa, Hak
teâlâ, kıyâmet gününde bu kulun derecesini yükseltir.
3) Dâimâ isteyici olan kimseyi, Hak teâlâ fakîrlikden
kurtarmaz.
114—Ebû Hüreyre «radıyallahü anh» Peygamberimizden «aleyhisselâm» şöyle işitdim diyor: (İnsanlar tasadduk
etdiği şeyi, Allah rızâsı için verirse Hak teâlâ hazretlerine verilmiş gibi sayılır ki, mukâbilinde bin sevâb, [diğer bir rivâyete
göre, ikibin sevâb] alır.) Bir kimseye ödünç verir isen, iyilikle
ver ve iyilikle al! Ödünç verilen adam fakîr ise ve nemâz
— 465 — İslâm Ahlâkı-F: 30
kılıyor, harâmiardan sakınıyorsa, veren kimse, ve*it||öt ona
ballarsa kıyâmet günü arş-ı âlânın gölgesinde gölgelenecek
ve Cennetde böyiik bîr dereceye nâil olacakdır.
Tenbflı: Sadaka vermek nâfıle ibâdetdir Zekât vermek ve
borç ödemek, birinin hakkını iâde etmek ise, farzdırlar. Üzerinde farz borcu olanların sünnetleri ve nâfileleri kabûl
ottaz, Ö hâlde, bir kuruş zekâtı veyâ bir kuruş borcu olan
kifösenin sadakaları kabûl olunmaz. Milyonlarca sadaka
verse, binlerce hayr yapsa, zekâtını vermedikçe veyâ borcunu
Ödemedikçe, hiçbiri kabûl olmaz, ya’nî hiç sevâb kazanamadığı gibi zekât ve borç günâhından da kurtulamaz. Zekât hakkında, 208. ci maddede geniş bilgi verilmişdir
115—Bir kimseye ödünç vermek, tasadduk etmekden
dş-hâ hayrhdır Zirâ Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sell#p» buyurAı İd; (Ödünç vermek, tasadduk etmekden onsekiz
derece dahâ faziletlidir).
Bir kişiye bir iş yaptırdığın vakt, hemen ücretini ver!
Şâyed vermeyip, hakkı kıyâmet gününe kalacak olursa, kıyâıaşt güfaü, o şahsın da’vâcısı, Allahü teâlâ hazretleri olacakdâfj. Birbirinize iş gördüğünüz zeman, ödönc alıp verdiğiniz
v^et, güzel muâmeie yapaı! Birbirinizin gönlünü kırmayınız,
Zjfrâ iyilik yapacağınız yerde, günâh işlemiş olursunuz, ödünç
alan, ödemek niyyetiyle almalıdır. Üç sebeble ödünç alınır:
1) Çok fakir olup çalışmağa kudreti olmayanm nafakasına sarf edecek kadar ödünç alması,
2) Bulunduğu yerin âdetine göre, kira ile veyâ mülk olarak, korunacak bir mesken te’min etmek için,
3) Evlenmek için.
Bu şeyler için Allahü teâlâya tevekkül ederek ve ödemeğe
niyyet etmek şartı ile borç alanlara, Allahü teâlâ çabuk ödemek nasîb eder. Çok borç almayınız ki, râhat olasınız. Zîrâ,
borcu alan, köle gibi olur, gece gündüz üzüntülü olur.
116—Alış veriş yaparken ve ödünç verirken ribâdan, ya’
nî fâiz alıp vermekden sakın! Ödüne verdiğin kimseden
menfe’at bekleme! Zîrâ, azıcık aldığın veyâ verdiğin fâizin
günâhı Allahü teâlâ indinde, annesiyle yetmiş defa zinâ etmiş gibi
dir Ya’nî, fâizin azı da, çoğu da, alması da, vermesi de
harâmdır. Fâize şâhid olan, kâtib olan ve vekil olan da,
Allahü teâlâ indinde mel’ûn ve sorumludur. Çok sakınmak
lâzımdır.
— 466 —

TenbOı: İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i elf-i sânî Ahmed
Fârûkî-yi Serhendî «kaddesallahü sirreh» hazretleri (Mektûbât)
ın birinci cildi, yüzikinci mektûbunda buyuruyor ki: Bir müslimâna bir mikdâr fazla ödemesi şartı ile borç verildikde, ödenilen paranın fazlası fâiz olmakla kalmıyor. Evvelce yapılan
(akd), ya’nî mukâvele, sözleşme fâiz oluyor. Böyle bir mukâvelenin kendisi harâmdır ve harâm sebebi ile alman herşey de
harâmdır. O hâlde, yüz lira borç verip, karşılığında, yüzon
lira almak şartı ile yapılan akd, ya’nî pazarlık harâm olup,
alınan yüzon liranın hepsi fâiz olur, harâm olur. (Câmi’urrumûz) fıkh kitâbmda ve îbrâhim Şâhînin kitâbmda da bu,
güzel anlatılmakdadır. Fâiz ile para almağa ihtiyâcı olanlara
gelince, ribâmn harâm olduğu Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i
şeriflerde açıkça yazılıdır ve umûmîdir. Ya’nî ihtiyâcı olana
da, olmıyana da harâmdır. İhtiyâcı olanları ayırmak, Allahü
teâlânın ve Peygamberimizin «sallallahü aleyhi ve sellem»
emrlerini değişdirmek olur. (Künye) kitâbınm, bu emrleri
değişdirmeğe haddi ve selâhiyyeti yokdur. Lâhor şehrindeki
âlimlerin en büyüğü olan Mevlânâ Cemâl “rahime-hullahü teâlâ”
Künye kitâbmın birçok sözlerine güvenilmez ve kıymetli kitâblara
muhâlifdir, buyuruyordu. Künyedeki, ihtiyâcı olanların fâiz ile borç
alması câiz olur, sözünü doğru kabûl etsek bile, eğer her ihtiyâcı olana câiz dersek, faizin harâm edilmesine sebeb kalmazdı. Çünki, herkesi, fâiz ile para almağa götüren, elbette
bir ihtiyâcdır. Kimse ihtiyâcı yokken, kendi zararına iş görmez ve hakîm olan, hamîd olan Allahü teâlânın bu emri fâidesiz ve lüzûmsuz olurdu. Allahü teâlânın kitâbı olan Kur’ân-ı
kerîme böyle iftirâda bulunmak, çok çirkin bir cesâretdir.
Farz-ı muhâl olarak her ihtiyâcı da özr kabûl edersek, ihtiyâç,
lüzûm demekdir. Lüzûmun da bir mikdârı ve derecesi vardır.
Ziyâfet vermek için fâiz ile ödünç almak ihtiyâç değildir ve
buna zarûret yokdur. Meselâ bir cenâze için yalnız kefen ihtiyâcdır, buyurmuşlardır. Onun rûhu için helva pişirmek ihtiyâç değildir, buyurmuşlardır. Hâlbuki onun sadakaya ihtiyâcı
her ihtiyâcın üstündedir. Böyle olunca, fâiz ile para alanların
ihtiyâçları, ihtiyâç olur mu, olmaz mı ve böyle para ile hâzırla-
‘ nan yemekleri yimek halâl olur mu? Ailenin çok kişi olmasını
ve askerliği ihtiyâca behâne etmek ise, müslimânlığa yakışacak bir şey değildir. Eğer denirse ki, bugün halâl lokma bulmak mümkin olmuyor. Evet bu söz doğrudur. Fekat mümkin
olduğu kadar harâmdan kaçmak lâzımdır. Mahsûlün bereket­
— 467 —
siz olmaması için tarlayı abdestsiz ekırtemeJıdir, buyurmuşlardır Hâlbuki bugün bundan kurtulmak imkânsızdır Fekat,
fâiz île para almamak çok kolaydır. Kur’ân-ı kerîmde ve
hadîs-i şeriflerde harâm olduğu bildirilen şeyleri harâm bilmek, halâl olduğu bildirilen şeyleri de halâl bilmek lâzımdır.
Banlara inanmayan, kâfir olur. Açıkça bildirilmeyen halâl, ve
harâm ise, böyle değildir Meselâ birçok şeyler Hanefi mezhebi^İe harâm iken, Şâfi’îde halâldir. O hâlete, ihtiyâcı olanın
fâiz ile para alması câiz değildir, diyene (Sus! halâle harfin
de|neî Kâfir olursun) denemez. Çünki onun sözü hakâcate
yalandır, belki de tâm hakîkatdir ve ona verilen cevâb, tehlükflâîcBr Harâm şübhesi olan şeyleri terk etmek evlâdır. Tekrar
edelim ki, ihtiyâç dâiresi çok genişdir. Eğer geniş tutulursa
fâiz almıyacak kimse kalmaz ve Allahü teâlânın fâizi harâm
etmesi hâşâ, abes ve boşuna olmuş olur. Künye kitâbı da
nihâyet ihtiyâcı olanın fâiz ile para almasına cevaz vermekdedir. Yoksa herkese değil. İhtiyâcı böyle şübheli yoldan ise,
halâl yoldan aramalıdır ve takvâ bereketi ile ve ufak bir teşebbftş ile, ihtiyâç ortadan kalkar. Mektûbâtdan terceme temâm
oldu.
İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn Mısrî “rahime-hullahü teâlâ” (Eşkitâbmda, beşinci kaidenin sonunda, (Ba’zı ihtiyâçlar zarûret
kabul edilir. Meselâ muhtâç olanın fâiz ödeyerek ödünç alması câiz
olur) diyor. Seyyid Ahmed Hamevî “rahime-hullahü teâlâ”
burayı açıklarken, (Meselâ on altm ödüne alıp, her gün belli
mikdâr bir şeyi fâiz olarak öder) diyor Bundan anlaşılıyor ki,
nafakaya muhtâc olup çalışamıyan ve karz-ı hasen bulamıyan
âciz kimsenin nafaka için, fâiz ile ödünç alması câiz olur.
Fekat, bu hâlde de (Mu’âmele satışı) yolu ile aımalıdır.
Meselâ, on altm alıp, oniki altm ödemekde uyuşulunca, on
altını alırken, kalem, defter, kitâb gibi herhangi birşeyi de iki
altına satın alıp, oniki altın borçlanır. Böyle, fesâd ile, bid’at
ile karşılaşıldığı zeman, islâmiyyete uym

k için, ihtiyatlı yol aramağa , (Hîle-i şer’iyye) denir. Âciz olanın, zarûrete düşenin,
ibâdetim kaçırmaması veyâ harâm, işlememesi için (Hîle-i şef
iyye) yapması lâzım olur. İslâmiyyete uymakdan kaçmak için
çâre aramağa (Hîle-i bâtıla) denir ki, harâmdır.
Tenbifa 2: Dârülharbde ya’nî Fransa, İtalya gibi putlara
tapınan kâfir hükümetlerin toprağında, kâfirlerden, kendi
rızâları ile mal çekmek, meselâ onlara fâizle ödüne vermek
— 468 —

câizdir. Fekat fâizle ödüne para almak orada da câiz değildir.
Dârülharbdeki bir bankaya para yatırıp, fâiz almak, fâiz ile
ödüne vermek için banka ile ortak olmak demekdir. Bu bankadan para çekenlerin hepsi kâfir ise, bankaya yatırılan paranın fâizini almak halâl olur. Bankadan fâiz ile para alanların
hepsi müslimân ise, bankaya yatırılan paranın fâizini almak
harâmdır. Bankadan ödüne para alan’müşteriler, müslimân
ile kâfir karışık ise, alınan fâiz mekrûhdur, ya’rjî tahrîmen
mekrûhdur. Kâfir mikdârı fazla ise, halâle yakın tenzîhen
mekrûh olur. Mekrûhdan da sakınmalı, fâize bulaşmamalıdır.
Bankaya yatırılan paranın fâizini (Muâmele satışı) semeni olarak almalıdır. Peygamberimiz «aleyhisselâm»: (Fâiz yiyenin
şâhidliğini kabûl etmeyin! Eğer kabûl ederseniz, Allahü teâlâ
ibâdetlerinizi kabûl etmez. Cemâ’at ile nemâzı terk edenin de,
kabûl etmeyiniz) buyurdu.
Muhtâc olduğu malı satın almak için, bankadan fâiz ile
ödünç para almamalı, banka bu malı satın alıp, üzerine kâr
koyarak bu kimseye taksîdîle ödemek üzere veresiye satmalıdır.
Böyle satış yapan İslâm bankaları mevcûddur.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*