İKTİDAR
Savaş hazırlıkları. «Doğa hali»nin barışçıllığına ilişkin kuramların değişikliğe uğramasına yol açan, örgütlenmiş ve hiyeraışiii «vahş’ı» toplumlann bulunduğunu ortaya koyan bu hazırlıktan, 1564’te Lemoyne de Morgues görmüş ve çizmişti (Fiorida’da Utina kabilesinin savaşçılan).
İÇİNDEKİLER
FELSEFEDEN SİYASAL ANTROPOLOJİYE KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK, SİYASAL ÇEŞİTLİLİK İKTİDARLAR, OTORİTELER, EŞİTSİZLİKLER: SÎYASETlN İCADI
ŞEFLER, BÜROKRASİLER, ORDULAR SİMGELERİN EVRENİ SİYASAL ANLAMIN DÖNÜŞÜMÜ VE İLETİMİ iktidar YETKİSİNİN BAŞKASINA DEVRİ İKTİDARIN DİNSEL BAKIMDAN MEŞRULAŞTIRILMASI İKTİDAR VE YÖNETİM
KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK, SİYASAL ÇEŞİTLİLİK
İKTİDAR
İktidar, siyasal uygulamanın ve özellikle bir ülke veya bir halk üzerinde kuvvet kullanmakta kendini haklı sayan devlet kurumunun apaçık bir kanıtı gibi görünmektedir. Bununla birlikte, felsefenin, tarihin, etnolojinin ve siyaset biliminin uzun zamandan beri saptadığı gibi, iktidar, siyasal uygulamanın çeşitliliğini de içermektedir. Ama, toplumlann ve siyasal sistemlerin çeşitliliğinin ötesinde, iktidarın kendi içinde de, temel bir çoğulluğun var olduğu söylenebilir: iktidarın niteliklerini ve kullanım tarzını oluşturan kurumlann, ilişkilerin ve grupların çoğulluğu.
FELSEFEDEN SİYASAL ANTROPOLOJİYE
İktidar, Batı’da, ampirik ve akılcı bilginin konusu olarak ele alınmadan önce, ahlakî, felsefî, hatta İlahî (tanrıbilimsel) düşüncenin konusu oldu. Katolik Kilisesi’nin ortaya çıkmasıyla birlikte, ruhanî ve cismanî iktidarların tanımı, ideal ve ideolojik bir modeli, sosyolojik model haline getirdi. Politika alanında bir çoğulluğun var olduğunu görmek için, Rönesans’tan başlayarak, «vahşî» toplumlann kültürlerinin keşfedilmesini, sonra filozofların (özellikle XVII. ve XVIII. yy Fransız filozofları) bu konuyu eleştirel bir açıdan ele almalarım beklemek gerekti. Ne var ki, «iyi iktidarın» (doğaya veya ilk ve temel sözleşmeye dayanan iktidarın) örneği olarak, «özünde iyi vahşî», yeryüzüne eşit biçimde dağılmamıştı. Ta-hitililerin veya Kuzey Amerika yerlilerinin ince ve yumuşak davranışları, sanki Afrika devletlerinin sözde barbarlığında veya Müslüman Doğu’nun düşmanca tavrında tam tersini gösteriyordu.
XIX. yy’da tek ve egemen bir modele ilişkin önyargılar yeniden ortaya çıktı ve uygarlık adına birçok iktidar bozguna uğratıldı ve sömürgeleştirildi. Ne var ki sosyolojinin ve etnolojinin doğuşu, Batı modelini giderek göreli bir hale getirdi. Evrimcilik ve onun ardından işlevcilik, devletin kaynaklarım ve temellerini araştırmaya ayrıcalık tanımaktan vazgeçerek, iktidarı bütün formları içinde kavramaya çalışan bir siyasal antropolojinin ortaya çıkmasına ön ayak oldu. Gerçekten de etnoloji, bizden, insanlık tarihini bütünüyle yemden okumamızı istemektedir. Çünkü artık, iktidarın bütün kültürlerde var olduğu anlaşılmıştır.
XIX. yy’dan bu yana, devletsiz bir toplumda veya devi zıyla saptanmış ve düzenleyici bir temele dayanmadığı bir t da iktidarı ve siyaseti ele alıp inceleyen antropoloji, birtak layıcı veya yaptırımcı dinamikleri hesaba katmaya çalışm;
Yüzyılı aşkın bir kültürel görelilik anlayışından sonra bı le, Batı’nm siyasal yaşam modelinin, açıkça veya dolay! bir karşılaştırma kutbu oluşturduğundan kuşku duyulan rada, tasvirlerde kullanılan kelime dağarcığının ve açıklaı ramlarının, Batı dışı toplumların deneyimlerine tamamen cı olması söz konusudur. Yerli ve yerel kavramların kullaı na başvurulması, bunların çok çeşitli olması yüzünden, e nin XX, yy’ın başında başka alanlarda bu yöntemi verim kilde kullanmasına rağmen (örneğin totem ve fotlaç kavran nun örnekleridir) bu alanda başarılı olmamıştır.
Monografi incelemelerinin çoğaltılması da sorunu çöz tir. Çünkü bu incelemelerde, bazı toplumların ötekilerd siyasal olduklan görülmüştür (örneğin bu tür toplumlard; siyasetle uğraşan şefler saptanmıştır). Dolayısıyla bazı alanlar, ilkel toplumların, kurumsuz ve görünürde siyas olmayan karmaşık siyasal sistemler üretebilecekleri düş1 adeta zorla kabul ettirmiştir.
iktidar konusunda yapılan çözümlemeler, kendileri] kavramları ortaya koyma ve bunların başka toplumlara h şullarda uygulanabileceğini saptama olanağına, belirli toç (Kuzey Amerika, Polinezya ve Zenci Afrika toplulukl; arasında yapılan sistemli bir karşılaştırma sayesinde kav bilim dalındaki önemli kuramsal doğrultuların her biri, be ma üzerinde durdu. Örneğin XIX. ve XX. yy evrimcileri, sal topoloji saptamayı sağlayan toplumsal katmanlaşma lerini ortaya koydular. İşlevci etnologlar, siyasal sistemi lukla, global toplumsal örgütlenme formuyla bir tuttuk yet, yapısalcılar gibi kültürcüler de, yorumlama ve tasaı lan altında gizli mantıkların bulunduğunu ileri sürdüler, durumda, politik gerçek, sonunda evrensel değerlerle öz ği için, kendi özgüllüğünü kaybediyordu.
Bu normatif görüş, 1960’lı yıllara kadar, bütün an okullarının görüşüdür. Bunun sonucu olarak da, iktidar, le, bir kurallar, normlar, işlevler veya kurumsal statüler tı olarak tasvir edilir. İktidarın amacı, toplumun düzen için masıdır. Güney Afrika’da incelenmiş olan başkaldırma gibi çatışmalar bile, toplumsal düzenin sürdürülmesine
Güney Amerika (Paraguay) yerlisi bir Guarani. Etnolog Pierre Clastres, 1970’li yıllarda, şeflik organizasyonunu inceleyerek bu etnik grubun unutulup gitmesini engellemeye çalıştı.
-j görüş tarzı, makrososyoloji koşullanmasından kay-. kadar, inceleme alanında toplanan ve gündelik siyasal îGziemlenmesinden çok, sorumluların veya yaşlıların rjne dayanan bilgilerin niteliğinden de kaynaklanır. Bu : ardında her zaman devletin kökenine ilişkin fantazma :stermektedir.
mografik ve mikrososyolojik bir yaklaşım iktidarlarda :=mî veya sıradan kişilerin hükmeden ve yönetilen ola-r: yaratanların üzerinde yoğunlaşacaktır. Siyasal kültür, =nda siyasal yaşam ve eylem demektir. Böylece, resmî-esmîye, kurallardan uygulamalara, normdan dirence ve “aya, yapılardan iyice şekillenmemiş şebekelere geçilir, idece sistem ve ideoloji değil, aynı zamanda kötüye kul-durumlar ve koşullar, çıkarlar, kimlikler, iktidarı bir are-alındığı belli belirsiz bir yer olarak kavramayı sağlar, rrîodernleşmenin, bir başka kültürü benimsemenin ve l değişimlerin (örneğin sömürgelerin etkisi altında ger–eğişimler) göz önüne alınması, çözümlemeyi zenginleş-ıktidarlarm ortadan kalkması da, iktidar alanını gözle gö-_çimde yapılandıran geleneklerin saptanmasını sağlar.
(DARLAR, OTORİTELER, TSİZLİKLER: SİYASETİN İCADI
.z ve şefsiz iktidar, bir tür sapma gibi görünmektedir. Bu-rukte, bir yandan Avrupa’nın eski tarihinin, ‘öte yandan ^nerika?daki arkeolojik bulguların gösterdiği gibi, tarihön-em. merkezî bir iktidarın bulunmadığı insan toplulukları-,tna tanıklık etmektedir. XIX. yy’da ve XX. yy’m ilk otuz tcpîulukçu bir rejime ve ilkel bir komünizme yönelme, tu-Konusundaki düşünceler ve dolayısıyla gelenekçi bir iktı-runu temsil edenlere ilişkin görüşler her türlü toplum ya-. düzenlenmesi gerektiğini göstermekterir. Kadınların alizesine, mal ve mülkün bölüşümüne ve bir ülkenin işgali-denetim mekanizmaları, toplumsal ve kültürel üretimin ..anlarında, iktidarın kök salmış olduğunu kanıtlamaktadır.
SİYASAL EYLEM
r. ilişkilere girmenin yarattığı durumların ve toplumsal değişi-zz önüne alınması, iktidarın birbirine rakip ve paralel çeşitli yan-._:^duğunu göstermektedir, iki dünya savaşı arasında Batı veya -inka’da ortaya çıkan kâhinlik, yahut Melanezya’dakı kargo kül-. rzlemci akımlar, sendikal mücadeleler, ulusal ve hatta etnik ta-r_sr türlü iktidarın kurucu öğeleri olarak siyasal eylemin oynadı-szîi role ve çeşitli stratejilerin ve işlemlerin yaratılmasına dikkat -etedir.
ibramda siyasal sistemler, hırslann, çıkar çatışmalannın dile gel-..erliklerin kurulduğu, iktidar tasarımlarının dönüşüme uğradığı iz rlarak yorumlanır. İktidar artık, normları uygulamakla yüküm-: jr-=el bir yapı olarak değil, şebekelerin, fesat komitelerinin, siya-î -_£=şhk ilişkilerinin oluşturduğu bir dizi olarak görülür ve bütün et maddî ve İnsanî kaynakların denetimini ele geçirmeye yönelir ,_r-r normları ile simgelerin pratik ve örtüşmez yanını dile getirir. i.\ten de iktidar, toplumsal örgütün basit bir işlevi değildir ve so-. ^yıplann veya kazançların, kişisel ve kolektif algıların, eşitlikten : jnayan çatışkan mantıkların (bunlar çoğunlukla geçicilik niteli-,:3T ve hiçbir zaman ebedî ve soyut değildirler) kendini gösterdi-
– î3ndır.
ADALET, HUKUK VE SİYASAL DÜZEN
opologlar, hukuku, toplumlann sınıflandırılmasının bir ölçütü .-.ele aldılar. Ama daha 1920-1930’danbaşlayarakhukuk,hertop-doğurduğu düzeni ve düzensizliği yorumlamanın bir yordamı j .e geldi ve ister siyasal ve dolayısıyla kamusal ister ailesel ve dola- i a azel olsun, toplumsal düzeni koruyan açık veya üstü örtülü ku-
– – ve usullerin toplamı olarak görüldü. Kuralların ve adalet çarkı-:.r.yası ile süreçlerin ve anlamların dünyası arasındaki bir karşıt-
gelerin de hukuk bilimi kadar temel norm olduğu bir alandaki ~ jcanşıklığına tanıklık eder.
_îvî, dinî ve siyasî çeşitli tasarım sistemlerinin karşılıklı benzerli-ısk değildir. Ayrıca, kararların uygulanmasının her zaman «siya-rîjlamı vardır ve bu da ahlakî kapsamın göreli hale gelmesine :ar. Hakların ve ödevlerin, çeşitli yaptırım birimlerinin (intikam, cezalandırma veya tazminat) tanımı, toplumsal farklara ve hıye-=re dayanır.
_fİ3rd Geertz’e göre, hukuk, yerel bilgi ve bir tür yasal duyarlıktır.
durumun gizli ve mahrem özelliği, bir geleneğin mutabakatını i koyan bir sentezin yapılmasını olanaksız kılmaktadır. Siyasal
– vardır, ama onun yasallık olarak dile gelişi her şeyden önce prag-
> yan taşır.
Her iktidarın doğasını, ilk ağızda belirleyen iki büyük ölçüt vardır: cinsiyetler arasındaki fark ve bir cinsiyetin (genellikle erkeğin) üstünlüğü; bir de ister tecrübeye, ister yaşa, bir yaş grubuna veya bir sınıfa mensubiyete dayansın sözü geçerli olmak. Her iktidar, öncelikle, erkeklerin kadınlar üzerinde ve büyüklerin küçükler üzerindeki iktidarıdır. Bu iktidarlar, tek başlarına ele alındıklarında, belki siyasal nitelik taşımazlar ve somutlaşmaları için özel ku-rumlara veya ilişkilere dayanmaları gerekmez. Ama, yine de, bugün bile gerçekleşebilecek her iktidarın ana temelleri bunlardır.
Tam anlamıyla eşitlikçi bir toplum yoktur. Mutlak ve otomatik olmayan erkek üstünlüğü, özel bir otoritenin kendisinden yarar sağlamasa da, belli birtakım özelliklerle dikkat çeker. Nitekim, Yanomilerde (Brezilya) bu üstünlük, kalınacak yerlerin araştırılmasında, dinî törenlerde ve avda işbölümü yapılmasında, silahların denetlenmesinde kendini gösterir. Demek ki ilk eşitsizlik formları, iktidara ilişkin olanlardır ve bunlar, belli bir bağlam veya duruma göre iktidarı dile getirebilir, açıklayabilir ve haklı çıkarabilir. Otorite, grubun bir süre için örgütleniş tarzına göre de çeşitlenme gösterebilir. Örneğin, Afrika’da yaşayan Samlar, sırayla, avcı, yiyecek toplayıcı ve hayvan yetiştirici olarak etkinlik gösterirler ve bir alanda aşırı ölçüde uzmanlaşmayı önlerler.
Bununla birlikte, etnologlar, uzun bir süre, özel yaşamı, akrabalık ilişkilerini bir ön siyasal alana bağlı olgular olarak gördüler. Oysa örneklerin çokluğu, her tür aşırı genellemeyi olanaksız kılmaktadır. Örneğin Nogavisilerde, iktidar kadınların elindedir ve bunun nedeni, kadınların güzel konuşmalarıdır; erkeklerin ise aile yaşamında özel bir otoriteleri yoktur. Otorite kaynaklan (zorlama, töreye uygunluk, teknik hüner, kişisel karizma) ne kadar çoksa, sürekli ve aktarılabilir bir iktidara ulaşmanın olanakları da
o ölçüde artmaktadır. Birçok paralel hiyerarşiden oluşan ve rekabete dayanan «eşitlikçi hiyerarşiler» de vardır.
Bu görüngülere, bürokratik açıdan en zorlayıcı ve güçlü olan devlet aygıtlannın etkin olduğu toplumlar da dahil olmak üzere, bütün toplumlarda rasdanır. Özellikle sürekli toplumsal katmanlaşmanın etkisi altında, siyasal iktidarın özerklik ediniyor gibi göründüğü andan itibaren, iktidann ne olduğu sorusu da anlam değiştirir. Maddî ve simgesel kaynaklar, otorite statüleri, egemenliğin ve baş eğmenin imajlan ve mesajlan, toplumlan ve siyasal sistemleri toplumsal-kül-türel bütünleşme düzeylerine göre sınıflandırmayı mümkün kılar. Küçük birlikler, akrabalığa dayanan toplumlar, bir şef yönetimindeki gruplan ve nihayet çeşitli devlet tipleri, gittikçe daha fazla eleştirilmesine rağmen elverişli bir tipoloji oluşturur.
Avcı-toplayıcı topluluklar, çoğunlukla göçebedir. Bu topluluklarda, gündelik ve dinsel yaşamın çeşitli işlevleri, kişisel niteliklerin ve hünerlerin büyük bir rol oynadığı otorite statülerinin doğmasına yol açar. Bireyler arası ilişkiler, siyasal alanı egemenlik altına alır. Kabile denen toplumlarda, toplumsal ve ailesel örgüden-me, iktidarın temelini oluşturur ve iktidar, demografik ve aile içi yaşama ilişkin denetimin bir göstergesi olarak ortaya çıkar. Toplumsal anlam taşıyan yaşça büyüklüğün temel özellikleri, akrabalık grubu temsilcilerine, önce atalar ile sonra da benzerleriyle ilişkiler konusunda üstünlük sağlar.
XVIII. yy filozoftan. Cook ve Bougainville gibi denizcilerin ve kâşiflerin yazılannı ıra Kızılderililerin ahlak duygusunun doğallığını Avrupa uygarlığının yozlaşmışlığının karşısına diken misyonerlerin anlatılannı okuyan bu düşünürler,«iyi vahşUnin örneğini sunduğu «iyi bir iktidar»ın kurallannı saptamaya çalıştılar.
Baba figürü, monark figürünün üstüne eklenmek üzere çok kısa bir süre sonra ortaya çıktı. Daha Ortaçağ ’da, birçok kuramcı, kralı uyruklanna bağlayan ilişkileri aile örgütünün yapısını oluşturan bağlara benzetti. Roma aile babasının iktidan, özellikle kızlann evlenmesi söz konusu olduğunda, XVIII. yy’a kadar varlığını sürdürdü ve birçok Afrika ve Asya toplumunda bugün de geçerlidir.
ŞEFLER, BÜROKRASİLER, ORDULAR
Siyasal iktidarın gözle görülür bir biçimde ortaya çıkışı, yaptırım gücünün bir dizi kurumda toplanması ve nihayet devletin kabullenilmesi, daima çok çeşitli belirleyicilerden kaynaklanan son derece geniş bir alana dayanır. Bu durumda iktidar, bir kültürel sentez veya araç, güçler arası ilişkilerin bir imgesi veya tam tersine, nerdeyse aşkın diyebileceğimiz bir mantık olarak görülür, iktidar, her şeyden önce bir örgüdenmedir ve kendini, makamların ve otorite statülerinin bir topluluğu, teknik bir gerçek ve nihayet şu veya bu ölçüde açık bir topluluk olarak ortaya koyar, iktidar, aym zamanda bir stratejidir; kendine özgü karar verme, eyleme geçme, düzenleme ve yürütme araçlarına sahiptir. Kelimenin tam anlamıyla ve özellikle modern toplumlarda, tam bir devlet aygıtı haline gelebilir.
Bu iktidarı, şiddetin törelere dayalı kullanımının silik bir kopyası sanmak doğru olmaz. Bununla birlikte, belki de aile ve köy yaşamında ortaya çıkan ve başlangıçta barışçıl olan çatışmalar kuralların ve çözümlerin formüle edilmesi için bir deneme alanı sağlayarak düzeni koruyan iktidarı yarattı. Çünkü, statü farklılıklarının yaratılması bu iktidar biçiminin doğası için mutlaka gereklidir. Şefliğe dayanan topluluklar, iktidarın bu geçişli durumunun çok iyi bir örneğidir.
«Şeflik» terimi, hem şefin işlevini hem de toplumsal-siyasal
grubu belirtir. «Big Men (Büyük Adam) sistemleri»nde: olan şefliklerin varlığı ilk önce Polinezya’da saptandı. Bu: lerde, karizmatik liderler, aşırı bir rekabet durumu içinde k lan kendi yararlarına olacak şekilde kullanır ve böylece tc mal varlığının başkasına aktarılması da söz konusu değili rica, Karayibler çevresinde, Kuzey Amerika’da (Mississif gesi Kızılderileri) ve Orta Afrika’da da (Kamerun’da Bam; veya Bamumlar) şefliklerin bulunduğu bilinmektedir. Şef revi babadan oğula geçen şeflerin merkezileşmiş bir hiye dir. işlevlerin farklılaşmış olması, şefin otoritesinin göze merkezîleşmesini biraz kısıtlamasına rağmen, soyağacınn ya bu sırasında bulunma, önemli bir sınıflandırma ölçütüı
Şefliklerin demografik bütünleştirme (kimi zaman bini’ san şefin çevresinde toplanır) ve köy topluluklarımn ve grupların yaşadıkları arazileri denetim altında tutma güçler Kararların merkezîliği, kamu ve aile yaşamı ve gerçek ekon: litık diyebileceğimiz faaliyet üzerinde etkilidir, ister üreti gütlenmesi, ister ticaretin denedenmesi, vergi alınması vey tih savaşının açılması söz konusu olsun, madde ve insamn i larının birikimi, şefliğin iktidarının temeli olarak iş görür. 1 laştınlmış şeflerin varlığı, büyüye başvurma, defin törenle atalara tapınmanın önemi, bu tip iktidarın kamusal imajını lojilerin tuttuğu yeri daha da sağlamlaştırır. Bununla birlik letin kökenini, şeflik modelinde aramak doğru olmaz.
Nitekim, XVIII. ve XIX. yy’da Kuzey Amerika Kızılderi gerçekleştirdikleri konfederasyonlar, Avrupalılarm batıy ilerleyişine etkili bir biçimde karşı koymayı örgüdeyebil devleti hiçbir zaman yaratamamıştır. Bu soru konusundi yenilikler getiren düşüncelere yol açan eski Zulu, Ganda, K Aşanti gibi Afrika devletleri bile, şu veya bu ölçüde gevşe sıkı bir imparatorluk şebekesinin denetimi sayesinde ege: le gelmiş toplumsal varlıklar olarak görülmüştür. Gerçekte bulunan veya stratejik önem taşıyan kaynakların (demir,< leler gibi), tanm ürünlerinin uzun mesafeli veya yerel ulu alışverişleri, yani ekonomik işlemler, fatihlerin kültürel; yon çabaları gibi çok güçlü iç sosyolojik çelişkilerin varlıj men, uzun vadede merkezî iktidarlar kurulmasına, ileri c bürokratik ve askerî bir iş bölümü yaratmaya imkân sağl;
SİMGELERİN EVRENİ
Her iktidar, hem maddî bir güç hem simgesel bir güç d Bundan ötürü, doğal, kültürel ve doğaüstü dünyaya ilişkir lamalar ve tasarımlar üzerinde uzun uzadıya durmuş ok poloji, simgesel yaratışların ve kullanımların siyasal içe ilişkin çok sayıda ve iyi belgelenmiş örnekler de sunar b: lar, toplulukların ayakta kalmasına ve refahına (ekoloji toplumsal örgütlenmelerinden veya büyüklük ve küçük den bağımsız olarak) ilişkin olan dinî törenlerden siyasa gösteren bir kişiyi törensel öldürmenin dolambaçlı yolu; mun ötesine atan kutsal krallıkların elle tutulmaz kökleri iktidarların kendilerini çok iyi bir şekilde hissettirdikle: oluştururlar. Her şey, kültürel geleneğin törenleştirik kaynaklanıyor gibi görünmektedir ve bu, kültürün haslı kinliğinin ve saygınlığının bir karşılığı gibi ortaya çıkma
Ama simgesellik, çoğunlukla, efsaneye ulaşan kutsal sıradan bir araç olarak kendini gösterebiir. Bu durumda, belirsizlik ve çift anlamlılık, bir ideoloji formu haline ge lik gösteren kişiler, kurumlar ve iktidarın eylemleri de, her siyasetin iç karıştırıcı özelliğini, iktidarın kararlar özünü gözden kaybettirebilir. Kutsallık, şu veya bu şel luluk kazandırır, törenler ise, iktidarın korunmasına yi pragmatik davramşı, drama ve gösteriye dönüştürür. Z sal, her zaman denge içinde olmayabilir.
Ne var ki, bu durum, simgesel etkililiğin bir siyasal ku meşine yetmez. Gerçekten de iktidarın söz dağarcığı ve nadiren siyasaldır ve söz dağarcığıyla sentaks, çoğunlı lumsal organizasyon ile kültürel tasarımların tümüni kapsar. Ayrıca, en çok rasdanan siyasal durumlar, çok şuluklar, ittifaklar ve çatışmalar bağlamında yer alır. Bu ı da, siyasal sistemin semantik olarak biçimlenmesi, zo çok elverişliliğe dayanır. Dolayısıyla, siyasetin işlevci a rumlanması, burada kendi sınırlarıyla karşılaşır; çünk kurumu veya eylemi aşmaktadır. Simgesel imajını kar eden iktidar, kendisi için en iyi korunma ve uzun süreli nağını sağlar. Bu mantık, sürekli olarak bunalım içinde c müzün anlayışında çok işe yaramaktadır.
TOPRAKLAR VE SİYASAL KİMLİKLER
ıznmsal, insansai ve simgesel kaynakların sahiplenilme tarzia-■_r.iukla, birbirlerine eklemlenmiş durumda değildir. Dolayısıyla, i ve kültür sınırları, tartışılmaz bir olgu değil, göreli bir tasanm-.r.dan. ötürü, evlenme ilişkileri, ekolojik bütünleşmeler, dil farklı-.«ındar için bir toprağı sınırlandıran şeyler değüdir. Nuerlerin
* topraklarının iç içe girmiş durumda olması ve Şanlarla Kaçin-jrşılıklı bağımlılığı gibi örnekler, toprakların tanımlanması süre-i; vasal durum ve koşulların önemini gösterir. Hiç kuşkusuz, iç ve .Tamlarının bir anlamı vardır (koruma altına alınmış mübadele er. gibi), ama iktidar, bir kere ve her zaman için verilmiş bir top-;en dönülmez biçimde bağlı toplumsal veya etnik bir özün değil, ssrı bir kimliğin haklı görülmesi olarak ortaya çıkar.
SİYASAL ANLAMIN DONUŞUMU VE İLETİMİ
t. iîr.n sözlü formu, birinci derecede önemli bir müeyyidedir, , sszün ustalan (Batı Afrika’daki halk ozanları örneğinde gö-.;. r- gibi) yalan söyleyebilir, ölebilir veya belleğini kaybedebi-ısetin modernleşmesi, Batılılaşması ve daha sonra uluslara-r’iiseye girmesi, yeni-geleneksel olayların ortaya çıkmasına ;aktadır («sözde-geleneksel» yerine, «yeni-geleneksel» teri-_■ -Ijanmak, bu terimin, eski iktidarların göstergelerinin artık
;_____5. kalmadığını belirtmesi dolayısıyla tercih edilebilir).
.rjmsal alan, sınırsız bir biçimde çoğul hale gelmektedir. Ger-,-ce. ulus-devletin hükümederi ve bürokrasileri, otoritenin ger-.;-:bilecek bütün formlarıyla rekabet halindedir ve. bu da, ikti-karmakarışıklığı gibi yeni bir kavramı işin içine sokmakta -I _£ara, kendi başına iktidar haline gelmiş olan ve iktidarlarla it-
– • ‘.uran veya onlarla yarışan dinler de eklenebilir. Ve nihayet, az
– ; c zamanlardan beri yerel ve bölgesel kimliklerin etnikleştirıl-;; her tür yerli iktidann ham maddesi haline gelmektedir. Yazı,
:=rklan ve hiyerarşileri resmiyete dökmektedir; demokradaşma ileri (1980’li yıllarda Latin Amerika’da ve 1990’lı yıllarda Av-. 7 i zzı eskiden sosyalist olan bölümünde ve Zenci Afrika’da) siya-_ r Tirelerinin denetimini ellerinde tutamamakta; devletin toprak-r^rçalanmakta ve bu tür iktidann meşruiyeti sarsıntıya uğra-^ • adır. Özel eğilimler, her şeyi kapsayan ve özerk olan bir iktidar : -rjni taklit ederek evrenselliğin önüne geçmektedir. Bu şekilde :; z.sr. siyasal kültür, köklerini, özgül toplumsal veya simgesel geç-jı :çine salamamakta ve tam tersine, zorlamaya ve yabancılar-
– -efret eden bir iktidann ideolojisinin uygulanmasına dayanan _ -1 önce görülmedik bir siyasal gelenek icat etmektedir.
-jinda, iktidar toplumu değil, toplum iktidarı kurar. Ama son olayları, her yerde, Kuzey’de olduğu gibi Güney’de de,
– £a olduğu gibi Doğu’da da, iktidarın süngünün ucunda oldu-. ■, :adia eden toplumsal gruplar, devlet organları, askerî kuru-
ve silahlı çeteler bulunduğunu açıkça göstermektedir.
İKTİDAR YETKİSİNİN BAŞKASINA DEVRİ
sien üretiminin, zanaatkarların ve ticaret denetiminin top-mozaikteki çeşitliliği artırdığı ve çıkarları farklılaştırdığı . —.aşık toplumlann gösterdiği gelişim, iktidar yetkisinin veril-::çm daha açık seçik ve müeyyidelere dayalı kurallar koymak
• i ^.~ğini gösterir gibidir. Toplumsal eşitsizlikler arttıkça, ister bire. :ster kolektif olsun, bir iktidarın işlevlerini ve uygulandığı : akların sınırlarını kesinliklikle saptamak zorunluğu da o ölçü-: ;rznaktadır. Böylece insan, Aristoteles’in ünlü sözü uyarınca, isal bir hayvan» haline, yani, güvencesini bir iktidarın verdiği 3=et kurallarını» kabul ederek, ancak bir toplum içinde yaşaya-.; r=k olan insan haline gelmektedir. Böylece, siyasetin kuralı da -: r.iuk üyelerinin» hepsinin saygı göstermesi gereken bir yasa . :=-< ortaya çıkmaktadır. Montesquieu, bu yasa fikrinin, tarımın :;-srakIarın bölüşülmesinin yeni kısıtlamaları zorunlu kıldığı
– -ularda bulunduğunu ileri sürüyordu.
-Ici ne şekilde olursa olsun, iktidarı elinde bulunduran biri için : – 2: başına varlığını sürdürme ve kolektif denetimden uzak zen-■__ier biriktirerek bağımsızlığını sağlama alma eğilimi hızla orta-..kmaktadır. Özerk zenginleşme kaynaklarının (maden üretimi, i:£nn denetim altına alınması) çoğalması, iktidarın, kendini :: ödeştirme şansını artırır. Günümüzde, bu tür olgulann, taş alet-yapıldığı ve mübadele edildiği dönemde ortaya çıkmış olabi-düşünülmektedir. Aristoteles de, para basılmasının, aile te-■; ,-s dayanan tarım üretimli bir toplum ile aradaki bütün bağları zer. kurnazlık dolu bir özerk zenginleşme aracı olduğunu söylü-iktidarların bu özerkleşmesine gösterilen direnç, dünyanın
farklı bögelerindeki çeşitli durumlara ve farklı toplumsal-ekonomik evrimlere göre, genel bir sorun haline gelmiştir. Egemen iktidara direnç merkezleri olan karşı-iktidarların işleyişi, ancak, iktidan elinde tutanlar ile baş eğenler arasında yeterli yakınlık olduğu zaman etki gösterir. Başka araçlar da vardır. Bunlar, egemen grubun madrabazlık olanaklarını sınırlamak veya onların yerine geçebilecek üyelerin sayısını azaltmaktır. Töreye ve kurala uygun öldürme, çoğunlukla, bu konuda bir çözüm sağlar: Avrupa toplumlan da, özellikle Cermen dünyasında, bu eğilimden yakalannı kurtaramamışlardır. Et-yopya veya eski Benin toplumunda olduğu gibi, eski Merovenjler toplumunda da bu uygulamaya başvurulmuştur. Başka yerlerde, iktidarın uygulanmasında birbirlerine adeta yapışmaya yönelen farklı işlevlerin kesinlikle ayrılmaya çalışıldığı görülmektedir. Afrika toplumlan, bütün bu açılardan da ilginç örnekler sunmaktadır. Örneğin tarihçi Jean Boulegue, yukan Senegal halklarının, XVII. yy’da, başlarında çok güçlü bir kimse görmekten korktuklan için, iktidarı yoksul bir insana emanet etmelerine dikkati çekiyor.
Binlerce yıllık bu karmaşık evrimde, bugün, iktidarın örgütlenmesindeki ve özerkliğindeki karmaşıklığın hangi anda devletten söz edilmesini sağladığı saptanmaya çalışılmaktadır. Machiavelli, devleti, gittikçe daha fazla iktidarı kapsamına almaya ve özümlemeye yönelen bir üst iktidar olarak tanımlar. Bu formül, XVII. yy’a ait bir Uolof atasözü olan «Bir kral, bir akraba değildir»in belirttiği gibi, monarşileşmeye ve iktidar ile halkın, köklü olarak birbirinden ayrılması sonucuna varır. Kökenleri ve formları, denetim altındaki toprakların yüzeyi ne olursa olsun, toplumlann genel evrimi, hemen her yerde iktidarın monarşileşmesine (yapılan işlem, ne gibi ideolojik bir bahaneyle gözden kaybettirilirse kaybettirilsin) yönelir gibi görünmektedir. Bu tür iktidann bir başka kaynağı ve bir başka haklı çıkarılması (meşrulaştınlması) keşfedilmedikçe, Georges Balandier’nin dediği gibi, aynı iktidar düzenin ve güvenliğin garantisi olarak kabul edilir ve dinsel içerikleri dolayısıyla saygıyla karşılanır ve eşitsizliği haklı çıkardığı ve sürdürdüğü için de eleştirilir. Ama bu eleştiri ve karşı çıkmanın nza görme karşısında ağır bastığı ve iktidarın yasaya uygunluğunun sorguya çekildiği bir an gelir. Eğer, değişikliği sağlayacak kurallar kesin olarak belirlenmemişse, bunalımı ancak kuvvet çözebilir.
Toplumlar, uzun süre, kendi içlerindeki çatışmalarda bir iktidarın hakemlik etmesine değer vermişlerdir. Hammurabi, Drakon, Solon, Likurgos, yasa koyucu ve yargılayıcı iktidarlar, bu uygarlaştırıcı rolün, kimi zaman çok zor olmasına rağmen, kendilerine verildiğini görmüşlerdir. Ve onların bu gücünün kabullenilmesi, iktidarları, kişisel ve zorbaca olmadıklan sürece, eleştirilerden ve karşı gelmelerden korumuştur. Dinsel olan ve aşırı bir durumda büyüsellik niteliği kazanan bir başka öğe de, iktidarların istikrarını sağlamıştır. Nitekim, XVII. yy’da Loango’ya giden bir gezgin, kralın sağlığının, ülkenin refahını, toprakların verimlililigini, başarılı ve gelişen bir ticareti, bol bol balık avlanmasını sağlayan bir durum olduğunu yazmıştır. Firavunun iktidarı da, Mısır halkının yaşamasını sürdürmesi için gerekli bir şefaatçinin iktidarından başka bir şey değildi ve firavun, ülkeyi bereketli kılması için Nil Nehri’ne emir veriyordu, gelecek hasatlar için tanrılara sunulması gerekenleri her yıl sağlıyordu; firavunun sağlık durumu, görkemli bir şölenle düzenli olarak kutlanıyordu.
Napolyon Bonaparl,
Mısır Seferi sırasında îs«~= askerî yetkilisine hiçig’,:r * ; askerî gücün elde eSg »s s -r; tuttuğu iktidann sımgss 2r
Le Petit Journal
smıîum nıısz*
LA DTK amite A Ta ;-=j
İnkâr edilen iktidar.
Fransa’daAuguste Vxrs~ Millet Meclisi’nde 9 ara”« öldürülmesi, anarşim ” s gösterilerinden birryc:
Mutlak iktidar, egemenliğin arkaik ve hatta en ilkel temalannı benimseyerek demokratik ilkelere ve modern kitlelerin beklentilerine kendini çok iyi uydurdu. «Halklann babası» olan Stalin, Moskova’dan Pekin’e kadar bir milyar insanı önce büyüledi, sonra dehşete düşürdü.
İktidar ve dinen meşrulaştınlması.
Batı’da, VII. yy’dan başlayarak hükümdarlann kutsanması, onlan dokunulmaz kişiler ve Kilise’nin savunuculan haline getiriyordu. Ama bu, ruhanî ve cismanîiktidar arasında birçok çatışmanın ortaya çıkmasını engelleyemedi.
İKTİDARIN DİNSEL BAKIMDAN MEŞRULAŞTIRILMASI
Yaşam kurallarının sadece Tanrı tarafından belirlenip buyrul-duğunu (Kitabı Mukaddes ve Kur’an) ileri süren tektanrıcı dinlerin tarih içinde ortaya çıkışı, iktidarın eski şemalarının hepsini altüst etti.
Latince «Kral» anlamına gelen rex, Roma cumhuriyetinde «zorba» anlamına geliyordu. Hıristiyanlığın başlangıç döneminde bu kelime, daha olumlu bir anlam kazandı. Horatius, «Doğru davranırsan kral olacaksın» diye yazıyordu. Hıristiyanlık da bu düşünceyi benimsedi. Dindarlık, adalet ve şefkatle yöneten krala iyi, böyle olmayana da tiran dedi. Kral, Tanrı’yla arasındaki yeni bir sözleşme biçimi dolayısıyla, artık yalnız Tanrı buyruğundan kaynaklanan yasaya uygun olması gereken .edimlerinden sorumlu değildi; aynı zamanda, sorumluluğunu yüklendiği bütün insanların edimlerinden de sorumluydu. Tan-rı’yla yapılmış sözleşmeye uyulmazsa, iktidarda bulunmanın dayandığı bir hak ve iktidarın hanedan içinde aktarılması söz konusu olamazdı.
İktidarda bulunan kişiler, toplumun, kendi ödevlerini yerine getirmesinin modelini yansıtan bir ayna gibiydiler. Ama insanlar, yaşamaları için gerekenden fazlasını elde etmeye çalışan, baştan çıkmaya ve haksız davranmaya yatkın olmaktan kurtulamayan varlıklar olmaya devam ediyorlardı ve halkın işleyebileceği hatalar, iktidarın hatalarından kaynaklanıyordu. Üç büyük dinin arasında önemli farklar olmasına rağmen, ne Davut’un, ne Süleyman’ın, ne Hıristiyan hükümdarlarının, ne de İslam halifelerinin, kuramsal olarak, bu tehdit altında yaşamaktan kurtulamadıklarını söyleyebiliriz.
Musevî dünyasında, Tapınak’ı kuran kralların şahsında belli bir süre toplanmış olan hükümranlık işlevi, zamanla, Mesih’in geleceğini bildiren peygamberlerin işlevine doğru kaydı. Hz. İsa’nın, geleceği önceden bildirilen Tanrı elçisi olduğunu kabul etmediği için İsrail, bitmeyen bir bekleyiş içinde kaldı ve IV. yy’dan itibaren Hıristiyanlık devlet dini olunca, daha önce darmadağın olan bir iktidar, yani hahamlann iktidarı, kralların eski iktidarının yerine geçti.
Hıristiyan dünyasında ise bambaşka bir evrim gerçekleşti. Hz. Isa’dan sonra hiç kimse, hem kral, hem rahip olamadı. Yasaları yapan bir kral ile yeraltı Hıristiyan Kiliseleri örgütünün az çok kolayca birlikte yaşama durumunun ilk dört yüzyıldaki belirsizliği, Constan-tinus ile sona erdi. Beş yüzyıl sonra, Roma başpiskoposunun monar-şik iktidarı, Kilise içinde pekişti. Bu piskopos, havari Petrus’un ardılı olarak herkesten daha üstün bir durumdaydı. Ama bu arada, kral da dahil olmak üzere tüm Hıristiyan halkın yaptıklarından Tanrı karşısında sorumlu olan din adamlan da, her türlü beşerî iktidara karşıt
olarak ön plana geçtiler. Ne var ki, bu durum, kralın kişisel i luğunu hiçbir şekilde hafifletmiyordu. XII. yy’da, Hıristiya netme iddiasında bulunan iki iktidar, yani imparatorlar ile { iktidarı arasında çatışma başladı. Kutsal kurum ile imparatc smdaki kavga yavaş yavaş, daha az gürültü koparan Kilise -arasındaki kavgaya dönüşerek yumuşadı.
Kralların iktidarı, çeşitlilik göstererek evrime uğrad krallar arasında, az çok somut bir biçimde XIX. yy’a k; müş olan bir Batı imparatorluğunun 800’de kurulması) nüşte bir hiyerarşi sağlandı. İmparator, manevî otorite; olarak, kralları, yerel iktidarla donatıyordu. Ne var ki i hiçbir zaman somut bir içerik kazanmamıştı. Ama Valeı nandes’in XVI. yy’da yazdıklarını okurken bu imparatc mını akıldan çıkarmamak gerekir. Fernandes «bütün bu tam anlamıyla baş eğdikleri imparatorun oturduğu Man bölgesi…» diyor. Biz bu tarihsel verinin izlerini zihnimi saklıyoruz ve «imparatorluk » ve «imparator» kelimeleri ğın yerel iktidarın ilke olarak kabul edilmiş tek bir iktidö örgütlenmiş olduğu geniş toprakları belirtmek için kulla Avrupalı olmayan toplumların tasvirinde düşülen hatak buradan kaynaklanıyor. Nitekim bu toplumlara feodalitı cük dağarcığını yaftalamaya çalışmak da aynı ölçüde ya
Hıristiyanlık, kralların iktidarını, iktidarın elde edilmı nelik eski kuvvet bağıntılarından kuramsal olarak kurta se’nin VII. yy’dan beri kralları kutsaması, onların şahsıj nulmazlık kazandırmaktadır ve kralın davranışlarım y; hakkına ancak Kilise sahiptir. Kısa Pepin’in ve iki oğlunu rak 751’de başlattıkları kutsallaştırma ayini, önce Fran: yük önem kazandı. Kutsama, kutsallaştırma ve verilmiş tün Batı’dan krallık iktidarlarının, şef ile halk arasında c ilişki kurulmasına yol açan sınırlı toprakların yönetilmes den dönülen dönemi, yani bizim feodaite dediğimiz ve sonra Bati’nın başına çöken askerî belaların işini kolaylaş nemi, büyük güçlüklerle karşılaşmadan geçirmelerini sa
: :r. bakıldığında, krallık iktidarının Fransa’daki tarihi bir ‘_2bdir; yani Fransa’da kral, «senyörlerin senyörü» olarak : •. dm adamlannca korunan «İsa’nın gölgesi» olarak da . • ‘-Lnstiyanlığın iktidara ilişkin bu görüşünde, hükümdar, : “i-atlere ve gruplara kendini kabul ettiren, şaşmaz ve -i.;, olanaksız bir hakemdir. Başka bir deyişle, Hıristiyan benimsemiş olan bir Solon’dur. Başkalarının zararına
– .-enseleri desteklerse veya yönetimi kendi keyfince sür-—sşrjiyetini kaybeder ve tiran haline gelir. Fransa’da XV.
öldürülmesini haklı çıkaran birçok şey yazılmıştır.
■ _ zenginlik ve özerklik elde etmeye, her tür karşı-iktidar-—..rraya ve kralın iradesi ile yasayı bir tutmaya yönelen : r:r zaman ortadan kalkmadı. Böylece, Fransız monarşisi, r_zır.etkân olan bir grubu (hukuk adamları ve daha sonra yavaş yavaş yaratarak eski sözleşmeyi bozdu. Rus-: _vjk Petro’dan başlayarak, toprak sahiplerinin eski sen-; .zerine karşıt olarak, hiyerarşisi ve terfi kurallan sağlam _—.zs belirlenmiş bir devlet kurumu yaratıldı; Çin’de, bilgiyi -elinde tutan kapalı bir mandarinler grubunun bulundu-■_ -i iktidarın halkla ilişkisinde bir aracı, ama aym zaman-.koruyan bir tür siper olan bu yönetici toplum zümresi ;haline gelmiştir ve bir kast olmaya yönelmektedir.
mutlakiyetçiliğinin aşırılıklarına karşı, XVII. yy’dan bu
■ bir felsefe akımı, beşerî bir kaynağa dayanan yasanın, olmak üzere bütün herkes için geçerli olduğu gerçeği :; sunmaktan geri kalmadı. Kralın Tanrı’yla manevî sözleş-sıra yönettiği insanlarla da toplumsal bir sözleşmesi . _fn sürüldü. Daha sonra «halk», iktidarın tek sahibi oldu-;r. sürdü, kralın kutsanmışlığını 1793’te hiçe saydı, tanrısal
– ;=yanan monarşiyi ortadan kaldırdı ve «anayasa» dediği-izsi sözleşmenin ayrıntılı kurallarım saptadı. Tanrı artık, ik-~ »inayetinin değil, bireysel davranışların yargılayıcısıydı.
– funyasında, Allah, «peygamberlerin sonuncusu»nun ar-
• hiçbirine doğrudan «vekillik» vermediği için ancak «ha-
rsvgamber’in toplum başındaki yerine geçebilirler. Dolayı-ı_relik, soyla geçmediği gibi mutlak da değildir ve tamamen eğretisine bağımlıdır. Ne var ki, Hz. Muhammed’in ölü-;” r.emen sonra, onun ailesine veya ilk iman edenler grubu-olmanın, iktidarı elinde tutan için bir güvence olduğu .rr.eye başlandı. Peygamber’in Medine’deki mezarına ve r.ısn gelenler»in mezarlarına gösterilen saygının atalara ta-_-_r. bütün eski formlarını hükümsüz kıldığı belirtilmiştir. Ba-_^_anndaki gibi biyolojik tevarüs söz konusu olmadığı için ;r:2r.an geniş bir tevarüs, kendini yavaş yavaş kabul ettirdi de sürmektedir. İslam, İran’da görülene benzer birkaç du-,-da. bir din adamları sınıfı ve donmuş bir dinsel hiyerarşi
– li. Bununla birlikte, güç durumlarda kendilerine başvuru-
– ve takdir bilginleri (şeyhülislam veya müftü), iktidar nezir, emli rol oynarlar ve dolayısıyla, hakemliğine başvurulan _frr. önemli bir toplumsal statüsü vardır. Kuran’ın evrensel
– – s alan İslam dünyasında bugün de, laik iktidar ile dinsel ik-
– unlarını ayırmak ve «din ile devletin ayrı olduğunu» ileri : – pk güç bir iştir.
ITİDAR VE YÖNETİM
.s™ iktidarın anayasaya bağlı olarak uygulandığı, eski çağ-. uğrudan ilişkilere dolaylı olarak aracılık eden bir yöneti–r=va çıktığı ve hükümetin, yönettiği insanların gündelik de-.den sıyrıldığı anda başladığı, genel olarak kabul edilen bir -_r Avrupa’da, hiç kimse, Batı’nın bu tür iktidarı çok erken £. konusunda kuşku duymaz ve dolayısıyla, iktidarların ve ;.- .leri evrimin incelenmesi, XIX. yy’dan bu yana, tarihçilerin
– ;-2rmda, devletin incelenmesine yönelmiştir.
z—iT* için, kaçınılmaz bir kötülük ve iktidarın sonuna ulaşıp ta-. ;rrası olan devlet, «bencilleri, herkesin iyiliği için çalışan bir ne baş eğdirme» zorunluğu dolayısıyla kendini haklı çıka-: ■ rsk kişilerin, şu veya bu ölçüde gönül nzasıyla, ortak çıka-_r.::ne varacaklan ve bu uğurda gerekli fedakârlıkları yapacak-_■ cumhuriyet idealidir bu. Siyaset adamlannın çoğu, devlette barışın diyetini ve eşitsizliklerin artmasına engel olan bir ; irmeye çalışmıştır. Bu görüş, kişileri koruması ve yaşatması : *.ir. Mısır ve Roma iktidarlarının oynadığı rolden esinlenmek-
– ijL de yargının bağımsızlığının güvenceye aldığı ve bazıları-
r:r «yargıçlar hükümetinin» ortaya çıkması olarak gördük-eleştirdikleri hakemlik işlevinden kaynaklanmaktadır.
: ;:e yöneltilen eleştiriler, çoğunlukla çıkarları çatışan grup-.• .aynaklandıklan için hem sayıca çoktur hem de farklı gö-
rüşleri savunurlar. Daha XVII. yy’da Hobbes, kitabının adını (Leviathan) Incil’den alarak, devleti kişilik dışı ve ürkütücü bir canavar olarak görüyordu ve bu görüş, şu modern formülde özetlenmişti: «Devlet bir emir ve itaat anlayışıdır, insanı eşya sayan bir dış bağıntıdır: Leviathan bir başçavuştur!» Devletin her şeye yeten gücü eleştirildi; güçsüz ve hareketsiz olan ve kendilerine yarım yamalak danışılan yönetilenler karşısında elinde her tür silahın bulunduğu söylendi. Devlet, kimi yerde lobilerin, kimi yerde askerî-sınaî kuruluşlar arasındaki üstü örtülü çatışmalann bir tiyatrosu olarak görüldü, iktidarlar karşısında yurttaşın acizliği, «bürokrasiye» hırsla saldırarak onun içyüzünü ortaya serme ve gerçek karşı-iktidar-ların ortada olmamasına esef etmek şeklinde dile geldi.
Eleştiriler, ekonomik alanda kanıtlarla desteklenerek daha iyi temellendirilmiştir. Rekabetin serbestçe işlemesini engelleyen kısıtlayıcı devlet aygıtına karşı liberaller, şu veya bu ölçüde radikal bir tutumla mutlak
Bununla birlikte, iktidarın kendini haklı saymasma, gücünü kötüye kullanmasına karşı verilen mücadeleye ilişkin sorgulamalar sona ermedi, ideolojik diktatörlüklerin herkesin iyiliği adına ne gibi dramlar yarattığını gören XX. «bırakınız yapsınlar»ı savundular. Bunun tam tersine, böyle bir denetimsiz ekonomik evrimin vereceği sonuçlardan korkan sosyalisder, kendi görüşlerini belirlediler. Onlara göre devlet, eğilimlere bağlı olarak çeşitli yollan izleyip sonunda ortadan kalkacak olan geçici bir kötülüktür. Saint-Simonculara göre yatırımcı devlet (daha sonralan buna, planlamacı devlet denecektir), siyasal biçimi ne olursa olsun, toplumun tümünü refaha yöneltecek, dolayısıyla en korkunç eşitsizlikleri ortadan kaldıracak ve uzun bir vadede, oynadığı rolü de gereksiz hale getirecektir. Proudhon’a göre, mal mülk sahiplerinin haksız zenginliklerinin somutlaşması olan devlet, bu haksızlık yüzünden ortadan kalkacaktır. Marksizm ise, XX. yy’ın son on yılında çökmeden önce, insanlığın bir bölümü için umut ışığı olan bir eleştiri ileri sürdü. Marksizme göre, tarihin her döneminde baskı altına alanların baskı altına alınanlara karşı bir araç olarak kullandıkları iktidar, hep var olagelmişti; ama. sınıf mücadelesi, baskı altındakilerin zaferiyle sonuçlanacak ve baskının kalkmasından ötürü hiçbir şeye yaramaz hale gelen devlet, kendiliğinden ortadan kalkacaktı. Ne var ki, bu kurama dayanılarak yapılan birçok deneyin kuramı doğrulamaktan uzak olduğu bilinmektedir.
yy, demokrasinin, iktidar uygulamaları bakımından en az tehlikeli yönetim şekli olduğunu kabul etti; ama demokrasi şeklî iddialar ile kamu yaşamının gerçekten göz önüne alınması arasında tam bir örtüşme sağlamakta güçlük çekmektedir. Ahlakî otorite ile aklî yönetimi birleştirecek ve insanlığın düşlediği bir yüce hakem niteliği taşıyacak bir dünya hükümeti fikri giderek yeşermektedir. Ama asıl güçlük, bunun bir düş olmasındadır. □
Dikkatleri kendi üzerlerine çeken diktatörler, kimi zaman halkın desteğini sağlarlar. Iktidan ele geçirmesinin otuz beşinci yıldönümü dolayısıyla Franco’ya destek vermek için 1974’te Madrid’de Oriente Meydanı’nda düzenlenen gösteri bunun bir örneğidir.
Uluslarüstü iktidar. 1993’te Birleşmiş Milletler’in Somali’ye gönderdiği PakistanlI asker.
AYRICA BAKINIZ
– İB.ANSLİ antropoloji
– IB.AHSLİ devlet
– İB.ANSLİ etnoloji
– ESE] siyaset
– IB.AN5U toplum