İLK BİLGİSAYAR NASILDI?
BİLGİSAYAR: Aim. Computer (m). Fr. Ordinateur (m). İng. Computer. Hesap ve bilgi işlem makinaları. Bilgisayarlar, söylenenleri yapan itâatkar hizmetçi gibidir. Halledilmesi gereken konu ile ilgili bilgi ve onun nasıl işlem göreceği bilgisayara iletildiğinde, bir çok insanın senelerce çalışması ile bitiremeyecekleri işi bir kaç sâniyede yapar.
Bilgisayarı, insanın üzerinde bir zekâya sâhipmiş gibi düşünmemek gerekir. Bilakis, bilgisayar bizzat insan zekâsının bir ürünüdür. Geliştirilmesi olduğu kadar, yerinde ve gerektiği şekilde kullanılması için de insana muhtaç bir âlettir. Tâbiri câizse, insana olan üstünlüğü; aynı işlemleri bıkmadan, dikkati dağılmadan, hassas olarak defâlarca ve hızlıca yapabilmesindedir. Bilgisayarın doğru çalışabilmesi; ancak ne yapacağının ve nasıl yapacağının kendisine yanlış yorumlanması imkânsız emirlerle bildirilmesiyle mümkündür. Uzay gemisi dünyâ etrafında dönerken, gemiyi kullananlar pilot değildir. Geminin her hareketi bilgisayar ile idâre edilmektedir. Bu gün işyerleri, işçilerin maaşlarını bilgisayarlara hazırlatmakta, meteoroloji hava tahminini bunlarla yapmaktadır. Gazete, mecmuâlar, bilgisayarla hazırlanmakta, çocuklar derslerine bunlarla çalışmakta, istihbârât bilgileri bilgisayarlarda muhâfaza edilmektedir.
Bilgisayarın tarihçesi: ABD’de tuşlu sistemle çalışan ilk elektronik bilgisayarın 1946 yılında Pennsylvania Üniversitesinde faâliyete geçmesi için birçok malzeme ve yüzlerce yıllık İlmî tecrübe gerekmişti. Kısaca, “ENIAC”adıyla tanınan Elektronik Sayı Bütünleme ve Hesap Makinasını o gün kimse ciddiye almamıştı. Makinanın çalışması çok uzun sürmüyordu. Çünkü devamlı şekilde lambaları kısa devre yapıyordu. Yanm milyon dolara mâlolan ENIAC, topçu atış cetvellerini hesaplamak için düşünülmüştü. Sâniyede 5000 çıkarma ve toplama işlemi yapabiliyordu. Günümüzde ise, herhangi bir “ev bilgisayarı” dahi bu muhteşem ENIAC’den daha çok iş görmektedir. Ama bu güne gelinmesi kolay olmadı. İnsanoğlu var olduğu günden îtibâren sayılar ile oynamaya başladı. Önceleri bu iş için taş parçaları kullanılıyordu.”Calculus” yâni hesap kelimesinin Lâtince taş kelimesinden türetildiği sanılıyor. Bundan 2500 yıl önce Çinliler hesap işlerinde ipler üzerinde kolayca hareket eden boncuk tâneleri ile zamandan kazanabildiklerini gördüler. “Çin işi” abaküs bugün bile kullanılmaktadır.
Fransız Blaise Pascal, 1642 senesinde vergi tahsildarı babasına, yardımcı olacağını düşündüğü bir makina geliştirdi. Küçük tekerlekler biraz çevrilince, toplama veya çıkarma işlemleri otomatik olarak yapılabiliyordu. Ancak geçimlerini saatler alan hesap işlerinden kazanan kâtipler Pascal’ın makinasını bir rakip olarak gördüler ve ona hiç iltifât etmediler.
Bir süre sonra Alman matematikçisi Gottfried Wilhelm Leibniz bu makineye çarpma ve bölme işlemlerini yapabilme yeteneğini kattı. Leibniz’e göre; “Değerli insanlar, tıpkı esirler gibi hesaplama işinde saatler kaybetmeye lâyık değillerdi.”
Söz konusu makineler yalnız dört işlemli aritmetik hesaplarında kullanılabiliyorlardı. Gerçek anlamda bilgisayarı, yâni matematik ve daha bir çok iş yapabilecek bir hesap makinasını ilk düşünen şahıs ise, 19. yüzyıl İngiliz matematikçisi Charles Babbage oldu. Lokomotiflerde kullanılan sür’at göstergesi ve güvenilebilir ilk istatistiklerin babası olarak tanınan Babbage, logaritmalar gibi uzun fonksiyon hesaplarını otomatik olarak yapabilecek bir makinayı îmâl etme faâliyetine girişti. Önce “Diferans makinası”nı yaptı. Bu makina, çeşitli çarklar ve dişlilerden meydana gelen karmaşık bir sistemdi. Babbage, bu basit modeli aşmak istiyordu. Bu defâ “Analitik makina” olarak adlandırdığı bir tasarının peşine düştü. Eski makinaya göre yenisi çok daha karmaşık bir biçimde işleyecekti. Ama bu yeni makinada günümüz hesap makinalarının bütün temel özelliklerini bulmak mümkündü. Babbage’nin “değirmen” diye adlandırdığı, bir mantıkî işlem merkezi “beyin”, çeşitli bilgileri muayyen prensiplere göre depolayabilecekti. Bilgileri muhâfaza için bir “hâfıza deposu”, kendisine verilen işlem emirlerini denetleme birimi ve ayrıca makinaya bilgi yüklenmesi veya ondan bilgi alınmasını sağlayan mekanizmalar bulunacaktı. Hepsinden önemlisi, istenirse makinanın bütün çalışma ilkeleri değiştirilebilirdi. “Analitik makina” programlanabilecekti. Babbage, makinası üzerinde yaklaşık 40 yıl çalıştı. Ama, “analitik makina” hiçbir zaman îmâl edilemedi. Bir futbol sâhası büyüklüğünde ve en az 6 buhar makinasıyla işleyebilecek bu âleti gerçekleştirmek için Babbage çok çalıştı. Hükümet yardımı kesince, dostlarından para buldu. Ama başaramadı. Buna karşılık anahtar prensiplerinden biri çevresinde alâka uyandırmıştı.
Babbage, makinasına bilgi girdisi için delikli kartlar kullanmanın faydalı olacağını düşünmüştü. Fransız dokuma tezgâhlarında renk ve desen ayrımlarında kullanılan kartlar gibi cebir modelleri de analitik makina tarafından örülebilirdi. ABD’de Herman Hollerith adında genç bir mühendis 1890 nüfus sayımı öncesi, delikli kart kullanılması fikrini benimsetmeye çalıştı. Kişi’erin yaş, cinsiyet, medenî durum, ırk gibi özellikleri kartlar üzerinde, belli bir kodlama usûlüyle delikler hâlinde belirtilebilir ve bu kartlardaki veriler, elektrikli okuyucularla hesaplanabilirdi. Büro makinalarında delikli kart kullanma, bu nüfus sayımının şaşırtıcı hesaplama kolaylığından sonra bir anda yaygınlaştı. Hollerith’in kurduğu küçük firmayı satın alan tanınmamış bir Amerikan şirketi, yaptığı makinalarda bu sisteme öncelik verdi. Günümüzde Dev IBM’nin çekirdeğini bu şirket teşkil ediyordu. Babbage’nin rüyâlarındaki gerçek bilgisayar ise, 1930’lara kadar gerçekleştirilemedi. Hitler Almanya’sında tanınmamış genç bir mühendis Konrad Zuse, atölye olarak kullandığı baba evinin oturma odasında basit bir bilgisayar îmâl etmeyi başardı. Çeşitli hizmetler verebilen bu bilgisayar, İkinci Dünyâ Savaşı sırasında Alman uçak sanâyii için hesap işlerinde de kullanıldı. ABD’de “Bell Telephone Şirketi”nin araştırma laboratuvarında görevli George Stibitz adında bir matematikçi de 1939’da benzer bir makina yaptı. Hattâ telefon hatları ile hesap işlemlerinin nasıl yapılabileceğini de gösterdi.
Uzaktan bilgi nakli ilk defâ gerçekleşiyordu. Savaş sonrasında İngiltere’de Alan Turing de “Colossus” adını verdiği bir bilgisayar, Alman askerî şifrelerini çözmeyi başardı. Amerikan, Alman ve İngiliz bilgisayarlarının hepsinin müşterek bir tarafı vardı. Bunlar günümüzde ikili sistemle kullanılan bilgisayar hesap makinalarının öncüleriydi. Babbage’nin meşhur makinası ise onar onar sayabiliyordu. Buna “onluk” sistem deniyordu. O’dan 9’a kadar 10 rakkam kullanma alışkanlığının, insanoğlunun el ve ayaklarında bulunan 10 parmakla hesaplamadan kaynaklandığı sanılıyor.
Bilgisayarlarda işlemler “mantıkî kapılar” denen “açık- kapalı” elektronik devrelerle yapılıyor. Makinaya verilen bilgiler elektrik akımlarıyla bu kapılardan geçiyor. Küçük bir “ev bilgisayarında bile bu tür kapılardan binlercesi vardır. Bunlar sâniyede bir milyon defâdan fazla açılıp kapanıyor. Bu açıp-kapanma bir elektronik devrede gerçekleşiyor. Şimdiki tuşlu hesap makinalarının ataları bu kadar hızlı çalışamıyorlardı. Elektromekanik devreler kullanılıyordu. Bu devreler eskinin Mors al- fâbesi ilkesine göre işliyordu IBM’nin ilk büyük bilgisayarı “Mark 1” tıpkı bir odada bulunan yün ören kadınlar gibi çalışıyordu. ABD’li fizikçi Jeremy Bernstein, o günleri şöyle anlatıyor: “Makina 5 sâniyede 23 rakamlı iki sayı hesaplıyordu. Bugün cep hesap makinaları aynı işlemin sonucunu vermek için bir sâniye bile bekletmiyorlar.”
ENIAC, elektromekanik nakil yerine, devre açıp kapamalarında radyo lambalarını kullandı. Bu yüzden hesap hızı çok artıyordu. Ama zorluklar henüz sona ermemişti. Farklı işlemler yapılabilmesi için ENIAC’ın tıpkı eski telefon santrallerinde olduğu gibi elle bir fişten bir başkasına geçirilmesi gerekiyordu. Bâzı durumlarda bu yeniden kurma işi günler alıyordu. Matematik bilgini John von Neumann, çözümü buldu. Makinaya verilen çalışma direktifleri de tıpkı yüklenen bilgiler gibi girdiler. İkilik sistemde yazılabilir ve önceden programlanabilirlerdi. Bunun için bir makara teyp veya klavye yeterdi. Bu kâbiliyete sâhip ilk bilgisayarı piyasaya süren Sperry Rand firması oldu. UNİVAC-1, 1951’de Amerikan Nüfus Bürosuna teslim edilirken, bu konuda geç kalmış olan diğer şirket yöneticileri ne yapacaklarını bilemiyorlardı. 1947’de Bell Telephone şirketi laboratuvarlarında çalışan üç uzman, küçücük ve o kadar da basit bir şey olan “transistörü” buldular. Bu direnç naklinin kısaltılmışı mânâsına gelen bir kelime olup, yarı geçirgen maddelerden oluşan sandviç yapısında bir buluştu. Germanium kristalleri bu sandviçin ana maddesiydi. Silikon daha sonraki yıllarda kullanılacaktı. Bu kristaller öyle yerleştirilmişlerdi ki,sandviçin bir yanından gelen en küçük elektrik akımı bir sonraki devredeki çok daha büyük bir akımı kontrol edebiliyordu. Açıp kapama düğmesi ve elektronların alçalıp yükselmesini denetlemek, böylece kolaylaşıyordu. Bunlar vakumlu radyo lambalarına nisbetle çok daha küçüktüler. Üstelik, hem daha hızlı hesap yapıyorlar, hem de daha az bozuluyorlardı. Az ısı verdiklerinden birbirleri üstüne yerleştirmek bir mes’ele olmuyordu. Çok ucuza mal olmaları da diğer faydalı bir yönüydü. Aradan geçen bir kaç yılda, Bell uzmanları tamâmen transistörlü bir bilgisayar yapmayı başardılar. Şirketin sâhibi Ma Bell, antitröst kânunundan çekindiği için buluş hakkını, isteyene 25.000 dolar karşılığı satmaya başlayınca, buluşun üç mîmârından biri olan Shockley, memleketi Kaliforniya’ya hemen geri döndü ve kendi işini kurdu. Polo Alto şehrinde bugün Silikon Vâdisi olarak tanınan bu bölge, bilgisayar endüstrisinin can damarlarından biri olacaktı. Dallas’ta, petrol kuyuları için delme makinaları yapan genç bir müteşebbis, sâhibi olduğu Texas Instruments firmasını genişletmek istiyordu. Schockley’in Bell’de- ki eski çalışma arkadaşı Gordon Teal’i işe aldı. Ürettikleri bilgisayarların en büyük müşterisi Pentagon’du. Amerikan Savunma Bakanlığı, füzeleri güdümlemek için transistörlü cihazların büyük hesaplama kolaylığı sağladığının şuurundaydı.
Transistörle yapılmış ilk bilgisayarlar bir bakıma eski radyoları andırıyorlardı. İçlerindeki her parça birbirine lehimle bağlanmıştı. Elektronik eşyâ yapımcıları çok geçmeden bu bağlantıların bir tablo üzerinde otomatik olarak “basılabileceğini” düşündüler. Elle yazılmasına da lüzum yoktu. 1950’ler sonunda Texas Instruments firmasından Robert Noyce, aynı anda aynı şeyi düşündü. Tek bir silikon parçası üzerine, istenildiği miktarda transistörün aralarındaki bağlantılarla birlikte, doğrudan kalıp hâlinde resmi çıkarılabildi. Bu tür “entegre devreler” bir bilgisayarın parçalarından birinin bütünü, meselâ mantıkî devre veya hâfıza kaydedicisini içine alacaktı. Bir silikon dilimi üzerine yüzbinlerce transistor kalıbı çıkarmak mümkündü. “Microchip”lere her gün artan sayıda devreler ekleniyordu. Ama henüz bütün güçlükler yenilmemişti. Silikon üzerine yerleştirilen devreler esnek değillerdi. Hangi işi yerine getirebilmek için kalıplaşmışlar ise bir tek o işi yapıyorlardı. Uzmanların deyimi ile “sert bir bağlantı” söz konusuydu. 1971 yılında ise İntel şirketi “Mikro-işleyici”yi geliştirdi. Ted Hoff’un bu buluşu, merkezî bilgi değerlendirme birimini bir tek silikon diliminde toplamayı başarıyordu. Mikro-işleyici sâyesinde, bir tek dilim istenildiği kadar görevi yerine getirmesi için programlanabiliyordu. Bu, bir saati işletmekten bir fezâ gemisini idâreye kadar gidiyor. Bürolarda kullanılan ve “ev bilgisayarı” olarak tanınan küçük bilgisayarların esas prensibini bu buluş teşkil etti. 1975 yılında yeni bilgisayarlar piyasaya sürüldü. Çok geçmeden de piyasadan kayboldu. Ama yerini alacak o kadar da yeni bilgisayar vardı. Hayal gücü geniş, genç ve dinamik ekipler boş durmuyorlardı. Hâlen de boş durmuyorlar. Bilgisayarı dev adımlarla ilerletmeye devâm ediyorlar.
Bilgisayarların kısımları: Mikro bilgisayarlar ilk bakışta bir daktilo tuşları ve bir televizyon ekranı olan basit bir âlettir. Bu âlete çeşitli yardımcı cihazlar bağlanabilir. Mikro bilgisayarlara disk hâfıza, yazıcı, grafik çizici gibi daha bir çok âletler bağlanabilir. Bütün bunlar bilgisayarın “sert kısımlarını” (hardware) teşkil eder.
Programlar: Bilgisayara hayat verebilmek için ona tam bilgi aktarmak gerekir. Belli bir işin yapılmasını târif eden her ifâdeye program denir. Bütün programların toplamına da bilgisayarın “yumuşak kısımları” (software) denir.
Bilgisayar mantığı: Bilgisayarın nasıl çalıştığını öğrenmek için onun bilgileri nasıl kullandığını anlamak gerekir. Harfler ve rakkamlar bilgisayarda kodlar şeklinde ifâde edildikten sonra kullanılır. Bilgisayarlarda kodlar elektrik olarak voltajın olup olmaması ile ifâde edilir. Voltaj var, lamba yanıyorsa 1; voltaj yok, lamba yanmıyorsa 0 kodlarını alır. İki durumlu olan bu kodlamaya “ikilik sistem” denir. Bilgisayara tuşlardan verilen her bilgi 1 ve 0 kodlarına çevrilir. Her 0 ve 1, bit olarak; sekiz bitlik grup ise, byte olarak târif edilir. Bilgisayar, işlemlerini ikilik sayı sistemi ile yapar. İşlemler çok sâde ve basit olmakla berâber çok hızlıdır.
Mantık: Bilgisayarlar sâdece sayıları saymakla kalmayıp karar da verebilirler. Bu kararlar,Boolean cebiri denilen mantık kaidelerine göredir. Çeşitli şartlara göre bilgisayar “EVET”, “HAYIR”, “VE”, “VEYA”, “DEĞİL” gibi kararlar alabilir. Meselâ; evi taşımak için bir kamyon VE bir şoföre ihtiyaç vardır. Bu kamyon bir dar köprüden geçmek zorundaysa kamyon geniş VEYA yüksekse köprüye çarpar. Taşınacak ev boş DEĞİL ise taşıma işlemi gecikecektir. Burada VE, VEYA, DEĞİL kararlan verilmiştir.
Bilgisayarların çalışması: Bilgisayarlar dört ana kısımdan meydana gelmiştir: Hâfıza, giriş, çıkış ve merkezî işlem birimi. CPU işlemleri sırası ile yapar, toplar, çıkarır, mukâyese eder. Toplama, çıkarma gibi işlemleri yaptıran programlar önceden CPU’ya öğretilmiştir. Bilgisayara girişten iki sayı yazmak yeterli olmaktadır. CPU’nun saat, program sayıcı, bilgi târif edici aritmetik ve mantık kısmı gibi bölümleri vardır.
CPU: Bilgisayarın kalbidir. İcrâ edilecek komutlar sıra ile CPU’ya getirilir. Komutun muhte- vâsı ve bilgisayarın o anki durumu gözönüne alınarak, komut icrâ edilir. Her türlü aritmetik ve mantıkî işlemler CPU’nun bir parçası olan ALU’da yapılır. İşlemlerin sonucu “akümülatör” denen özel hâfıza hücresine geçici olarak alınır, gitmesi gereken yere buradan ulaştırılır. Program sayıcı, sıradaki komutun hâfızadaki yerini tutar. Saat ise, CPUnun elektronik çalışması için gereken titreşimleri sağlar. Bu titreşimlerin sıklığı bilgisayarın hızını belirleyen temel unsurdur. Bilgisayarın kullanabileceği bilgilerin bulunduğu bütün birimler hâfızaya dâhildir.
Ana hâfıza: Çok sayıda hâfıza hücresinden müteşekkildir. Her hücrenin bir “adres”i vardır. Burada, bilgi, elektrîkî olarak saklanır. Elektrik kesildiğinde ana hâfızanın muhtevâsı kaybolur.
Yardımcı hâfıza: Bilginin ana hâfızaya nispeten daha uzun müddet saklanması düşünülerek depolandığı birimlerdir. Umûmiyetle manyetik mekanizmalara dayanırlar. Ana hâfızadan mâliyet olarak ucuz, hız olarak yavaştırlar. Esnek ve sâ- bit diskler, manyetik şeritler en yaygın yardımcı hâfıza çeşitleridir.
Giriş cihazları: İnsana hitâbeden giriş cihazlarının en yaygını klavyedir. Bilgisayara aktarılması gereken bilgi, buradan harf, rakam ve özel işâretlere karşılık gelen tuşlar vâsıtasıyla girilebilir. Görünüşü dolayısıyla “fâre” tâbir olunan giriş cihazı da oldukça yaygın olarak kullanılır. Diğer giriş cihazları arasında, ışık kalemleri, tabletler ses çözücüler vs. sayılabilir.
Bilgisayar çıkış cihazları: Çıkış cihazları giriş cihazları gibi yine insana hitâb eder. Bilgisayar lisanı çıkışta tekrar değişir. Mikro bilgisayarlarda çıkış olarak normal televizyon ekranı kullanılır. Daha hassas görüntü için özel ekranlar yapılır.
Bunlara kısaca VDU denir. Çıkışlar kayıt olarak alınmak istenirse yazıcılar kullanılır. Yazıcılardan en çok kullanılanı noktalı yazıcıdır. Muhtelif ince teller kâğıt üzerine mürekkeple noktalar hâlinde harf veya sayıyı yazar. Elektrik kıvılcımlı yazıcılar kağıdı nokta nokta yakarak yazarlar. Çok sessiz çalışırlar. Döner tekerlekli yazıcılar daha değişiktir. Tekerlek üzerinde harf, sayı ve noktalamalar mevcuttur. Basılacak olan karakter döner tekerlekte çekiç hizâsına gelince çekiç tekere vurarak kâğıda iz yaptırır. Diğer yazıcılara nazaran yavaştır. Bilgisayar programlanması: Bilgisayar yalnız 0 ve l ’lerden meydana gelen makina lisanı kullanır. Bu lisan insan programcılarına zor gelir. Bu bakımdan özel bilgisayar lisanları geliştirilmiştir. Almanca, İngilizce lisanından daha basit olan bu lisanlara örnek olarak Basic, Pascal, APL, Cobol ve Fortran gösterilebilir. Programcı bu lisanlardan biri ile programı bilgisayara yazdırır yazdırmaz bilgisayar kendisi derleyici vâsıtasıyla bu programı makina lisanına çevirir.
Bilgisayarın kullanıldığı alanlar: Bilgisayarlar beş ana alanda kullanılırlar: Bilgi işlem olarak toplanan bilgilerin değerlendirilmesi ve karara varılmasında. Hesap edici olarak problem çözümünde. Baskı işlem olarak, bilhassa gazete ve dergi gibi sür’atle basılması gereken basın işlerinde, hâfıza olarak bilgi saklamakta. Kontrol olarak da diğer cihazların çalıştırılıp durdurulması, idâre edilmesi gibi işlerde kullanılır. Günümüzde bilgisayar (computer) konusunda pekçok İngilizce terim, Türkçe karşılığı olmaksızın kullanılmaktadır. Aşağıda çok yaygın olanları verilmiştir.
Access: Bir bilgiye ulaşılabilmesi veya bilgisayar veya programın kullanılabilmesi.
Address: Bilgisayarın hâfızasındaki bilgi parçasının yerinin târifi.
Assembly Language: Makinanın kullanımına dönük programlama dili. Her CPU’nun kendine has makina dili vardır.
Basic (Beginner’s All-purpose Symbolic Instruction Code): Küçük ve kişisel bilgisayarlarda yaygın olarak kullanılan programlama dili. Binary: 0 ve 1 rakamlarının kullanıldığı ikilik sistem.
Buffer: Bilginin geçici olarak yerleştirildiği yer.
Bug: Programda veya birimlerin elektrik sistemlerinde meydana gelen hatâ. Debugging ise bu hatânın düzeltilmesi. Byte: İkilik sistemde sekizlik bir sıra. Her bir byte bir harf, rakam veya sembole karşı gelir. Bilgisayarların kapasiteleri genellikle byte ile ölçülmektedir.
Compiler: Yazılan programlama dillerindeki işlemi, makina diline dönüştüren program. CPU (Central Processing Unit): Kullanan tarafından sisteme verilen komutları işleyen birim.
Chip: Kodlanmış sinyal ihtivâ eden entegre devreye verilen isim.
Cursor: Ekranda üzerinde çalışılan yeri gösteren işâret.
Database: Büyük miktarda ve düzenli bir şekilde yerleştirilmiş bilgiler topluluğu.
Density: Bir diskin bir yüzünün bir kısmına yerleştirilebilecek bilgi miktarı.
Disk: Bilginin yerleştirildiği dönen plak.
Disk Drive: Diske bilgiyi yerleştiren ve buradan bilgiyi geri okuyabilen düzen.
DOS (Disk Operating System): Disk ve onunla ilgili işlemleri yapabilmek için kullanılan programlar topluluğu.
Error message: Kullananın yanlış yaptığını haber veren bilgi.
File: Belirli bir isime sâhip bilgiler topluluğu.
Floppy disk: Bilgileri depolamak için kullanılan ucuz küçük disk. Format: Bilginin depo edilme düzeni.
Graphics: Bilgisayar programlarındaki resim ve şekiller.
Hardware: Bilgisayarın fizikî kısımlarının bütünü.
Hexadecimal: 16’lık sayı sistemi. Mâlumat dili programları genellikle bu dille yazılır.
Interface: Bir sistemin başka bir sisteme bağlanması.
Menü: Ekranda kullanıcının seçimine hazır seçenekler.
Memory: Hâfıza.
Modem: Telefon veya doğrudan hat kullanılarak bilginin bir sistemden diğer sisteme geçişini sağlayan birim. Monitör: Bilgisayardan gelen bilgilerin gözüktüğü ekran.
Printer: Sonuçları kağıda basılı veren birim.
Program: Bilgisayara belirli bir işlemi yapması için verilen kodlu emirler. RAM (Random Access Memory): İhtivâ ettiği (içine aldığı) konuları, kullanıcı tarafından değiştirilebilen hâfıza bölümü.
ROM (Read Only Memory): İçine aldığı konuların kullanıcı tarafından değiştirilemeyen hâfıza bölümü.
Software: Programlar, emirler, işlemler olarak târif edilebilecek bilgisayarın fizikî kısmının dışındaki kısım. Terminal: Ana bilgisayardan ayrı bulunan ama ona erişebilen çalışma birimi.
User Friendliness: Bilgisayarın kolay kullanılabilme özelliği.
Word Processor: Elektronik yazma, işleme ve düzeltme işlerinde kullanılan metin işleme program veya sistem.