wiki

İMÂM-I EBO YÛSUF (r.a.)>

İmâm-ı a’
zamın talebelerinin en başta gelenlerinden,
H anefî mezhebinde yetişm iş
müctehidlerin en büyüğüdür. Asıl adı, Ya’
kub bin İbrâhim’dir. Ebû Yûsuf künyesidir.
113 <m. 731) senesinde Kûfe’de doğdu.
182 (m. 798)’de Bağdat’ta vefât etti. îmâm-ı
Ebû Yûsuf un soyu Eshâb-ı kirâmdan Sa’d
bin Hâtem el-Ensâri’ye dayanır. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) hazret-i Sa’d bin
Hâtem’e hayır duâ etmiştir. Küçük yaşta
iken Uhud Savaşı’na katılmak için Peygamber
efendimizden izin istedi. Peygamber
efendimiz başım okşayıp, “Küçüktür,
gazdya gidem ez” buyurdu. Sa’d bin
Hâtem Kûfe’ye yerleşip orada vefât etti. #
Ebû Yûsuf önceleri bir müddet Ebû
İshak Şeybânî, Süleymân TemîmS, Yahyâ •
bin Saîd el-Ensârî, Süleymân bin Mihran
el-A’meş, Hişam bin Urve gibi büyük fakih
ve muhaddislerin derslerine devam etti.
Muhammed bin Abdurrahman bin Ebî
Leylâ’nın derslerine de devam ettiği sırada,
bu zâtın ba’zı müşkil mes’elelerde îmâm-ı
a’zama müracaat ettiğini ve onun talebelerinin
ilimde daha üstün yetişmekte olduğunu
görünce İmâm-ı a’zâmın büyüklü­
ğünü anlayıp, ona talebe oldu. Yetim olup
fakir bir âilenin çocuğu olmasına rağmen,
İmâm-ı a’zamın derslerine büyük bir gayretle
devam etti. İmâm-ı a’zam, onun keskin
zekâsını görüp derslere sürekli devam
etmesi için fakir olan âilesinin geçimim de
kendi üzerine aldı. Ailesini rahatlıkla
geçindirip ilme yönelmesi için ona devamlı
yardımda bulundu.
Yahyâ bin Harme, Ebû Yûsuf un şöyle
dediğim nakleder
“Ben hadîs-i şerif ve fıkıh ilmini öğrenmek
isterdim. Çok fakir olup hiç param
yoktu. Babam da vefât etmişti. Bir gün ben
İmâm-ı a’zamın yanında iken, annem çıktı
geldi ve: “Ey oğlum, sen onunla bir değilsin,
onun ekmeği pişmiş, yemeği hazırdır,
ama sen yiyecek şeylere muhtaçsın” dedi.
Ben de annem için çalışmağı, anneme hizmet
etmeği seçip ilim öğrenmekten vaz geç­
meği düşündüm ve buna karar verdim.
Birgün hocam İmâm-ı a’zam talebesi arasında
beni göremeyince çağırtdı ve “Seni
bizden ayıran sebep nedir?” buyurdu. Ben
de “Geçim sıkıntısı” efendim dedim. Meclis
dağılıp yanındakiler gidince, bana ihtiyâcım
olan bir çok şeyi ihsân etti. Verdiği
şeyler arasında epey bir miktar gümüş
paralar da vardı. Sonra buyurdu ki, “Bunları
harca bitince bana bildir, fakat ders
halkamızdan ayrılma”. Verdiği para bittiği
gün, daha kendisine durumu arzetmeden
tekrar verirdi. Her zaman devam eden
bu hâlini görerek, benim paramın bittiğini
ona Allahü teâlâ bildiriyor, kerâmetiyle
anlıyor diye düşündüm. Hocamın bu ihsân
ve ikrâmına kavuşmak sebebiyle huzû-
runda ilimden de maksadıma kavuştum.
Allahü teâlâ ona en iyi mükâfat, mağfiret
ve karşılıklar versin”.
Şuca’ Muhammed, Ebû Yûsuf un şöyle
dediğini nakleder: “Babam öldüğü zaman
cenâzesinde bulunamadım. Akrabâ ve
komşularımın cenâze ve defn işleriyle
uğraşmalarım temin ettim. Zîrâ îmâm-ı a’
zamın bir dersinde bulunamayacaktım.
Eğer o dersi kaçırsaydım. Ondaki fâideli
bilgilere kavuşamamamın hasreti ölünceye
kadar devam ederdi.” Ve yine demiş­
tir ki, “Ferâiz (mirâs) ve hayza ait
(kâdınlara mahsus) bilgileri İmâm-ı a’
zamın bir meclisinde, nahiv ilmini de âlim
Jbir kimsenin huzûrunda bir defada
öğrendim.Birgtin Îmâm-ı Ebû Yûsuf hazretleri
çok hasta oldu. Birisi gelip îmâm-ı a’zama
Ebû Yûsuf un öldüğünü söyledi. Imâm-ı a’
zam “O ölmedi” buyurdu, ölmediğini nereden
bildiniz dediklerinde: “îlmeçok hizmet
etti, meyvalannı toplamadan ölmez”
buyurdu. Hakikaten ölüm haberinin doğru
olmadığı anlaşıldı. îlmi, üstünlüğü ve talebeleri
her tarafa yayılıp, meyvalanm
aldıktan sonra vefât etti. Imâm-ı a’zam
hazretleri bir defasında “Bu genç hayatta
iken ona muhalefet eden bulunmaz”
buyurdu. Ebû Yûsuf; Ebû Hanîfe’den,
Ishak Şeybânî’den, Hişam bin Urve’den,
Abdullah bin Amr-ı ömerî’den, Hanzala
bin Ebû Süfyân’dan, Atâ bin Sa’ib’den,
Muhammed bin Ishak bin Beşâr’den, Haccâc
bin Ertat’den, Hasen bin Dinar’dan,
Leys bin Sa’d’den, Ebû Eyyûb bin Utbe’
den ve daha birçok âlimlerden hadîs-i şerif
dinledi ve öğrendi. Bir hadis dersinde elli,
altmış hadîs ezberler, dersten çıkınca bunları
yazdırırdı. Muhammed bin Hasen Şeybânî,
Amr bin Muhammed-i Nâkıd,
Ahmed Ibni Münî, Ali Ibni Mûsâ-i Tûsî,
Abdüs bin Bişr, Hasen bin Şebib ve daha
birçok âlimler de Ebû Yûsuf dan hadîs-i
şerif rivâyet etmişlerdir.
Ebû Yûsuf Imâm-ı a’zamın derslerine
onaltı yıl devam edip, ilimde yüksek dereceye
ulaştı ve müctehid oldu. Imâm-ı
a’zamın fikhını ve mezhebini yayan talebelerinin
başında Ebû Yûsuf gelir. Bu
hususta ilk kitap yazan da odur.
Talha bin Muhammed bin Ca’fer der ki:
Ebû Yûsuf, Imâm-ı a’zam hazretlerinin
talebeleri arasında en yükseğidir. Imâm-ı
a’zam hazretlerinin ilmini bütün yeryü­
züne yayan odur.
Fıkıh âlimleri yedi tabakadır. En yüksek
derecesi (dinde müctehid) olanlardır.
Bunlara mutlak müctehid denir. Dört mezheb
imâmı bunlardandır, ikinci tabakada
olanlar ise, (mezhebde müctehid) olanlardır.
Imâm-ı Ebû Yûsuf bunlardandır. Bu
tabakada olanlar bulundukları mezhebin
usûl ve kâidelerine uyarak, delillerden
ahkâm çıkarırlar. Çıkardıkları hükümler
mezhep imâmınm hükmüne uymayabilir.
Bunlar ictihad derecesine yükseldikleri
için kendi çıkardıkları hükümlere uymaları
şarttır.
Ebû Yûsuf, hakkında nass bulunmayan
bir mes’eleyi hükme bağlarken önce
hocası Imâm-ı a’zamın ictihâdına bakar,
bulursa ona göre hüküm verirdi, bulamazsa
kıyas ve kendi re’yi ile hareket
ederdi. Bu hususta da hocasının koyduğu
usûl ve kâidelere bakarak mes’eleyi hükme
bağlardı.
Tefsir, fıkıh ilimlerinde yüksek dereceye
sahip ve üçyüzbin hadîs-i şerifi ezberfe
bilen Ebû Yûsuf (r.a.), hocası Imâm-ı a’
zamın vefâtından sonra onun ba’zı talebelerine
ders vererek onları ilimde
yetiştirmiştir. Aynca Imâm-ı a’zamın fıkhını
ya’nî Hanefi mezhebini nakletmiş ve
bu hususta kitaplar yazmıştır. Ebû Yûsuf
un muasırlarına göre üstünlüğünü gören
Abbâsî halifesi Mehdi onu kadılığa ta’yin
etti. Abbâsî halifelerinden Hadî ve Hârun
Reşîd zamanlarında da kadılık yaptı, ilk
defa “Kâd-ül kudâd” ünvâmnı alan Ebû
Yûsuf (r.a.), Hârun Reşîd zamanında
bütün kazâ (hâkimlik) işlerinde, hüküm
verdiği için “el-Kâd-ül-Kudâd-üd dünyâ”
ünvâm ile anılmıştır. Onaltı yıl kadılık
yaptı ve bu vazifesi sırasında da halkın
suâllerine fetvâ verip müşküllerini hallederdi.
Hanefi mezhebinde fetvâ verilirken
İmâm-ı a’zamın sözüne uygun olarak
fetvâ verilir. Aramlan husus onun sözlerinde
açıkça bulunmazsa Imâm-ı Ebû
Yûsuf un sözü alınır ve bu hususdaki usûl
tâkip edilerek fetvâ verilir. Ebû Yûsuf un
yazdığı kitapları ve bunlardaki mes’
eleleri, Imâm-ı Muhammed Şeybânî, Ebû
Ya’lâ, Muallâ bin Mansur er-Râzî ve kendi
oğlu Yûsuf ve diğer âlimler nakletmiştir.
Adamın biri; “Eğer Allahü teâlâ bana
bir erkek evlât ihsân ederse, dört kanş boynuzlu
bir koç kurban edeceğim” diye bir
adakta bulundu.
Günün birinde bu adamın bir oğlu oldu.
Ve adağım yerine getirmek için dört kanş
boynuzlu koç arattı, fakat bulamadı. Sağa
sola, civar memleketlere adamlar gönderdiyse
de istenen vasıfta koç bulmak mümkün
değildi. Adam zamamn din âlimlerine
mürâcaat etti. Durumu anlattı. Fakat çâre
bulamadılar. Adamı bir telâş aldı. Dostlanndan
birisi ona, Ebû Yûsuf hazretlerine
gidip derdini anlatırsa bir çâre bulabileceğini
söyledi. Adam Ebû Yûsuf hazretlerine
gidip durumu anlattı. Derdine çâre bulmasını
ricâ etti. Bu adam zengin fakat cimri
biri idi. Bunu bilen hazret-i İmâm:
“Ben buna bir çâre bulurum. Fakat bir
şartla”, dedi. Adam Ebû Yûsuf hazretlerinin
ellerine sanldı:
“Söyle şartın nedir?” dedi.
Ebû Yûsuf:
“Sen zengin bir adamsın. Memleketin
fakir çocuklan için dört mektep, bunlann
masrafim karşılamak için yamna dört de
dükkân yaptınrsan müşkülün hallolur”
dedi.
Adam kabûl, dedi. Fakat bu inşaat bir
hayli uzun sürer. Ben inşaatın bitmesini
bekliyemiyeceğim. Sabnm tükendi, adağımı
hemen yerine getirmek istiyorum.
Ebû Yûsuf hazretleri:
“Pekiyi o halde keşfettirelim. İnşaat
için ne kadar para sarfolunacaksa o kadar
parayı devlet hâzinesine teslim edersin.
Ben de fetvâyı veririm” dedi. İnşaata gidecek
para bilirkişiye keşfettirildi. Bu kadar
ftarayı dçvlet hâzinesine yatırdı. EbûYûsuf hazretleri talebelerinden birini
gönderdi:
“Bana uzun boynuzlu bir koç bulup
getir!”
Talebe uzun boynuzlu bir koç bulup,
getirdi. Ebû Yûsuf beş yaşında bir çocuk
çağırdı. Çocuğa koçun boynuzlarını kanş-
lattirdı. Dört karış geldi. Ebû Yûsuf hazretleri
buyurdu ki:
“İşte senin adadığın koç bu, bunu kurban
eder, adağını yerine getirirsin. Zîrâ
sen sadece dört kanş boynuzlu koç adadın.
Ve kanşın büyük veya küçük olduğu hususunda
bir şey belirtmedin. Ben de bu
hususa istinâden fetvâyı verdim.”
Herkes, hazret-i imâmın üstün zekâ­
sına hayran kaldı.
Imâm-ı Ebû Yûsuf un (r.a.) menkıbelerinden
ba’zılan şunlardır:
Hocası Imâm-ı a’zamın derslerine yeni
başladığı sırada birgün annesi gelip, hocasına;
hoca efendi sizin geçiminiz yerinde,
fakat biz muhtâcız, çocuğun geçimimizi
temin etmesi için ücretle çalışması gerekiyor,
demişti. îmâm-ı a’zam da (r.a.), bu
çocuk burada tereyağı, fiştik, bâdem
ezmesi yemesini öğreniyor buyurup, her
gün kazanacağı parayı fazlasıyla ona vermiştir.
İmâm-ı Yûsuf ilimde yetişip büyük
bir âlim olduktan sonra ona kadılık vazifesi
verilmişti. Bu vazifesi sırasında bir
gün halife Hârun Reşîd onu yemeğe da’vet
etmişti. Sofraya tereyağı, fıstık, badem
ezmesi getirdiklerinde; Hârun Reşîd, bunlardan
ye, her zaman böyle yiyecekler
ikrâm etmezler demişti. Bu durum karşı­
sında, hocasının yıllar önce annesine söylediği
sözleri h atırlayıp hocasının
kerâmetini anlayarak tebessüm etti.
Harûn Reşîd niçin güldün deyince, hâdiseyi
anlattı. Hocası Imâm-ı a’zama rahmetle
duâ ettiler.
Zamamn hükümdân hanımına bir
münâkaşa sonucunda: “Bu geceyi benim
hüküm sürdüğüm topraklarda geçirirsen
seni boşayacağım” dedi.
Fakat sonradan sinirlilik hâli geçince
bundan vazgeçti. Çok sevdiği hanımından
aynlmak istemiyordu. Zamanın âlimlerine
bunu sordu, bir çâre bulunmasını
istedi. Fakat işin içinden çıkamadılar.
Başka bir devletin sınırlan içinde geceyi
geçirmesi de mümkün değildi. Dediler ki,
filân yerde Imâm-ı a’zam hazretlerinin
genç bir talebesi var. Senin mes’eleni
ancak o halleder.
Hemen, Ebû Yûsuf hazretlerini da’vet
etti. Hâdiseyi ona anlattı. Hazret-i imâm
buyurdu ki:
“Hanımınız bu geceyi mescidde geçirsin.
Çünkü, mescidde kimsenin sâhipliği
ve mâlikliği yoktur. Nitekim Allahü teâlâ
Bunun üzerine, hükümdar hazret-i
Imâm’m zekâsına ve ilmine hayran kaldı,
onu temyiz reisliğine ta’yin etti.
Bir gün adamın biri Imâm-ı Ebû Yûsuf
hazretlerine suâl sordu. “Bilmiyorum”
cevâbım alınca sinirlendi.
“Nasıl olur da bilmezsiniz. Hâzineden
şu kadar para alırsınız” dedi. İmâm-ı Ebû
Yûsuf hazretleri sakince cevap verdi:
“Kardeşim, bize bildiğimiz kadar para
veriyorlar. Yok, eğer bilmediklerimize göre
para alsaydık, hazine yetmezdi.”
Imâm-ı Ebû Yûsuf, Imâm-ı a’zam hazretlerine
anne ve babasından önce duâ
ederdi.lmâm-ı a’zam hazretleri de hocası
Hammâd’a anne ve babasından önce duâ
ederdi.
Imâm-ı Ebû Yûsuf bir defasında hacda
hastalandı. Hastalığı ağırlaştı. Zayıf ve
dermansız idi. Fakat hiç durmadan sorulan
suâllere cevap veriyordu. “Hastasınız,
yorulmayınız yoksa hastalığınız artar”
dendiğinde, buyurdu ki: “Fâideli ilim okutmak,
hastalığın şiddetini hissettirmez.”
Eserleri:
1- Fıkıh ve usûle dâir eserleri şunlardır:
Kitâb-us Salât, Kitâb’uz-Zekât, Kitâb’
us Siyam, Kitâb’ül Ferâiz, Kitâb-ül buyu’,
Kitâb-ul hudûd, Kitâb-ul vekâle, Kitâb’ul
vesâyâ, Kitâb’ul sayd ve’z-zebâyıh, Kitâbul
gasb ve îstibra, Kitâb-ül ihtilâf-ul
emsâr.
2- Kitâb-ul haraç: Halife Hârun Reşîd’
in isteği üzerine yazdığı bu kitapda: Devletin
mâlî kaynaklannı, devletin gelir
yollannı geniş bir şekilde anlatmaktadır.
Bu hususta Kur’ân-ı kerîme, Peygamberimizden
(s.a.v.) rivâyet olunanlara ve
Sahâbe fetvâlanna dayanmaktadır. Bu
eser Fransızcaya, İngilizceye ve başka dillere
de tercüme edilmiştir. er-Ritâc adlı
şerhi Bağdat’da 1980 yılında yayınlanmıştır.
3- Kitâb-ul Âsâr: îmâm-ı a’zamdan rivâ­
yet ettiklerini topladığı bir kitaptır. Kitap
fikıh bablanna göre tertip edilmiştir.
4- Ihtilâf-u Ebû Hanîfe ve Ibn-i Ebî
Leylâ: Bu kitapta Ebû Hanîfe ve Ebî
Leylâ’nın ihtilâf ettikleri mes’eleleri toplamıştır.
Bu kitabı ondan Imâm-ı Muhammed
nakletmiştir. Ba’zı ilâveler yapmış ve
bölümlere ayınp bir tertibe tâbi tutmuştur.
5- Kitâb’ur red alâ Siyeri Evzâî: Bu kitabında
Imâm-ı Evzâî ile İmâm-ı a’zamın
ihtilâf ettikleri mevzulan anlatmıştır.
6- Kitâbu îhtilâf-ül emsâr, Kitab-ül
Gevâmi, El-Emâli, El-lmlâ, En-Nevadir
gibi eserleri vardır.
. Buyurdu ki: “Ni’metlerin başı üç ni’
mettir. Birincisi bütün iyilikleri içine alan
“M escidler Allah içindir” buyuruyor” / Islâm ni’metidir. İkincisi, hayata tad
dedi. f * veifen sıhhat ve âfiyet ni’metidir. Üçüncüsü, insana faydalı olan (azdırmayan)
zenginliktir.”
“Ar bilmiyen ve utanması olmayanla
arkadaşlık, kıyâmette insanı utandırır.”
“Sen herşeyini ilme vermedikçe ilim sana
bir kısmını vermez.”
îmâm-ı Ebû Yûsuf un, Abbâsî halifesi
Hârun Reşîd’e yazdığı tavsiye ve nasîhatlanndan
bir bölümü şöyledir:
“Allahü teâlâ mü’minlerin emîrine
uzun ömür, ni’met, haysiyyet ikrâm edip,
şeref ve izzetini yükseltsin! Ona ihsân
ettiği dünyâ ni’metlerini bitmeyen, tükenmeyen
âhıret seâdetlerini ve Resûlullaha
(s.a.v.) kavuşmağa vesile kılsın…
Ey mü’minlerin emîri! Allahü teâlâ
sana öyle bir vazife verdi ki, sevâbı sevâblann
en büyüğü cezâsı da cezâlann en
büyüğüdür. Allahü teâlâ seni bu ümmetin
işlerine memur etti. Bu vazifenin başına
geçtikten sonra artık sen, idârelerini emâ­
net aldığın insanlar sebebiyle imtihana
çekildin. Onlann işlerini üzerine alarak
ömrünü tüketmeye başladın. Binâ; adâlet
ve doğruluk temelleri üzerine kurulmazsa,
(işler adâlet ve doğrulukla yürütülmezse)
Allahü teâlâ o binânın temellerini bozar,
yapanlann ve yardımcı olanlann üzerlerine
yıkar. Bu bakımdan Allahın sana
ihsân ettiği vazifelerini ihmâl edip, haklann
zâyi olmasına sebeb olma! Çünkü bir
işi yapmaya güç kuvvet veren Allahü
teâlâdır.
Bugünün işini yanna bırakma, yoksa
işleri ve haklan zâyi edersin. İstekler bitmeden
ecel gelir çatar. Ecel gelip çatmadan
sâlih amel işle. Çünkü ecel geldikten
sonra (ölünce) amel yapılmaz. Çobanlar
sâhiblerine karşı sürülerinden sorumlu
olduğu gibi idâreciler de, idâre ettiklerinden
Allahü teâlâya hesap vereceklerdir.
Allahü teâlânın sana ihsân ettiği bu vazifede
bir saat bile kalsan hakkı yerine getir.
Çünkü âhıret gününde Allah indinde idâ-
recilerin en mes’ûdu, teb’asmı mes’ûd eden
idârecidir.
Doğruluktan aynlma, yoksa idare ettiğin
kimseler de doğruluktan aynlır. Nefsin
isteğine göre emir vermekten ve kızgınlıkla
iş görmekten sakın. Biri âhıret ile
diğeri dünyân ile ilgili iki işle karşılaştığın
zaman, âhıret işini tercih et. Çünkü dünyâ
fânî âhıret bâkîdir. Allah korkusuyla titre,
Allahın emirlerinde insanlara farklı muamele
yapma. Allahü teâlânın emirlerini
yapmakta hiç bir kınayıcının kötülemesinden
korkma!
Daima temkinli ol. Temkinli olmak dil
ile değil kalb iledir. Azâbından korkarak
ve rahmetini umarak Allahü teâlâya
sığın. Sığınmak ve korunmak korku ve
ümid iledir. Kim Allaha sığınırsa Allah
onu korur. Dâima doğru yol iyi bir âkıbet,
hakka ulaştıracak sağlam bir gidiş üzere ,
ol. Zâyi olmayacak bir iş ve herkesin gideceği
âhıret için çalış. Çünkü vanlacak bu
yer, kalblerin hopladığı, bahanelerin son
bulduğu yerdir. O gün bütün mahlûkât
Allahın huzûrunda baş eğer ve zillet içinde
dururlar. Onun hükmünü beklerler. Azâ-
bından korkarlar. Sanki herşey olmuş bitmiş
gibidir.
Kıyâmet gününü bilip de amel etmeyenin,
o gün çekeceği hasret ve duyacağı piş­
manlık bitmez, öyle birgündür ki, o gün
ayaklar kayar, renkler değişir, duruş uzar,
hesap çetin olur…
O ne korkunç bir ayak kayması! O ne
fayda vermez bir pişmanlıktır! Bu hayat
gece ve gündüzün yer değiştirmesinden
ibârettir. Durmadan biri diğerinin peşini
takibediyor. Gece ve gündüz (zaman) her
yeniyi eskitir, her uzağı yaklaştım, va’d
edilmiş olan her şeyi getirir. Allah herkesi
ona göre cezâlandınr. Allahın hesâbı
çabuktur, öyleyse Allah’tan kork, sakın!
Çünkü ömür az, iş mühim, dünyâ ve dünyâdakiler
fânidir. Âhıret ise devamlı
kalma yeridir. Mahşer günü, haddi aşanlann
yolunu tutmuş olarak Allahın huzû-
runa çıkma! Şunu iyi bil ki, kıyâmet
gününün hâkimi olan Allahü teâlâ, kullanna
mevki ve makamlanna göre değil,
amellerine göre hükmedecektir. O halde
dikkatli ol. Çünkü sen boşuna yaratılmadın
ve başı boş bırakılmayacaksın. Şüphesiz
yaptıklanndan hesâba çekileceksin.
Nasıl cevap vereceğini düşün. Bil ki, kıyâ-
met günü insanoğlunun ayaklan, Allah
huzûrunda hesâba çekildikden sonra
kayacaktır.
Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şeriflerinde
şöyle buyurdu: “Kıyâmet günü
h erk es, dört suâle cevap verm edikçe
hesaptan kurtulamayacaktır, ö m rü ­
nü nasıl geçirdi, timi ile nasıl amel
etti. Malını n ered en nasıl kazandı ve
n erelere harcetti. Cismini, bedenini
n ered e yordu, hırpaladı. ”
“H er kim bana bir defa salâtü
selâm getirirse, Allah ona on salâtü
selâm sevâbı v erir ve on tane günâ­
hını a ffed er.”
“Şüphesiz hayır, bütün kısımları
ve taraflarıyla Cennettedir. Şüphesiz
şe r de bütün kısımları ve taraflarıyla
Cehennem dedir. Biliniz ki, Cennet
sev ilm ey en ş e y le r le çe v re len m iş ,
C ehennem de şehvetlerle çevrelen ­
miştir. B ir kim seye nefisçe sevilen
kötülük perdelerinden birisi açılır da
ona sabrederse C ennete yaklaşır ve
Cennet ehlinden olur. Yine bir adama
şehvet ve h ev âperdelerinden biri açı­
lır da ona yaklaşırsa ateşe yaklaşır ve
C eh en n em eh lind en olur. Haydi,
ancak hak ile hükm edilecek bir gün
için hak ile amel ediniz. Böyle yaparsaruz hak m enzillerine koşmuş ve
konmuş olursunuz.”
“Benim sözümü işitip de, duyduğu
gibi nakleden kim senin Allah yüzllnü
ak etsin. İlim yüklenip nakleden nice
kim seler vardır ki, âlim değildir. N ice
âlim kim seler de vardır ki, duyduklarını
kendilerinden daha âlim olanlara
naklederler. Üç haslet vardır ki, m ü’
min kişinin kalbi onlarda aldanmaz,
y a ’nî kötülüğe sapmaz. Yaptıklarını
Allah için yapmak, m üslümanlarm
âm irlerine doğruca nasihat etm ek,
cem âate devam etm ek. Zîrâ cemâatin
dııâsı, ferdi kötülüklerden koru r.”
Ey mti’minlerin emiri bu suâllerin cevâ­
bını hazırla! Çünkü bu gün amel defterine
yazılan, dünyâda işlediğin her şeyden
yarın âhırette sana okunacak, sorulacaktır.
İşlediğin her şeyin şâhitler huzûrunda
açığa çıkarılacağı günü hatırla!
Ey mü’minlerin emîri korunması emredilen
şeyi koru, bakıp gözetilmesi emredileni
de gözet. Bu vazifeleri Allah nzâsı için
yapmam tavsiye ederim.
Eğer bunları yapmazsan yürünmesi
kolay olan yol zorlaşır. Gözlerin etrafı görmez
olur, alâmetler, işâretler ortadan kalkar,
gerçekler kaybolur. O geniş yol sana
daralır… Nefsine karşı koy… Emrinde
olanların zarar ve telefine sebep olma.
Yoksa Allah onların haklarım senden alır.
Sen de kendi hak ve sevâbım kaybedersin…
Allahın, idâresini sana emânet ettiği
kimselerin (teb’anın) işlerini unutmazsan,,
sen de unutulmazsın. Onlardan ve hakla”
nndan gâfil olmazsan, sen de a’iatılm asın. Şu fânî dünyâda kalbin ve dilin Allahı
zikretmekten, Onun resûlüne salât ve
selâm getirmekten nasibini alsın…
Ey mü’minlerin emîri! Sana verilen ni’
metleri iyi koru ve iyi muamele et. Ni’
metlerin şükrünü yap ve artmasını iste.
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde “E ğ e r şükrederseniz
n i’m etlerim i artırırım ve
eğ e r nankörlük ederseniz şüphesiz
azâbım çok şiddetlidir buyurdu.
Allahü teâlâ indinde ıslahdan daha
sevgili ve fesattan daha kötü ve sevimsiz
bir şey yoktur. Günahları işlemek ni’
metlere karşı nankörlüktür. Ni’mete nankörlük
edip de buna tövbe etmeyen
milletler (kavimler) izzet ve şereflerinden
mahrum olurlar ve Allah onlara düşmanlarını
musallat kılar.
Ey mü’minlerin emîri! Allahü teâlâ
sana ihsân ettiği şeylerde, seni kendi nefsine
uymaktan muhâfaza etsin. Sevgili
kullarına ihsân ettiği ni’metleri sana da
ihsân etmesini dilerim…”
1) Tâıih-i Bağdâd cild-14. sh-242. 255
2) Vefeyât-ül-a’yân cild-6, sh-378
3) Tezkirat-ul-huffaz cild-1, sh-269
4) Şezerât-üz-zeheb cild-1, sh-298
5) Fevâid-ul-behiyye sh-225
6) Miftah-Us-seâde cild-2, sh-234
7) Kitâb-ul haraç (Ebû Yûsuf)
8) Rehber Ansiklopedisi cild-8, sh-136, 138
9) Hediyyet-ul ârifîn cild-2, sh-536
10) el-A’lâm cild-8, sh-293
11) Kâmus-ul a ’lûm cild-1, sh-769
12) Tam İlm ihâl Seâdet-i Ebediyye sh-1002
13) Eshâb-ı Kirâm sh-331
14) el-Kâmil fi’t-tarih cild-6, sh-53
15) Keşf-üz-zunûn sh-46, 164, 1415, 1581, 1680
16) Httsn-ül tekâdî fi siret-i İmâm-ı Yûsuf
17) Brockelman Gal; 1 171, Sup 1, 288
18) Tabakût-iil-fukahA (Taşköprüzâde) sh-15
19) Meududt-ul ulûm cild-1, sh-691
20) Mir’at-ül cinân cild-1, sh-382

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir