Ehl-i sünnetin amelde
dört hak mezhebinden biri olan Mâliki mezhebinin
imâmı. Künyesi, Ebû Abdullah’tır.
95 (m. 713) senesinde Medine’de doğdu. 179
(m. 795) de yetmiş altı yaşında iken
Medine’de vefât etti. Soyu Yemen kabilelerinden
“Benî Esbah” kabilesine ve Himyerîlerden
bir hükümdar hânedânına
dayanır. Dedelerinden biri Medine’ye yerleşmişti.
Eshâb-ı kirâmdan olan dedesi
Ebû Amr’dır.
. Tahsili: Tebe-i tâbiînden (Tâbiînden
sonra; olan îmâm-ı Mâlik, ilim ve hadîs
rivâyetiyle meşgûl olan bir âilede ve çevredS
yetişmiştir. Dedesi Mâlik, babası Enes amcası Süheyl, hadîs rivâyeti yapmış
lardır. Yaşadığı muhit, Peygamberimizin
(s.a.v.) yaşamış olduğu ve Islâmın hükümlerinin
va’z edildiği, Hz. Ebû Bekr, Hz.
Ömer ve Hz. Osman zamanlarında îslâ-
mın merkezi olan ve çok ilim ehlinin bulunduğu
Medîne-i münevvere idi. önce
Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Kendisinin isteği
ve âilesinin yardım ve teşvikiyle ilim öğrenmeye
başladı. Bu hususta kendisine en çok
annesi ilgi göstermiştir. Annesine, ilim tahsiline
gitmek istediğini söyleyince, ona en
güzel elbiselerini giydirerek sarığını sarıp:
“Şimdi git, oku, yaz” demiştir. Ayrıca
oğluna zamanın meşhur âlimi Râbi’at’ur
Rey’in yanına gitmesini, ondan ilim ve
edep öğrenmesini söylemiştir. Bu teşvik
üzerine Râbi’a bin Abdurrahm .n’ın derslerine
devam edip, genç yaşta re’ye dayanan
fıkıh ilmini öğrendi. Diğer âlimlerin de
derslerine devam etti ve bilhassa yanından
hiç ayrılmadığı hocası Abdurrahman bin
Hürmüz’ün derslerinden çok istifâde etmiş
tir. Genç bir talebe olan Mâlik, hocasına
karşı büyük bir hayranlık, muhabbet
duyar ve üstün bir edep gösterirdi. Bu
hocası hakkında şöyle derdi: “îbni
Hürmüz’ün derslerine onüç sene devam
ettim. Ondan öyle ilimler öğrendim ki, bunların
bir kısmmı hiç kimseye söylemiyorum.
O, bid’at ehlini red bakımından ve
insanların ihtilâf ettikleri şeyler hususunda
onların en bilgilisi idi.” Imâm-ı
Mâlik, muhitindeki bütün âlimlerden faydalanmış
ve ilim uğrunda büyük fedâkârlık
göstermiştir. Bu hususta her türlü
zorluğa katlanmış ve herşeyini harcamış,
hattâ tahsil uğruna evini dahi satmıştır.
Kendisi şöyle demiştir: “öğle vakti Hz.
Ömer’in oğlu Abdullah’ın azâtlısı olan
Nâfi’ye giderdim ve kapısında beklerdim.
Nâfi’ Hz. Ömer’den nakledilen ilimleri ve
onun oğlu Abdullah’ın ilmini biliyordu.
Güneşten ve şiddetli sıcaktan korunmak
için hiç bir gölge bulamazdım. Nâfi’, dışarı
çıkınca edeble selâm verirdim ve onu kırmadan
arkasından içeri girip, “Abdullah
bin Ömer şu mes’elelerde ne buyurmuştur?”
Diye sorardım. O da suâllerimi cevaplandırırdı.”
İmâm-ı Mâlik, Nâfi’ vasıtasıyla Hz.
Ömer’in ve oğlu Abdullah’ın ilimlerini
öğrendi. Ayrıca îbni Şihab ez-Zührî’den ve
Said bin el-Mliseyyib gibiTâbiîn’lerden ilim
öğrenmiştir. Bu hocalarından da ders
almak için üstün bir gayret ve edep gösterirdi.
îmâm-ı Mâlik şöyle anlatmıştır: “Bir
bayram günüydü. Bayram namazını kıldıktan
sonra, bugün îbni Şihab’ın boş
vakti olur diyerek evine gidip kapısının
önüne oturdum. Hizmetçisine kapıda kim
var bak dediğini duydum, o da kumral
yüzlü talebeniz var deyince, onu derhal
içeri al demesi üzerine beni içeri aldılar.V
Biraz bekledim, îbni Şihab yanıma gelip
bana “Herhalde evine gitmeden buraya
geldin, yemek yemedin değil mi?” dedi.
Daha ben hayır demeden yemek hazırlanmasını
emredince, “Yemeğe, ihtiyâcım
yok” diye mukabelede bulundum. Bunun
üzerine, öyleyse söyle bakalım ne istiyorsun
dedi. Bana hadîs-i şerif öğretmenizi
istiyorum efendim deyince, yazı yazacak
sahifelerini çıkar dedi. Ben de çıkardım ve
bana kırk tane hadîs-i şerif rivâyet etti.
Biraz daha rivâyet etmesini isteyince, şimdilik
bu kadar yeter, bunları ezberleyip nakledersen
sen de muhaddis olursun” dedi.
îmâm-ı Mâlik, Ehl-i beytden Ca’fer-i
Sâdık hazretlerinden de ilim almış, onun
sohbetinde bulunmuştur. Bu hususda kendisi
şöyle anlatır: “Ca’fer bin Muhammed’e
giderdim, o çok yumuşak ve güler yüzlü idi.
Yanında Resûlullah (s.a.v.) anılınca yüzü
sararırdı. O’nun meclisine uzun zaman
devam ettim. Her görüşümde ya namaz
kılar ya oruçlu olur veya Kur’ân-ı kerim
okurdu. Abdestsiz hadîs-i şerif rivâyet
etmezdi. Ma’nâsız sözleri hiç ağzına
almazdı. O takvâ sâhibi, zâhid, âbid ve
âlimlerdendi. Yanına geldiğim zaman yaslandığı
yastığını alır, mutlaka bana ikrâm
ederdi.”
-Bir gün hocası Ebu’z Zinad’a hadîs rivâ
yet ederken rastlamış ve halkasına katılmamıştır.
Daha sonra hocası bizim
halkamıza niçin oturmadın? Diye sorunca
şu cevâbı vermiştir: “Yer dardı, oturamadım.
Peygamberimizin (s.a.v.) hadîsini
ayakta dinlemek, edebsizlik olur diye
ayakta dinlemek istemedim.” Netice itibariyle
Imâm-ı Mâlik, ilmini Imâm-ı Zührî’
den, Yahyâ bin Saîd’den, Muhammed ibni
Münkedir’den, Hişâm bin Amr’dan, Zeyd
ibni Eslem’den, Râbi’a bin Abdurrahman
ve daha birçok büyük âlimlerden almıştır.
Üçyüzü Tâbiînden, altı yüzü de onların
talebelerinden olmak üzere dokuzyüz hocadan
hadîs-i şerif aldı. Ayrıca; Eshâb-ı kirâ-
mın büyüklerinden Hz. Ömer’in, Hz.
Osman’ın, Abdullah bin Ömer’in, Abdurrahman
bin Avf m, Zeyd bin Sâbit’in fetvâ-
lannı ve vahyin gelişine şâhit olan,
Peygamberimizi (s.a.v.) görüp onun hidâ
yet nûrundan aydınlanarak, ondan öğrendiklerini
nakleden diğer Eshâbın
fetvâlarını ve kendisinin yetişemediği
Tâbiînin fetvâlarını da öğrenmiştir. Akâ-
ide dâir bilgileri ve diğer bütün ilimleri
öğrenip, zamanının en büyük âlimlerinden
olup; ictihad derecesine yükselmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.): “ ö y le bir
zaman gelir ki, insanlar h er tarafı
ararlar, M edine’deki âlimden daha
âlim bir kimse bulamazlar. ” buyurmuş
tur. Süfyân ve Abdullah İbni Ömer’in azâdhsı
olan Nâfi’, Zührî, Medine’deki âlimden
maksad îmâm-ı Mâlik’dir demişlerdir. Buhadîs-i şerifte, onun geleceği ve üstünlüğü
bildirilmiştir.
D ersleri ve talebeleri: İmâm ı Mâlik
tahsilini tamamlayıp ilimde yüksek dereceye
ulaştıktan sonra ders vermeye, hadîs
rivâyet etmeye ve fetvâ vermeye başlamış
tır. Bu işe başlamadan önce de zamanında
bulunan büyük âlimlerle ve faziletli kimselerle
istişâre yapıp, onların da muvâfakatını
aldı. Bu hususta kendisi şöyle demiştir:
“Her isteyen kimse hadîs rivâyet etmek ve
fetvâ vermek için mescide oturamaz. İlim
erbâbı ve mescidde itibarı olan kişilerle istişâre
etmesi gerekir. Eğer onlar, kendisini
bu işe ehil görürlerse o zaman oturup ders
ve fetvâ verebilir. Ben, ilim sahiplerinden
yetmiş kişi, benim bu işe ehil olduğuma
şâhitlik etmedikçe, mescide oturup ders ve
fetvâ vermedim.” Kendisinin ehil olduğuna
dâir yetmiş âlimin şahadetinden
sonra ilk önce Peygamberimizin (s.a.v.)
mescidinde ders vermeğe başladı. Hz.
Ömer’in oturduğu yere oturur ve Abdullah
bin Mes’ûd’un oturduğu evde otururdu.
Böylece onların yaşadığı yerde ve çevrede
bulunurdu. İmâm ı Mâlik de İmâm-ı a’zam
gibi derslerini mescidde verirdi. El-Vâkıdî
der ki: “İmâm-ı Mâlik mescide gelir, beş
vakit namazda ve cenâze namazlarında
bulunurdu. Hastalan ziyâret eder, gerekli
işlerini görür, sonra mescide gidip otururdu.
Bu sırada talebeleri etrafına toplanıp
ders alırlardı. Daha sonra rahatsızlığı
sebebiyle evinde ders vermeye başladı.”
İmâm-ı Mâlik’in hadîs-i şerif dersleri ve
vukû bulmuş mes’elerle ilgili dersleri ya’nî
fetvâ işleri olmak üzere iki türlü ders meclisi
vardı. Günlerinin bir kısmını hadîs-i
şerif öğretmeye, bir kısmını da sorulan
mes’elelere fetvâ vermek için ayırırdı. Derslerini
evinde vermeye başladıktan sonra
evine ders için gelenlere sordururdu, eğer
fetvâ için gelmişlerse dışan çıkıp fetvâ
verirdi. Sonra gidip gusleder, yeni elbiselerini
giyer, sanğını sarar, güzel kokular
sürünürdü. Kendisine bir de kürsü hazırlanırdı.
Bundan sonra gâyet güzel bir kıyâ-
fetle hoş kokular sürünmüş olarak, huşû’
içerisinde derse gelenlerin yanına çıkardı.
Hadîs-i şerif dersi bitinceye kadar öd ağacı
yakılır, güzel bir koku yayılırdı. Hac mevsimi
hariç, diğer zamanda, Medînelilerden
isteyen herkes onun dersine gelirdi. Dersleri
tamamen evinde vermeye başlayınca,
hac mevsiminde dersini dinlemek isteyen o
kadar çok olurdu ki, gelenleri evi almazdı.
Bunun için önce Medînelileri kabûl eder,
bunlara hadîs rivâyeti ve fetvâ verme işi
bitince, sonra sırasıyla diğerlerini içeri
alırdı. Hasen bin Rebî’ der ki: “Bir defasında
İmâm-ı Mâlik’in kapısında idim,
onun çağıncısı önce Hicazlılar içeri girsinler
diye çağırdı. Onlar çıkınca Şamlılar gr –
sin diye çağırdı. Daha sonı’a Irak! dr
7 ” ’
girsin diye çağırdı. Yanına giren en son
ben oldum. Ebû Hanîfe’nin oğlu Hammâd
da aramızda idi.” İmâm-ı Mâlik derslerinde
vakar ve ciddiyet sâhibi olup, lüzumsuz
sözlerden tamamen uzak kalırdı. Bu
hususu, ilim tahsil edenler için de şart
koşardı. Bir talebesi şöyle dediğini nakleder:
“İlim tahsil edenlere vakarlı ciddî
olmak ve geçmişlerin yolundan gitmek
gerekir. İlim sâhiplerinin, bilhassa İlmî
müzakereler sırasında kendilerini mizahtan
uzak tutmalan gerekir. Gülmemek ve
sadece tebessüm etmek, âlimin uyması
gereken âdâbdandır.”
Yine bir talebesi şöyle der: “İmâm-ı
Mâlik, bizimle oturduğu zaman sanki bizden
biri gibi davranırdı. Konuşmalanmıza
çok sâde bir şekilde katılırdı. Hadîs-i şerif
okumaya ve anlatmaya başlayınca onun
sözleri bize heybet verirdi, sanki o, bizi, biz
de onu tanımıyorduk.”
İmâm-ı Mâlik elli sene müddetle ders ve
fetvâ vermek sûretiyle, insanlann müşküllerini
çözmüş ve kıymetli talebeler yetiştirmiştir.
Onun talebelerinin her biri
memleketlerinin mürâcaat edilen âlimleri
ve rehberi olmuşlardır.
İlimdeki UstUnlUğU: İmâm-ı Mâlik
(r.a.) Tefsir, Hadîs ve Fıkıh ilminde büyük
bir âlim idi. Tefsîr ilminde, âyet i kerimelerden
binlerce dînî hüküm çıkaran büyük bir
faıüfessir ve müetehid idi. Tefsîr ilminde
“Garib-ül Kur’ân” adlı bir eseri vardır. Bu
eseri kendisinden Hâli d bin Abdunahman
el-Mahzûmî rivâyet etmiştir.Hadîs ilminde ise pek meşhur bir âlim
ve muhaddistir. Âmir bin Abdullah ibn-i
Zübeyr bin Avvâm, Nuaym bin Abdullah,
Zeyd bin Eşlem, Nâfi’ Mevlâ ibn-i Ömer,
Seleme bin Dinâr, Kadı Şlireyk bin Abdullah
Nehâî, Sâlih bin Keysan, İmâm-ı Ziihrî,
Safvan bin Selîm ve daha çok sayıda hadîs
âliminden hadîs- şerif rivâyet etmiştir.
Görüşüp, hadîs-i şerif rivâyet ettiği âlimlerin
sayısı dokuzyüz civarındadır. Hadîs
ilminde hüccet olduğuna dâir ittifak vardır.
Yazmış olduğu “Muvattâ” adındaki hadîs
kitabı çok muteber ve kıymetli bir eserdir.
îmâm-ı Mâlik’in rivâyet ettiği hadîs-i
şerifler ayrıca Kütüb-i sitte denilen meşhûr
altı hadîs kitabında yer almıştır.
Emevî devletinin parlak ve çöküş devrinde
Abbâsî devletinin kurulu ? geliştiği ve
hâkimiyeti elde ettiği bir devirde yaşayan
Imâm-ı Mâlik, çok hâdiselere şâhit olmuş,
bozuk fırkalara karşı Ehl-i sünnet i’-
tikadını savunmuş, insanların doğru yola
kavuşması hususunda büyük hizmetler
yapmıştır. Hicaz’da hadîs öğrenme, dînî
suâlleri sorma ve fetvâ hususunda büyük
bir mürâcaat mercii olan Imâm-ı Mâlik pek
çok âlim yetiştirmiştir.
Imâm-ı Mâlik yetmiş imâm şehâdet
etmedikçe fetvâ vermeğe başlamadım
buyurdu. Okuduğum hocalarımdan pek az
kimse vardır ki, benden fetvâ almamış
olsun derdi. İmâm ı Yâfiî buyuruyor ki,
Imâm-ı Mâlik’in bu sözü öğünmek için
değildir. Allahü teâlânın ni’metini bildirmek
içindir. Zerkânî (Muvattâ’; kitabmı
şerhederken diyor ki, (Imâm-ı Mâlik, meş
hûr mezheb imâmıdır. Yükseklerin yükseğidir.
Aklı kâmil, fadlı âşikârdır.
Resûlullahın (s.a.v.) hadîs-i şeriflerinin
vârisidir. Allahın kullarına, O’nun dînini
yaydı. Dokuzyüz âlimle sohbet ve istifâde
etti. Kendisi yüz bin hadîs-i şerif yazdı.
Onyedi yaşında ders vermeye başladı. Dersinde
bulunanlar, hocalarının derslerinde
bulunanlardan çok idi. Hadîs ve fıkıh
öğrenmek için kapısına toplanırlardı.
Kapıcı tutmak zorunda kaldı, önce talebesine,
sonra halktan herkese izin verir, içeri
girerlerdi. Halâya üçgünde bir giderdi.
“Halâda çok bulunmaktan hayâ ediyorum”
derdi. (Muvattâ’; kitabını yazınca, kendi
ihlâsından şüphe etti. Kitabı suya koydu.
“Eğer ıslanırsa, bu kitab bana lâzım
değildir” dedi. Hiçbir yeri ıslanmadı.
Abdurrahman bin Enes, hadîs ilminde,
şimdi yeryüzünde Mâlik’ den daha emîn
kimse yoktur. Ondan daha akıllı bir şahıs
görmedim. Süfyân-ı Sevri, hadîste imânı
dır. Fakat, sünnette imâm değildir. Evzâ’î,
sünnette imâmdır. Fakat, hâdîste imâm
değildir. İmâm-ı Mâlik, hadîste de, sünnette
de imâmdır derdi. Yahyâ bin Sa’jd,
İmâm-ı Mâlik, Allahü teâlânın kullarına
yeryüzünde hüccetidir, derdi. İmâm-ı ŞâfiîV lerini
“Hadîs okunan yerde, Mâlik, gökteki yıldız
gibidir, ilmi ezberlemekte, anlamakta ve
korumakta, hiç kimse, Mâlik gibi olamadı.
Allah ilminde bana Mâlik kadar kimse
emîn değildir. Allahü teâlâ ile aramda hüccet,
Imâm-ı Mâlik’tir. Mâlik ile Süfyân bin
Uyeyne olmasalardı, Hicâz’da ilim
kalmazdı” derdi. Abdullah, babası Ahmed
bin Hanbel’e sordu: Zührî’nin talebeleri arasında
en kuvvetli hangisidir? Mâlik, her
ilimde dahâ kuvvetlidir buyurdu. Abdullah
ibni Vehb diyor ki, Mâlik ve Leys olmasalardı,
hepimiz sapıtırdık. Evzâ’î, Imâm-ı
Mâlik’in ismini işitince, o, âlimlerin âlimi,
Medine’nin en büyük âlimi ve Haremeyn’in
müftîsidir derdi. Süfyân bin Uyeyne tmâmı
Mâlik’in vefâtım işitince, “Yeryüzünde bir
benzeri kalmadı. Dünyânın imâmı idi.
Hicâz’ın âlimi idi. Zamanının hücceti idi.
Ümmet-i Muhammedin güneşi idi. Onun
yolunda bulunalım” dedi. Ahmed ibni Hanbel,
İmâm-ı Mâlik’in, Süfyân-ı Sevri’den,
Leys’den, Hammâd bin Seleme’den ve
Evzâî’den üstün olduğunu söylerdi. Süfyân
bin Uyeyne diyor ki, “İnsanlar sıkışacak,
Medine’deki âlimden üstün birini
bulamıyacaklar” hadîs-i şerifi, Imâm-ı
Mâlik’i haber veriyor, imâmı Mâlik diyor
ki, hergece Resûlullah (s.a.v.) görüyorum.
Mus’ab diyor ki, babam Abdullah bin Zü-
beyr’den işittim Mâlik ile Mesdd-i nebevî’de
idik. Biri gelip, Ebû Abdullah Mâlik hanginizdir
dedi. Gösterdik. Yanına gidip selâm
verdi. Boynuna sarılıp, alnından öptü. Rü’
yâda Resûlullahı burada oturuyor gördüm.
Mâlik’i çağır buyurdu. Sen geldin. Titriyordun.
Râhat ol yâ Ebâ Abdullah! Otur, göğ
sünü aç buyurdu. Açınca her yere güzel
kokular yayıldı dedi. İmâm-ı Mâlik ağladı
ve rü’yânın ta’bîri ilimdir dedi.
Imâm-ı Şâfiî ile Ahmed bin Hanbel,
İmâm-ı Mâlik’in sohbetinde bulunmuşlardır.
Onun ilminden çok istifâde etmişlerdir.
Bunların, İmâm-ı Mâlik’in talebesinden
olması, O’nun şeref ve üstünlüğüne kâfidir,
en büyük vesikadır. Kendisinden daha bir
çok kimseler ilim öğrenip, herbiri memleketlerinin
imâmı (âlimi; ve insanların rehberi
olmuştur. Bunlardan ba’zılan şu zâtlardır
Muhammed bin Ibrâhim bin Dînâr, Ebû
Hâşim ve Abdulaziz bin Ebî Hâzım. Bunların
herbirisi dinde ehl-i ictihâd sâhibi idiler.
Osman bin Hakem, Abdurrahman ibni
Hâlid, Muîn bin Isâ, Yahyâ bin Yahyâ,
Abdullah bin Mesleme-i Ka’bunî, Abdullah
bin Vehb… gibi daha nice talebesi vardır.
Bütün bunlar, hadîs ilminde mümtaz (seçilmiş;
âlim olan Imâm-ı Buhâri, Müslim, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Ahmed ibni Hanbel,
Yahyâ ibni Main ve diğer hadîs âlimlerinin
üstâdlandır. Celâleddin Süyûti, Imâm-ı
Mâlik’den hadîs rivâyet eden 993 zâtın isimelifba
sırasıyla (Kitâbü tezyin-il4) Hilyet-ill evliyû cild-6, sh-316
5) Fihrist 8h-198
6) Şezerût-ilz-zeheb cild-1, sh-289
7) Eşedd-ill-cihad sh-5
8) Mtzûn-ul-kiibrâ cild-1, sh-45
9) ed-Dibûc-ül-milzehheb sh-11
10) Mu’cem-ül-müelliftn cild-8, sh-168
11) Tehzib-ül-esmâ ve’lluga cild-2, sh-75
12)Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-207
13) el-lntikû sh-8
14) en-Nucûm-uz-zâhire cild-2, sh-96
15) Miftah-us-se’âde cild-2, sh-216
16)Keşf-ilz-zünû.n sh-1907
17) Brockelman Gal I. 175, Sup I. 297
18) Mir’at-ill-Cinân cild-1, sh-373
19) el-Bidâye ve’rı-nihâye cild-10, sh-174
20) Tertib-ul- medûrik cild-1, sh-102
21) Sıfat-us- S af ve cild-2, sh-99
22) Fâideli Bilgiler sh-157
23) Hidûyet-ül-muvaffıktn ah-55
24) Sebil-un-necût sh-24
25) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye sh-1034
26) Rehber Ansiklopedisi cild-8, sh-138
İM Â M -I M ÂLİK,
08
Mar