Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan, Şâfiî mezhebinin imâmı. îsmi Muhammed olup, nesebi şöyledir: Muhammed bin Idrîs bin Abbâs bin Osmân bin Şâfi’ bin -Sâıb bin Ubeyd bin Abdülyezîd bin Hâşim bin Müt- talib bin AbdÜmenâfdır. Künyesi, Ebû Abdullah’dır. Soyu Kureyş kabilesinden olup, hem anne, hem de baba tarafından, Peygamber efendimizin (s.a.v.) soyu ile birleşmektedir. Annesi tarafından soyu; Fâtıma binti Abdullah el-Mahud bin Hasen el-Müsennâ bin Hasen bineli bin Ebî Tâlib’e dayanır. Peygamberimizin üçüncü dedesi olan Abdümenâf, îmâm-ı Şâfîî’nin dokuzuncu dedesidir. Dördüncü dedesi Şâfî’ Eshâb-ı kirâmdandır. Bu dedesinin ismine izâfeten, ona da Şâfiî denilmiş ve bu isimle’ meşhûr olmuştur. 150 (m. 767) senesinde Gazze’de doğdu. 204 (m. 820) de Mısır’da bir
Cum’a gecesi 54 yaşında iken vefât etti. Kabri Kurâfe kabristanlığında büyük bir türbe içindedir. îmâm-ı Şâfîî, henüz beşikte iken babası vefât etmişti. Annesi onu iki yaşında, asıl memleketleri olan Mekke’ye getirdi. Orada büyüdü. Yedi yaşına gelince Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Bundan sonra ilim öğrenmeye başladı. Tahsili: îmâm-ı Şâfîî daha küçük yaşta iken Mekke’de bulunan zamanın meşhûr âlimlerinin derslerine ve sohbetlerine devâm etmeye başlamıştır. Kendisi, ilim öğrenmeye başladığı bu ilk günleri için şöyle demiştir; “Kur’ân-ı kerîmi ezberledikten sonra devamlı Mescid-i harâma gidip, fıkıh ve hadîs âlimlerinden pek çok istifâde ettim. Fakat çok fakir idik, bir yaprak kâğıt almaya bile gücümüz yoktu. Derslerimi ve öğrendiğim mes’eleleri, kemik parçalan üzerine yazardım.” îmâm-ı Şâfîî, Mekke’deki bu ilk tahsilinden sonra Arapçamn inceliklerini ve edebiyatını öğrenmek için, çölde yaşayan Huzey kabilesinin arasına gitti. Orada da bilgisini ilerletip, ok atmayı öğrendi. Bu hususta da şöyle demiştir: “Ben Mekke’den çıktım. Çölde Huzeyl kabilesinin yaşayışım ve dilini öğrendim. Bu kabîle, Arapların dil bakımından en fasîhi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolaştım, ok atmayı öğrendim. Mekke’ye döndüğüm zaman, bir çok rivâyet ve edebiyat bilgilerine sâhip olmuştum.” îmâm-ı Şâfîî daha on yaşında iken, o zamanın en meşhûr âlimi fmâm-ı Mâlik’in “Muvattâ” adlı hadîs kitabını, dokuz gecede ezberlemiştir. Gençliğinin ilk yıllarında kenefini tamamen ilme verip, Mekke’ deki Süfyân bin Uyeyne, Müslim bin Hâlid ez-Zencî gibi fakîh ve muhaddislerden ilim tahsil etti. Hadîs, fıkıh, lügat ve edebiyatta çok yükseldi. Mekkeli gençler arasında, ilimde parmakla gösterilen bir dereceye ulaştı. îmâm-ı Şâfîî hazretlerinin tahsilinde en
önemli safha, îmâm-ı Mâlik’e talebe olmasıyla başlamıştır. Mekke’den Medine’ye gidip, îmâm-ı Malik’den ders almasını şöyle anlatmıştır: “îlk zamanlar Mekke’de, Müslim bin Hâlid’den fıkıh öğrendim. O sırada Medine’de bulunan Mâlik bin Enes’ in büyüklüğünü ve müslümanlann imâmı olduğunu işittim. Kalbime geldi ki onun yanma gideyim, talebesi olayım. Sonra onun meşhûr eseri olan “Muvattâ”nm bir nüshasını, Mekke’de birinden tekrar geri vermek üzere alıp ezberledim. Mekke vâli- sine gidip, birini Medîne vâlisine birisini de Malik bin Enes’e vermek üzere iki mektup alıp Medine’ye gittim. Medine’ye varınca, Medîne vâlisine gidip ona ait olan mektubu verdim ve Medîne vâlisi ile birlikte îmâm-ı Mâlik’in yanma gittik. îmâm-ı Mâlik dışarı çıktı. Uzun boylu ve gâyet heybetli bir görünüşü vardı. Medîne vâlisi, Mekke vâlisinin gönderdiği mektubu imâm’a takdim etti. Mektupta “Muhammed bin Îdrîs, annesi tarafından şerefli bir kimsedir. Ve hâli şöyle şöyledir..,” diye yazılı olan kışımı okuyunca “Sübhânallah! Resûlullahm (s.a.v.; ilmi şöyle mi oldu ki, mektup ile yazılıp, sorulup, talep olunur.” dedi. Ben de durumumu ve ilim öğrenmek istediğimi anlattım. Sözlerimi dinledikten sonra bana baktı. Adın nedir, dedi. Muhammed’dir dedim. Ey Muhammed, dedi,, ileride büyük bir şâmn olacak, Allahü teâlâ senin kalbine bir nur vermiştir. Onu ma’siyyetle söndürme! Yarın birisi ile gel, sana Muvattâ’yı okusun buyurdu. Ben de onu ezberledim, ezberden okurum dedim. Ertesi gün îmâm-ı Mâlik’e gelip okumağa başladım Her ne zaman, îmâm-ı üzme korkusundan okumağı bırakmak istesem, benim güzel okumam onu hayretler içerisinde bırakır, ey genç daha oku derdi. Kısa zamanda Muvattâ’yı bitirdim.” îmâm-ı Şâfîî, îmâm-ı Mâlik’in yanma geldiği zaman, yirmi yaşlarında bulunuyordu. îmâm-ı Mâlik onu himâyesine alıp, dokuz yıl müddetle ilim öğretti. îlimde yüksek bir dereceye ulaşan îmâm-ı Şâfîî Mekke?ye dönünce, oraya gelen Yemen vâlisi, onu Yemen’e götürüp kadılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu görevi yaptıktan sonra, Bağdad’a giderek, ilmini ilerletmek için, îmâm-ı a’zamm talebesi olan îmâm-ı Muhammed’den ders almaya başladı, îmâm-ı Muhammed onu kendi himâyesine alıp, yazmış olduğu kitaplarını okutmak sûretiylf, Irak’ta tedvîn edilen fıkıh ilmini ve Irak’ta meşhûr olan rivâyetleri öğretti, îmâm-ı Muhammed ayrıca îmâm-ı Şâfîî’ nin üvey babası idi. îmâm-ı Şâfîî onun ilminden ve kitablarmdan çok istifâde etmiştir. îmâm-ı Şâfîî bu hususta şöyle demiştir: “îlimde ve diğer dünyâ işlerinde, îmâm-ı Muhammed kadar bana kimse faydalı olmamıştır.” Ebû Ubeyd şöyle demiş
tir: îmâm-ı Şâfiî’den duydum, buyurdu ki, “îmâm-ı Muhammed’den öğrendiğim mes’ elelerle ve ilimle, bir deve yükü kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Bütün insanlar ilimde, Irak âlimlerinin, Irak âlimleri de Küfe âlimlerinin çocuklarıdır. Onlar da Ebû Hanîfe’ nin çocuklarıdır.” Ya’nî bir babanın çocukları için lâzım olan nafakayı kazanıp, çocuklarını beslemesi gibi, Ebû Hanîfe de kendinden sonrakileri böylece ilimle beslemiş ve doyurmuştur. îmâm-ı Şâfiî aynca Selim-i Râî’nin sohbetine kavuşup, vilâyet (evliyâhk) makamlarına da kavuştu. Dersleri vfe talebeleri: îmâm-ı Şâfiî, Bağdad’da îmâm-ı Muhammed’den aldığı dersleri tamamlayıp, Mekke’ye döndü. Burada bir müddet inceleme ve araştırmalar yapıp, aynca talebelere ders verdi. Bilhassa hac mevsiminde çeşitli İslâm beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim öğrenirlerdi. Mekke’deki bu ikâmeti dokuz yıl kadar sürdü. Sonra tekrar Bağdad’a gitti. Bu sırada Bağdad Islâm âleminin önemli bir ilim merkezi idi. Burada bulunan âlimler, îmâm-ı Şâfiî’ye hürmet göstermiş ve ilim talebeleri onun etrafında toplanmıştır. Bağdad âlimleri dahi ondan ders almışlardır. Daha önce Mekke’de îmâm-ı Şâ£î ile görüşen ve ondan hadîs dinleyen Ahmed bin Hanbel talebe olmuş, onun üstünlüğüne .hayran kalmıştır. Yine îmâm-ı Şâfiî ile emsâl olan îshâk bin Râheveyh ve benzerleri, ondan ilim tahsil etmiştir. Herkes onun dersine koşuyor ve verdiği fetvâlara hayran kalıyordu. Ders ve fetvâ vermekte uyguladığı usûl, geniş olarak açıkladığı istinbat (kaynaklardan hüküm çıkarma) usûlü olan, usûl-i fikıh ilmi idi. O buna göre açıklamalarda bulunuyordu. Güzel ve açık konuşması, ifâde ve izah tarzı, münâzara kuvveti ve te’sir bakımından çok güçlü idi. İmâm-ı Şâfiî Bağdad’da bulunduğu sırada (el- Kitâb-ül Bağdâdiyye) adını verdiği eserini yazdı, îmâm-ı Şâfiî’nin üstün şahsiyetine ve yüksek ilmine hayraplık duyarak, ondan ders alıp ilijm öğrenen talebelerinden bir kısmı şunlardır: Ahmed bin Hanbel, îshâk bin Râheveyh, ez-Za’ferânî, Ebû Sevr îbrâhim bin Hâlid, Ebû îbrâhim Müzenî, Rebî’ bin Süleymân-ı Murâdî gibi bir çok âlim. Daha sonraki asırlarda, Şâfîî mezhebinde yetişmiş âlimlerden meşhûr olanlardan ba’zıları da şunlardır: Hadîs âlimlerinden îmâm-ı Nesâî, kelâm (akâid) âlimlerinden Ebü’l-Hasen4 Eş’arî, îmâm-ı Mâverdî, îmâm-ı Nevevî, îmâm-ül- Haremeyn Abdülmelik bin Abdullah, îmâm-ı Gazâlî, îbn-i Hâcer-i Mekkî… Kaffâl-ı Kebîr, îbn-i Subkî, îmâm-ı Suyûtî v.b. îmâm-ı Nesâî’nin (Sünen)’i meşhûrdur. Imâm*ı Eş’arî, Ehl-i sünnet i’tikâdımn iki
imânımdan birisidir. Hocalarının zinciri îmâm-ı Şâfiî’ye ulaşır. İlimdeki üstünlüğü: îmâm-ı Şâfîî ilim, zühd, ma’rifet, zekâ, hâfizş ve neseb bakımlanndan zamanındaki âlimlerin en üstünü idi. Onüç yaşırida iken, Harem-i şerîf de “Bana istediğinizi sorunuz?” derdi. Oribeş yaşında iken fet- va verirdi Zamanının en büyük âlimi olan ve üçyüz bin hadîs-i şerifi ezbere bilen îmâm-ı Alımed bin Hanbel, ondan ders almağa gelirdi. Çok kimse, îmâm-ı Ahmed’e, “Böyle büyük bir âlim iken, kendi çocuğun gibi bir genç karşısında nasıl oturuyorsun?” dediklerinde, “Bizim ezberlediklerimizin ma’nâlannı o biliyor. Eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dünyâyı aydınlatan bir güneştir, ruhlara gıdâdır” derdi. Bir kere de, “Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allahü teâlâ, bu kapıyı, kullanna îmâm-ı Şâfiî ile tekrar açtı” dedi. Bir kerre de, “îslâmiyete, şimdi Şâfiî’den daha çok hizmet eden birini bilmiyorum” dedi. îmâm-ı Ahmed, yine buyurdu ki: “Allahü teâlâ her yüzyılda hir âlim yaratır, benim dînimi, herkese onun ile öğretir99 hadîs-i şerifinde bildirilen âlim, îmâm-ı Şâfiî’dir. Hadîs-i şerifte “Kureyş9e sövmeyiniz. Zîrâ Kureyşli bir âlim, yeryüzünü ilimle doldurur99 buyuruldu. Islâm âlimleri bu hadîs-i şerîf, Imâm-ı Şâfiî’nin geleceğini bildirmiştir, demişlerdir. Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah, babasının Imâm-ı Şâfiî’ye çok duâ ettiğini görerek sebebini sorunca: “Oğlum, Imâm-ı Şâfiî’nin insanlar arasındaki yeri, gökteki güneş gibidir. O, ruhların şifâsıdır” demiştir. Ebü’l-Kâsım bin Selâm “Nice âlim ve faziletli kimselerle görüştüm. Şâfiî hazretleri gibi âlim ve fâdıl bir kimse görmedim” demiştir. Ahmed bin Hanbel: “Eline kalem kâğıt alan herkesin Imâm-ı Şâfiî’ye şükrân borcu vardır” demiştir. Ibn-i Uyeyne’ye Imâm-ı Şâfiî’nin vefât haberi ulaşınca; şöyle demiştir: “Eğer o vefât ettiyse, zamamn en faziletlisi vefât etmiştir.” Imâm-ı Şâfiî hazretlerinin rivâyet ettiği hadîs-i şerifler, Sahîh-i Müslim’de, Sünen-i Ebî Dâvûd, Sünen-i Tirmizî, Sünen-i Nesâî, Sünen-i Ibni Mâce ve Sahîh-i Buhârî’nin ta’likâtmda yer almıştır. Kendisinden hadîs-i şerîf işitip rivâyet ettiği zâtlar: Müslim bin Hâlid ez-Zencir, Mâlik bin Esed, Îbrâhim bin Sa’d, Sa’îd bin Sâlim, Abdül- vehhâb es-Sakafî, Ibn-i Aliyye, lbn-i Uyeyne ve diğer hadîs âlimleridir. Imâm-ı Şâfiî’den de Ahmed bin Hanbel, Süleymân bin Dâvûd el-Hâşimî, Ebû Bekir Abdullah bin Zübeyr el-Hamidî, îbrâhim bin Münzir, Ebû Sevr îbrâhim bin Hâlid, Ebû Ya’kûb
Yûsuf bin Yahyâ ve diğer birçok zât hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. îmâm-ı Şâfiî’nin rivâyet ettiği hadîs-î şeriflerden biri şudur “Kendisine yumuşaklık verilen kimseye, dünyâ ve âhıret iyilikleri verilmiştir. Yumuşaklıktan mahrûm olan kimse, dünyâ ve âhıret iyiliklerinden ırmhrûm olur.” îctihâdı (Mezhebi): îmâm-ı Şâfiî, ikinci defa Bağdad’a gidişinden sonra, Bağdad’ dakı siyâsî ve fikrî kargaşalıklar sebebiyle Mısır’a gidip, ömrünün sonuna kadar orada kalmıştır. îmâm-ı Şâfiî, îmâm-ı MâHk’in ve înıâm-ı a’zamın talebesi İmâm- ı Muhammed’in derslerine devam ederek, îmâm-ı a’zamm ve îmâm-ı Mâlik’in ictihad yollarını öğrenip, bu iki yolu birleştirdi ve ayn bir ictihad yolu kurdu Kendisi çok beliğ, edîb olduğundan, âyet-ı kerîmelerin ve hadîs-i şeriflerin ifâde tarzına bakıp, kuvvetli bulduğu tarafa göre hüküm verirdi îki tarafta da kendi usûlüne göre kuvvet bulamazsa, o zaman kıyas yolu ile ictihad ederdi. Böylece müslümanlann ibâdetlerinde ve işlerinde uyacakları bir yol göstermiştir. Onun kendi usûlüne göre şer’î delillerden çıkardığı hükümlere, ya’nî gösterdiği bu yola “Şâfiî Mezhebi” denildi. Ehl-i sünnet i’tikâdmda olan müslüman- lardan, amellerini ya’nî ibâdet ve işlerini, bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara “Şâfiî” denir Allahü teâlâ, bütün müslümanlardan tek bir îmân istemektedir. îslâmiyette, îmânda, i’tikadda, tefrikaya, ayrılığa izin verilmemiştir Resûlullah (s.a.v.; efendimizin inandığı ve bildirdiği ve Eshâb-ı kirâ- mm naklettiği gibi îmân eden müslüm anlara “Ehl-i sünnet vel-eemâat” veya kısaca “Sünnî” denir Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şeriflerde hükmü açıkça bildirilmemiş olan ba’zı ibâdetlerin ve günlük muamelelerin târifinde ve yapılışında, Sünnî müslümanlara mezheb imâmı olan büyük îslâm âlimleri tarafından gösterilen ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan yollara, amelî mezhebler (veya fıkhî mez
hebler; denilmiştir Mezheb imâmı olan büyük îslâm âlimlerinin aralarındaki böyle ictihad ayrılıklarına, dînin sâhibi izin vermiş ve bu hâl her zaman ve her yerde müslümanlann îslâmiyete dosdoğru uymalarını temin ederek, müslümanlar için rahmet olmuştur. Nitekim, hadîs-i şerifte “Âlimlerin (müctehidlerin; mezhebler e ayrılm ası rahm ettir” buyuruldu. îmâm-ı Şâfiî’nin, talebelerinin ve kendisine suâl soranlann dînî müşküllerini hallederken ortaya koyduğu ve tâkib ettiği usûller, Şâfiî mezhebinin temel kâideleri olmuştur Bu mezhebin usûlleri de, diğer bütün müctehidlenn usûlüne benzemekle berâber, ba’zı farklılıklan da vardır. Bütün müctehidler, bir işin nasıl yapıla cağını Kur’ân-ı kerîmde açık olarak bulamazlarsa, hadîs-i şeriflere bakarlar. Hadîs-i şeriflerde de açıkça bulamazlarsa, bu iş için (ıcmâ; var ise, öyle yapılmasını bildirirler. Icmâ, Eshâb-ı kırâmın ve onlardan sonra gelen Tâbiîn denilen âlimlerin bir mes’eledeki sözbirliğine denir. Bir işin nasıl yapılması lâzım olduğu icmâ ile de bilinmezse, müctehidler kendileri kıyasta bulunarak ictihad ederler; mes’elenin dînî hükmünü bildirirler. Kıyas, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şeriflerde, hakkında açık bir hüküm bulunmayan bir işi, açık hüküm bulunan diğer bir işe benzeterek hükme bağlamaktır îmâm-ı Şâfiî, ictihadlarmda, îmâm-ı a’ zamın kıyas işinde tâkib ettiği (Re’y yolu; ile, îmâm-ı Mâlik’in tâkib ettiği (Rivâyet yolu/nu birleştirerek, ayrı bir ictihad yolu kurdu. Şâfiî mezhebinin reisi olan îmâm-ı Şâfiî, usûl-i fıkıh ilmindeki mes’elelerı ilk defa tasnif edip, kitaba yazan kimsedir Bu ilimdeki esennın adı “er-Risâle fil-usûl”dür. Şâfiî mezhebi, Hanefî mezhebinden sonra ençok yayılan bir mezhebdır. Mısır, Mekke, Medine’de, Endonezya’da, Aden’ de, Filistin’de, Azerbeycan’da ve Semerkant’da, Doğu ve GüneydoğuAnadolu’da ve diğer yerlerde yayılmıştır, tevâzusu, heybet ve vekarı ile kalblere te’sîr Şâfiî mezhebinin hükümlerini anlatan ederdi. Kur’ân-ı kerîm okurken dinleyenler pek çok kitap yazılmıştır. Bunlar arasında kendinden geçerdi. en jneşhûrlan İbn-i Hâcer-i flilekkî hazretle- Orta halli giyinirdi.. Heybetli bir görü- rinin yazdığı “Tuhfet-ül-muhtâc” hâşiyesi, nüşü vardı. O bakarken, yanındakiler su “Muhtasar-ı müzenî”, “Mugn-il-muhtâc” ve Imâm-ı Nevevî’nin yazdığı “Minhâc” adh eseridir. Eserleri: 1. Ahkâm’ül-Kur’ân. Matbûdur. 2. Îhtilâf-til-hadîs. 3. Müsned-üş-Şâfiî. Matbûdur. 4. er-Risâle fi’l-usûl: Usûl-i fıkha dâirdir. Usûl-i fıkhın kitap hâlinde yazıldığı ilk eserdir; Matbûdur. 5/ el-Mevâris. 6. el-Ümm: Fıkıh ilmine dâir olup, Imâm-ı Şâfif nin ictihad ederek bildirdiği mes’eleleri içine alan bir eserdir. Yedi cild hâlinde basılmıştır. 7. Kitâb’üs-Sünen ve’l-Müsned: Hadîs ilmine dâirdir. 8. el-Emâli el-Kübrâ 9. el-Imlâ’es-Sagîr 10. Edeb’ül-kâdî 11. Fedâil-i Kureyş 12. el-Eşribe 13. es-Sebkû ve’r-remyü 14. Isbât-ün-Nübüvve ve Redd-i ale’l- berâhime, gibi eserleri ve dîvânı vardır. Menkıbeleri ve medhi:Süfyân-ı Sevrî şöyle demiştir: “Imâm-ı Şâfif nijı aklı, zamanındaki insanların nnda, buyurdu ki: “Seyyidlerden bir çocuk, yarısının akıllan toplamından fazladır/’ kapının öjıünde oynuyor. Kapının önüne Abdullah-i Ensârî buyurdu ki: “İmâm-ı gelip, kendisini gördüğüm zaman, ona hür- Şâfiî’yi çok severim. Çünkü evliyâlıkta meten ayağa kalkıyorum. Resûlullahm hangi makama baksam, onu herkesin (s.a.v.) torunu ayakta dururken oturmak ‘ önünde görüyorum.” revâ değildir.” Az yer, az uyurdu. “On altı senedir, Talebelerinden biri anlatır: Bir bayram doyasıya yemek yeıftedim” buyurdu, günü Imâm-ı Şâfîî, hazretleri ile berâber Sebebi sorulunca “Çok yemek bedene ağır- mescidden çıktık. Bir mes’ele hakkında lık verir, kalbi zayıflatır, anlayışı, idrâki sohbet ediyorlardı. Evlerinin ‘kapısına azaltır, çok uyku getirir ve böylece insanı gelince, bir hizmetçi kendisine bir kese ibâdetten alıkor. Kulluğun başı az altın getirip, efendisinin selâmı olduğunu ve yemektir” buyurmuştu. bunu kabûl buyurmasını ricâ etti. Imâm-ı Imâm-ı Şâfifnin simâsı, gâyet güzel ve Şâfîî hazretleri keseyi kabûl etti. Biraz sevimli idi. Üstün bir zekâya ve kâbiliyete sonra biri gelip, “Hanımım bir çocuk sâhib idi. Peygamber efendimizin (s.a.v.) doğurdu. Yanımda hiç param yok. Sizden sünnetine son derece riâyet ederdi, ilmi, Allah nzası için biraz para istiyorum” dedi. Imâm-ı Şâfiî hazretleri keseyi hiç açmadan, olduğu gibi o şahsa verdi. Halbuki biliyordum ki, kendisinin de hiç parası yoktu. Imâm-ı Şâfiî hazretleri Yemen’e bir sefer yapmıştı. Dönüşünde onbin dirhemle gelip, çadırım Mekke’nin dışına kurdurarak, ziyâretçilerini orada kabûl etti. Halk topluluklar hâlinde Imâm-ı Şâfiî’ye gelerek müşküllerini hallediyordu. Ziyâretçiler arasında bulunan fakirlere de para dağıtıyordu. Böylece, Yemen’den getirdiği onbin dirhemin hepsini fakirlere dağıttı ve ondan sonra da; “Oh şimdi rahatladım” buyurdu. Mısır’ın ileri gelenlerinden birinin
hanımı, bir münâkaşada kocasına: “Ey Cehennemlik” dedi. Bu cevap karşısında bu şahıs, hanımına “Ben Cehennemliksem, seni boşadım” dedi, fakat hanımını da çok seviyordu. Âlimleri toplayıp bu. mes’ eleyi sordu. Kimse cevap veremedi. “Senin Cehennemlik olup olmadığını Allah bilir” dediler. Âlimler arasından henüz daha genç yaşta olan Imâm-ı Şâfîî kalkıp, “Ben senin mes’eleni çözerim” dedi. Oradakiler şaşırdılar. Bu kadar âlimin cevap veremediğine, nasıl cevap verecek diye merak ettiler. Imâm-ı Şâfîî dedi ki: “önce sen benim sorularıma cevap ver!” Ve devâm etti: “Bir günah işleyeceğin vakit, Allah korkusundan bu günahı terk ettiğin oldu mu?” dedi. “Allahü teâlâya yemîn ederim ki çok oldu.” “Bu hâlinle Cennetlik olduğun anlaşılmaktadır” buyurdu. Orada bulunan âlimler, hangi delîl ile bu hükmü verdiğini sordular: “Kur’ân-ı kerîmde, “Bir kimse Allah korkusundan nefsini günahlardan men ederse, onun yeri elbette Cennettir99 buyurulmaktadır. Hükmünü bu âyet-i kerîmeye göre verdim” buyurdu. Oradakiler susup kaldılar. Abdullah bin Muhammed Bekrî şöyle anlatmıştır: “Imâm-ı Şâfîî ile Bağdad’da nehir kenarında oturuyor idik. Bir genç gelip abdest almaya başladı. Fakat abdesti yanlış aldı. Imâm-ı Şâfîî o gence: “Abdesti tam al. Allahü teâiâ sana dünyâ ve âhıret saâdetı versin” buyurdu. Genç tekrar abdest alıp, yanımıza geldi ve bana nasihat et, öğret deyince, Imâm-ı Şâfîî şöyle buyurdu: “Allahü teâlâyı bilen necât (kurtuluş; bulur. Dîninde titizlik gösteren, kötü
lüklerden kurtulur Nefsim ıslah eden, saâdete kavuşur. Biraz daha ister misin9” dedi. Genç evet deyince, şöyle devam etti “Kim şu üç şeyi yaparsa îmânı kâmil olur: 1- Emr-i bil-ma’rûf yapmak, ya’nî Allahü teâlânın emirlerini yapmak ve yaymak. 2- Nehy-i anil-münker yapmak, ya’nî Allahü teâlânın yasaklannı yapmamak ve yapılmaması için uğraşmak 3- Her işinde Allahü teâlânın dinde bildirdiği hudutlar içinde bulunmak” buyurdu. Sonra, “Biraz daha ister misin?” deyince, genç, “Ihsân ediniz efendim” dedi. Şöyle buyurdu: “Dünyâya bağlanıp, ona düşkün olma, âhıreti iste. Bütün hâl ve hareketinde Allahü teâlâyı hatırla ki, kurtulanlardan olasın.” Bu nasihatleri dinleyen genç, son derece memnun olup, benim yanıma yaklaşarak, bu zât kimdir, dedi. Ben de Imâm-ı Şâfîî olduğunu söyleyip tanıttım. Bunun üzerine genç; bugün ne bahtiyânm ki, böyle büyük zâtı görüp, nasihatim dinledim” dedi.” Imâm-ı Şâfîî şöyle anlatmıştır* Bir gece rü’yâmda Peygamber efendimizi (s.a v )
görmekle şereflendim. Bana buyurdu ki, “Sen kimdensin?” Cevâbında, “Ben senin kabîlendenim” dedim Bana yaklaş buyurdular. Yanma gittim. Mübârek ağzının suyunu dilime, ağzıma ve dudaklarıma sürüp “Hadi, Allahü teâiâ sana bereket versin” buyurdular. Kendisi anlatır- Çocukluk zamanında, Mekke’de rü’yâmda Peygamber efendimizi gördüm. Tam bir heybetle Mescid-ı harâm da insanlara imâmlık yapıyorlardı. Namaz bitince yanlarına gidip, bana da ilim öğretiniz, dedim. Bunun üzerine kaftanının altından bir terâzı çıkarıp: Bu senin içindir, buyurup bana hediye ettiler. Bu rü’ yâmı tâbir ettirdim. Dediler ki: “Sen, ilimde imâm olursun ve sünnet üzere olursun Terâzi ise, hakîkat-ı Muhammediyyeye kavuşacağına alâmettir.” “Bir gün rü’yamda, Hz. Ali efendimizi gördüm. Parmağından yüzüğünü çıkardı, parmağıma taktı. Bu hareketi, kendi ilminin ve Resûlullahm ilminin bana geçmesi alâmeti idi.” Imâm-ı Şâfîî, altı yaşında iken mektebe gitmeye başladı Zâhide bir annesi vardı, insanlar emânetlerini ona bırakırlardı Bir gün iki kişi gelip, bir bohça verdiler Daha sonra biri gelip bohçayı istedi Gelene bohçayı verdi. Biraz sonra diğen gelip, bohçayı istedi Bohçanın arkadaşına verildiğini söyleyince: “Biz ikimiz beraber gelmeyince bohçayı vermeyin demiştik. Bohçayı niçin verdiniz?” dedi Annesi üzüldü. O sırada îmâm-ı Şafiî geldi. Annesinin üzüntülü olduğunu görünce sebebini sordu. Annesi olanları anlattı. Bunun üzerine annesine:
“Sen üzülme ben şimdi bohçayı isteyenle konuşurum.” ■ Bohçayı isteyen şahsın yanma gelip dedi ki: “Sizin bohçanız olduğu yerde durmaktadır. Git arkadaşını getir.” Adam aldığı cevap karşısında şaşırıp, geri dönüp gitti. Bir daha da gelmedi. îmâm-ı Şâfîî hazretleri, dîn-i îslâma hizmet uğrunda tükettiği hayatının son anlarını, Kur’ân-ı kerîmi dinleyerek geçirmiştir, ömrünün sonuna kadar her gün bir hatim olmak üzere, ayda otuz hatim okurdu. Ramafcan-ı şerifte ise gece ve gündüz birer hatim olmak üzere, altmış hatim okurdu. Artık vefâtmm yaklaştığı sırada tâkatsız düşmüştü, önceki gibi okuyacak durumda değildi. Fakat okuyan birinden dinlemek arzu ediyordu. O bu hâlde iken, talebesi Ebû Mûsâ Yûnus bin Abdüla’lâ yanma girmişti. Ona “Ey Ebû Mûsâ bana Kur’ân-ı kerîmden Âl-i Imrân sûresinin yıiz yirminci âyet-i kerîmesinden sonraki âyetleri yavaş yavaş oku” dedi. O da okumaya başladı, îmâm-ı Şâfîî, okunan âyet-i kerîmelerin ma’nâlanna dalmış, derin Bir huşû’ içinde dinliyordu. Hayatının son anlarında dinlediği bu âyet-i kerîmelerden bir kısmının meâlleri şöyledir: “(Ey Resûlüm!) bir vakit erkenden Medîne9deki âilenden çıkmış, savaş için müzminleri elverişli yerlere yerleştiriyordun. Allahü teâlâ, sözlerinizi işitir ve niyetlerinizi bilir. O zaman (Uhud savaşında ordunun sağ ve sol kanadını teşkil eden Seleme oğullan ile Harise oğullanndan ibârety içinizde iki birlik, savaş korkusundan (Münâfık Abdullah bin Ubey es-Selûl’un kaçışma bakarak) geri dönmeğe niyetlenmişti. Halbuki onların yardımcısı Allahü teâlâ idi. Mü9minler, yalnız Allahü teâlâya güvenip dayanmalıdır. Bedir savaşında düşmana nisbetle daha az ve
İki çininin meydana getirdiği bir pano. Mavi, yeşil ve beyaz renklerle işlenmiş nefis bir motif.zayıf olduğunuz halde, Allahü teâlâ size kesin zaferi verdi. Allahü teâlâ- dan korkun, (ve münâfîklann kaçışından kederlenmeyin) Tâ ki, şükretmiş olasınız. O vakit (Bedir’de) müzminlere şöyle diyordun; “Rabbinizin, üç bin melek indirmekle size yardımda bulunması, yetişmez mi size. Evet, eğer siz sabrederseniz ve Peygambere (s.a.v.) itâat- sızliktan sakınırsanız, onlar da hemen üzerinize gelecek olurlarsa, Rabbiniz size nişanlı nişanlı beş bin melekle (düşmana karşı) yardım edecektir. Allahü teâlâ, bu yardımı size, sırf bir müjde olsun ve kalbleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yoksa zafer, ancak aziz ve hakim olan Allahtandır.” (Âl-i îmrân: 121-126) Âl-i îmrân sûresinin yüzyirmidokuz ve yüzotuzaltmcı âyet-i kerîmelerinde ise: “Göklerde ve yerde olan şeylerin hepsi Allahındır. Kullarından dilediğini bağışlar ve dilediğine azâb eder. Allahü teâlâ çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir. Allahü teâlâdan korkun ki, âhıret azâbından kurtulasınız. Kâfirler için hazırlanan ateşten korkun. Allahü teâlâ ve Peygambere (s.a.v.) İtâat edin ki, merhamet olunasınız. Rabbinizin mağfiretine ve eni, göklerle yer kadar olan Cennete koşuşunl O Cennet, takvâ sahipleri için hazırlanmıştır. (O takvâ sâhipleri) Bollukta ve darlıkta harcayıp, yediren, öfkelerini yutanlar, insanların kusurlarım bağışlayanlardır. Allahü teâlâ da iyilik edenleri sever. Ve bir günah işledikleri veya nefslerine zulüm ettikleri zaman, Allahı anarak hemen günahlarının bağışlanmasını istiyen- ler, (ki, günahlan Allahü teâlâdan başka kim bağışlıyabilir?) hem de yaptıkları günaha bile ısrâr etmemiş olanlar (var ya) işte onların mükâfâtı, Rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altında ırmaklar akan Cennetlerdir. Orada, ebedî olarak kalacakladır. Şu işleri yapanların mükâfâtı ne güzeldir! Sizden önce bir takım vak’alar geçti. Onun için yeryüzünde dolaşın da, Peygamberleri yalanlıyanların akıbetlerinin nasıl olduğuna bakın, ibret alın. İşte Kur9ân-ı kerîmde olan bu kıssalar (vak’alar) bütün insanlar için, hak sözü açıklama ve Allahü teâlâdan korkanlar için de bir nasihattir.99 Âl-i îmrân 145. âyet-i kerîmesinde ise: “Allahü teâlâmn izni olmadıkça hiç kimseye ölmek yoktur, ölüm zamanı, Allahü teâlâmn ilminde kararlaşmış bir yazıdır. Kim dünyâ menfaatim isterde, ondan veririz ve kim de âhıret sevâbını isterse, buna da ondan veri
riz, şükredenlere ise muhakkak mükâfat vereceğiz .” Âl-i tmrân sûresinin yüzdoksanbir ve yüzdoksanisekizinci âyet-i kerîmelerinde de: “Sağ duyulular o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken ve yatarken (dâima; Allahı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında, Allahın varlığını ishât için iyice düşünürler ve şöyle derler; Ey Rabhimiz, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bâtıl şey yaratmaktan münezzehsin (berisin) artık bizi Cehennem ateşinden koru. Ey Rabbimiz! Gerçekten sen kimi ateşe sokarsan, şüphesiz onu hor ve perişan edersin. Orada zâlimlerin azâ- bını kaldıracak hiçbir yardımcılar da yoktur. Ey Rabbimiz, doğrusu biz bir da’ vetçi (Kur’ân-ı kerîm veya Âhir zaman Peygamberi (s.a.v.) işittik: Rabbinize îmân edin, diye insanları îmân etmeye, da9vet ediyordu. Dinledik, hemen îmân ettik. Ey Rabbimiz, günahlarımızı bağışla, kusurlarımızı
ört ve ruhlarımızı iyi kimselerle berâ- ber al. Ey Rabbimiz, Peygamberlerin ihsânı üzerine bize va9dettiğin sevâbı ver ve kıyâmet gününde bizi rüsvâ etme. Şüphe yok ki sen va’dinden dönmezsin. Nihâyet Rableri de onların duâla- rına şöyle icâbet buyurdu: “Muhakkak ki ben, içinizden gerek erkek ve gerek kadın olsun, hayır işliyen hiç kimsenin yaptığını zayi etmem. Hep birbiriniz- densiniz, din yönünden erkek ve kadın birdir. Dinleri korumak için Mekke9 den Medine’ye hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, dini uğrunda işkenceye düşenlerin, savaşanların ve bu yolda öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim, onları, altından nehirler akan Cennetlere koyacağım. Bu lütuflar, onlara Allah katından mükâfattır ve sevâbın da en güzeli Allah katindadır. O Allahü teâlâyı tanımıyanların, refah içinde diyâr diyâr dönüp dolaşmaları, sakın seni (mü’minleri; aldatmasın. Kâfirlerin bu hâlleri çabuk kaybolan az bir zevktir. Sonra varacakları yer Cehennemdir. O ne kötü döşektir. Fakat Rablerinden korkanlar (var ya;, onlar için altlarından ırmaklar akan Cennetler var, orada ebedî olarak kalıcıdırlar, Allahü teâlâ tarafından ikram olunurlar. Allahü teâlânın katındaki nVmetler ise, iyi kimseler için daha hayırlıdır.99 tmâm-ı Şâfiî hazretleri son nefeslerini vermek üzere iken, hâlini sordular. “Dünyâdan göçüyorum. Artık ondan ayrılıyorum. Ümit şerbetini içiyorum. Kerîm olan Rabbime gidiyorum’’ buyurdu. Vefâtı İslâm âlemi için büyük bir kayıp oldu Duyulduğu her yerde, derin üzüntü ve gözyaşları ile karşılandı. Kabri kazılırken etrafa misk kokusu yayıldı. Orada bulunanlar bu kokunun te’sirinde kalıp, kendilerinden geçtiler. Kahire’de el-Mukattam dağının eteğinde Kurâfe kabristanına defn edildi. Daha sonra kabri üzerine bir türbe yapılmıştır. Türbesi üzerindeki şimdiki muhteşem kubbe, Eyyûbî sultanlarından el-Melikel-Kâim tarafından; 608 (m. 1211) yılında yapılmıştır. Selahaddîn Eyyûbî tarafından da, türbesinin yanına büyük bir medrese yaptırılmıştır. İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin kıymetli sözlerinden ve nasihatlerinden bir kısmı şunlardır: Buyurdu ki: “Dünyâda zâhit ol, dünyâ malına bağlanma! Âhıreti isteyici ol, onun için çalış! Her işinde Allahü teâlâyı hatırla. Böyle yaparsan, kurtulmuşlardan olursun. Ruhsat ve te’viller ile uğraşan âlimlerden fayda gelmez“İnsanları tamamen râzı ve memnun etmek çok zordur. Bir kimsenin, bütün insanları kendinden hoşnut etmesi mümkün değildir. Bunun için kul, dâima Rab- bini râzı etmeye bakmalı, ihlâs sâhibi olmalıdır.” “İlmi, kibirlenmek, kendini büyük görmek için isteyenlerden hiçbiri felâh bulmuş değildir. Ama ilmi tevâzu için, âlimlere ve insanlara hizmet için isteyen^ elbette felâh bulur, kurtulur.” Biri İmâm-i Şâfîî’den nasihat isteyince buyurdu ki: “Sendein daha çok malı ve parası olan kimseyi kıskanma. O malına ve parasına hasretle Ölür^ İbâdeti ye tâatı \ , çok olan kimselere gıpta et. Yaşayanlar da sonunda ölecekleri için, onların dünyâlık- larina özenmeğe değmez.” “Hiçbir kimse yoktur ki, dostu ve düşmanı olmasın. Mâdem ki böyledir, o halde Allahü teâlâya itâat edenlerle berâber bulun, onlan sev.” “İlim, ezber edilen şey değil, ezber edilen şeyden te’min edileri faydadır.” “Resûlullahm ve Eshâbmm yolunda olmayam havada uçar görsem, yine doğruluğunu kabûl etmem.” “Herkese akıllı denmez. Akilli kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır.” “Kalbine ilâh! bir nûr penceresinin açılmasını isteyen şti dört şeyi yapsın: 1- Günün belli bir vaktinde yalnız kâlöm ve huzûra dalsın. 2- Mi’desini pek fazla doyurmasın. 3- Sefih kimselerle düşüp kalkmağı bıraksın, kötü kimselerle düşüp kalkmasın. 4- İlimleriyle yalnız dünyâlık arzu eden kimselere yaklaşmasın.” “Hiç bir vakit yoktur ki, ilim mütâlaası, hüzün ve kederi yok etmesin. İlmî mütâlaa, kalbin en ince ve en gizli noktalarını harekete geçirir, insanda yüce duygular uyandırır. “Sâdık * dost, arkadaşının hüzün ve sevinçte ortağı olandır.” “İki kişinin, darildıktan sonra birbirinin, ayiplannı ortaya çıkarması, münâfik- lık aliâmetidir.” ^Haksı^ sözleri tasdik eden, dalkavuk ve iki yüzlüdür.” * “Sâdık $öst, arkadaşının ayıplarını görünce ihtar eder, ifşâ etmez.” “İbret almak istersen, hatâ sâhibi kişilerin âkıbetİerine bak da kalbini topla.” “Kendisine faydası olmayanin, başkasına da faydası yoktur.” “Dünyâ sevgisi ile Allah sevgisini bir arada toplanm iddiasında bulunmak,, yalandır.” “Âlimlerin güzelliği, nefslerini ıslah etmeleridir. İlmin süsü, şüpheli şeylerden sakınmak, yumuşak olup, sârtlik göstermemektir. ”“Dünyâ işlerinde bir darlığa ve sıkıntıya düşen İrimse, ibadete yönelmelidir.” “Gururlanıp böbürlenmek, âdi ve bayağı kimselerin vasfıdır.” “Hizmet edene, hizmet edilir.” “Dostlar ile yapılan sohbetten sevimli bir hareket yoktur. Dostların ayrılığı kadar da gam ve keder veren şey yoktur.” “İlmi sevmeyende hayır yoktur. Böyle kimselerle dostluk ve bağlılığını kes. Çünkü, ilim kalblerin hayatı, gözlerin aydınlığıdır.” “Sâdık dost ve hâlis kimyâ az bulunur, hiç arama!’ “Bütün düşmanlıkların aslı, kötü kim? seler ile dostluk etmek ve onlara iyilik yapmaktır.’ “İlim öğrenmek, nâfıle ibâdetten üstündür.” “Kendini bilmeyene ilim öğreten, ilmin hakkını zâyietmiş olur. Lâyık olandan ilmi esirgeyen de, zulmetmiş olur.” “Reşûlûllahtan (s.a.v.) sonra insanların en üstünü Hz. Ebû Bekir, sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman, şonra Hz. Ali’dir, (r. anhüm)” ‘ “İlim öğrenmek için üç şart vardır: Hocanın mehâretli, talebenin zekî olması ve uzun zaman.” “İlim iki kısımdır; birincisi, ilm-i edyân, (naklî ilimler), din bilgileri. İkincisi ilm-i ebdân (aklî ilimler) fen bilgileridir.” “Kimin düşüncesi, arzusu, maksadı yemek içmek (dünyâ) ise; kıymeti, bağırsaklarından çıkardığı kazûrat kadardır.” “Dünyâda en huzursuz kimse, kalbinde hased ve kin taşıyanlardır.” “Başkalarım senin yanında çekiştiren, senin bulunmadığın yerde de seni çekiştirir.” “Kanâatkâr olmak, rahatlığa kavuşturur.” “Sırrını saklamasını bileri, işinin hâkimidir.” * İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin dîvânındaki şiirlerinden ba’zılanmn tercümesi şöyledir: “Günlerin berâberinde getirdiği hâdiseler, seni te’siri altına almasın. Sen iyi bir insan olmaya bak» Zamaniçerisinde gelen musibetler ve belâlardan dolayı sabırsızlık gösterme. Dünyânın belâ ve musibetleri devamlı değildir. İnsanlar arasında hatâ ve ayıbın çok olsa bile, ahlâkın; iyilik, cömertlik ve vefâ (sözünde durmak) olsun. İyilik ve cömertliğin ile, hatâ ve ayıplarım ört. Cimriden iyilik bekleme. Çünkü Cehennemde, susuz kimseye su yoktur. Dünyânın sevinci de, kederi de, bolluğu da, darlığı da devamlı değildir. Kanâatkâr bir kalbe sâhip olduğun zaman, sen ve dünyâya sâhip olan kimse eşitsiniz, ölüm, İrimin yanma gelirse, artık onü ölümün elinden kurtaracak ne yer ve ne de gök vardır. Gerçi Allahü teâlâmn yarattığı şu yeryüzü geni$
tir. Fakat, bir kere Allahü teâlânın hükmü gelince, fezâ bile dar gelir, ölümün aslâ devâsı (ilâcı yoktur/.” “Başımda ağaran saçların ortaya çık- masıyle, nefsimin ateşi sönüp gitti. Başımda beyaz saçların yânmasiyle, benim gecem oldu. (Çünkü bunlar, ölümün ^habercileri idi.; İhtiyarlığın habercileri yanaklarıma indikten sonra, ben nasıl rahat yaşanm. İnsanın ömrünün en iyi kısmı, ihtiyarlıktan öncekidir. Halbuki, gençliği yok olan bir nefs, yok olmuş demektir. İnsanın rengi sararıp, saçları ağardığı zaman, güzel ve tatlı günleri de, o güzellik ve tatlılığını kaybeder. Yeryüzünde büyüklenerek yürüme. Çünkü, bir müddet sonra bu yer, seni de içine çekip alacaktır/’ “Bir kimseyi affedip, ona kin tutmadığım zaman, düşmanlık düşüncesinden kendimi rahata kavuşturdum.” “Sefih ve câhil bir kimse konuşunca ona cevap verme. Sükût, ona cevap vermekten daha hayırlıdır.” “öğrenmenin acısını bir müddet tatmayan, hayatı boyunca cehâletin zilletini yudumlar.” “Bütün düşmanlıkların sevgiye dönüşmesi umulur. Fakat hasedden dolayı olan düşmanlık böyle değil.” “Allahü teâlâyı sevdiğini söylersin, halbuki, ona isyân edersin. Böyle sevgi olmaz. Eğer sevginde samimî olsaydın, Allahü teâlâya itâat ederdin. Çünkü seven, sevdiğine itâat eder.” “Senden görüşünü istemeyene, görüşünü verme. Çünkü böyle yaparsan, övül- mediğin gibi, görüşün de o kimseye fayda vermez.”
“Müslümanların önderi İmâm- a’zam Ebû Hanîfe (r.a./, memleketleri ve içerisinde yaşıyanları, ilmiyle verdiği hükümlerle süsledi. Doğuda, batıda ve Küfe’de onun bir eşi yoktur. Allahü teâlâ ona ebediyen rahmet eylesin.” “İlim öğren, kimse âlim olarak doğmaz. İlim sâhibi ile câhil bir olmaz.” “Bir kavmin büyüğünün ilmi yoksa, herkes ona yönelip geldiği zaman o küçüktür. Kavmin makam ve mertebe sâhibi olmayan ve ilim sâhibi olan küçüğü, ılmî meclislerde kavmin büyüğüdür.” “Sana gelene sen de git. Sana kötülük ve eziyet edene sen eziyet etme.” “Ey insan, dilini muhâfaza et. Seni sokmasın. Çünkü o, büyük bir yılandır. Kabirlerde, kahraman ve cesur kimselerin bile kendileriyle karşılaşmaktan çekinip, dilinin kurbanı giden nice kimseler vardır.” “Hakkı doğruyu kim söylerse söylesin kabûl ediniz.”