İşim o kadar kıymetli ki

Yapmam gereken önemli bir iş ve önümde uzun bir hafta var.apple-android-ve-diger-cihazlar-ile-degisim-programini-resmen-baslatti

İşim o kadar kıymetli ki… En güzel şekilde yapılmayı, vaktinde tamamlanmayı, faydalı olmayı, başkaları tarafından örnek alınmayı hak ediyor.

zamanım ٠ kadar bol ki… işim için bir plan oluşturabilir, bu plan çerçe- vesinde gerekli araştırmayı yapabilir, istediğim kişilere danışabilir, çalış- mamın taslağını ehil kişilere gösterebilir ve eserime son halini verip projemi en güzel şe- kilde yapmanın tadını çık^abilirim.

süreç İşlemeye Başlıyer…

Başta plan yapıyorum. Hem de ne plan! Sayfalar dolusu çizimler, grafikler, gün ve saatine kadar tasarlanmış tablolar… Bu pla- m hazırlamak o kadar vaktimi alıyor ki “Bir bu kadar da işin üzerinde dursam harika olacak!” diyorum. Yapacaklarımı program- lamak, enerimi ciddi anlamda tüketiyor. Pek çok şeyin netleştiği zihnimde can sıkıcı yeni sorular beliriyor. Daha harekete geçmeden moralimin bozulduğunu hissediyorum. Duy- gularım karmaşıklaşıyor, işi riske atmamak için programımı esnek hale getirmeye çalı- şıyorum. işin planladığım bitirme zamamm, son teslim tarihine biraz daha yaklaştırarak yorgunluğumu azaltabileceğimi varsayıyo- rum. Oyle yorgunum ki çalışmaya başlama- dan önce biraz istirahatin faydalı olacağım düşünüyorum. Ne de olsa ayrıntılı bir prog- ramlama yaptım ve iki gün sonra bu plana göre çalışmaya başlarsam her şeyi en güzel şedide ve erken bir vakitte bitirebilirim.

iki gün sonra projem üzerinde çalışmam gerektiğini hatırlıyorum. (Ne zaman unut- tum ki?) Ama pek havamda değilim. îşine önem veren biri olarak, verimli olabilmenin moral düzeyiyle ilişkili olduğunu biliyorum. Yapmam gereken iş, yüksek performans ve sakin bir zihin istiyor benden. Fakat, dedim ya, benim ruh halim iş yapmaya hazır değil bugün. Böyle bir halde işe koyulursam o işten ne hayır gelir ki? Yok yok, yarını bek- lemeliyim. Mükemmel bir iş çıkarmak için kendimi mükemmel hissetmeliyim.

Üçüncü gündeyim, işe başlamak için bi- razcık geciktim. Oyalanırken de içim sızladı hep. Olsun, hızlı ve yoğun bir tempoyla işi kısa zamanda bitirebilirim hâlâ. Yapmam gereken şey, kaybettiğim zamanı telâfi ede- cek şekilde planlarımı gözden geçirmek. Za- ten detaylı bir çalışma programım olduğu için onun üzerinde kısa bir düzeltmeyle işe koyulmaya hazırım. Yarın başlıyorum.

Dördüncü günümün dört bir taraftan dolduğuna şahit oluyorum. Beklenmedik telefonlar, akadaşlarımm sürpriz ziyareti,

Bu planı hazırlamak o kadar vaktimi alıyor ki “Bir bu kadar da işin üzerinde dursam harika olacak!” diyorum. Yapacaklarımı programlamak, enerjimi ciddi

günlük rutin işler… Bugün istesem de bir şey yapmam mümkün değildi zaten. Suçluluk duymuyorum bugünümün kaybolmasından. Tamamen kontrolüm dışındaki gelişmeler, çalışmama sekte vurdu. Benim pişmanlığım düne âit! Ya da dünlere âit demeliydim.

Beşinci güne giriyorum. Bugün epey boş vaktim var aslında. Lâkin bu boş zamanlar, günün muhtelif saatlerine serpilmiş durum­da. Ben öyle parça parça iş yapmaya alışkın değilim. Bir başladım mı pir başlamalıyım! işime odaklanabilmek için, verimli olabil­mek için öyle kısa zamanlar yetmez. Benim pürüzsüz, kesintisiz, kaymak gibi bir zama­na ihtiyacım var.

Ve hafta sonundayım. Hafta sonu bana âit. Sabah erkenden kalkıp işe koyulmalı­yım. Hatta çok erken kalkmama da gerek yok, ama uyuyamıyorum ki… En iyisi he­men işe koyulmak. Bugün rûhen en huzur­lu olduğum gün diyemem. Projemle ilgili programımı görmek bile istemiyorum. Mü- kemmeliyetçiliğimi istemeye istemeye terk ederek hele bir başlayayım deyip işe koyu­luyorum. Birkaç saatte işin neredeyse dörtte üçünü tamamlıyorum. Son günlerde hiç his­setmediğim bir mutluluk var şimdi içimde.

“Oh be!” diyorum, “İş bitti bitecek!” Bir saat daha çalışsam bu iş tamam; fakat kendimi ödüllendirmem gerektiğini düşünüyorum.

Uzun bir kahvaltı ve üstüne güzel bir yürü­yüş iyi olabilir… Böyle düşünüyorum, ama pek de iyi olmuyor. Gezme tozma planlarını hızlıca tamamlayıp uygulamaya koyduğu­mu fark etmek içimi sızlatıyor.

Haftanın son günündeyim. Bu sabah erken kalkıp bir saatte projenin kalanını ta­mamlayacakken uyuyakalmışım. Yapacak bir şey yok. Akşama kadar ailemle meşgul olmalıyım. Gece yarısı işi tamamlar ve yine yorgun argın işe gidebilirim. Çünkü ben buna alışkınım.

Hesapta hafta sonu dinlenmek vardı. İşi işyerinde bitirecek eve huzur götürecektim.

Eve iş götürdüm, fakat işe de huzur getirdi­ğim söylenemez. Yumurta kapıya dayanınca verimlilik seviyemin ne kadar yükseldiğine şahit oluyor, kısacık zamanda ortaya koy­duğum esere şaşırıyorum. Aslında daha iyi olabilecekken, mükemmeliyetçilik takıntısı yüzünden mükemmellikten uzağa savrul­muş bir ürünle baş başa, yeni bir haftaya başlıyorum.©

getirecek olan tercihtir. Hatırlanması gere­ken şey özgürlüğün nerede bittiğini bilmek ve denge sınırını belirlemektir. Haber takip etmek özgürlük sayılabilir. Ancak özel ha­yatın deşifre edilmesi kontrolsüz bir özgür­lüktür. Seçici olmak bu özgürlüğe dengeyi getirecektir.

Sınır tanımayan “özgürlük” hevesinin denge sınırları nedir, diye bir soru takılıyor aklımıza. Özgürlük adına dengelerin altüst edildiğini görünce bu denge sınırlarını arı­yoruz ister istemez. “Özgürlük” hevesi yük­lenen gençlerin ve çocukların aldırmayan, kendinden başkasını umursamayan, anlık düşünen ve hareket eden, plansız ve amaç­sız insanlara dönüştüklerine şahit oluyoruz.

Kelime anlamı oldukça cazip olan “öz­gürlük” acaba gerçek manada her zaman özgürlük müdür? Mesela korkuluğu olma­yan bir köprü, emniyet kemeri olmayan bir vasıta daha özgür bir hayat mı sunar yoksa tehlikeye bir adım daha mı yaklaştırır bizi?

Korkuluklar sınır koymasına rağmen korku ve tehlikeden uzak bir hayat özgür­lüğü verir aslında. Korkuluğu olmayan bir köprüden tedirgin olmadan karşıya geçmek oldukça zordur. Korkuluk sayesinde köprü­de rahatça dolaşabilir, manzarayı seyredebi­liriz.

Disiplin de görünürde birtakım özgür­lükleri kısıtlar. Fakat bu durum geri dönüşü olmayan tehlikelerden çocuklarımızı koru­yacaktır. Uçaktan atladıktan sonra açılma­yan paraşütün iadesi olmadığı gibi anlamsız bir boşluğa savrulan çocukların ve gençlerin de geri dönüşü olmayacaktır.

Çocuklar her ne kadar zeki olsalar bile birçok hayat tecrübesinden mahrumdurlar. İdrak becerileri de gelişim aşamasındadır. Bu sebeple onlara dengeli bir hayat tarzı gerekir ki bununla sabır, yardımseverlik, başkasını anlayabilme (empati), merhamet gibi yüksek duygulara sahip olabilirler. Dü­zenli, sorumlu, lider ve tutarlı olma beceri­lerini geliştirebilirler. Nitekim sorumluluğu gelişmiş olan bir çocuk, otorite (anne-baba- öğretmen) yanında değilken bile doğru olanı yapacaktır.

Bununla birlikte insan her adımını ku­rala binaen atamaz. Korkuluk da demirden yapılır ancak demir parmaklık değildir. Zira demir parmaklık insanları toplumdan uzak­laştırırken, korkuluk tehlikeden uzaklaştırır. Şu durumda disiplinli olmak adına çocukla­rı kurallar içine hapsetmek doğru olmaz. Di-

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*