İŞSİZLİK VE ENFLASYON

İŞSİZLİK VE ENFLASYON

1979’da işsizlerin sayısı bir milyonu bulmuyordu; ülkeye göç etmiş yabancı işçilerden 600 000’i, anayurtlarına dönmüşlerdi; öte yandan yaklaşık 500 000 kişi, işgücü potansiyeli açısından bir “sessiz rezerv” oluşturuyordu. Gene de, 1981 ağustosunda işsiz sayısı 1350 000’i buldu; üstelik ülke ortalaması % 4,5 iken, Ruhr bölgesinde işsizlik oranı % 6, 5 dolaylarına yükseldi ve demir-çelik üretiminde önemli bir gerileme saptandı; gemi tezgâhlarına verilen siparişler de
1975-1978 arasında % 90 oranında azaldı. Bunun üstüne sendikalar, ileri sürdükleri isteklerden vazgeçmeye yöneldiler.
DIŞ PAZARLAR
Federal Almanya 1977 yılının ortalarında dünyanın en büyük dışsatımcı-sı haline gelmiş, böylece iki dünya savası arasındaki konumuna yeniden kavuşmuş, üstelik bunu Alman markının değerinin durmadan artmasının ortaya çıkardığı sakıncalara karşın gerçekleşmeyi başarmıştı. Dış ticaret yapısı 1980 yıllarının sonuna doğru da dengesini korudu. Ürün açısından dışsatımlar, belli kesimlerde aşağı yukarı yoğunlaşmıştı: % 55’i yatırım maüarından (makineler, motorlu araçlar, eletroteknik gereçleri), % 25’i aramallardan (kimyasal ürünler, demir, çelik), % 10’u tüketim mallarından oluşmaktaydı. Bazı sanayiler, sözgelimi kimya sanayisi, ilerde pazar bulamama korkusuna kapılmaksızın ürünlerini elden geldiğince çeşitlendirmişti. Federal Almanya Cumhuriyeti dış ülkelerdeki yatırımlarını da geHştinnişti: Volkswagen şirketi. Almanya’da ürettiği 750 000 otomobile karşılık Brezilya’da yaklaşık yarım milyon otomobil üretmekteydi. Özet olarak, dünya dışsatımındaki konumunu koruyabilmek için Federal Almanya sanayisi, XXI. yy’ın eşiğinde, teknoloji alalımda uzmanlaşma yolunu seçmişti.
DEMOKRATİK ALMANYA
Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin kurulduğunun resmen ilan edilmesinin (1949) ardından, Demokratik Alman Cumhuriyeti’ne İkinci Dünya savaşından sonra Polonya’ya ve
S.S.C.B’ne bırakılan topraklardan ve Südetler’den çıkarılan yaklaşık 3,5 milyon Alman göç etmesine karşın, 1945’tenjFederal Almanya Cumhuri-yeti’ne göçü durduran Berlin duvarının yapıldığı 1961 tarihine kadar, ülke nüfiısu sürekli azaldı. 1949-1965 yılları arasında Batı’ya 2,8 milyon kişinin kaçması ve bunların % 48’inin 25 yaşından küçük olması, Demokratik Alman Cumhuriyeti’nde nüfusun yaşlanmasına ve nüfus artışının yavaşlamasına neden oldu.
1970’ten sonra 15 yaşın altındaki gençlerin artmakta olması, nüfus durumunu değiştirecek gibi göründü; ama bu kez de, etkin nüfusun taşıdığı yük artmaya başladı. Öte yandan ülkede nüfusun dağılımı da eşitsizdi. Sözgelimi, tarım bölgesi Neubran-denburg’da km2’ye 59 kişi düşerken, başlıca etkinliği sanayi olan Karl-Marx-Stadt’ta bu sap 341 kişiye yükselmekteydi.
Toprak ve toprakaltı zenginlikleri eski Reich’ın batı bölümüne oranla daha az olan ve savaşta daha çok zarar gören D.A.C’nin iktisadi açıdan toparlanması güç oldu. Büyük toprak sahiplerinin (Junker’ler) yönetimindeki tarım pekverimli değildi; 1945’e kadar sanayi de ülkenin batısından gelen hammaddeyi işleyen bir imalat sanayisinden öteye geçmiyordu ve bölünme sonucu hammadde kaynaklarım yitirmişti. Öte yandan, 1953’e kadar Sovyetler, fabrikaların bir bölümünü söküp götürmüşler, yerinde bıraktıklarım da kendileri işletmişlerdi. Bu durumda devlet, ikili bir reformla (toprak reformu ve sanayi reformu) iktisadı düzene sokmaya çalıştı. Toprak reformuyla 9 000 Jun-ker’in topraklan istimlak edilerek, yerine iki çeşit tarım işletmeciliği getirildi: Toprakların % 6’sım işleyen devlet çiftlikleri (Volkseigene Güter); % 86’sını işleyen işletme kooperatifleri (özel kesimin elinde topraklann yalnızca % 8’i kaldı). Sanayi reformu özellikle temel sanayilere uygulanarak, bu sanayiler devletleştirildi (Volkseigene Betriebe). Aynı zamanda, ilk beş yıllık planla (1951-1955) çelik sanayisinin kurulmasına girişil-
di.
TARIM. Ülkenin büyük bölümünün buzul topraklarından oluşması tarımın genişletilmesini engellemekteydi. Bununla birlikte, özellikle Saksonya’da ve Thüringen’de, gösterilen büyük çabalar sonucu buğday liretimi artırıldı; hattâ bu topraklara daha iyi uyarlanmış olan çavdar üretimini geride bıraktı. Mecklen-burg’un soğuk topraklarında patetes yetiştirilirken, şekerpancarı ekimi de büyük ölçüde geliştirildi. Branden-burg’da ağırlık verilen sebzecilik, meyvecilik ve hayvancılıkta çok iyi sonuçlar alındı. Ne var ki, tarım araçlarının ve yöntemlerinin modernleştirilmesine karşın, alman sonuçlar yetersizdi ve D. A.C. tahıl ve et dışalımı yapmak zorundaydı.
SANAYİ. Sanayi, olağanüstü zenginlikteki linyit yataklarından yararlandı. Çoğunlukla açık tavanlı maden ocaklarından çıkarılan linyit, Leip-zig-Halle-Bitterfeld ve Aşağı Lausitz (Senftenberg ve Spremberg) havzalarında son derece bol olduğundan, D. A.C. linyit üretiminde dünya birinciliğine yükseldi. Termik santrallar yardımıyla elektrik üretiminin başlıca bölümü linyitten sağlandığı gibi, koklaştmlabilen bu linyit, yüksek fı-rınlarda da kullanılmaya başlandı. Thüringen’de çıkarılan demir, demir-çelik sanayisinin gereksinimini karşılamaya yeterli değildi. Buna karşılık Harz’daki önemli kurşun, çinko ve bakır yatakları işletiliyor, Erzge-birge’de, radyoaktif madenler, özellikle uranyum çıkanlıyordu. Stass-furt ve Halle bölgelerinde çıkanlan kayatuzu ve özellikle potas (dünya beşincisi), D.A.C’nin yeraltı gelir kaynaklanılın geri kalan bölümünü oluşturmaktaydı. Petrolün çok az olması, S.S-C.B’nden petrol dışalımım zorunlu kıldığından: “Dostluk Boru Hattı”yla Volga ham petrolü, Oder kıyısındaki Schwedt ve Leipzig yakınındaki Leuna | rafinerilerine (akıtılıyordu.
Parçalanmayı izleyen yıllarda hızla kurulan demir-çelik sanayisi üç bölgeye dağıtıldı (Calbe; Maxhütte-Un-terwellenbom; özellikle
tenstadt) ve çelik üretimi düzenli olarak arttı.
Maden sanayisi çerçevesinde alüminyum ve demir dışı metaller de ye-ralıyordu. Ayrıca makine sanayisi de gelişmişti. Nitelikli makine yapımında uzmanlaşmış olan bu dalda, takım tezgâhlan, baskı makineleri, dokuma makineleri ve tarım aletleri üretilerek gerek Doğu, gerek Batı ülkelerine satılmaktaydı. Otomobil, motosiklet ve bisiklet sanayisi ile demiryo-
lu malzemesi üretimi de oldukça gelişti. Bütün bu çeşitli etkinlikler Plauen, Karl-Marx-Stadt, Leipzig, Zwickau ve Berlin’de toplandı; tersaneler^ se, Baltık limanlan arasında kuruldu. Makine, saat, ateşli silahlar yapımı gibi geleneksel sanayiler Saksonya’da ve Thüringen’de olduğu kadar, Berlin’de de canlılığını sürdürdü; ayrıca Berlin, 1980 yıllannda bir elektroteknik merkezi haline geldi. Linyite dayalı kimya sanayisi potas, soda, tuz ve Wolfen’de elde edilen al-çıtaşını işliyor, sentetik kauçuk üreten Leuna-Werke ve Buna-Weke şirketlerinin başlıca etkinliği gösterdikleri kimya sanayisi, üretiminin büyük bölümünü Comecon ülkelerine ‘satıyordu (bu alanda öbür Comecon ülkelerinden çok ileri düzeyde olan D.A.C., dünya ülkeleri arasında da ön sıralara yerleşti). Ülkede uzun bir geçmişi olan dokumacılık Saksonya’da iki bölgede toplanırken, yapay lif dokumacılığı da günden güne gelişmekteydi.
Demokratik Alman Cumhuriyeti, otoyol ve demiryolu açısından zengin olmasının yanı sıra, İskandinavya’yı Prag’a ve Viyana’ya bağlayan büyük yol da ülkeden geçmekteydi. Buna karşılık, Brandenburg ırmak
femiciliği ağı, Berlin’i çevreleyen bir analla tamamlanmış olmakla birlikte, Elbe (Federal Almanya Cumhuriyeti) ve Oder (Polonya) deniz kapılan
yitirilmiş olduğundan, Dı Almanya’nın elinde, denii açılma noktası olarak R< başka liman ¡kalmamıştı JH ağıysa, Doğu Berlin’i, Doj ülkelerinin başkentlerine 1 taydı.
“YETMİŞLER”DEN
“DOKSANLAR”A
D.A.C., Federal Almanya yeti’yle giriştiği yanşta ger gerek iktisadi alanda çok sa rı kazandı; üretimi yüksek Doğu ülkeleri içinde en j şam düzeyim koruyarak, s ramlarının kararlılığını se kede sağhk hizmetleri i Her türlü yardım ve boş değerlendirme altyapıları emeklilere, annelere ve ge ncalıklar tanımaktaydı. E necker’in Doğu Almanya i ilkeye sadık kaldı: Batı A] Abgrenzung (ayınm hattıı ması); sosyalist blokla gur bütünleşme (1974 ana] 1975’te SSCB’yle imzalan! anlaşması da bunu belgele: İç siyasetteyse, 1975’ten st çevrelerde gün geçtikçe ye bir muhalefet gelişti; şair Wolf Biermann’ın 16 Kasıı Federal Almanya’da tuı yurttaşlıktan atılması, deı dınlar arasındaki anlaşma: noktasına ulaştırdı; bu önl çok sayıda aydın, ülkeı (özellikle Thomas Brasc Kunze ve Sarah Kirsch gib:
1976-1979 arasında ülked feti, felsefeci Robert Have iktisatçı Rudolf Bahro ten tutuklanan Bahro, 10 Ekü rihli kararnameyle bağışl; tı’ya göçtü.
1975 Ocak ajandan başlayi list pazarda hammadde f yükselmesi, Doğu Alman güç durumda bıraktı. 197 yıllarında hasadın kötü olu caret açığmı daha d) D.A.C’nin, gazımn tamam lunun % 90’ını ve kömürüı
li bölümünü satın aldığı S. fiyatlan 1975’te iki kat 1976’daysa % 10-15 arası bir artırmaya gitmesi, D. A. Berlin’de 1980-1990 araşır yon kilovat gücünde bir nü rai kurulmasını da kapsayı nükleer donanım program maya yöneltti. Hükümet ı pazarlardaki borçlanmas mak için, Doğu ülkelerin malları (D.A.C. Comeco: arasında bir numaralı dışs si olmayı sürdürdü), Batı’; sek nitelikli mal satımına nıdı.
1975’te 233 milyar mark o
120
üretimini 1980’de 312 milyara çıkaı mayı amaçlayan yeni bir beş yıllı plan hazırlandı; ama planın amaçle rina ancak belirli bir ölçüde ulaşıls bildi; % 5 olarak öngörülen ortalam yıllık gelişme % 4,2; ticarete yöneli sanayi üretimi % 6 yerine % 5,: 1979’da hasadın iyi olmaması nede niyle, % 4,5-5,3 olarak öngörülmü tanm ürünleri artışıysa % 2. Kişi bs şma gelir artışıysa, % 3 düzeyind kaldı.
1981’de yapılan parti kongresindı iktisadi ve toplumsal alanlarda uli şılması öngörülen hedefler sınırlar dirilirken, kabul edilen beş yıllı planda da, ulusal gelirin yılda % 5 ar ması hedef alındı. Bu arada, 1981’d Honecker ve Smith’in Doğu Berli yakınlarında biraraya gelmeleri, U ülke (A.B.D.,ve D.A.C.) arasında iliş kilerin yeniden başlatılmasını ‘sağli dı. Ama |üişkiler, 1983’te Federal A manya topraklarına Pershing II füze lerininyerleştirilmeye başlanmasıy] yeniden bozuIdu.’Bu|arada,’1985’te sonra S.S.C.B’de gerçekleştirilmey başlanan reformlar,’Demokratik Al manya’da da içten içe bir | kıpırdar mayayolaçtı.lNe var iki, Honecker’i 1987’de ülkeyi ziyaret eden Gorba çov’a, “Demokratik Almanya’nın tei seçeneğinin sosyalist sistemin hiçbi değişiklik yapılmadan uygulanması olduğunu söylemesi, halkın fazla bi umuda kapılmasını engelledi.
YENİDEN BÜTÜNLEŞME
Bununla birlikte, 1987 Eylül’ününil haftasında Demokratik Almany Devlet Başkanı Honecker’in Federa Almanya’yı ilk kez ziyaret etmesi her iki ülkede yeniden bütünleşme umutlarını canlandıran yeni bir kı vılcım oldu. 1988 yılının başmda Fe deral Almanya şansölyesi Kohl’uı Moskova’yı ilk kez ziyaret etmesiyse SSCB’nin sürekli olarak iki ayrı Al manya’nın varlığını vurgulamasın! karşın, iki ülke arasındaki iktisad ilişkilerin geliştirilmesi açısında] önemli bir adım sayıldı. 1989’uı ocak ayında, yirmi kadar Doğu Al man yurttaşının, Doğu Berlin’dek Federal Almanya temsilcilik bürola rından göç hakkı istemelerini, 11 Ey lül 1989’da Macaristan’ın Avustury; sınırını açması üstüne, Macaris tan’da tatillerini geçirmekte olan < 000’e yakın Doğu Alman yurttaşının Viyana üstünden Federal Alman ya’ya sığınmaları izledi. 18 Ekin 1989’da Honecker’in sağhk nedenle riyle tüm görevlerinden istifa ettiğin açıklamasından sonra, Demokratil Alman Cumhuriyeti Devlet başkanh ğına seçilen Egon Kranz, 9 Kasım’di isteyen her Demokratik Almany; yurttaşının, ülkeden ayrılabileceğin açıkladı. Aynı gece binlerce kişi bir kaç saat içinde yalnızca kimlik kartla
12
Dresden ‘de Elbe ırmağı üstündeki köprü.
Magdeburg bölgesinde Wemigerode’dan bir görünüş.
Doğu Berlin ’de 1979 yılında yapılan gençlik festivalinden görünüş.
rrnı göstererek Batı Berlin’e geçti ve “Berlin Duvarı”, her iki yandan, halk tarafından yıkılmaya başlandı. Bu gelişmeleri, Şansölye Kohl’un, Federal Meclise’e iki Almanya’nın konfederatif yapı içinde birleşmesini ön gören bir tasarı sunması izledi. Tasarıyı Doğu’nun başlangıçta kınamasına karşın, Kohl’un Demokratik Almanya’yı ilk kez ziyaret etmesinden sonra, 17 Kasım 1990’da, iki ülke,
Demokratik Almanya başbakanının sunduğu “anlaşmaya dayalı birlik” tasarısı çerçevesinde anlaştılar ve 2 Aralık 1990’da yapılan “Birleşik Almanya’nın ilk ortak genel seçimlerinin ardından, Şansölye Helmut Kohl, yeni hükümeti kurdu.
BİRLEŞMENİN İLK SONUÇLARI
“İki Almanya’nın yemden bütünleş-
mesiyle ortaya çıkan po Almanya’nın AET ı özellikle de Fransa’da ki dınrken, içte, Alman i bir sarsıntıyla karşılaştı kratik Almanya halkıı bastırmak zorunda kain ketim eşyası gereksinim bilmek için, nitelik 1 önemli olmadığı sanay de bile yerel üretimden
Hasan
Alnar
Federal Almanya’da ya da Batı Avrupa ülkelerinde üretilmiş ürünlere yönelmeleri, eski Doğu Almanya tarım ve sanayileri için gerçek bir yıkım oldu. Bu arada hükümet, 104 000 km2’lik bir alanda yaşayan 16 milyonun üstünde nüfusun bulunduğu eski Demokratik Almanya’yı kalkındırabilmek için, demiryollarını (% 80 oranında) ve karayollarını (% 60 oranında) geliştirmek, modem bir iletişim ağı kurmak, eski Demokratik Almanya devlet işletme ve kuruluşlarını özelleştirmek gibi ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldı. Doğu kesimine hemen yatırılan 140 milyarı aşkın
Türk bestecisi (İstanbul, 1906-Ankara, 1978).
Küçük yaşta kanun çalmaya başlayan Haşan Ferit Alnar, on iki yaşında iyi bir kanun yorumcusu oldu.
Hüseyin Saadettin Arel’den armoni, Edgar Manas’tan kontrapunto ve füg dersleri aldı. On altı yaşında Da-rüttalim-i Musiki adlı toplulukta kanun çalmaya başladı. 1922’de geleneksel Türk makamları içinde tek-sesii bir operet yazdı. 1927’de mimarlık öğrenimini yarıda bırakarak Viyana Devlet Müzik Akademisi’ ne yazıldı ve Joseph Marx’dan bestecilik, Oswald Kabâsta’dan yöneticilik dersleri aldı. Akademi’nin yüksek bölümünü bitirerek yurda döndükten [1932) sonra, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda orkestra yöneticiliği ve İstanbul Belediye Konservatuva-rı’nda müzik tarihi öğretmenliği yaptı. 1936’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na yönetmen yardımcısı ve Ankara Devlet Konserva-tuvarı’na piyano eşleyicisi olarak atandı; 1937-1946 arasında aym konservatuvarda bestecilik dersleri verdi ve ilk opera temsillerinin düzenlenmesine katkıda bulundu. 1946’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası yöneticiliğine getirilen Haşan Ferit Alnâr, 1952’de rahatsızlığı nedeniyle bu görevden ayrıldı. Daha sonra Ankara Devlet Kon-servatuvarı’nda armoni, biçim’bilgi-si, orkestralama dersleri verdi ve Ankara Devlet Operası’mn yöneticiliğini yaptı.
İKİ KONÇERTO
Haşan Ferit Alnar’m 1943’te tamamladığı (aym yıl seslendirildi) Viyolonsel Konçertosu’nun birinci bölümünde viyolonselle sunulan ilk tema, nikriz makammdadır. Geleneksel Türk müziği niteliğindeki bir taksimi andıran uzun bir geçişten sonra, hüseyni uşşak makamında ikinci bir tema ortaya çıkar: bu temayı fagot sunar, viyolonsel sür-
DM’nin, oldukça olumlu sonuçlar vermesine ve 1991 sonlarında iktisadi durumun toparlanmaya başlamasına karşın, eski Demokratik Almanya’da işsizlik oranının 1992’nin ilk aylarında % 14’e yaklaşması, bu kesimde hükümete karşıbüyük hoşnutsuzluk ¡uyandırdı. ı Üstelik Şansölye Kohl’un, “1994 yerel seçimlerinden önce Doğu’nun hızla gelişeceği” yolundaki savlarının tam anlamıyla silmeyi başaramadığı bu hoşnutsuzluk, her iki kesimdeki “yeni nazi” topluluklarının işine yaradı ve ülkede işsizlik oranının artmasının sorumlusu sayılmaya başlanan yabancılara,
dürürken, solo, yaylı çalgıların eşliğiyle suzinak makamında bir ezgi söyler ve en baştaki tema yinelendikten sonra, parça sona erer.
Haşan Ferit Alnar, 1951’de yazdığı ve aym yıl içinde Viyana’da yorumlanan Konun Konçertosuyla kanunu ilk kez yaylı çalgılar orkestrası içinde kullanan besteci olmuştur. Yazılması beş yıl süren yapıtın birinci bölümündeki (moderato) ana tema. Giriftzen Asım Bey’in rast peşrevinden kaynaklamr. Orkest-trayla duyulan bu giriş teması, kanuna geçer ve Türk halk müziği niteliğinde bir ezgiyle söner. Orkestra ve solonun söyleşisi, bir tür taksim olan kadansla son bulur. İkinci bölüm (lento). Mevlevihane ortamından kaynaklanan gizemci (mistik) bir havadır. Son bölüm (allegro poco moderato), oynak ve alımlı bir kanun soloyla girer: buna orkestra katılır ve yer yer ilk bölümdeki rast peşrevi de duyulur.
PRELÜD VE DANS
Haşan Ferit Alnar’ın en tanınmış yapıtı, ilk kez 1935 yılında Viyana’ da seslendirilen Preiüd ve Dans’tır. Türk halk ezgilerinden kaynaklanan titiz bir armoni dokusuyla örülü bu yapıtta, ağır bir prelüdden sonra, coşkulu ve alımlı dans bölümü, Türk folklorunun ritim kıvraklığım ortaya koyar.
BAŞLICA YAPITLARI
Türk makamları içinde: Teksesli bir operet (1922); on saz semaisi (1926); iki peşrev ve bir saz semaisi (1928-1930); kanun için taksimler (1928-1930); vb.
Orkestra için: Türk Süiti (1930); Romantik Uvertür (1932); Prelttd ve Dans (1935); İstanbul Süiti (1937-1938).
Oda orkestrası için: Trio Fantazi
özellikle de Türkler’e karşı şiddet hareketleri hızla gelişti. Çeşitli Batı kaynaklarının, Almanya hükümetini “altta alta desteklemekle” suçladığı bu hareketler, özellikle 1992 yılının ikinci yarısında arttı. 1992 Kasım’ın-da iki!“yeni-nazi”nin, Mölln’deTürk-lerin yaşadıkları bir evi kundaklamaları sonucunda, biri çocuk üç Türk’ün yanarak can vermeleri, Türkiye’nin yanı sıra, birçok ülkede, özellikle de İngiliz ve Yunan basınında şiddetle kınanırken, Almanya’da da, “nazizmin” hortlamasını protesto eden yoğun gösteriler yapıldı.

ÖBÜR ÇALIŞMALARI
“Türk Beşleri” diye adlandırılan topluluğun üyesi olan Haşan Feril Alnar, Viyana Senfoni Orkestrasında, Münih Senfoni Orkestrası’nda ve Stuttgart Radyo Orkestrası’nda konuk yönetmen olarak da çalışmış, ayrıca, İstanbul Sokakları, Namık Kemal, Halıcı Kız gibi film müzikleri yazmış ve Halıcı Kız ‘daki kanun soloyu kendisi seslendirmiştir. ■
(1929); Süit (keman ve piyano için, 1930); Yaylı Dörtlü (1933).
Solo ve orkestra için: Viyolonsel Konçertosu (1943); uç Türkü (soprano ve orkestra için, 1948); Kanun Konçertosu (1944-1951).
Sahne müziği: Yalova Türküsü (1932); San Zeybek (1932); Goethe’ nin Faust’u İçin Müzik (1944).
Film müziği: İstanbul Sokakları (1931); Namık Kemal (1949); Halıcı Kız (1953).
123
Alparslan
H!’ I
Alparslan
Büyük Selçuklu hükümdarı (1030?-Merv, 1072).
Babası Çağrı Bey ölünce Horasan meliki, amcası Tuğrul Bey ölünce de Büyük Selçuklu sultanı olan (1064) Alparslan’ın tahta çıkmasına, amcası Arslan Yabgu’nun oğlu Melik Kutalmış karşı çıktı; ama Alparslan’ la yaptığı savaşta bozguna uğrayıp, kaçarken öldü. Bu savaştan kısa süre sonra Gürcistan KraÛığı’nı imparatorluğunun sınırlan içine katan (1064) Alparslan, böylece hem Güney Kafkasya’ya bütünüyle egemen oldu, hem de Bizans’ın Doğu Karadeniz’le ilişkisini kesti. Bu arada kardeşi Kara Arslan Kavurt, Selçuklu Devleti’nin tahtını ele geçirmek için birçok kez ayaklandıysa da, her seferinde yenildi ve Alparslan tarafından bağışlandı. Oğulları Melik Şah ile .Arslan Şah’ı Gazneli ve Karahanh hükümdarlarının kızlarıyla evlendirerek bu iki imparatorlukla yakınlaşma siyaseti izleyen Alparslan, 1067’de Aral gölünün kuzeyini ve doğusunu dolaşarak, eski Oğuzeli’ni bütünüyle kendisine bağladı. 1068’de Araş ırmağından kuzeye geçerek Gürcistan’a girdi. Türklerin bu sürekli gelişmesinden kaygılanan Bizans İmparatoru Dio-genes, büyük bir orduyla Anadolu’ ya geçti (orduda Bizans kuvvetlerinin yanı sıra Normanlar, Franklar, Almanlar, îskandinavlar vardı). Kayseri yakınlarındayken Afşin Bey’in Niksar’ı aldığım öğrenince, Divriği yakınlarında Türk kuvvetlerini geri çekilmek zorunda bıraktı. Ama daha sonra, Afşin Bey’in yaptığı akınlara karşı koyamadı ve İstanbul’a geri dönmek zorunda kaldı.
MALAZGİRT MEYDAN SAVAŞI
1070’te Bizans’ın Anadolu orduları başkomutanı Manuel Komnenos’un Türklere Kızılırmak yöresinde yenilmesinden yararlanan Afşin Bey, Kayseri yöresinden hareket ederek Denizli’ye kadar uzanan ikinci bir akın yaptı. Aynı tarihte Alparslan da, Anadolu’ya girerek Malazgirt kalesini aldı; sonra güneye doğru ilerleyerek Diyarbakır’ı ele geçirdi. Diyarbakır’da bir süre kaldıktan sonra, BizanslIların korudukları Ur-fa kentini kuşattı. Fırat ve Dicle ırmaklarını geçerek Ahlat’a ulaştığı sırada, Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in 13 Mart 1071’de Türk ordusunu aramak için. İstanbul’dan yola çıktığını haber aldı ve Bizans ordusuyla karşılaşmak için Doğu Anadolu’ya yöneldi; BizanslIların İran’a yöneldiklerini anlayınca, or-
dusuna zorunlu yürüyüş buyruğu vererek Fırat’ı geçti. Veziri Niza-mülmülk’ü, herhangi bir olaya karşı hazırlıklı olmak amacıyla Heme-dan’a, tümenlerinden birini de Bizans birliklerinin durumu konusunda son bilgileri toplamak için ileri gönderdi (bu tümen general Bryen-nios komutasındaki Bizans öncülerini bozguna uğrattı; Bryennios yaralı olarak imparatorun yanına kaçmak zorunda kaldı). Sonunda Bizans ve Selçuklu orduları, 26 Ağustos 1071 cuma günü, Malazgirt ovasında karşı karşıya geldiler (50 000 kişiden oluşan düzenli Selçuklu ordusunda, Süleyman Şah ve Artuk Bey gibi ünlü komutanlar vardı).
Alparslan, komutanlarından Sav Tigin başkanlığında bir elçi topluluğunu barış önerisi için Bizans imparatoruna gönderdiyse de, Romanos Diogenes, Sav Tigin’e “sultanınıza söyleyin kendisiyle barış görüşmelerini Rey’de yapacağım; ordumu İsfahan’da kışlatacak, hayvanlarımı Hemedan’da da sulatacağım” dedi. Sert kişilikli, zeki bir insan olan Sav Tigin bu sözleri şöyle yanıtladı: “Atlarınızın Hemedan’da kışlayacaklarından ben de eminim ama, sizin nerede kışlayacağınızı şu anda kestiremiyorum. ’ ’
Şafak sökerken Alparslan, ordusunu savaşa hazırlamak amacıyla kısa ve kesin bir konuşma yaptı. Şehit düşerse vurulduğu yerde gömülmesini, Selçuklu birliğinin bozulmaması için oğlu Melik Şah’m çevresinde toplanılmasını söyledi ve savaşa bir hükümdar gibi değil, bir er gibi giyinerek çıktı.
Bizans ordusunun merkezinde impa-
rator yer alıyor; sol cep! tes, sağ cepheye Bryenn kuvvetlereyse Prens Andr muta ediyorlardı.
İki ordu göğüs göğüse gele çimde birbirlerine yaklai rada, Bizans ordusunc asker olarak çalışan Pe ve Uzların ayrılarak Âl ordusuna katılmaları, ] arasında büyük bir tedir, açtı. Türk atlılarının sal başlayan savaşta, Bizaiı nun saflarını korumayı b gören Alparslan, önceden bir taktik gereği Türk ordı çekilme buyruğu verdi v gizlice küçük Türk birlik! tirdi. Selçuklu ordusunu yitirdiğini sanan Bizans runun geri çekilen Türk ki izlemeye başlamasıyla, I duşu karargâhından uzak oldu ve akşama doğru Biz leri, gizlenen küçük Türl tarafından yer yer yok başlandı. Ordusunun dağ komuta etmenin olanaksı geldiğini anlayan Romanos hemen geri çekilme buyru se de, buyruk uygulanam zans birlikleri Türkler tan yandan çevrilmeye baş arada geri çekilme buyru lış yorumlayan yedek ku\ mutanı Prens Andronikos alanını bırakınca, karan ken Bizans ordusu çözül zanshlar imparatorlarıyl tutsak ahndı.
XI. yy’ın en büyük meyda: rınc[an birini kazanmış ok lan, Bizans imparatoru I kötü davranmayıp serbeı cağını bildirdi ve bir imzaladı.
Malazgirt meydan savaşın İslâm dünyasında önemli ı du.Her şeyden önce Anadı rı Türklere açıldı ve Anaı yurt olarak benimsendi. İ dolu’da, İran ve Azeri hattâ Horasan ve Mavei de o zamana kadar göçebi Türkmenler, kitleler halini lu’ya yerleşerek, türkleş: İslâm dininin yayılmasın lar. Kızılırmak, Bizans ile lar arasında sınır olarak ve Bizans imparatoru heı vermeyi kabul etti. Malazgirt meydan savaşın Alparslan, 1072’de Karâ üstüne yürüdü; ama ele kalelerden birinin komut tarafından öldürüldü ve yı Melik Şah geçti.
Alpler
Avrupa’daki başlıca dağ sistemi. Akdeniz’den Avusturya’ya kadar 1500 km uzunluğunda bir yay çizen
Alpler (ya da Alp dağları) güneyde kuzeye oranla daha sarp, ortada da öbür kesimlere oranla daha yüksek-
tirler (en yüksek tepesi M< 4 807 m); her iki ucunda i sistemin, en geniş yeri 200k
124
ustunya’da bir dağ merkezi ■
¡¡mevsiminde yüksek He otlatılmaya mnsür&ler.
ier’de, vadilerde 71 IPiemonte ¡¡isindeki Aosta Mfodenbir nlişj, yüksek tideyse hayvancılık niştir.
KARMAŞIK YAPI
Alpler, genel yapının (Bkz. ALPLER SİSTEMİ) son derece karmaşık olmasına yol açan çok çeşitli kayaç-lardan oluşmalarına karşın, bütünüyle ele alındıklarında, boylamasına ve yaklaşık olarak birbirine koşut dört büyük bölgeye ayrılırlar: Batıda Önalpler, sürekli bir kalkerli kütleler dizisi oluştururlar (Fransız Önalpleri; Bern Oberlandı; Bavye-ra Alpleri ve Avusturya Alpleri); doğuda, boylamasına uzanan bir vadiler bölgesiyle, Alpler’in en yüksek doruklarının {Mont Blanc: 4 807 m; Cervin; 4 478 m; jungfrau: 4 166 m) yer aldığı billursu kütlelerden ayrılırlar. Alpler’in doğusunda yer alan kıvrımlı ve kesintili tortul bölge, Como gölünün doğu kıyısından başlayarak genişler. Tek tek ele alındıklarında Alpler’in yapılarının, vadilerle kesilmiş oldukları için çok yoğun olmadığı görülür. Genç dağlar olan Alpler’de, aşınma olgusu etkisini yeni yeni göstermeye başlamıştır (tepelerin yüksek ve tırtıklı olması da bunu kanıtlar). Koruyucu her türlü bitki örtüsünden yoksun olan bu dağlar, don, kar, buzul ya da akarsuların olumsuz etkilerine açıktırlar. Alpler’in günümüzdeki yüzey şekillerinin temelim, bu dağlan aşağı yukarı bütünüyle kaplamış olan Dördüncü Zaman buzulları oluşturmuş, buzullar tepelerdeki piramit ve buzyalaklarım (sirkler) yontmuş, geçitleri biçimlendirmiş, vadileri (boyutları zaman zaman iç ovalarınkine yaklaşır ve ulaşım açısından olduğu kadar, nüfus ve tarım açısmdan da Alpler’in başlıca eksenini oluştururlar) oymuşlardır.
İKLİM. Okyanus ve kara rüzgârla-
rmın sınırında yer alan Alpler’de, iklim genel olarak ılımandır. Ama yükseltiye ve konuma göre büyük değişiklikler gözlenir. Alpler’de yaşam, sıcaklığın yükselti arttıkça hızla azalmasına bağlıdır (100 m’de yaklaşık 0,5°C) ve 1 500 m’nin üstündeki kesimlerde tarım yapılamaz. Konum da iklimi büyük ölçüde etkiler: Güneye bakan yamaçlarda evler, tarlalar, meyve bahçeleri yer alır; kuzey yamaçlarıysa ağaçlarla kaplıdır. Yağış ortalamaları yüksektir; 2 000 m yükseltiye kadar artış gösterir; sonra azalır. Sonbaharda en çok Batı Alpler, yazın da daha kurak olan Orta ve Doğu Alpler yağış alır. 1 500 m’nin üstündeki yerlerde yağışlar, kar halinde düşer ve yıllık kar yağışı 10 m’yi geçer. Hâlâ çok sayıda olan buzullar da büyük bir alan (4 000 km2) kaplar.
Kuzey yamaçlardaki oyuklarda yuvalanmış olan buzullar, çok büyük kütleleri kaplarlar (Mont Blanc kütlesi E Buz denizi; 45 km2] ; Aar kütlesi [Aletsch buzulu: 115 km2]; Bernina [Morterasch;21 km2]).Avrupa’ mn dört büyük ırmağı (Ren, Rhône, Po, Adige) ile birçok küçük akarsu da Alp dağlarından doğar. İster büyük olsun, ister küçük, bütün akarsular, dik yamaçlardan çok hızlı akarlar ve kar rejimine bağlıdırlar: Kış aylarında suları azalır, ilkbaharda taşkınlara yol açarlar; yaz mevsiminde de debileri yüksektir. Debilerini çoğunlukla, buzulların aşırı derecede oyarak oluşturdukları büyük doğal çanaklar (Cenevre gölü; Bodensee gölü; vb. ) düzenler.
BİTKİ ÖRTÜSÜ
Alpler’de bitkilerin yetişebileceği
alanlar azdır; ayrıca soğuk, kuraklık ve kar yağışları, bitkilerin gelişmesine elverişli dönemi büyük ölçüde sınırlar. Bu nedenlerden ötürü, bir yıllık bitkiler çok yıllık bitkilere dönüşür; boylan kısalır; yaprakları cilalı gibi bir görünüm alıp sertleşir ve üstleri tüylerle örtülür (aslanayağı). Ama bütün elverişsiz koşullara karşın,dağlarda gözahcı renklerde çiçekler de açar. Vadilerden dağların tepelerine kadar, Alp-ler’deki bitki örtüsü dört şeride ayrılabilir: Aşağı yamaçlarda kayın ve kestane ormanlarından kazanılan alanlarda tarım yapılır; 2 000 m’ye kadar yükseltilerde, bodur ağaçlar (ayıüzümü, vb.), asalp orman kuşağının (ladin, karaçam, köknar) başladığım belirtir. Som’a çok yıllık bit-
;■
kiler (düğünçiçeği, centr yüksek kesim çayırları ku lar. 3 000 m’nin üstünde! kar kuşağındaysa, yalnızcı şunları ve likenler yetişir; HAYVAN TOPLULUĞU, besin azlığı ve soğuk nede hayvan yaşamaz. BununL bazı hayvan türleri, çevri yetenekleri sayesinde ya sürdürürler: Kış uykusuı köstebekler; son derece ç vanlar olan dağkeçileri; kuşlar; mevsimlere göre re tiren kartavşanı; kartav kum; vb. Soyları günden gii mekte olan bu hayvanlar, 1 yeterli olmayan ulusal i (Vanoise, Grand-Paradis) 1
İNSAN COĞRAFYASI
Büyük Avrupa ovası ile Oj niz arasında yer alan Alpl zaman geçit vermeyen 1 oluşturmamış, Romalılar i me birimlerini kurmuş, i açmışlardır. Avrupa’nın 1 sında yer alan Alpler, dej letlerin kurulması sırasını bölümlere ayrılmış olduk gerçek anlamda bir “Alpli yoktur: Avusturya ve t bile büyük kentleri ve nü büyük bölümü, Alpler’de 1 mıştır. Siyasal bütünlükte olmalarına karşın, coğrafi rinden ötürü, Alpler’de i bir yerleşme biçimi gözlem Ekilebilir alanların azlığı, rın aşınması, yamaçların özellikle de kışların uzun Alpler’de yaşamı smırland uzun süre küçük toplulukh yaşamış ve çeşitli tarım ili sığır yetiştiriciliğine, gi koyun yetiştiriciliğine da vancılıkbir arada sürdürü ya aynı yönetim bölgesini] içinde ya da dağlar ile ko ler arasında (yaylacılık hayvancılık) mevsimden göçmüş, bu arada tanrı iktisadın yanı sıra küçük ! liştirilmiştir: Mobilya ve ağ yapımı; yünlü kumaş dok j dantel (Sankt Gailen’de) ys yöresel maden ocaklarınd lan madenlerin işlenmesi ( Ama bütün bu .etkinlikler bir nüfusun beslenmesi i< olmadığından, dağlılar, n bağlı olarak gündelikçi t; olarak çalışmış (zeytin top ^ bozumu) ve küçük el sana’ ticaretle uğraşmışlardır, kadar süren bu yaşama t rayollarımn ve demiryolli mete girmesiyle değişmiş kesim ile ova kesimi < denge bozulmuş, ama güç sağlama döneminden sonr
Fransa’da Chamonix bölgesinde Alpler’den bir görünüş.
rım, sanayi ve iktisat kaynakları bulunmuştur.
Günümüzde Alpler’de tarımın amaçlan ve kullanılan yöntemler değişmiştir. Tarım yalnızca en alçak kesimlerde yapılır; tahıl, meyve, üzüm ve tütün yetiştirilir. Hayvancılık önemlidir ve tarım gelirlerinin 2/3’sini oluşturur; ormancılık da büyük bir gelişme içindedir. Modern sanayi, hidroelektrik enerji sayesin-
de kurulmuş, nasıl taşınacağı bilinemediği için, hidroelektriğin üretildiği yerde kullanılmasına gidilmiş, böylece geleneksel sanayiler (kâğıt, çimento, metalürji) gelişmiş ve büyük çapta elektrik tüketen yeni sanayiler kurulmuştur: İsviçre vadilerinde elektrometalürji, elektrokim-ya, makine sanayileri ve saatçilik; İsviçre, İtalya, Avusturya ve Fransa’daki vadilerde elektrik ve elektronik sanayileri. Alpler’deki yüksek vadilerin başlıca gelir kaynaîdarın-dan biri de, turizmdir. ■
esggğlSSS Y&ludtbl 1000 m’yi opn yeritr Adnya kcrcfoKûn w tfira! c$t
Town koİindeki kamroBen »• tOneUef
Avnıpo Üttpmi
Bolotjna
Deniz ı
(Ihulomraa «nıdor < tefte« gentler
Alpler, her kıtada büyük sıradağlarla varlığını sürdüren geniş kıvrım sisteminin bir parçasını oluştururlar. Hersinyen dağoluş çevriminden, yani Birinci Zaman’dan sonra, İkinci ve Üçüncü Zaman’da oluşmuşlardır. En yoğun dağoluş hareketi, Oligosen ile Miyosen arasında gerçekleşmiştir. Bu çok geniş çaplı hareketin hafiflemiş belirtilerine, Dördüncü Zaman’da bile, yanardağ püskürmeleri (ama Üçüncü Zaman’ dakilere oranla hem çok daha hafiftirler, hem de daha az çeşitlilik gösterirler) biçiminde raslanır. Oluşumu yüz milyon yıldan uzun süren Alp sıradağları, dünyanın günümüzdeki görünümüne büyük ölçüde egemendirler ve gezegenimizdeki genç sıradağlar bütününün bir parçasını oluştururlar.
Alp dağları sistemi, iki dağoluş kuşağına ayrılır. Bunlardan birincisi, batı-doğu doğrultusunda Antil adalarından Endonezya’ya ve Filipin-
ler’e kadar uzanır; Antil adaları yayını, Akdeniz kıyılarındaki sıradağları (Atlas dağları; Endülüs sıradağları; Cantabrica dağları; Pirene-ler; Alpler; Apenninler) kapsar. Avusturya’ya uzanan Batı Alpleri yayı, değişik yönlere ayrılan kolların birleşme noktasıdır: Karpatlar’ı, Türkiye’de Kuzey Anadolu dağlarını, sonra da Kafkaslar ile Himala-yalar’ı oluşturan birinci kol; Yugoslavya ve Yunanistan’daki sıradağları oluşturduktan sonra, Kıbrıs’a, oradan da Türkiye’ye geçerek To-roslar’ı oluşturup Zagros dağlarına kadar uzanan ve Dinar kolu adı verilen ikinci kol- Doğuda Himalaya-lar’ın ve kollarının ötesinde, söz konusu iki koldan oluşan birinci kuşak, Güney Asya’nın büyük bir bölümünde sürer ve Endonezya’ya kadar uzanır. Bu uçsuz bucaksız bütün, İkinci Zaman’daki eski bir denizin (Thetys) kıyılarında yer alır (Meksika körfezi ve Akdeniz, bu
denizin günümüzdeki kalıntılarıdırlar). Yanardağ etkinliklerinin birinci kuşağın oluşmasında büyük payı vardır. Ama küçük sıradağların ya} biçiminde olmasını, üst üste binmiş büyük aşma örtülerinin ve karmaşık kıvrılmaların bolluğunu açıklamak, oldukça güçtür.
İkinci dağoluş kuşağı boylamlar doğrultusunda uzanarak Büyük Okya-nus’u çevreler (Büyük Okyanus çevresi kuşağı). Doğuda Amerika kıtasının kıyılarında yer alan sıradağları (Kayalık Dağlar; And dağları) kapsar (bu sıradağlardan hemen önce derin deniz çukurları yer alır); batıda art arda bir dizi ada ve yarımadadan oluşan (Kamçatka; Aleut adaları; Kuril adaları; Japonya; Mariana adaları; Ryukyu; Filipin-ler; Kermadec; Yeni Zelanda) yaylar bir araya toplanır; söz konusu adalar da dıştan, dar ve çok derin okyanus çukurlarıyla çevrilidirler. Yerçekimi alanının incelenmesi sn-
12i
Eyosen
Triyoj
Korbwi”
T^o^khorekeflgTİnySnö’
nucunda, “Sial” ile “Sima” (Bkz. JEOFİZİK) arasındaki bir dengesizliğin belirtisi olan düzensizlikler gözlenir; sarsıntılar, yanardağ püskür-
meleri, sıradağları sürekli etkilerler.
Alp sistemi sıradağlarının düzenlenmesi uzun jeoloji dönemleri boyunca sürmüş, Büyük Okyanus’u çevreleyen ikinci kuşak, özellikle İkinci Za-man’daki dağoluş evreleriyle belirginleşmiş, And dağları ve Nevada sıradağları (Sierra Nevada) jura devri sonunda oluşmuş , A,B.D’ndeki Laramie sıradağları da Tebeşir devri : sonunda ortaya çıkmıştır. İkinci Zaman’daki dağoluş avreleri (bunlar jura ve Tebeşir devirlerinden kalma döküntü birikintilerinden anlaşılır), Üçüncü Zaman’daki hareketlerin yoğunluğu karşısında be-lirginleşememişlerdir:Pireneler Eyo-sen’in sonunda ortaya çıktılar. İlk kıvrımları Eyosen’de, özellikle de Öligosen’de oluşan Alp dağları sistemi, günümüzdeki yapısını, orta kütlelerin Hersinyen tabanı üstündeki billursu blokların yükselip parçalanması sonucunda Miyosen’de almış, tortul toprakların kaymasıysa, batıda, kıvrımlı Önalpler’in oluşmasına yol açmıştır.
ALPLER SİSTEMİNİN KÖKENİ
Alp dağları sisteminin oluşumu henüz varsayımlara dayanılarak açıklanmakta, yerbilimcilerin oluşturdukları kuramlar da ya birbirine ters düşmekte ya da birbirini tutmamaktadır: Alp dağları sistemi, jeo-senklinal yapıya bağlanan bir oluşuma tanıklık eder. VVegener’den (Bkz. KITALARIN KAYMASI) bu yana, genellikle, daha ağdalı bir kütlenin (Sima) üstündeki Sial’i oluşturan kıta kütlelerinin, yatay doğrultudaki hareketliliği kabul edilmektedir. Gerçekten, bu hareketlilik, Sima’daki konveksiyon akımlarının (Griggs tarafmdan ortaya çıkarıldılar) etkisiyle oluşmaktadır. Varsayımlara göre, tek parça halindeki sert ve hafif kıta kütlesi parçalanıp,
her parça birer sal gibi üstünde kaymış (kıtaların iç dağlar sistemi (sözgelij sisteminin birinci kuşağım dağlar), bir jeosenklinalin yaklaşan iki parça araşır ması sonucunda oluşmuş Afrika ile Avrupa’nın, Hin sa Hindistan ile Asya’nın yaklaşması sonucunda oıs mıştır (Argand’ın aşma öı Asya’nın tektoniği üstüne y hşmalar ile Aubouin’in jeoı lerle ilgili araştırmaları); çalarının birbirinden uzf dış dağlar sisteminin oluşn açmıştır. Sözgelimi, Ameri nın batiya kaymasında Sima’nın direnmesi ya da I yanus tabanının yayılması, hesinin dalgalı bir görünül na ve henüz oluşumunu tan mış olan Büyük Okyanus çı şağınm (Alpler sisteminin şağı) doğmasına yol açmış bu varsayımlar, paleomc ve paleoldimatoloji alarm hşmalar sayesinde günceli mıştır.
Son olarak geliştirilen dilin mında, çukurlar, sarsıi yanardağ püskürmeleri, ğunun bir diliminin bir baş: da yitip gitmesiyle açıklanı şılır. Dilimlerin çarpışma: tullaşma bölgelerinin dar dolayısıyle dağların oluşu açtığı (Bkz. DAĞOLUŞ) sa dır.
Günümüzde, Alp sıradağli rek birinci kuşağı, gerek ik ğı,kırılmalar nedeniyle sür lemektedir. Bu eğilim, büy larda da görülür: Doğu A çökük ile Orta Okyanus (Atlas Okyanusu orta sırtı siyle, Alp sıradağlarının iı si, dünya yüzeyinin durgu ğım açıkça ortaya koymak kabuğunun zayıf yanlan önüne sermektedir.
i-
Altan, Çetin
Türk yazarı (İstanbul, 1926). Galatasaray Lisesi’ni (1946) ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakülte-si’ni (1950) bitiren Çetin Altan, avukatlık stajını da yapmasına karşın, gazeteciliği seçti; Ulus gaze-sinde muhabir ve sekreter yardımcısı olarak çalışmaya başladı. Yeni Adam, Çmaraltı, İstanbul dergilerinde çıkan şiir ve düzyazılarını, Üçüncü Mevki (1946) adh kitapta topladı. 1951’de Halkçı gazetesinde başladığı fıkra yazarlığını, Tan, Yeni Gazete, Akşam, Milliyet ve Güneş gazetelerinde sürdürdü. Yazılarından ötürü sık sık kovuşturmaya uğrayan ve yargılanan Çetin Altan, 1965 seçimlerinde, bağımsız
BAŞLICA YAPITLARI
Şiir: Üçüncü Mevki (1946).
Roman: Büyük Gözaltı (1972; 1973 Orhan Kemal Roman Ödülü); Bir Avuç Gökyüzü (1974); Viski (1975); Küçük Bahçe (1978).
Oyun: Çemberler (1964); Mor Defter (1965); Suçlular (1965); Dilekçe, Tahterevalli (İ966; iki oyun bir arada); Telefon Kimin İçin Çalıyor (oy-nanışı: 1990-1991 dönemi).
Fıkra: Taş (1964); Sömürgecilerle Savaş (1965); Onlar Uyanırken (1967); Geçip Giderken (1968); Ko-
puk Kopuk (1970); Suçladı (1970); Kahrolsun Komü Diye (1976); Nar Çiçekli Zurnada Peşrev Olmaz (1 İnceleme: Atatürk’ün Sos leıi (1965).
Anı: Ben Milletvekili İk Bir Yumak İnsan (1977; Dil Kurumu Deneme Ödü lerin Gölgesi (1981); Kaı ve. Kasırgalar (1990). Gezi: Bir Uçtan Bir Uca (1 te İstanbul (1970).
128
tin
n,
mir
‘Man
’Altan ‘m bir gmı: Gerçek
Türk ressamı (Konya, 1931).
Orta öğrenimini yaptığı yıllarda Kayseri Halkevi’nde ilk resim derslerini alan (1947-1949) Özdemir Altan, bir süre ressam Halit Doral’m yanında çalıştı. 1956’da Güzel Sanallar Akademisi Resim Bölümü’ne girdi ve Halil Dikmen ile Zeki Faik İzer’in öğrencisi oldu. 1956’da bitirdiği Akade-mi’ye, 1961’de Resim Bölümü asistanı olarak atandı. Çeşitli topluluk ve demek sergilerine katıldı. 1966’da Çağdaş Ressamlar Cemiyeti’nin “Yılın Genç Ressamı” ödülünü aldı. 1971’de 32. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde ikincilik ödülü, 1974’te 35. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde başarı ödülü kazandı.
SANATI
İlk dönem resimlerinde Uzakdoğu sanatına ve arkaik sanata yönelerek figüratif bir anlatımcılığı temel alan Özdemir Altan, daha sonra Anadolu mitölojisinin evrensel konularından hareket ederek çağdaş bireşimci görüşü benimsedi ve bu doğrultuda bir c6zi resim yaptı. Figürü, leke ve benek anlayışı içinde eriterek, so-yutlayicı bir bakış açısını kişisel eğilimleriyle geliştirdiği bu çalışmalarında, özgün bir resim beğenisinin sınırlarım zorladığı görülür. Aşağı yukarı 1970 yıllarının başlarına kadar uzanan bu dönem, fotoğraf gerçekçiliğinin mekanik biçim ve kompozisyon araştırmalarıyla daha çözümsel bir doğrultuda ele alındığı son dönem resimlerine bağlanır, özdemir Altan’m bu dönemle bağıntılı olarak yoğun biçimde hah çalışmalarına geçişi, tekniğe ilişkin araştırmalarının da özgün bir bölümünü oluşturur. Sanatçı, duvar hahsı konusunda ilk bilgileri atölye hocası Zeki Faik İzer’den almıştır. İzer, daha 1955 yıllarında verdiği derslerde, pek az kişinin tanıdığı çağdaş hah sanatçısı Fransız jean Lurçat’ dan söz ederek,goblen tekniğini yeni bir görüş çerçevesinde ele aldığı ya-
aday olarak Türkiye İşçi Partisi listesine alındı; İstanbul milletvekili seçilince de partiye yazıldı. 12 Mart 1971’den sonra tutuklandı; 1973’te cumhurbaşkanı tarafından bağışlandı.
BİR TOPLUM GÖZLEMCİSİ
Çetin Altan, gerek fıkralarında, gerek oyun ve romanlarında, toplum içindeki çelişkileri, bireylerin bu çelişkilerinden kaynaklanan çeşitli sorunlarım ele alır ve insanın mutluluğu sorununu işler. Dogmacılığa ve her çeşit bağnazlığa karşı savaşım
pıtlarım tanıtmıştı. Özdemir Altan’ daki duvar hahsı tutkusunun, bu örneklerden kaynaklandığı söylenebilir.
Özdemir Altan, İstanbul Ticaret Sarayı süslemesi için yapmış olduğu hah önerisi geri çevrilince yılmayıp, bu konudaki çalışmalarını kişisel çabalarına dayalı olarak sürdürdü. TRT’nin İstanbul Radyosu konser salonu fuayesi için açmış olduğu yarışmaya katıldı. Kolaj tekniğiyle ilk taslaklarım hazırladı; şartnamede
veren yazarın düşüncesine göre, yaşamdan çok kolay yöntemlerle tat alınabilir. İçe kapanık kişinin, dola-yısıyle toplumun, içine düştüğü bunalımdan kurtulmasının yollarından biri, dış dünyaya açılmasıdır. Her an, dünyayı yaşamaya değer kılacak bir şey bulunabilir. Başan, edinilen mutlulukla eşdeğerlidir .Cinsel tabular ve günah korkusuysa, dünyayı yaşanılmaz yapan başlıca nedenlerdir. Yaşama sevincini yakalayabilen kişi, toplumun bozuk yanlarına karşı çıkabilecek araçlardan birini bulmuş demektir. ■
istenen örnek, Gaziantepli bir kilimciye dokutturuldu, özdemir Altan’m bundan sonraki„çabası, goblen tekniğini kavramaya yönelik oldu. Önce, kilimin geleneksel tekniğim öğrenebilmek için, Anadolu’da bu tekniğin uygulandığı yöreleri gezerek incelemelerde bulundu ve bir ay kadar Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ndaki çahşmaları izleyerek,öğrendiklerim uygulama alanına koydu. Geleneksel kilim tekniğini çağdaş bir anlayışla, degrade tonlar ve değişik dokular düzeni içinde yeniden ele aldı. Önce küçük bir tezgâh kurdu, sonra bu tezgâhı geliştirdi. Dokuduğu halıları, resim çalışmalarının yanında Ankara ve İstanbul’da sergiledi.
Kuşkusuz bu denemeler ve hah tekniğine ilişkin uygulamalar, Özdemir Altan’m ressamlığı ikinci plana attığı anlamına gelmez. Nitekim resim çahşmaları, 1970 yıllarında yöneldiği yeni eğilim düzeyinde aksamadan sürmüştür. Bu resimlerinde titiz bir sanatçı işçiliği, günümüzdeki makineleşmiş insanın dramıyla iç içe yansıtılır. 1984’ten sonra açugı sergilerdeyse, ağırlık kolajlar (1984), üç boyutlu (1986) tasarımlar ve dört boyutlu (1988) sanat uygulamalann-dadır. ■
129
Altay
Ağaç ve
altından, dağkeçisi biçiminde bir eyer süsü (LO.V.yy.).
Bozkır göçebeleri, binek hayvanlarına büyük değer verir (öldüklerinde atlar da öldürülüp birlikte gömülürdü), her yanlarını süslerlerdi.
S.S.C.B ’nin Sibirya bölgesinde ve Obi ırmağının doğduğu kesimde yer alan dağlık kütle.
Yükseltisi Biyeluha tepesinde 4 500 m’yi bulan Altay kütlesi, eski Her-sinyen tabanın bir parçasını oluşturur; yüzey şekilleri Üçüncü Za-man’da yükselmiştir.
Altay kütlesinde ilk yerleşmenin tarihini belirtmek oldukça güçtür; bununla birlikte, yörede Alt Yont-mataş devrinde yaşamış halkların kültür kalıntıları (yassı çakıl taşları; küçük baltalar; vb.) ortaya çıkarılmış, ayrıca Solutreyen ve Magda-lenyen’den kalma çeşitli eşya parçaları ve araç gereç bulunmuştur: m. binyılm sonundan başlayarak, Sa-yan-Altay kabileleri, hayvan yetiştirmeyi ve maden işlemeyi öğrenmişlerdi.
î.O. VII. yy’dan sonralarımla uğraşan yerleşik halklar ile Yukarı Altay kesimindeki hayvancılıkla geçmen halklar, birbirlerinden ayrıldılar. Yukarı Altaylılar, maden döküm işlerinde ustaydılar; tunç ve demirin yanı sıra, altın işlemeyi de öğrendiler (bu biniciler ülkesinde, atın da büyük önemi vardı). Türklerin atalarının Altay bozkırlarına yerleşmelerinden sonra, yörede iktisadın büyük ölçüde geliştiği gözlendi. Söz konusu gelişmenin başlıca nedenlerinden biri, Türklerin silah ve çeşitli araç yapmayı ve kullanmayı,ayrıca tarlaları sulamayı, otlaklardan yararlanmayı bilmeleriydi.
Altay’ın tarihi daha sonra sırasıyla Orta Sibirya’nın, Rusya Sibiryası’ nın ve Sovyet Sibiryası’nm {1922’ de Gorno-Altaysk Özerk Bölgesi kuruldu) tarihiyle birbirine karıştı.
İKİ DÜNYANIN SINIRINDA BİR SANAT
Altay sanatı, genel olarak “Bozkır sanatı” adı verilen sanat içinde
önemli yer tutar: 1715’ten başlayarak Altay höyüklerinden gelen değerli armağanlar, Ural fabrikalarının kurucusu Demidov tarafından Rusya imparatoriçesi Katerina I’e sunulmuştur. 1793 ve 1830 yılları arasında ünlü bir mucit ve mühendis olan Frolov, maden ocaklarında yapılan çalışmalarda ve gizli olarak sürdürülen kazılarda ortaya çıkarılan birçok bulguyu bir araya getirmiş, oysa ilk düzenli araştırmalara, 1865 yılında başlanmıştır.
Altay’daki en eski kurganlar (höyükler), Î.Ö. VIII. yy’dan kalmadır: Î.Ö. VI. yy’da İskit sanatında görülen üzengi ve gem, daha o dönemde kullanılmaya başlanmıştır (atların kurban edilmesi,vb. özellikler zamanla bozkırın her yanında benimsendi). Altay kurganları, eski dönemlerde birçok kez, altın ve değerli maden arayıcıları tarafından yağma edildi ği için, Karadeniz’in kuzeyindeki İskit mezarlarında ortaya çıkarılanlardan daha az madeni süs eşyası ele geçirilmiş, buna karşılık, dayanıksız maddelerden yapılmış (ama toprak nemli ve buzla kaplı olduğu için hiç bozulmamışlardır) çok sayıda eşya bulunmuştur.
ALTAY SANATINDA İŞLENEN BAŞLICA KONULAR
Büyük kurganlar, yaklaşık olarak 35 m çapında ve 4 m yüksekliğindedir (en zenginleri Pazırık’ta bulunan kurganlar, taş ve toprağın birbiriyle karıştırılıp bir yığın haline getirilmesinden oluşmuştur). Bütün kurganlarda, ahşap öğelerden yapılmış bir ya da iki cenaze odası bulunur: Ahşap sandukanın yanına yerleştirilmiş küçük masalara, ölüye sunulan yemekler konulurdu; mumyalanmış ceset, genellikle mobilyalardaki-ne ve eşyalardakilere benzer simgelerden esinlenilen dövmelerle süsle-
nirdi; ölünün yanı baş kurban edilen atı, bütün rıyla birlikte yatardı. Altayh göçebelerin en ç< leri konular masal hayv çünkü aralarında kapli geyik, yabani koyun, kartal, horoz, balıklar (ge ğı), ender olarak da at, ’ muzu, tavşan, kuğu, kaz b tür hayvanlar, çok eski za totem olarak benimsenmişi van ya da insan biçiminde lar da çok yaygındı: Çok ve dev ibikli kartallar; ka lanlar; vb. Hayvanların e özellikleri belirtilir, kapla ken, kurt sivri dişlerini gö geyiksıçr-arken canlandırı Geyik yiyen bir kaplan, ba ağzında bir koyun, başı k( kartalın gagasına girmiş dişi kurdun pençesine di bani bir koyun,vb. görünti sık işlenen konulardandı. kının,madenlerin (altın, ba gümüş) yanı sıra kulland reçler ağaç, kemik, boyı kürk, kayınağacı kabuğu genel olarak sanat alanınd lanılmayan “yumuşak” mı Çoğunlukla aynı yapıtta h< maddeler (keçe, deri, kü kıl, vb.), hem de birçok te kel, kakma, boyama, çizgi lilik, çokrenklilik) bir arad lirdi. Hattâ, günümüzdeki ı maş parçalarını birbirine yapılan “ya malı bohça” limleri andıran, renkli d keçeden mozaikler hazırla Altay kabilelerinin bozku yan öbür kabilelerle de b< vardı: Özellikle İskitler, S vb. Söz konusu kabileleri
GORNO-ALTAYSK ÖZEB
BÖLGESİ
Yüzölçümü 92 6tX
Nüfusu 168 0(
Yönetim merkezi Gornc
Kuzeyinde Rusya
Batisında Kaza] Doğusunda Tava Camlı
Güneyinde Moğo
Gelir kaynaklan Çeşit!
filisrİP
Halkı Tttrk-rünffiı lar (jb ve od uğraş
Dili Türk benze ve ti riyiei te yer
130
kuş yapmış, bunun doğal sonucu olarak da karşılıklı olarak birbirlerini etkilemişlerdi (“İskit-Sibirya Üslûbu” terimi buradan kaynaklanır). Altay sanatında Çin (kurganlarda Çin’e özgü aynalar ve lakeli eşyalar
bulunmuştur) ve İran kökenli özelliklere de raslanır. Gerçekten, Altay sanatı, iki dünyanın, yani Doğu ile Batı dünyasının sınırında yer alan bir sanattır.
Pazırık’ta bulunan parçaların büyük
bir. bölümü, günümüzde Leningrad’ daki Ermitaj Müzesinde,Karadeniz kıyılarından çıkarılan Iskit-Sarmat bulgularının yanında sergilenmektedir. ■
Dtör Tek fazlı ya da çok fazlı (özellikle üç fazlı) dalgalı akım üretmeye yarayan makine.
Bir etkin iletken, bir B magnetik indükleme alanı içinde yer değiştirdi-
ğinde, e = – ^ indüklenmiş elektromotor gücün yatağı olur; formülde A $ bu etkin iletkenin A t. zamanı boyunca (Bkz. ELEKTROMAGNE-TÎZMA) kestiği akıyı gösterir. Bir al-ternatörde, indükleme kutupları rotorda (indükleç) ve indüklenme devresi statorda yer alır. Rotor, indükleme kutuplarını (ya da kutup bobinlerini) taşıyan bir kutup bölgesinden oluşur. Kutup bobinleri seri olarak bağlanıp doğru akımla beslenir ve sarımlar, kuzey ve güney kutupları almaşacak biçimde yerleştirilir. Bazı durumlarda indükleyici, “uyarıcı” adı verilen bir dinamoyla beslenir. Ama dinamo kullanımı yavaş
yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır; çünkü diyotlardan ve yan iletkenlerden yararlanarak, indük-leyiciyi doğru akımla beslemek için, indüklenenin dalgalı gerilimim kullanma olanağı bulunmuştur (söz konusu çözümde, makineye “özuya-rımiı alternatör” adı verilir). Stator, bir dış çatıya tutturulmuş sac yap-raklarından oluşur. Bu donatım, indükleyici akıyı yönlendiren magnetik devreyi açmaya yarar. Çatının içinde, kertiklere yuvalanmış etkin iletkenlerden oluşan indüklenme bobinleri yer alır. Söz konusu bobinler seri halinde bağlanmıştır (böylece, oluşan devrenin uçları, makinenin kutuplarında son bulur). İndüklenme bobini sayısı, indükleyici kutup sayısına eşittir. Bir kuzey kutbu, bobinlerden birine yaklaştığında, bobinde bir indüklenmiş elektromotor güç (e.m.g.) ortaya çıkar. Aynı anda, güney kutbu ikinci bobine
yaklaşır ve bobinde, birinci bobin-dekine ters yönde bir indüklenmiş elektromotor güç doğurur’ (Bkz. ELEKTROMAGNETÎZMA). İndüklenmiş elektromotor güçlerin birbirine eklenmesi için, bobinlerin seri bağlanması koşuluyla, iletkenlerin ikişer ikişer ters yönlü olması gerekir.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*