ISTANBUL
Marmara Bölgesi’nin, Çatalca – Kocaeli bölümünde il. Doğuda Kocaeli, batıda Tekirdağ, kuzeyde Karadeniz, güneyde Marmara Denizi’yle çevrilidir.
COĞRAFYA Türkiye’nin her bakımdan en önemli ili olan İstanbul, bir yanda Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birleştiren, öte yandan Avrupa anakarasını Asya anakarasından ayıran İstanbul Boğazı’nın iki yakasında yer alır.
Yüzey Biçimleri: Ana karakterini Marmara Havzası’nın Doğu Marmara bölümünde yeralan iki ana peneplen (yarıova) arasına sıkışmış, Boğaz, Haliç ve akarsularla parçalanan bir platolar topluluğu oluşturur. Topraklarının temeli birinci zaman yaşlı kayaçlardan oluşur. Daha sonraki jeolojik zamanlarda, ilin engebeli topografyası değişerek, bugünkü düz alanlar, yumuşak ve alçak sırtlar, yuvarlak tepeler görünümünü aldı. Yüzölçümünün % 9,5’unu kaplayan dağlar, Trakya’da Istranca Dağları’nın A- nadolu’da Kocaeli Sıradağları’nın alçak uzantılarıdır. Karadeniz’e paralel olarak İstanbul’a sokulan Ist- ranca Dağları Tekirdağ – İstanbul sınırında ancak 259 m yüksekliğe ulaşır. Yalıköy’den sonra küçük tepecikler durumunda sürer ve Ter- kos Gölü’nün batısında 114 m’ye dik iner. Öte yandan Boğaziçi ve Haliç vadilerinin II. ve III. zamanlarda aşınmaya uğraması sonucu Boğaz’ın her iki yakasında yer yer yükselmeler oldu. Anadolu yakası Trakya’dan daha yüksek olmasına karşın Karadeniz’den Marmara’ya dek İl’in kentsel yerleşim alanı içinde ve özellikle Haliç çevresinde yeralan sırt ve tepeler İstanbul’a ilginç bir görüntü kazandırdı. İstanbul’a
6 fepeli kent denilmesine yolaçan bu tepelerin ilki Marmara Denizi ile
Haliç arasında uzanan yarımadanın en uç noktası olan Sarayburnu Te- pesi’dir. Üzerinde Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultan Ahmet Cami ve Gülhane Parkı’nın yeraldığı Sarayburnu Tepesi’ni, Nuruosmaniye Tepesi izler; bu sırtın üzerinde ise Nuruosmaniye Camisi, Çemberlitaş, Sultan Ahmet Türbesi yer alırken; tepenin denize dek inen vadisinde Valide Sultan Cami. Mısır Çarşısı ve Sirkeci Garı sıralanır. Bu iki sırtın arasında ise üzerinde İstanbul,
Üniversitesi’nin bulunduğu Beyazıt Tepesi, Beyazıt Tepesi’nin hemen batısında Fatih Tepesi yer alır. Bu ¡ki sırtın Haliç tarafında ise Sultan Selim Tepesi ve Tekfur Sarayı’nın bulunduğu tepeler sıralanır. Davut- paşa Tepesi ise Aksaray’ın batısında kalır, il’in Anadolu yakasındaki yükseltileri kıyıya yakın ve Trakya’ ya oranla daha diktir. Adalar’ın karşısında Aydos Dağı (537 m) aynı zamanda Yalova ilçesi dışında İl’in en yüksek dağıdır. Bunu 438 m yükseltin Kayış Dağı İzler. Üsküdar’da 261 m yükseltin Büyük Çamiıca ve daha az yükseltili Küçük Çamlıca tepeleri yer alır. Bunların dışında Ömerli ve Şile çevresinde de tek tek tepelere rastlanır. Başlıcaları Alemdağ (442 m) ve Gürgentepe‘ dir. Yalova ilçesi coğrafi olarak İstanbul il sınırları dışında kaldığından yüzey biçimleri de farklıdır.1 İstanbul’a göre daha engebeli olan Yalova’nın yükseltilerini Kocaeli Sıradağlarımın uzantıları olan Samanlı Dağları oluşturur. En yüksek noktası Beşpınar Tepesi’dir (926 m). İlçe’nin kıyı şeridinde ise verimli ovalar sıralanır. İl’in % 74,4’ ünü platolar kaplar. Trakya ve Kocaeli yarıovaları arasında dağılan bu platolar, kuzey ve güneyden denizle sınırlıdır. Boğazın batısında kalan platolar doğusundakllere o- ranla daha dalgalıdır. Çatalca Ya- rımadası’nın kuzeybatısından Kil- yos’a dek uzanan Karadeniz kıyı şeridinin hemen gerisinden başlayan akarsularla yarılı bu düzlük, güneye doğru yükseltisini yitirerek girintili çıkıntılı bir kıyı kuşağıyla Marmara Denizi’nde son bulur.. Plato’ nun doğu ucu ise dik yamaçlarla boğaza ulaşır. Platonun İl yerleşim merkezindeki bölümlerinden biri Haliç ile 3oğaziçi arasında üzerinde Beyoğlu semtinin bulunduğu bölümdür. Eski İstanbul kentinin kurulduğu bölüm ise İstanbul plötos diye adlandırılır. Bu düzlük Sara burnu’ndan başlayarak iki yör doğru genişleyerek yayılır. Ayasc ya, Bezayit ve Edirnekapı, platonı en yüksek kesimleridir. Marmara h yıları girintili çıkıntılı olmakla bi lîkte Kumkapı’dan Yenikapı’ya doı ru düzleşir. Boğaz’ın doğusunc Kocaeli yarımadası üzerindeki dü lükler daha engebeli ve dalgalıd Örneğin, Üsküdar’ın üzerinde y aldığı plato aşınma oluklarıyla bi kaç bölüme ayrılır. Ancak pla Ömerli ve Şile’ye doğru gidildik« yükseltisini yitirerek Karadeniz’e
aş:r. İstanbul’un akarsuları fazla uzun olmadıkları gibi debileri de yüksek değildir. Başlıcaları: Küçük Çekmece Gölü’ne dökülen; Sazlı Dere, Nakkaş Deresi. Büyük Çekmece Gölü’ne dökülen; Sarısu, Çakıl Deresi. Terkos Gölü’ne dökülen; Istranca Deresi. Halic’e dökülen; Alibeyköy Deresi, Kâğıthane Deresi. Karadeniz’e dökülen; Göksu, Hiçiz Deresi ve İl’in içme suyunu sağlayan ve üzerinde Ömerli Baraj Gö- lü’nün yer aldığı Riva Deresi’öir. Bunların dışında Tuzla’dan denize dökülen Tavşantepe ve Taşlar dereleri, Pendik’ten denize dökülen Büyük Dere, Moda koyuna dökülen Kurbağalı Dere’rim yanısıra Karakulak, Göksu ve Küçüksu Deresi, Büyük Dere, İstinye, Sarıyer dereleri sayılabilir. Yalova ilçesinin a- karsuları ise Sellimandra ve Yalak dereleridir. İstanbul il sınırları içinde Büyük ve Küçük Çekmece, Ter- kos’un yanısıra Ömerli ve Alibeyköy baraj göllerinden başka göl yoktur.
Ortalama Isı (°C) : |
14,0 |
En Sıcak Ay Ort.(°C) |
23.4 |
En Soğuk Ay Ort. (°C) : |
5,4 |
Yıllık Yağış Ort. (mm) | 673,4 |
İklim ve Bitki Örtüsü: İstanbul iklimini belirgin bir iklim tipinin kalıplarına sokmak olanaksızdır. En genel çizgileriyle Akdeniz iklimi ile Karadeniz bölgesi iklimi arasında geçiş niteliği taşımakla birlikte zaman zaman karasal iklim özellikleri gözlenir. Bu iklim yapısı, farklı yönlerden gelerek İstanbul’u etkisi altına alan hava kütlelerine bağlanır. İstanbul’da genel olarak Akdeniz bitki örtüsü egemendir. Orman ve fundalıklar geniş alanlar kaplar. Karadeniz kıyı bölgesinde kışın yaprağını döken ağaçlar ve makiler kuzeybatıya doğru Akdeniz iklim etkilerinin azalmasına koşut olarak kaybolur. Kent çevresinde. Kermes meşesi, katran ardıcı, üvez, muşmula, kocayemış, sandal, akçakes- me, funda, böğürtlen, kızılcık, sarmaşık, defne ve benzeri makiler boğazın her iki yakasında oldukça yaygındır, il’in Akdeniz bitki örtüsü dışındaki alanları meşe türlerinin çoğunlukta olduğu ormanlarla kaplıdır. Trakya’da meşeden sonra en yaygın tür kayındır. İl’in kuzeyinde meşe, kayın, dişbudak ve kestane ormanları geniş yayılma alanları bulur. İstanbul’un Anadolu kesiminde Trakya’da olduğu gibi meşe ve kayın çoğunluktadır. Bunların yanında gürgen, çınar, kestane, ıhlamur, karaağaç görülür.
TARİH
İstanbul’un bilinen en eski adı Lygos’dur. Bugünkü Sarayburnu çevresinde kurulan Lygos kenti Megaralılar’ın yöreye gelmesine dek varlığını sürdürdü. MÖ 660’da Yunanistan’dan Byzas önderliğinde harekete geçen Trak kökenli bir grup Megaralı göçmen, Saraybur- nu’na gelerek burada bir koloni kurdular ve yöreye önderlerinin adını verdiler. Bu dönemde Byzas ya da Byzans diye anılan kent, daha sonra sözcüğe -ion takısının eklenmesiyle Byzantion durumuna geldi. MS II. yy’da Byzantion’u ele geçiren Roma imparatoru Septimus Severus kente Antoneinia – Augusta Anto- nina adını verdiyse de bu ad uzun ömürlü olmadı. İmparator Konstan- tin hükümet merkezini Roma’dan taşımaya karar verince kendine başkent olarak ticaret ve ulaşım yolları kavşağında, koruması oldukça kolay Byzantion’u seçti. Onun döneminde kent Roma Nova ya da Nea Roma (Yeni Roma) adını aldı. Ölümünden sonra ise kentin adı Doğu Roma İmparatorluğu’nun kurucusu onuruna Konstantinopolis olarak değiştirildi. Latinler’in kullandığı Stinpolis adı ise zamanla Stımbol, Estanbul ve Esdanbul’a dönüştü. OsmanlIlarsa önce İstam- bol, sonunda da İstanbul adını benimsediler. Osmanlılar’ın son dönemindeyse siyasi konumuna uygun olarak Dersaadet, Asitane, Dera- iiyye, Darüthilafe adlarıyla nitelendi. İstanbul Boğazı’nm yaygın adı Bosfor, Yunanca İnek Geçidi anlamına gelmekte (Boos: inek; Phoros
– Foros: geçit) ve bir mitolojik efsaneden kaynaklanmaktadır. Haliç’ in İlkçağdaki adı ise Khrysokeras’ dır. Altın Boynuz anlamına gelen bu sözcük halice, biçiminden ve verimli kıyılarından dolayı verilmiştir. OsmanlIlar ise buraya Halic-i Kons- tantiniye demişlerdir. MÖ VII. yy’ dan buyana yerleşimin sürekli artması ilde geniş kapsamlı arkeolojik kazılara olanak vermemektedir. Buna karşın sınırlı araştırmalar pa- leolitik dönemden günümüze dek İstanbul’da yaşam ve yerleşimin sürdüğünü göstermektedir. Paleoli- tik ve kalkolitik dönemlere ilişkin buluntulara, İl sınırları içinde Kü- çükçekmece Gölü ve Yarımburgaz Mağarası çevresinde; Bostancı Deresi sekisi ile İçerenköy arasındaki Kaya sığınaklarında; Uzunçayır ve Kurbağalı Dere sekilerinde ve Belg- rad Ormanları’nda rastlandı. MÖ 1200’de İlliryalılarca Yunanistan’dan sürülen halklar İstanbul’dan geçerek Marmara bölgesinde, Boğazlar
f
İstanbul’da Dikilitaş
çevresinde bir kolonileşme hareketi başlattılar. Bu dönemde Megara- lılar Kaikedon’u kurdular (bugünkü Kadıköy). Bundan 20 yıl sonra Byzas önderliğinde bir grup Mega- ralı ise Marmara ile Haliç arasında oldukça elverişli bir liman ve deniz ürünlerince zengin bugünkü Saray- burnu çevresinde Byzantion kolonisini kurdular. MÖ VI. yy’da Pers- ler İran yaylasından yola çıkarak sistemli bir biçimde batıya doğru yayılmaya başladılar. Ege kıyılarını, adaları, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını ele geçirerek Yunanistan ile Doğu arasında ve boğazlar yoluyla Kuzey Karadeniz arasındaki ticaret yollarını denetim altına aldılar. Yunanlılar MÖ 478’de kendi a- ralarında siyasal birlik kurduktan sonra Byzantion ve Kalkedon’u ele geçirdi. Birliğin dağılmasından sonra Byzantion bir süre bağımsız kaldı. MÖ 409’da Atina, bir süre sonra Ispartalılar’ın denetimine geçti. Büyük İskender, Anadolu’ya İstanbul Boğazı’ndan değil ticaretin ve uygarlığın çok daha yüksek düzeyde olduğu İyonya ve öteki kolonilere daha yakın olan Çanakkale Bo- ğazı’ndan geçti. Bu nedenle Byzantion kurulan imparatorluğun dışında kaldı. İskender’in ölümünden sonra komutanları arasında çıkan çatışmalarda da tarafsız kalmayı başardı. Doğu ile Batı arasındaki ticaretin güvenli bir pazarı niteliğini korudu. MÖ 250’de Galatlar By- zantion’u yağmaladı. MÖ 146’da Byzantion özerk bir yapıyla biçimsel olarak Roma’ya bağlandı. Ne var ki MS 73’de Roma tutumunu değiştirerek Byzantion’u Bitinya Pontus eyaletine bağladı. MS II. yy’ da Byzantion İmparator Septimus Severus’un yıkımına uğradı ve halk kılıçtan geçirildi. Gerçi Septimus Severus kenti yeniden imar ettiyse de bu yıllarda Ege kıyıları gerek e- konomik gerek uygarlık bakımından daha ileriydi. MS II. ve III. yy’da Roma imparatorluğu derin bunalımlara sürüklenince iç savaştan galip çıkan Konstantin monarşiyi yeniden kurarak tüm erki elinde topladı. 324 yılında da Byzantion’u imparatorluğun yeni merkezi seçerek inşasına girişti. 330 yılında inşası bir başkent olarak gerçekleştirilen kente yerleşti. Hipodrom, senato binası, imparator sarayı, çemberlitas, Bur- malı sütun, çeşitli kilise ve tapmaklar, Marmara’dan Haliç’e uzanan surlar bu dönemin başlıca yapılarıydı. 395’de Roma imparatorluğu ikiye ayrılınca Constantinopolis Doğu Roma imparatorluğu’nun merkezi oldu (Bk. BİZANS İMPARATORLUĞU). 1453 yılına dek süren Bizans İmparatorluğu döneminde
İstanbul başkent özelliğini korudu, Bu tarihte Osmanlı hükümdarı II, Mehmed (Fatih) İstanbul’u alınca kenti yalnız Osmanlı Devleti’nin değil dünyanın egemenlik ve ticarel merkezi durumuna getirmek amacıyla büyük atılımlar başlattı. Öncelikle kentin nüfusunun artırılması ve ekonomik yaşamın canlanması içir önlemler aldı. Müslüman olmayar halkın kentte kalmasını sağladı fethedilen kentlerden soyluların, za naatçıların vfe tüccarların kente gel melerini özendirdi. Anadolu’nun bir çok yöresinden halkın kente yerleş meşini sağlamak amacıyla vakıfla kurdurttu. Öte yandan ticari haya ta yön vermek için dükkânlar, çar şılar yaptırdı. Kısa süre sonra bı çalışmalar sonuç vermeye başladı Bu dönemde nüfusun 100 000 oldu ğu sanılır. II. Mehmed’ten sonrak padişahlar da kenti geliştirme ça balarını sürdürdü. Ticaret hacm gelişti, nüfus arttı ve bayındırlık iş lerine ağırlık verildi. Ne var ki bü tün uğraşlar kenti geliştirirken, bir çok sorunu beraberinde getirip çe şitli kentsel örgütlerin kurulmas gereğini de doğurdu. Altyapı tesis leri, ulaşım, eğitim, sağlık hizmet lerini sağlamak amacıyla çalışma lar yapıldı. Bugünkü belediye hiz metlerini yerine getiren örgütler, a sayişi temin etmek amacıyla kollul kuvvetleri kuruldu. Ne ki gidere Ortaçağın en önemli siyasal ve e konomik merkezi olan İstanbul Rö
nesans’ın ardından gelişen Avrupa kentleri karşısında üstünlüğünü yitirmeye yüztuttu. Avrupa’nın XVIII. yy’ın sonu XIX. yy’ın başında sanayi devrimiyle gerçekleştirdiği ekonomik dönüşüm OsmanlI imparatorluğunu temellerinden sarsarken, gerileme döneminin bunalımı en fazla İstanbul’da duyuldu. XVIII. yy’ dan sonra kentin gelişim sürecinde bir batılılaşma özlemi görüldü. Bu anlayışı en iyi yansıtan dönemlerden biri 1717-1730 yıllarında yaşanan Ldle Devri’dir. Bu dönemde Bo- ğaz’da, Kâğıthane’de görkemli saraylar, köşkler yaptırıldı. Bu tarihten sonra da imparatorluk gitgide güçsüzleşse de İstanbul’u güzelleştirmek için yapılan çalışmalar durmadı. Böylece başlayan Batılılaşma döneminde İstanbul birçok önemli siyasal oJaya sahne oldu. Öncelikle Batılılaşma eğilimindeki yönetime muhafazakâr bir tepki olarak gelişen yeniçerilik 16 Haziran 1826’ da Vak’a-i Hayriye’yle kaldırıldı. Gül- hane Hattı Hümayunu, Islahat Fermanı ilanlarını 1876’da I. Meşrutiyet’in 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı izledi. İstanbul, imparatorluk halkının gözlerini diktiği odak oldu. I. Dünya Savaşı’mn ardından 30 E- kim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi uyarınca galip devletler 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal ettiler. Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 6 Ekim 1923’de kurtarıldı.
EKONOMİ Tarım: 1980’de il’in tarım sektöründe çalışan nüfusu % 9,9’dur. Tarımsal etkin nüfus ülkenin hiçbir irinde bu denli düşük değildir. Oysa il’in doğal koşulları tarıma çok elverişli, ekilebilir alanların verim düzeyi yüksektir. Öte yandan ulaşım, enerji, sulama gibi tarımsal altyapının gelişkinliği büyük tüketici kitlesinin hazır bulunması tarım ekonomisini oldukça çekici kılmaktadır. Ne var ki il’in tarımdışı ekonomik etkinliklerde uzmanlaşması, 1950‘lerden sonra hızla gelişen sanayi, yurtölçüsünde işgücünün tarım sektöründen sanayi sektörüne akmasına neden oldu. Hızla artan nüfus ve çarpık kentleşme verimli alanların üzerine yayılarak tarım sektörüne ağır bir darbe vurdu.
Önceleri il sınırları içinde tarımla uğraşan etkin nüfus da sanayi üretimine katılınca, bugün İstanbul’un 23 ilçesinde kırsal niteliğini görece koruyan yalnız Çatalca, Silivri, Şile ve Yalova kaldı. 1987 yılında il’ de 197 962 ton buğday, 28 252 ton yulaf, 18 094 ton mısır, 7 764 ton arpa üretildi. Aynı yıl baklagillerden 762 ton bakla, sanayi bitkilerinden 4 358 ton şeker pancarı, yağlı tohumlardan 46161 ton ayçiçeği, yumru bitkilerden 35 466 ton soğan, 1 904 ton patates üretildi. Yine 1987’de il sınırları içindeki tarım alanları meyve üretiminde 69 630 tonla elma, 11703 tonla armut, 1 884 tonla şeftali, 35 tonla zeytin, 522 tonla vişne, 1 230 tonla kiraz, 877 tonla erik, 938 tonla dut, 10 659 tonla kavun, 47 513 tonla karpuz ilk sıraları aldı. Sebze üretiminde il öteki tarım ürünlerine göre daha geridir: Lahana 9160 ton, patlıcan 11 782 ton, domates 69120 ton, kabak 10 745 ton, hıyar 18 362 ton, pırasa 7 120 ton, fasulye 8 761 ton, taze soğan 2120 ton. 1987’de ildeki traktör sayısı 7 689’dur. Hayvancılıkta İstanbul, Türkiye’nin en büyük tüketim merkezidir. Eski dönemlerden beri bu özelliği nedeniyle XIX. yy’da ilde hayvancılık oldukça ileri düzeydeydi. Ancak giderek sanayi kenti durumuna gelmesi otlakları yok ederek hayvancılığı geriletti. Buna karşın tavuk çiftlikleri büyük
2545
1980’DE İSTANBUL’DA İMALAT SANAVİI’NDEKİ |
|||
BÜYÜK İŞYERLERİNİN YAPISI |
|||
Ocrtth Ücrette ÇoHşankrm Çabfonfarm Yapılan İşyeri Ortalama YıfMt Sayı* Soym Öthtı* |
|||
Devlet Sektörü |
38 |
2947ĞI | 10 745015 |
özet Sektör |
4009 |
213 215 | 60505 758 |
Toplam |
4045 |
242885 | 7125077» |
Sanayii Kollon | |||
Gıda. İçki, Tütün Sanayii |
356 |
28042 |
8541027 |
Dokuma, Giyim Eşya» ve Der! Sanayii |
881 |
83251 | 13188804 |
Orman Ürünleri ve Mobilya Sanayii |
119 |
4534 | 1095 841 |
KâflitKfigit ürünleri ve Baetm Sanayii |
234 |
10803 | 3242921 |
Kimya – Petrol. Kömür. Kauçuk ve Plastik ürünler |
629 |
26349 |
9930 525 |
Sanayii | |||
Taş ve Toprağa Dayak Sanayi |
136 |
1358» | 3317160 |
Metal Ana Sonayii Metol – Eşya – Makino ve Teçhizat Ulaşım Aracı, Bt* limeel ve Meeleki öteme Aletleri Sanoyii öteki İmalât Sanayii |
266 134» 66 |
11166 8249« 2 529 | 339710527887281
610009 |
Kaynak: otE. 1980 GENEL SANAYİ VE İŞYERLERİ SAYIMI. |
bir hızla yayıldı. 1980’de ildeki hayvan sayısı: 151 960 baş koyun, 88 396 baş sığır, 43 050 kılkeçisi,
3 334 224 baş tavuk ve horoz, 32 845 baş hindidir. Tüm bu sayısal veriler ışığında il’in tarımsal liretimi gereksinimlerini karşılamaktan çok uzaktır.
Madencilik ve Sanayi: Madencilik, İstanbul için önemli bir etkinlik değildir. İstanbul aktif nüfusunun sadece binde 8’i (11 000 işçi) bu sektörde çalışır (1980). Madenciliğin il ve Türkiye gayri safi hasılası içindeki payı sırasıyla binde 3 ve binde 6,3’tür (1978). ilde çıkarılan başlıca madenler kil, kaolin, kuvarsit, döküm kumu, kalker, mermer ve perlittir. İlin başlıca metal maden zenginlikleri ise manganez ve biraz da linyittir. Türkiye kuvarsit üretiminin 1/3’i, manganezin % 57’si. linyitin de % 3,8’i İstanbul ilinde ü- retilir. İstanbul’da sanayi olarak adlandırılabilecek ilk girişimlere XIX. yy’da Batı’daki sanayi devriminin geleneksel işletmeleri çöküntüye uğratmasına tepki olarak devlet yatırımı biçiminde bir dizi fabrikanın kurulmasıyla rastlanır. Osmanlı hükümeti böylece Avrupa teknolojisini kendi topraklarına, başta da İstanbul’a taşımayı hedefliyordu. Nitekim 1840’larda İstanbul yöresinde bir dizi devlet imalâthanesi kuruldu. Bu imalâthaneleri desteklemek için bir de teknik okul açıldı. Kurulan imalâthaneler için gerekli makineler, onları kullanacak teknik adamlarla birlikte Avrupa’dan getirildi. Devlet eliyle oluşturulan tüm sanayi girişimlerinin onları besleyen madenlerin ve sanayi bitkileri yetiştiren çiftliklerin yönetimi Dadi- anlar adlı Ermeni ailesine verildi. Üretimi, ürün çeşitleri ve iş olanaktan bakımından son derece sınırlı kalan bu sanayi, büyük ölçüde ordunun gereksinimlerini karşılamak için üretim yapar durumdaydı. Yalnızca ipekli dokuma ve fes, pazara da sürülebilecek miktarda üretile- biliyordu. Ne ki tüm çabalara karşın askeri alanda bile kendine yeterlik sağlanamadı. Bunun üzerine devlete gelir getirmekten çok yük olan bu imalâthaneler 1849 sonunda kapatıldı. Bundan sonra da sanayi adına XIX. yy sonuna dek ö- nemli bir gelişme olmadı. Özel girişimler eliyle kurulan oldukça sınırlı sanayi girişimleri de genellikle yabancı ve azınlık sermayecilerinin yatırımlarından oluştu. Bu dönem İstanbul, Batılı sanayi merkezleriyle bütünleşen Osmanlı İmparatorluğu’ nun bir ticaret merkeziydi. Bununla birlikte I. Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı topraklarında sanayi adına varolan işletmelerin % 55’i İstanbul’da yoğunlaşmıştı. Cumhuri- yet’in ilk yıllarında bu ekonomik tabloda bir çok nitel değişim gözlendi. Batı’nın sanayi üstünlüğü karşısında ekonomik dengeyi geleneksel tarım ürünlerinin dışsatımıyla korumaya çalışan Türkiye’de el sanatları gerilerken ülkenin sanayi
İstanbul deniz yoluyla dışsatımın yapıldığı önemli bir merkezdir.
ürünü gereksinimlerini karşılamaya yönelik ya dış hammaddeye ya da yabancı sermayeli kuruluşların ü- rünlerine bağımlı bir imalât sanayi İstanbul’da biçimlenmeye başladı. 1932’de Teşvik-i Sanayi Kanunu’yla başlayan atılımlar yalnızca tarımsal ürünleri izleyen kuruluşların tesisiyle kısıtlı kalınca büyük bölümü İstanbul’da yoğunlaşan sanayinin karakteri belli olmaya başladı. II. Dünya Savaşı’ndan günümüze uzanan süreç içinde de büyük şirketler, yatırım ve finansman kuruluşları İstanbul’da odaklandı. Nitekim günümüzde imalât sanayinin 1/3’ü ve yine bu sanayide çalışanların 1/3’ü İstanbul’da yoğunlaştı. Öte yandan sanayi kadar önem taşıyan İstanbul’daki ticari kuruluşlar ülke iç ticaret hacminin % 50’ye yakın bölümünü denetler. Türkiye dışalımının 1/3’ü. dışsatımın 1/5’i İstanbul’dan yapılır.
İstanbul’da tarihi yerlerıTekfur Sarayı (üst solda), Kızkuiesi (üst ortada), Bentler (üst solda), Bizans Surları (ortada), Ayasofya Müzesi (alt solda), Kariye Müzesi (alt sağda) |
KÜLTÜR VE SANATLAR İki büyük imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul, birbirine karşıt gibi görünen birçok öğenin birarada olabildiği yaklaşık ikibin yıllık bir kültürel yapıya sahiptir. 330 yılından günümüze dek uzanan çeşitli eserler büyük kültür geleneklerinin ardarda gelen halkalarıdır. Bizans Dönemi’nde Hıristiyan dünyasının kültürel ve dinsel merkezi olan İstanbul, Osmanlı Dönemi’nde İslâm dünyasının merkezi oldu. Bu iki kültür XX. yy’ın başlarına dek İstanbul potasında hem yarıştı hem de
2547
1980’DE İSTANBUL’DA İMALAT SANAYİNDEKİ |
|||
BÜYÜK İŞYERLERİNİN YAPISI |
|||
Ocntiû – ûenth Çokşantor* Çahşantonn Yapıkm İşyeri Ortalama Ytlkk Sayım Sayı* öthm* |
|||
Devlet Sektörü |
36 |
29470 | 10745015 |
öztı; Sektör |
4006 |
213215 | 60505 758 |
Toplom |
4045 |
242885 | 71250 77» |
Sanayii Kollan | |||
Gido. İçki, Tütün Sanayii |
356 |
28042 | 6541027 |
Dokuma. Giyim E«ychm ve Deri Sanayii |
89? |
63281 | 13188904 |
Orman Ürünleri ve Mobilya SanayiiKâğıtKAtyt Ürünleri ve Sacım âonayü |
119 m |
453410803 | 1095 641 3342921 |
Kimya • Petrol. Kömür, Ka> ucuk ve Plastik Ürünler |
629 |
26349 | 9930 525 |
Sanayii | |||
Top ve Topraka Doyalı SanayiMetol Ana Sonayii Metal • Eşya – Moklna ve Teçhizat Uloşım Aroct, Bl- Hmeet ve Meelekt öfçme Aletleri Sanayii öteki imalât Sanoyii |
m 268 1349 66 |
13888 11166884CS
2529 |
33171603397105
27887 281 610009 |
Kaynak: OİE. 1980 GENEL SANAYİ VE İŞYERLERİ SAYIMI. |
bir hızla yayıldı. 1980’de ildeki hayvan sayısı: 151 960 baş koyun, 88 396 baş sığır, 43 050 kılkeçisi,
3 334 224 baş tavuk ve horoz, 32 845 baş hindidir. Tüm bu sayısal veriler ışığında il’in tarımsal ü- retimi gereksinimlerini karşılamaktan çok uzaktır.
Madencilik ve Sanayi: Madencilik, İstanbul için önemli bir etkinlik değildir. İstanbul aktif nüfusunun sadece binde 8’i (11 000 işçi) bu sektörde çalışır (1980). Madenciliğin il ve Türkiye gayri safi hasılası içindeki payı sırasıyla binde 3 ve binde 6,3’tür (1978). ilde çıkarılan başlıca madenler kil, kaolin, kuvarsit, döküm kumu, kalker, mermer ve perlit tir. İlin başlıca metal maden zenginlikleri ise manganez ve biraz da linyit tir. Türkiye kuvarsit üretiminin 1/3’i, manganezin % 57’si, linyitin de % 3,8’i İstanbul ilinde ü- retilir. İstanbul’da sanayi olarak adlandırılabilecek ilk girişimlere XIX. yy’da Batı’daki sanayi devriminin geleneksel işletmeleri çöküntüye uğratmasına tepki olarak devlet yatırımı biçiminde bir dizi fabrikanın kurulmasıyla rastlanır. Osmanlı hükümeti böylece Avrupa teknolojisini kendi topraklarına, başta da İstanbul’a taşımayı hedefliyordu. Nitekim 1840’larda İstanbul yöresinde bir dizi devlet imalâthanesi kuruldu. Bu imalâthaneleri desteklemek için bir de teknik okul açıldı. Kurulan imalâthaneler için gerekli makineler, onları kullanacak teknik adamlarla birlikte Avrupa’dan getirildi. Devlet eliyle oluşturulan tüm sanayi girişimlerinin onları besleyen madenlerin ve sanayi bitkileri yetiştiren çiftliklerin yönetimi Dadi- anlar adlı Ermeni ailesine verildi. Üretimi, ürün çeşitleri ve iş olanakları bakımından son derece sınırlı kalan bu sanayi, büyük ölçüde ordunun gereksinimlerini karşılamak için üretim yapar durumdaydı. Yalnızca ipekli dokuma ve fes, pazara da sürülebilecek miktarda üretile- biliyordu. Ne ki tüm çabalara karşın askeri alanda bile kendine yeterlik sağlanamadı. Bunun üzerine devlete gelir getirmekten çok yük olan bu imalâthaneler 1849 sonunda kapatıldı. Bundan sonra da sanayi adına XIX. yy sonuna dek ö- nemli bir gelişme olmadı, özel girişimler eliyle kurulan oldukça sınırlı sanayi girişimleri de genellikle yabancı ve azınlık sermayecilerinin yatırımlarından oluştu. Bu dönem İstanbul. Batılı sanayi merkezleriyle bütünleşen Osmanlı İmparatorluğu’ nun bir ticaret merkeziydi. Bununla birlikte I. Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı topraklarında sanayi adına varolan işletmelerin % 55’i İstanbul’da yoğunlaşmıştı. Cumhuri- yet’in ilk yıllarında bu ekonomik tabloda bir çok nitel değişim gözlendi. Batı’nın sanayi üstünlüğü karşısında ekonomik dengeyi geleneksel tarım ürünlerinin dışsatımıyla korumaya çalışan Türkiye’de el sanatları gerilerken ülkenin sanayi
İstanbul deniz yoluyla dışsatımın yapıldığı önemli bir merkezdir.
ürünü gereksinimlerini karşılamaya yönelik ya dış hammaddeye ya da yabancı sermayeli kuruluşların ü- rünlerine bağımlı bir imalât sanayi İstanbul’da biçimlenmeye başladı. 1932’de Teşvik-i Sanayi Kanunu’yla başlayan atılımlar yalnızca tarımsal ürünleri izleyen kuruluşların tesisiyle kısıtlı kalınca büyük bölümü İstanbul’da yoğunlaşan sanayinin karakteri belli olmaya başladı. II. Dünya Savaşı’ndan günümüze uzanan süreç içinde de büyük şirketler, yatırım ve finansman kuruluşları İstanbul’da odaklandı. Nitekim günümüzde imalât sanayinin 1/3’ü ve yine bu sanayide çalışanların 1/3’ü İstanbul’da yoğunlaştı, öte yandan sanayi kadar önem taşıyan İstanbul’daki ticari kuruluşlar ülke iç ticaret hacminin % 50’ye yakın bölümünü denetler. Türkiye dışalımının 1/3’ü, dışsatımın 1/5’i İstanbul’dan yapılır.
Osmanlı döneminden kalan yapılar: Topkapı Sarayı’nın dıştan ve İçten görünümü (üstte), Dolmabahçe sarayı (ortada), Rumelihisarı (alt solda), Göksu Kasrı (alt sağda) |
kaynaştı. XVIII. yy’dan başlayarak Kariye kiliseleri gibi Bizans; Top- te açılmalarının yanısıra kimileri
Batı kültürü de İstanbul’un yapısın- kapı, Dolmabahçe, Yıldız, Beyler- konser vb kültürel etkinlikler için
da yeraldı. Cumhuriyet döneminde beyi, İbrahim Paşa sarayları, Rume- de mekan olarak kullanıldı. 1973′
de kent kültür merkezi olma özel- lı Hisarı gibi Osmanlı döneminin den bu yana her yıl yapılmakta
liğini korudu. Ayasofya, Aya irini, başeserleri müzeleştirilerek ziyare- olan Uluslararası İstanbul Festi-
2548
♦*,İ2A |
fiLV^v
,fc . v*. V O |
|
||||||||||||||
|
||||||||||||||
|
||||||||||||||
|
||||||||||||||
|
||||||||||||||
|
vali, dünyanın da sayılı sanat şenliklerinden biridir. Yine 1982’de başlayan İstanbul Sinema Günleri de kentteki başta gelen kültürel etkinliklerden biridir. Resim – heykel alanında gerek ülkenin tek akademik düzeydeki öğrenim kurumu olan
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesl’nin (önceden DGSA) varlığı, gerekse başlangıcından buyana ülkemiz resim ve heykel sanatının başlıca örneklerini toplayan Resim ve Heykel Müzesi ve çok sayıdaki galeri kenti bu sanat dalının da merkezi yapar. İstanbul ülke sinema sanayiinin de tek merkezidir. Yeşilçam diye bilinen film merkezinde yılda 100 kadar film yapılmaktadır. 1729‘da ilk matbaanın kurulduğu İstanbul, günümüzde de ülke çapında dağıtılan tüm ga
zetelerin yönetim ve basımlarının yapıldığı merkezdir. Yine ülkede yayımlanan kitap ve dergilerin de büyük çoğunluğu İstanbul’da basılır. İstanbul Radyosu ve FM yayınları.
TV’nin kimi yayınları Arnavuf’öy stüdyolarında hazırlanır. Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun da merkezi olan İstanbul, Cumhuriyet döneminde gerek Şehir ve Devlet Tiyatroları’nın, gerekse çok sayıdaki özel tiyatroların etkinlikleriyle bu alanda da ülkenin merkezi oldu. Tüm bu oluşumlara karşın 1950’lerden başlayarak İstanbul’un geleneksel kül-
2550
türel yapısı büyük bir değişim içine girdi. Hızlı gecekondulaşmaya koşut olarak bu değişim kentin yaşama biçiminde köklü değişiklikler o- luşturdu. Eski İstanbul yaşamının temel öğeleri olan mahalle hayatı, yerleşim ve mimari, kahvehane, pastahane, lokanta, meyhane vb birimlerin geleneksel kimlikleri yok- oldu. Eski İstanbul’un kimi kültür değerlerini yaşatmak için girişilen cabalar ise sembolik düzeydedir. Değişik yörelerden gelmiş ve yoğun bir değişim süreci yaşayan 5 milyonu aşan nüfusuyla İstanbul, halkının değişik kültür öğelerinin sentezini henüz gerçekleştirmiş değildir.
İSTANBUL İLİ’NİN YEDİ BÜYÜK KENTE UZAKLIĞI (km)
Ankara | 458 |
İzmir | 600 |
Adana |
944 |
Bursa |
247 |
Konya | 678 |
Samsun’ |
732 |
İSTANBUL İLİNDE BAŞLICA TARİHİ ESERLER
CAMİLER: Ağa Camisi. Ağalar Camisi. Altunızade Camisi, Arap Camisi. Atık Alı Paşa Camisi. Ayazma Camisi, Azopkapı Camisi. II Bayezıd Camisi. Balı Paşa Camisi, Bebek Camisi. Beylerbeyi Camisi, Bodrum Camisi Cerrahpaşa Camisi. Cihangir Camisi. Çinili Camı. Çorlulu Ali Paşa Camisi. Davutpaşa Camisi. Defterdar Camisi. Dolma bahçe Camisi. Draman Camisi. Emırgan Camisi. Eski Valide CamiBi. Eyüp Sultan Camisi, Fatih Camıs.. Fenarı Isa Camisi. Fethiye Camisi. Feyzıye Camisi. Fıruz Aga Camisi. Gul Camisi, Hacı Evhad Camisi. Haseki Camisi. He- kımoğlu Al, Paşa Comısı, Hırkaı Şerif Camisi, Hubyarbey Camisi, İbrahim Faşa Camisi. Imrahor Camisi İskender ^aşa Camisi. İvaz Efendi Camisi. Kadıköy Cam.sı. Kalenderhane Camisi. Kariye Camisi. Kaptan Faşa Camisi, Kasım Faşa Camisi, Kefeli Camisi, Kılıç Alı Paşa Camisi, Kilise Camisi, Koca Mustafa Pasa Camisi, Koprulu Camisi, Küçük Ayasofya Camisi. Laleli Camisi, Mahmut Paşa Camisi, Mecidiye Camisi, Mehmet Ağa Camisi, Mehmet Mesih Paşa Camisi, Merzıfonlu Kara Mustafa Faşa Camisi, Mıhrıman Sultan Camisi. Molla Aşki Camisi Molla Celebi Camisi Murat Paşa Camisi. Nevşehirli İbrahim Paşa Camıs1. Nişancı Mehmet Paşa Camisi. Nuruosmanıye Camisi. Or- takoy Camisi. Osman Ağa Camisi, Pıyale Paşa Camisi. Ramazan Efendi Camisi. Rum Mehmet Paşa Camisi. Rustem Paşa Camisi. Sağdabat Cumısı, Selimiye Camisi Sınan Paşa Camisi, Sokuilu Mehmet Paşa Camisi, Sultan Ahmet Camisi, Suleymaniye Camisi, Şehzade Camisi Şemsıpaşa Ccynısı. Şişli Camisi, Teşvikiye Comısı. Tophane Camisi Valide Sultan Camisi, Yavuz Sultan Camisi. Yem Camı, Yem Valide Camisi. Yeraltı Camisi. Yıldız (Hamıdıye) Camisi, Zal Mahmut Paşa Camisi. Zıncırlıkuyu Camı, Zuhtu Paşa Camisi KİLİSELER. Haghıa Eırene (Aya İrini). Pantokrator Manastırı ve Kilisesi. Şapel Theotokos Kilisesi
KÜLLİYELER: Eyüp Sultan Kullıyesı. Mahmut Paşa Kullıyesı. Davut Paşa Kullıyesı. Atık Alı Paşa Kullıyesı, Sultan Selim Kullıyesı, Pırı Mehmet Faşa Kullıyesı Mıhrımah Sultan Kullıyesı (Üsküdar), Şehzade Kullıyesı, Haseki Kullıyesı. Hadım İbrahim Paşa Kullıyesı. Karo Ahmet Paşa Kul- lıyesı. Mıhrımah Sultan Kullıyesı (Edırnekapı). Kanuni Sultan Süleyman Kullıyesı Zal Mahmut Paşa Kullıyesı. Sokuilu Kullıyesı. Şemsi Paşa Kullıyesı. Kılıç Alı Paşa Kullıyesı, Eski Valide Sultan Kullıyesı. Cerrahpaşa Kullıyesı, Yem Valide Kullıyesı (Emınonu ve Üsküdar’da). Cınıli Külliye Koprulu Kullıyesı, Merzıfonlu Kara Mustafa Paşa Kullıyesl, Amcazade Hüseyin Faşa Kullıyesı, Çorlulu Alı Paşa Kullıyesı, Domat İbrahim Paşa Kullıyesı, Hekımoğlu Alı Paşa Kuiliyesi, I Abdiılhamit Kül- lıyesı. Kucuk Efendi Kullıyesı. Laleli Kullıyesı. Nuruosmanıye Külllyesl. TÜRBELER: Azız Mahmud Hudaı Türbesi, I. Abdulhamit Türbesi, Abdül- mecıt Türbesi. Abdulhamit Türbesi. Barbaros Türbesi. II Bayezıd Türbesi. Cedit Havatın Türbesi, Cevat Paşa Türbesi. Destan Mustafa Paşa Türbesi. Emir Buharı Türbesi, Eyüp Sultan Türbesi. Fatih Türbesi. Fuad Paşa Türbesi. Güzelce Ali Paşa Türbesi, Gulustun Sultan Türbesi. Gazı Osman Paşa Türbesi. Hurrem Sultan Türbesi Husrev Paşa Türbesi. Karaca Ahmet Türbesi, Kanuni Türbesi. Laleli Türbesi, III Mu- rad Türbesi, Mimar Sınan Türbesi, Mahmut Paşa Türbesi. II Mahmut Türbesi. I Mustafa ve İbrahim Türbesi. Mustafa Reşit Paşa Turnesi. V Mehmed Türbesi. Merkez Efendi Türbesi, Nişancı Mehmed Paşa Türbesi. Nakşıdi Sultan Türbesi. Piyale Paşa Türbesi, Rustem Paşa Türbesi Sokuilu Mehmed Poşa Türbesi. II. Selim Türbesi, Sınan Paşa Türbesi. Sıyavuş Paşa Türbesi. Sümbül Efendi Türbesi. Şehzadeler Türbesi, Şehzade Mehmet Türbesi, Şehzade Mahmut Türbesi Şehzade ve Kadınlar Türbesi, Vefa Türbesi, Yavuz Selim Türbesi. Yahya Efendi Türbesi. Zeynep Kâmil Türbesi.
MEDRESELER: Abdulhalım Medresesi. Gazanfer Ağa Medresesi Haşan Paşa Medresesi. Koca Sinan Paşa Medresesi. Kuyucu Murad Paşa Medresesi. Rustem Paşa Medresesi. Sadrazam Hadım Paşa Med-
HANLAR: Alı Paşa Hanı. Balkapanı Hanı. Burmalı Han. Buyuk Volide Hanı, Buyuk Yeni Hanı. Cebeci Hanı, Çuhacı Hanı. Haşan Paşa Hanı. Kalcılar Hanı, Kuçuk Yeni Hanı. Serpuş Honı. Taşhan. Yıldız Hanı ÇEŞMELER: II. Abdulhamit Çeşmesi, III Ahmet Çeşmesi (Ayasofya). III. Ahmet Çeşmesi (Üsküdar). Alman Çeşmesi, Ayrılık Çeşmesi. Ayşe Hatun Çeşmesi, Azapkapı Çeşmesi, Bereketzade Çeşmesi. Bezmıâlem Valide Sultan Çeşmesi, Çevri Kalfa Çeşmesi. Emırgan Çeşmesi. Eşme i j tan Çeşmesi GOksu IKuçuksuı Çeşmesi Huri Boş” Ağn (. c*rt »sı Hatice Sultan Çeşmesi, Jshakağa Çeşmesi, Kazasker Esad Efendi Çeşmesi (Kabataş). Kazlıçeşme. Kemeroltı Çeşmesi. Kırkceşme. I Mahmut Çeşmesi, Mlhrışah Suttan Çeşmesi, Nevşehirli İbrahim Paşa Çeşmesi. Rukıys Kadın Çeşmesi, Sadrazam Mehmet Poşa Çeşmesi. Sipahi Ağası Çeşmesi. Tophane Çeşmesi, Yeni Valide Çeşmesi BİNALAR Ala* Koşku, Aynalı Kavak Kasrı, Bağdat Kovu Be*k ,z Kas rı. Beylerbeyi Sarayı, Crroğan Sarayı. Clnlfl Köşk, Dolmabahce Sarayı, Göksu Kasrı (Küçuksu), Ihlamur Köşkü, İftariye Koşku, Kapalı Çarşı. Kuleli Kışlası. Mısır Çarşın. Revan Köşkü, Selimiye Kışlası. Tekfur Sarayı. Topkapı Sarayı. Yerebatan Sarayı. Yıldız Sarayı.
DİĞERLERİ: Anadolu HİMfl, Atlamaz Zindanı. Arkadıus Şutunu At Meydanı. Bamya Anıtı, Bayazid Kuleli. Bınbirdirek Sarnıcı. Bozdoğan Sı Kemer- Çemberlıtoş Dolmabuhoe Saat Kulesi Dikilitaş E-dırnn- kopı. Galata KÖprutu, Galeta Kulesi, God Şutunu, Hodıga. Kızkulesı. Kıztaşı, Lahana Anıtı. Nişantaşı, örme Sütun. Rumeli Hisarı. Yılanlı (Burmalı) Sütun. BabıâlI, Yıldız Saat Kulesi.
2551
İstanbul Arkeoloji MUzesi’nin dıştan ve içten görünümü |
İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ, Reşat Ekrem Koçu’nun yayımladığı ansiklopedi. 1944’den 1952’ye dek ilk dört cildi çıktı. 1958’de yayımı sürdürülerek 1971’e dek onuncu cilde ulaştı. Ancak Reşat Ekrem Koçu’nun, ölümü üzerine tümü yirmi beş cilt olarak tasarlanan İstanbul Ansiklopedisi yarım kaldı.
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ,
İstanbul’da Arkeoloji Müzeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı üç müze. Klasik Arkeoloji Müzesi: Gülhane Parkı ile Topkapı Sarayı arasındaki alanda yer alır. İlk kez 1846 yılında Damat Fethi Paşa’mn çabalarıyla Mecmuaİ Aşarı Atika adıyla toplanan eski eserler, silah deposu olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi’ne yerleştirildi. 1868’de İstanbul’a gelen Fransız Albert Dumont müzedeki eserlerin bir katalogunu hazırladı. 1869’da Müzei Hümayun adını aldı ve İngiliz Goold müze müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 1872 yılında Dr. Dethier üstlendi. Eserler 1874’te Çinili Köşk’e taşındı. 1880′ de ziyarete açılan müzenin müdürlüğüne 1881’de Osman Hamdi Bey getirildi. 1887 yılında Sayda nekro- polünde yapılan kazılarda bulunan İskender Lahti, Ağlayan Kadınlar, Lykia ve Satrap lahitleri İstanbul’a getirildi. Bütün eserler mimar Val- laury ile R. D. Aronco tarafından 1891’de yapımına başlanan klasik üsluplu bugünkü binada toplandı ve Asarı Atika Müzesi adını aldı. 1902 -1908 yılları arasında yapılan eklemelerle müze binası genişletildi. G. Mendel, 1908 ve 1914’de yayımladığı katologlarla arkeoloji müzelerini dünyaya tanıttı. 1910-1931 yılları arasında Müze Müdürlüğünü Osman Hamdi Bey’in kardeşi Halil Ethem Eldem yaptı. Müzenin alt salonlarında Yunan, Helen, Roma, Bizans dönemleri eserleri sergilenmektedir. Üst kat salonlarında ise tarih öncesinden Bizans’a dek keramik, süs eşyası, küçük buluntular vb sergilenmektedir. Ayrıca çok zengin bir sikke koleksiyonu vardır. Üst katta bir de kitaplık bulunmaktadır. Müzenin bahçesinde de heykel, lahit, kabartma vb’den oluşan çeşitli eserler sergilenir. Müzede bulunan Efebos heykeli ve İskender başı heykel sanatının seçkin örneklerindendir. Eski Şark Eserleri Müzesi: 1917 yılında açıldı. 1933- 1967 arasında çağdaş müzecilik e- saslarına göre yeniden düzenlendi. Bu müzedeki eserler, Mezopotamya, Mısır, Anadolu ve Arabistan olmak üzere dört ana bölümde sergilenir. Müzedeki en değerli parçalar arasında Asur kralı II. Salma- nasar’ın heykeli, Hitit kralı IV. Tut- halia’nın kanatlı sfenk heykeli, mızraklı Asur askerlerini betimleyen kabartma, MÖ X. yy’dan bir mumya, Sümer Kralı Fudea’nın heykeli ve pekçok çivi yazılı kil levha sayılabilir. Mozaik Müzesi: Sultan Ahmet Külliyesi’nin arasta yapılarından oluşur. Caminin doğu yakasında 1935’de başlayan kazılarda Bizans sarayının taban mozaikleri ortaya çıkarılınca, bunlar bulundukları yerde korundu. IV. ve V. vy’a tarihlenen mozaikler teknik üstünlükleri ve mitolojik betimlemeleriyle ünlüdür.
2552
İstanbul Askeri Müzesı’nde Atatürk köşesi |
İSTANBUL ASKERİ MÜZESİ, İlk
kez II. Meşrutiyet’ten sonra Ahmet Muhtar Paşa tarafından Aya İrini Kilisesi’nde açıldı. II. Dünya Savaşı sırasında büyük bölümü Anadolu’ ya taşındı. 1959 yılında eski Harbiye binasında yeniden açılan müze binası daha sonraki yıllarda yapılan eklerle genişletildi. Günümüzde de yeni bir binanın yapımı sürmektedir. Müzede XII. yy’dan günümüze tarihsel eser ve belgeler ve çeşitli silahlardan oluşan 57 520 parça eşya bulunmaktadır. XIII. yy İlhanlI miğferi, Orhan Gazi’nin miğferi, Gazi Evrenos Bey’in zırhı, Selçuklu Kur’an’ı, I. Selim (Yavuz) ve
- I. Süleyman (Kanuni) dönemine ait savaş araçları ve bir çok tarihi eser ve belgeler büyük değer taşır. İstanbul’un alınışı sırasında Bizanslı- lar’ın Haliç’e çektikleri zincirde müzede sergilenmektedir.
İSTANBUL ATATÜRK MÜZESİ, İstanbul’un Şişli semtinde müze, inkılap Müzesi adıyla da anılır. Atatürk’ün 1919’da İstanbul’dan ayrılışına dek oturduğu bina 1942 yılında İstanbul Belediyesi tarafından müze olarak düzenlendi. Kapısında “Gazi Mustafa Kemal vatanın kurtuluşunu 1919 yılında bu evde hazırladı” yazısı yer alır. 1919’daki görünümüyle korunan binanın ilk iki katında Atatürk’ün kişisel eşyaları, 3. katında ise Atatürk devrlmleriyle ilgili resim ve belgeler vardır.
İSTANBUL BANKASI, Banque de Constantinople adıyla 1847-1857 yıllarında faaliyet gösteren Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk banka. 1953 yılında kurulan bir banka da İstanbul Bankası adını aldı. 1982 yılı sonunda 112 şubesi bulunan, toplam mevduatı 36,6 milyar TL, toplam kredisi 21,1 milyar TL olan İstanbul Bankası, 24 Ocak kararları çerçevesinde uygulanan serbest faiz politikası döneminde ödeme güçlüğü içine düştü. Bu durum karşısında Mart 1S83’te geçici bir yönetim kurulu atanarak Maliye Bakanlığı’ nın denetimi altına alındı. Kasım 1983’te Bakanlar Kurulu kararıyla faaliyetine son verilerek T.C. Ziraat Bankası’na devredildi. İstanbul Bankası, Has Holding’in denetimin- deydi.
İSTANBUL BELEDİYE KONSERVA- TUVARI, İstanbul Belediyesi’ne bağlı sanat eğitimi kurumu. 1913’de Da- rülbedayi adıyla tiyatro ve müzik eğitimi amacıyla kuruldu. Ancak I. Dünya Savaşı nedeniyle müzik bölümü etkinlik gösteremedi. 1917’de kurulan Darülelhan müzikle ilgili ilk resmi kurumdur. Darülelhan batı
Şişli’de Atatürk Müzesi |
anlayışında eğitim yapan gerçek bir konservatuvardı. 1931’de konserva- tuvar İstanbul Belediyesi’nin katma bütçeli bir kurumu durumuna getirildi. Konservatuvar Beşiktaş, Beyoğlu ve Çemberlitaş’taki binalarında işlevini sürdürdü. 1926’da kaldırılan Türk müziği öğretimi 1944’ de yeniden programa alındı. Şehir orkestrası ve korosu kuruldu. Kadıköy iskelesi yanındaki eski hal binasının kültür merkezi olarak restore edilmesinden sonra, 1983’de Beşiktaş ve Gemberlitaş’taki bölümler bu binaya taşındı. 1986’da İstanbul Belediyesi’nden alınarak İstanbul Üniversitesine bağlanan konservatuvar İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı adını aldı. İSTANBUL BELEDİYE MÜZESİ, İstanbul’da Saraçhanebaşı’nda Ga- zanferağa medresesindeki müze. 1946’da İstanbul Belediyesi’ne bağlı olarak kurulan müzede eski medreseye ait çeşitli eşyalar, eski İstanbul insanlarını canlandıran kuklalar, Karagöz tiplemeleri, fotoğraflar, eski paralar, madalyalar, kahve takımları, berber ve sünnet araçları, el işlemeleri, çeşmibülbüller, silahlar, İstanbul’a getirilen ilk piyano vb sergilenir.
İSTANBUL BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI, İstanbul Belediyesi’ne bağlı katma bütçe ile yönetilen sanat kurumu. 1913’de belediye başkanı Cemil Topuzlu’nun girişimiyle Darülbedayi adıyla kuruldu ve 1934 yılına dek bu isimle etkinlik gösterdi (Bk. DARÜLBEDAYİ). 1930 ve 1940’lı yıllarda Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul’un yönetiminde gösteri ve izleyici sayısını artırmak için çaba gösterdi. Bu amaçla Te- pebaşı sahnesinde müzikli oyunlar ve operetlere yönelindi. Dram ve komedi bölümlerindeki gösterilerde batı merkezlerindeki gösterilerle koşutluk kuruldu. Shakespeare, Goldoni, Molière, Schiller, Pirandello, Çehov, Shaw, Dostoyevski, Tolstoy, ibsen, Gorki gibi birçok yazarın eserleri izleyicilere sunuldu. 1951’de Muhsin Ertuğrul’un Devlet Tiyatroları yöneticisi olmasından sonra 1952’de Şehir Tiyatroları yöneticiliğine AvusturyalI tiyatro yönetmeni Max Meinecke getirildi.
Solda, Muhsin Ertuğrul Üsküdar Şehir ilk Ankara turnesi (Şubat-1927)
1959’a kadar sürdürdüğü görevi sırasında tiyatronun kitleselleşmesi ve dışavurumcu Alman okulunun Türkiye’de tanınması için çaba gösterdi. 1959’da yeniden göreve dönen Muhsin Ertuğrul, tiyatroların çağdaşlaşma ve yenileşmesi yolunda çabalarını sürdürdü. Bölge ve semt tiyatroları fikrini geliştirerek uyguladı. Kadıköy, Üsküdar, Fatih ve Zeytinburnu’nda yeni sahneler açtı. Yerli oyunlara ağırlık verdi. Tiyatro kadrosunu gençleştirdi. 1936’ da Belediye Meclisi’nin aldığı bir kararla görevine son verilen Muhsin Ertuğrul’un yerine Vasfı Rıza Zobu atandı. 1973’e dek süren yöneticiliği süresince Fransız ve İtalyan bulvar tiyatrolarının ve Tanzimat sonrası oyunları ağırlık kazandı. 1974’de Muhsin Ertuğrul’un yeniden yöneticiliğe getirilmesiyle Şehir Tiyatroları’nda yeni bir atılım süreci başladı. Halka açık provalar, gezginci oyunlar, kahve tiyatroları ve stadyumlarda tiyatro gösterileri yapıldı. Gültepe Tiyatrosu* nda 8 -13 yaş grubu çocuklara ücretsiz oyunlar düzenlendi. 1976*do Muhsin Ertuğrul yönetimden ayrıldı ve Belediye Başkanı Ahmet İs- van’ın da desteğiyle Şehir Tiyatroları beş yönetim bölgesine ayrıldı. Harbiye, Fatih, Kadıköy, Üsküdar ve Tepebaşı Deneme Sahnelerinde yerinden yönetim sistemi benimsendi. Her bir tiyatro ayrı bir yönetmenin sorumluluğuna verildi. 1980‘e dek süren bu dönem gerek sahnelenen oyunların sayı ve düzeyi, gerekse seyirci sayısı bakımından Şehir Ti- yatroları’nın ulaştığı en ileri aşama
oldu. Ekim 1980’de Vasfi Rıza Zobu, yeniden tiyatronun başına getirildi. Pek çok sanatçının Şehir Ti- yatroları’ndaki görevlerine son verildi. 1984’de Vasfi Rıza Zobu’nun yerine Gencay Gürün atandı. 1970’ den bu yana Şehir Tiyatroları’nın yönetim organları Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda bulunuyor. 1970’li yıllardan bu yana Uluslararası İstanbul Festivali programlan içinde ve ayrıca yaz aylarında Rumelihisarı açıkhava sahnesinde de oyunlar sergileyen Şehir Tiyatrola- rı’nın ana sanatçı kaynağı İstanbul Belediyesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’dür. Buraya sınavla alınan öğrenciler dört yıllık eğitimlerinden sonra Şehir Tiyatroları’na kadrolu sanatçı olarak atanırlar.
İSTANBUL BOĞAZI, Marmara De- nizi’ni Karadeniz’e bağlayan boğaz. Bizans dönemindeki adı Bosphoros’ tu. Uzunluğu Rumeli Feneri’nden Sarayburnu’na kadar 55 km’dir. Bo- ğaz’ın genişliği Anadolu ve Rumeli fenerleri arasında 3 600 m iken, A- nadolu ve Rumeli hisarları arasında 698 m’dir. İki kıyı arasında uzaklıklar -Boğaz boyunca değişiklikler gösterir. Boğaz’ın, Dördüncü zaman öncesinde bir vadi iken, bu dönemde denizin yükselmesiyle bugünkü durumunu aldığı sanılmaktadır. Tuzluluk dereceleri ve su seviyeleri farklı olan iki denizi birleştiren İstanbul Boğazı’nda iki büyük akıntı sistemi vardır. Karadeniz’in binde 17 tuzluluğu olan hafif suları yüzeyden Marmara’ya, Marmara’
nın binde 35 oranında tuz içeren ağır suları ise dipten Karadeniz’e akar. Yüzey akıntısının hızı bazı yerlerde 1,45 m/s’ye ulaşır. Burunlar önünde hızlanan akıntı kuzey rüzgârlarıyla daha da artar. Büyük koylarda ters yönde akıntılar (anaforlar) vardır. Güney rüzgârlarında bu üst akıntı hızını kaybeder. Çok sertleşen güney rüzgârlarında da orkoz denilen, suyun yüzeyde güneyden kuzeye akması olayı ortaya çıkar. Kanal adı verilen alt akıntı, üst akıntıya göre daha yavaştır. Kuzguncuk yakınlarında en büyük hızına ulaşır (1,22 m/s). Üst akıntı çok hızlandığında, alt akıntının zaman zaman durduğu sanılmaktadır. Boğaz’da Kandilli – Bebek arasında 120 m’lik, Vaniköy – Arnavutköy arasında 106 m’lik çukurlar vardır. Derinlikleri değişen bu çukurlar dışında Boğaz’ın ortalama derinliği 50 m’dir. (Bk. BOĞAZİÇİ)
İSTANBUL DENİZ MÜZESİ, İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde, tarihi değeri olan denizcilikle ilgili eserlerin sergilendiği müze, ilk deniz müzesi 1897’de Kasımpaşa’da kuruldu. Daha sonra bir süre Dolmabahçe Camisi, Deniz Müzesi olarak kullanıldı. 1962‘de bugünkü binasına taşındı. Müzede OsmanlI donanmasının silah ve giysileri, tablolar, harita ve belgeler, gemi maketleri, kesit ve proje çizimleri, sancaklar vb tarihi eşyalar sergilenmektedir. Müze yanındaki ayrı bir yapıda da Osmanlı dönemine ilişkin saltanat kayıkları jösterilmektedir.
S.TANBUL ERKEK LİSESİ, İstan- oul’da lise. İlk olarak bahriye yüz- Daşısı Nadir Bey tarafından 1884′ ie Şemsülmekatjp adıyla kuruldu. Nadir Bey ertesi yıl Süleymaniye /akınlarında özel Nümune-i Terakki Okulu’nu kurdu. Bu okul bir süre sonra Maarif Nezareti tarafından satın alınarak 1909’da İstanbul idadisi, 191C’da da İstanbul Lisesi adını aldı. Önceleri Fransızca yapılan öğretim 1917’den sonra Almanca olarak sürdürüldü. 1923’de İstanbul Erkek Lisesi adını aldı; bir süre sonra da Cağaloğlu’ndaki bugünkü yere taşındı. 1965’ten sonra kız öğrenci de alınan okulun adı 1984’te İstanbul Lisesi olarak değiştirildi.
İSTANBUL EMNİYET SANDIĞI, Bk. EMNİYET SANDIĞI,
İSTANBUL FESTİVALİ, İstanbul’du her yıl düzenlenen uluslararası sanat ve kültür şenliği. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından ilk kez 21 Haziran – 15 Temmuz 1973 tarihlerinde yapıldı. Günümüze dek her yıl 20 Haziran – 15 Temmuz tarihleri arasında düzenli olarak sürdürüldü. Festival. Türkiye’nin yanı- sıra tüm dünya uluslarının müzik, bale, tiyatro, folklor ve plastik sanatlar alanındaki çalışmalarını sergilemek ve değerlendirmek amacı güder. Bu nedenle festivale her yıl değişik kıta ve uluslardan çok sayıda sanatçı ve topluluk katılır. A- tatürk Kültür Merkezi salonları, A- çıkhava Tiyatrosu, Aya İrini Kilisesi, Rumelihisarı, Yıldız Sarayı, Top- kapı Sarayı, Gülhane Parkı festival etkinliklerinin sunulduğu başlıca a- lanlardır. 1882’de İstanbul Festivali kapsamında başlatılan Sinema Günleri uygulaması 1984’den sonra ayrı bir etkinlik olarak nisan ayında düzenlendi. İstanbul Festivali, önemli bir uluslararası kültür etkinliği olarak, dünya festivalleri arasında üst sıralarda sayılır.
İSTANBUL KÜLTÜR VE SANAT VAKFI, Türkiye’nin kültür ve sanat etkinliklerini yaygınlaştırmak, dış ülkelere duyurmak amacıyla 1973’ de kurulan vakıf. Bu amaç doğrultusunda müzik, bale, tiyatro, ope-
IZUluslaıarası
İstanbul festivali
20.6,15.7.1984
in kullanılan iki afiş
ra. plastik sanatlar alanında yarışmalar, festivaller düzenlemek vakfın görevlerini oluşturur. Vakıf, işadamları, devlet opera ve balesiyle ilgili bakanlık temsilcilerinden oluşan yönetim kurulu ve ona bağlı organlarla çalışır. Vakfın başlıca etkinlikleri her yıl düzenlenen Uluslararası İstanbul Festivali ve Sinema Günleri’ö’u.
İSTANBUL REASÜRANS AŞ, 1979 yılında kuruldu. Sermayesi tamamı ödenmiş olmak üzere 26 milyon TL’ dir. Kurucuları; % 8.77’lik payla Başak, Güneş, Güven, Imtaş, İstanbul Umum, Ray, Şeker. Tam, T. Genel, % 3.51 ‘lik payla Emek, Hür, İnan ve % 1.77’lik payla Birlik Sigorta şirketleridir.
İSTANBUL SUALTI BORU HATTI,
İstanbul’da Anadolu yakasındaki Ömerli Baraj Gölü’nden Anadolu yakasına ve Rumeli yakasının bir bölümüne su dağıtılan denizaltı su boru hattı. Sualtı hattının projesi 1974-1978 döneminde DSİ 14. Bölge Müdürlüğü ve İstanbul Sular idaresi’nce birlikte hazırlandı. 1977’ den başlayarak aşamalı olarak uygulamaya kondu. Plandaki ilk boru hattını 13 Ekim 1977’de Boğaz girişinde Salacak ile Sarayburnu a- rasında bir Japon firması yaptı. A- nadolu yakasından Rumeli yakasına 47 milyon m3 su İletecek olan diğer boru hatlarının Çamlıca – Ce
vizli ve Sarayburnu – Bahçelievler arasında yapılması öngörüldü.
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ (ITÜ), İstanbul’da yüksek öğrenim kurumu. OsmanlIlar döneminde 1883’te kurulan Hendese-i Mülkiye sonraki çalışmalara temel oluşturdu. Teknik eleman ve mühendis yetiştirilmesi amacıyla kurulan okul 1909’da Mühendis Mekteb-i Âlisi a- dını alarak Nafıa Nezareti’ne bağlandı. 1923’te Gümüşsuyu’na taşınan okul 1928’de Yüksek Mühendis Mektebi adını aldı. 4619 sayılı yasayla İTÜ durumuna getirildi (1944). 1946 yılında çıkarılan 4936 sayılı Ü- niversiteler Yasası’yla da kuruma özerklik verildi. Üniversitenin ilk yıllarında inşaat, Mimarlık, Makina, Elektrik fakülteleri vardı. Maden (1953), Kimya (1933), Gemi İnşaat (1971), Temel Bilimler (1971) fakülteleri kuruldu. Üniversiteye bağlı Teknik Okul da Mühendislik ve Mimarlık fakültesi durumuna getirildi (1971). 1969’da dört yıla indirilen öğrenim süresi iki aşamalı olarak uygulandı. İkinci aşamayı oluşturan üç ya da dört yıllık lisans üstü eğitim 1973-1974 ders yılında başlatıldı. Taşkışla, Gümüşsüyü. Maçka,
Ayazağa’daki binalarında çalışmalarını sürdüren İTÜ, 15 fakülte ile rektörlüğe ve fakültelere bağlı kurum, enstitü ve yan kuruluşlardan oluşuyordu. 1981’de çıkarılan 2547 sayılı YÖK yasasıyla yeniden düzenlenen İTÜ’de 11 fakülte, 3 enstitü ve 3 yüksekokul vardır. Bunlar; Fen – Edebiyat, işletme, Sakarya Mühendislik, Mimarlık, Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri, Maden, Kimya – Metalürji, İnşaat, Elektrik, Makina Uçak ve Uzay Bilimleri fakülteleri; Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri ve Nükleer Enerji enstitüleri; Düzce Meslek, Sakarya Meslek, İstanbul Türk Musikisi Devlet Kon- servatuvarı yüksek okullarıdır (1988). İTÜ rektörlüğü ve bir bölümü Ayazağa’da bulunmaktadır.
S«lçu)c dönamlndM kalma Mr kttp |
İSTANBUL TÜRK ve İSLÂM ESERLERİ MÜZESİ, İstanbul’da Sultanahmet semtindeki İbrahim Paşa sarayında müze. 1913 yılında Evkaf-ı Islâmiye Müzesi adıyla Süleymani- ye külliyesinin imaret binasında kuruldu. 1927‘de bugünkü adını aldı. Müzede, eski Türk ve Islâm seramikleri. Türk halı ve kilim örnekleri. Selçuklu Memlûk ve Osmanlı dönemlerine ait madeni eşya, Abbasi, Selçuk ve Osmanlı dönemlerinin tahta işlemeleri, rahleler, Kur’an muhafazaları, el yazması eserler, İran ve Türk minyatürleri, ferman ve vakfiyeler vb sergilenir. Müzede ayrıca Selçuklu ve Osmanlı dönemi mezartaşları. kitabeler ve kabartmalar vardır. Müze, 1983 yılı içinde Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sa- rayı’nın onarılmasından sonra, bu binaya taşındı.
İSTANBUL TÜRK MUSİKİSİ DEVLET KONSERVATUVARI İstanbul* da yüksek öğrenim kurumu. 1976’ da MEB’e bağlı olarak kuruldu. Daha sonra Kültür Bakanlığı’na bağlanan okul. 1982 YÖK yasasıyla İTÜ* ye bağlı bir yüksek okul durumuna getirildi. Türk müziği konusunda eğitim veren okul, Nişantaşı’ndaki eski Küçük Sait Paşa Köşkü’nde çalışmalarını sürdürmektedir. Okul’ daki öğrenim bölümleri şunlardır:
- 1. Temel Bilimler, 2. Ses Eğitimi. 3. Çalgı Eğitimi. 4. Kompozisyon, 5. Halk Oyunları, 6. Çalgı Yapımı. İTMDK’da 800 öğrenci ve 140 öğretim üyesi vardır (1985). İSTANBUL UMUM SİGORTA AŞ, Türkiye’nin ilk sigorta şirketi. 1893’ te kuruldu; 1920’ye dek Osmanlı Umum Sigorta Şirketi adıyla çalışmalarını yürüttü. 1984’te 1,5 milyar TL sermayesi olan şirketin yönetimi Demirören grubunun elindeydi.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ. İstanbul’da Türkiye’nin en eski ve en büyük üniversitesi. 1863’te Osmanlı uyruğunda bulunanlara yüksek öğrenim sağlamak amacıyla Darülfünun kuruldu. Açılışından bir yıl sonra tutucu çevrelerin baskısıyla ka- patılan Darülfünun’da hikmet (fizik), hayvanat (zooloji), nebatat (botanik), tarih ve felsefe dersleri veriliyordu. 1869’da yayımlanan Maarif Nizamnamesi’nöen sonra 1870’de Darülfünun-ı Osmanî açıldı. Ancak yine tutucu çevrelerin baskısıyla ertesi yıl kapatıldı. Bu kez Maarif Nazırı Saffet Paşa, Galatasaray’da Hıristiyan bir müdür ve AvrupalI öğretmenlerle yeni bir darülfünun açtı. Ancak bu girişim de çok yaşamayarak 1881’de kapatıldı. 1900’de Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yıldönümü nedeniyle Darülfünunu Şahane adıyla yeniden açılan kurum, 1908 meşrutiyetinden sonra Darülfünunu Osman’ı adını aldı. I. Dünya Savaşı sırasında gelen Alman profesörlerle gelişen Darülfünun’a sınırlı bir bilimsel özerklik tanındı. Hukuk, Fen, Tıp, Edebiyat fakülteleri oluşturuldu. Cumhuriyet kurulunca kurumun adı İstanbul Darülfünunu’na çevrildi. 1933’de 2253 sayılı yasayla Darülfünun kapatıldı. Yerine aynı yasayla MEB’na bağlı olarak İÜ kuruldu. 1946’da çıkarılan 4936 sayılı yasayla İÜ bilimsel ve yönetsel özerkliğe yeniden kavuştu. İÜ bünyesinde önceleri Fen, Edebiyat, Tıp, Hukuk, iktisat fakülteleri ile Eczacılık ve Dişçilik yüksek okulu bulunuyordu. Sonradan bu iki okul fakülte durumuna getirildi. Orman, işletme, Kimya, Veteriner, Siya6al Bilimler, Yer Bilimleri gibi yeni fakülteler de açıldı. YÖK yasasına göre yeniden düzenlenen (1982) İÜ’nde 41 sayılı kanun hükmündeki kararnameyle fakülte sayısı 15’ten 13’e indirildi. Ü- niversite’deki Yer Bilimleri ve Kimya fakülteleri birleştirilerek Mühendislik Fakültesi oluşturuldu. Bugün İÜ’ye bağlı fakülte ve yüksekokullar şunlardır: Fen, Edebiyat, İktisat, İşletme, Hukuk, Siyasal Bilimler, İstanbul Tıp, Cerrahpaşa Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık, Veteriner, Orman, Mühendislik fakülteleri; Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri, Sağlık Bilimleri, Çocuk Sağlığı, Adli Tıp, Onkoloji, Kordioloji, Deniz Bilimleri ve Coğrafya, İşletme İktisadı, Muhasebe, Atatürk İlke ve İnkılapları enstitüleri; Adalet, Basın- Yayın, Florance Nightingale Hemşirelik, Tütün Eksperleri İstanbul Meslek, Sağlık Hizmetleri Meslek, Su Ürünleri yüksekokulları; İstanbul Üniversitesi Devlet Konserva- tuvarı. İÜ binalarının büyük bölümü Bayazid semti ile çevresindedir. İstanbul Tıp ve Diş Hekimliği fakülteleri Çapa’da, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Cerrahpaşa’da, Veteriner Fakültesi Selimiye’de, Orman Fakültesi Belgrad Ormanları’nda- dır.
İSTANBUL’UN OSMANLILARCA FETHİ (29 Mayıs 1453), Bizans im- paratorluğu’nun da son bulmasını beraberinde getiren, Ortacağ’ı kapatıp Yeniçağ’ı açan tarihsel olay. İstanbul 53 gün süren bir kuşatma sonunda II. Mehmed (Fatih) yönetiminde Osmanlılarca ele geçirildi ve Osmanlı Devleti’nin yeni başkenti oldu. Değişik İslâm güçlerince tarihte birçok kez kuşatılan İstanbul’ un ve Bizans İmparatorluğu’nun düşmesine yol açan gelişmeler XIII. yy’da Moğol akınları sonucunda A- nadolu’da çok sayıda beyliğin kurulmasıyla başlar. İç savaşlarla ve gelir kaynaklarının azalmasıyla zayıflayan Bizans İmparatorluğu bir yandan bu beyliklerin saldırılarıyla Anadolu’da sürekli gerilerken öte yandan XIV. yy’ın ikinci yarısında Trakya ve Makedonya’daki egemenlik alanı gitgide daralıyordu. Bu dönemde Edirne Osmanlılar’ın başkenti oldu. OsmanlIlar 1389’da Sırp- lar’ı Kosova’da, 1396’da Haçlılar’ı Niğbolu’da yenilgiye uğrattı; Bulgaristan’ı denetimleri altına aldı. II. Murad’ın tahta çıkmasından sonra Bizans için durum daha da zorlaştı. VIII. ioannes umutsuzluk içinde Papalıktan yeniden yardım istedi. Ne ki 1444’te Osmanlılar’ın Jan Hunyad yönetimindeki orduyu Varna’da yenilgiye uğratmalarından sonra Bizans İmparatorluğu’nun kaçınılmaz sonunu engelleyecek bir güç kalmadı. İstanbul’un Osmanlılarca fethi sırasında Bizans İmparatorluğu, Silivri kalesi, Vize ve Mi- sivri gibi kasabalar ve İstanbul’dan ibaretti. II. Mehmed’in fetihte göz önünde tuttuğu bellibaslı amaç, Anadolu ve Rumeli’nin birbirine bağlanması idi. Genç padişah. Karaman seferinden dönünce İstanbul’ un kuşatılması hazırlıklarına başladı. Daha önce I. Bayezit’in (Yıldırım) yaptırdığı Güzelcehisar karşısına Boğazkesen (Rumelihisarı) kalesini yaptırdı. Amacı Karadeniz yoluyla Avrupa’dan gelecek yardıma engel olmaktı. Mora’dan gelecek tehlikeye karşı akıncı beyi Turhan Bey’i görevlendirdi. Galata Cenevizlileri’ yle de anlaştı. 1452 kışını Edirne’de hazırlıklarla geçirdi. Rumeli Beylerbeyi Dayı Karaca Bey, Ahiyolu, Mi- sivri ve Vize kalelerini aldı. Henüz BizanslIlarda bulunan Hagi Stephanos (Yeşilköy) ile Bigaaos (Müderris köyü) ele geçirildi. Bunun üzerine XI. Konstantinos İstanbul surlarını, zaman darlığı yüzünden gelişigüzel biçimde onarttı; II. Meh- med’e bir mektup göndererek, barış yanlısı olduğunu fakat OsmanlIlar İstanbul’u mutlaka zaDtetmek isterlerse, kenti savunacağını bildirdi. Bu sırada Avrupa’dan Bizans’a çeşitli yardımlar geliyor, kentin savunulması için hazırlıklar sürdürülüyordu. Bizans imparatoru, Lykos vadisinde (Bayramdere) karargâh kurdu. Venedikli Bartolomeo Soli- go, Haliç’e yabancı gemilerin girmesini engellemek için Saint Eugène kulesi ile Galata surları arasına ünlü zinciri gerdirdi. II. Mehmed, hazırlıklarla geçen kıştan sonra, A- nadolu ve Rumeli’deki bütün silahlı kuvvetlerini Edirne’de topladı. Türk
– İslâm dünyasının her tarafından gelen şeyh ve bilginler Osmanlı ordusunda yer alarak kuşatmaya manevi güç kattılar. Aydınoğulları ve
Karamanoğulları tarafından gönüllüler gönderildi. Ayrıca Sırplar, Ma- carlar, Ulahlar, Rumlar vd Osmanlı ordusunda görev aldılar. Bu arada Macar Urban, mimar Muslihiddin gibi uzmanlar, Edirne’de, kuşatma için dev toplar döktüler. Bu toplar ve yeni yapılan diğer savaş araçları, İstanbul surları önlerine getirildi. Nisan başında, Osmanlı ordusu, surlara 6 km kala toplandı ve padişah otağı kuruldu. II. Mehmed deniz surlarını denetleyerek ve son bir geçit töreni yaptırarak kuvvetlerin nasıl dağıtılacağını komutanlara bildirdi. Savaş 6 Nisan’da en büyük topun ateşlenmesiyle başladı. 18 Nisan’a dek önemli bir sonuç alınamadı. 18 Nisan’da okçulardan, zırhlı ve mızraklı askerlerden oluşan pekçok birlik, açılan gediklerden gece yarısına dek süren genel taarruza geçtiler. BizanslIlar bu taarruzu püskürttü. 20 Nisan’da ilk deniz savaşı yapıldı. Papa tarafından gönderilen küçük bir filo, üzerine yürüyen kaptanıderya Baltaoğ- lu Süleyman Bey’den kurtulmayı başardı. Bunu bir başarısızlık sayan II. Mehmed, bir toplantı düzenledi. Kuşatmaya devam kararının alındığı toplantıda, donanmanın kara yoluyla Haliç’e indirilmesi öngörüldü. Bizans ordusunun ilgisini başka yönlere çekmek amacıyla Kasımpaşa sırtlarına toplar yerleştirildi. Kaptanıderya Haliç’teki zincire saldırdı. 21 – 22 Nisan gecesi, hazırlanan şimşir kızaklar üzerinde öküzlerle çekilen Tophane’deki 67 parça gemi, Asmalımesçit – Tepebaşı yoluyla Kasımpaşa’da Haliç’e indirildi. Bu durum karşısında Bizanslı
lar barış önerisinde bulundu. II. Mehmed, teslim koşuluyla kuşatmayı kaldıracağını bildirdi. Kasımpaşa’daki Osmanlı donanmasını Rum ateşiyle yakma görevi verilen Venedikliler’in baskını sonuçsuz bırakıldı. 6 ve 12 Mayıs’ta, iki genel taarruz daha yapıldı, fakat sonuç alınamadı. 18 Mayıs’ta, surlara oldukça yaklaştırılan bir ahşap kule sayesinde bunlarda önemli gedikler açıldı. 23 Mayıs’ta Bizans İmpa- ratoru’na bir elçi gönderen II. Mehmed, genel bir taarruzun doğuracağı yıkımı önlemek için, isteyenlerin her şeyini alıp dilediği yere çekilmesini. kalanlara dokunulmayacağını; İmoarator’a da Mora despotluğunu vereceğini bildirdi, imparator cevabında, kuşatma kaldırılırsa en ağır vergiyi ödemeyi kabul ettiğini, ama kaldırılmazsa kenti teslime yetkili olmadığı ve savunmayı sonuna kadar sürdüreceklerini bildirdi. II. Mehmed bir savas kurulu topladı. Burada 28’i 29 Mayıs’a bağlayan gece, büyük taarruz kararı alındı. Yoğun top ateşiyle başlayan harekete donanma da katıldı. Savaş şiddetle sürerken en önemli Bizans komutanı Iustinianus yaralandı. Onun çekilmesiyle Bizans saflarında beliren duraklamadan yararlanan II. Mehmed, yeniçerileri yeniden saldırttı. Ulubatlı Haşan adlı bir sipahi 30 arkadaşıyla surlara Osmanlı sancağını dikti. Bu arada İmparator öldü. Surları ele geçiren bir kısım Osmanlı askeri, kapıları açarak diğer birliklerin kente girmesini sağladı. Öğleye doğru görkemli bir alayla Topkapı’dan kente giren II. Mehmed, doğruca Doğu Roma İmparatorluğu’nun simgesi olan Ayasofya’ya gitti. Burada kendini karşılayan halka, yasam ve özgürlüklerinin güvencede bulunduğunu bildirdi. İstanbul’da, üç gün süren karışıklıklardan sonra büyük şenlikler düzenlendi. Ayasofya başta olmak üzere bazı manastır ve kiliseler, cami ve medreseye çevrildi. Daha sonra Osmanlı devletinin yeni başkenti olarak imarına girişilen İstanbul’da Müslüman mahalleleri kurulmaya başladı.
2555