Genel

ISTANBUL

ISTANBUL 

Marmara Bölgesi’nin, Çatalca – Ko­caeli bölümünde il. Doğuda Koca­eli, batıda Tekirdağ, kuzeyde Kara­deniz, güneyde Marmara Denizi’yle çevrilidir.

COĞRAFYA Türkiye’nin her bakımdan en önem­li ili olan İstanbul, bir yanda Kara­deniz ile Marmara Denizi’ni birleş­tiren, öte yandan Avrupa anakara­sını Asya anakarasından ayıran İs­tanbul Boğazı’nın iki yakasında yer alır.

Yüzey Biçimleri: Ana karakterini Marmara Havzası’nın Doğu Mar­mara bölümünde yeralan iki ana peneplen (yarıova) arasına sıkış­mış, Boğaz, Haliç ve akarsularla parçalanan bir platolar topluluğu oluşturur. Topraklarının temeli bi­rinci zaman yaşlı kayaçlardan olu­şur. Daha sonraki jeolojik zaman­larda, ilin engebeli topografyası de­ğişerek, bugünkü düz alanlar, yu­muşak ve alçak sırtlar, yuvarlak tepeler görünümünü aldı. Yüzölçü­münün % 9,5’unu kaplayan dağlar, Trakya’da Istranca Dağları’nın A- nadolu’da Kocaeli Sıradağları’nın alçak uzantılarıdır. Karadeniz’e pa­ralel olarak İstanbul’a sokulan Ist- ranca Dağları Tekirdağ – İstanbul sınırında ancak 259 m yüksekliğe ulaşır. Yalıköy’den sonra küçük te­pecikler durumunda sürer ve Ter- kos Gölü’nün batısında 114 m’ye dik iner. Öte yandan Boğaziçi ve Haliç vadilerinin II. ve III. zaman­larda aşınmaya uğraması sonucu Boğaz’ın her iki yakasında yer yer yükselmeler oldu. Anadolu yakası Trakya’dan daha yüksek olmasına karşın Karadeniz’den Marmara’ya dek İl’in kentsel yerleşim alanı için­de ve özellikle Haliç çevresinde yer­alan sırt ve tepeler İstanbul’a ilginç bir görüntü kazandırdı. İstanbul’a

fepeli kent denilmesine yolaçan bu tepelerin ilki Marmara Denizi ile


Haliç arasında uzanan yarımadanın en uç noktası olan Sarayburnu Te- pesi’dir. Üzerinde Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultan Ahmet Cami ve Gülhane Parkı’nın yeraldığı Saray­burnu Tepesi’ni, Nuruosmaniye Te­pesi izler; bu sırtın üzerinde ise Nu­ruosmaniye Camisi, Çemberlitaş, Sultan Ahmet Türbesi yer alırken; tepenin denize dek inen vadisinde Valide Sultan Cami. Mısır Çarşısı ve Sirkeci Garı sıralanır. Bu iki sır­tın arasında ise üzerinde İstanbul,

Üniversitesi’nin bulunduğu Beyazıt Tepesi, Beyazıt Tepesi’nin hemen batısında Fatih Tepesi yer alır. Bu ¡ki sırtın Haliç tarafında ise Sultan Selim Tepesi ve Tekfur Sarayı’nın bulunduğu tepeler sıralanır. Davut- paşa Tepesi ise Aksaray’ın batısın­da kalır, il’in Anadolu yakasındaki yükseltileri kıyıya yakın ve Trakya’ ya oranla daha diktir. Adalar’ın kar­şısında Aydos Dağı (537 m) aynı za­manda Yalova ilçesi dışında İl’in en yüksek dağıdır. Bunu 438 m yük­seltin Kayış Dağı İzler. Üsküdar’da 261 m yükseltin Büyük Çamiıca ve daha az yükseltili Küçük Çamlıca tepeleri yer alır. Bunların dışında Ömerli ve Şile çevresinde de tek tek tepelere rastlanır. Başlıcaları Alemdağ (442 m) ve Gürgentepe‘ dir. Yalova ilçesi coğrafi olarak İs­tanbul il sınırları dışında kaldığın­dan yüzey biçimleri de farklıdır.1 İs­tanbul’a göre daha engebeli olan Yalova’nın yükseltilerini Kocaeli Sı­radağlarımın uzantıları olan Sa­manlı Dağları oluşturur. En yüksek noktası Beşpınar Tepesi’dir (926 m). İlçe’nin kıyı şeridinde ise ve­rimli ovalar sıralanır. İl’in % 74,4’ ünü platolar kaplar. Trakya ve Ko­caeli yarıovaları arasında dağılan bu platolar, kuzey ve güneyden de­nizle sınırlıdır. Boğazın batısında kalan platolar doğusundakllere o- ranla daha dalgalıdır. Çatalca Ya- rımadası’nın kuzeybatısından Kil- yos’a dek uzanan Karadeniz kıyı şeridinin hemen gerisinden başla­yan akarsularla yarılı bu düzlük, gü­neye doğru yükseltisini yitirerek gi­rintili çıkıntılı bir kıyı kuşağıyla Mar­mara Denizi’nde son bulur.. Plato’ nun doğu ucu ise dik yamaçlarla boğaza ulaşır. Platonun İl yerleşim merkezindeki bölümlerinden biri Ha­liç ile 3oğaziçi arasında üzerinde Beyoğlu semtinin bulunduğu bö­lümdür. Eski İstanbul kentinin ku­rulduğu bölüm ise İstanbul plötos diye adlandırılır. Bu düzlük Sara burnu’ndan başlayarak iki yör doğru genişleyerek yayılır. Ayasc ya, Bezayit ve Edirnekapı, platonı en yüksek kesimleridir. Marmara h yıları girintili çıkıntılı olmakla bi lîkte Kumkapı’dan Yenikapı’ya doı ru düzleşir. Boğaz’ın doğusunc Kocaeli yarımadası üzerindeki dü lükler daha engebeli ve dalgalıd Örneğin, Üsküdar’ın üzerinde y aldığı plato aşınma oluklarıyla bi kaç bölüme ayrılır. Ancak pla Ömerli ve Şile’ye doğru gidildik« yükseltisini yitirerek Karadeniz’e

 

 

aş:r. İstanbul’un akarsuları fazla uzun olmadıkları gibi debileri de yüksek değildir. Başlıcaları: Küçük Çekmece Gölü’ne dökülen; Sazlı Dere, Nakkaş Deresi. Büyük Çek­mece Gölü’ne dökülen; Sarısu, Ça­kıl Deresi. Terkos Gölü’ne dökülen; Istranca Deresi. Halic’e dökülen; Alibeyköy Deresi, Kâğıthane Deresi. Karadeniz’e dökülen; Göksu, Hiçiz Deresi ve İl’in içme suyunu sağla­yan ve üzerinde Ömerli Baraj Gö- lü’nün yer aldığı Riva Deresi’öir. Bunların dışında Tuzla’dan denize dökülen Tavşantepe ve Taşlar de­releri, Pendik’ten denize dökülen Büyük Dere, Moda koyuna dökülen Kurbağalı Dere’rim yanısıra Kara­kulak, Göksu ve Küçüksu Deresi, Büyük Dere, İstinye, Sarıyer dere­leri sayılabilir. Yalova ilçesinin a- karsuları ise Sellimandra ve Yalak dereleridir. İstanbul il sınırları için­de Büyük ve Küçük Çekmece, Ter- kos’un yanısıra Ömerli ve Alibey­köy baraj göllerinden başka göl yoktur.

Ortalama Isı (°C) :

14,0

En Sıcak Ay Ort.(°C)

23.4

En Soğuk Ay Ort. (°C) :

5,4

Yıllık Yağış Ort. (mm) 673,4

 

İklim ve Bitki Örtüsü: İstanbul ikli­mini belirgin bir iklim tipinin kalıp­larına sokmak olanaksızdır. En ge­nel çizgileriyle Akdeniz iklimi ile Ka­radeniz bölgesi iklimi arasında ge­çiş niteliği taşımakla birlikte zaman zaman karasal iklim özellikleri göz­lenir. Bu iklim yapısı, farklı yönler­den gelerek İstanbul’u etkisi altına alan hava kütlelerine bağlanır. İs­tanbul’da genel olarak Akdeniz bit­ki örtüsü egemendir. Orman ve fun­dalıklar geniş alanlar kaplar. Kara­deniz kıyı bölgesinde kışın yapra­ğını döken ağaçlar ve makiler ku­zeybatıya doğru Akdeniz iklim et­kilerinin azalmasına koşut olarak kaybolur. Kent çevresinde. Kermes meşesi, katran ardıcı, üvez, muş­mula, kocayemış, sandal, akçakes- me, funda, böğürtlen, kızılcık, sar­maşık, defne ve benzeri makiler bo­ğazın her iki yakasında oldukça yaygındır, il’in Akdeniz bitki örtüsü dışındaki alanları meşe türlerinin çoğunlukta olduğu ormanlarla kap­lıdır. Trakya’da meşeden sonra en yaygın tür kayındır. İl’in kuzeyinde meşe, kayın, dişbudak ve kestane ormanları geniş yayılma alanları bulur. İstanbul’un Anadolu kesimin­de Trakya’da olduğu gibi meşe ve kayın çoğunluktadır. Bunların ya­nında gürgen, çınar, kestane, ıhla­mur, karaağaç görülür.

TARİH

İstanbul’un bilinen en eski adı Lygos’dur. Bugünkü Sarayburnu çevresinde kurulan Lygos kenti Megaralılar’ın yöreye gelmesine dek varlığını sürdürdü. MÖ 660’da Yunanistan’dan Byzas önderliğinde harekete geçen Trak kökenli bir grup Megaralı göçmen, Saraybur- nu’na gelerek burada bir koloni kur­dular ve yöreye önderlerinin adını verdiler. Bu dönemde Byzas ya da Byzans diye anılan kent, daha son­ra sözcüğe -ion takısının eklenme­siyle Byzantion durumuna geldi. MS II. yy’da Byzantion’u ele geçiren Ro­ma imparatoru Septimus Severus kente Antoneinia – Augusta Anto- nina adını verdiyse de bu ad uzun ömürlü olmadı. İmparator Konstan- tin hükümet merkezini Roma’dan taşımaya karar verince kendine başkent olarak ticaret ve ulaşım yolları kavşağında, koruması olduk­ça kolay Byzantion’u seçti. Onun döneminde kent Roma Nova ya da Nea Roma (Yeni Roma) adını aldı. Ölümünden sonra ise kentin adı Doğu Roma İmparatorluğu’nun ku­rucusu onuruna Konstantinopolis olarak değiştirildi. Latinler’in kul­landığı Stinpolis adı ise zamanla Stımbol, Estanbul ve Esdanbul’a dönüştü. OsmanlIlarsa önce İstam- bol, sonunda da İstanbul adını be­nimsediler. Osmanlılar’ın son döne­mindeyse siyasi konumuna uygun olarak Dersaadet, Asitane, Dera- iiyye, Darüthilafe adlarıyla nitelen­di. İstanbul Boğazı’nm yaygın adı Bosfor, Yunanca İnek Geçidi anla­mına gelmekte (Boos: inek; Phoros

–   Foros: geçit) ve bir mitolojik ef­saneden kaynaklanmaktadır. Haliç’ in İlkçağdaki adı ise Khrysokeras’ dır. Altın Boynuz anlamına gelen bu sözcük halice, biçiminden ve ve­rimli kıyılarından dolayı verilmiştir. OsmanlIlar ise buraya Halic-i Kons- tantiniye demişlerdir. MÖ VII. yy’ dan buyana yerleşimin sürekli art­ması ilde geniş kapsamlı arkeolo­jik kazılara olanak vermemektedir. Buna karşın sınırlı araştırmalar pa- leolitik dönemden günümüze dek İstanbul’da yaşam ve yerleşimin sürdüğünü göstermektedir. Paleoli- tik ve kalkolitik dönemlere ilişkin buluntulara, İl sınırları içinde Kü- çükçekmece Gölü ve Yarımburgaz Mağarası çevresinde; Bostancı De­resi sekisi ile İçerenköy arasındaki Kaya sığınaklarında; Uzunçayır ve Kurbağalı Dere sekilerinde ve Belg- rad Ormanları’nda rastlandı. MÖ 1200’de İlliryalılarca Yunanistan’dan sürülen halklar İstanbul’dan geçe­rek Marmara bölgesinde, Boğazlar

f


İstanbul’da Dikilitaş

çevresinde bir kolonileşme hareke­ti başlattılar. Bu dönemde Megara- lılar Kaikedon’u kurdular (bugünkü Kadıköy). Bundan 20 yıl sonra Byzas önderliğinde bir grup Mega- ralı ise Marmara ile Haliç arasında oldukça elverişli bir liman ve deniz ürünlerince zengin bugünkü Saray- burnu çevresinde Byzantion kolo­nisini kurdular. MÖ VI. yy’da Pers- ler İran yaylasından yola çıkarak sistemli bir biçimde batıya doğru yayılmaya başladılar. Ege kıyılarını, adaları, İstanbul ve Çanakkale bo­ğazlarını ele geçirerek Yunanistan ile Doğu arasında ve boğazlar yo­luyla Kuzey Karadeniz arasındaki ticaret yollarını denetim altına aldı­lar. Yunanlılar MÖ 478’de kendi a- ralarında siyasal birlik kurduktan sonra Byzantion ve Kalkedon’u ele geçirdi. Birliğin dağılmasından son­ra Byzantion bir süre bağımsız kal­dı. MÖ 409’da Atina, bir süre son­ra Ispartalılar’ın denetimine geçti. Büyük İskender, Anadolu’ya İstan­bul Boğazı’ndan değil ticaretin ve uygarlığın çok daha yüksek düzey­de olduğu İyonya ve öteki koloni­lere daha yakın olan Çanakkale Bo- ğazı’ndan geçti. Bu nedenle Byzan­tion kurulan imparatorluğun dışın­da kaldı. İskender’in ölümünden sonra komutanları arasında çıkan çatışmalarda da tarafsız kalmayı başardı. Doğu ile Batı arasındaki ticaretin güvenli bir pazarı niteliği­ni korudu. MÖ 250’de Galatlar By- zantion’u yağmaladı. MÖ 146’da Byzantion özerk bir yapıyla biçim­sel olarak Roma’ya bağlandı. Ne var ki MS 73’de Roma tutumunu değiştirerek Byzantion’u Bitinya Pontus eyaletine bağladı. MS II. yy’ da Byzantion İmparator Septimus Severus’un yıkımına uğradı ve halk kılıçtan geçirildi. Gerçi Septimus Severus kenti yeniden imar ettiyse de bu yıllarda Ege kıyıları gerek e- konomik gerek uygarlık bakımından daha ileriydi. MS II. ve III. yy’da Ro­ma imparatorluğu derin bunalımla­ra sürüklenince iç savaştan galip çıkan Konstantin monarşiyi yeniden kurarak tüm erki elinde topladı. 324 yılında da Byzantion’u imparatorlu­ğun yeni merkezi seçerek inşasına girişti. 330 yılında inşası bir baş­kent olarak gerçekleştirilen kente yerleşti. Hipodrom, senato binası, imparator sarayı, çemberlitas, Bur- malı sütun, çeşitli kilise ve tapmak­lar, Marmara’dan Haliç’e uzanan surlar bu dönemin başlıca yapıla­rıydı. 395’de Roma imparatorluğu ikiye ayrılınca Constantinopolis Do­ğu Roma imparatorluğu’nun mer­kezi oldu (Bk. BİZANS İMPARA­TORLUĞU). 1453 yılına dek süren Bizans İmparatorluğu döneminde

İstanbul başkent özelliğini korudu, Bu tarihte Osmanlı hükümdarı II, Mehmed (Fatih) İstanbul’u alınca kenti yalnız Osmanlı Devleti’nin de­ğil dünyanın egemenlik ve ticarel merkezi durumuna getirmek ama­cıyla büyük atılımlar başlattı. Önce­likle kentin nüfusunun artırılması ve ekonomik yaşamın canlanması içir önlemler aldı. Müslüman olmayar halkın kentte kalmasını sağladı fethedilen kentlerden soyluların, za naatçıların vfe tüccarların kente gel melerini özendirdi. Anadolu’nun bir çok yöresinden halkın kente yerleş meşini sağlamak amacıyla vakıfla kurdurttu. Öte yandan ticari haya ta yön vermek için dükkânlar, çar şılar yaptırdı. Kısa süre sonra bı çalışmalar sonuç vermeye başladı Bu dönemde nüfusun 100 000 oldu ğu sanılır. II. Mehmed’ten sonrak padişahlar da kenti geliştirme ça balarını sürdürdü. Ticaret hacm gelişti, nüfus arttı ve bayındırlık iş lerine ağırlık verildi. Ne var ki bü tün uğraşlar kenti geliştirirken, bir çok sorunu beraberinde getirip çe şitli kentsel örgütlerin kurulmas gereğini de doğurdu. Altyapı tesis leri, ulaşım, eğitim, sağlık hizmet lerini sağlamak amacıyla çalışma lar yapıldı. Bugünkü belediye hiz metlerini yerine getiren örgütler, a sayişi temin etmek amacıyla kollul kuvvetleri kuruldu. Ne ki gidere Ortaçağın en önemli siyasal ve e konomik merkezi olan İstanbul Rö

 

nesans’ın ardından gelişen Avrupa kentleri karşısında üstünlüğünü yi­tirmeye yüztuttu. Avrupa’nın XVIII. yy’ın sonu XIX. yy’ın başında sana­yi devrimiyle gerçekleştirdiği eko­nomik dönüşüm OsmanlI impara­torluğunu temellerinden sarsarken, gerileme döneminin bunalımı en fazla İstanbul’da duyuldu. XVIII. yy’ dan sonra kentin gelişim sürecinde bir batılılaşma özlemi görüldü. Bu anlayışı en iyi yansıtan dönemler­den biri 1717-1730 yıllarında yaşa­nan Ldle Devri’dir. Bu dönemde Bo- ğaz’da, Kâğıthane’de görkemli sa­raylar, köşkler yaptırıldı. Bu tarih­ten sonra da imparatorluk gitgide güçsüzleşse de İstanbul’u güzelleş­tirmek için yapılan çalışmalar dur­madı. Böylece başlayan Batılılaşma döneminde İstanbul birçok önemli siyasal oJaya sahne oldu. Öncelik­le Batılılaşma eğilimindeki yöneti­me muhafazakâr bir tepki olarak gelişen yeniçerilik 16 Haziran 1826’ da Vak’a-i Hayriye’yle kaldırıldı. Gül- hane Hattı Hümayunu, Islahat Fer­manı ilanlarını 1876’da I. Meşruti­yet’in 1908’de II. Meşrutiyet’in ila­nı izledi. İstanbul, imparatorluk hal­kının gözlerini diktiği odak oldu. I. Dünya Savaşı’mn ardından 30 E- kim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi uyarınca galip devlet­ler 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal ettiler. Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 6 Ekim 1923’de kurtarıldı.

EKONOMİ Tarım: 1980’de il’in tarım sektörün­de çalışan nüfusu % 9,9’dur. Tarım­sal etkin nüfus ülkenin hiçbir irin­de bu denli düşük değildir. Oysa il’in doğal koşulları tarıma çok el­verişli, ekilebilir alanların verim dü­zeyi yüksektir. Öte yandan ulaşım, enerji, sulama gibi tarımsal altya­pının gelişkinliği büyük tüketici kit­lesinin hazır bulunması tarım eko­nomisini oldukça çekici kılmakta­dır. Ne var ki il’in tarımdışı ekono­mik etkinliklerde uzmanlaşması, 1950‘lerden sonra hızla gelişen sa­nayi, yurtölçüsünde işgücünün ta­rım sektöründen sanayi sektörüne akmasına neden oldu. Hızla ar­tan nüfus ve çarpık kentleşme ve­rimli alanların üzerine yayılarak ta­rım sektörüne ağır bir darbe vurdu.

Önceleri il sınırları içinde tarımla uğraşan etkin nüfus da sanayi üre­timine katılınca, bugün İstanbul’un 23 ilçesinde kırsal niteliğini görece koruyan yalnız Çatalca, Silivri, Şi­le ve Yalova kaldı. 1987 yılında il’ de 197 962 ton buğday, 28 252 ton yulaf, 18 094 ton mısır, 7 764 ton arpa üretildi. Aynı yıl baklagiller­den 762 ton bakla, sanayi bitkile­rinden 4 358 ton şeker pancarı, yağlı tohumlardan 46161 ton ay­çiçeği, yumru bitkilerden 35 466 ton soğan, 1 904 ton patates üre­tildi. Yine 1987’de il sınırları için­deki tarım alanları meyve üreti­minde 69 630 tonla elma, 11703 tonla armut, 1 884 tonla şeftali, 35 tonla zeytin, 522 tonla vişne, 1 230 tonla kiraz, 877 tonla erik, 938 ton­la dut, 10 659 tonla kavun, 47 513 tonla karpuz ilk sıraları aldı. Seb­ze üretiminde il öteki tarım ürün­lerine göre daha geridir: Lahana 9160 ton, patlıcan 11 782 ton, do­mates 69120 ton, kabak 10 745 ton, hıyar 18 362 ton, pırasa 7 120 ton, fasulye 8 761 ton, taze soğan 2120 ton. 1987’de ildeki traktör sa­yısı 7 689’dur. Hayvancılıkta İstan­bul, Türkiye’nin en büyük tüketim merkezidir. Eski dönemlerden be­ri bu özelliği nedeniyle XIX. yy’da ilde hayvancılık oldukça ileri dü­zeydeydi. Ancak giderek sanayi kenti durumuna gelmesi otlakları yok ederek hayvancılığı geriletti. Buna karşın tavuk çiftlikleri büyük

 

 

 

2545


 

1980’DE İSTANBUL’DA İMALAT SANAVİI’NDEKİ

BÜYÜK İŞYERLERİNİN YAPISI

Ocrtth Ücrette ÇoHşankrm Çabfonfarm Yapılan İşyeri Ortalama YıfMt Sayı* Soym Öthtı*

Devlet Sektörü

38

2947ĞI 10 745015
özet Sektör

4009

213 215 60505 758
Toplam

4045

242885 7125077»
Sanayii Kollon
Gıda. İçki, Tütün Sanayii

356

28042

8541027

Dokuma, Giyim Eşya» ve Der! Sanayii

881

83251 13188804
Orman Ürünleri ve Mobil­ya Sanayii

119

4534 1095 841
KâflitKfigit ürünleri ve Baetm Sanayii

234

10803 3242921
Kimya – Petrol. Kömür. Ka­uçuk ve Plastik ürünler

629

26349

9930 525

Sanayii
Taş ve Toprağa Dayak Sanayi

136

1358» 3317160
Metal Ana Sonayii Metol – Eşya – Makino ve Teçhizat Ulaşım Aracı, Bt* limeel ve Meeleki öteme Aletleri Sanoyii öteki İmalât Sanayii

266

134»

66

11166 8249« 2 529 339710527887281

610009

Kaynak: otE. 1980 GENEL SANAYİ VE İŞYERLERİ SAYIMI.

 

bir hızla yayıldı. 1980’de ildeki hayvan sayısı: 151 960 baş koyun, 88 396 baş sığır, 43 050 kılkeçisi,

3 334 224 baş tavuk ve horoz, 32 845 baş hindidir. Tüm bu sayı­sal veriler ışığında il’in tarımsal li­retimi gereksinimlerini karşılamak­tan çok uzaktır.

Madencilik ve Sanayi: Madencilik, İstanbul için önemli bir etkinlik de­ğildir. İstanbul aktif nüfusunun sa­dece binde 8’i (11 000 işçi) bu sek­törde çalışır (1980). Madenciliğin il ve Türkiye gayri safi hasılası için­deki payı sırasıyla binde 3 ve bin­de 6,3’tür (1978). ilde çıkarılan baş­lıca madenler kil, kaolin, kuvarsit, döküm kumu, kalker, mermer ve perlittir. İlin başlıca metal maden zenginlikleri ise manganez ve biraz da linyittir. Türkiye kuvarsit üreti­minin 1/3’i, manganezin % 57’si. linyitin de % 3,8’i İstanbul ilinde ü- retilir. İstanbul’da sanayi olarak ad­landırılabilecek ilk girişimlere XIX. yy’da Batı’daki sanayi devriminin geleneksel işletmeleri çöküntüye uğratmasına tepki olarak devlet ya­tırımı biçiminde bir dizi fabrikanın kurulmasıyla rastlanır. Osmanlı hü­kümeti böylece Avrupa teknolojisi­ni kendi topraklarına, başta da İs­tanbul’a taşımayı hedefliyordu. Ni­tekim 1840’larda İstanbul yöresin­de bir dizi devlet imalâthanesi ku­ruldu. Bu imalâthaneleri destekle­mek için bir de teknik okul açıldı. Kurulan imalâthaneler için gerekli makineler, onları kullanacak teknik adamlarla birlikte Avrupa’dan geti­rildi. Devlet eliyle oluşturulan tüm sanayi girişimlerinin onları besle­yen madenlerin ve sanayi bitkileri yetiştiren çiftliklerin yönetimi Dadi- anlar adlı Ermeni ailesine verildi. Üretimi, ürün çeşitleri ve iş olanak­tan bakımından son derece sınırlı kalan bu sanayi, büyük ölçüde or­dunun gereksinimlerini karşılamak için üretim yapar durumdaydı. Yal­nızca ipekli dokuma ve fes, pazara da sürülebilecek miktarda üretile- biliyordu. Ne ki tüm çabalara kar­şın askeri alanda bile kendine ye­terlik sağlanamadı. Bunun üzerine devlete gelir getirmekten çok yük olan bu imalâthaneler 1849 sonun­da kapatıldı. Bundan sonra da sa­nayi adına XIX. yy sonuna dek ö- nemli bir gelişme olmadı. Özel gi­rişimler eliyle kurulan oldukça sı­nırlı sanayi girişimleri de genellikle yabancı ve azınlık sermayecilerinin yatırımlarından oluştu. Bu dönem İstanbul, Batılı sanayi merkezleriyle bütünleşen Osmanlı İmparatorluğu’ nun bir ticaret merkeziydi. Bununla birlikte I. Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı topraklarında sanayi adı­na varolan işletmelerin % 55’i İs­tanbul’da yoğunlaşmıştı. Cumhuri- yet’in ilk yıllarında bu ekonomik tabloda bir çok nitel değişim göz­lendi. Batı’nın sanayi üstünlüğü karşısında ekonomik dengeyi gele­neksel tarım ürünlerinin dışsatımıy­la korumaya çalışan Türkiye’de el sanatları gerilerken ülkenin sanayi


İstanbul deniz yoluyla dışsatımın yapıldığı önemli bir merkezdir.

ürünü gereksinimlerini karşılamaya yönelik ya dış hammaddeye ya da yabancı sermayeli kuruluşların ü- rünlerine bağımlı bir imalât sanayi İstanbul’da biçimlenmeye başladı. 1932’de Teşvik-i Sanayi Kanunu’yla başlayan atılımlar yalnızca tarımsal ürünleri izleyen kuruluşların tesi­siyle kısıtlı kalınca büyük bölümü İstanbul’da yoğunlaşan sanayinin karakteri belli olmaya başladı. II. Dünya Savaşı’ndan günümüze uza­nan süreç içinde de büyük şirket­ler, yatırım ve finansman kuruluş­ları İstanbul’da odaklandı. Nitekim günümüzde imalât sanayinin 1/3’ü ve yine bu sanayide çalışanların 1/3’ü İstanbul’da yoğunlaştı. Öte yandan sanayi kadar önem taşıyan İstanbul’daki ticari kuruluşlar ülke iç ticaret hacminin % 50’ye yakın bölümünü denetler. Türkiye dışalı­mının 1/3’ü. dışsatımın 1/5’i İstan­bul’dan yapılır.

 

İstanbul’da tarihi yerlerıTekfur Sarayı (üst solda), Kızkuiesi (üst ortada), Bentler (üst solda), Bizans Surları (ortada), Ayasofya Müzesi (alt solda), Kariye Müzesi (alt sağda)


 

 

 

KÜLTÜR VE SANATLAR İki büyük imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul, birbirine karşıt gi­bi görünen birçok öğenin birarada olabildiği yaklaşık ikibin yıllık bir kültürel yapıya sahiptir. 330 yılın­dan günümüze dek uzanan çeşitli eserler büyük kültür geleneklerinin ardarda gelen halkalarıdır. Bizans Dönemi’nde Hıristiyan dünyasının kültürel ve dinsel merkezi olan İs­tanbul, Osmanlı Dönemi’nde İslâm dünyasının merkezi oldu. Bu iki kül­tür XX. yy’ın başlarına dek İstan­bul potasında hem yarıştı hem de

 

 

 

2547


 

1980’DE İSTANBUL’DA İMALAT SANAYİNDEKİ

BÜYÜK İŞYERLERİNİN YAPISI

Ocntiû – ûenth Çokşantor* Çahşantonn Yapıkm İşyeri Ortalama Ytlkk Sayım Sayı* öthm*

Devlet Sektörü

36

29470 10745015
öztı; Sektör

4006

213215 60505 758
Toplom

4045

242885 71250 77»
Sanayii Kollan
Gido. İçki, Tütün Sanayii

356

28042 6541027
Dokuma. Giyim E«ychm ve Deri Sanayii

89?

63281 13188904
Orman Ürünleri ve Mobil­ya SanayiiKâğıtKAtyt Ürünleri ve Sacım âonayü

119

m

453410803 1095 641 3342921
Kimya • Petrol. Kömür, Ka> ucuk ve Plastik Ürünler

629

26349 9930 525
Sanayii
Top ve Topraka Doyalı SanayiMetol Ana Sonayii Metal • Eşya – Moklna ve Teçhizat Uloşım Aroct, Bl- Hmeet ve Meelekt öfçme Aletleri Sanayii öteki imalât Sanoyii

m

268

1349

66

13888 11166884CS

2529

33171603397105

27887 281

610009

Kaynak: OİE. 1980 GENEL SANAYİ VE İŞYERLERİ SAYIMI.

 

bir hızla yayıldı. 1980’de ildeki hayvan sayısı: 151 960 baş koyun, 88 396 baş sığır, 43 050 kılkeçisi,

3 334 224 baş tavuk ve horoz, 32 845 baş hindidir. Tüm bu sayı­sal veriler ışığında il’in tarımsal ü- retimi gereksinimlerini karşılamak­tan çok uzaktır.

Madencilik ve Sanayi: Madencilik, İstanbul için önemli bir etkinlik de­ğildir. İstanbul aktif nüfusunun sa­dece binde 8’i (11 000 işçi) bu sek­törde çalışır (1980). Madenciliğin il ve Türkiye gayri safi hasılası için­deki payı sırasıyla binde 3 ve bin­de 6,3’tür (1978). ilde çıkarılan baş­lıca madenler kil, kaolin, kuvarsit, döküm kumu, kalker, mermer ve perlit tir. İlin başlıca metal maden zenginlikleri ise manganez ve biraz da linyit tir. Türkiye kuvarsit üreti­minin 1/3’i, manganezin % 57’si, linyitin de % 3,8’i İstanbul ilinde ü- retilir. İstanbul’da sanayi olarak ad­landırılabilecek ilk girişimlere XIX. yy’da Batı’daki sanayi devriminin geleneksel işletmeleri çöküntüye uğratmasına tepki olarak devlet ya­tırımı biçiminde bir dizi fabrikanın kurulmasıyla rastlanır. Osmanlı hü­kümeti böylece Avrupa teknolojisi­ni kendi topraklarına, başta da İs­tanbul’a taşımayı hedefliyordu. Ni­tekim 1840’larda İstanbul yöresin­de bir dizi devlet imalâthanesi ku­ruldu. Bu imalâthaneleri destekle­mek için bir de teknik okul açıldı. Kurulan imalâthaneler için gerekli makineler, onları kullanacak teknik adamlarla birlikte Avrupa’dan geti­rildi. Devlet eliyle oluşturulan tüm sanayi girişimlerinin onları besle­yen madenlerin ve sanayi bitkileri yetiştiren çiftliklerin yönetimi Dadi- anlar adlı Ermeni ailesine verildi. Üretimi, ürün çeşitleri ve iş olanak­ları bakımından son derece sınırlı kalan bu sanayi, büyük ölçüde or­dunun gereksinimlerini karşılamak için üretim yapar durumdaydı. Yal­nızca ipekli dokuma ve fes, pazara da sürülebilecek miktarda üretile- biliyordu. Ne ki tüm çabalara kar­şın askeri alanda bile kendine ye­terlik sağlanamadı. Bunun üzerine devlete gelir getirmekten çok yük olan bu imalâthaneler 1849 sonun­da kapatıldı. Bundan sonra da sa­nayi adına XIX. yy sonuna dek ö- nemli bir gelişme olmadı, özel gi­rişimler eliyle kurulan oldukça sı­nırlı sanayi girişimleri de genellikle yabancı ve azınlık sermayecilerinin yatırımlarından oluştu. Bu dönem İstanbul. Batılı sanayi merkezleriyle bütünleşen Osmanlı İmparatorluğu’ nun bir ticaret merkeziydi. Bununla birlikte I. Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı topraklarında sanayi adı­na varolan işletmelerin % 55’i İs­tanbul’da yoğunlaşmıştı. Cumhuri- yet’in ilk yıllarında bu ekonomik tabloda bir çok nitel değişim göz­lendi. Batı’nın sanayi üstünlüğü karşısında ekonomik dengeyi gele­neksel tarım ürünlerinin dışsatımıy­la korumaya çalışan Türkiye’de el sanatları gerilerken ülkenin sanayi


İstanbul deniz yoluyla dışsatımın yapıldığı önemli bir merkezdir.

ürünü gereksinimlerini karşılamaya yönelik ya dış hammaddeye ya da yabancı sermayeli kuruluşların ü- rünlerine bağımlı bir imalât sanayi İstanbul’da biçimlenmeye başladı. 1932’de Teşvik-i Sanayi Kanunu’yla başlayan atılımlar yalnızca tarımsal ürünleri izleyen kuruluşların tesi­siyle kısıtlı kalınca büyük bölümü İstanbul’da yoğunlaşan sanayinin karakteri belli olmaya başladı. II. Dünya Savaşı’ndan günümüze uza­nan süreç içinde de büyük şirket­ler, yatırım ve finansman kuruluş­ları İstanbul’da odaklandı. Nitekim günümüzde imalât sanayinin 1/3’ü ve yine bu sanayide çalışanların 1/3’ü İstanbul’da yoğunlaştı, öte yandan sanayi kadar önem taşıyan İstanbul’daki ticari kuruluşlar ülke iç ticaret hacminin % 50’ye yakın bölümünü denetler. Türkiye dışalı­mının 1/3’ü, dışsatımın 1/5’i İstan­bul’dan yapılır.

 

Osmanlı döneminden kalan yapılar: Topkapı Sarayı’nın dıştan ve İçten görünümü (üstte), Dolmabahçe sarayı (ortada), Rumelihisarı (alt solda), Göksu Kasrı (alt sağda)


kaynaştı. XVIII. yy’dan başlayarak   Kariye kiliseleri gibi Bizans; Top- te açılmalarının yanısıra kimileri

Batı kültürü de İstanbul’un yapısın- kapı, Dolmabahçe, Yıldız, Beyler- konser vb kültürel etkinlikler için

da yeraldı. Cumhuriyet döneminde beyi, İbrahim Paşa sarayları, Rume- de mekan olarak kullanıldı. 1973′

de kent kültür merkezi olma özel- lı Hisarı gibi Osmanlı döneminin     den bu yana her yıl yapılmakta

liğini korudu. Ayasofya, Aya irini,  başeserleri müzeleştirilerek ziyare- olan Uluslararası İstanbul Festi-

2548


♦*,İ2A

 

fiLV^v

,fc . v*. V O

 

flg

£0«

Ki

• 4 i”

:. —1 ■: •■ v •;

:: ••••

if-

çeşitll görünümler

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

vali, dünyanın da sayılı sanat şen­liklerinden biridir. Yine 1982’de baş­layan İstanbul Sinema Günleri de kentteki başta gelen kültürel etkin­liklerden biridir. Resim – heykel ala­nında gerek ülkenin tek akademik düzeydeki öğrenim kurumu olan

Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesl’nin (önceden DGSA) varlığı, gerekse başlangıcın­dan buyana ülkemiz resim ve hey­kel sanatının başlıca örneklerini toplayan Resim ve Heykel Müzesi ve çok sayıdaki galeri kenti bu sa­nat dalının da merkezi yapar. İstan­bul ülke sinema sanayiinin de tek merkezidir. Yeşilçam diye bilinen film merkezinde yılda 100 kadar film yapılmaktadır. 1729‘da ilk matbaa­nın kurulduğu İstanbul, günümüzde de ülke çapında dağıtılan tüm ga­
zetelerin yönetim ve basımlarının yapıldığı merkezdir. Yine ülkede ya­yımlanan kitap ve dergilerin de bü­yük çoğunluğu İstanbul’da basılır. İstanbul Radyosu ve FM yayınları.

TV’nin kimi yayınları Arnavuf’öy stüdyolarında hazırlanır. Gelenek­sel Türk Tiyatrosu’nun da merkezi olan İstanbul, Cumhuriyet dönemin­de gerek Şehir ve Devlet Tiyatrola­rı’nın, gerekse çok sayıdaki özel ti­yatroların etkinlikleriyle bu alanda da ülkenin merkezi oldu. Tüm bu oluşumlara karşın 1950’lerden baş­layarak İstanbul’un geleneksel kül-

 

 

 

2550


türel yapısı büyük bir değişim içine girdi. Hızlı gecekondulaşmaya ko­şut olarak bu değişim kentin yaşa­ma biçiminde köklü değişiklikler o- luşturdu. Eski İstanbul yaşamının temel öğeleri olan mahalle hayatı, yerleşim ve mimari, kahvehane, pastahane, lokanta, meyhane vb bi­rimlerin geleneksel kimlikleri yok- oldu. Eski İstanbul’un kimi kültür değerlerini yaşatmak için girişilen cabalar ise sembolik düzeydedir. Değişik yörelerden gelmiş ve yo­ğun bir değişim süreci yaşayan 5 milyonu aşan nüfusuyla İstanbul, halkının değişik kültür öğelerinin sentezini henüz gerçekleştirmiş de­ğildir.

İSTANBUL İLİ’NİN YEDİ BÜYÜK KENTE UZAKLIĞI (km)

Ankara 458
İzmir 600
Adana

944

Bursa

247

Konya 678
Samsun’

732

 

 

 

 

 

İSTANBUL İLİNDE BAŞLICA TARİHİ ESERLER


 

 

 

CAMİLER: Ağa Camisi. Ağalar Camisi. Altunızade Camisi, Arap Camisi. Atık Alı Paşa Camisi. Ayazma Camisi, Azopkapı Camisi. II Bayezıd Ca­misi. Balı Paşa Camisi, Bebek Camisi. Beylerbeyi Camisi, Bodrum Ca­misi Cerrahpaşa Camisi. Cihangir Camisi. Çinili Camı. Çorlulu Ali Pa­şa Camisi. Davutpaşa Camisi. Defterdar Camisi. Dolma bahçe Camisi. Draman Camisi. Emırgan Camisi. Eski Valide CamiBi. Eyüp Sultan Ca­misi, Fatih Camıs.. Fenarı Isa Camisi. Fethiye Camisi. Feyzıye Camisi. Fıruz Aga Camisi. Gul Camisi, Hacı Evhad Camisi. Haseki Camisi. He- kımoğlu Al, Paşa Comısı, Hırkaı Şerif Camisi, Hubyarbey Camisi, İb­rahim Faşa Camisi. Imrahor Camisi İskender ^aşa Camisi. İvaz Efen­di Camisi. Kadıköy Cam.sı. Kalenderhane Camisi. Kariye Camisi. Kap­tan Faşa Camisi, Kasım Faşa Camisi, Kefeli Camisi, Kılıç Alı Paşa Ca­misi, Kilise Camisi, Koca Mustafa Pasa Camisi, Koprulu Camisi, Kü­çük Ayasofya Camisi. Laleli Camisi, Mahmut Paşa Camisi, Mecidiye Camisi, Mehmet Ağa Camisi, Mehmet Mesih Paşa Camisi, Merzıfonlu Kara Mustafa Faşa Camisi, Mıhrıman Sultan Camisi. Molla Aşki Ca­misi Molla Celebi Camisi Murat Paşa Camisi. Nevşehirli İbrahim Pa­şa Camıs1. Nişancı Mehmet Paşa Camisi. Nuruosmanıye Camisi. Or- takoy Camisi. Osman Ağa Camisi, Pıyale Paşa Camisi. Ramazan Efen­di Camisi. Rum Mehmet Paşa Camisi. Rustem Paşa Camisi. Sağdabat Cumısı, Selimiye Camisi Sınan Paşa Camisi, Sokuilu Mehmet Paşa Camisi, Sultan Ahmet Camisi, Suleymaniye Camisi, Şehzade Ca­misi Şemsıpaşa Ccynısı. Şişli Camisi, Teşvikiye Comısı. Tophane Ca­misi Valide Sultan Camisi, Yavuz Sultan Camisi. Yem Camı, Yem Va­lide Camisi. Yeraltı Camisi. Yıldız (Hamıdıye) Camisi, Zal Mahmut Pa­şa Camisi. Zıncırlıkuyu Camı, Zuhtu Paşa Camisi KİLİSELER. Haghıa Eırene (Aya İrini). Pantokrator Manastırı ve Kilise­si. Şapel Theotokos Kilisesi

KÜLLİYELER: Eyüp Sultan Kullıyesı. Mahmut Paşa Kullıyesı. Davut Pa­şa Kullıyesı. Atık Alı Paşa Kullıyesı, Sultan Selim Kullıyesı, Pırı Mehmet Faşa Kullıyesı Mıhrımah Sultan Kullıyesı (Üsküdar), Şehzade Kullıyesı, Haseki Kullıyesı. Hadım İbrahim Paşa Kullıyesı. Karo Ahmet Paşa Kul- lıyesı. Mıhrımah Sultan Kullıyesı (Edırnekapı). Kanuni Sultan Süleyman Kullıyesı Zal Mahmut Paşa Kullıyesı. Sokuilu Kullıyesı. Şemsi Paşa Kullıyesı. Kılıç Alı Paşa Kullıyesı, Eski Valide Sultan Kullıyesı. Cerrah­paşa Kullıyesı, Yem Valide Kullıyesı (Emınonu ve Üsküdar’da). Cınıli Külliye Koprulu Kullıyesı, Merzıfonlu Kara Mustafa Paşa Kullıyesl, Amcazade Hüseyin Faşa Kullıyesı, Çorlulu Alı Paşa Kullıyesı, Domat İbrahim Paşa Kullıyesı, Hekımoğlu Alı Paşa Kuiliyesi, I Abdiılhamit Kül- lıyesı. Kucuk Efendi Kullıyesı. Laleli Kullıyesı. Nuruosmanıye Külllyesl. TÜRBELER: Azız Mahmud Hudaı Türbesi, I. Abdulhamit Türbesi, Abdül- mecıt Türbesi. Abdulhamit Türbesi. Barbaros Türbesi. II Bayezıd Tür­besi. Cedit Havatın Türbesi, Cevat Paşa Türbesi. Destan Mustafa Pa­şa Türbesi. Emir Buharı Türbesi, Eyüp Sultan Türbesi. Fatih Türbesi. Fuad Paşa Türbesi. Güzelce Ali Paşa Türbesi, Gulustun Sultan Tür­besi. Gazı Osman Paşa Türbesi. Hurrem Sultan Türbesi Husrev Paşa Türbesi. Karaca Ahmet Türbesi, Kanuni Türbesi. Laleli Türbesi, III Mu- rad Türbesi, Mimar Sınan Türbesi, Mahmut Paşa Türbesi. II Mahmut Türbesi. I Mustafa ve İbrahim Türbesi. Mustafa Reşit Paşa Turnesi. V Mehmed Türbesi. Merkez Efendi Türbesi, Nişancı Mehmed Paşa Tür­besi. Nakşıdi Sultan Türbesi. Piyale Paşa Türbesi, Rustem Paşa Tür­besi Sokuilu Mehmed Poşa Türbesi. II. Selim Türbesi, Sınan Paşa Tür­besi. Sıyavuş Paşa Türbesi. Sümbül Efendi Türbesi. Şehzadeler Tür­besi, Şehzade Mehmet Türbesi, Şehzade Mahmut Türbesi Şehzade ve Kadınlar Türbesi, Vefa Türbesi, Yavuz Selim Türbesi. Yahya Efendi Türbesi. Zeynep Kâmil Türbesi.

MEDRESELER: Abdulhalım Medresesi. Gazanfer Ağa Medresesi Ha­şan Paşa Medresesi. Koca Sinan Paşa Medresesi. Kuyucu Murad Pa­şa Medresesi. Rustem Paşa Medresesi. Sadrazam Hadım Paşa Med-

HANLAR: Alı Paşa Hanı. Balkapanı Hanı. Burmalı Han. Buyuk Volide Hanı, Buyuk Yeni Hanı. Cebeci Hanı, Çuhacı Hanı. Haşan Paşa Hanı. Kalcılar Hanı, Kuçuk Yeni Hanı. Serpuş Honı. Taşhan. Yıldız Hanı ÇEŞMELER: II. Abdulhamit Çeşmesi, III Ahmet Çeşmesi (Ayasofya). III. Ahmet Çeşmesi (Üsküdar). Alman Çeşmesi, Ayrılık Çeşmesi. Ayşe Hatun Çeşmesi, Azapkapı Çeşmesi, Bereketzade Çeşmesi. Bezmıâlem Valide Sultan Çeşmesi, Çevri Kalfa Çeşmesi. Emırgan Çeşmesi. Eşme i j tan Çeşmesi GOksu IKuçuksuı Çeşmesi Huri Boş” Ağn (. c*rt »sı Hatice Sultan Çeşmesi, Jshakağa Çeşmesi, Kazasker Esad Efendi Çeş­mesi (Kabataş). Kazlıçeşme. Kemeroltı Çeşmesi. Kırkceşme. I Mah­mut Çeşmesi, Mlhrışah Suttan Çeşmesi, Nevşehirli İbrahim Paşa Çeş­mesi. Rukıys Kadın Çeşmesi, Sadrazam Mehmet Poşa Çeşmesi. Sipahi Ağası Çeşmesi. Tophane Çeşmesi, Yeni Valide Çeşmesi BİNALAR Ala* Koşku, Aynalı Kavak Kasrı, Bağdat Kovu Be*k ,z Kas rı. Beylerbeyi Sarayı, Crroğan Sarayı. Clnlfl Köşk, Dolmabahce Sarayı, Göksu Kasrı (Küçuksu), Ihlamur Köşkü, İftariye Koşku, Kapalı Çarşı. Kuleli Kışlası. Mısır Çarşın. Revan Köşkü, Selimiye Kışlası. Tekfur Sa­rayı. Topkapı Sarayı. Yerebatan Sarayı. Yıldız Sarayı.

DİĞERLERİ: Anadolu HİMfl, Atlamaz Zindanı. Arkadıus Şutunu At Meydanı. Bamya Anıtı, Bayazid Kuleli. Bınbirdirek Sarnıcı. Bozdoğan Sı Kemer- Çemberlıtoş Dolmabuhoe Saat Kulesi Dikilitaş E-dırnn- kopı. Galata KÖprutu, Galeta Kulesi, God Şutunu, Hodıga. Kızkulesı. Kıztaşı, Lahana Anıtı. Nişantaşı, örme Sütun. Rumeli Hisarı. Yılanlı (Burmalı) Sütun. BabıâlI, Yıldız Saat Kulesi.


 

 

2551


İstanbul Arkeoloji MUzesi’nin dıştan ve içten görünümü


 

 

 

 

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ, Reşat Ekrem Koçu’nun yayımladığı ansik­lopedi. 1944’den 1952’ye dek ilk dört cildi çıktı. 1958’de yayımı sürdürü­lerek 1971’e dek onuncu cilde ulaş­tı. Ancak Reşat Ekrem Koçu’nun, ölümü üzerine tümü yirmi beş cilt olarak tasarlanan İstanbul Ansiklo­pedisi yarım kaldı.

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ,

İstanbul’da Arkeoloji Müzeleri Ge­nel Müdürlüğü’ne bağlı üç müze. Klasik Arkeoloji Müzesi: Gülhane Parkı ile Topkapı Sarayı arasındaki alanda yer alır. İlk kez 1846 yılında Damat Fethi Paşa’mn çabalarıyla Mecmuaİ Aşarı Atika adıyla topla­nan eski eserler, silah deposu ola­rak kullanılan Aya İrini Kilisesi’ne yerleştirildi. 1868’de İstanbul’a ge­len Fransız Albert Dumont müze­deki eserlerin bir katalogunu hazır­ladı. 1869’da Müzei Hümayun adını aldı ve İngiliz Goold müze müdür­lüğüne getirildi. Bu görevi 1872 yı­lında Dr. Dethier üstlendi. Eserler 1874’te Çinili Köşk’e taşındı. 1880′ de ziyarete açılan müzenin müdür­lüğüne 1881’de Osman Hamdi Bey getirildi. 1887 yılında Sayda nekro- polünde yapılan kazılarda bulunan İskender Lahti, Ağlayan Kadınlar, Lykia ve Satrap lahitleri İstanbul’a getirildi. Bütün eserler mimar Val- laury ile R. D. Aronco tarafından 1891’de yapımına başlanan klasik üsluplu bugünkü binada toplandı ve Asarı Atika Müzesi adını aldı. 1902 -1908 yılları arasında yapılan ekle­melerle müze binası genişletildi. G. Mendel, 1908 ve 1914’de yayımladı­ğı katologlarla arkeoloji müzelerini dünyaya tanıttı. 1910-1931 yılları a­rasında Müze Müdürlüğünü Osman Hamdi Bey’in kardeşi Halil Ethem Eldem yaptı. Müzenin alt salonla­rında Yunan, Helen, Roma, Bizans dönemleri eserleri sergilenmekte­dir. Üst kat salonlarında ise tarih öncesinden Bizans’a dek keramik, süs eşyası, küçük buluntular vb sergilenmektedir. Ayrıca çok zen­gin bir sikke koleksiyonu vardır. Üst katta bir de kitaplık bulunmak­tadır. Müzenin bahçesinde de hey­kel, lahit, kabartma vb’den oluşan çeşitli eserler sergilenir. Müzede bulunan Efebos heykeli ve İsken­der başı heykel sanatının seçkin örneklerindendir. Eski Şark Eserle­ri Müzesi: 1917 yılında açıldı. 1933- 1967 arasında çağdaş müzecilik e- saslarına göre yeniden düzenlendi. Bu müzedeki eserler, Mezopotam­ya, Mısır, Anadolu ve Arabistan ol­mak üzere dört ana bölümde ser­gilenir. Müzedeki en değerli parça­lar arasında Asur kralı II. Salma- nasar’ın heykeli, Hitit kralı IV. Tut- halia’nın kanatlı sfenk heykeli, mız­raklı Asur askerlerini betimleyen kabartma, MÖ X. yy’dan bir mum­ya, Sümer Kralı Fudea’nın heykeli ve pekçok çivi yazılı kil levha sayı­labilir. Mozaik Müzesi: Sultan Ah­met Külliyesi’nin arasta yapıların­dan oluşur. Caminin doğu yakasın­da 1935’de başlayan kazılarda Bi­zans sarayının taban mozaikleri or­taya çıkarılınca, bunlar bulunduk­ları yerde korundu. IV. ve V. vy’a tarihlenen mozaikler teknik üstün­lükleri ve mitolojik betimlemeleriy­le ünlüdür.

 

 

 

2552


 

İstanbul Askeri Müzesı’nde Atatürk köşesi

 

 

İSTANBUL ASKERİ MÜZESİ, İlk

kez II. Meşrutiyet’ten sonra Ahmet Muhtar Paşa tarafından Aya İrini Kilisesi’nde açıldı. II. Dünya Savaşı sırasında büyük bölümü Anadolu’ ya taşındı. 1959 yılında eski Harbi­ye binasında yeniden açılan müze binası daha sonraki yıllarda yapı­lan eklerle genişletildi. Günümüzde de yeni bir binanın yapımı sürmek­tedir. Müzede XII. yy’dan günümü­ze tarihsel eser ve belgeler ve çe­şitli silahlardan oluşan 57 520 par­ça eşya bulunmaktadır. XIII. yy İl­hanlI miğferi, Orhan Gazi’nin miğ­feri, Gazi Evrenos Bey’in zırhı, Sel­çuklu Kur’an’ı, I. Selim (Yavuz) ve

  1. I.  Süleyman (Kanuni) dönemine ait savaş araçları ve bir çok tarihi eser ve belgeler büyük değer taşır. İs­tanbul’un alınışı sırasında Bizanslı- lar’ın Haliç’e çektikleri zincirde mü­zede sergilenmektedir.

İSTANBUL ATATÜRK MÜZESİ, İs­tanbul’un Şişli semtinde müze, in­kılap Müzesi adıyla da anılır. Ata­türk’ün 1919’da İstanbul’dan ayrılı­şına dek oturduğu bina 1942 yılın­da İstanbul Belediyesi tarafından müze olarak düzenlendi. Kapısında “Gazi Mustafa Kemal vatanın kur­tuluşunu 1919 yılında bu evde ha­zırladı” yazısı yer alır. 1919’daki gö­rünümüyle korunan binanın ilk iki katında Atatürk’ün kişisel eşyaları, 3. katında ise Atatürk devrlmleriyle ilgili resim ve belgeler vardır.

İSTANBUL BANKASI, Banque de Constantinople adıyla 1847-1857 yıl­larında faaliyet gösteren Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk banka. 1953 yılında kurulan bir banka da İstan­bul Bankası adını aldı. 1982 yılı so­nunda 112 şubesi bulunan, toplam mevduatı 36,6 milyar TL, toplam kredisi 21,1 milyar TL olan İstan­bul Bankası, 24 Ocak kararları çer­çevesinde uygulanan serbest faiz politikası döneminde ödeme güçlü­ğü içine düştü. Bu durum karşısın­da Mart 1S83’te geçici bir yönetim kurulu atanarak Maliye Bakanlığı’ nın denetimi altına alındı. Kasım 1983’te Bakanlar Kurulu kararıyla faaliyetine son verilerek T.C. Zi­raat Bankası’na devredildi. İstanbul Bankası, Has Holding’in denetimin- deydi.

İSTANBUL BELEDİYE KONSERVA- TUVARI, İstanbul Belediyesi’ne bağ­lı sanat eğitimi kurumu. 1913’de Da- rülbedayi adıyla tiyatro ve müzik eğitimi amacıyla kuruldu. Ancak I. Dünya Savaşı nedeniyle müzik bö­lümü etkinlik gösteremedi. 1917’de kurulan Darülelhan müzikle ilgili ilk resmi kurumdur. Darülelhan batı

Şişli’de Atatürk Müzesi

 

 

anlayışında eğitim yapan gerçek bir konservatuvardı. 1931’de konserva- tuvar İstanbul Belediyesi’nin katma bütçeli bir kurumu durumuna geti­rildi. Konservatuvar Beşiktaş, Be­yoğlu ve Çemberlitaş’taki binala­rında işlevini sürdürdü. 1926’da kal­dırılan Türk müziği öğretimi 1944’ de yeniden programa alındı. Şehir orkestrası ve korosu kuruldu. Ka­dıköy iskelesi yanındaki eski hal bi­nasının kültür merkezi olarak res­tore edilmesinden sonra, 1983’de Beşiktaş ve Gemberlitaş’taki bölüm­ler bu binaya taşındı. 1986’da İs­tanbul Belediyesi’nden alınarak İstanbul Üniversitesine bağlanan konservatuvar İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı adını aldı. İSTANBUL BELEDİYE MÜZESİ, İs­tanbul’da Saraçhanebaşı’nda Ga- zanferağa medresesindeki müze. 1946’da İstanbul Belediyesi’ne bağlı olarak kurulan müzede eski medre­seye ait çeşitli eşyalar, eski İstan­bul insanlarını canlandıran kukla­lar, Karagöz tiplemeleri, fotoğraf­lar, eski paralar, madalyalar, kah­ve takımları, berber ve sünnet araç­ları, el işlemeleri, çeşmibülbüller, silahlar, İstanbul’a getirilen ilk pi­yano vb sergilenir.

İSTANBUL BELEDİYESİ ŞEHİR Tİ­YATROLARI, İstanbul Belediyesi’ne bağlı katma bütçe ile yönetilen sa­nat kurumu. 1913’de belediye baş­kanı Cemil Topuzlu’nun girişimiyle Darülbedayi adıyla kuruldu ve 1934 yılına dek bu isimle etkinlik göster­di (Bk. DARÜLBEDAYİ). 1930 ve 1940’lı yıllarda Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul’un yönetiminde gösteri ve izleyici sayısını artırmak için çaba gösterdi. Bu amaçla Te- pebaşı sahnesinde müzikli oyunlar ve operetlere yönelindi. Dram ve komedi bölümlerindeki gösterilerde batı merkezlerindeki gösterilerle koşutluk kuruldu. Shakespeare, Goldoni, Molière, Schiller, Piran­dello, Çehov, Shaw, Dostoyevski, Tolstoy, ibsen, Gorki gibi birçok yazarın eserleri izleyicilere sunuldu. 1951’de Muhsin Ertuğrul’un Devlet Tiyatroları yöneticisi olmasından sonra 1952’de Şehir Tiyatroları yö­neticiliğine AvusturyalI tiyatro yö­netmeni Max Meinecke getirildi.

 

 

Solda, Muhsin Ertuğrul Üsküdar Şehir ilk Ankara turnesi (Şubat-1927)

1959’a kadar sürdürdüğü görevi sı­rasında tiyatronun kitleselleşmesi ve dışavurumcu Alman okulunun Türkiye’de tanınması için çaba gös­terdi. 1959’da yeniden göreve dö­nen Muhsin Ertuğrul, tiyatroların çağdaşlaşma ve yenileşmesi yolun­da çabalarını sürdürdü. Bölge ve semt tiyatroları fikrini geliştirerek uyguladı. Kadıköy, Üsküdar, Fatih ve Zeytinburnu’nda yeni sahneler açtı. Yerli oyunlara ağırlık verdi. Ti­yatro kadrosunu gençleştirdi. 1936’ da Belediye Meclisi’nin aldığı bir kararla görevine son verilen Muh­sin Ertuğrul’un yerine Vasfı Rıza Zobu atandı. 1973’e dek süren yö­neticiliği süresince Fransız ve İtal­yan bulvar tiyatrolarının ve Tanzi­mat sonrası oyunları ağırlık kazan­dı. 1974’de Muhsin Ertuğrul’un ye­niden yöneticiliğe getirilmesiyle Şe­hir Tiyatroları’nda yeni bir atılım süreci başladı. Halka açık prova­lar, gezginci oyunlar, kahve tiyat­roları ve stadyumlarda tiyatro gös­terileri yapıldı. Gültepe Tiyatrosu* nda 8 -13 yaş grubu çocuklara üc­retsiz oyunlar düzenlendi. 1976*do Muhsin Ertuğrul yönetimden ayrıl­dı ve Belediye Başkanı Ahmet İs- van’ın da desteğiyle Şehir Tiyatro­ları beş yönetim bölgesine ayrıldı. Harbiye, Fatih, Kadıköy, Üsküdar ve Tepebaşı Deneme Sahnelerinde ye­rinden yönetim sistemi benimsendi. Her bir tiyatro ayrı bir yönetmenin sorumluluğuna verildi. 1980‘e dek süren bu dönem gerek sahnelenen oyunların sayı ve düzeyi, gerekse seyirci sayısı bakımından Şehir Ti- yatroları’nın ulaştığı en ileri aşama

oldu. Ekim 1980’de Vasfi Rıza Zo­bu, yeniden tiyatronun başına geti­rildi. Pek çok sanatçının Şehir Ti- yatroları’ndaki görevlerine son ve­rildi. 1984’de Vasfi Rıza Zobu’nun yerine Gencay Gürün atandı. 1970’ den bu yana Şehir Tiyatroları’nın yönetim organları Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda bulunuyor. 1970’li yıllardan bu yana Uluslar­arası İstanbul Festivali programlan içinde ve ayrıca yaz aylarında Ru­melihisarı açıkhava sahnesinde de oyunlar sergileyen Şehir Tiyatrola- rı’nın ana sanatçı kaynağı İstanbul Belediyesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’dür. Buraya sınavla alınan öğrenciler dört yıllık eğitimlerinden sonra Şehir Tiyatroları’na kadrolu sanatçı olarak atanırlar.

İSTANBUL BOĞAZI, Marmara De- nizi’ni Karadeniz’e bağlayan boğaz. Bizans dönemindeki adı Bosphoros’ tu. Uzunluğu Rumeli Feneri’nden Sarayburnu’na kadar 55 km’dir. Bo- ğaz’ın genişliği Anadolu ve Rumeli fenerleri arasında 3 600 m iken, A- nadolu ve Rumeli hisarları arasın­da 698 m’dir. İki kıyı arasında uzak­lıklar -Boğaz boyunca değişiklikler gösterir. Boğaz’ın, Dördüncü za­man öncesinde bir vadi iken, bu dönemde denizin yükselmesiyle bu­günkü durumunu aldığı sanılmakta­dır. Tuzluluk dereceleri ve su sevi­yeleri farklı olan iki denizi birleş­tiren İstanbul Boğazı’nda iki büyük akıntı sistemi vardır. Karadeniz’in binde 17 tuzluluğu olan hafif suları yüzeyden Marmara’ya, Marmara’
nın binde 35 oranında tuz içeren ağır suları ise dipten Karadeniz’e akar. Yüzey akıntısının hızı bazı yerlerde 1,45 m/s’ye ulaşır. Burun­lar önünde hızlanan akıntı kuzey rüzgârlarıyla daha da artar. Büyük koylarda ters yönde akıntılar (ana­forlar) vardır. Güney rüzgârlarında bu üst akıntı hızını kaybeder. Çok sertleşen güney rüzgârlarında da orkoz denilen, suyun yüzeyde gü­neyden kuzeye akması olayı ortaya çıkar. Kanal adı verilen alt akıntı, üst akıntıya göre daha yavaştır. Kuzguncuk yakınlarında en büyük hızına ulaşır (1,22 m/s). Üst akıntı çok hızlandığında, alt akıntının za­man zaman durduğu sanılmaktadır. Boğaz’da Kandilli – Bebek arasın­da 120 m’lik, Vaniköy – Arnavutköy arasında 106 m’lik çukurlar vardır. Derinlikleri değişen bu çukurlar dı­şında Boğaz’ın ortalama derinliği 50 m’dir. (Bk. BOĞAZİÇİ)

İSTANBUL DENİZ MÜZESİ, İstan­bul’un Beşiktaş ilçesinde, tarihi de­ğeri olan denizcilikle ilgili eserlerin sergilendiği müze, ilk deniz müzesi 1897’de Kasımpaşa’da kuruldu. Da­ha sonra bir süre Dolmabahçe Ca­misi, Deniz Müzesi olarak kullanıl­dı. 1962‘de bugünkü binasına taşın­dı. Müzede OsmanlI donanmasının silah ve giysileri, tablolar, harita ve belgeler, gemi maketleri, kesit ve proje çizimleri, sancaklar vb tarihi eşyalar sergilenmektedir. Müze ya­nındaki ayrı bir yapıda da Osmanlı dönemine ilişkin saltanat kayıkları jösterilmektedir.

S.TANBUL ERKEK LİSESİ, İstan- oul’da lise. İlk olarak bahriye yüz- Daşısı Nadir Bey tarafından 1884′ ie Şemsülmekatjp adıyla kuruldu. Nadir Bey ertesi yıl Süleymaniye /akınlarında özel Nümune-i Terak­ki Okulu’nu kurdu. Bu okul bir sü­re sonra Maarif Nezareti tarafın­dan satın alınarak 1909’da İstan­bul idadisi, 191C’da da İstanbul Li­sesi adını aldı. Önceleri Fransızca yapılan öğretim 1917’den sonra Al­manca olarak sürdürüldü. 1923’de İstanbul Erkek Lisesi adını aldı; bir süre sonra da Cağaloğlu’ndaki bu­günkü yere taşındı. 1965’ten son­ra kız öğrenci de alınan okulun adı 1984’te İstanbul Lisesi olarak de­ğiştirildi.

İSTANBUL EMNİYET SANDIĞI, Bk. EMNİYET SANDIĞI,

İSTANBUL FESTİVALİ, İstanbul’du her yıl düzenlenen uluslararası sa­nat ve kültür şenliği. İstanbul Kül­tür ve Sanat Vakfı tarafından ilk kez 21 Haziran – 15 Temmuz 1973 tarihlerinde yapıldı. Günümüze dek her yıl 20 Haziran – 15 Temmuz ta­rihleri arasında düzenli olarak sür­dürüldü. Festival. Türkiye’nin yanı- sıra tüm dünya uluslarının müzik, bale, tiyatro, folklor ve plastik sa­natlar alanındaki çalışmalarını ser­gilemek ve değerlendirmek amacı güder. Bu nedenle festivale her yıl değişik kıta ve uluslardan çok sa­yıda sanatçı ve topluluk katılır. A- tatürk Kültür Merkezi salonları, A- çıkhava Tiyatrosu, Aya İrini Kilise­si, Rumelihisarı, Yıldız Sarayı, Top- kapı Sarayı, Gülhane Parkı festival etkinliklerinin sunulduğu başlıca a- lanlardır. 1882’de İstanbul Festivali kapsamında başlatılan Sinema Gün­leri uygulaması 1984’den sonra ayrı bir etkinlik olarak nisan ayında dü­zenlendi. İstanbul Festivali, önemli bir uluslararası kültür etkinliği ola­rak, dünya festivalleri arasında üst sıralarda sayılır.

İSTANBUL KÜLTÜR VE SANAT VAKFI, Türkiye’nin kültür ve sanat etkinliklerini yaygınlaştırmak, dış ülkelere duyurmak amacıyla 1973’ de kurulan vakıf. Bu amaç doğrul­tusunda müzik, bale, tiyatro, ope-

IZUluslaıarası

İstanbul festivali

20.6,15.7.1984

in kullanılan iki afiş

ra. plastik sanatlar alanında yarış­malar, festivaller düzenlemek vak­fın görevlerini oluşturur. Vakıf, iş­adamları, devlet opera ve balesiyle ilgili bakanlık temsilcilerinden olu­şan yönetim kurulu ve ona bağlı organlarla çalışır. Vakfın başlıca et­kinlikleri her yıl düzenlenen Ulus­lararası İstanbul Festivali ve Sine­ma Günleri’ö’u.

İSTANBUL REASÜRANS AŞ, 1979 yılında kuruldu. Sermayesi tamamı ödenmiş olmak üzere 26 milyon TL’ dir. Kurucuları; % 8.77’lik payla Ba­şak, Güneş, Güven, Imtaş, İstanbul Umum, Ray, Şeker. Tam, T. Genel, % 3.51 ‘lik payla Emek, Hür, İnan ve % 1.77’lik payla Birlik Sigorta şir­ketleridir.

İSTANBUL SUALTI BORU HATTI,

İstanbul’da Anadolu yakasındaki Ömerli Baraj Gölü’nden Anadolu yakasına ve Rumeli yakasının bir bölümüne su dağıtılan denizaltı su boru hattı. Sualtı hattının projesi 1974-1978 döneminde DSİ 14. Böl­ge Müdürlüğü ve İstanbul Sular idaresi’nce birlikte hazırlandı. 1977’ den başlayarak aşamalı olarak uy­gulamaya kondu. Plandaki ilk boru hattını 13 Ekim 1977’de Boğaz gi­rişinde Salacak ile Sarayburnu a- rasında bir Japon firması yaptı. A- nadolu yakasından Rumeli yakası­na 47 milyon m3 su İletecek olan diğer boru hatlarının Çamlıca – Ce

vizli ve Sarayburnu – Bahçelievler arasında yapılması öngörüldü.

İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ (ITÜ), İstanbul’da yüksek öğrenim kurumu. OsmanlIlar döneminde 1883’te kurulan Hendese-i Mülkiye sonraki çalışmalara temel oluştur­du. Teknik eleman ve mühendis ye­tiştirilmesi amacıyla kurulan okul 1909’da Mühendis Mekteb-i Âlisi a- dını alarak Nafıa Nezareti’ne bağ­landı. 1923’te Gümüşsuyu’na taşı­nan okul 1928’de Yüksek Mühendis Mektebi adını aldı. 4619 sayılı ya­sayla İTÜ durumuna getirildi (1944). 1946 yılında çıkarılan 4936 sayılı Ü- niversiteler Yasası’yla da kuruma özerklik verildi. Üniversitenin ilk yıl­larında inşaat, Mimarlık, Makina, Elektrik fakülteleri vardı. Maden (1953), Kimya (1933), Gemi İnşaat (1971), Temel Bilimler (1971) fakül­teleri kuruldu. Üniversiteye bağlı Teknik Okul da Mühendislik ve Mi­marlık fakültesi durumuna getirildi (1971). 1969’da dört yıla indirilen öğrenim süresi iki aşamalı olarak uygulandı. İkinci aşamayı oluşturan üç ya da dört yıllık lisans üstü eği­tim 1973-1974 ders yılında başlatıl­dı. Taşkışla, Gümüşsüyü. Maçka,

Ayazağa’daki binalarında çalışma­larını sürdüren İTÜ, 15 fakülte ile rektörlüğe ve fakültelere bağlı ku­rum, enstitü ve yan kuruluşlardan oluşuyordu. 1981’de çıkarılan 2547 sayılı YÖK yasasıyla yeniden dü­zenlenen İTÜ’de 11 fakülte, 3 ens­titü ve 3 yüksekokul vardır. Bun­lar; Fen – Edebiyat, işletme, Sakar­ya Mühendislik, Mimarlık, Gemi İn­şaat ve Deniz Bilimleri, Maden, Kimya – Metalürji, İnşaat, Elektrik, Makina Uçak ve Uzay Bilimleri fa­külteleri; Sosyal Bilimler, Fen Bi­limleri ve Nükleer Enerji enstitüle­ri; Düzce Meslek, Sakarya Meslek, İstanbul Türk Musikisi Devlet Kon- servatuvarı yüksek okullarıdır (1988). İTÜ rektörlüğü ve bir bölü­mü Ayazağa’da bulunmaktadır.

S«lçu)c dönamlndM kalma Mr kttp


İSTANBUL TÜRK ve İSLÂM ESER­LERİ MÜZESİ, İstanbul’da Sultan­ahmet semtindeki İbrahim Paşa sa­rayında müze. 1913 yılında Evkaf-ı Islâmiye Müzesi adıyla Süleymani- ye külliyesinin imaret binasında ku­ruldu. 1927‘de bugünkü adını aldı. Müzede, eski Türk ve Islâm sera­mikleri. Türk halı ve kilim örnekleri. Selçuklu Memlûk ve Osmanlı dö­nemlerine ait madeni eşya, Abbasi, Selçuk ve Osmanlı dönemlerinin tahta işlemeleri, rahleler, Kur’an muhafazaları, el yazması eserler, İran ve Türk minyatürleri, ferman ve vakfiyeler vb sergilenir. Müzede ayrıca Selçuklu ve Osmanlı dönemi mezartaşları. kitabeler ve kabart­malar vardır. Müze, 1983 yılı içinde Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sa- rayı’nın onarılmasından sonra, bu binaya taşındı.

İSTANBUL TÜRK MUSİKİSİ DEV­LET KONSERVATUVARI İstanbul* da yüksek öğrenim kurumu. 1976’ da MEB’e bağlı olarak kuruldu. Da­ha sonra Kültür Bakanlığı’na bağ­lanan okul. 1982 YÖK yasasıyla İTÜ* ye bağlı bir yüksek okul durumuna getirildi. Türk müziği konusunda eğitim veren okul, Nişantaşı’ndaki eski Küçük Sait Paşa Köşkü’nde çalışmalarını sürdürmektedir. Okul’ daki öğrenim bölümleri şunlardır:

  1. 1.  Temel Bilimler, 2. Ses Eğitimi. 3. Çalgı Eğitimi. 4. Kompozisyon, 5. Halk Oyunları, 6. Çalgı Yapımı. İTMDK’da 800 öğrenci ve 140 öğ­retim üyesi vardır (1985). İSTANBUL UMUM SİGORTA AŞ, Türkiye’nin ilk sigorta şirketi. 1893’ te kuruldu; 1920’ye dek Osmanlı Umum Sigorta Şirketi adıyla çalış­malarını yürüttü. 1984’te 1,5 milyar TL sermayesi olan şirketin yöneti­mi Demirören grubunun elindeydi.

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ. İstan­bul’da Türkiye’nin en eski ve en bü­yük üniversitesi. 1863’te Osmanlı uyruğunda bulunanlara yüksek öğ­renim sağlamak amacıyla Darülfü­nun kuruldu. Açılışından bir yıl son­ra tutucu çevrelerin baskısıyla ka- patılan Darülfünun’da hikmet (fi­zik), hayvanat (zooloji), nebatat (botanik), tarih ve felsefe dersleri veriliyordu. 1869’da yayımlanan Maarif Nizamnamesi’nöen sonra 1870’de Darülfünun-ı Osmanî açıl­dı. Ancak yine tutucu çevrelerin baskısıyla ertesi yıl kapatıldı. Bu kez Maarif Nazırı Saffet Paşa, Ga­latasaray’da Hıristiyan bir müdür ve AvrupalI öğretmenlerle yeni bir darülfünun açtı. Ancak bu girişim de çok yaşamayarak 1881’de kapa­tıldı. 1900’de Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yıldönümü nedeniyle Darülfünunu Şahane adıyla yeni­den açılan kurum, 1908 meşrutiye­tinden sonra Darülfünunu Osman’ı adını aldı. I. Dünya Savaşı sırasın­da gelen Alman profesörlerle geli­şen Darülfünun’a sınırlı bir bilimsel özerklik tanındı. Hukuk, Fen, Tıp, Edebiyat fakülteleri oluşturuldu. Cumhuriyet kurulunca kurumun adı İstanbul Darülfünunu’na çevrildi. 1933’de 2253 sayılı yasayla Darül­fünun kapatıldı. Yerine aynı yasay­la MEB’na bağlı olarak İÜ kuruldu. 1946’da çıkarılan 4936 sayılı yasay­la İÜ bilimsel ve yönetsel özerkliğe yeniden kavuştu. İÜ bünyesinde ön­celeri Fen, Edebiyat, Tıp, Hukuk, iktisat fakülteleri ile Eczacılık ve Dişçilik yüksek okulu bulunuyordu. Sonradan bu iki okul fakülte duru­muna getirildi. Orman, işletme, Kim­ya, Veteriner, Siya6al Bilimler, Yer Bilimleri gibi yeni fakülteler de açıl­dı. YÖK yasasına göre yeniden dü­zenlenen (1982) İÜ’nde 41 sayılı ka­nun hükmündeki kararnameyle fa­külte sayısı 15’ten 13’e indirildi. Ü- niversite’deki Yer Bilimleri ve Kim­ya fakülteleri birleştirilerek Mühen­dislik Fakültesi oluşturuldu. Bugün İÜ’ye bağlı fakülte ve yüksekokul­lar şunlardır: Fen, Edebiyat, İkti­sat, İşletme, Hukuk, Siyasal Bilim­ler, İstanbul Tıp, Cerrahpaşa Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık, Veteriner, Orman, Mühendislik fakülteleri; Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri, Sağ­lık Bilimleri, Çocuk Sağlığı, Adli Tıp, Onkoloji, Kordioloji, Deniz Bi­limleri ve Coğrafya, İşletme İktisa­dı, Muhasebe, Atatürk İlke ve İn­kılapları enstitüleri; Adalet, Basın- Yayın, Florance Nightingale Hem­şirelik, Tütün Eksperleri İstanbul Meslek, Sağlık Hizmetleri Meslek, Su Ürünleri yüksekokulları; İstan­bul Üniversitesi Devlet Konserva- tuvarı. İÜ binalarının büyük bölümü Bayazid semti ile çevresindedir. İstanbul Tıp ve Diş Hekimliği fa­külteleri Çapa’da, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Cerrahpaşa’da, Veteri­ner Fakültesi Selimiye’de, Orman Fakültesi Belgrad Ormanları’nda- dır.

İSTANBUL’UN OSMANLILARCA FETHİ (29 Mayıs 1453), Bizans im- paratorluğu’nun da son bulmasını beraberinde getiren, Ortacağ’ı ka­patıp Yeniçağ’ı açan tarihsel olay. İstanbul 53 gün süren bir kuşatma sonunda II. Mehmed (Fatih) yöne­timinde Osmanlılarca ele geçirildi ve Osmanlı Devleti’nin yeni başken­ti oldu. Değişik İslâm güçlerince ta­rihte birçok kez kuşatılan İstanbul’ un ve Bizans İmparatorluğu’nun düşmesine yol açan gelişmeler XIII. yy’da Moğol akınları sonucunda A- nadolu’da çok sayıda beyliğin ku­rulmasıyla başlar. İç savaşlarla ve gelir kaynaklarının azalmasıyla za­yıflayan Bizans İmparatorluğu bir yandan bu beyliklerin saldırılarıyla Anadolu’da sürekli gerilerken öte yandan XIV. yy’ın ikinci yarısında Trakya ve Makedonya’daki egemen­lik alanı gitgide daralıyordu. Bu dö­nemde Edirne Osmanlılar’ın baş­kenti oldu. OsmanlIlar 1389’da Sırp- lar’ı Kosova’da, 1396’da Haçlılar’ı Niğbolu’da yenilgiye uğrattı; Bulga­ristan’ı denetimleri altına aldı. II. Murad’ın tahta çıkmasından sonra Bizans için durum daha da zorlaş­tı. VIII. ioannes umutsuzluk içinde Papalıktan yeniden yardım istedi. Ne ki 1444’te Osmanlılar’ın Jan Hunyad yönetimindeki orduyu Var­na’da yenilgiye uğratmalarından sonra Bizans İmparatorluğu’nun ka­çınılmaz sonunu engelleyecek bir güç kalmadı. İstanbul’un Osmanlı­larca fethi sırasında Bizans İmpa­ratorluğu, Silivri kalesi, Vize ve Mi- sivri gibi kasabalar ve İstanbul’dan ibaretti. II. Mehmed’in fetihte göz önünde tuttuğu bellibaslı amaç, A­nadolu ve Rumeli’nin birbirine bağ­lanması idi. Genç padişah. Kara­man seferinden dönünce İstanbul’ un kuşatılması hazırlıklarına başla­dı. Daha önce I. Bayezit’in (Yıldırım) yaptırdığı Güzelcehisar karşısına Boğazkesen (Rumelihisarı) kalesini yaptırdı. Amacı Karadeniz yoluyla Avrupa’dan gelecek yardıma engel olmaktı. Mora’dan gelecek tehlike­ye karşı akıncı beyi Turhan Bey’i görevlendirdi. Galata Cenevizlileri’ yle de anlaştı. 1452 kışını Edirne’de hazırlıklarla geçirdi. Rumeli Beyler­beyi Dayı Karaca Bey, Ahiyolu, Mi- sivri ve Vize kalelerini aldı. Henüz BizanslIlarda bulunan Hagi Stepha­nos (Yeşilköy) ile Bigaaos (Müder­ris köyü) ele geçirildi. Bunun üze­rine XI. Konstantinos İstanbul sur­larını, zaman darlığı yüzünden ge­lişigüzel biçimde onarttı; II. Meh- med’e bir mektup göndererek, barış yanlısı olduğunu fakat OsmanlIlar İstanbul’u mutlaka zaDtetmek ister­lerse, kenti savunacağını bildirdi. Bu sırada Avrupa’dan Bizans’a çe­şitli yardımlar geliyor, kentin savu­nulması için hazırlıklar sürdürülü­yordu. Bizans imparatoru, Lykos vadisinde (Bayramdere) karargâh kurdu. Venedikli Bartolomeo Soli- go, Haliç’e yabancı gemilerin gir­mesini engellemek için Saint Eugè­ne kulesi ile Galata surları arasına ünlü zinciri gerdirdi. II. Mehmed, hazırlıklarla geçen kıştan sonra, A- nadolu ve Rumeli’deki bütün silahlı kuvvetlerini Edirne’de topladı. Türk

–   İslâm dünyasının her tarafından gelen şeyh ve bilginler Osmanlı or­dusunda yer alarak kuşatmaya ma­nevi güç kattılar. Aydınoğulları ve

Karamanoğulları tarafından gönül­lüler gönderildi. Ayrıca Sırplar, Ma- carlar, Ulahlar, Rumlar vd Osmanlı ordusunda görev aldılar. Bu arada Macar Urban, mimar Muslihiddin gibi uzmanlar, Edirne’de, kuşatma için dev toplar döktüler. Bu toplar ve yeni yapılan diğer savaş araç­ları, İstanbul surları önlerine geti­rildi. Nisan başında, Osmanlı ordu­su, surlara 6 km kala toplandı ve padişah otağı kuruldu. II. Mehmed deniz surlarını denetleyerek ve son bir geçit töreni yaptırarak kuvvet­lerin nasıl dağıtılacağını komutan­lara bildirdi. Savaş 6 Nisan’da en büyük topun ateşlenmesiyle başla­dı. 18 Nisan’a dek önemli bir sonuç alınamadı. 18 Nisan’da okçulardan, zırhlı ve mızraklı askerlerden olu­şan pekçok birlik, açılan gedikler­den gece yarısına dek süren genel taarruza geçtiler. BizanslIlar bu ta­arruzu püskürttü. 20 Nisan’da ilk deniz savaşı yapıldı. Papa tarafın­dan gönderilen küçük bir filo, üze­rine yürüyen kaptanıderya Baltaoğ- lu Süleyman Bey’den kurtulmayı başardı. Bunu bir başarısızlık sayan II. Mehmed, bir toplantı düzenledi. Kuşatmaya devam kararının alındı­ğı toplantıda, donanmanın kara yo­luyla Haliç’e indirilmesi öngörüldü. Bizans ordusunun ilgisini başka yönlere çekmek amacıyla Kasım­paşa sırtlarına toplar yerleştirildi. Kaptanıderya Haliç’teki zincire sal­dırdı. 21 – 22 Nisan gecesi, hazırla­nan şimşir kızaklar üzerinde öküz­lerle çekilen Tophane’deki 67 par­ça gemi, Asmalımesçit – Tepebaşı yoluyla Kasımpaşa’da Haliç’e indi­rildi. Bu durum karşısında Bizanslı­

lar barış önerisinde bulundu. II. Mehmed, teslim koşuluyla kuşat­mayı kaldıracağını bildirdi. Kasım­paşa’daki Osmanlı donanmasını Rum ateşiyle yakma görevi verilen Venedikliler’in baskını sonuçsuz bı­rakıldı. 6 ve 12 Mayıs’ta, iki genel taarruz daha yapıldı, fakat sonuç alınamadı. 18 Mayıs’ta, surlara ol­dukça yaklaştırılan bir ahşap kule sayesinde bunlarda önemli gedik­ler açıldı. 23 Mayıs’ta Bizans İmpa- ratoru’na bir elçi gönderen II. Meh­med, genel bir taarruzun doğura­cağı yıkımı önlemek için, isteyenle­rin her şeyini alıp dilediği yere çe­kilmesini. kalanlara dokunulmaya­cağını; İmoarator’a da Mora des­potluğunu vereceğini bildirdi, impa­rator cevabında, kuşatma kaldırılır­sa en ağır vergiyi ödemeyi kabul et­tiğini, ama kaldırılmazsa kenti tes­lime yetkili olmadığı ve savunmayı sonuna kadar sürdüreceklerini bil­dirdi. II. Mehmed bir savas kurulu topladı. Burada 28’i 29 Mayıs’a bağ­layan gece, büyük taarruz kararı alındı. Yoğun top ateşiyle başlayan harekete donanma da katıldı. Sa­vaş şiddetle sürerken en önemli Bi­zans komutanı Iustinianus yaralan­dı. Onun çekilmesiyle Bizans safla­rında beliren duraklamadan yarar­lanan II. Mehmed, yeniçerileri ye­niden saldırttı. Ulubatlı Haşan adlı bir sipahi 30 arkadaşıyla surlara Osmanlı sancağını dikti. Bu arada İmparator öldü. Surları ele geçiren bir kısım Osmanlı askeri, kapıları açarak diğer birliklerin kente gir­mesini sağladı. Öğleye doğru gör­kemli bir alayla Topkapı’dan kente giren II. Mehmed, doğruca Doğu Roma İmparatorluğu’nun simgesi olan Ayasofya’ya gitti. Burada ken­dini karşılayan halka, yasam ve öz­gürlüklerinin güvencede bulundu­ğunu bildirdi. İstanbul’da, üç gün süren karışıklıklardan sonra büyük şenlikler düzenlendi. Ayasofya baş­ta olmak üzere bazı manastır ve ki­liseler, cami ve medreseye çevrildi. Daha sonra Osmanlı devletinin ye­ni başkenti olarak imarına girişilen İstanbul’da Müslüman mahalleleri kurulmaya başladı.

2555

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir