Kalp Ateromu
Sibernetiklarında (kalp ateromu), aortta (aort ate-romu), bacak damarlarında (bacakta atardamar bozukluğu), böbrek ve tüm beyin atardamarlarında yerleşir. Akciğer atardamar sisteminde seyrek görülür. Atardamarın iç ve orta gömleği arasında başlangıçta hafifçe kabarcık, sonraları yara halini alarak kireçleşen sarımtırak kitleler meydana gelir. Bunların içinde bol miktarda kolesterol, lipid ve şekilsiz saydam maddeler, çevresinde ise köpüksü ve yutar hücreler bulunur. Damar sertliği, atardamarlarda tromboza yol açabilir. Damar sertliğinin sebepleri pek çoktur: Kalıtım, ırk, beslenme (fazla yağlı maddelerle beslenme), travmalar, lipid metabolizması bozuklukları, kan basıncı yüksekliği, mikroplu hastalıklar (istisnaî olarak aort frengisi) damar sertliğinde rol oynar. Damar sertliği çok yaygın bir hastalıktır; ilk belirtileri 40-60 yaş arasında ortaya çıkar. Damar sertliği ile birlikte kan basıncı yüksekliği de bulunabilir (bu takdirde kan basıncı yüksekliği, sebep değil, sonuçtur). Yaşlılarda görülen, beyine, kalbe, böbreklere yeteri kadar kan gitmemesi gibi damar bozukluklarının çoğu, had tromboz olayları (beyin yumuşaması, miyokard enfarktüsü, kol veya bacakta kangren), damar yırtılmaları (beyinde kanama veya he-matom anevrizma) v.b. damar sertliğine bağlıdır. Damar sertliği lipid ve kolesterol metabolizmasında ve damar mezanşi-minde meydana gelen bozukluklarla bir arada görülür.
— Mad. oc. İki yanda bulunan toprağın yer değiştirmiş veya değiştirmemiş olmasına göre damarlar, ya fay, ya diyaklas tipindedir. Maden damarını çepçevre kuşatan topraklar bu damarların kenarlarıdır. Üstteki kenara çatı, yanlardakilere duvar denir. Kenarlar arasında kalan maden damarına ise damar kasası denilir. Kasaya bitişik olan çatı ve duvar, ayna adı verilen, kaygan, cilâlı veya çizikli yüzeyler halindedir. Bu kaygan yüzeyler, kırılan parçaların yer değiştirirken birbirine sürtünmesinden ileri gelir ve bazen üstleri salband denilen ince bir kil tabakasıyle örtülür. Bazı madenlerde ise, damar kenarlarının yüzeyi böyle düzgün ve kaygan değil, pürtüklü ve düzensizdir, hattâ mineralleşmiş olabilir. Bir damarın, geçtiği toprak tabakalarının yapısına göre değişen eğimi, genellikle fazla ve düzensizdir, doğrultusu ise düzgündür: bir damar, aşağı yukarı bir doğru boyunca uzanır. Bir damarın kalınlığı (açıklık veya kuvvet) ve mineralleşmesi, damarın her tarafında aynı değildir; bir ucundan öteki ucuna kadar mineralleşmiş damar pek azdır. Damarın, işletmeye elverişli derecede mineralleşmiş kısımları, genellikle maden sütunları denilen uzun tabakalar meydana getirir. Bazı sıkışmış damarların kalınlığı bir santimetreyi bile geçmez ve bu damar, galeri içinde bir iplik gibi gözükür. Böyle ince damarlar kendi haline bırakılarak, ileride, daha genişlediği zaman işletilmek üzere beklenir.
Boyları birkaç metreyi aşmayan damarlar olduğu gibi kilometrelerce uzayan damarlar da vardır. Kaliforniya’daki ünlü «Mot-her Lode» altın damarının boyu 200 km’yi biraz geçer. Derinlemesine genişlik ise her damarda farklıdır: 10 m’den 3 000 m’ye kadar olabilir, ancak belli bir derinlikten sonra mineralleşme görülmez; mineralleşme, derinliğine bağlı olarak da damarın yapısı ve maden filizi yönünden zenginliği değişir. Bir damar, çok ender olarak tek başına bulunur; genellikle, birbirine paralel veya bir noktadan dağılan çok sayıda kırıklardan doğan ve kesici damarlar denilen eğik, yan damarlar vardır. Kesici damarlar daha genç fay tabakaları ise, kesilen damarda ileri geri oynamalara yol açar. Böyle birbirini kesen damarların meydana getirdiği topluluğa, damar ağı veya damar şebekesi denir. Çeşitli tabakalardan geçen bir kırığın eğimi sert katmanlara rastladığı zaman düşeye yaklaşır, buna karşılık, şistli yumuşak katmanlarda eğimi çok daha azdır. Genellikle damarın genişliği, eğiminin dik olduğu yerlerde fazladır; buna karşılık eğimin az olduğu yerlerde, çatı duvarın üstüne kayacağından damar incedir. Bir maden damarı toprak yüzüyle aynı seviyede olduğu zaman sülfürlü madenler, oksijen ve karbon ga-
zıyle yüklü sızıntı sularının hücumuna uğrar ve maden oksitlerine dönüşür; bu olayın geçtiği üst kısım, damarın oksitlenme bölgesidir. Yüzeyde ise yalnız, piritlerin ve kuvarsla karışmış katı silisin oksitlenmesinden meydana gelen limonit kalır. Daha aşağıda, hidrostatik seviyeye yakın yerlerde, oksitli mineralleşme yüzeyden gelen etkin sularla zenginleşmiştir, bu kısım, madenin semantasyon bölgesidir. Hidrostatik seviyenin altında, genellikle gang içinde maden sülfürleri halinde bulunan maden filizi yer alır. Mineralleşme, çok sıcak akışkanlar yardımıyle ve kuvvetli basınç altında olur. Bu olay ilk önce, pekişme sırasında mineralleşmiş fümerolier çıkaran püskürük kayalar veya pegmatiklere yakın olan kısımda başlar. Sürekli inici olan öteki damarlar dolaşım sularıyle dolar. Ancak damarlar içinde en önemlisi, hidrotermal tipteki sürekli çıkıcı damarlardır. Bunlar, tahminen 500°den düşük sıcaklıkta ve derinliğe göre az veya çok kuvvetli basınç altında, derin püskürük kayaların pekişme sırasında çıkardığı sulu çökeltilerden meydana gelir. Oluşumları için gerekli sıcaklık ve basınç gittikçe azalmak üzere, bu damarlar sırayle hipotermal, mezo-termal ve epitermal olarak sınıflandırılır. Ortalama kalınlıkta (metre cinsinden) bir hidrotermal damarın dolması binlerce yıl sürer; kırılma boşluğu ise bu kadar uzun süre devam etmez ve dolma sırasındaki sarsıntılarla gitgide açılır. Bazı damarların şerit biçimindeki görünümü bu olaya bağlanabilir, öteki damarların kırık yüzlerinde fay kayşatları görülür. Bu kayşatlar mineralleşme sırasında aralıksız katmanların etrafında çökelerek kokart biçiminde bir örgü yapan minerallerle dolar ve breşli bir damar meydana gelir. Bazı damarlarda, içleri genellikle güzel kristallerle kaplı, jeot denilen çukurlar bulunur. Kuvars, granit, pegmatik, aplit, bazalt, andezit v.b. damarlarının kısır olanları da vardır.