Genel

kalp yetmezliği

kalp yetmezliği,

Böyle durumlarda kalp pili normal ileti başlayana değin geçici olarak ya da kalp blokunu önlemek amacıyla sürekli kullanılabilir.

Geçici uygulamada, ince tellere bağlı minyatür bir elektrot, genellikle koldaki bir toplardamardan sokularak kalbe kadar ilerletilir. Cihazın elektrik üreteci olan bölümü vücudun dışında bırakılır ve kalp vurumlan-nın düzenle sürmesini sağlar. Sürekli uygulamada, elektrot toplardamar yoluyla kalbe sokulur ya da ameliyatla kalp yüzeyine yerleştirilir. Elektrot genellikle sağ karıncıkta, elektrik üreteci sıklıkla köprücük kemiğinin altında deri altındadır.

Eşzamanlamasız ya da sabit olarak bilinen ilk kalp pilleri kalbin doğal ritmini baskılayarak düzenli uyanlar üretirdi. Ritimleri üretim sırasında ya da pili takan hekim tarafından düzenlenir, ayarlandıktan sonra düzenli aralıklarla elektriksel uyanlar üretmeyi sürdürürlerdi. Bu pillerin çoğu dakikada “Ö-75 vuruma ayarlanmıştı. Son yıllarda sapılan eşzamanlı piller yalnız normal kalp manvtv.’ kesildiği zaman kalp kasılmalannı mmrr 5_ :_r pillerin çoğu, norma/ kalp —t ar: ^ıkıkada 68-72’nin altma düştüğü ■—ar . -=r. verecek biçimde düzenlenmiş-m ı_ ıslıktan kaynaklanan uyanlan ■mronız r-jarlı bir elektrot taşır.

Car f— yerine yerleştirildikten sonra «r—-f tellerinin sık sık muayene edil-■es «riierez. Deri altına yerleştirilen «rsrcr r_c kaynağı düzenli aralıklarla, Jjji-c” c’ört beş yılda bir değiştirilir. n _er„ı:n çoğunda güç kaynağı olarak . plütonyum-238 gibi radyoaktif JBCO.İ-.:. ia kullamldığı üreteçler üzerine **scr=j-zr yapılmaktadır.

un sesi, kalbin çalışırken çıkardığı ses. ‘»eı-Tia. olarak stetoskopla dinlendiğinde aermi– .k: ayrı sesten birincisi yumuşak ve w*: İkincisi ise keskindir. Kulak-

sa t-t kirr.cıklann arasındaki kapakçıkla-w tiT^nrıasıyla oluşan birinci ses kanncık (sistol) başında duyulurken, aort ve akciğer kapakçıklarının mazi sonunda kapanması neden olur. Kamca^ e-evşemesi (diyastol) sırasında erken mmcn-âk ortaya çıkan ve kanncık duvannın HTrSî.™- eriyle oluştuğu düşünülen üçüncü «s •-r-uşak ve hafiftir; kimi zaman sağlıklı c*ırn;rre de duyulabilir. Dördüncü ses ise sırasında oluşur, ama normal du-•nmr.t~.-jjt duyulmaz. Kulakçık kasılması ile «arcofa boşalan kanın kalp duvarına çarp-sonucu oluştuğu düşünülen bu ses fonokardiyografiyle saptanabilir, sesinin artması ya da azalması, seslerin hwt.‘.i— amasındaki değişiklikler gibi nor-sapmalar, kalp hastahklannm araş-naiKjsmda ve hastalıklara tanı koymada aı önemlidir.

ve damar hastalıkları, kalp ve un—.– înn yapı ve işlevlerinin doğuştan ar.ez şa da sonradan oluşan bir bozukluk »«eriyle etkilenmesiyle ortaya çıkan has-au ;nn ortak adı. Yaşamın sürmesi için nh- işlev görmesi zorunlu olduğundan, laur durması yüzyıllardır ölümle eşanlamlı mcunuştur. Eski Yunanh hekim Hippo-«TJCis IÖ 5. yüzyılda, günümüzde kalp bağdaştırılan ani ölümü tanımladıy-a ca. kalp hastalığının ayrı bir olgu olarak «t*_l edilmesi 17. yüzyılda otopsi inceleme-emn yapılmaya başlamasıyla mümkün acu 20. yüzyılın başlannda atardamar kan msacımn ölçülmesi ve X ışınlan gibi tanı «.”■taaya yardımcı olan çeşitli yöntemlerin geıstmlmesi birçok kalp ve damar hastalınca ayırıcı tanı konmasını sağladı. Günü-sıiıie belirli bir toplulukta kalp ve damar lascaiıklannm görülme sıklığı ve görülen
hastalığın türü iklim koşullarından beslenme alışkanlıklarına ve sosyoekonomik koşullara kadar birçok etkene bağlıdır. Örneğin ABD ve İngiltere gibi ileri ölçüde sanayileşmiş ülkelerde damar sertliği ve buna bağlı kalp hastalıktan (örn. miyokart enfarktüsü) azgelişmiş ülkelere oranla daha sık görülür.

Doğuştan gelen yapı ve işlev bozukluklan çok sık rastlanmasa da, kalp ve büyük damarlan etkileyerek doğumdan hemen sonra, kimi zaman da yaşam boyu çok önemli dolaşım sorunlarına yol açar. Bu durumun nedeni genellikle annenin gebeliğin ilk aylannda geçirdiği bir enfeksiyon ya da kromozom bozukluğudur. Dölütte solunum, etene (plasenta) aracılığıyla annenin dolaşımından gaz alışverişi yoluyla gerçekleştiğinden, doğuştan bozuklukların doğumdan önce fazla etkisi olmayabilir. Ancak, -bozukluk doğumdan sonra dokulara oksijen gitmesini engellediğinden sakatlık ya da ölüme yol açabilir. Bebeklerde en sık görülen doğuştan bozukluklar, oksijenlen-miş kanın sol kalpten sağ kalbe, oradan da akciğerlere geri dönmesine neden olan geçişlerdir (şant). Oksijenlenmiş kan ile kirli kanın karışmasına neden olan yapı bozuklukları daha ağır tabloların ortaya çıkmasına yol açar. Dokuların yeterince oksijen alamaması derinin mavi renk almasına (siya-noz), büyüme ve gelişme geriliğine neden olur. Ender görülen ve mavi bebek hastalığı olarak da bilinen Fallot tetralojisinde kann-cık orta bölme açıklığı, akciğer kapakçığı darlığı ile sağ kanncıkta büyüme görülür; ayrıca, aort sağa kayarak kalbin iki yarısından da kan alabilecek pozisyona gelmiştir. Öbür doğuştan bozukluklar arasında aort ve akciğer atardamannın birbiriyle yer değiştirmesi, duktus arteriozus açıklığı ve aort yayı darlığı sayılabilir. Bu bozukluklann tümü dolaşım yetmezliğine yol açarsa da, hemen hepsi modem kalp cerrahisi yöntemleriyle doğumdan hemen sonra ya da çocukluk çağında düzeltilerek tedavi edilebilir. Sonradan gelişen kalp ve damar hastalık-lannın en sık rastlananlanndan biri koroner atardamar hastalıktandır. Koroner atardamarların sıklıkla damar sertliği nedeniyle daralması ya da tıkanması kalp dokusunun yeterince beslenememesine neden olur. Beslenme bozukluğu, ağırlığına göre şiddetli göğüs ağrıları ve spazmlara (anjina pekto-ris) ya da miyokardm bir bölümünde doku ölümüne (miyokart enfarktüsü) yol açar. Yüksek tansiyonla da yakından ilişkili olan koroner atardamar hastalıktan tedavi edilmezse ritim bozukluklan ve ani ölümle sonlanabilir.

Enfeksiyon hastalıkları da dolaşım sisteminde çeşitli bozukluklara yol açabilir. Bunların başında A grubu hemolitik streptokok türü bakterilerin yol açtığı ateşli romatizma gelir. Hastalık bakterilerin boğazda yerleşmesiyle başlarsa da kalbin içini döşeyen zarda (endokart), kalp kasında (miyokart), çevresini saran zarda (perikart) ve kapakçıklarda iltihaplanmaya neden olur. Bu bölgelerde bakteri, mantar ya da virüs kökenli başka iltihaplanmalar da oluşabilir. Frenginin geç dönemlerinde de kalpte, özellikle aort kapakçığında ve aortta yapı bozukluklan görülür.

Kalpteki ileti sisteminin herhangi bir nedenle bozulması aritmilerin ortaya çıkmasına neden olur. Başlıca ritim bozukluklan taşikardi, bradikardi ile kulakçık ve kann-cık fibrilasyonlarıdır. Kulakçıklar ile kann-cıklar arasındaki iletinin belirli bir noktada tam olarak kesilmesi ise kalp blokuna yol açar. Kalbi etkileyen bütün yapı ve işlev bozukluklarının sonucunda kalp yetmezliği gelişebilir.
1 Kalpa-sutra

Öteki damar hastalıkları arasında arterit, tromboflebit, atardamar-toplardamar fistül-leri, Buerger hastalığı, anevrizmalar, trom-bozlar ve damar sertliği sayılabilir. Yüksek tansiyon çok çeşitli etkenlere bağlı olsa, vücuttaki bütün organ ve dokulan etkilese de öncelikle bir dolaşım bozukluğu sayılmalıdır.

Kalp ve damar hastalıktan kan dolaşımını etkilediği için vücuttaki bütün dokularda bozukluklara neden olabilir. Bununla birlikte en sık rastlanan belirtiler koroner hastalıklanndaki ağn, kalp yetmezliğindeki kalp büyümesi, dokularda su tutulması (ödem), toplardamarlarda dolgunluk, karaciğerde büyüme ve yüksek tansiyon, damar tıkanmalannda tıkanan damarın beslediği bölgede solukluk, soğuma ve beslenme bozukluklan ile akciğerleri de etkileyen hastalıklarda görülen soluk darlığıdır.

Kalp ve damar hastalıklarında tam öncelikle fizik muayene ile konursa da elektrokardiyografi, anjiyografi, X ışınlan gibi yar-dımcı yöntemlerden de büyük ölçüde yararlanılır. Tedavide kullanılan ilaçlardan 6azı-lan koroner damar genişleticileri, tansiyon düşürücü ilaçlar, idrar söktürücüler, ağn kesiciler ve pıhtılaşmayı önleyen ilaçlardır. İlaçla tedavinin yetersiz kaldığı ya da yararlı olmadığı bazı durumlarda ameliyata başvurulur.

kalp yetmezliği, sağ ya da sol kalbin, kimi zaman da ikisinin birden vücudun gereksinimini karşılayacak miktarda kanı pompalaya-maması. Başlıca nedenleri arasında kor pulmonale(*), yüksek tansiyon, koroner damar sertleşmesi ve ateşli romatizma sayılabilir.

Sol kalp yetmezliğinde soluk darlığı, yatarken soluk alıp vermede güçlük ve akciğer toplardamarında kan basıncında artma; sağ kalp yetmezliğinde ise karaciğer büyümesi ve bacaklarda sıvı toplanması (ödem) görülür. Yetmezlik her iki karıncıkta da varsa kalpte büyüme ve ritim bozukluğu ortaya çıkar.

Tedavide hastanın dinlenmesi ve kendisini zorlayacak hareketlerden kaçınması gerekir. Kalp kasını güçlendirmek amacıyla dijitalin kullanılır. Sıvı toplanmasını önlemek için tuz aliminin kısıtlanması, sıvı atılımmın artınlması gerekir. Ayrıca yetmezliğin altında yatan neden ortadan kaldı-nlmalıdır. Ayrıca bak. kalp bloku; miyokart enfarktüsü.

Kalpa-sutra, Caynacılığm Şvetambara mezhebince büyük saygı gösterilen metin. Yirmi dört Cayna peygamberinin (Tirthan-karalar) yaşamlannı, başrahiplerin sıralanışını ve Paryushana şenliği sırasında keşişlerin izleyecekleri kurallan açıklar.

Beş uğurlu olay (göklerden iniş, doğum, ergenlik, kusursuz bilgiye erişme ve ölüm) ile son üç peygamber olan Arishtanemi, Parşvanatha ve Mahavira’nın, aynca 24 peygamberden birincisi olan Rshabanatha’ nın efsaneleri de bu metinde anlatılır. Öteki peygamberlerin listesi ve yaşamları da kısaca yer alır. Manastır kütüphanelerinde saklanan yazmalarının çoğu, Batı Hindistan minyatürleriyle zengin biçimde resimlendi-rilmiştir. Yılda bir kez Paryushana şenliği sırasında Kalpa-sutra yazması tören alayı tarafından taşınır ve keşişlerce halk önünr1” okunur. Kalpa-sutra’yı dinlemek büv;!’ erdem sayılır.

Kalpa-sutra, Hindulann k

kullandığı kılavuz metinlere v %van

metinlerden bazılan, Hindu di. a’daki

kutsal metinleri olan Vedalarla ilgili okullarda ortaya çıkmıştır. Her biri, okullarının üç kategoride izlediği usulleri {kalpa), kurban ayinlerini (Şrauta-sutra’lar), ev ayinlerini (Grhya-sutra’lar [*]) ve yaşam biçimini (Dharma-sutra’lar [*]) açıklar. Kolayca ezberlenebilmeleri için sutra’lara özgü özde-yişsel bir üslupla kaleme alınmıştır. Kalpa, vedanga (Veda’ya ekler) olarak adlandırılan altı bilgi dalından birini oluşturur. Bu metinlerin insan elinden çıktığı kabul edildiği için Smrti (gelenek) sayılırlar; önceki Veda metinleri ise Şruti (vahiy) sayılır.

kalpak, silindir ya da yukarıya doğru hafifçe daralan kesik koni biçiminde, deri ya da kürkten yapılan siperliksiz başlık. En yaygını kuzu postundan olandır, kalitelileri ise astragandan yapılır. Kalpak OsmanlIlarda halk arasında çok yaygın değildi, daha çok azmhklarca kullanılırdı. Çeşitli mesleklerden kişiler, rengi ve biçimi mesleğe göre değişen kalpak giyerlerdi. Kalpak Osmanlı ordusunda yalnız topçu ve süvari sınıflarında kullanılırdı. Kumbaracı Ocağı neferleri de “şubara” denen bir tür kalpak giyerlerdi. II. Meşrutiyet’ten (1908) sonra subaylar, biçimi fese benzeyen kalpak giymeye başladılar. Bu kalpağın yalnız çevresinde post olur, tepesi ve tablası çuhadan yapılırdı. Fazla yaygın olmamakla birlikte, Osmanlı sınırlan içindeki değişik yörelerde Tatar kalpağı, Çerkeş kalpağı, Acem kalpağı, Bulgar kalpağı ya da Macar kalpağı gibi değişik ad ve biçimlerde kalpaklar giyilirdi. Askeri kalpaklar I. Dünya Savaşı ve sonrasında seferde giyilmedi, yalnızca törenlerde kullanıldı. Erzurum Kongresi’nden sonra Mustafa Kemal’in giydiği yukarıya doğru hafifçe genişleyen, tepesi biraz şişkin, siyah kuzu postundan kalpak “Kemali” diye anıldı, askerler ve siviller arasında moda oldu ve Kurtuluş Savaşı sırasında Kuva-yı Milliye’nin simgesi haline geldi. 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusu oluştuğunda, haki renkli üniformayla birlikte kalpak ya da sipersiz kasket giyilmeye başladı. Cumhuriyet’in ilanından sonra çıkarılan Şapka Kanunu (1925) ile fes ve öteki başlıklarla birlikte kalpak da kullanılmaz oldu.

kalpazanlık, çıkar için sahte para basma ya da taklit bir şeyi aslıymış gibi vererek başkasını dolandırma. Paranın özel önemi ve taklit için gereken yüksek teknik beceri nedeniyle, kalpazanlık genel olarak sahtekârlıktan farklı bir suç biçiminde ele alınır.

1929’da Cenevre’de düzenlenen konferans sonunda 32 büyük devletin imzaladığı sözleşmeyle, kalpazanlığa ilişkin hükümlerde belirli bir tekörneklik sağlanmıştır. Türkiye’nin 4 Mayıs 1936 tarihli yasayla katıldığı bu sözleşme, ulusal paraların yanı sıra yabancı paralan taklit edenlerin de cezalan-dınlmasını ve kalpazanlık suçu işleyen yabancı uyruklu suçlulann kendi ülkelerine iade edilmesini öngörür. Kalpazanlığın, genellikle hapsi gerektiren bir suç olarak kabul edilmesine karşın, kalpazanlığa katılma, kalpazanlık için gerekli donanımı bulundurma, piyasaya sahte para sürme, bu cins para taşıma gibi suçlara daha hafif cezalar verilir. Türk Ceza Kanunu’nun 316. maddesine göre paralarda, “itiban amme kâğıtlan”nda ya da değerli damgalarda sahtekârlık yapmanın cezası 3 yıldan 12 yıla kadar hapistir.

Uluslararası polis örgütü Interpol’un kurulmasında kalpazanlıkla mücadeleyi örgütleme düşüncesi önemli rol oynamıştır.
kalpkalbekarşı (Ceropegıa woodii), kalp-çiçEGt olarak da bilinir, ipekotugiller (As-clepiadaceae) familyasından, evlerde ve seralarda yaygın olarak yetiştirilen süs bitkisi. Anayurdu Güney Afrika’dır. Küçük yumru köklerden çıkan sarkık ipliksi gövdeleri ve karşılıklı dizilen kalp biçimli yaprakları vardır.

kalsedon, kadiköytaşi ya da kalkeduvan olarak da bilinir, silis minerali kuvarsın(*) çok ince taneli (kriptokristalin) bir türü. Çakmaktaşının bir başka biçimi olan kalsedon, balmumu parlaklığında memeler ya da sarkıtlar oluşturur. Yapısı sık liflidir ve ince kıymıklar halinde aynlır. Çok değişik renklerde bulunabilir; en sık rastlananlan ise mavimsi-beyaz, gri, sarı ve kahverengi olan-landır. Öteki fiziksel özellikleri kuvarsınki-nin aynısıdır (bak. silis mineralleri [tablo]).

Kalsedon çağlar boyunca kuyumcuların ve mücevher yapımcılannın en çok kullandığı taş olmuştur. Pek çok renkli türü günümüzde de süs taşı olarak kesilip cilalanmaktadır. İçerdiği su ve hava kabarcıklan dışarıdan görülebilen yarısaydam ve içi boşluklarla dolu kalsedon yumrulanna da rastlanmıştır.

kalsilit, nefelinin bir türü olan feldispatoit minerali. Ayrıca bak. nefelin.

kalsit, en sık rastlanan doğal kalsiyum karbonat (CaCOı) minerali. Çok çeşitli ve güzel görünümlü kristaller halinde gelişir. Kimyasal bileşimi aragonit ve vateritinkinin aynısı olmakla birlikte, kristal yapısı onla-
Bir tür kalsit olan İzlanda spatı

Eric L. Heyer-Grant Heilman
nnkinden farklıdır. Kalsit, Yer yüzeyinde ya da yüzeye yakın kesimlerde geçerli olan tüm sıcaklık ve basınç koşullarında kararlı bir yapı gösterir; bu nedenle öteki kalsiyum karbonat türlerinin hepsinin jeolojik zaman içinde kalsite dönüşmüş olduğu kabul edilir. Aynntılı fiziksel özellikleri için bak. karbonat mineralleri (tablo).

Kalsit, kireçtaşının ve onun başkalaşmış (metamorfik) eşdeğeri olan mermerin başlıca mineral bileşenidir. Omurgasızların kabuklarında da bulunur. Organik asitler ya da çözünmüş karbon dioksit (CO2) içeren yeraltı suyunda kolayca çözünür, CO2 uçtuğunda ise çökelir; kireçtaşı mağaraları ve mağaralardaki sarkıt ve dikitler, kaynarca-lann çevresindeki kütlesel traverten kuşaklan, akarsularda ve kaynaklarda rastlanan süngersi kalkerli pamuktaşlan bu biçimde gelişir.

Kalsit adı 1845’ten beri kullanılmaktadır; buna karşılık mineralin kendisi kalkerli spat olarak çok eskiden beri biliniyordu ve bunun saydam bir türü olan İzlanda spatı oldukça iyi incelenmişti. 1669’da Erasmus Bartholin, İzlanda spatının güçlü çiftkırıcı etkisini ve kusursuz yanlma özelliğini aynn-tılı olarak tanımladı. Benzer bir çalışmayı 1678’de, çiftkırılma olayını inceleyen Chris-tiaan Huygens de gerçekleştirdi. R. J. Haüy ise, 1781-1801 arasında kalsitin yanlmasım ve kristal biçimlerini araştırdı ve bulgularından kalkarak bir kristal yapısı kuramı
geliştirdi. 1808’de Etienne-Louis Malus, İ landa spatıyla ışığın kutuplanmasını ke etti. 1924’te de Sir Lawrence Bragg, kals teki atomların dizilişini inceledi ve 1 mineralin kırma indislerini hesapladı.

İlk kez 17. yüzyılda İzlanda’nın do] kıyılanndan elde edilen İzlanda spatı, Nic ve Ahrens prizmaları gibi ışığı kutuplay; prizmalarda ve mikroskoplarda, poları koplarda ve öteki optik aygıtlarda kull nılır.

kalsitonin, tirokalsitonİn olarak da bi nir, insan ve öbür memelilerde tiroit bezi deki parafoliküler hücrelerden salgılan; protein yapılı hormon. Kuşlar, balıklar ‘ memeli olmayan öbür omurgalılarda ulı mabranşiyal bezlerden salgılanır. Kalsitonin, normal değerlerin üstüne çıkı ğında kandaki kalsiyum miktarının düşmes ni sağlar. Paratiroit bezinden salgılan; parathormona zıt etki yapar.

kalsiyum (Ca), periyodik tablonun I] grubunda yer alan toprak alkali metallı grubundan kimyasal element. Bolluk bak mından yerkabuğundaki elementler arasıı da beşinci, insan vücudundaki metalik el< mentler arasında ise birinci sırayı alır.

Bulunduğu yerler, özellikleri ve kullanu alanları. Gümüş griliğinde, oldukça se: ama buna karşılık hafif bir metal ola kalsiyumu ilk olarak 1808’de Sir Humphı Davy, bir kireç ve cıva (II) oksit karışımını elektrolizi sonucunda oluşan amalgamda cıvayı damıtarak ayırdı. Bunun sonucund; çok eski çağlardan beri bilinmekte ve kulU nılmakta olan kirecin, kalsiyum oksit oldı ğu anlaşıldı.

Doğada serbest halde bulunmayan kals: yum, bileşikler halinde çok yaygındır v Ay yüzeyinin yüzde 8’ini, yerkabuğunu ise yüzde 3,64’ünü oluşturur. Kireçta şında, tebeşirde, mermerde, dolomitte, yu murta kabuğunda, incilerde, mercandc sarkıt ve dikitlerde ve pek çok deni hayvanının kabuklarında kalsit (kalsiyur karbonat) olarak yer alır. Kalsiyum fosfa ise dişlerin ve kemiklerin başlıca inorganil bileşenidir, ayrıca apatit mineralinde bulu nur. Kalsiyum ayrıca flüorit, aragonit vı alçı gibi pek çok başka mineral ile feldis patlar ve zeolitlerin çoğunun önemli bi bileşenidir.

İnsan vücudunun yüzde 2’si kalsiyumdu ve beslenmedeki başlıca kalsiyum kaynağ süt ve süt ürünleridir. Özellikle bebeklerdi ve çocuklarda D vitamini eksikliği, kalsiyu mun mide-bağırsak kanalından hücredış sıvıya emilmesini önlediğinden raşitizm has talığma neden olur (bak. kalsiyum eksik üği)-

Önceleri susuz kalsiyum klorürün elektro liziyle elde edilen an kalsiyum metali günü müzde sanayide, kirecin ısıtılan bir imbikte düşük basınçta alüminyumla indirgenmes: ve buharlaşan kalsiyumun bir yoğuşturucu-da toplanması yoluyla üretilir.

Kalsiyum metali alüminyum, bakır, kurşun, magnezyum ve öbür ana metallerir alaşımlama maddesi olarak; nikel, çelik, kalaylı tunçlar ve bazı yüksek sıcaklık alaşımlannın oksitlenmesini önleyici olarak; havası boşaltılmış elektron lambalarında kalan eser miktardaki gazlarla birleşerek tam bir boşluk yaratmada getter (ampul temizleyici) olarak; krom, toryum, uranyum, zirkonyum gibi metallerin, oksitlerinden hazırlanmasında indirgeyici olarak ve organik sıvılann suyunu alma maddesi olarak kullanılır. Yüzde 0,04 kalsiyum içeren kurşunlu alaşımından ise telefon kablo kılıf-lannın ve akümülatörlerin ızgaralarının yapımında yararlanılır. Bir kalsiyum oksit

kütlesinin oksihidrojen aleviyle akkor sıcaklığa ısıtılması yoluyla elde edilen yumuşak ve çok parlak kalsiyum ışığından eskiden sahne ışıklandırmasında yararlanılırdı.

Doğal kalsiyum, altı kararlı izotopunun karışımı halinde bulunur; bunlar, kalsi-yum-40 (yüzde 96,94), kalsiyum-44 (yüzde 2,09), kalsiyum-42 (yüzde 0,65) ve çok az oranlarda kalsiyum-48, kalsiyum-43 ve kal-siyum-46’dır. Metal halde oksijen, su buharı ve azotla çok yavaş tepkimeye girerek sarı renkli bir oksit, hidroksit ve nitrür katmanıyla kaplanır. Havada ya da arı oksijenle yandığında oksit oluşturur; ılık suyla kolayca, soğuk suyla yavaş tepkimeye girerek hidrojen açığa çıkanr.

Başlıca bileşikleri. Kalsiyumun en önemli bileşiği kireçtaşlanmn, mermerlerin, tebeşirlerin, inci kabuklarının ve mercanların başlıca bileşeni olan kalsiyum karbonattır (CaCCb) ve doğal kaynaklardan elde edilen bu bileşik seramik, cam gibi çeşitli ürünlerde dolgu maddesi ve kalsiyum oksit üretiminde başlangıç maddesi olarak kullanılır. Yapay olarak elde edilen kalsiyum karbonattan (çöktürülmüş kalsiyum karbonat olarak bilinir) ise anlığın önemli olduğu anti-asitlerde ve kalsiyum eksikliğinin tedavisinde uygulanan ilaçlarda, kabartma tozu gibi gıda maddelerinde ve laboratuvar çalışmalarında yararlanılır. Beyaz ya da grimsi beyaz renkli bir katı olan ve kireç ya da sönmemiş kireç olarak bilinen kalsiyum oksit (CaO), kalsiyum karbonatın kavrularak karbon di-oksitinin uçurulmasıyla üretilir. Bilinen en eski kimyasal tepkime ürünlerinden biri olan kireç, yapı malzemesi ve gübre olarak yaygın biçimde kullanılır. Çeşitli sanayi süreçlerindeki nötrleştirme tepkimelerinde de yararlanılan kalsiyum oksit, kalsiyum karbür (CaC2) üretiminin de başlangıç maddesidir. Karpit ya da kalsiyum asetilür olarak da bilinen ve grimsi-siyah renkli bir katı olan kalsiyum karbür bileşiği, suda bozunduğunda yanıcı asetilen gazı ve kalsiyum hidroksit [Ca(OH)2] oluşturur; bu bozunma tepkimesinden, çeşitli malzemelerin kaynaklanmasında önemli bir yakıt olan asetilen üretiminde yararlanılır. Gübrelerin bir bileşeni olan kalsiyum karbür, bazı plastik reçinelerin başlangıç maddesi olan kalsiyum siyanamitin eldesinde de kullanılır.

Sönmüş kireç olarak da bilinen kalsiyum hidroksit [Ca(OH)2İ, suyun kalsiyum oksit üzerine etkimesiyle üretilir ve suyla kanştı-nldığmda bir miktar çözünerek, kireçsuyu olarak bilinen çözeltiyi ve içinde asıltı halinde yer aldığı kireçsütünü oluşturur. Kalsiyum hidroksit sanayide baz olarak kullanılır, ayrıca harçlann, sıvalann ve çimentonun da bileşenidir.

Kalsiyumun önemli bir başka bileşiği de renksiz ya da bevaz bir katı olan kalsiyum klorürdür (CaCİ2j. Kalsiyum klorür, Solvay işlemiyle sodyum karbonat üretiminde bir yan ürün olarak büyük miktarlarda üretilir, aynca hidroklorik asitin kalsiyum karbonat üzerinde etkimesiyle de hazırlanabilir. Susuz halde de kurutma maddesi olarak kullanılır. Ağartma tozu olarak yaygın biçimde kullanılan kalsiyum hipoklorit [Ca-(C1C>2)] ise klorun kalsiyum hidroksit üzerine etkimesiyle üretilir. Kalsiyum ve hidrojenin doğrudan tepkimeye girmesiyle oluşan kalsiyum hidrür (CaH2) suyla karıştığında hidrojen gazı açığa çıkar.

Kalsiyum sülfat (CaS04) doğal olarak bulunan bir kalsiyum tuzudur. Jips (alçıta-şı) ise, kalsiyum sülfatın çift hidratlı (CaS04-2H20) bir türüdür. Jips ısıtıldığında kristal suyunun dörtte üçünü kaybederek yarım hidratlı alçıya (CaS04-V2H20) dönüşür. Alçı suyla karıştınldığında yeniden çift
hidratlı biçimine dönüşerek sertleşir. Yeraltı sularında bulanan kalsiyum sülfat, suya, kaynatıldığında bile giderilemeyen kalıcı bir sertlik verir. Kalsiyum fosfatlar doğada çeşitli biçimlerde ve bol miktarda bulunur. Örneğin üçüncül bir fosfat olan çöktürülmüş trikalsiyum fosfat [Ca3(PÖ4)2], kemiğin ve kemik külünün başlıca inorganik bileşenidir. Fosfat minerallerinin sülfürik asitle işlenmesiyle hazırlanan ve birincil fosfat kalsiyum dihidrojen fosfat olan [Ca(H2PC>4)2] gübre ve plastik üretiminde kararlılaştırıcı olarak kullanılır.
atom numarası atom ağırlığı erime noktası kaynama noktası özgül ağırlığı değerliği
elektronların yerleşimi 2-8-8-2 ya da

\s12s12p’is13pbAs1

kalsiyum eksikliği, vücutta birçok fizyolojik işlev için gerekli olan kalsiyumun besinlerden yeterince alınamaması ya da bağırsaklardan emilememesi. Kalsiyumun dokularda kullanılabilmesi için C ve D vitaminlerinin de olması gerekir; ayrıca kandaki fosfor ile kalsiyumun birbirine oranları da kullanımı etkiler.

Doğada bol miktarda bulunan kalsiyum insan ve hayvanda kemik ve dişlerin yapısında yer alır; kaslann gerginliği ve kalbin çalışmasında, gebelik ve doğumdan sonra süt yapımında ve dölyatağının ritmik kasıl-malannda da rolü vardır. Incebağırsaklarda vitaminler, süt şekeri (laktoz) ve mide asitleriyle etkileşime girerek emilir. Oksalik asit, fitik asit, yağ, posalı maddeler ve fosfatlarda çözünmesi güç olduğundan bu maddelerin yaygın olarak bulunduğu ortamda emilimi güçleşir. Paratiroit ve tiroit bezlerinin salgıladığı hormonlar kalsiyumun vücut dokularında belirli bir yoğunlukta kalmasını sağlar. Bu denge bozulduğunda eksiklik belirtileri ortaya çıkar; kemikler ve dişlerde yeterince kalsiyum birikmemesi osteoporoz ve kemik yumuşamasına (os-teomalasi) yol açar. İstenç dışı kasılmalar (tetani), gelişim bozukluğu ve raşitizm görülür.

Kalsiyum süt, peynir ve öbür süt ürünlerinde, yeşil sebzeler ve çeşitli deniz ürünlerinde bol miktarda bulunur.

kalsiyum ışığı, kalsiyumun yakılmasıyla elde edilen sahne aydınlatma ışığı. 1816’da Thomas Drummond tarafından geliştirilmiştir. Bir kalsiyum kütlesinin, hidrojen ve oksijen aleviyle akkor sıcaklığa kadar ısıtılmasıyla elde edilir. Sonuçta yumuşak, çok parlak ve odaklaştırılabilen bir ışık elde edilir. İlk olarak 1837’de sahnelerde kullanılmaya başlamış ve 1860’larda hızla yaygınlaşmıştır. Son derece yoğun olduğundan spotlarda ve günışığı ya da ayışığı gibi efektlerde kullanılmıştır. Ne var ki kalsiyum ışığı, ancak birkaç ışıkçının yardımıyla çalıştınlabiliyordu. 19. yüzyılın sonlarında kalsiyum ışığının yerini elektrikli spot lambaları aldı.

kalsiyum sülfat, doğal kalsiyum tuzu. Çoğunlukla çift hidratlı (CaSÖ4.2H2Ö) türü olan jips (alçıtaşı) halinde bulunur. Beyaz renkli bir parlatma tozu olan kalsiyum sülfattan, alçı, çimento ve beyaz pigment yapımında yararlanılır. Aynca kâğıt üretiminde tutkallama maddesi olarak kullanı-lar. Aynca bak. kalsiyum.

Kaltenbrunner, Ernst (d. 4 Ekim 1903, Ried im Innkreis, Avusturya-Macaristan -ö. 16 Ekim 1946, Nümberg, Almanya), AvusturyalI Nazi ve Avusturya SS’lerinin (Schutzstaffel) önderi.
Linz’deki devlet okullannda ve Prag Üni-versitesi’nde öğrenim gördü. 1932’de Nazi-lere katıldı ve 1935’te Avusturya’daki SS’le-rin önderliğini üstlendi. Anschluss’tan(*) sonra AvusturyalI SA’ların (Sturmabtei-lung) yasal başkanı oldu. Aynca Avusturya’nın güvenlikten sorumlu devlet bakanlığına getirildi ve bu görevi 1941’e değin sürdürdü. 30 Ocak 1943’te Güvenlik Baş-müdürlüğü’nün (Sicherheitshauptamt) başına getirildi. Reinhard Heydrich Haziran 1942’de Çekoslovak yurtseverleri tarafından öldürülünce Devlet Güvenlik Başmü-dürlüğü’nün (Reichssicherheitshauptamt) başkanlığına atandı. Bir Yahudi düşmanı olan Kaltenbrunner’in, 1942’de yapılan bir konferansta, Yahudilerin yok edilmesinde gaz odalarının kullanılması konusunda Heinrich Himmler’le anlaştığı söylenir. 15 Mayıs 1945’te ABD birlikleri tarafından yakalandı ve 29 Ağustos 1945’te Nümberg’ deki Uluslararası Askeri Mahkeme’de savaş suçlusu olarak yargılandı. 1 Ekim 1946’da insanlık ve savaş suçları işlemekten suçlu bulunarak idama mahkûm edildi.

kalubela, Tanrı ile insanlann ruhlan arasında yapılan sözleşmeyi simgeleyen “evet dediler” anlamındaki deyim. Kuran’a (Araf 172-173) göre Tann, bütün insanlan kendi kendilerine tanık tutarak onlara elestü bi-rabbiküm (Rabbiniz değil miyim?) biçiminde seslenmiş, onlar da bela (evet) diyerek yanıtlamışlardır. Bu sözleşme, kıyamet gününde insanın, Tann bilgisinin kendisine atalannca verilmediği gibi bir gerekçeye sığınamaması için yapılmıştır. Sözleşmenin gerçekleştiği toplantı, Tanrı’nın elestü sözü nedeniyle bezm-i elest (elest meclisi), sözleşme de insanın bela yanıtı. nedeniyle kalubela olarak adlandırılır.

Kuran yorumculannın (müfessir) bir bölümü Kuran’da geçen bu sözleşmeyi bütünüyle simgesel sayarlar. Onlara göre Tann, bu âyetlerle insanın doğasına Tanrı düşüncesini yerleştirdiğini, insanı gerçek inancı kavrayacak yetenekte yarattığını anlatmak istemiştir. Başka yorumcular ise sözleşmenin gerçekten yapıldığını savunmakla birlikte ne zaman yapıldığı konusunda farkh görüşler öne sürerler. Bir görüşe göre olay Adem’in yaratılışı sırasında olmuştur. Tann Adem’i yarattıktan sonra kıyamete kadar yaşayacak bütün insanlann ruhlarını da yaratmış, onlara konuşabilme yeteneği vermiş, elestü birabbiküm sorusunu yönelterek yanıtım almıştır. İkinci görüşe göre sözleşme her kuşakta yinelenmekte, babanın dölünde soyu yaratıldığı zaman, ana rahmine geçmeden önce sözleşme yapılmaktadır. Üçüncü görüşe göre insan ergenlik çağına geldiği zaman onun soyuyla sözleşme yapılır. En çok benimsenen son görüşe göre ise insan ana rahminde iken, kendisine ruh verildiği zaman elestü birabbiküm seslenişiyle karşılaşır ve bela yanıtım verir.

Kaluga, Rusya Federasyonu’nun batı kesiminde yönetim birimi (oblast). Moskova yönetim biriminin güneybatısında, Oka Irmağının yukarı havzasında yer alır. Yüzölçümü 29.900 km2’dir. Genellikle bataklık olan geniş vadileri ve Orta Rusya Platosunun bir bölümünü kapsar. Meşe, ladin, çam ve kayın ağaçlarından oluşan ormanlar günümüzde bölgenin yalnızca üçte birini kaplamaktadır; ormanlann büyük bölümü bölgeyi tarıma açmak amacıyla kesilmiştir. Kara ikliminin egemen olduğu bölge yılda ortalama 600 mm yağış alır. Tahıl, keten, kendir ve hayvan yemi üretimiyle hayvan besiciliği oldukça gelişmiştir. Kaluga’daki

küçük kentlerin başlıca sanayi dallan tanm-sal ürünlerin işlenmesi, hafif makine sanayisi, kerestecilik ve özellikle kuzeydoğuda önem kazanan dokumacılıktır; bölgede bir miktar linyit çıkarılır. İlk Sovyet atom santralı 1955’te Obninsk’te inşa edilmiştir. Yönetim merkezi Kaluga kentidir. Nüfus (1983 tah.) 1.020.000.

Kaluga, Rusya Federasyonu’nda Kaluga yönetim biriminin (oblast) merkezi kent. Moskova’nın batısında, Oka Irmağı kıyısın-dadır. 14. yüzyılda Tatar saldırılarına karşı Moskova Prensliği’nin güney sınırlannda bir kale olarak kuruldu. 17. yüzyılın başında Kazak saldınlarından, vebadan ve yangınlardan büyük zarar gördü. 1941 kışında Almanların eline geçti. Kentte, türbin, demiryolu donanımı ve çeşitli tüketim malları üretilir. Vyazma-Tula demiryolunun üzerinde, hattın Moskova-Kiev demiryoluyla kesiştiği noktanın yakınlarında yer alır. Nüfus (1989) 312.000.

Kalulushi, Zambia’da, Copperbelt ilinin kuzeydoğusunda kent. Zaire sının yakınındadır. Lusaka’ya karayoluyla yaklaşık 280 km uzaklıkta bulunan kentin Kitwe, Luans-hya ve Chingola gibi öteki madencilik merkezleriyle karayolu bağlantısı vardır. Yörede 1920’lerin başında bakır bulunmasından sonra madencilikle bağlantılı sanayilerin gelişmesi, kırsal kesimlerden göçmen akınına yol açmıştır. Kentte kobalt ve selenyum gibi madenler de çıkanlır. Öteki sanayi ürünleri arasında, gıda ve içecek, ağaç ürünleri, plastik maddeler, metal eşya ve kimyasal maddeler sayılabilir. Nüfus (1980 geç.) 59.213.

Kalusalar, geçmişte yaşamış Kuzey Amerika Yerli kabilesi. Güneybatı Florida kıyısının Tampa Körfezi ile Sable ve Florida burunlan arasında kalan kesiminde, kıyı boyunca uzanan alçak mercanadalarda yaşarlardı. Topraklannm iç kesimlere, Okeechobee Gölüne kadar yayıldığı yolunda bir görüş de vardır. Bağlı oldukları dil ailesi belirsizdir.

1650’de 50 köye dağılmış olan Kalusalann nüfusu yaklaşık 3 bindi. Geçimlerini tanından çok denizden sağlar, deniz kabuklan ile balık kemiklerinden alet ve silah üretirlerdi. Kulübelerini büyük kazıklar üzerine ahşaptan yaparlar, tapınaklannı düz tepelerde kurarlardı. Acımasız birer savaşçı ve usta birer denizciydiler. Ağaç oyarak yaptıklan kanolarla Florida kıyısı boyunca dolaşırlardı. Çok eskiden tutsaklannı kurban ettiklerine ve insan eti yediklerine ilişkin belirtiler vardır.

Kalusalar, Küba ve öteki Antil Adalanna giderek balık, deri ve kehribar ticareti yaptılar. 16. yüzyılda art arda gelen İspanyol kâşiflere karşı kıyılarım savundular. Bir görüşe göre, Krik ve İngiliz istilaları sonucunda 18. yüzyılda Küba’ya göç ederek dağıldılar. 19. yüzyıl başlannda Florida’ya yerleşen Seminoleler ise, Oklahoma’ya sürüldüklerinde Kalusalann son üyelerinin de kendileriyle birlikte batıya gittiğini öne sürmüşlerdir.

Kalustyan. Şınork, asıl adı arşak (d. 29 Eylül 1913, İğdeli köyü, Yozgat – ö. 6 Mart 1990, Eçmiadzin, Ermenistan), Türkiye’deki Ermeni Kilisesi’nin 82. patriği.

Tanınmış ve varlıklı bir aileden geliyordu. 1927’de Kudüs Ermeni Patrikhanesi’nin Ruhban Okulu’na girdi, 1932’de sargavak (diyakoz) oldu. 1935’te ruhani yaşama katili. 1937’de Kudüs Patrikhanesi basımevi-nin yönetimini üstlendi ve yayın organı Sion
dergisinin yazı işleri müdür yardımcılığına getirildi. Aynı yıl rahiplik rütbesine yükseldi. Ardından patrikhanenin yönetim kurulu üyesi oldu. Kısa süre sonra Hayfa Ermenilerinin ruhani başkanlığına atandı. Sırasıyla Antilyas Katoğıkosluğu ilahiyat okulunun müdürü (1941-44), Londra Ermenilerinin ruhani başkanı (1945-48), Paterson ve Ne-wark Ermenilerinin dinsel önderi (1948-52), Califomia Ermenilerinin ruhani başkanı

(1952) olarak görev yaptı. 1955’te, Eçmiad-zin’de piskoposluğa getirildi. 1956’da, Ermeni piskoposlannın Kahire’de toplanan meclisine katıldı. 25 Mart 1957’de, Kudüs Patrikhanesi’nin sorumlu hazine müdürlüğüne atandı.

1960’ta İstanbul’a gelen Kalustyan, Patrik Karekin Haçaduryan’nın ölümü üzerine 11 Ekim 1961’de patrik seçildi. Bu seçimin 25 Aralık 1961’de Bakanlar Kurulu’nca onanması üzerine 3 Ocak 1962’de Meryem Ana Kilisesi’nde yapılan törenle resmen göreve başladı.

İstanbul Ermeni patrikleri arasında en uzun süre bu makamda kalan Kalustyan’ın yapıtları arasında Abak Şapat (1974; Büyük Hafta), Dağavar Döner (1976; Büyük Yortular), Astvadzaşınçakan Surper (1977; Kitabı Mukaddes’teki Azizler), Hatnakrisdo-neakan Surper (1978; Bütün Hıristiyan Azizleri) sayılabilir. Aynca Saints and Sac-raments (1958, 1964; Azizler ve Kutsama Törenleri) adlı İngilizce bir incelemesi vardır.

Kalvencilik, Hıristiyanlıkta, Jean Calvin’ in(*) ve izleyicilerinin geliştirdiği Protestan ilahiyat akımı. Kalvenciliğe dayalı öğreti ve uygulamalar Reform ve Presbiteryen kiliselerinin ayırt edici özelliği olmuştur.

Calvin kendi ilahiyat kuramında, Kitabı Mukaddes’ten kaynaklanan öğretilere mantıksal bir kesinlik kazandırmasa da bunları dengeli ve bağdaşık bir bütün içinde sunmuştu. Buna karşılık Calvin’in izleyicileri, onun kendi öğretisinden çıkarmaya yanaşmadığı sonuçlan çıkarmaya yöneldiler. 1564’te Calvin’in ölümünden sonra Kalvenciliğin yeni bir biçimi gelişmeye başladı; daha kuralcı bir öğreti ve disiplin ortaya çıktı. Cenevre’de Calvin’in yerini alan The-odore de Beze, örneğin kurtuluşa erecek kullann ezelden belirlendiği yönündeki kader öğretisini, skolastikler gibi Tanrı ve tannsal takdir bağlamında ele almaya yöneldi. Oysa Calvin bu konuyu Hz. İsa’nın tannsal kişiliği ve göreviyle ilişkilendirmişti. Böylece, Beze’in yaklaşımıyla Kalvenci öğretiye spekülatif bir belirlenimcilik egemen oldu. Kitabı Mukaddes’in harfi harfine Tann esininden kaynaklandığını vurgulayan BĞze, yalnızca bütün kilise üyelerini eşit sayan ve kilise görevlilerini seçimle belirleyen Presbiteryen örgütlenmenin doğru ve geçerli olduğu sonucuna vardı. Beze’in yanı sıra İngiltere’de Thomas Cartvvright, İskoç-ya’da da Andrew Melville gibi izleyicileri, Presbiteryen örgütlenmenin kilisenin temelini oluşturduğunu öne sürdüler. Dort Sino-du’nun (1618-19) onayladığı yasalar Calvin sonrası Kalvenciliğin belirgin bir tanımım ortaya koydu, bu arada Hz. İsa’nın yalnızca Tanrı’nın seçilmiş kulları için can verdiği inancını vurguladı. Oysa Calvin hiçbir zaman bu görüşü doğrudan savunmamıştı.

Beze’in Kalvenciliğindeki belirlenimci yaklaşım, ahit ilahiyatıyla birlikte değişikliğe uğradı,. Bu ilahiyat akımına göre, Tann’ mn Hz. Âdem’den Hz. İsa’ya değin insanla yaptığı ahitler, ahlak yasaları aracılığıyla insanın günlük yaşamında Tann buyruklan-na uymasını öngörüyordu. Tanrı ile insan arasında Hz. İsa aracılığıyla gerçekleşen ahit ise kayraya dayanıyordu. İngilizce ko-
nuşulan ülkelerdeki Presbiteryenlerin uzun yıllar standart inanç belgesi olan Westmins-ter İtikatnamesi (1646), ahit ilahiyatından etkilenmişti.

Calvin’in özgün ilahiyatının uğradığı bir başka değişiklik ise İngiliz Püritenlerı arasında kişisel kurtuluş yönünde pietist ve pragmatik bir ilginin gelişmesiydi. 18. yüzyılda Jonathan Edvvards ve George Whitefi-eld gibi Protestan din adamlan kişisel uyanış deneyimini ve Dort Yasaları’nda dile gelen önlenemez kayra öğretisini vurguladılar. Kalvenciliğin bir başka biçimi ise 16. yüzyılda yaygınlaşarak Reform ve Presbiteryen kiliselerini ortaya çıkaran kilise örgütlenmesi, ibadet ve ilahiyat anlayışında anlatımını buldu.

Kalvis, kalvaitis olarak da bilinir, Litvan-ca kalvelis, Letonca kalejs, Baltık dininde, genellikle dev bir demir çekiçle ilişkilendiri-len tannsal demirci. Eski Yunan’daki Hep-haistos ve Vedalardaki Tvastr’ın geleneğini sürdürür. Ejderhaları öldürdüğüne de inanılır; onun bu özelliği daha sonra Hıristiyan azizlerinden George’a aktarılmıştır. Kalvis çekiciyle her sabah, şafağı simgeleyen Aus-rine (Letonca Auseklis) için yeni bir güneş, sabah ve akşam yıldızlarını simgeleyen Die-vo Süneliai (Letonca Dievadeli) için de bir gümüş kemer ve altın üzengiler döver.

Kalvis’in, Güneş’i tutsaklıktan kurtardığına inanılan dev demir çekicini, Litvanlar 15. yüzyıl sonlarına değin kutsal saymışlardır.

Kâlvos, Andreas Ioannıdis (d. Nisan 1792, Zacinto [bugün Zâkinthos], Venedik Cumhuriyeti – ö. 3 Kasım 1869, Londra, İngiltere), Yunanlı şair. İon Adalarından gelen şairlerin oluşturduğu romantik şiir okuluna İtalyan yeni-klasik şiirinin etkisini taşımıştır.

Toscana’daki Livorno kentinde yetişti (1802-12) ve yaşamının büyük bölümünü İtalya ve İngiltere’de geçirdi. İtalya’da bulunduğu sırada, yapıtlarını büyük ölçüde etkileyen ve kendisi gibi bir Zâkinthoslu olan İtalyan şair ve yurtsever Ugo Foscolo’ nun sekreterliğini yaptı (1812-17). Aralarında iki trajedinin de bulunduğu ilk yapıtlarını İtalyanca yazdı. 1826’da Korfu’ya gitti ve orada bir özel okul açtı. Son yıllarını İngiltere’de geçirdi.

Kâlvos, yurtseverlik temasını işleyen 20 od yazdı. Bunlan topladığı Lira (Lir) 1824’te Cenevre’de, Neas Odâs (Yeni Odlar) ise 1826’da Paris’te yayımlandı. Yapıtlannda, eski erdemlerin egemen olduğu bir Yunanistan’ı yücelterek ama dışarıdan bakarak anlattı. Bazen halkın konuşma dilini (De-motikos) kullandıysa da, genellikle yabancı sözcüklerden anndınlmış bir dilden, sade ve ahlakçı bir şiirden yana oldu ve yapıtla-nnda Eski Yunanca sözcüklere yer verdi. Yapıtlarındaki İtalyan yeni-klasik şiiri etkisi, özellikle şiirsel açıklamalar ve şiirin tümüne yayılmış eğretilemelerde, yapay dil ve ölçülerde kendini gösterir. Kâlvos bazı çevrelerin hayranlığını kazanmış olmakla birlikte, kendinden sonraki Yunanlı yazarlar üzerinde kalıcı bir etki bırakmamıştır.

Kalyan, Hindistan’ın batısında, Maharash-tra eyaletindeki Thana iline bağlı kent. Bombay’ın kuzeydoğusundaki Ulhasnagar kentsel yığışımının bir bölümünü oluşturur. Ulhas Irmağı kıyısındadır. Roma döneminde görece önemsiz bir ticaret merkezi olan kent Hint-Türk hükümdarı Şah Cihan tarafından tahkim ettirildi. Daha sonra sırasıyla Bicapur Kralhğı’mn, Marathalann (1662) ve İngilizlerin (1780) yönetimi altına girdi. Günümüzde Bombay metropoliten alanı sanayi kompleksinin parçası durumunda olan kentte kimyasal maddeler, sentetik

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir