Genel

Kan nakliyle uğraşan ilk hekimler

BEDENİMİZDE dolaşan yaşamsal sıvı bir canlıdan başka bir canlıya aktarılabilir miydi? Niye aktarılmasındı ki? Bu düşünce Papa VIII. Innozenz’in özel hekiminin aklını kurcalayıp duruyordu. Bunun üzerine bir deney yapmaya karar verdi. Deneyde on yaşlarında üç erkek çocuk, bedenlerinde fazlasıyla bulunan kanın bir miktarını Papa’ya bağışlayacaklardı. Hekim, bu düşünceyle, çocukların kanını Pa-pa’nın hasta damarlarına verdi. Ne yazık ki, bu işlemden kısa bir süre sonra, önce çocuklar öldü, ardından da Papa…

Bunun dışında bilinen ilk kan naklinin 1492 yılında yapıldığı tahmin ediliyor. Bu tarihten birkaç yüz yıl sonra bile, hekimler hasta bir çocuğa kuzu kan: vermişler. Bunun gibi, ruh hastası bir kişiye tedavi amacıyla koyun kanı verdikleri olmuş. Bu hekimler daha da ileri gitmiş, kanı, kırmızı şarap ya da eritilmiş jelatinle değiştirmeyi de denemişler Bunların sonucunda, denek olarak kullanılan kişiler, iyileşme şöyle dursun, yukarıda anılan papaz ve çocuklarla ayn: kaderi paylaşmışlar.

Kan nakliyle uğraşan ilk hekimler, bu yaşamsal sıvının iki özelliğinden dolayı, onu hastaların bedenlerine verme konusunda zorlanıyorlardı. Zorlandıkları birinci konu, kanın beden dışında pıhtılaşma özelliği, ikinci konuysa, kan verdikleri kişinin ölme olasılığıydı. Kank ilgili yaşanan bu sorunlara ancak yüzyılımızın başında çözüm bulunabildi.

Kanın nc kadar çok sayıda yaşamsa’ görevi yerine getirdiğini kısa bir süreden beri biliyoruz. Ayrıca, kanda, bedenin canlılığını koruyan çok değişik biyolojik süreçler gerçekleşmekte. Şöyle ki: Kan. bedendeki haberleşmenin neredeyse tamamını üstlenir. Enerii kazanımı inin geıCKiı namrnaüueıer onda nulunur
Kan, bedenimizde dolaştığı sürece onu ısıtır, soğutur, besler, korur, bedenimize enerji verir ve zehirli maddeleri taşıyarak yok edilmeierini sağlar. Kan, yalnızca birkaç hücre ve molekülü içerşn bir sıvı olmayıp, çok değdik özelliklere sahiptir.

~c. • Damarlarımızda yaşamın ta kendisi akar.
\ J: . JİC.
1671 yılında, insana köpek kanı vermeyi deneyen hekimlerin bu girişimi hastanın ölümü ile sonuçlanmış.

in ya-) baş-abilir ısındı

VIII.

i kur-le bir

ıeyde lenle-mik-ekirr: u Pj. yazık , önci
nakU edil -ıra bi-j kan: bir ki-erdik-;ri git-itilmi’ nişle:
k kutursun la ayn

dmle: en do-verme d ıklar ı pıhtı- ! ın ver-Kan!; üzyılı-

şarnst irede: edeni:, yolojik i: Kar :yse ta-1 nı içir, ılunu:
\

t
irmeyi

stanın
e son derece doğal gelen kanın „srileri gerçekleştirebilmesi, onun .■ r izciliğine dayanır. Bu özellik, yal-t’– canlı organizmalarda bulunur. n_” kalbin atmasıyla bedende akar ve i – “imanda kalbin yaşamsal kaynağı

-■ kilo ağırlığındaki bir insanın da-r- ^nnda ortalama 5 litre kan dolaşır. %_ : bu miktarı bedende rahatlıkla bir îih. -tada dolaştırabilir. Ancak, fiziksel -■r rianma sırasında ya da spor yapar-ü- vı dakikada bu miktarın beş katını s . r.rır. Kan, saç köklerinden küçük ~3rmağınm tırnak ucuna değin beje • – her yerinde, atardamarlar, kılcaldır v’ar ve toplardamarların içerisinde *ı_- Damarlar öylesine kusursuz bir ya-::r ki içlerinde tanecikler çökel-ır.-: “kanıklık oluşmaz. Bu karmaşık -e-i ~ie ısı, çeşitli besin maddeleri, ay-eâirler ve hormonlar gibi maddeler

r edendeki her türlü hareket veya ıc:kanın en önemli işlevi olan oksi-t- ‘ taşınmasıyla gerçekleşir. Solunum a.: –ak için aldığımız hava, yaşamın en »ra–: maddesidir. Ateşin, odunu yaka–v -■ için nasıl oksijene gereksinimi a . aynı biçimde hücrelerin de enerji rr: – sırasında şekeri parçalayabilme-rr -3 oksijene gereksinimleri vardır, ¿.■„.a. oksijenin, akciğerden kaslara ¿¿_-t ‘âmâsı gereklidir, işte, karmaşık ur :• m hattı sistemine benzetebileceği-ır Kan dolaşım sistemimiz bu görevi E-rc’:r. Oksijeni taşıma görevini, evri-rar e” başarılı bileşimlerinden olan al-,ı _- ann (eritrositlerin) yapısındaki ne– a’obin yerine getirir.

: .»’i, yuvarlak ve her iki yanı basık _: ;a olan alyuvarların yalnızca biri -ekteyse 300 milyon hemoglobin mo-
. redenin sıcaklığını bir klima cihazı 2i* ¿varlar. Kuryeler, yaşamsal haberleri j;_:-vmak için sürekli oradan oraya ko-rar. Onlarla birlikte, koruma, güm-Tih ^ polis birimleri devriye gezer. Yi-servisi, besini bulup dağıtır. Aynı .-Ja. bir kanalizasyon sistemine -e~ e::ietı kan, atıkları ve zehirleri kara-taşır. Ayrıca, damarlarda oluşan – ~:ğı anında kapatır. Sistem böyle-e idini sürekli olarak yeniler.
ıbızla Yaşamsal ıvnak Olan Kan
lekülü taşır. Alyuvarların, kusursuz bir yapısı vardır. Bunlar, yalnızca oksijeni taşımakla kalmayıp, gerektiğinde onu bırakırlar. Alyuvarlar, oksijeni bırakma işlevini, örneğin çok çalışan ve oksijene acil gereksinimi olan bir kasın yanından geçerken yaparlar. Bu kan hücreleri, oksijeni verirken şekerin yakılmasından açığa çıkan karbondioksiti alır; onu akciğere taşır, orada bırakır ve yeniden oksijen bağlarlar.

Bu gaz alışverişi çok basit bir temele dayanır. Oksijen molekülleri, nerede oksijen eksikliği ya da gereksinimi varsa, oraya hareket ederler, şöyle ki: Oksijen molekülleri, derin bir soluk alış sırasında temiz hava ile dolan akciğer baloncuğundan, bu baloncuğun hemen gerisinde bulunan ve yolculukları sırasında taşıdıkları oksijeni dokuya vermiş olan alyuvarlara ulaşırlar.

Kanın yukarıda değinilen bu işlevleri uzun süreden beri biliniyor. 1996 yılında, fizyologlar, alyuvarların yapısındaki hemoglobin moleküllerinin oksijen taşımaktan başka, yaşamsal önem taşıyan bir diğer molekülü daha taşıdıklarını keşfettiler. Fizyologların keşfettiklerinde çok şaşırdıkları bu gaz azotmonok-
Kalp ve onun kas gücü olmasaydı, kan işe yaramayan koyu bir sıvı olurdu. Kan, kalbin atmasıyla geniş aort damardan ince kılcaldamarlara ulaşır (solda). Damarlardan oluşan bir ağ, bedene yaşam verir (üstte).

sittir (\Ol. Azotmonoksit gazı kanda ta-şınmasaydı, kan basıncı sürekli değişim gösterecekti. Jonathan Stamler adında bir bilim adamı 1997 yılının Haziran ayında kandaki azotmonoksitle ilgili olarak bir kuram geliştirdi. Bu kurama göre, hemoglobin, azotmonoksit yardımıyla dokuya ne kadar oksijen verileceğini denetliyor.

Alyuvarlar, miktar bakımından diğer kan hücrelerine göre çoğunluktalar. Yetişkin bir erkeğin damarlarında yaklaşık 30 milyar alyuvar yüzer. Bu sayıdaki alyuvarla bir futbol sahasının neredeyse yarısı kaplanabilir. Kanımıza, dolayısıyla da tenimize renk veren hücreler alyuvarlardır. Bu hücreler, oksijenle olan bağları koptuğu anda açık kırmızı renklerini kaybederler. Bu nedenle, akciğere dönen toplardamarlarda bulunan karbondioksit bakımından zengin, koyu renkteki kan, solgun bir tende mavimsi görünür.

Alyuvar, yassı bir diske benzer. Esnekliği sayesinde de en dar kılcaldamar-lardan ya da en küçük gözeneklerden geçerken puro, terlik ya da paraşüt biçimini alabilir. Alyuvarların esneklik özelliği olmasaydı, bir noktada takılı kalırlar-

Toplam 1440 km uzunluğundaki damar sistemi: Damarlar bir kas dokusu ile çevrilidir. Kas dokusu kasıldığında damar daralır ve böylece kan basıncı değişir. Fotoğrafta, daralmış bir damarın kesiti görülüyor. Damarın iç dokusu bu nedenle dalgalı biçimdedir. Damarın çevresinde kas telleri (kırmızı) ve bir sinir (mavi) vardır.

Bir Anahücre

Farklı Hücreler Doğurur
çok potansiyelli anahücre
ti
Kan hücrelerinin ömrü kısadır. Bu nedenle kemik iliğinde sürekli olarak yeni hücrelerin üretilmesi gerekir. Günde 260 – 400 milyar arası kan hücresi üretilir. Kan hücreleri belirli anahücrelerin bölünmesiyle oluşurlar. Anahücreyi değişik büyüme etkenleri etkiler. Buna göre anahücre, hangi tip kan hücresini oluşturacağını belirler. Anahücrelerin ömrü ürettikleri kan hücrelerine göre daha uzundur. Bunlar, uzun kol ve bacak kemiklerinin, leğen kemiklerinin ve bazı küçük kemiklerin iliğinde yaşarlar. İliklerdeki her onbininci kan hücresi bir anahücredir ve dış görünüş bakımından diğer hücrelerden pek farkı yoktur. Anahücreler aşağıdaki kan hücrelerini oluşturur:

• Alyuvarlar, kan dolaşım sisteminde oksijen, karbondioksit ve azotmonoksit taşıriar;

• Kan plakçıkları (trombositler), kanın, yaralanan böl-
hücrelericlır:

• uegışiK granuıosnıer, ıııınapıı ooıgeıeraeKi aoKuıara hücum eo?r ve oradaki vabancı aördüklerini vok
nmKciKiarı
Granulositler
n f o s i t I
makrofaj
vayı^ır\ıır\ oi^lci i iii m ı oara^yıı

Lenfositlere ait T hücreleri timusta olgunlaşır.
ı_ r. o anda diğer kan plakçıklarını olay getiren bir madde salgılarlar. Bu ‘ ‘„-“er daha sonra hep birlikte açık ya-. -apatırlar. Kan plakçıkları, görevleri-

– r”ne getirdikten sonra ölürler. Onla-

-….. -.indilerini feda etmeleri, dahiyane

i_ ■ ~;btılaşma sisteminin yalnızca bir

-…..’idır. Sistem, en küçük ayrıntıya

. . dek kusursuz bir biçimde çalışır, i : ıkçıklar kanın açık bir yaradan dur-

– -:.îin akmasını önlerler. Öte yandan tıstalık durumlarında, kalbe, akci-. -;c beyine giden damarsal yolları r – ‘ akaçlarıyla tıkayarak rahatsızlıklar getirebilirler. Bu olay ‘trom-

> ;:ve adlandırılır. Pıhtının dolaşımla bölgelere giderek kendi çapında

– . .marı tıkamasına ise emboli denir.

• .3 pıhtılaşmasını sağlayan sihirli .nin adı trombindir. Bu madde . ■■ .a açık yara olan yerlerde üretilir, r ‘-‘dm ne fazla ne de az olmalıdır ve „alanında durmalıdır. Şu ana de-r – mbin üretiminde rol alan 16 en-

– -.”.ımlanmıştır. Bu enzimler, kendi r ;- – ;£rini durdurabilirler ya da başla-

• e:. Süreç öylesine bir denetim al-;.r ki trombin ancak tam bir doku _ . .”.ması söz konusu olduğu zaman

– Enzim yeterli miktara ulaşır fibrinojen adlı özel bir proteini i . – rikçikler oluşturması ve bunlarım.- – ■ iğ örmesi yönünde harekete ge-

…………. ağ, kan plakçıkları ile birlikte

.. .açıklığı kapatacaktır.

koşullarda kan, doku duvarı ~ olmaz, yani yara tamamen iyi-„c ‘.: pıhtısını çözer. Bu işlem ba-

i • – . ,rjı zaman, pıhtı içinde kirecim-
si bir madde birikir, bu birikim giderek yoğunlaşır ve sonunda damarı tıkar. Tromboz, ne yazık ki çok sık yaşanır. Batılı ülkelerde insanların % 50’si tromboz sonucunda ölmektedir. Tromboz, kalp krizi, felç veya emboliye neden olur.

Kanda oluşan bu birikimin gerçek nedeni henüz açıklanamamıştır. Ayrıca, doku duvarlarında yaranın nasıl oluştuğu da henüz bilinememektedir. Bilim adamları bir süreden beri, bunun arkasında bir bakteri türünün bulunma olasılığı üzerinde duruyorlar. Bu bakterinin adı Chlamydia pneumoniae olup, insanların en az % 60’ının akciğer ve kanında bulunur. Grip virüsü gibi bulaşıcı olan bu organizmanın damar kireçlenmesine yol açtığı kesinleşirse, buluş tıp tarihinde olay yaratacak. Böylelikle, doktorlar damar kireçlenmesi hastalığını antibiyotiklerle kolayca tedavi edebilecek ya da hastalığı önleyebilecekler.

Daha az yaygın olup, sonuçları ölümcül olabilen sistemdeki bir başka
doku boşluğu (sinüs)
kan yapıcı kemik iliği
kemik dokusu
bozukluk ise kanın pıhtılaşma işlevini yerine getirememesidir. Bu bozukluk, kanda pıhtılaşmayı sağlayan herhangi bir maddenin eksik olmasına bağlı olarak ortaya çıkar. Eksik olan madde, kan plakçıklarının kümeleşmesini sağlayan von VVillebrand faktörü olabilir. Bu gibi bozukluklar, ancak kanlarında böyle bir eksiklik olan insanlar yaralandığında ve kanama bir türlü durmadığında ortaya çıkar. Bu eksiklik kendisini o ana kadar burnun sık ve durmaksızın kanaması biçiminde belli eder. Ayrıca, hafif çarpmalar sonucunda deride büyük morlukların oluşması da böyle bir eksikliğin işareti olabilir. Seyrek görülen bir başka kan hastalığı da kalıtsal olarak geçen hemofili hastalığıdır. Bir tür kanama hastalığı olan hemofili, kanın değişik işlevlerinin birbirleriyle ne kadar iç içe geçmiş olduklarını gösterir. Kandaki düzenleyici sistemlerin birinde oluşan küçük bir hata, tüm bedeni etkileyebilir. Bu nedenle, çağımızın gelişmiş ilaçlarından geç-
Alyuvarlar, akyuvarlar, kan plakçıkları ve diğer kan hücreler kırmızı kemik iliğinde bölünme sonucunda oluşurlar. Hücreler burada olgunlaşır ve sinüsten kan dolaşımına karışırlar.

mişte faydalanamamış yaşlı hemofili hastalan yaşamlarını genellikle tekerlekli sandalyeye bağlı olarak sürdürüyorlar. Oysa, yalnızca bir enzimin eksikliği bu insanlarda kanın pıhtılaşmamasına yol açıyor. Bu hastalarda birdenbire oluşan iç kanamalar, eklemlere ve kıkırdaklara büyük zarar verebiliyor.

Hasar gören bu dokuların temizlenmesinde rol alan akyuvarlar, tıpkı alyuvarlar ve kan plakçıkları gibi kırmızı kemik iliğinde oluşurlar. Kan adı verilen kırmızı nehirde bir arada yüzen değişik akyuvarlar arasındaki boyut farkı kayıkla savaş gemisi arasındaki farka benzeti-
Kan Kaybını Durduran Ağ: Bir damar tf/rtıldığı zaman, yapısında bulunan protein iplikçikler bir ağ oluştururlar.

Kan hücreleri, bu ağa takılır ve pıhtılaşmanın yoğunluk kazanmasına yardımcı olurlar. Kısa bir süre sonra kanama durur, pıhtılaşma gerçekleşmiş olur.
lebilir. Akyuvarların görevi, birbirlerinin hareketlerinin sırasını çok iyi düzenleyerek, bakterileri, virüsleri ve tehlike yaratabilecek her türlü maddeyi aramak, bulmak, izlemek ve öldürmektir. Bu nedenle, kan, bedenin savunma sistemi olarak da görev alır. Kanın bu özelliği yok edildiğinde, en basit virüs, örneğin bir nezle virüsü bile öldürücü olabilmektedir. Örneğin, kan kanseri hastalarına uygulanan tedavilerde hastaların akyuvar üretimleri durdurulur. Bu da hastaların virüslere direncini azaltır.

Savunma yöntemlerini giderek ku-sursuzlaştıran akyuvarların yanı sıra kan,
insanın doğumundan ölümüne kuJ değişmeyen bir saldırma mekanizmi na sahiptir. Bu sisteme kompleman -temi adı verilir. Kompleman sistemi, i nin akışı içerisinde gelişigüzel hare?, eden belirli kompleman moleküllero; oluşur. Bu moleküller, kanda ilerlerka uyarıldıklarında her türlü hücreye, bj teriye ya da virüse bağlanırlar. Kompjfl man molekülleri, dost veya düşman ¿a sında ayırım yapamazlar. Bu neder.« bazen yanlışlıkla bedenin kendi hüı.r lerine bağlandıkları olur. Ancak, bejij nin hücreleri bu molekülleri tanır.i Kompleman molekülleri, bedene hücrelerin zarlarına değer değmez, ^ hücreler onları etkisiz duruma ger.: Yabancı organizmalar ise, komplemi molekülleri tarafından adeta saldır uğrar. Saldırı sonucunda yabancı nizmalar su alarak patlar. Diğer bir -rumda ise, kompleman molekülü c ^ manim ince bir zarla kaplar ve böyk onu yiyici hücreler için işaretler.

Akciğer enfeksiyonlarına yol pnömokok bakterileri ise kendiler: böyle bir saldırıdan korurlar. Bu bakteri ler, kendilerini kompleman molekülleri ne karşı tanınmaz yapan kaygan bir sahiptir. İşte bu aşamada oyuna, \: kırmızı kemik iliğinde üretilen ve ba; bir savunma hücresi olan makrofajlarl
Kadınlarda Her Ay Yinelenen Bir Süreç

Kadınlar, bedenlerinde her ay yinelenen bir süreç yaşarlar. Bunun gerçek nedeni ise uzun zaman boyunca bilinememiştir. İnsanlık tarihinde birçok efsaneye, büyüye, drama ve batıl inanca konu

olan âdet görme (menstruasyon), günurr .¡zde bile hı’â gizemini sürdı emektedir. Bu ka ama bir yanran dogurganhg s ngeierken, öte y; ‘dan gizem bir dişılığ . kana” vın yol açtığı acı e auc-süzluğü çağrıştırır. De neomr m, .nsa ‘ı. r, u r.ı becL.’.le ilgili hıçor – ■’?* ” ‘ li malzeme olmamıştır.

rîijnümüzdp AlDR’rten korunma kamoanvaıa-rınır yaygınlaşmasıyla erkekler prezerv-sun„a daha rahat dadanırken, bir erke_ süpermarkette nadiren kadın bağı ya da tampon seçerken görürüz. Aslında söz konusu olan kadın hederinden her ay aka’ yaklaşık 70 mil ‘*e kandır.

iarihte, dişi Lannıa.a lapiluiyi zamanıarda adet görme kutsal kabul edilirdi. Ancak cinsiyeti erkek olan tek tanrının kabul edilmesiyle, âdet görme kadınlara özgü bir zayıflık, bir rahatsızlık ya da kirlilik belirtisi olarak algılanmaya başlandı. Bundan başka, Aristo da kadınların erkekler karşısındaki zayıflığını açıklayan bir kuram geliştirmiş. Bu kurama göre alınan besinler bedende önce kana, daha sonra da en temiz, kusursuz biçime yani meniye dönüşmekteydi. Yalnızca erkekler besinleri meniye dö-
nüştürmeyi başarabiliyordu. Aristo, kadınlarda bu dönüşümün yolun yarısında, yani kan durumunda kaldığını düşünüyordu. Bu nedenle, Aristo kuramına göre, erkekler sıcak ve kuru bir yapıya sahipti. “Eksik yaratılan” kadınlar ise soğuk ve nemliydi.

Bazı dinlerde âdet gören kadınlar, kötü yaratıklar olarak kabul edilirdi. Bu nedenle de âdet gören kadınları, yok edici güçleri nedeniyle, yalnız bırakma önerilirdi. Kadınlar dünyaya erkek çoaık getirirler e bir hafta boyun a; kız çocuk getir lerse ıKı hafti Doyunca “kirli” ke xıl edilirlerdi. Kaa narın ou don> nde kutsal olan h ”-hangi bir şeye d <unma-?Ktı «det gorer adınıar ayrıca € ı°t

•’ rv’->,o7’Snşjıplp.r hı \

toDb-ıdan aaeta uzaKiaştırıııraı. ursan ne Kaucu temzse. o Kadar kutsal olduğu kabul edilirdi Bu
tığına benzeyen ve er* ederin oasKin oıo^yu aşa-masal (hiyerarşik) bir yapı söz konusuydu.

ânların dışında ia”h boyunca, âdet nören kadınlara ilişkin başka b.Jil inançlar da va, Jı. Örneğin, M.S. 1, yüzyılda Romalı tarihçi Plir us, âdet goreı ı oıı kadının doKunmasıyla ya da yalnızca bakmasıyla şarabın ekşidiğini, meyvelerin kuruduğunu, bıçakların körleştiğini ve metallerin paslandığı öne sürmüştür.

Günümüzde ise bazı kültürler, âdet gören bir kadının hazırladığı marmelatın küfleneceğine ya da mayonezin tutmayacağına inanırlar. Hatta, kadınların, bu günlerinde ellerinde tuttukları dürbünün camlarını kırabilecek güçte olduklarına inanılır.
Ingiltere ve ABD’de âdet görmenin bir başka ; da lânettir (the curse).

1920’li yıllarda bir çocuk hekimi, kadınla özel dönemlerinde oluşan güçlerinin, terledikle^ de ortaya çıkan zehirli bir maddeden kaynaklat ğına inanıyordu. İkinci Dünya Savaşı’ndan scı ise Boston’da yaşayan araştırmacı bir çift, âJ kanında bir zehirin bulunduğunu ileri sürmüştü.: zehire monotoksin adını vermişlerdi. 1974 yılın Lanot adi: saygın bir t , dergisinde ise ç ;ekt adet gören kadınların illerinde hızlı sol ıaa nede ilerim açıklayan b vazı yayımlanmış B. Svi’i bilimin yanıldılar ►■ıska bir se* ‘1ea

a karim ’-anım ‘den akan kan, erke

sonsuza değin Karaeşiığın simgesi karıdan ne :

■ıje am, rahımın cıoı niş ,vn„m :

uıgı v yatağının döllen üiirıayinca __

den başka bir şey değildir.

Hekimler yaklaşık i0 vıl önce kadın bede~ çıeı etkileyen ve Kadir listen« bir cadı . jar nı bu “zehirin” varlığını aramaya başlamışlardı. ” süre sonra da sivilce, duyarlılık, karın spazrr-yeme krizleri gibi ruhsal ve fiziksel rahatsızlıklar 3 ad altında topladılar. Buna da âdet öncesi ser> rom (premenstruatlonal syndrom, PMS) adını v? diler. Âdet öncesi sendromun yaklaşık 150 belrs vardır ve kadınların % 90’ının bu rahatsızlıkları çe* tiği tahmin edilmektedir. Araştırmacılar, bu raha: sızlıklara yol açabilecek birçok hormon, vitamin .5 uyuşturucu ilaçlardan kuşkulandılar. Bunun üze’

Bu aç devler, bakterinin kaygan kı-’:nı tanıyıp, onu uzun kolları ile yaka-_:p yerler, ya da bakterileri işaretleyen

• – madde salgılarlar. Bakteriler, makro-.arca işaretlenince, kompleman ve di-yiyici hücreler onları tanır. Ancak -^şıklık sisteminin açıkladığımız bu -,-:ı biçimi yeterli değildir. Çünkü, vi–.-‘er ve başka yabancı organizmalar, ’.cışıklık sisteminin evrimine paralel .’¿k gelişirler, hatta çoğu zaman bir i; ~ önde ilerlerler. Mikroplar, uzun _:dan beri beden savunması konu-sııret len sılahlanr ı arısında
Bı 1a en güzel < ‘nek AIDS Tîğuıa yoraçamiırsarrbagışTkrrkr^’ct^ ¿i virüsüdür (HIV). Bu virüs, ken-:: vok etmesi gereken hücreleri et-hale getirir.

•eden, düşmanlarının usta manevra-durdurabilmek amacıyla, uyumlu : ııanım ve kompleman sisteminin . ^dığı savunma yöntemleri gibi ku-

■ araçlar geliştirmiştir. Uyumlu ba-‘ivunma adı verilen bu gelişmiş kan hücrelerini ve bedende bu-

– sabancı maddeleri tanır, bir an-iostla düşmanı ayırt eder. ABD’li -,’:k uzmanı Polly Matzinger, diğer ırdan farklı olarak, bağışıklık sis-
300’den fazla tedavi yöntemi, ağrı ke–ve sakinleştirici geliştirdiler.

“da New Scientist adlı bilimsel dergi-■£s. âdet öncesi sendromun kesin bir -edeninin olmadığını ve âdet öncesi ; -asında ortaya çıkan belirtilerin herhan-—z”al ya da fiziksel anormallikten kay-i”i belirlemişti.

¡-zan bazı uzmanlar, âdet ağrılarının ne-: ojik olduğunu ileri sürüyorlar. Yüzyıl-e ;~”eler, âdet görmeye başlayan kızla-:- kirli bir şey olduğunu, bu nedenle

– “■ belli dönemlerinde acı çekecekle-? yük olacaklarını söyleyip durur-: .~suz düşünceler bazı psikosomatik r:- : açar. Araştırmalar, kadının pslko-e âdetin şiddeti arasında bir bağ ol-ştir. Ailelerin âdet görme ko-s* 35 arı ne kadar olumsuzsa bu alle-car” karın ağrıları o denli şiddet-

a:-v -ainların hasta kabul edilmesi İse

– – ;ağdaş bir yorumu olarak görüi-

■ E” ■ s âdet görmeyi bir hastalık olarak -a- : – î–eç olarak kabul etmektir. Yeni

i • ı~ Kadınların, âdet görmelerinden •:i – erini çok iyi hissettiklerini, da-r î'” < olduklarını göstermiştir. Er–■~i an bir âdet öncesi sendrom sî s-keklere, araştırmanın âdet ? oiduğu söylenmedi), erkek-,e_ son derece duyarlı, çök-
tcrnının tclıiıKclı \l îlTîIiKl^i/ mul î c i o r

arasında ayırım yaptığına inanmaktadır.

Bağışıklık hücreleri, görevlerini yerine getirirken bakteri ya da virüsleri bir bütün olarak algılamayıp, ayrı ayrı moleküllerle etkileşirler. Bu moleküller, aynı zamanda, canlının bütün hücrelerinin bulunduğu birer protein yumağı gibidir. Bakteri- veya virüs proteinlerinin herhangi bir ayrıntısı, insanın sahip olduğu proteinlerden kesinlikle farklıdır. Bağışıklık hücreleri bu farklılığı hemen algılarlar. Bu algılama, dilin ağızda oluşan ufak bir yarayı hissetmesine benzetilebilir.
kün (depresif) ve güçsüz olduklarını ortaya koymuştur. Hatta bu erkekler kadınlardan daha fazla sorun yaşadıklarını belirtmişler.

Bütün bu araştırmalar kadın bedeniyle ilgili şu önemli soruya yanıt bulamadı: Dişinin bedeninde neden böyle bir düzenek gelişti? Bunu kimse bilmiyor. Ayrıca âdet kanaması neden Ay’ın Dünya etrafında döndüğü süre İle aynı sürede (28 gün) yineleniyor? Garip olan başka bir nokta da şu: Bir arada yaşayan kadınların âdet görmeleri bir süre sonra aynı döneme rastlar. Bu sorulara kimse kesin bir açıklama bulamadı. Artık bilim adamları bu tartışmalı konu üzerinde eskisi gibi durmuyorlar. Günümüzde konunun gizliliği, kadın bağı ve tampon reklamlarıyla bir nebze olsun ortadan kalktı.

Ancak, kadınlar arasındaki gizli bir alışveriş herhalde hiçbir zaman değişmeyecek. Çünkü kadınlar birbirlerinden kadın bağı ya da tamponu, bir kağıt mendil gibi rahatlıkla doğrudan isteyemezler. Bu gizli alışveriş aslında her yerde olabilir. Üstelik erkekler bu alışverişin farkında bile olmazlar: Kadınlardan birisi diğer kadına yavaşça yaklaşır ve ona yüzünde endişeli bir ifadeyle bir şeyler fısıldar. Bunun üzerine bir şeyler fısıldadığı kadın başını evet anlamında sallar ve çantasını karıştırmaya başlar. Bulduğu şeyi diğer kadına elinde sımsıkı bir biçimde ve ne olduğunu belli etmeden verir. Diğer kadıca verdiği şeyi yine hiç belli etmeden alır. Her iki kadın da bu gizli alışverişi kusursuz bir biçimde gerçekleştirirler. Aksi halde o gizli şey yere düşer. Ne kadar utanç verici bir durum!
– İ-ki farklı kan hücre« olan- -B ve T lenfositleri tehlikeye en duyarlı olan kan hücreleridir. B hücreleri, ‘Y’ şeklindeki algılayıcı antikoru meydana getirirler ve bunun binlercesini kendi yuvarlak biçimli yapılarına tutturarak bir kılıf oluştururlar. Algılayıcılara ait genler çok sayıda bileşim oluşturabilir. Bu özellikleri sayesinde, sayıları milyarlarca olan hücreler kendi antikorlarını tek tek oluşturur ve onları taşırlar. B lenfositleri, bu biçimleriyle yıllarca bedende tıpkı bir dedektif gibi dolaşırlar ve kendilerine uygun antijenler ararlar. Antikorlar, böyle bir yabancı maddeye rastladıkları zaman onu anında yakalarlar. Hücreler, antikorların yakaladığı antijenleri -bu bir virüs proteini olabilir- içine alır ve onu parçalarlar. Sonra da virüs parçalarını yeniden hücre yüzeyine çıkarırlar. Bu işlemin sonucunda B hücreleri üzerinde virüs parçaları kalır.

Bu andan itibaren B hücrelerinin yardımcılara gereksinimleri olur. Yardımcı T hücreleri, antijen parçaları taşıyan B hücrelerini tanır ve ona çarparlar. T hücreleri bu sırada, B lenfositlerine ne yapılması gerektiğini bildiren bir madde salgılarlar. Bu olayı daha basit bir biçimde şöyle açıklayabiliriz: B hücresi, hırsızlık çetesinin liderini yakalayan polis olup, onu polis şefine gösterir. Polis şefi, bunun üzerine, çetenin yakalanması için tüm polis ekibinin devreye girmesini emreder.

Antikorlar, tıpkı av köpekleri gibi hareket ederler. Yardımcı T hücrelerinin kimyasal emri B lenfositlere ulaşır ulaşmaz, bu hücreler çoğalmaya başlarlar. B hücreleri birkaç bin kez kalın plazma hücrelerine bölünürler. Bu bölünmeyi, antijenlere kusursuz bir biçimde
Kanın yaşam kurtaran pıhtılaşma özelliği aynı zamanda kötü sonuçlar da doğurabilir. Kalbin koroner damarlarında oluşan bir pıhtı olduğu yerde kalıp büyümeyi sürdürürse kalp krizi meye ana gelebilir. &. ’/ durumlarda ıs° kalbin ka<- okusu kanla enempv ** vmranan doku /ırtılır. Kan. bir t ¡

uyan antikorların seri olarak üretildiği bir fabrikaya benzetebiliriz. Ancak üretilen antikorlar hücre zarında algılayıcı işlevi görmezler. Antikorlar bu kez, beden içinde yayılarak uygun antijenleri arayan, serbest hareket eden küçük av köpekleri olarak görev alırlar. Antikorlar, uygun antijenleri bulduklarında ona yapışırlar. Böylece, kompleman sistemini veya bir başka kan hücresi olan ve adı daha çok Slyvester Stallone filmine uyan ‘doğal öldürücüleri (natural killer) harekete geçirirler. B lenfositlerin antikor fabrikalarını oluşturmaları ve üretime başlamaları yaklaşık 5 gün sürer. Bu süre içinde doğuştan var olan bağışık savunma sistemi oian kompleman sistemi beden savunmasını devralır. İnsan kendisini bu süre içinde halsiz hisseder ve çoğu zaman ateşi yükselir. İnsana aynı grip, nezle veya kızamık virüsü bulaştığında yeniden hastalanmaz. Çünkü B hücreleri, plazma hücrelerinden başka, anında tepki gösteren ‘bellekli hücreler’ de üretmişlerdir. Hekimler bu savunmayı, hastaya yapay olarak ölü veya zayıf virüsler aşılayarak ya da kanma ‘tamamlanmış’ antikorlar vererek gerçekleştirirler.

Bazı mikroplar, hücrenin içine yerleşerek, antikorlardan saklanırlar. Örneğin, verem mikrobu, özellikle kendisini yok etmesi gereken makrofajlarm içine yerleşir. Ancak kan, düşmanın saklandığı bu yeri ortaya çıkaran bir savunma yöntemi geliştirmiştir. Burada, B hücre-
Fotoğrafta görülen yiyici hücre (makrofaj), ahtapotların kollarına benzer uzantılarıyla av-

lanıyor. Bu yiyici hücre, sarı renkteki koli bakterilerini içine alıp onları yiyor. Bunlar kanda, lenfositler (yeşil renkte) ve alyuvarlarla birlikte dolaşıyor.

lerinde olduğu gibi, hücre içinde bulu-

nan özel bir molekül, bir bakteri parçasını alır ve hücre yüzeyine taşır. Fakat bu kez, yardımcı T hücreleri bu karışı-
rüse çarpar ve enfekte hücreyi tart» men yok ederler.

Kanda hareketli bir trafik vardır. Sî> vıınma hücreleri sürekli değişik virüsü ri kovalarlar. Alyuvarlar devamlı olarJ döner dururlar. Plakçıklar, damarlarJ olabilecek yeni yırtıklara sürekli bakı-j nırlar. Hepsi, bedenin her noktasına dağılabilmek amacıyla, bedenin her yerin dolaşan bu sıvıyı kullanırlar. Aynı manda, içerdikleri maddeleri, onlm çevreleyen sıvılarla değiş tokuş edi doku hücreleri de kana karışır. Böy.î^ likle, hücreler dışında, bedene gire her türlü madde de damarlarda dolası:.j

Bu maddeler, plazma denilen kan:l sıvı kısmında dolaşır. Bu sıvı, kan hüc’H leri olmadığında sarı renkte olup berrai-J tır. Ancak, yenilen aşırı yağlı bir yemes-J ten sonra bulanıklaşır. Plazma, bedeı ağırlığının % 5’ini oluşturur ve % 90′:rH

dan fazlası sudur, içinde tuzlar, miner^ ler, karbonhidratlar, yağlar ve yaklaş 100 kadar değişik protein-bunların ar;

sında antikorlar da bulunur- yüzer. Bu hekim, tropikal bölgeye seyahat etnKi isteyen hastasının plazmasında hepar: veya difteriye karşı antikorların bulun*, bulunmadığına göre aşı olması gerekı gerekmediğini kontrol eder.
mi tanır ve o anda makrofajlara, kendilerinde bir antijen olduğunu bildiren bir madde salgılarlar. Bunun üzerine de mikrobu yok ederler. Peki, mikroplar tarafından saldırıya uğrayan ve onları yok edemeyen beden hücreleri kendilerini nasıl savunurlar? Bu hücrelerin kurtarıcıları T öldürücü hücrelerdir. Ayrıca, virüsten arta kalanları yakalayıp hücre dışına taşıyan moleküller de kurtarıcı rol alırlar. Öldürücü lenfositler vi-
Kandaki Albümin
Kanda ayrıca taşıyıcı proteinler v; dır. Bu proteinler yağları bağlayıp onL bedende dolaştırırlar. Yağlar, protein! tarafından taşmmasaydı, birleşir ve kg: da, çorbadaki yağ öbekleri gibi denetirr siz bir şekilde vüzerlerdi. Bedende özel haberci görevini ise plazmada doj şan hormonlar üstlenir. Hormonlar, c. marları, verilerin gidip geldiği yollar t. line getirerek haberleşmeyi sağlarlar. ,-l; hümin, sayıca en fazla olan plazma pr teinidir ve bedende bir anlamda taşıv; görevi yapar. Albümin, yalnızca koles:? rol gibi yağları, hormonları ve bir sa‘:ı kesesi maddesi olan zehirli sarı biliruh ni değil, civa, penisilin ve başka ilaç!, da kendisine bağlar. Zehirleri karaciğe’ dc bırakır, besin maddelerini ve hı monları ise gerekli oldukları yerlere £ türür.

Besin maddelerinin, atardamarlarda gerekli oldukları dokulara ulaşabilmek’ için doku duvarını aşmaları gereklic’ Besin duvarı, çok küçük gözeneklere s -hip olsa da hiçbir madde kendiliğinde* bu duvardan geçemez. Kan basıncı, K”
Virüslerle Kanın Savunma Sistemi Arasındaki Savaşı Virüsler Kazanabiliyor: HIV virüsleri (mavi renkte), bu virüsleri yok etmekle görevli bir T hücresini ‘ele geçiriyor’ ve onun içine giriyorlar. Virüs, hücre içine girerken kılıfını hücre dışında bırakır. Böylece, hücrenin kalıtım zincirine yerleşip orada

; _-::e olduğu gibi, kanın sıvı kısmının, . – ¿a en küçük moleküllerin duvardan -.meşini sağlar. Bu maddeler dokulara

– miktarda ulaşabilseydi, ödem olu-

Bu nedenle, kan basıncının, sıvıyı geri çeken bir rakibi vardır. Bu gö-ı: vine albümin üstlenir. Albümin, i_’iıki yüksek yoğunluğu nedeniyle . … bir süngerin yaptığı gibi emer. Ay–L- doku duvarlarındaki küçük göze-

• erden geçmek için fazla büyüktür, si- „min olmasaydı beden, suda bekle-ı:~ ‘ fasulye gibi şişerdi.

reyinde ise, kandaki maddelerin :t – .rmsiz bir biçimde doku duvarların-;eçmemeleri gereklidir. İstenme-c- madde sinir hücrelerine (nöron) -.erebilir. Bu nedenle beyin, zarar .. – f.ecek tüm olasılıklara karşı koru-

– jiizenekler, yoğun hücre tabakaları

• satılmıştır. Her maddenin, dokuya _ .2 ulaşmak yerine, pasaport dene-

– len geçer gibi öncelikle bu hiicre-.-nası gerekir. Maddeler, bu engeli ■«n sonra da amaçsız dolaşamazlar.

– beyin hücreleri, damarlar ve sinir : eri arasında sıkışık bir şekilde yer .kendilerini doku duvarlarına _ apıştırırlar. Madde, bu kan dene-

■ stasını da aştığı zaman, sinir hüc-■: -udar ulaşabilir. Beden, bu şekil-. – duyarlı organına dengeli bir or-

.jr.

– – ITli araştırmacıların en yeni bul-

– – z ’öre, insan gerilim altında oldu-_ -¿n. hücreler kan akışını çok sıkı

• _ “ide denetlemiyor. Araştırmacı-

• – nuca, Körfez Savaşı’na katılan _ askerlerin, baş ağrısı, baş e- ve bulantı şikâyetleri üzerine

Bu şikâyetler, kimyasal silahla-■- -orunmak amacıyla aldıkları bir -.diren gösterdiği yan etkilerdi. :. i: denetim düzeneği, askerlerin ; gerilimden etkilenerek bu : r bir anda kapılarını açmış gi-,ı5anüstü koşullar söz konusu bazı özel haberci maddelerin -edenin öteki bölümleri arasın-_-::şını daha iyi sağladıkları tah-r. Belki de beyindeki dene-

– “:;n açılması, var olan madde .. jnu hızlandırıyor.

enirler, gazlar, akyuvarlar, vi-e başka maddeler dışında, ne

– e de hücre olmayan fakat vaz-.m ısıyı taşır. Isı, hücrelerde,

sırasında yan ürün ola-. . -;iî. Isıyı dağıtmanın ve be-
den sıcaklığını dış ortam sıcaklığına göre ayarlamanın yaşamsal önemi vardır. Beden soğusaydı, özümleme gerçekleş-mezdi; enzimler işlemden geçirmeleri gereken diğer maddelerin yanında tepki göstermeden dolaşırlardı ve hiçbir gen okunamazdı. Bu da proteinlerin parçalanmasına yol açardı. İşte, bu nedenle beden, kanın karmaşık boru sistemini ve akışını bir ısıtma ve soğutma sistemi olarak kullanır. Beden, fiziksel güç gerektiren bir iş ya da spor yaparken derideki kılcaldamarlar genişler. Kan, genişleyen kılcaldamarlardan akar ve içinde sakladığı ısıyı dışarı verir. İnsanın derisi ısınır ve yüzü kıpkırmızı olur. Dış ortamdaki hava çok soğuk olduğunda ise kılcaldamarlar daralır. Bu nedenle, derimiz kışın dışarıdayken daha soğuktur. Soğuk havalarda, ellerde 30 kat daha az kan dolaşır.

Kanda gerçekleşen her şey son derece karmaşık ve birbiriyle ilişkilidir. Her şey en küçük ayrıntıya varıncaya kadar kusursuz bir şekilde düzenlenmiştir. Kanda o kadar kusursuz bir işleyiş vardır ki en ufak bir bozukluğun çok ciddi sonuçları olabilir. Bu nedenle, kalp tarafından damarlarda akması sağlanan kan için bir yedek madde üretilememiş olması çok doğaldır. Araştırmacılar, bu olağanüstü sıvıyı taklit etmeye çalışmaktan çoktan ¿süzgeçtiler. O nedenle, en azından oksijen taşıyabilen bir yedek sıvıyı üretmeye çalışıyorlar. Böyle bir yapay madde kullanışlı olabilir. Yaralı insanlara
daha kaza yerinde yardımcı olunabilir, savaş bölgelerine kan konserveleri gönderilebilir. Ayrıca yapay kan, gerçek kandan daha dayanıklı olabilir. Kan buzdolabında, bir kâse yoğurttan daha hızlı bozulur. 35 gün sonra ise tamamen kullanılamaz duruma gelir. Bundan başka, yapay kanı HIV gibi tehlikeli virüslerden korumak daha kolay olabilir. Bu virüs, kan konservelerini toplu ölüm silahları haline getirebilir.

Yapay kan üretme konusunda günümüze kadar değişik başarılar elde edilmiştir. Örneğin, Fransa’da araştırmacılar, hemoglobini sürekli üreten bir geni tütün bitkisine yerleştirmeyi başardılar.

Bilim adamları bunları araştırırken bir zorlukla karşılaşmaktadırlar. Kanı damardan çektikleri anda pıhtılaşıyor. Kan, gözlemlenmekten kaçıyor sanki. Ne plastik hortumda ne de cam şişede tam anlamıyla canlı kalıyor. Yalnızca, ayrı ayrı hücreler kandan ayrıştırılarak incelenebiliyor. Hücre bulundurmayan plazmayı uzun süre saklamak mümkün, fakat bunun için de kimyasal bir işlem gerekiyor. Bundan başka, kan hücrelerinin mikroskop altında ve bedende aynı biçimde hareket edip etmedikleri kesin değildir. Bilim, tam anlamıyla yaşayan kanı değil, laboratuvar ortamındaki kanı tanıyor.

von Bredovv, R., CEO, Kasım 1997 Çeviri: Ayşegül Yılmaz

Konu Danışmanı: İbrahim Haznedaroğlu

Doç. Dr.. H.C., İç Hastalıkları Analnlım Dalı, Hematoloji Vniten
Kanda, milyarlarca sayıda lenfosit bedene zarar veren organizmaları öldürmede görev alır. Bu fotoğraflarda, öldürücü T lerıfositi (sarı renkte) bir kanser hücresine saldırıyor. T ienfositi, yakıcı enzimleri sayesinde kanser hücresinin koruyucu zarına zarar veriyor ve böyiece hücrenin ölmesini sağlıyor. Saldırıdan geriye yalnızca kanser hücresinin büyük, neredeyse çıplak, yuvarlak çekirdeği kalıyor (büyük fotoğraf).

çoğalabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir