Kişisel Gelişim

.

 

YANLIŞ İMAJLARI İYİLERİYLE DEĞİŞTİRMEK

kişisel gelisim

kişisel gelisim

Kendimiz için oluşturduğumuz yanlış imajları nasıl değiştirebiliriz? Gerçekten çok basittir bu. Eski imajı silip yenisini oluşturmak konusunda biraz ısrarlı davran­

 

mamızı gerektirir o kadar. Projektörün diyasını değiş­tirirsek başarabiliriz bunu. Bundaki başarımızı, eski imajı yenisiyle değiştirmek için gereken güce sahip olup olmamamız belirler. Örneğin, korku ve endişe imajına sahipsek, bunları yeni ve olumlu bir yaklaşım gelişti­rerek nötralize edebiliriz. Korkunun kaynağı cehalettir ve cehalet ışığa teslim olur. Karanlık ışığa direnemez. Işık karanlıkla mücadele etmek zorunda değildir. Işık yakıldığında karanlık kaybolur. Karanlık gibi cehalet de güçsüzdür. Kendimizle ilgili olumlu imajı oluşturduğu­muz an, hayat onları bizim için üretmek üzere harekete geçer. Demek ki, sahip olduğumuz imajdan hoşlanmıyor­sak onu hemen değiştirmeye başlayabiliriz.

DÜŞÜNCE MADDEYE HAKİMDİR

Kendini-yönetmeyi bir yaşam tarzı olarak anla­manız çok önemlidir. Yeni kavramı gözümüzde can­landırıp kabullenir ve inanırsak hayatımız değişir ve uzun zamandır kurtulmak istediğimiz başarısızlıkları ardımızda bırakabileceğimizi görürüz.

Bütün teori, görünen ve görünmeyenin tek ve aynı olduğunu varsaymaya dayanıyor. Einstein bilimsel bir dille, kütleyle enerjinin eşit ve birbirine dönüşebilir olduğunu söyledi. Burada düşünce enerjidir ve düşünce­nin etkisi hayatımızda kütle ya da dışsal şekillenmeyi yaratır. Düşünce ve maddenin farklı şeyler olmadığını söyleyen Spinoza da aynı şeyi söylüyordu. Phineas Park- hurst Quimby de, “Düşünce çözülmüş madde, madde ise şekillenmiş düşüncedir” derken aynı teoriyi vurguluyor­du.

Başka bir deyişle, yaşamın birliğinden söz ediyoruz. Düşünce ve madde birdir; her şey bir olduğu için aslında madde yoktur; görünen ve görünmeyen enerjiden oluş­maktadır her şey. içsel ve dışsal görüntü bir ve aynıdır.

 

Dışarıdaki içeridekini yansıtır. Buna, dışarıdaki içeri- dekinin görünen bölümüdür de diyebiliriz. “İçerideki neyse dışarıdaki de odur” diyor Hermes. Bazıları da “Vücut ruhun görünen bölümüdür” derler. İçerideki res­mi değiştirdik mi dışarıdaki de değişmek zorunda; çün­kü devam etmesi için bir neden kalmaz. Gücünü elinden almış oluruz. Dışarıdaki direnemez, çünkü o sadece içeridekinin yansımasıdır. Projektördeki diyanın perde­deki resmi belirlemesi gibi, düşünce de yaşadığımız sonuçlan üretir. Dışarıdaki, belirleyici sebebin gölge­sidir; yani onu üreten düşüncenin. Bunun ne demek oldu­ğunu anlıyor musunuz? Düşünceyi ve böylece yaşadık­larımızı değiştirecek güce sahibiz. Düşüncelerimizi de­ğiştirerek hayat için yeni bir kalıp hazırlamış oluruz. Ardından deneyimler yaşanır ve bu da yeniden düşünce üretir.

BÜYÜK ARMAĞAN KULLANILMAK ÜZERE BİZİ BEKLİYOR

Şairin dediği gibi, “kaderimizin efendisiyiz.” Bü­yük armağan kullanılmak üzere bizi bekliyor. Kendini- yönetme yoluyla kullandığımız Güç bize sonradan dağı­tılmıyor, o zaten bizde mevcuttur. Başımıza çok küçük iyi­liklerin geleceğine inanırsak, gerçekten de küçük iyilik­ler yaşarız; çünkü kendimiz için kabullenebildiklerimi- zi deneyimleriz sadece. Göle su almaya gitmek gibidir bu. Suyla doldurmak için yanımıza fincan mı yoksa kova mı alacağız? Göl aldırmaz, o bizim için oradadır. Aynı şekil­de iyilik bolluğundan dilediğimiz kadar yararlanabilece­ğimize inanırsak, hayatın her alanında iyilikle karşıla­şırız. Evet, artık hayattan yakınmaktan vazgeçip bizi bek­leyen sonsuz iyiliklerden yararlanmanın zamanıdır.

Yalnızca iyiliğimizden ayrı olduğumuz inancı bizi arzuladığımız iyiden uzak tutar. Ayrılık imajını ya­rattığımız anda iyiden ayrı düşmeye neden olmuş oluruz.

 

Bunun nasıl işlediğini görelim. Başka birinin başarısını kıskandığımız anda aklımızda bir ayrılık imajı oluş­turmuş oluyoruz; çünkü “O başarılı, ben başarısızım” fik­rini kabul etmiş oluyoruz. Bu şekilde düşüncelerimize kendimizle ilgili başarısızlık imajı sokmuş oluruz. Başka birinin sahip olduklarında gözümüz olduğunu var­sayalım. Eksiklik imajı yaratmış olmuyor muyuz? “Onun var benim yok” diyoruz. Başkasının başarısı gücümüze gittiğinde eksiklik duygusuna ağırlık veririz, başarılı olmadığımız fikrini yaratırız. Sınırsız stok ora­da, tıpkı gölün fincan mı, kova mı, varil mi getirece­ğimizi görmek için beklediği gibi. Kendisini bize dök­meye ve istediğimizi ve alabileceğimizden fazlasını ver­meye hazır. Bu bolluktan kendimizi mahrum ediyoruz.

Eski olumsuz, eksiklik ve başarısızlık düşüncele­rinden sıyrılıp bol başarının zihinsel eşitliğini oluştur­ma zamanıdır şimdi.

Kendini reddetme, yetersizlik ve başarısızlık düşün­celeriyle işinizin şu anda bittiği konusunda anlaşalım. Onun yerine, hiçbir şeyin bize karşı olmadığı bir Sevgi at­mosferinde var olan En Yücenin çocukları olduğumuzu, tüm hayatın bizim için var olduğunu, hiçbir şeyin bizim için imkânsız olmadığını, hiçbir şeyin gerçek olamaya­cak kadar ulaşılamaz olmadığını bilerek yüce mirası­mızı kabullenelim.

HİÇBİR ŞEY İÇİMİZDEKİ MÜKEMMELLİK DERECE­SİNDEKİ DOĞRU HAREKETE ENGEL OLAMAZ

İşler ters gidiyormuş gibi görünebilir. Plânlarımız değişebilir ama içimizdeki Ruh açısından hiçbir şey ters gitmez; bulunduğumuz her yerde bizimle olan Güç’e hiçbir şey olamaz. Ne olabileceğinin, insanların düşünceleri­nin hiç önemi yok; yalnızca tek bir Güç vardır ve bu Güç dün, bugün ve sonsuza dek aynı Güç olarak kalacaktır.

W


İçimizdeki Tanrı’nın Mükemmel doğru hareketine hiçbir şey engel olamaz. Bunu bilirsek, ters gidiyormuş gibi görünen işler ve şartlar nimete dönüşebilir. İşler ters gitti mi içimizde, çevremizde, her yerde Mevcut Güç’e inan­mak gerekir.

Yaşamın Yüce Yasası’na tüm kalbinizle, tüm duy­gularınızla güvenin. Sınırsız iyilik yasasına güvenin ve bilin ki o sizi zaferden zafere götürecek yolda öncülük ede­cektir.

KENDİNİ – YÖNETME

Hiçbir şey bana karşı değil. Tüm hayat hizmetimde.

Her problemin bir çözümü var ve bu çözüm her zaman içimde yatmakta.

Karşılaştığım güçlük ne olursa olsun, onun içindeki nimeti bulur, daha iyi daha güçlü bir insan olurum.

Hiçbir şey beni yenemez, çünkü biliyorum ki hiçbir şey içimdeki Güç’ü yenemez.

İçimdeki Zekayı çağırarak daha üretken bir hayat hazırlıyorum.

 

ZAMANIN EFENDİSİ OLUN

Geçmiş ve gelecek yoktur; yalnızca sonsuz bir Şimdi

vardır. ABRAHAM COWLEY

Zamanın kölesi misiniz? Bu sabah saatinizi kurdu­nuz mu? Ondan beri kaç kez saate baktınız? “Kalkma za­manı” dediniz. “Kahvaltı zamanı. Acele etmeli ve işe git­meliyim; böylece acele edip kahve molasına yetişebilirim ve zamanında geriye dönüp bu kez tekrar öğle yemeği için acele etmeliyim, sonra randevuma yetişmek için acele et­meliyim” Ve böyle devam ettiniz. Üzücüdür ama bugün­lerde hepimiz zamana çok fazla bağlanmış görünüyoruz. Zaman nedir? Zamanla ilgili kuralları kim koyar?

ZAMANIN EFENDİSİ OLABİLİRSİNİZ

Zaman insanların sonsuzluk ölçüsüdür. Şimdiye kadar zamanla ilgili doğal kabul ettiğimiz her şey insan düşüncesinin ürünüdür; görecelidir. Bilinçaltının dü­şündüğümüz gibi bir zaman kavramı yoktur. Hayatımızı yönetmesine izin verdiğimiz zaman programları kendi düşüncemizin ürünüdür. Evrensel Bilinçaltında zaman ve yer yoktur. Kendini-yönetme olgusunu zamanla ilgili olarak nasıl kullanacağımızı anlamak için bilinçaltı­nın zaman-yer ilişkilerinin ve farklılıklarının bulun­madığı Mutlak’ın alanında çalıştığını anlamamız gere­kiyor. Zamanı anlayabilmemiz için zamanın uzaya bağlı olduğunu anlamamız gerekiyor. Uzay ölçüdür. Zamanı uzay sayesinde ölçebiliyoruz; zaman bir nesnenin uzay­daki bir noktadan başka bir noktaya geçtiği aralıktır. Za­man aralığı olarak düşündüğümüz budur. Zaman ve uzay kavramları birbiri için gereklidir; biri diğerinin göreceli değerine bağlıdır. Zamanla ilgili gerçeği anladığımızda zamanın efendisi olabiliriz.

BİLİNÇ ZAMANI NASIL KULLANIR

Bilinç her zaman insan yargılarına göre mantık yürütür ve karşılaştırır. Bilinç her şeyi geçmiş deneyim­lere bağlayarak göreceli düzeyde değerlendirir. Sürekli olarak beş duyumuza göre karşılaştırma yaparak hayatın bir bölümünü diğerlerine bağlarız. Zaman programlarını hazırlarken uzay (yer) ilişkilerini düşünürüz. Bu ilişki­leri isteklerimize uydurmaya çalışırız. Her şeyi belli ka­lıplara uydurmaya mekan kavramımızla ilgili olan za­man kavramımıza göre işleri yürütmeye çalışarak çevremizdeki hayatı itekleyip dürtükleriz hep. Kendimizi deneyimlerimizle, onların sonuçlarıyla sınırlarız. Kıta­yı atlı arabayla geçen insanın jet çağı hakkında bir kav­ramı olamazdı. “Seksen günde devri-alem” büyük bir başarıydı; fakat uzay çağı düşüncelerimizi nasıl etkiledi? Bugün astronotlar birkaç saatte dünyanın çevresinde tur atabiliyorlar. Evet, zaman insanın sonsuzluk ölçüsüdür; bir yerden başka bir yere, bir deneyimden başka bir de­neyime geçişinin ne kadar sürdüğüne dair geliştirdiği kavramdır.

BİLİNÇALTI ZAMANI NASIL KULLANIR

Bilinçaltı, bilinç gibi zamandan haberdar değildir. Bilinçaltı, bilincin direktiflerini soru sormadan ve tam o­larak uygular. O, sabah tam istediğimiz saatte bizi uyan­dıran gönüllü hizmetçidir. Saate bakmadığı için çalar saatten çok daha kesindir.Kendimize uykumuzun çok ha­fif olduğunu ve “garip bir nedenden ötürü” her gece saat üçte uyandığımızı söylersek o harika, itaatkâr bilinç- altımız bunu bir emir olarak kabul edip bizi her gece tam üçte uyandıracaktır. “Bilinçaltı mizah duygusundan yok­sundur” derler ve sözünü ettiğim uyku deneyimini yaşa­yanlar bunun doğru olduğunu bilirler. Bilinçli olarak ka­bul ettiğimiz her şey gönüllü hizmetçi olan bilinçaltı ta­rafından yerine getirilir. Zaman konusunda, kendini- yönetme hayatımızda önemli bir rol oynar. Sonuçta, bi­linçaltının tamamıyla bilincimizin direktifleri doğrul­tusunda hareket ettiğini görebiliriz.

HİPNOTİZMANIN ZAMANLA İLGİLİ ÖĞRETTİKLERİ

Virginia Üniversitesi Psikoloji Bölümü bu konuda bazı ilginç deneyler yapmış. Bu deneylerden birinde, hip­notize edilen bir öğrenciye okul yıllarına, sekizinci sınıfa geri dönmesi, okula doğru yürümesi, sınıflara birer birer girip bakması söylendi. Binada yirmi sınıf vardı. Kori­dor boyunca yürüyecek ve her sınıfa girecekti, Bunu yap­mak için yarım saati vardı. Yarım saat sonunda odalar­da neler olduğunu tam olarak anlatması istenecekti. Süre ayarlamasını-da her dakika başında tıklayan bir metro­nom yardımıyla aklından yapması gerekiyordu.

Hipnotize edilen kız süre ayarlamasını aklından yaptı. Söylenen her şeyi tam olarak yerine getirdi, bir kü­çük şey hariç, deneyi plânlandığı gibi tamamladı. Metro­nom dakika başı değil saniye başı işaret veriyordu. Başka bir deyişle, metronom otuz saniye süre tutmuştu toplam o- larak.

Otuz saniyenin sonunda metronom durduruldu ve profesör genç kızı uyandırdı. Sonra ona, ne hatırladığı so­ruldu. Odalarda neler olduğunu, neler gördüğünü ve hatırladığını birer birer ayrıntısıyla açıkladı kız. Bütün deneyin otuz dakika değil de otuz saniye sürdüğünü öğ­rendiğinde ise çok şaşırdı. Bilinçaltı kendisini, verilen emre göre ayarlamıştı.

Bir kayığı gölün karşı tarafına bir saatte de geçire­bilirsiniz, bir günde de. Ne kadar zaman ayırırsanız bi­linçaltı o kadar zamanda yerine getirir. Önce bilinçli ola­rak kabul etmelisiniz, bilinçaltı takip eder. Bunun birçok örneğini yaşadım. Aradığım bir makaleyi bulmanın bir­kaç gün alacağını düşünürsem öyle olur; ama bir saatten kısa zamanda kolayca yapılabileceğini söylersem, şu ya da bu şekilde, zaman harcamadan doğru yere yöneltili­rim. Büyük bir ihtimalle bugün yazamayacağım dersem, muhtemelen öğleye kadar çalışmaya başlayamam; bi­linçaltı masaya oturmamı geciktirecek bir şeyler bulur mutlaka. Daktilomun başına otururken saatin on iki olduğunu görür ve sabahımın nereye harcandığını sora­rım kendi kendime.

Öte yandan bilinçaltıma belli bir işi belli bir zaman­da bitirmesi için emir verirsem, Düşünce’nin görün­meyen dünyası sayesinde başarılacağını bilerek ve buna güvenerek adeta kanatlanırım ve fazla çaba harcamadan işi başarırım. Öylesine kolay olurki bu, tamamlanmış işi gördüğümde hayretten donakalırım. Mucize gibi görünür bana.

BAŞKA BİR DENEY

Virginia Üniversitesi’nde başka bir deney, sınıftaki eski bir pamuk çiftçisiyle yapıldı. Adam hipnotize edildi ve bu durumdayken, çiftliğine geri döndüğü ve tüm tarlayı dolaşıp pamuk kozalarını saymak için bir saati olduğu söylendi. Bunu bir saatte başarıp başaramayacağı sorul­duğunda “Sanırım yaparım, oldukça hızlıyımdır” dedi.

 

Metronomun dakikada bir işaret vereceği söylendi. Adam ilk deneyde bulunmadığı için kıza yapılan hilenin kendi­sine de yapılacağını bilmiyordu.

Metronom yine hızlandırıldı ve her dakika yerine her saniye işaret verdi. Denek, zihninde pamuk tarlası boyunca aşağı yukarı yürüdü. Altmış saniye sonunda metronom durduruldu ve denek uyandırıldı. Bir saat sü­reyle dolaştığını düşünerek her şeyi anlattı onlara. Gerçekten de bütün tarlayı dolaşarak kozaların hepsini saymıştı.

Bu deneylerden gördüğümüz gibi bilinçaltının za­man yargısı yoktur. Emirleri takip eder. Metronomun her dakika işaret vereceği söylendiğinde bunu kabul eder ve bütün tarlayı dolaşır. Ve bu adam da zihnen aynı şeyi yapmıştı. Gördüğünüz gibi, Düşünce’de hiçbir uzay (me­kan) ve zaman sınırlaması yoktur.

Kendinizi New York’ta 42. Cadde’yle Broadway’in kesiştiği bir köşe başında dikilirken hayal edebilirsiniz. Zihnen orada durduğunuzu, büyük binaları seyrettiğinizi, Broadvvay’e doğru baktığınızı; ufku, kalabalığı ve trafiği hissedebilirsiniz. Birden düşüncenizi değiştirip Grand Canyon’un güney kenarında olabilirsiniz. Oradan oraya hareket edebilirsiniz, çünkü düşüncede zaman ve yer sınırlaması yoktur; bu yüzden düşünceyi kullanımınızda tamamiyle özgürsünüz.

RÜYALARIMIZ ZAMANLA İLGİLİ NE ÖĞRETİR

Sabah uyanmadan az önce serüvenlerle dolu, bir şehirden öbürüne gittiğiniz, geçmişte birlikte olduğunuz birçok insanla karşılaştığınız, sonsuz karışıklıklar ve zor durumlarla mücadele ettiğiniz bir rüya görüp, tüm bunları üç dakika önce çalan alarm zilinden sonra gör­müş olduğunuzu anladığınız oldu mu hiç? Rüya o kadar gerçek gibidirki gün boyunca hatırlar durursunuz. Aile­nize anlatmayı düşünürsünüz ama birleştirmek saatler alacaktır ve bilinçli halinizle bunları tekrarlayacak za­manınız yoktur.

Bütün bunlar Düşünce’nin bilinçaltı kullanımında zaman ve yer sınırlaması olmadığını kanıtlıyor. O, di­rektifleri verdiğimiz şekilde yerine getirir.

SONSUZ ŞİMDİ

Bilinçaltı geçmiş veya gelecek diye bir şey bilmez. Hep şimdiki zamanda çalışır. Sonsuz Şimdi’de çalışır.

Olup biten şimdidir; ve olması gereken zaten olmuştur; ve Tanrının geçmiş olana ihtiyacı vardı. (Ecc- lesiastes 3 : 15)

Öznel zihin denen bilinçaltı tamamıyla bilince bağlıdır. Tek akıl vardır; o da Düşünce’nin Evrensel ha­vuzunun bireysel kullanımıdır.

Hipnotize edilmenize izin vermeli, bilinçaltınızı ge­çici olarak başka birinin bilincine bağlı kılmalısınız. Hipnotizma kelimesi Yunanca “uyumak” anlamına ge­len “hypnos” kelimesinden alınmıştır. Yunan mitoloji­sinde Tanrı Hypnos uyku tanrısı olarak kabul edilirdi. Hipnotizma, hipnotizmacılar tarafından yaratılan suni bir uyku ortamıdır. Hipnotik uyku görünüşte normal uy­kuya benzer ama farklıdır. Hipnotik testlerle aklın ikili yapısını anlayabildik.

Bilinciniz, bilinen tecrübelerden ve inanmak iste­diği çeşitli fikirlerden yola çıkarak çıkarımsal mantık yürütme yapar. Öte yandan bilinçaltı tam tersine işler. Ona bir şeyi gelecekte bir gün başarmayı arzuladığınızı söylerseniz arzunuzun gerçekleşmesini hep gelecek bir zamana erteler. İç Benlik’e verilmesi gereken direktif her zaman şu an için verilmelidir. Arzuların gerçek­leşmesi göreceli yer ve zaman dünyasına bağlı olarak ifade edildiği için sonuç yine gelecekte ortaya çıkıyormuş gibi görünebilir. Direktiflerimizin yerine getirilmesi için şimdi kelimesi kullanılmalı ve direktifimiz “şimdi” için geçerli kabul edilmelidir.

İSA BUNU ANLAMIŞTI

Isa’nın kendini-yönetme alanındaki başarısının nedenlerinden biri buydu sanırım. Hayata verdiği emir­leri şimdiki zamanla vermekle kalmaz, öyle bir otoriteyle söylerdiki, sonuç hemen gelirdi.

İsa konuştuğunda istediği hemen oluyordu; çünkü düşüncenin kullanımına sınır koymamıştı, bir bekleme dönemi gerektiğini de hissetmiyordu. Sakat kollu adama “Elini uzat” dedi. Emir “şimdi’ydi. “Kolun zamanla iyi­leşecektir; ileride belki de tamamen şifa bulursun” deme­di. Adamın bütünlüğünü o anda kabul etti.

Doğuştan kör olan adamı hatırlıyor musunuz? Gör­meye başladığı zaman “Tek şey biliyorum, kördüm, şim­di görüyorum” dedi. Gecikme yoktu, çünkü direktif şimdi idi. Hemen iyileşti, çünkü İsa hayatın tümünün o dakika­da ifade edildiğini biliyordu.

Bilinçaltına emirler verirken, onun zaman ve yer­den habersiz olduğunu hatırlayalım. Onu koşullandıran bizleriz. Henüz dört ay var ve sonra hasat mevsimi gelir diyen biziz. Hatırlayın, İsa, Tarlalar biçilecek kadar be­yazlaşmış bile dedi. “Bir gün o geziye çıkacağım” diyen ve sonra arzularımızın gerçekleşmesinin neden bu kadar uzun sürdüğünü merak eden bizleriz. Ve bir gün kolay bir şekilde direktifi “şimdi” diye veririz. Geziye çıktığımızı gözümüzde canlandırırız. Düşüncemizde Vaat edilmiş Topraklara doğru yürürüz; gardrobumuzu seçer, zihni­mizde valizleri hazırlarız ve neyle gideceğimize karar veririz. Ve işte oldu. Farkına varmadan geziye çıkarız. Gelecek zamanda verdiğimiz direktifler her zaman uza­namayacağımız bir yerde bizi cezbederek sallanır durur­

 

lar. Gönüllü hizmetçi bilinçaltı böyle istediğimizi düşü­nür. İyileşmenin, başarılı olmanın, hayat arkadaşımızı bulmanın, istenen geziye çıkmanın uzun zaman ala­cağını düşünürsek gerçekten uzun zaman alır. Yanıt, kendini-yönetmedir; ama unutmayın, bilinçaltı zaman veya yere bağlı değildir. Mucize zamanı “şimdi” dir! Orağını salla, tarlalar biçilecek kadar beyaz !

KENDİNİ – YÖNETME

Şimdi kendimi zamanın bağlarından kurtarı­yorum. İlk önce yapılması gerekeni ilk önce yaparak za­mana hakim oluyorum. Bilinçaltımı eldeki işi ko­laylıkla ve kesinlikle yapacak şekilde yönetiyorum. Son­suzluğun düzenli olarak benimle yaşamasına izin vererek hayatın tüm çılgınlıklarından kurtuluyorum. Ne geçmişe bağlıyım ne de gelecekle sınırlıyım. Şimdi, şu anda yaşıyorum.

 

İYİ BİR BELLEK İÇİN DÖRT İLKE

Ve ruhu kaplayan sular çekilip gittiğinde Bir bilinç kaldı ondan geriye. Belleğin sessiz kıyılarına yığılan, Hiç ölmeyecek ve yok edilmeyecek İmgeler ve değerli düşünceler. WİLLİAM WORDSWORTH

Fuller Warren’ı asla unutmayacağım. Uzun yıllar önce beni gerçekten etkilemişti. Gainesville’deki Florida Üniversitesine henüz varmıştım. Üniversitedeki ilk gü­nüm, hayatımda büyük bir andı. Üniversite bahçesinde iki arkadaşla yürüyordum; karşıdan gelmekte olan genç bir adam bana doğru yaklaştı ve,

“Merhaba Jack Addington, Jacksonville’de işler nasıl gidiyor?” dedi.

“İyiyim, iyiyim” diye yanıtladım karşımdakinin kim olduğunu merak ederek.

“Ben Fuller Waren”, diye merakımı giderdi, “Batı Florida’lıyım. Florida Üniversitesi’ne hoşgeldin. Dee, Rogers ve Jim adında üç kardeşin var, öyle değil mi?”

“Evet.”

“Baban inşaat işiyle uğraşıyor.” O devam ederken ben ağzım açık başımı sallıyordum.

Tüm bunları nerden biliyordu? Üniversiteye yeni başlayan mütevazi bir öğrenci hakkındaki onca ayrıntıyı nas;l hatırlıyordu? Beni tanıdığını kanıtlamıştı. Daha doğrusu Florida Üniversitesine, kendisi oradayken ge­len herkesi tanıdığını kanıtlamıştı. Kampüsteki herkesi tanıyordu.

Bugün, Jacksonville’deki St. Johns Nehri üzerinde Fuller Warren adında bir köprü var. Fuller Warren, Flo­rida Eyaleti nin valisi oldu; aynı kişinin ikinci kez vali seçilmemesi kuralı olmasaydı uzun yıllar bu göreve de­vam edebilirdi. Mükemmel bir belleği vardı ve bu özelliği onun başarısında büyük bir rol oynamıştı.

Fuller Warren üniversiteye gelen herkesin ismini titizlikle alır, hakkında mümkün olduğu kadar bilgi top­lar, sonra da tanışmanın bir yolunu bulurdu. Bunu yap­mak için mutlaka bir yol bulurdu. Belleği öyle güçlüydüki sizinle tanıştığında neye benzediğinizi ve hakkınızda birçok şeyi bilirdi.

O gün yanımdakilerden biri olan Dick Drysdale üniversiteye gelmeden önce Jacksonville Times-Union ‘da muhabirlik yapıyordu. Dick üç yıl önce Florida Üniversitesi’ne geldiğinde Fuller Warren’la tanışmıştı. O sıralar Fuller, Blountstovvn’daki liseye devam ediyor­du. Üç yıl sonra Atlanta’daki bir futbol maçına giderken aynı trendeydiler, Fuller vagondan içeri adımını atıp Dick’in kapıda durduğunu görünce döndü ve “Hey, selâm Dick. Seni en son üç yıl önce görmüştüm” dedi. Oysa Dick onu tanıyamamıştı.

“Ben Fuller Warren” dedi beriki, “Üç yıl önce bir toplantıda tanışmıştık.” Her şeyin bir kategorisi vardı onun için. Her şeyin belleğinde yeri vardı. Hiç kimseyi ya da durumu hatırlamaya değmeyecek kadar önemsiz bulmazdı.

Fuller Warren kadar iyi bir belleğe sahip olmayı is­ter misiniz? Bu mümkün. O da sizinle aynı zihinsel kompütüre sahip -sadece daha iyi kullanıyor. Aynı siste­mi kullanırsınız, onun yapabildiği her şeyi siz de yapabi­lirsiniz.

% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ

İYİ BİR BELLEK İÇİN DÖRT İLKE

  1. Dur – Bak – Dinle.

Hatırlamak istediğimizi hatırlarız. İyi bir belleğe sahip olduğu bilinen insanlar biriyle tanıştırıldıklarında durup o kişinin ismini dinlerler. Dinler ve doğru yazılı­şını gözlerinde canlandırırlar; hatta bir parça kâğıda yazıp akıllarına kazırlar. Kötü bir belleğin sorumlusu ge­nellikle dikkatsizliktir.

  1. Öğrenme Süreci, Fikirlerin Birleştirilmesine Bağlıdır.

Bir şeyi ezberlemenin en iyi yolu bir fikri başka bir fikirle birleştirmektir. Tüm bellek uzmanları bu sistem­den yararlanırlar.

  1. Sizin için Çalışmasını İstiyorsanız Belleğinize Güvenin.

İyi bir bellek, bilinçaltına güveni gerektirir. Belleğinize güvenin, ona güvendiğiniz ölçüde size cevap verecektir. Kendiniz hakkında inandığınız ve güvenle beklediğiniz her şeye sahip olursunuz. Kural bu.

  1. Kendini-yönetme, Kesin Sonuçlar Getiren Kesin bir Eylemdir.

Belleğiniz ona verdiğiniz direktifler kadar iyidir. Ona yaklaşımınızda eksik hiçbir şey olmamalı. Bilinç-» altınızı yönlendirirken ayrıntıya inmelisiniz; kesin sonuçlar istiyorsanız kesin direktifler vermelisiniz.

DİKKAT EDİN – NET BİR İZLENİM ELDE EDİN

Belleğiniz önemli gördüğünüz şeyleri depolar. İsimleri hatırlamak sizin için önemli mi? Eğer öyleyse biri size tanıştırıldığında durun ve dinleyin. Böylece ismi

 

doğru olarak duyarsınız ve gözünüzde canlandırırsınız. Veya daha iyisi, bir parça kâğıda yazın; böylece başka bir algı duyusu avantajına sahip olursunuz. Şimdi gözleri­nizi sürece sokuyorsunuz. İyi bir bellek için bir kalem ve not defteri oldukça gereklidir.

İyi bir belleğiniz var, mükemmel bir belleğiniz var. İnsanlar kötü bellekleri olduğunu söylediklerinde hatır­lama yetenekleriyle ilgili bir sorunları olduğunu söyle­mek isterler. Bu hatırlamak istedikleri şeyi net olarak zi­hinlerine yerleştirmemelerinden kaynaklanıyor. Za­manında o şeyi zihinlerine sokacak kadar önemli bul­mamışlardır.

Kendimize karşı dürüst olalım. Kaç kez birisiyle tanıştırıldığımızda hatırlayıp hatırlamayacağımıza aldırmadığımızdan o kişinin ismini dinlememişizdir ya da nasıl olsa hatırlayamayacağız diye dert etmemişizdir.

Mr. Cal Sudney adında biriyle tanıştığınızı farz edin. Şimdi, Cal Sudney adında kaç kişi tanıyorsunuz? Eminim fazla değildir. Kendi kendinize, “Nasıl hecele­niyor acaba -şey, nasıl olsa heceleyemiyorum, o yüzden takma kafana- ismi hatırlamaya çalışmayacağım” diye düşünüyor musunuz?

Birkaç dakika sonra aynı adam yine karşınızda ve onu bir arkadaşınıza tanıştırmanız gereKİyor. Şimdi, bu adamın adı neydi diye düşünüyorsunuz, garip bir isim – kolay gelmişti, kolayca anlamıştım ama neydi? İyi bir belleğe sahip olmak istiyorsanız, işe keskin bir izlenim yaratmakla başlayın. Belleğiniz teyp kaydedicisi gibidir, sürekli çalışır, ama teyp üzerinde keskin bir etki bırakmanız gerekir. Sesi yükseltmeli ve uygun şekilde ayarlamalısınız, yoksa orijinal izleniminizden farkı ol­mayan karmakarışık bir “playback” çıkar. .

Bir ismi hatırlamak istiyorsanız bir yerlere yazın. Nasıl yazıldığını bilmiyorsanız sorun. Dinler ve belle­ğinize kaydederseniz, emin olun ihtiyaç duyduğunuzda orada olacaktır.

Dinleyecek ve bilinçli olarak belleğinize kaydedecek kadar önemli bulduğunuz şeyleri her zaman hatırlar­sınız. Birbirine girmiş cevapların belirsiz denizinde bo­calamaya son verin. Kötü belleğin suçlusu genellikle dik­katsiz bir yaklaşımdır, ilgilendiğiniz ölçüde hatırlar­sınız. içinizdeki kayıt aleti verdiğiniz öneme göre kayıt yapar. Neler olup bittiğiyle ilgilenmiyorsanız o anı pek hatırlamazsınız, ilgileniyorsanız kayıt aleti daha derin baskılar yapar ve daha iyi hatırlarsınız. Bu yüzden, dur – bak – dinle ; daha sonra hatırlamak istediğiniz şeyi doğru ve net olarak aklınıza yazın.

BÜTÜN BELLEK UZMANLARI BU SİSTEMDEN YA­RARLANIRLAR

Belleği geliştirme dersleri veren insanlar vardır. Bir bellek uzmanı, içinde daha önce karşılaşmadığınız kırk-elli kişi bulunan bir odaya nasıl gireceğinizi öğre­tebilir. Gitmeden önce kapının önünde durup hepsinin eli­ni sıkarak güvenle isimlerini söyleyebilirsiniz.

Elli-altmış tane nesne sırasıyla verilip hatırlamanız istenebilir ve hatırladığınızda şaşar kalırsınız, işin sırrı nesneleri birbirine bağlamakta. Bir şeyi ezberlemenin en iyi yolu bir fikri diğeriyle birleştirmektir. Tüm bellek uz­ananları bu sistemden yararlanırlar. Aynı işlemi siz de öğrenebilirsiniz.

Sahneye çıkmak isteyen, buna can atan birçok insan vardır ama bölümlerini ezberleyemeyeceklerini düşünür­ler. Gerekeni yaparsa herkes ezberleyebilir. Olay; düşün­ce, duygu ve zihinsel resim dizisi oluşturmaktan ibaret­tir. Nesneleri hatırlamak için izlenen yola klâsik bir örnek verelim:

Hatırlanacak şeyler: Top, masa, kedi, duvar, fare, delik, masa örtüsü, sürahi, su, halı. Bu sıra, birleştirme yapılırsa kolaylıkla hatırlanabilir. Top masanın üstün­den yuvarlanır, yere düşer; kedi topu duvara kadar kova­lar; sonra kedi delikten çıkan bir fare görür masaya doğru kovalar ve masa örtüsünün üstünde kovalamaca de­vam eder; suyla dolu sürahiyi devirirler; su masaya dökülür ve halıda leke bırakır.

BİRLEŞTİRME OYUNU OYNAMAYI DENEYİN

Bellek dersi veren herkes, zayıf bellek diye bir şey ol­madığını kabul ediyor. Unutmak denilen şey ilk etapta öğrenmemekten başka bir şey değil. Bellek kasa benzer. Zayıf bir kas egzersizle geliştirilmemiş kastır. Zayıf bel­lek denilen şey, belleğin yeterince eğitilmemiş olmasın­dan kaynaklanıyor.

Birleştirme belleğin temelidir. Hatta o olmadan bel­lek olamaz. Hatırladığınız her şey -bir isim, bir yüz, bir kitaptan bir satır- sizin tarafınızdan yapılan birleştir­menin sonucudur. Hatırlayamadığınız isimler, yüzler, alıntılar zihninizde birleştirilmesi kolay olmayan şeylerdir.

iyi bir belleğe sahip olacaksanız, zihnen bilinçli bağ­lantılar kurmayı alışkanlık haline getirmelisiniz. Aynı anda iki ya da daha fazla isim veya fikir yerleştirmeniz gerekiyorsa hatırlamanın daha kolay olacağını görürüz. Bilinçaltına direktifi aynı zamanda vererek bir şeyi başka biriyle bağlayın.

Örneğin, Mary Fleetwood’un iri kahverenği gözleri ve uzun saçları var. Kocası Frank Fleetvvood uzun boylu ve atlete benziyor, koşar gibi yürüyen bir adam. Frank ve Mary’i hatırlayacağım; kahverengi gözlü Mary ve hızlı yürüyen Frank. Onları gözümde, ormanın içinde koşar­ken canlandırıyorum -Frank ve Mary Fleetwood. Bunu okumak kadar bile sürmüyor düşünmek. Zihninizde anlık bir görüntü oluşuyor. Fakat isimleri yüksek sesle söyleyip bu isimleri zihninizdeki insanların görün-

 

tüleriyle birlikte resmetmeyi unutmayın.

Hatırlamak istediğiniz şeyi gördüğünüz, tanıdığınız anda kaydettiğinizden emin olun. Unutmayın, pratik mükemmelleştirmez, yalnızca alışkanlık haline getirir. İlk seferinde ismi yanlış alırsanız, her hatırlamaya çalıştığınızda yanılacaksınız. Doğru olarak alın, zihni­nize yerleştirin, bir fikir ya da fikirler serisiyle birleş­tirin, bilinçaltınıza bu bilgiyi kolayca hatırlamak iste­diğinizi söyleyin. Mutlaka hatırlarsınız. Deneyin, eğlen­celidir!

BELLEK DUYGULARI DA DEPOLAR

Ezberlemenin imkânsız olduğunu iddia eden insan­lar, çocukluklarında okulda ezbere bir şeyler okumaktan korkmuşlardır genellikle. Belleğini, ezberden okumaya utanma veya başka çeşit bir engelleyici duyguyla birleş- tirmedikten sonra herkes ezberleyebilir.

Aktör için ezberlemek, satırları ezberlemekten çok daha öteye bir şeydir; sözcüklerin duygularla birleş­tirilmesidir. Sadece sözcükleri hatırlamaz, duygusal kar­şılıkları üzerinde çalışır. Oynadığı karakterin ruhuna, havasına girmeye çalışır. Aktör için satırları öğrenmek en önemli şey değildir, sözleri duygularıyla birlikte ak­tarmak zorundadır. Bellek, sözcüklerin olduğu kadar duyguların da depolandığı yerdir.

Zayıf bir belleğiniz olduğunu düşünebilirsiniz; hatırlamanın imkânsız olduğuna inanabilirsiniz, ama aslında başınıza gelen her şeyi hatırlarsınız. Ara sıra geçmişte yaşadığımız olayları hatırlar, düşmanlık, zıt­lık, üzüntü, vicdan azabı veya pişmanlık duyarız. Bir şey belleğimizin derinliklerine gömülmüş bir olayı hatırlatır ve birden baskı altında, endişeli ve sorunlu hissederiz kendimizi. Hatırlayamayacağınızı mı sanıyordunuz? Hayatınız boyunca başınızdan geçen her şey özenle ko­runmuş olarak kendisini çağıracak bir şey bekliyor ora- ‘ da.

Geçmişi belleğimizden silmek mümkün değil ama onunla barış yapabiliriz. Burada kendini-yönetme dev­reye girer. Bilinçaltına hatırlamak istediğimiz bir şeyi kaydetmesi direktifini verdiğimiz gibi, eski bir düşman­lığı ortadan kaldırması direktifini de verebiliriz. O geç­miş anı belleğimizde yeniden canlandırır ve onunla barış yapabiliriz; bağışlar ve o mutsuz anıyı farklı duygularla sarmalayıp nötralize edebilir ve böylece bize zarar verebi­lecek güçten mahrum kılarız. Mesele bellekteki olaylarla dokunmuş ‘görüntüleri, duyguları, ruh hallerini ve karşılıkları birleştirmekten ibaret. Emirleri biz ver­diğimiz için ne kadar şanslıyız. Duruma eşlik eden duy­gu ve karşılıklardan daha sonra hatırlamak isteyecekle­rinizi zihninize yerleştirmeyi öğrenin.

BİLİNÇ ALTINIZA GÜVENİN

Sizin için çalışmasını istiyorsanız bilinçaltına güvenmelisiniz. Doğru hatırlama yeteneğiniz, belle­ğinize duyduğunuz güvene bağlıdır.

Bilinçaltınıza sabah altıda kaldırılmak istediğinizi söylersiniz ve belleğinize inanıyor ve güveniyorsanız tam altıda uyanırsınız. Bellek kompütüre benzer ama kompütür gibi ona da direktif vermek gerekir. Şehir­lerarası yapmanız gereken bir telefon konuşmasının si­zin için çok önemli olduğunu varsayın. Ülkenin çeşitli bölümleri arasındaki zaman farklılıkları yüzünden bu konuşmanın akşam tam sekizde yapılması gerekiyor. Bunu yapacağınızı nasıl hatırlayacaksınız?

Geçen gün böyle bir deneyimim oldu. Sabah erken­den telefon etmem gerektiğini düşündüm ve bir kâğıda şöyle yazdım: “Bu akşam sekizde Dorothy’yi araya­cağım.” Kâğıdı cebime koydum ve bunu tamamen unut­tum – ya da öyle sandım. Gün boyunca bu konuyu hiç düşünmedim, ama tam akşam yemeğimi bitirmişken hatırlayıverdim, saat sekizdi. Masadan kalktım ve tele­fon ettim. Düşünceyi zihinsel kompütürüme koymuştum ve o da gerekeni yapmıştı. “Hatırlayabilir miyim?” ya da “Belleğime güvenebilir miyim?” diye düşünmemiştim hiç. Batı Elektrik’in bellek makinesine güvendiği kadar güvenmeliyiz bilinçaltına. Hatırlamak, hatırlayabilecek şeyin içimizde olduğuna inanmaktır.

YAŞIN HİÇ ÖNEMİ YOK

“Eskisi kadar iyi bir belleğim yok artık” diyen in­sanlara rastlarız. Birçok insan yaşlandıkça belleğinin zayıfladığına inanır. Gerçekte bellek yaşa bağlı değildir. Herkes iyi bir bellek geliştirebilir. Bellek bir nesne değil, bir aktivitedir. Olmasını istediğiniz kadar aktif olur. Do­kuz ya da doksan yaşında olmanız önemli değil. Hayır, yeteneğinizi yitirmiyorsunuz. Yalnızca hatırlama yerine unutma pratiği yapıyorsunuz. Bilinçaltınıza hatırlaması direktifini vermeye ve iyi sonuçlar beklemeye başlayın. Belleğinize güvenmeye başlayın.

SERBEST BIRAKIN, GELECEKTİR

Bir isim ya da fikir aklınıza gelmemekte direnirse cesaretinizi yitirmeyin. Belleğinizi suçlamanın sırası değil. Ona güvenme zamanı şimdi. Bilgi orada. Emri ve­rin: “Bunu hatırlamak istiyorum.” Ve gelmesi için güvenle bekleyin. Zihinsel olarak uzaklaşın ondan. Ra­hat bırakın. Hatırlamaya çalışmaktan vazgeçin. O an için başka bir şeyle ilgilenin. Hatırlamak istediğiniz şeyin gelmesi fazla zaman almaz. Bu yöntemin işlemesi belleğinize duyduğunuz güvenin derecesine bağlı

Düşünürsünüz düşünürsünüz Boşa gider

Düşünmediğinizi düşündüğünüz zaman Fikir parlayıverir.

Ginny Lenz

KENDİNİ-YÖNETME KESİN SONUÇLAR GETİREN BİR HAREKETTİR

Zihnimizin; duyduğumuz, söylediğimiz düşündüğü­müz her şeyi kaydetmede ne kadar titiz olduğunu anlar­sak, belki ihtiyaç duyduğumuz bilgiyi hatırlama ye­teneğimize daha fazla güveniriz.

Thomson J. Hudson Psişik Fenomen Yasası adlı kitabında, kafasına bir darbe yiyip bilincini yitiren bir adamdan söz eder. Adam caddede terk edilmiş halde bu­lunup Londra’nın kenar semtlerinden birindeki küçük bir hastaneye götürülüyor.Orada, Isaiah’dan bir bölümü harfi harfine doğru olarak söyleyip duruyor. Bu hastane doktorlarından birisinin çok ilgisini çekiyor ve bir sek­reter çağırıp adamın söylediği her şeyi not almasını isti­yor. Hasta bilincini kazandığında, söylediklerini tekrar­laması isteniyor. Adam neden söz ettiklerini bile anla­mıyor. Araştırmalar sonunda adamın sefalet içinde yaşadığı ve bir hafta kadar önce ücretsiz yemek verilen bir misyona katıldığı öğreniliyor. Misyonun, adamları doyurmadan önce kutsal kitaptan br bölüm okuma ge­leneği varmış. Adam öylesine açmış ki yemekten başka bir şey düşünemiyormuş; söylenenlere dikkat etmeme­sine, farkında olmamasına rağmen kafasında yemekten başka düşünce olmadığı için hepsi belleğine kaydedilmiş. Bilinç geçici olarak yoldan çekildiğinde ise adamın içindeki kayıt aleti duyduğu her şeyi geri vermiş.

Dr. Hudson tarafından anlatılan başka bir hikâye de bir kaza geçiren yirmi yaşlarında bir kızla ilgili. O da bi-

 

linçsiz olarak hastaneye getiriliyor ve yabancı bir dilde konuşmaya başlıyor. Bu durum hastane görevlilerinin il­gisini çekiyor ve söyledikleri kaydediliyor. İtalyanca konuştuğu ortaya çıkıyor; fakat kız kendine geldiğinde İtalyanca tek bir kelime bile bilmediğini söylüyor. Başlangıçta çoğu, bunun ruhun başka bir bedene girme­sine (tekrardoğuş) kanıt oluşturduğunu, genç kızın İtalyanca’yı önceki yaşamından hatırladığını düşünü­yor. Konu araştırıldıktan sonra, kızın sekiz yaşların­dayken bir yıl süreyle İtalyan bir dadısı olduğu, kadının normalde İngilizce konuştuğu, ama yalnız kaldığında İtalyanca gazete ve kitapları yüksek sesle okuduğu ortaya çıkıyor. Böyle zamanlarda kız oturup onu dinliyormuş. Ne söylediği hakkında hiçbir fikri yoktu ama onu oldukça etkileyen bu yabancı dil merakını uyandırıyordu. Aklın­daki kaydedici hepsini kaydetmişti ve genç kız o zaman söylenenleri yıllar sonra mükemmel bir biçimde hatır­lıyordu.

ÖNEMLİ OLAN HATIRLAMA GÜCÜDÜR

Belleğiniz mükemmeldir. Başınıza gelen her şey özenle muhafaza edilir. Önemli olan hatırlama gücüdür. Geçmişi tam olarak hatırlamak için bilincin yoldan çekilmesi şart değil. Hiç beklemediğiniz bir anda çıkıp gelir. Eski kâğıtlarınızı ve hatıralarınızı gözden geçirin. Çocukken tuttuğunuz bir günlüğe veya okul yıllığınıza rastlarsınız belki. Önce olayları hatırlamadığınızı düşü­nerek sayfalara boş boş bakarsınız; ama kısa zaman son­ra anılar gözünüzde canlanmaya başlarlar. Her olayın hatırası, isimler birer birer geri gelir ve kendinizi yaşa­nan her olayın çok önemli olduğu o harika, heyecan verici günlerde hissetmeye başlarsınız.

Hatırlayamam demekten vazgeçin. Hatırlamak is­tediğiniz her şeyi hatırlayabilirsiniz. Okulda öğren­

 

dikleri şeyleri hatırlamakta güçlük çeken gençler, yıllar önce televizyonda seyrettikleri bir filmi kolayca hatır­layabilirler. Çoğumuz gençken öğrendiğimiz şarkıların sözlerini hatırlarız. Yalnız gençliklerini ve büyük bir ayrıntıyla hatırlamaya başlayan yaşlı insanlar bu­naklıkla suçlanırlar. Aslında bellekleri iyidir, yoksa geçmişi bu kadar net hatırlayamazlardı. Bugünkü şeyleri hatırlayamamaları ise bugünkü dünyaya ilgilerini kay­betmelerinden kaynaklanmaktadır.

Net bir belleğe yaklaşımımızda dikkatsiz hiçbir şey olmamalı. Bizi etkileyen şeyler kolayca hatırlanır. Dik­kat edersek, bilinçaltına kesin direktif verirsek, hatır­lamak istediğimiz her şeyi hatırlarız. İyi bellek denen, çağrılmayı bekleyen bilgiyi hatırlama yeteneğine her yaşta sahip olunabilir.

KENDİNİ – YÖNETME

Hatırlamak için bilinçaltıma güveniyorum. Benden kaçınıyormuş gibi görüneni serbest bırakırım ve aradığım yanıtı bana vermesi için bilinçaltıma güvenirim.

SAKİNLEŞTİRİCİ HAPLAR ALMADAN RAHATLAMA

Huzur içinde geçen saatleri yaşanmış sayarım.

MAURİCE MAETERLİNCK

Mark Twain bir keresinde, “Herkes havalar hak­kında konuşur ama kimse onunla ilgili bir şey yapmaz,” demişti. Rahatlama için de aynı şey geçerli. Rahatlamay­la ilgili birçok şey işitiriz. Herkes ona gereksinim duyar ama çok azımız bunu sağlamak için bir şeyler yapar. Bugün çoğu televizyon reklamı, rahatlama veya gerilim­den kurtulma ile ilgilidir. însan reklamlara inansa, ge­rilimden kaynaklanan başağrılarının ancak ilaçlarla yok edilebilecek kaçınılmaz bir dert olduğu sonucuna varırdı.

RAHATLAMA BUGÜN NEREDE?

Annemin gençliğinde kadınlar ev işlerini öğleye kadar bitirir, yemekten sonra da biraz kestirirlerdi. Son­ra banyo yapıp, temiz kolalı elbiseleri içinde zinde bir şekilde sundurmaya oturur, akşam yemeğini hazırlama saatine dek elleri kucaklarında dinlenirlerdi. Bugün emek tasarrufu sağlayan onca alete rağmen neden daha fazla rahatlayamıyor, dinlenemiyoruz. Rahatlamak için yaptığımız şeylere şöyle bir göz atalım.

Bugün insanlar rahatlama sağladığı söylenen her türlü aktivitenin peşine düşüyorlar. Ama, rahatlayabili­yorlar mı? Briç, futbol, beyzbol veya golfü iyice konsantre olarak izlemek insanı rahatlatıyor mu? Rahatlamak için futbol maçına giden bir insanı ele alalım. Takımı kazan­mak zorundadır! Oyun sıkıntılı hale gelir. Oturma yeri­nin ucunda oturur. Bunalıma girer. Kazanmayı o kadar çok ister ki, ama bağırıp çağırmaktan başka yapabileceği bir şey yoktur. Giderek artar gerginliği. Oyunun sonunda sinirleri yıpranmış bir harabedir artık.

Pazar günü öğleden sonra, ailenizi de yanınıza alıp arabayla dolaşmaya çıkarsınız. Mutlu günler geri geldi! Ama bu otoyolda rahatlamak ne mümkün! Çünkü herkes aynı şeyi düşünmüştür; onun içinde bu kalabalık yolda rahatlamış bir yüze rastlamak olası değildir.

îyi bir gece uykusundan daha rahatlatıcı bir şey yok­tur kuşkusuz -öyle mi gerçekten? Çoğu insan gergin bir şekilde yatağa girer ve sabah daha da gergin kalkar. Ra­hatlamış olarak uyanmak istiyorsanız rahatlamış olarak uyumanız gerekir. Yalnızca yatağa girip gece boyunca uyuyarak gerginliğin atılabileceğini düşünmek hatadır. Gergin yatarsanız gergin uyursunuz. Rahat bir uykunun tadını çıkarmak isteyen insan gevşemeyi öğrenmelidir önce.

Avrupa’dan mobilya ithal eden bir New York’lu tanıyorum. Birkaç yıl öncesine kadar yılda üç iş gezisine çıkıyordu. Gemiyle gidip trenle tüm Avrupa’yı dolaşı­yordu. Her yolculuğun yaklaşık bir ay aldığını söylemişti bana. Gezileri dört gözle bekliyordu; çünkü döndüğünde ayrıldığından çok daha rahatlamış oluyordu. Gemide geçirdiği günlerde sükûnet ve huzur buluyordu. Trende de rahatlıyor, dinleniyordu. Yapacak başka bir şey yoktu çünkü. Şimdi uçakla gidiyor. Birkaç saatte oraya varı­yor. Bu “kazanılmış” zamanı başka yerlere giderek ve dinlenerek mi değerlendiriyor? Hayır, Avrupa’da daha fazla iş görüşmeleri yaparak kullanıyor bu zamanı. Ame­rika’da yeni pazarlar kuruyor. Günümüzün zaman ka-

 

â

zandıran seyahat yöntemleriyle eskisinden on kat daha meşgul bir durumda. Rahatlamak için sakinleştirici hap­lar alıyor; sonra da enerji kazanmak için “kuvvet hap- ları”na ihtiyaç duyuyor! Ne hayat! Geçen gün bu yarışa daha ne kadar dayanabileceğini bilmediğini söyledi bana. “Ruhumun bedenime yetişmek için hiç şansı ol­madığını hissediyorum” dedi.

İşyerinde yoğun bir günden sonra kendini tükenmiş hisseden birçok insan bir bara koşturur ya da birkaç ka­deh içki içmek için aceleyle eve gider; bunun kendilerini rahatlatacağını düşünürler. Rahatlatıyormuş gibi görü­nür. Fakat içki uyarıcıdır. Önce uyarır, sonra aptallaş­tırır. Etkisi geçtiğinde çok daha gergin hissettirir. İçki kimseyi rahatlatmaz.

RAHATLAMAK NEDEN GEREKLİ?

Montreal’li Dr. Hans Selye tüm hastalıkların stres sonucu ortaya çıktığını söylüyor. Gün geçtikçe daha çok insan bu teoriyi kabul ediyor.

Sadece rahatlamış ve huzur içinde olduğumuz zaman yoğun düşünceye dalabilir, bize taze fikirler sağlayan içsel Zekâyla iletişim kurabiliriz. Gergin ve sinirli olduğumuz zaman tam anlamıyla yaratıcı olmak ola­naksızdır. Gergin bir insan etkili çalışma gücünü faz­lasıyla yitirir.

Aktör, atlet, müzisyen ya da başka herhangi bir alan­da çalışan biri için hayatta en önemli şeylerden biri za­manlamadır. Zamanlama rahatlamaya bağlıdır. Doğru zamanlama, faaliyet sırasındaki rahatlamadır. Büyük çalıştırıcıların atletlerine öğrettikleri ilk şey zamanla­madır. Zamanlama ve rahatlama el ele gider. En uzun atışları yapan golfçüler en rahat vuruşlara sahiptirler. Billy Cosper, Arnold Palmer veya San Snead’in atışlarını ağır çekimde izleyin. Golfçünün duası: Tanrım, kolay

 

bir atış yapacak güç ver bana şeklindedir. Rahatlama yo­luyla, ona gerçek bir amaç ve yoğunluk kazandırarak enerjimizi korumayı, doğru zamanda kullanmayı öğre­niriz. Gerginliğin kendisi kötü bir şey değildir. Tehlikeli olan sürekli gerginliktir. Hayat sürekli bir gelgittir. Ey­leme geçme ve geçmeme zamanı, gerilme ve fırlamaya hazırlanma zamanı, rahatlama ve tüm gerginlikten kur­tulma zamanı vardır. Kedinin hareketlerini izleyin. Kediden daha rahat bir yaratık var mıdır? Ama anında gerilip dengeyi sağlayabilir ve sıçramaya hazırlanır. Sıçradığı zaman dinlenme esnasında depoladığı tüm enerjiyi kullanır. Hayatımıza hakim olmak istiyorsak kediden ders almalıyız.

HUZUR PASİF DEĞİL AKTİFTİR

Huzurun pasif olduğunu düşünmek yanlıştır. Huzur merkezleştirilmiş ve kontrol edilen zihinsel ve ruhsal bir aktivitedir. Tekerleğin merkezinde dingil vardır. Teker­lek ve göbeği tam bir dengede olursa dingil tümüyle hare­ketsiz görünür, ama aslında gücün merkezidir. Hareke­tin tümü bu noktadan kaynaklanmaktadır. Kasırganın merkezi durağan görünür, ama aslında güçle doludur.

New York Hisse Senedi Merkezi’nde hisse senedi alıp satan bir adam tanıyorum. Her gün yüzlerce önemli muameleyi tamamlıyordu. Çevresi tımarhaneye dönü­yordu, tam bir kargaşa idi yaşanan. Gün boyunca birkaç kez durup, “Huzur içindeyim. Huzur tüm varlığımı kaplıyor. Sakinim, huzur içerisindeyim, rahatım. Kafam sükûnet içinde” diyordu. Gün boyunca dengesini koruyor­du. Yalnızca dengeli görünmüyordu, gerçekten de denge­liydi. Ne rahatsızlık veriyor ne de a:ele ediyordu. Soğukkanlılığını koruyordu.

Dengeli insan hayatla birlikte akar. Hayata diren­mez, hayattan korkmaz, hayatla uyuşmazlığı yoktur.

 

KAOS VE KARIŞIKLIĞI GİDERMEK

Hepimiz hayatın dış kenarında çok hızlı hareket et­menin sonucu olan karmaşanın esaretine düşeriz. Sonra, içimize dönmek, sakinleşmek ve asla karmaşaya düş­meyen, acele içinde olmayan ve rahatsız olmayan iç huzu­runu yaşamak isteriz. Bu varoluşumuzun gerçeğidir. Onu anlamamızı bekler yalnızca.

Biz izin vermedikçe hiçbir şey içimizdeki huzurdan ayıramaz bizi. Bize sorun olan sadece hayata verdiğimiz karşılıklardır. Gerçek Ben sonsuz bir ahenk içindedir. Karışıklık duygusuna sırt çevirerek, dış dünyanın koşul­larından korkmayı reddederek hep bu ahenk içinde yaşamak mümkündür.

RAHATLAMA ZİHİNSEL DENGEYLE BAŞLAR

Ne olursa olsun sakin ve dengeli kalmak mümkün­dür. Andre Kostalanetz’in karısı ünlü opera şarkıcısı Lily Pons “Yaşlı bir peri en çok değer verdiğimiz ve yaşamı zevkli kılacağını, düşündüğümüz özelliği bize bahşedecek olsa, tercihim “denge” olurdu demişti bir ke­resinde. Denge, nasıl şoklar, değişiklikler yaşarsak yaşayalım huzur içinde ve güvenle yolumuza devam ede­bilmemizi sağlar. Dengeyi yitirirseniz, her şans rüzgârı sizi yumruklar; beklenmeyen şeyler hayatınıza renk ve lezzet katacağına sizi telaşa boğar.

Lily Pons Havvaii’de başından geçen bir olayı an­latıyor; sahneye çıktığında seyircilerin kahkahalarıyla karşılaşıyor. Kendisinden en emin insan için bile zor bir durumdur bu kuşkusuz. Sahneye çıkan insanların belki de en çok korktukları şey, gülünç duruma düşmek, alay konusu olmaktır. Lily Pons seyircinin niye güldüğünü anlamamıştı. Sahneye çıkmadan önce aynaya bakmıştı; o yüzden görünüşüyle ilgili komik bir durum söz konusu olamazdı. Tam bir denge içerisinde, dostça gülümseyerek çevresine bakındı. Tam üstünde “Bu akşam güreş müsa­bakaları var” diye yazan ilanı gördü. Hemen kıvrak zekâsını kullanarak ellerini kaldırdı ve “Baylar bayan­lar, güreşeceğim ilk rakip…” diyerek, ilk aryasının adını söyledi. Seyirciler alkışladılar, kahkahalar kesil­di. Konserine başladı ve başarıyla sürdürdü. Bir parça mizah, günü kurtarmıştı.

HUZUR İÇSEL BİR MESELEDİR

Sükûnet ve içsel denge başkası tarafından sağla­nabilecek bir şey değildir. İçten gelir. Don Blanding Mut­luluk İçsel Bir Meseledir adlı bir kitap yazmıştı. Huzur içinde aynı şey geçerlidir. “Akıllı adam kalbinin içine bakar ve sonsuz huzuru bulur” diye eski bir deyiş vardır.

“Sizden ve prensiplerinizin zaferinden başka hiçbir şey size huzuru getiremez” diyor Emerson. “Sükûnet ve güven gücünüz olacak” diyor bir peygamber. Güven­liğimiz Tanrı’nındır. Dış çevreden etkilenmeyen içsel durumdur. İçimizdeki Tanrı, evrenin sonsuz huzurudur.

İçsel denge geliştirmeye ve karşılaştığınız her du­rumda dengeli bir biçimde davranmaya karar verin. Hiç ara vermeden aynı ritimle, tik tak, tik tak, tik tak diye çalışan saati düşünün. Hiçbir şey saati rahatsız etmez. Caddenin gürültüsüne, kamyonların, spor arabaların gürlemelerine, siren çığlıklarına, jetlerin çıkardığı ses­lere tepki göstermez. Robert Lovus Stevenson şöyle yazmış: “Sakin kafalar şaşırtılamaz veya korkutulamaz, kendi özel adımlarıyla mutlu veya mutsuz yollarına de­vam ederler; gök gürlerken çalışmayı sürdüren bir saat gibi.”

“İnsan kafasında cenneti cehenneme, cehennemi cennete çevirebilir” demiş Milton. Sakin bir kafadan daha değerli bir şey yoktur.

“Kulağa hoş geliyor” diyebilirsiniz. “Ama kendimi endişelenmekten nasıl alıkoyabilirim? Düşüncelerimi durdurup, onları kafesteki bir sincap gibi daireler çizerek dolaşıp durmaktan nasıl vazgeçirebilirim?”

GELİŞMİŞ TEPKİLER OLUŞTURUN

Hepimizin dengemizi yitirdiğimiz anlar vardır. Böyle zamanlar için aklımızda ileri seviyede tepkiler oluşturmuş olmamız önemlidir. Ortalığı “dağıtmak”la övünenler önce kendileri parçalanırlar. Kaostan bahse­denler kaosu sık ve düzenli olarak yaşarlar; ama huzurlu olanlar sakin bir şekilde “Bu beni etkilemez; hiç ra­hatsızlık duymuyorum” deyip geçerler.

PSİKOJENEZ VE RAHATLAMA

Psikojenez sayesinde her şeyin düşüncede başladı­ğını öğrendik. Rahatlama, gerginlik, huzur ve denge hep birer ruh halidir. Bilinç fikri oluşturur ve bilinçaltı ke­sinlikle takip eder. Ellerinizi ensenize koyun ve işaret parmağınızı kaldırıp aşağı yukarı oynatın. Bu hareketi göremezsiniz ama var olduğunu bilirsiniz. Nasıl bilirsi­niz? Deneyimlerinizden biliyorsunuz ki vücudunuzun çeşitli bölümlerine emirler verdiğinizde, bu emirlere itaat ederler. Parmağınıza bir o yana bir bu yana hareket etmesini söylediğinizde, o parmağınız üzerinde hakimi­yet kurmuş olursunuz. Parmağınız karşılık verip, “Yor­gunum, gerginim, sana itaat edemem” demez. Siz de böyle bir karşılık beklemezsiniz. Aynı şey vücudunuzun ve aklınızın her bölümü için geçerlidir. Hakim olursanız itaat ederler. Zihinsel ve fiziksel rahatlama, karşılaşılan durumlar üzerinde hakimiyet kurmaktan ibarettir.

 

VÜCUT SENFONİ ORKESTRASI GİBİDİR

Vücut senfoni orkestrasına benzetilebilir. Siz orkes­tra şefisiniz. Her enstrüman bütün orkestra ile senkroni- ze edilmelidir. Şimdi vereceğim egzersiz, vücudun çeşitli bölümlerini rahatlamış bir bütüne senkronize etmenize yardımcı olacaktır.

Orkestra şefi yalnızca batonunu kaldırır ve tüm or­kestra direktiflerini takip etmek için dengeli ve hazır hale gelir. Batonun bir hareketiyle tüm grup mükemmel bir uyum içinde bir araya gelir. Bu egzersizi düzenli ola­rak yaparsanız, bir gün gelir, “Gevşe” emrini verdiği­nizde, vücudunuzun her parçası bu emre uyar ve o anda ra­hatlarsınız.

ETKİLİ BİR GEVŞEME EGZERSİZİ

Gevşedim. Vücudumun her kası, her hücresi, her ato­mu gevşedi. Vücudum üzerinde hakimiyet kuruyor ve şu emirleri veriyorum:

Ayak parmaklarım gevşiyor. (Ayak parmaklarınızı eğin, gerin, yukarı, çevirin ve sonra bilinçli olarak ser­best ve gevşek bırakın.)

Ayaklarım gevşiyor (Ayaklarınızı gerin ve sonra gevşek bırakın.)

Ayak bileklerim gevşiyor (Ayak bileklerinizi gerin ve sonra gevşek bırakın.)

Dizlerim gevşiyor (Dizlerinizi gerin ve sonra gevşek bırakın.)

Baldırlarım gevşiyor (Baldırlarınızı gerin ve gev­şek bırakın.)

Kalçam gevşiyor (Kalçanızı gerin ve sonra gevşek bırakın.)

Parmaklarım gevşiyor (Parmaklarınızı gerin ve sonra gevşek bırakın.)

Ellerim gevşiyor (Ellerinizi gerin ve sonra gevşek bırakın)

Kollarım gevşiyor (Kollarınızı gerin ve sonra gev­şek bırakın.)

Diyaframım gevşiyor (Diyaframınızı gerin ve sonra gevşek bırakın.)

Şimdi omuzlarımın gevşemesine izin veriyorum, taşıdığım tüm yüklerden kurtulmasına da. Boyun kas­larımı gevşetiyorum (gerin ve gevşetin). Gevşedim. Başımın üst kısmı gevşedi…başım gevşedi…beynim gev­şedi…aklım gevşedi…gözlerim gevşedi…yüzüm gevşedi (ifadenizi yumşatın)…tüm vücudum gevşedi. Şimdi bu gevşemiş durumda kendimi, içimdeki Mükemmel Güç’e teslim ediyorum. Hayatın benim hiçbir müdahalem olma­dan devam ettiğini anlıyorum… Kendimi bırakıyor ve Tanrı’ya teslim ediyorum!

Gevşeme yeteneği o kadar önemli ki size ikinci bir egzersiz daha vereceğim. Kendini-yönetme egzersizi daha kısa ve özlüdür. Her iki egzersizde de birinci tekil şahsın kullanıldığına dikkat edin. Bilinçaltındaki benliğe emirler veriyorsunuz. Bu egzersizleri ne kadar sık tek­rarlarsanız o kadar çok alışkanlık haline geleceğini u- nutmayın. Stres ve gerginlik yerine gevşemeyi, rahatla­mayı düşünmeyi alışkanlık haline getireceksiniz.

KENDİNİ – YÖNETME

Tamamen, mükemmelen ve bütün olarak gevşedim. Vücudumun tüm kaslarını, sinirlerini, kemiklerini ve dokularını rahat bırakıyorum. Biliyorum ki, içimdeki Zekâ, vücudumun nasıl kusursuz işleyeceğini, ilişki­lerimin nasıl kusursuz işleyeceğini, hayatımın nasıl ku­sursuz işleyeceğini bilir. İçimdeki Zekayı neyi, nasıl ya­pacağımı söylemesi için serbest bırakıyorum. Doğru şeyleri doğru zamanda yaparak hayatımı kolaylıkla sürdürüyorum. Tüm tahriklerden uzağım. Hayatla tam bir uyum içerisindeyim. Hiçbir şey beni sinirlendiremez. Kimse beni kızdıranıaz. Kendimi suçlamıyorum. Gele­cekten endişe duymuyorum. Tüm hareketlerimi, arzu­larımı, korkularımı, üzüntülerimi, endişelerimi ve en­gellerimi içimdeki Mutlak Güç’e havale ediyorum. Tamamen rahatım.

 

ENDİŞELENMEYİ BIRAK, YAŞAMAYA BAK

Sonuna dek çaba gösterin ve asla kuşkuya düşmeyin; Hiçbir şey o kadar zor değildir, araştırın yeter.

ROBERT HER.RİCK

Gelin eski umacıya, endişeye bir bakalım. Sanırım çoğumuz ara sıra endişeleniriz. Hepimiz aşırı endişele­nen birilerini tanırız. Çoğumuz, ailemizin sağlık ve mut­luluğu bir yana, kendi sağlık ve mutluluğumuz için endişelenmekten vazgeçmek isteriz.

ENDİŞELENME ALIŞKANLIĞINI AŞMAK

Geçenlerde zorlu bir endişe müptelasıyla ilgili bir şeyler duydum. Yakışıklı, iyi giyimli bir San Francisco- lu beni görmeye geldi. Yardıma ihtiyacı vardı, çünkü karısı aşırı endişeleniyordu. Adam artık dayanamaya­cak noktaya geldiğini söylüyordu. Ve sonra karısının endişelerinin bir kısmını sıralamaya başladı. Kadın kendi sağlığı, kocasının sağlığı, kocasının işi, para so­runları, sahip oldukları para, evli çocukları, dünyanın durumu, yani her şey konusunda endişeleniyordu. An­lattıklarına göre kadın dünyanın en iyi, en etkili, bir nu­maralı endişelenme müptelasıydı.

Yıllar boyu karısını endişelendirmemek için her şeyi doğru yapmaya çalıştığını söylüyordu adam. Sonun­da, görünüşte endişeye neden olan şeyden daha derin şeyler olduğunu anlamıştı. Görünürde endişelenecek bir şey olmasa da karısı bulup çıkarıyordu bir şeyler. Bunu önemsiz bir şey için karısıyla birlikte endişelenmeyi red­dettiği gün anladığını söyledi. Sürekli duyulan bu endi­şenin onun sağlığına nasıl zarar verdiğini de görüyordu. Olaylar kontrolden çıkmıştı. Bir şey yapılması gerek­tiğini anladığı için bana gelmişti.

Aslında hepimizin aşırı endişe duyduğumuz anlar vardır. Bu yaygın bir sorun. “Endişelenmekten vazgeç” kelimelerinden daha çok karşımızdakinin kafasında di­renç, karşı koyma yaratan iki sözcük daha var mıdır? Ama, yine de kesinlikle öğrenmemiz gereken bir şeydir bu. Endişelenmekten vazgeçmek için dikkatimizi endişe yaratan şeyden uzaklaştırmamız ya da endişe yaratan şeye karşı bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. Baş­kalarının bize endişelenmekten vazgeçmemizi söyle-me- lerinin gerçekten hiçbir yararı olmaz. Bıktırır o kadar.

ENDİŞE NEDİR?

Endişe nedir? Endişe, akılda dolaşan ince bir korku akıntısıdır, ne kadar uzun süre akarsa o kadar derin izler bırakır. Yeterince uzun ve uzmanca endişelenirsek, so­nunda endişe nevrozuna yakalanmayı başarabiliriz.

Sorarım size, endişe hayatınıza ne kazandırdı? Endişenin size bir yarar sağladığını gördünüz mü hiç? Endişe hiçbir şey başarmış değil şimdiye kadar. Sorun­larımızı yapıcı bir şekilde karşılamak yerine endişe­leniyoruz. Endişeden daha boş bir aktivite yoktur. Bunu hepimiz biliyoruz, ama yine de hepimiz bu suçu işliyoruz.

ENDİŞE ÇIKMAZ SOKAKTIR

Uçaktaki yerimi almış emniyet kemerimi bağlıyor­dum ki bir ses duydum. “Dr. Addington, tam konuşmak istediğim insansınız. Los Angeles’a gidiyorum ve bazı acil kararlar vermem gerekiyor. Bana yardım eder mi­siniz?” Elimden geleni yapacağımı, ama kendi karar­larını kendisinin vermesinin daha iyi olacağını söyle­dim. Bunu anladığını söyledi ve sorunlarını anlatmaya başladı. Bazı önerilerde bulundum. O hepsine “Evet …ama” diyerek itirazlarda bulundu. Her önerim basit, direkt ve işe yarardı. Ancak o her seferinde “Evet …ama”larıyla itiraz ediyor ve “görüyorsunuz, siz de ce­vap bulamıyorsunuz” der gibi sırıtıyordu. Sonunda tav­siyelerde bulunmaktan vazgeçtim. “O ise, sorunlarım gerçekten önemli, değil mi?” dercesine, memnun bir ifa­deyle oturuyordu karşımda.

Aniden durumu kavradım. Yanıt değil itiraz arı­yordu. Çıkışsız düşünme biçimine saplanmıştı. Bu her düşüncenin kör bir sokağa çıkmasıydı.

Başka bir düşünce çıkmazı da, “O zaman ne olur?” şeklindedir: İşi alamazsam ne olur? Hasta olur işi bırak­mak zorunda kalırsam ne olur? Başaramazsam ne olur? Evlilik yürümezse ne olur? O kadar çok “o zaman ne olur?”lar var ki; ama hepsi de boş. Düşünce çıkmaz­larından kurtulalım. Bu çıkmaz sokağa girip sonra da parmaklıklardan atlamaya çalışmaya benzer.

Büyük sorunlarımız olduğunu kanıtlamaya çalış­maktan vazgeçelim. Düşünce çıkmazından çıkış yolu, düşünce biçimimizi değiştirmektir. Aklın tüm yanıtlara sahip olduğunu unutmayın. Her güçlükten bir çıkış yolu olduğunu bilin. “Düşünce’yle her şeyin mümkün olduğu­nu bilin. Evrensel Zekâ’nın hayatımıza yön vermesine ve yönetmesine izin verdiğimizde imkânsız diye bir şey yok­tur. O, yanıtları sağlamakla kalmaz, bu yanıtların yaşa­mımızda iyi deneyimlere dönüşmesinin yollarını da açar.

ENDİŞE DÜŞ GÜCÜNÜN OLUMSUZ KULLANIMIDIR

Aklımızın düş gücü melekesini yapıcı ya da yıkıcı yönde kullanabiliriz. En kötü olasılığı düşlersek, bu endişedir ve yıkıcıdır. Doğru, endişe duyduğumuz şeyler ara sıra gerçekleşirler, ama endişe bazen olayın kendisi kadar zararlı olur. Olumlu düşünce, doğru ve mükemmel eyleme geçiş yoludur. Olumsuz düşünce, aklın yaratıcı sürecinin serbest akışını engeller. Endişe bulaşıcıdır ve izin verilirse menziline giren herkese bulaşabilir. Şans­lıyız ki, insan hastalıklara bağışıklık kazandığı gibi endişeye karşı da bağışıklık kazanabilir.

ENDİŞEYLE NASIL BAŞA ÇIKILIR

Aynı anda iki şey düşünemeyeceğinizi biliyof musu­nuz? Bazen öyle hızlı düşünürüz ki aynı anda birçok şey düşünüyormuşuz gibi gelir; ama aslında bir seferde yalnız bir düşürtce üzerinde dikkat yoğunlaşabilir. Bir dakika içinde yüz elli fikir ya da düşünce geçebilir aklı­mızdan ama saniyeden az bir zaman içerisinde de olsa, her seferinde bir düşünceyi düşünebiliriz ancak. Bu yüz­den endişenin aklımıza girmesine izin verdiğimizde, Güç le dolu olumlu bir düşünceyi dışlamış oluruz.

Şimdi siz de ben de biliyoruz ki birçok fiziksel has­talığın temel nedeni endişedir; biliyoruz ki endişe en de­rin arzularımıza tamamen karşı olan olumsuz düşünce­lere kapılmamıza neden olur. Endişe her bakımdan bir sorun yaratıcıdır. Endişenin üstesinden gelmenin ilk adımı, endişenin hiçbir şey kazandırmadığını, sahibine zarar verdiğini, en büyük arzularımızın gerçekleşmesine engel olduğunu, uzun vadede hayatımıza olumsuz etkileri olacağını kabul etmektir. Bu gerçekleri kabul ettik mi endişe alışkanlığından kurtulmanın gerekliliğini anla­maya başlarız.

Endişeli düşünce kalıplarının merhametine ihtiya­cımız yok. Üstesinden gelmek için yapabileceğimiz bir şeyler var. Endişenizle yüzleşerek ona, “Senden korkmu-

yorum. Bir şeyler olmaya çalışan bir hiçsin sen” deyin.

EN YAYGIN DÖRT ENDİŞE

Yaygın endişelerimize göz atıp, onlar için bunca za­man harcamaya değip değmediğini anlamak bazen ya­rarlı olur.

  1. Yarınki ihtiyaçlarımızı karşılamak için yeterli para olmayacağı endişesi (Şöyle ya da böyle bugün hayatta kalmayı başarırız).
  2. Gelecekte vücut sağlığının yitirileceği endişesi.
  3. Zihin sağlığının yitirileceği endişesi.
  4. Yalnız bırakılacağımız, reddedileceğimiz ve aldırış edilmeyeceğimiz, sevgi ve arkadaşlıktan yoksun bırakılacağımız endişesi.

Dördünün de yarınla ilgili endişeler olduğunu görü­yorsunuz. Biraz düşünürsek bu dört endişenin de nadiren gerçekleştiğini anlarız. Enerjimizi yapıcı bir biçimde kullanmak yerine endişelenerek boşa harcıyoruz.

Parasız kalmakla ilgili endişeyi ele alalım örneğin. Bazı insanlar para için endişe duymanın aklın gerekli bir aktivitesi olduğunu, para için endişelenmezlerse sahip olduklarını kaybedeceklerini düşünürler. Diğerleri endi­şenin tutumlulukla birbirini tamamladığını ve endişenin gelecek için yeterli birikimi sağlama dürtüsü olduğunu düşünürler. Şimdi endişelenerek gelecekte endişelenmek zorunda kalmayacaklarına inanırlar.

İlginç olan şu ki bir kez endişelenmeye başlandı mı endişe duyulan şey önemini yitirir. Bulmak için her taşı kaldırmamız gerekse bile her zaman endişelenecek bir şey bulunur. O eski endişelenme huyunu bir kez kazandık mı endişelenecek bir şey bulmak hiç zor olmaz.

Genç bir çift hatırlıyorum. Kadın sabahtan akşama kadar endişeli ve perişandı. Sürekli olarak yüksek sesle endişeleniyordu. Sessiz kaldığı zaman ise kocası gülerek

 

şöyle sorardı: “Millie, bundan sonraki endişelerini mi plânlıyorsun?”

Geçen gün iki kadın arasındaki bir konuşmaya ku­lak misafiri oldum. Kadınlardan biri çoğu zaman suçlu­luk hissettiğini söyledi. Birçok şeyden suçluluk hisset­tiğini, ama aldırmadığını, çünkü suçluluk duyunca ken­disini iffetli, erdemli hissettiğini söyledi. Öteki kadının verdiği yanıt daha da ilginçti: “Ben her zaman endişele­niyorum, ama aldırmıyorum; çünkü endişelendiğim za­man çok sigara içiyorum ve çok sigara içince de kilo almıyorum.” Bu da bir bakış açısı.

Bu kadar çok olumsuz örneğe dalmamın nedenini merak ediyor olabilirsiniz ama bunlar endişelenmenin ne kadar aptalca olduğunu anlamaya yardımcı olur. Endişe alışkanlığının üstesinden gelmenin ilk adımı onunla işinizin bittiğini kabullenmektir. Tıpkı bir sigara tiryakisinin sigarayı bırakmaya ya da bir alkoliğin artık içmemeye karar vermesi gibi, “Endişelenerek vaktimi boşa harcamayacağım artık” demelisiniz. Kötü bir alışkanlıktan vazgeçerken olduğu gibi ondan vazgeçme­ye istekli olmalıyız. Bir tabağı masadan kaldırıp mutfak­taki rafa yerleştirdiğimiz gibi endişeyi alıp “dokun­mayınız” dosyasına yerleştirmeliyiz.

ENDİŞELERİNDEN SIYRILMAYI BAŞARAN BİR KA­DIN

İşte bir kadının endişelenme alışkanlığını nasıl yendiğinin hikâyesi. Onu öylesine etkili karşılamış ki, hayata yaklaşımını tamamen değiştirmiş. Endişe duyma eğiliminde olduğu şey ne olursa olsun meseleyle ilgilene­cek iki küçük sözcüğü vardı: “Tanrı orada.”

Parayla ilgili endişeler duymaya başladıysa şunu düşünüyordu: “Tanrı orada. Sınırsız Bolluk orada. Doğru ve tam zamanında ne yapmak gerektiğini bilen Zekâ ve Bilgelik orada. Tanrı sınırsız Bolluğun Kaynağı’dır. At­mam gereken adımlar varsa ilahi Zekâ ne yapmam ge­rektiğini bilir ve bana doğru yolu gösterir. Tanrı ih­tiyacım olabilecek tüm fikirlerin Kaynağı’dır ve Tanrı oradadır. Endişelenmeme hiç gerek yok.”

Sağlığıyla ilgili endişeler duymaya başlarsa, kendi­sine aynı ruhsal ilacı veriyordu -“Tanrı orada”. Onun için bu cümle şu anlama geliyordu: “Tanrı’nın Mükem­mel Hayatı benimle birlikte. O Öz’le birlikte yaşıyor, ha­reket ediyor ve var oluyorum. Tanrı benimle yaşıyor ve ben bir bütünüm. Korkmama hiç gerek yok.”

Kadın bu küçük dualara minik tedaviler adını ver­miş. İşe yaradığım söylüyor. O günden sonra endişelen­me alışkanlığından vazgeçmiş. Bir gün, endişelenmenin Tanrıyı inkar etmek olduğuna, Tanrı’nın ona göz kulak olamayacağını düşünmek olduğuna, Tanrı’nın varlığını anlamak için harcamak yerine endişelenerek harcanan her dakikanın bir kayıp olduğuna karar vermiş aniden. Tanrı’nın varlığını inkâr etmek, insanı yalnızca tüm i- yiliklerden uzaklaştıran bir aptallık değil, aynı zaman­da, tüm iyiliklerin yaratıcısını aşağılamaktır. Bilimsel duayla; O’na tam olarak güvenerek; O’nun Mükemmel Yaşamının, Mutlak Varlığının, Mutlak Gücünün ve Alimliğinin, yaşamının her anında ilahi doğru hareket olduğunu bilerek Tanrı’yı en yüksek noktaya çıkardığını söylüyor kadın. Mutlak Varlık’a inanarak bugün olduğu gibi gelecekte de her şeyin yolunda gideceğini biliyordu. Bu düşünce yapısına sahip olduktan sonra endişeyi kapı dışarı etti. Aynı anda endişelenmek ve güvenmek ola­naksızdı.

ENDİŞE ÇÖZÜM DEĞİLDİR

Durum çok kötü görünebilir, hiç önemli değil. Beş parasız, yalnız, sevilmeyen, dışlanmış bir insan olabilir­siniz. Endişe çözüm değildir. Her şeyi mümkün kılan Güç’e dönmek, ona yönelmek sorunu aşmaya yeter. Ona yükselen insan o anki ihtiyacını karşılamakla kalmaz, canlılığın daha büyük bir boyutuna adım atar. Endişenin üstesinden gelmek küçük bir çaba ister, ama Tanrı’nın orada olduğunu idrak etmek için* harcadığımız her çabanın -yan ürünler diyebileceğimiz- ekstra nimetleri vardır.

ENDİŞELENMEKTEN VAZGEÇİP YAŞAMAYA BAŞLAMANIN ÜÇ GÜZEL YOLU

Kısaca anlatmak gerekirse, endişelenmekten vaz­geçmenin üç güzel yolu vardır.

  1. Tanrı’nın orada olduğunu anlamak
  2. Olumlu düşünmeye çalışmak
  3. Yol gösterilmesi için dua ettikten sonra olumlu tavır takınmak.

Kendi kendinize şunları söyleyin:

“Hayatımda doğru hareketlerin yer aldığına inanıyorum.”

“Tanrı’nın Mükemmel Hayat’ı benimle yaşıyor.”

“Tanrı’nın hayatımdaki Gücü’ne inanıyorum.”

Düşüncelerinizin gelecekteki yaşantınıza şekil verecek kalıbı sağladığım unutmayın. Bugün hakkında düşündüklerimiz, bilinçaltına verilen iş emirleridir ve yaratıcı süreç onları gerçekleştirmeye başlar. Ne düşün­düğümüz önemlidir. Geçmişteki yanlış düşünceleriniz için kendinizi suçlamayın; bugünkü düşüncelerinizi olumlu yönde kullanmaya çalışın. Endişelenmeye başla­dığınızda Tanrı’yla konuşun; sorunlarınız hakkında değil, gerçekleşmesini istediğiniz şeyler hakkında.

Üç numaralı adımı gözardı etmeyin. Yapılması ge­reken yapıcı bir hareket varsa korkusuzca yapın. Çoğu in­san oturup yapılması gereken şeylerle ilgili tereddüt eder durur.

Yapın! Çekindiğiniz o telefon konuşmasını yapın.

 

Vermekten kaçındığınız o kararı verin. Gidin ve uzun zamandır merak ettiğiniz arkadaşınızı görün. Erteleyip durduğunuz dönem ödevini yazın. Görmekten korktuğu­nuz müşterinizi arayın. Çoğu insan olumsuz hazırlıklar­la, atılması gereken adımı uzun uzun düşünüp kabus ha­line getirerek harcar zamanını. Sonunda, içinde kendile­rini kaybettikleri hayali durumlarla tekrar tekrar müca­dele eder dururlar. İçimizdeki Güç’e sırtımızı dayamak ve cesaretle ileriye adım atmak, endişelerimizi ardımız­da bırakmak çok daha iyi. Şimdiye kadar hiçbir şey endişeleri geliştirerek kazanılmamıştır. Yeni bir şimdi yap programına başlayın. Bir şeyi yapmanın, o şey hakkında düşünüp durmaktan bin kat daha kolay olduğu­nu göreceksiniz. Emerson’un dediği gibi, “gerekeni yap ve güce sahip ol”. Bugünden başlayarak yolu yapıcı düşünce ve eyleme açın. Endişeden uzunca bir süre uzak­laşın ve endişe duymamayı alışkanlık haline getirin. Onu kendinize borçlusunuz. Tanrının orada olduğunu hep hatırlayın.

HER SORUNUN BİR ÇÖZÜMÜ VARDIR

İnsanlar sık sık sorunlarının özel olduğunu ve çözümü olmadığını düşünürler. Durum öyle değil. Her sorunun yanıtı, tam olarak doğru bir çözümü vardır. Si­zin vasıtanızla çalışan Tanrı için hiçbir şey olanaksız değildir.

Bugün yaygın olan bazı sorunları ele alarak nasıl karşılanabileceklerini görelim. İşte sık sık karşılaşılan sorunların listesi. Belki bazıları size de aittir.

Soru: Tedavisi mümkün olmayan bir hastalığım var, doktorlar hiçbir çözüm bulamıyorlar. Mahvoldum.

Yanıt: Tedavisi mümkün olmayan hastalık yoktur. Eğer Tanrı her yerde mevcutsa, O’nun Varlığı her kadını,

 

erkeği ve çocuğu sarar. Gerçekte asıl siz asla hasta ol­mazsınız, günah işlemezsiniz, acı çekmezsiniz. Yanlış kavram tedavi edildi mi vücutta da buna paralel bir deği­şiklik olur. Her çeşit hastalığın iyileşebildiğini gördüm. Tanrı’nın her şeye muktedir olduğunu bilin yeter. Ruhsal bir bilince sahip olmaya çalışın ve vücudunuz Tanrıyı yüceltsin.

Soru: Geçimimi sağlamaya yetecek param olmama­sından endişeleniyorum. Çalışan insanın zengin olabi­leceğini söylüyorsunuz, çok güzel ama ben emekliyim. Bu durumda daha fazla parayı nasıl kazanacağım?

Yanıt: Emeklilerden aldığım mektupları görebilme­nizi isterdim. Bu insanlar asıl Kaynak’larına yöneldik­lerinde hiç umulmadık yerlerden gelen paralara şaşıp kalıyorlar; azaldı sanılan para, çeşitli kaynaklar ve he­diyelerle artıyor. Aklımızı almak üzere açarsak o kadar çok yanıt var ki. Tanrı’nın farkında olmadığımız birçok çözüm yolları var, ama kafamız endişelerle dolu olduğu sürece asla bulamayız onları. Bilincinizi Bolluk düşünce­lerine yükseltin ve yaşam koşullarınız kısa zamanda iyi­leşecektir.

Soru: Karar vermekte güçlük çekiyorum. Hata yap­maktan korkuyorum. Yanlış karar verirsem ne olacak?

Yanıt: Karar vermekten korkan insan, hep yenil­giyle son bulan hayali yollarda saatlerce boş yere gezer durur. Doğru kararı vermekte kendinize güvenemeye- bilirsiniz, ama içinizdeki sınırsız Zekâya güvenmeli­siniz. İlahi bir güç tarafından yönlendirileceğinizi bilin ve geldiği zaman Yol Gösterici’nize güvenin.

Soru: Öğrenciyim. Sınavlarda paniğe kapılıyorum. Kafam boşalıyor sanki. Sınavlar için endişelenmekten nasıl kurtulabilirim?

Yanıt: Öğrencilerin Tanrı’nın orada olduğunu, içimizde ve bizimle çalıştığını kanıtlamak için harika bir fırsatları var. İsa’nın Kendi başıma hiçbir şey yapa­mam; içimdeki Tanrı işleri yapar dediğini hatırlayın.

Siz yanıtlan bilemeyebilirsiniz ama Tanrı asla şaşır­maz. Şu anda bilinen ve gelecekte öğrenilecek her şeyi Yüce Akıl zaten biliyor. Akıl her şeyi bilir. İsa’nın sözlerini şöyle de söyleyebiliriz: “Kendi başıma hiçbir şey yapamam; içimdeki Bilge işleri yapar.” İçinizdeki Bilge’ye güvenmeye başlayın; hayatınızın nasıl değişip renklendiğine şaşacaksınız. Hiç düşünmediğiniz fikir­ler gelecek aklınıza. Fikirler beklenmedik şekilde gele­cekler. Mutlak Güç’e inanın, asla düş kırıklığına uğramazsınız. O, öğrenciler, işadamları, yazarlar, müzisyenler, aktörler, ev kadınları, herkes için çalışır. Asla ayırım yapmaz. Kendinizi İlahî Güç’ü almak için açın, bir daha asla endişelenmezsiniz.

KENDİNİ – YÖNETME

Bugünü yaşıyorum.

Geleceğin ihtiyaç duyacağım her şeyle do­natılacağına güveniyorum.

Tanrı’nın orada olduğunu bilerek her günü geldiği gibi karşılayacağım.

 

KORKU SİZİ YENMESİN, SİZ KORKUYU YENİN!

Cesaretin en korkunç düşmanı,korkunun kendisi­dir, korkulan şey değil; içindeki korkuyu yenmeyi başarabilen insan en büyük kahramandır.

GEORGE MACDONALD

Korku insanlığın bir numaralı düşmanıdır. Her ne­silde en azından birkaç büyük adam, korkunun kendisin­den başka korkulacak bir şey olmadığını hatırlatır biz- lere. Halkını korku vadisinden çıkarmayı başaran bir güçlü insan büyük saygı görür.

Sir Winston Churchill böyle bir adamdı. II. Dünya savaşı sırasındaki büyük liderliği hep hatırlanacaktır. Elini kaldırarak ünlü zafer işaretini yaptığında, onu gören herkes gücü ve cerasetinden, başa çıkılmaz kazan­ma arzusundan ilham alıyordu. Korkunun bulaşıcı oldu­ğu doğru, ama cesaret için de aynı şey geçerli. Churchill cesaretle yaşamayı seçti ve etkisi bugün bile hissediliyor. Ölüm ve felaket sevgili Londra’sını tehdit ettiğinde da­yandı. Onun inancı yüzünden Ingiliz halkı da onunla birlikte dayandı, için için kuşkuya düştüğü anlar olmuş­tur mutlaka. Cesareti ve vatan sevgisi sayesinde o kuşku­ların üstesinden gelmeyi başardı.

KORKU NEREDEN KAYNAKLANIR?

Tanrı, bize korku değil güç, sevgi ve sağlam bir akıl verdi (II. Timothy 1 : 7). O zaman korku nereden kaynak­lanıyor. Tüm insanların ortak bir temel korkusu yoktur; tüm korkular sonradan kazanılmıştır, insanoğlunun ka­zandığı tüm bu korkular Tanrı’nın anlaşılmasıyla – insanın içindeki sevgi, güç ve sağlam akılla- ortadan kaldırılabilir.

Birine “Korktuğun herhangi bir şey var mı?” diye sorduğunuzu düşünün. Muhtemelen “Tabi ki hayır!” di­yecektir. Korkularımızı kabul etmek istemeyiz, çünkü böylece zayıflığımızın ortaya çıktığını düşünürüz. Ama, tekrar düşündüğünde korktuğunu kabul edip, “Şey, otoyol­lardan korktuğumu söyleyebilirim” diyebilir, “bugün­lerde trafik çok kötü ve gece geç saatte karanlık bir cad­dede yürümekten de korkuyorum diyebilirim -geçen gün birinin başından vurulduğunu okudum…” Bir süre sonra kendisinin bile bilinçli olarak şimdiye kadar düşünme­diği bir sürü korkusu çıkar ortaya. Yüzeysel kabadayılık­larla bilinçaltının derinliklerine gömmüştür korkuları­nı; ama derinliklerde saklı bu korku zinciri mantıksız endişeye, hayatındaki önemli korkulara parmağını bile dokunduramayacağı duruma düşmesine neden olan ge­nel bir huzursuzluğa dönüşmüştür.

ÖZGÜRLÜK DIŞ ETKENLERE BAĞLI DEĞİLDİR

Gelmiş geçmiş en büyük insanlardan biri olan, Tanrı-insan’ı yaşayarak bize örnek alan Isa, öğretile­rinin çoğunu korkunun üstesinden gelmeye yöneltmiştir.

Kalbinizin tasalanmasına, korkmasına izin ver­meyin. Korkmayın küçük sürü; çünkü evreni size ver­mek Tanrı için zevktir. (John 14 : 27), (Luke 12 : 32).

Isa cesaretin ne olduğunu biliyordu. Yaşadığı ülke işgalciler tarafından ele geçirildi. Romalı askerler ele geçirdikleri topraklardaki insanların kendilerini koru­malarını ve yiyecek sağlamalarım istiyorlardı. Isa bi­reysel özgürlüğün insanın içinde olması gerektiğini, özgürlüğün dış etkenlere bağlı olmadığını öğretti. Bahset­tiği krallık, tüm şüphelerin üstesinden gelen ve insanla, özgürleştiren Güç ve Zekâ’nın anlaşılması yoluyla ka­zanılan içsel hakimiyettir.

CESARET KAZANACAKTIR – CESARET TANRININ­DIR

Isa zamanında olduğu gibi bugün de insanlar gele­cekten korkma eğilimindedirler. Şimdi Romalılar değil, diktatörlükler özgürlüğümüze meydan okuyan tecavüz­lerde bulunuyor görünüyorlar. Korku çözüm değil. Çözüm yine cesaret. Sağlam durun. Cesaretiniz bulaşıcı olacak­tır; yayılacak ve diğer insanları etkileyecektir, inancı­nız sizi tanıyan herkese güç verecektir. Cesaret kazana­caktır, çünkü cesaret Tanrı’nındır. “Dünyayı sarsan gerçek yine yükselecektir.” Tanrı mutlak güçtür. Sonsuz Zekânın sizin vasıtanızla çalıştığını bilin. Düşman ne olursa olsun güç yanılmaz. Tanrı tek Güç’tür ve Tanrı Gücü sizin vasıtanızla yaşar.

KORKUYLA NASIL BAŞA ÇIKMALI

Bunu unutmayın, korkuyla mantık yürütemezsiniz. Korku bir duygudur. Makul veya akılcı değildir. Her za­man için korkulacak bir şey vardır ve bu şey hakkında gerçek olmayan duygular geliştiririz. Korku abartılı hale gelir. Korkularınızla mantık yürütemezsiniz, ama onları açığa çıkarabilir ve ne olduklarını görebilirsiniz – bir şey olmaya çalışan bir hiç olduklarını. Sonra Gerçek le baş­lar ve mantıklı karar verebilirsiniz. Her sorunun içinde gizlenmiş bir çözüm vardır. Her korkunun bir çözümü vardır; bu çözüm sorunla ilgili gerçekte bulunur. Onu bul­mak için korkuyla yüzyüze gelmeye ve onun hiçliğini

kanıtlamaya istekli olmalıyız.

KORKUSUYLA YÜZYÜZE GELİP ÜSTESİNDEN GE­LEN BİR ADAM

Doğduğum Güney topraklarında derin ve geniş bir­çok nehir vardır. Bu nehirlerin bazılarında yakalanan­lar için son derece tehlikeli olduğu söylenen girdaplar vardır. Çok az insanın onlardan sağ çıkabildiği söyle­nir.

Bir gün genç bir adam nehir kıyısında dikilmiş, bir girdabı gözlüyordu. Girdap tarafından yutulup birkaç sa­niye sonra tekrar ortaya çıkan bir kütüğü seyrediyordu. Kendisine sordu, “İnsan neden girdaptan korkma ihtiya­cı duyar?” Birkaç dakika düşündükten sonra soyundu ve suya daldı. Korkusunu yenip suyun kendisini taşımasına izin verdi. Döndü durdu. Sonra kollarını yana açıp nefe­sini tuttu ve aşağıya doğru battı. Birkaç dakika sonra gir­dabın biraz ötesinde, güvenli su yüzeyine çıktı. Kıyıya doğru yüzerken kendisini zafer kazanmış gibi hissedi­yordu Artık girdaplardan korkmasına gerek yoktu. Ken­di kendine şöyle düşündü: “Bir şey hakkındaki gerçeği bildin mi korkacak bir şey kalmaz.”

Yaşadığı bu deneyim ona yalnızca girdaplardan korkmamayı değil, aynı zamanda hayatı nasıl karşıla­mak gerektiğini de öğretti. Hayatın belli bir düzene bağlı olduğunu, belli yasalarla yönetildiğini kanıtlamak* için gereken riski göze almaya istekliydi. Girdaba girmek ve güvenle su üstüne çıkmak için gereken güveni Bilgelik ve Sevgiye güvenerek buldu. Yolun her adımına güvenmek zorundaydı. Bir an paniğe kapılsaydı kçndisine büyük zararlar verebilirdi. Panik şaha kalkmış korkudur ve korku her zaman korkulan şeyden daha fazla zarar verir.

SEVGİ KORKUYU DEFEDER

işte korkunun hayatımızdaki rolünü gösteren başka bir hikâye: Bir adamın çok sevdiği küçük, üç aylık bir Do- berman Pinscher köpeği vardı. İşi nedeniyle başka bir kente taşınırken köpeği bir arkadaşına verdi. Bir yıl son­ra aynı yere döndüğünde yapmak istediği ilk şey tabii ki köpeğini görmekti. Arkadaşının evinin etrafındaki yük­sek çiti ve kapıdaki zili görünce çok şaşırdı. Zilin ev sa­hibinin dikkatini çekmek için olduğunu biliyordu; an­cak, köpeği sundurmada görünce seslendi ona. Köpek hiçbir tepki göstermedi, adam da içeri girip köpekle konuşmaya karar verdi. Kapıdan içeri girdiğinde köpe­ğin tüyleri kabardı ve hırlamaya başladı. Adam korku­suzca yaklaşmaya devam edince köpek sakinleşmeye başladı. Adam sundurmaya vardığında köpek kuyruğunu sallıyordu. Adam kapıyı çalmadan önce birkaç dakika oynadılar. Arkadaşı kapıyı açtı ve onu sevgiyle selâmla­dı. Birkaç dakika konuştuktan sonra birden ev sahibinin yüzü sarardı – “Köpek?” dedi. “Bahçeden doğruca yürü­dün ve köpeğin önünden geçtin öyle mi?” “Neden, evet, el­bette” diye yanıtladı ziyaretçi.” Prens ve ben eski arka­daşız. Önce tanımadı beni ama uzun sürmedi bu.”

“O Prens değil” dedi beriki.” “Sen gittikten kısa bir süre sonra Prens öldü; biz de ona benzer başka bir köpek aldık, ama bu bir katil. Gördüğün o yüksek çitin nedeni bu.”

Korku olmadığı için tehlike yoktu. Sevgi aradaki uçuruma köprü oluşturmuştu. Adam giderken arkadaşı­nın kapıya kadar refakat etme teklifini reddetti. Kapıdan geçerken köpek ona baktı ve hafifçe hırladı. Adam birden korkuya kapıldı. Düşünmeye başladı, “Bu benim köpeğim değil. Bu bir katil.” Giderek hızlanmaya başladı, kapıya tam zamanında vardı. Bahçeye ilk girdiğinde köpeğe duyduğu sevgi bulaşıcıydı. Köpek bir katil olmasına rağmen dostça karşılık vermişti. Geri dönerken ise adam korku ve endişe duyduğu için köpek de aynı şeyi hissetmiş ve korkuyla karşılık vermişti.

Sık sık dış şartlar tarafından yönetilmemize izin veririz. Adam, köpeğin bir kati! olarak tanındığını du­yunca güvenini kaybetti. Varlığının gerçeği’ni bilse ve güvenseydi, sevginin korkuyu defettiğini ve bizi hayatla bütünleştirdiğini kanıtlayabilecekti. Korkunun aldatıcı yönleri vardır. Her zaman korktuğumuz şey tarafından aldatılırız. Burada köpeğin ünüydü, başka bir zaman komünizm tehdidi veya ölümün gölgesi olabilir.

KORKU DÜŞMANIN SAHİP OLDUĞU EN GÜÇLÜ SİLAHTIR

Düşmanınızın kim ya da ne olduğu hiç önemli değil, onun en güçlü silahı sizin korkunuzdur. Bu düşmandan korkmaya başladığınız an sizden güçlü duruma geçer. Eski bir kitabe bunu gösteriyor. Şöyle ki:

Ölümle karşılaştım. Sordum, “Nereye gidiyorsun?”

Ölüm yanıtladı, “Benares’e gidiyorum.”

“Oraya neden gidiyorsun?” diye sordum.

“Bin kişiyi öldürmek için.”

Ertesi hafta yine karşılaştım Ölüm’le.

Ölüm’e sordum, “Benares’e bin kişi öldürmek için gitmedin mi? Anladığım kadarıyla yüz bin ölü var.”

Ölüm gülümsedi ve “Ben bin kişi öldürdüm.” dedi, “Gerisini korku öldürdü.”

Bu korkuların bazılarına bir göz atalım. Bakarken tanımaya başlayacağız onları. Tanıdıkça da kurtulaca­ğız onlardan.

ÖLÜM KORKUSUNU YENMEK

“Korkaklar bin kez ölür.” derler. Her korku küçük bir ölümdür. Temelde her korku bir ölüm korkusudur. Ölümden korkmaktan kurtulursak hayatla korkusuzca yüzyüze gelebiliriz. Ölüme “son düşman” denir; aslında

o yenmemiz gereken ilk düşmandır.

Ölüm gerçekten bir düşman mı? Yok etmemiz gere­ken aslında ölümle ilgili duygularımız değil mi? Ölüm sadece bedene gelir. Ruha dokunmaz. Ölümle ilgili i- nancımız değişirse ölüm bir düşman olmaktan çıkar. Hayata hiçbir şey olamaz. Hayat ölmez, insan bunu an­ladı mı, ölüm ona hiçbir zarar veremez. Hayat sonsuzdur. Kullandığı şekil değişebilir ama Hayat sonsuza dek sürer. Hayat yok edilemez.

İnsan aklı Evrensel Akıl’la bir bütündür. Asıl Ben’iniz asla ölmez. İhtiyaç duyduğu şekilde kendini ifade ederek var olmaya devam eder. Ölüm, ileri doğru hareketimizde anlık bir aradır yalnızca; böylece başka bir deneyime geçebiliriz. Sir Thomas Brovvne’ın dediği gibi “Yaratılmış dünya, sonsuzlukta küçük bir parantez­dir yalnızca.”

Ölüm korkusu yenildi mi, hastalık korkusunu yen­mek çok kolay olur. Hastalık basit anlamda huzur eksik­liğidir, hastalıkta güç yoktur. Kendimizi huzursuzluk, endişe ve korkunun diğer çocuklarına açık tutarsak, vücutta bir hastalık inancıyla son bulan Hayattan ayrı­lık duygusuna kapılırız. Hakkımızdaki gerçek bu olma­dığı için bu duygu yenilebilir. Tanrı vücutlarımıza has­talık vermedi. Tanrı bize mükemmel Hayat ı sundu. Kor­kusuzca kabul etmemiz için bu hayat bizi bekliyor.

EKSİKLİĞİN KENDİ GÜCÜ YOKTUR

Hayatımız boyunca yararlanabileceğimiz sonsuz kaynağın varlığını anladıktan sonra eksiklikten nasıl korkabiliriz? İnsanın hırsı, gelecek korkusu ve güven­sizlikten kaynaklanmaktadır. Bu korkuyu yenmek için güvenliğinizin Tanrıya ait olduğunu, dış etkenlere bağlı olmayan içsel bir durum olduğunu bilin.

Eksiklik bir durum değil, düşüncelerin eğilimidir.

 

Hayattaki her şey aşırı bolluğa yönelir. İnsan korkarak bu bolluğu kısmaya çalışır her zaman.

Geçen gün bir greyfrutun içinde kaç çekirdek oldu­ğunu saydım; tam altmış beş tane idi. Çekirdeksiz grey- frutlardan önce, eski günlerden kalma bir greyfrut olma­lıydı bu. Doğa, yaratılışın her bölümüne gelecek bolluğun tohumlarını sağlamaya niyetlenmişti. Bugün her şeyi sınırlıyoruz, greyfruttaki çekirdekleri bile! insanlara çalışmaları, ekip biçmemeleri için para veriliyor ve ge­nelde fikir üretmelerine engel olunuyor. Tüm bunlar Hayat’ı sınırlamaya yönelik tavırları temsil ediyor. Hayat’ın bolluğuna güvenin, kaybetmekten korkmaya gerek olmadığını göreceksiniz. Bolluğu düşünün! Hayat’ın bolluğunda yaşayın. Ağaçlarda kaç yaprak olduğunu, sahildeki kumların sayısını, binbir çeşit çiçekleri ve bitkileri düşünün. Hepsinde bolluk var. Bol­luk, Hayat’ın bir niteliğidir ve bu yüzden sınırsızdır. Kendini-yönetme yoluyla bunu deneyimleyebilirsiniz.

KORKUNUN EFENDİSİ OLMAK

Korkunun düşmana güç verdiğini öğrendik. Kork­tuğumuz şeyi kendimize çekeriz. Birçok örnekte düşmanı kendimiz yaratırız. Korkuyu yenmekte ilk adım, korku­lan şeyin daha iyi anlaşılmasıdır. Bir insandan korku­yorsanız, onunla konuşun ve onu motive eden şeyin ne olduğunu anlamaya çalışın. Belki de sizin ona yapabile­ceklerinizden korktuğu için öyle davranıyordur. Korku­larımız çoğu zaman önyargıdan kaynaklanır.

Korkularınızı açık fikirlilikle gözden geçirin – kılık değiştirmiş eski önyargılara mı dayanıyorlar aca­ba? Birinden sırf eski bir düşmanımıza benzediği için korktuğumuz olur sık sık! Geçmişte acı çektiğimiz bir yere gitmekten korktuğumuz durumlar az değildir!

Tanrı bize korkunun değil Güç, Sevgi ve sağlam bir

 

aklın ruhunu verdi. Korktuğunuz biri mi var? Tanrı bi- zimleyse kim bize karşı olabilir. (Romans 8 : 31). Tekrar düşünün; o kişiden neden korkuyorsunuz? Korumanız içinizde yatıyor. Korku yerine bir sevgi hissi yaratın kal­binizde. Tanrı’nın Ruhunun olduğu yerde özgürlük vardır. Sevgi’nin olduğu yerde özgürlük vardır. Kusursuz Sevgi korkuyu defeder. İnsanın korkusu, içindeki Tanrı’nın varlığına duyduğu güven eksikliğinden kay­naklanır. Sonsuz Zekâ yaşanan değişik durumların nasıl karşılanacağını bilir. Kişilikte güç yoktur. Kusur­suz Güç’e güvenin, her zaman eşit muamele görürsünüz. Sevgi her yerde mevcutsa kimden korkabiliriz?

KENDİNİ – YÖNETME

Korkacak hiçbir şey yok. Bana hakimiyet verilen zi­hinsel bir dünyada yaşıyorum. Karşılaşacağım her duru­mun üstesinden gelebilecek Güç içimde. İhtiyacım olan her şey içimde.

EVET, SİGARAYI BIRAKABİLİRSİNİZ!

Düşüncenin ortaya koyulması insanı kölelikten kurtarıp özgürlüğe ulaştırır.

EMERSON

Bahar, doğanın yeni bir giysiye büründüğü, her şeyi taze, temiz ve güzel gördüğümüz zamandır. Bahar, yeni başlangıçlar için harika bir zamandır. Kış elbiselerin­den ve düşüncelerinden yorgun düşmeye başlamışızdır. Toprağa yeni tohumlar, akıllarımıza yeni düşünceler ekeriz. Envanter çıkarıp, taze başlangıçlar yapmak iste­diğimiz alanların olup olmadığını görmek için baharı beklememiz gerekmiyor.

Hepimiz alışkanlıklarla donanmış yaratıklarız. Sahip olduğumuz alışkanlıkları gerçekten istiyor muyuz, yoksa direnç gösteremediğimiz için mi onlara bağlanı­yoruz?

ALIŞKANLIKLARIMIZI BİZ SEÇERİZ

Çok sık tekrarladığımız için sabit bir özellik ya da eğilim haline gelen hareketlere alışkanlık diyoruz. Kişiyi yaratıcı bir şekilde hareket etme özgürlüğünden yoksun kılmayan alışkanlık kötü alışkanlık değildir. Öznel mentalitenin bir parçası haline gelen herhangi bir davranışa alışkanlık diyebiliriz. Alışkanlıklar önce bi­linçli düşünceyle, sonra bilinçsiz davranışla oluşturulur.

Kişinin bugün için bilinçli düşünce olarak kabul ettiği şey, yarın aklın derinliklerine yerleşmiş ama aktif bir düşünce alışkanlığı haline gelebilir.

Bilinçaltının çalışma sistemi hakkında bildikleri­mizden hareketle, bilinçaltı alışkanlıkları sever diyebili­riz. Belleğin oturduğu yer olan bu güvenilir hizmetçi, ne kadar çok tekrarlanırsa tekrarlansın verilen emirleri yerine getirmeye hazırdır. Vazgeçilmez hale gelmiş bir alışkanlık, bilinçaltı için gerçek bir zevktir diyebiliriz. “Çok iyi” der bilinçaltı, “İşte iyi düzenlenmiş bir alış­kanlık. Benim anladığım bu. Otomatik bir hareket haline gelinceye kadar tekrar tekrar çalışırım bunun için.” Bu yörüngeye bir uydu yerleştirmek gibi bir şeydir. Bilinçaltı bir alışkanlığı kazandı mı, bilinçli olarak duruma müdahale etmedikçe ve bir şeyler yapmadıkça alışkanlık devam eder. Çok şükür, son sözü yine bilinç söylüyor, yok­sa iyi ya da kötü hiçbir alışkanlığımızdan vazgeçe­mezdik.

Bir düşünce eken bir eylem biçer Bir eylem eken bir alışkanlık biçer Bir alışkanlık eken bir karakter biçer Bir karakter eken kaderini biçer

Yapıcı ve yıkıcı alışkanlıklar vardır. Bilinçaltı ince eleyip sık dokumaz. Asla yargıda bulunmaz. Çıkarımcı mantık yürütme yoluyla işlediği için verilen emri mutlu­lukla yerine getirir. Verdiğimiz emirleri harfi harfine yerine getirir. Biz emirleri veririz, bilinçaltı yerine getir­mek için çalışır.

Geçenlerde bir adam bana telefon etti ve konuşma­larımdan birinde sigarayı bırakabilmesine neden olan bir şey söylemekle suçladı beni. Sigarayı bıraktığına doğrusu pek de memnun görünmüyordu.

“Büyük bir kaşık alıp hayatımı karmakarışık etti­niz” diyordu. “Yılda bir kez zihinsel envanter çıkarmak­

 

la ilgili sözlerinizdi beni etkileyen. Söylediğinizi yaptım, alışkanlıklarımı gözden geçirip onların gerçekten iste­diğim şeyler olup olmadıklarını sordum kendi kendime. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak bana yararlı olup ol­madıklarını düşündüm. Hatta bir adım daha ileri gidip alışkanlıklarımın zaman zaman başkalarını kızdırıp kızdırmadığını düşündüm. Sürekli olumsuz düşünüp, kötümserliğe kapılıp; kendimden, başkalarından ve gele­cekten kuşku duyarak, bu zihinsel alışkanlıklarımla kendimi tahrip eden tohumlar ekip ekmediğimi sordum kendime. Sonra dikkatle beslediğim bu alışkanlıkları sürdürmek isteyip istemediğimi düşündüm. Hayatımın büyükçe bir kaşıkla karmakarışık edildiğini hissettiğim an buydu! Her şey odanın ortasındaydı ve zihinsel evimde yaşamaya yeniden başlayabilmek için önce ortalığı bir düzene sokmam gerekiyordu.”

“Önce, bir günümün envanterini çıkardım; bir fela­ketti. Yıllar geçtikçe akıllanmadığım ortadaydı. Günüm şöyle geçiyordu:

“Güne, pijamayla kapıya gidip, ilk sayfada hangi korkunç felaketlerin yer aldığını görmek üzere gazeteyi gözden geçirerek başlama alışkanlığım var. -‘Güne gerçekten böyle mi başlamak istiyorum?’ diye sordum kendime. Sonra, dişlerimi bile fırçalamadan bir sigara yakıyorum ve başım dönünceye kadar dumanı ciğerleri­me çekiyorum. Bunun benim için çok kötü olduğunu söylüyorlar ve bundan suçluluk duyuyorum. ‘Bu alışkan­lığı sürdürmek istiyor muyum gerçekten?’ diye düşün­meye başladım. Sonra sabah boyunca on fincan kahve içiyorum. Bunun için de huzursuz oluyorum ama bir alışkanlık bu. Sigaraya uzanırken otomatik olarak fin­cana da uzanıyorum. Birbirlerini tamamlıyor gibi görü­nüyorlar. Bunu yıllardır yapıyorum. ‘Neden?’ diye düşündüm yeniden. “Öğle yemeklerini yememe alışkan­lığım var. Yapacak o kadar iş var ki, öğleyi de çalışarak geçiriyorum. Bu sadece bir alışkanlık sanırım. Saat dört

 

civarında bir kokteyl çekiyor canım. Beşe kadar bekleyip en yakın bara dalıyorum. Sanki beni yükseltecek bir şeyler istiyorum. Bunun sadece bir alışkanlık olduğunu söylüyorum kendime. İstediğim zaman vazgeçebilirim, ama yapmaya devam ediyorum.”

“Güzel bir manzara değildi önümde uzanan. Ken­dime sormaya başladım, bu alışkanlıkların bazılarını gerçekten sürdürmek istiyor muydum? İnsanlara hayat­larına ve dünüşüncelerine hakim olma hakkı verildiyse, bu alışkanlıkların hayatımı kontrol etmesine neden izin veriyorum? Vücudum yaşayan Tanrı’nın tapmağıysa, ona bu şekilde muamele etmek istiyor muydum gerçek­ten? Doğrusu, son günlerde sigaranın zararlarıyla ilgili de birçok makale okuyordum. Bu konuda da huzursuzluk hissetmeye başlamıştım. Doktorların kendi çocuklarını sigara konusunda uyarıp uyarmadıklarını merak ediyor­dum; gazetelerin ve dergilerin yazdığı gibi doktorların yüzde yetmişi sigaranın kansere, emboli şişmesine, kalp ve damar hastalıklarına neden olduğu konusunda fikir birliğine varıyorsa; Devlet Tıbbi Denetleme Kurulu başkanı, tütün firmalarının Amerikan halkına bir çeşit zehir, sersemletiçi ilaç sattığı konusunda kuşku olmadı­ğını söylüyorsa, sigara içmeye devam etmek akıllıca bir iş miydi?

“Sanırım tüm bunlar size olumsuz geliyor. Bu fizik­sel düzeyde bir bilgi kuşkusuz. Sizin düşünce kontrolünü öğrettiğinizi biliyorum. Sigara içer ve bir ölçüye kadar za­rarlı etkilerden koruyabilirim kendimi, ama kim tüm za­manını düşünce konsantrasyonu yoluyla bu zararlı etki­leri ortadan kaldırmak için harcamayı ister? İnsan, tütünün kendisine zararı olmadığı konusunda ne kadar inançlı olursa olsun zarar görür sigaradan. Her zaman için uğraşması gereken sinsi düşünceler olacaktır çünkü. Akciğer, boğaz vaya dudak kanseriyle ilgili oku­duğum her hikâyeyi kendime mal edebilirdim. Boğazım­da her boğukluk hissettiğimde, her nefes darlığında, öksürükte vaya kalp çarpıntısında sigaranın bana zarar verip vermediğinden endişe duyabilirdim. O an ‘sigara içmeyi sürdürmeye değer mi?’ diye sordum kendime. Gerçekten de Dr. Addington, bu otoyolun ortasında durup trafikten korunmak için dua etmek gibi bir şey değil mi?”

“Evet” dedim, “Şeytan, İsa’yı tapınağın tepesinden atlayıp Tanrı’nın kendisini koruduğunu kanıtlaması için kandırmaya çalıştığında İsa: Tanrıyı günaha teş­vik edemezsin, dedi. Şeytanın beni sigara içmeye teşvik ettiğini hissedersem sigarayı bırakmayı tercih edeceğimi düşünürüm.”

“Ben de bunu yaptım” diye yanıtladı,” ve neden siga­raya başlamak istediğimi merak ettim. Bunlara hep kon­feransınız sırasında ‘Evet, sigarayı bırakabilirsiniz, değiştirmek istediğiniz diğer alışkanlıkları da. Kendini- yönetme yasasını anlarsınız çok kolay olur bu’ demeniz yol açtı. Sorun şu ki, sigara içmek zorunda olmadığımı anladıktan sonra, bana hiçbir yararı olmayan birçok alışkanlığı değiştirmeye karar verdim; hayatım bu yüz­den karışmış görünüyor şimdi.”

EVET. SİGARAYI BIRAKABİLİRSİNİZ

Evet,. sigarayı bırakabilirsiniz; diğer herhangi bir alışkanlığınızı da yenebilirsiniz. Tamamen bilinçaltına verdiğiniz direktiflere bağlıdır bu. Sigarayı ele alalım. Birçok kişi özlemle, “Sigarayı bırakmak istiyorum ama yapamıyorum” diyor bana. Bu durumlarda, aslında siga­rayı bırakmak istemediklerini biliyorum. Kişi sigara­dan kurtulmak istediğinde, bunun gerçekleşmesi için ge­rekli her şey yapılacaktır. Soru şu: Gerçekten sigarayı bırakmak istiyor musunuz? Gerçekten istiyorsanız nasıl olacağını anlatacağım şimdi. Yol bu, yürüyün:

  1. Sigarayı bırakmayı siz mi seçtiniz? Bu sizin seçiminiz olmalı.
  2. Bilinçaltına verdiğiniz emirler her zaman olumlu olsun. Bilinçaltı olumsuz emirleri anlamaz. “Artık siga­ra içmeyeceğim” dersek, dikkat hâlâ sigara içmek üzerinde olur. Emir, “Sigara içme alışkanlığından kur­tuldum.” olmalı.
  3. Kendiniz için yeni bir zincirleme reaksiyon, yeni bir motor karşılık sırası hazırlayın.
  4. Kendinizi sigara alışkanlığından çoktan kurtul­muş olarak kabul edin.

Birinci adım, sigarayı bırakmayı seçmek. Sigarayı gerçekten bırakmak istiyor musunuz? Belki de kendi­nize, sigarayı bırakamadığınızı kanıtlamak istiyorsu­nuz yalnızca. Sigarayı bırakmayı seçer ve yapabi­leceğinize inanırsanız, bilinçaltınıza olumlu emirler vererek bu alışkanlıktan kesin olarak kurtulursunuz. Hepsi bu, sadece bir alışkanlık kalıbı.

Seçiminizi yapmalı ve çoktan başarıldığına inan­malısınız. Dua ederken ne isterseniz isteyin, eğer onları elde edeceğinize inanıyorsanız elde edersiniz. Sigara alışkanlığının üstesinden gelmek hakkındaki Gerçek bu. Bilinçaltınız için yeni, yapıcı bir emir hazırlarsanız, bilinçaltı derhal eskisinin yerine yenisini oluşturmak üzere işe koyulur. Evet, sigarayı bırakabilirsiniz ! Ama geerçekten bırakmak istiyor musunuz?

insanlar sık sık başarısız olurlar, çünkü gerçekten yapmak istemedikleri şeyleri yapmaya çalışırlar. Siga­rayı bırakamadıklarını kanıtlamak zorundadırlar. Sa­mimi olmayan bırakma kararları verirler ama aslında bu fikre için için isyan ederler. Belki de annelerini, koca­larını, karılarını hatta kendi suçlu vicdanlarını mem­nun etmek için bırakmaya çalıştıklarını söylerler, ama aslında bırakmaya hiç niyetleri yoktur. Biri bana gelip, “Sigarayı bırakmak istiyorum ama…” dediğinde durum genellikle budur. Sigara içmeye devam ederseniz siz öyle istediğinizdendir. Sigara alışkanlığının sizin üzeriniz­deki gücü, kendi gücü değil sizin ona verdiğiniz güçtür.

 

PRATİK MÜKEMMELLEŞTİRİR Mİ?

Pratik mükemmelleştirir atasözü o kadar çok tek­rarlanmıştır ki insanlar ona inanmaya başlamışlardır. Pratik, eğer alışkanlık kalıbı bir başlangıç yapmak için mükemmelse, mükemmelleştirir. Bilinçaltı hassas ve dikkatlidir. Hareketleri devamlı kılmayı sever. Her golfçü bilir ki uzun süre kötü golf vuruşu çalışan kişi so­nunda kötü bir golfçü olur. Golfçüler bu yüzden ders alıp yeniden başlayarak doğru vuruş yapmayı öğrenmeye çalışırlar. Pratik her zaman mükemmelleştirmez ama otomatikleştirir. Büyük bir piyanist olmak için önce piya­noyu doğru çalmayı öğrenmelisiniz. Yalnızca o zaman pratik yararlı olur.

Bir alışkanlığı uzun süre uygularsanız, daha sonra yaşamak istemediğiniz bir şey de olsa aklınıza kazınır. Kendini-yönetme yoluyla her alışkanlığınızı değiştire­bilirsiniz. Bilinç hâlâ kral. Hâlâ hakimiyet sağlayabilir­siniz. Alışkanlık sizi tamamen kontrolüne almış görüne­bilir ama bilinç dalgayı tersine çevirebilir. Düşünce­lerimizi kontrol etmediğimiz sürece onların bizi kontrol edeceği doğrudur. Kendini-yönetme yoluyla düşünceleri­mizi ve dolayısıyla alışkanlık kalıplarımızı değiştire­biliriz.

BİLİNÇALTI OLUMLU EMİRLERE KARŞILIK VERİR

Bilinçaltı her zaman olumlu emirlere karşılık vere­cektir. Tersi yaklaşımları anlamaz. Bir şeyi yapmaya­cağınızı söylerseniz, sonunda yapmak istemediğiniz şeyi yaptığınızı görürsünüz. Bilinçaltı olumsuz emirleri anla­maz. “Dışarı çıkarken kapıyı kapatmayı unutmaya­cağım” derseniz, son kuruşunuza kadar iddiaya girebi­lirsiniz ki dışarı çıkarsınız ve kapıyı açık unutursunuz. Ama onun yerine, “Dışarı çıkarken kapıyı kapatacağımı hatırlayacağım” derseniz, bilinçaltına yapıcı bir emir vermiş olursunuz.

Bu yapıcı yaklaşım her alanda uygulanmalıdır. “Sabah zamanında uyanamayacağım” derseniz öyle olur. Koyduğunuz kuralın harfiyen uygulandığını kanıt­lamak için saatifı alarmına rağmen uyumaya devam edersiniz. Bilinçaltı, hassasiyetle size hizmet ettiğine inanır. Fakat, “Sabah tam altıda uyanacağım” derseniz tam vaktinde sizi kaldırır. İçinizde her zaman doğru olan bir saat vardır. Elektrikli saat güç yetersizliği yüzünden durabilir ama içinizdeki saat tam altıda kaldırır sizi. Bana inanmıyorsanız deneyin.

YENİ BİR ZİNCİRLEME REAKSİYON OLUŞTURUN

Sigara içmek oral bir tatmindir. Vücudu beslemez veya aklı geliştirmez. Kendimizi iyi hissetmek için siga­ra içeriz. İnsan, bebeğin sakinleşmek için emzik emdiği gibi sigarayı çeker. Bu bir ilgi talebidir; hayatı ifade etme, sevgiyi alma; bebeğin içgüdüsel olarak beslenmek, meme emmek için ağzını hareket ettirmesi gibi hayat ta­rafından beslenme arzusudur. Bazen bunu anlamak bile sigara içme arzusunu yok edebilir. Fakat, kişi zincirleme reaksiyona aşağı yukarı bağlanmış durumdaysa bu kalı­bı kırması gerekir. Sigara içme fikrine yeni bir tepki geliştirerek işe başlayın. Biri size sigara tuttuğunda da­yanın. Sakin ama kararlı bir şekilde “Hayır, sigara içmiyorum” deyin kendi kendinize. Karar vermenize ge­rek kalmayıncaya dek tekrarlayın ve aklınıza kazıyın bunu.

Şimdi, motor karşılıkla ilgilenebiliriz. Sigara yak­ma dürtüsünü hissettiğiniz anda, paketi çıkarmak, siga­rayı almak, tütünü dökmek, yakmak, ilk nefes vs. sırası yerine kendiniz için yeni bir sıra düzenleyin. Çokları bu basamağı, tercihen ayrı ayrı sarılmış nane şekeri paketi taşıyarak aşıyorlar. Bir tane alın, yavaşça açın ve

 

ağzınıza atın. Kilo almaktan korkmayın, yakında o ka­dar tez canlı olacaksınız ki kilonuz kendini ayarlaya­caktır. Tavsiye edebileceğim başka bir yol da kaleminizi ve bu amaçla bulduğunuz bir kartı dikkatle çıkarıp şunu yazmanız: “Sigara içmeyi seçmiyorum” veya “Artık si­gara içmiyorum; bu alışkanlıkdan kurtuldum”. Bu yeni düşünce bilinçaltınıza kazınıp sigara içme fikri yabancı, gelinceye kadar kaç küçük kart harcadığınızı sayın. Bundan sonra kartlara ihtiyacınız olmayacak, çünkü özgürlüğünüzü kazanmış olacaksınız.

KONTROLÜ SAĞLAMA MESELESİ

Bu talimatların sadece sigarayı bırakmak isteyenler için olduğunu unutmayın. Ruhsal gelişme, her seviyede açılmayı, ruhsal seviyede ilhamı, doğru düşünce için yol göstericiliği, fiziksel seviyede doğru yaşamayı berabe­rinde getirir. Ruhsal yolda olanlar er ya da geç sigaranın kendilerini terk edeceğini görürler. Sigara ya da başka bir alışkanlığı defetmeyi gerçekten istiyorsanız, bir daha geri dönmemek üzere, birkaç günde tamamen kurtulursu­nuz.

KENDİNİ – YÖNETME

Sigarayı bırakmayı seçiyorum. Özgürlüğü seçiyorum. Sigara içmiyorum. Birisi sigara tuttuğunda, otoriter bir sesle, “Hpıyır, teşekkür ederim, kullanmı­yorum” diyorum. Her sigara isteği duyduğumda ve siga­rayı elime alıdığımda, onu parça parça ediyor ve çöp sepe­tine atıyorum. Özgürüm.

 

UYKUSUZLUK HASTALIĞINI YENEBİLİRSİNİZ!

Uykusuzluk hastalığı hayali bir tehlikedir.

DR. JOSEPHINE A. JACKSON

Gece boyunca dönüp durup boş yere uykunuzun gel­mesini mi bekliyorsunuz? Yoksa, benim gibi başını yastı­ğa koyar koymaz uykuya dalan şanslı insanlardan mısınız?

Yalnızca Amerika’da bir yılda satılan uyku hap­larının sayısını göz önüne alırsak birinci gruptaki in­sanlar ikinci gruptakilerden çok daha fazla olmalı, insanlarla uyku arasına giren birkaç şeyi gözden geçire­lim.

ŞU HAYALİ TEHLİKE – UYKUSUZLUK HASTALIĞI (İNSOMNİYA)

“Uyumak ya da uyuyamamak! İşte bütün mesele bu. tnsomniyalı insan için dünyada bundan daha önemli bir şey yoktur. Günleri, yatakta oradan oraya dönerek geçen gecelerle; gelmekte olan yorgun, usandırıcı gün için du­yulan hummalı endişe arasındaki fasıladan ibarettir. Aklı, insomniyanın yıkıcı etkileriyle ilgili fikirlerle do­lar; tepeden aşağı doğru mezara veya tımarhaneye hızla ilerlediğini hayal eder.” diye yazmış Dr. Josephine Jack-

 

Dr. Jackson meslek hayatı boyunca, acı çeken birçok insanı tedavi etmiş. “Acı çeken” nitelemesini insomniya için bile bile kullanıyorum. İnsomniya korkusunun, zo­runlu uyanıklıkla kasti uyanıklık (insomniya) arasın­daki farkı bilmemeye dayandığını keşfeden Dr. Jack- son’a göre insomniya bir alışkanlık. Bu alışkanlığı ka­zanan kişi neredeyse süresiz olarak zarar görmeden uya­nık kalabilir diyor Dr. Jackson.

Sinirlerimizi Yenmek adlı kitabında hayatlarını hemen hemen hiç uyumadan geçiren birçok insandan bahsediyor. İnsomniyalı insanların da uzun yıllar yaşa­yabildiklerini, çünkü insomniyanın bir alışkanlıktan ibaret olduğunu kanıtlıyor. Uyanık kalmak için bir çaba harcanmadığından, insomniya esnasında beyin hücre­leri uyarılmıyor, rahatsız edilmiyor, böylece de yatakta dönüp endişelenme durumları dışında enerji harcan­mıyor. “Vücut sakin tutulur ve hislere hakim olunursa, yorgunluk ürünleri temizlenip rezervler kolaylıkla dol- durulabiliyor.”

Dr. Jackson, insomniyaya “daireler içinde düşün­mek” diyor ve devam ediyor:

Alışkanlık en az enerjiyle, en az yorgunluk duyularak yapılan otomatik bilinçaltı davranıştır. Kalp ve diyafram kas­larının hayatımızın başından sonuna kadar kolaylıkla çalış­malarına devam ettiğinden bahsetmiştik. Bilinçaltına yerleş­tirilen herhangi bir şey, hemen hemen sınırsız olarak yorul­madan muhafaza edilir ve kronik bir insomniğin düşünceleri de bilinçaltının bu çeşit aktivitesine aittir. Zıddı tüm iddialara rağmen bu insanın bilinci aslında uyanık değildir. Gece neler olduğu sorulsa, duyulabilecek seslerin çoğundan habersiz oldu­ğu görülür. Beyninde dolaşan düşünceler yeni, yapıcı, enerji tüketen düşünceler değil, günler haftalardır dönüp dolaşan aynı eski düşüncelerdir.

Dr. Jackson bu düşünceleri, binicisinin rehberliğine gerek duymadan bir daire içinde koşturan bir ata benze­tiyor.

“Kişiyi yoran insomniya değil, insomniyayla ilgili duygudur. Sürekli yorgunluk hisseden insanlar, uyku ek­sikliğinden değil, endişeden dolayı acı çekiyorlar; yatak­ta dönüp durmaktan yorgun düşüyorlar. Sürekli olarak ‘Neden uyuyamıyorum? Yarın kendimi ne kadar kötü hissedeceğim! Ne gece! Ne gece!’ diye endişelenmek yo­ruyor bu insanları.”

UYKUYLA İLGİLİ HURAFELER

Uykuyla ilgili çalışmalarıyla ünlü Dr. Julius Segal İnsomniya adlı kitabında uykuyla ilgili bazı ilginç hu­rafeleri sıralıyor:

Bilim adamları uykuyla ilgili çalışmaları sırasında in­somniya hakkında bir sürü hurafeyle karşılaşmışlar. Bunlar bir araya gelmiş ve ortadan kaldırılmayı, yok edilmeyi hak eden gizli bir mitoloji çıkmış ortaya.

Örneğin çokları Allah tarafından koyulan bir “sekiz saat kanunu” olduğuna, homo sapienlerin her gece sekiz saati zevkli bir uykuyla geçirmeleri gerektiğine inanıyorlar.

insanlar uykusuz geceleri havadaki değişikliklere, evdeki bir kediye, görünen ve görünmeyen garip olaylara, açık unu­tulmuş bir dolap kapağına ya da sadece bir rahatsız duruma, keyifsizliğe bağlıyorlar.

Günümüzün en tehlikeli uyku harafelerinden biri­nin, insomniyanın bir hap yutarak tedavi edilebileceğine inanmak olduğunu söylüyor Dr. Segal. Bunu kimyasal savaşın tehlikeli bir yolu olarak nitelendiriyor. İlaç endüstrisinin bir araştırması bu hücumun ilaç sektö­ründeki yerini gösteriyor. Yalnızca Amerikalılar yılda

 

GÜÇ İLACIN KENDİSİNDE Mİ, YOKSA İLACA DU­YULAN İNANÇTA MI?

îyi bir uyku çekmeden artık yaşayamayacak hale ge­len bir kadın arkadaşımın hikâyesini hatırladım. Bir akşam ziyaretine gittiği bir arkadaşıyla konuşuyorlardı. Laf döndü dolaştı ve onun problemine, o korkunç umacı insomniyaya geldi.

“Uyumak için yatakta dönüp duracağım bir geceye daha dayanamam artık!” diyordu eve gitmek üzere man­tosunu giyerken.         .

Arkadaşı yardımcı olmak amacıyla odadan çıktı ve büyük bir kapsül ve bir bardak suyla geri döndü. “Sana gereken şey var bende” dedi, “ama doğruca eve gitmeli­sin, yolda durma yoksa direksiyonda uyuya kalırsın.”

Ah, çare bulunmuştu. Hapı yuttu ve doğruca eve gidip iyi bir uyku çekmek üzere hazırlanmaya başladı. Eve vardığında neredeyse soyunmadan uykuya dalacaktı. Yatağa uzandı ve on saatten fazla uyudu.”

Ertesi sabah arkadaşını aradı ve böylesine güzel bir uyku uyumasını sağlayan o hapları nereden bulabi­leceğini sordu.

Arkadaşı bir kahkaha attı ve “Gerçekten uyumana yardımcı oldu mu?” diye sordu.

“Neden, evet, o kadar komik olan ne?”

“Sana verdiğim hap Bı vitamininden başka bir şey değildi” diye yanıtladı arkadaşı.

Arkadaşım durumu anladı ve o da gülmeye başladı. Gücün, hapın kendisinde değil, hapa duyulan inançta olduğu ortadaydı. Bu, uyuşturucu hap kullanma alışkan­lığından sonra alınan uyku ilaçlarının uyku getirmeyi başaramamalarını açıklıyor.

Uykusuzluk Hastalığını Yenebilirsiniz

İNSOMNİYA İÇİN YENİ BİR TEDAVİ

  1. Dünya Savaşında bir destroyerde görev yapan bir teğmen bana şu hikâyeyi anlattı: Her sabah 2.30’da uya­nıyor ve bir daha uyuyamıyordu. Neyse ki ara sıra doktor oluyordu gemide. Genç subay, uyku hapları vereceğini düşünerek doktora gitti. Doktor sözlerinin bitmesini bek­ledi ve “İşte emirler” dedi, “İki buçukta uyandığında giyin, mutfağa gidip kendine bir fincan kahve al, sonra da köprüye git ve görev için rapor ver. Gecenin kalan saat­lerini görevde geçir. Normal günlük görevlerine de de­vam et.”

Teğmen çok şaşırdı. Fakat, doktorun rütbesi daha büyüktü ve emirleri kabul etmekten başka yapacak bir şeyi yoktu. Ertesi sabah iki buçukta uyandığında kalkıp giyindi ve kendisine söylenenleri yaptı. Ertesi gün kon­trol için doktora gittiğinde yine aynı emirler verildi. Erte­si sabah iki buçukta uyandığında çabucak gözlerini ka­padı ve tekrar uykuya daldı. Bu insomniyanın sonuydu!

NASIL UYUNUR

Dr. Jackson uyumayı öğrenmenin en iyi yolunun in­sanın kafasına uyuyup uyuyamayacağını takmaması olduğunu buldu. Bunu yapmanın en iyi yolu da her gece saatlerce uyumak zorunda olunduğunu düşünmekten vazgeçmek. Kafalarını sakin, vücutlarını gevşemiş halde tutarlarsa uyumadan da uyuyarak olduğu kadar dinlenebileceklerini hastalarına kanıtladı.

“Uykuyu aramayın; peşine düşerseniz bir güvercin gibi uçar gider” derler.

Herhangi bir şeye dikkati yöneltmenin zihni uyanık tuttuğu bulunmuş; çoğu zaman uyku için de geçerli bu. İnsomniyaklar uyuyup uyuyamadıklarını görmek için uyanırlar genellikle! Ama bu, kendimizi aldatmaktan ibaret olan bir mesle değil. Uykunun mutlaka gerekli ol­madığına, vücudumuzun uyumadan da ihtiyacı olan din­lenmeyi sağlayabileceğine ikna olursak bizi uyumaktan alıkoyan endişenin hakkından gelebiliriz. O zaman in­somniya önemini yitirir ve bir süre sonra kaybolur gider.

GEÇ SAATTE YAYINLANAN ŞOVLARI İZLEMEYİ TERCİH ETMEDİĞİNİZDEN EMİN MİSİNİZ?

Ailede herkes tarafından çok sevilen bir akrabam insomniyaya yakalandı. Gecede bir, en fazia iki saat uyu­duğunu iddia ediyordu. Uzun yıllar yaşadığı ve bir gece akşam yemeğinden sonra sandalyesinde uyurken öldüğü için, insomniyanın insanların düşündüğü kadar tehlike­li olmadığının canlı deliliydi. Bu kadın aslında gece yaptığı işleri uykuya tercih ediyordu. Gece geç saatlere kadar televizyon seyretmekten zevk alıyordu. Gün boyun­ca akıl almayacak kadar çok kahve içiyor, gece de sigara içmek için sık sık kalkıyordu. Çektiği güçlüklerden bah­settiği zaman görevimizi yerine getirip onu teselli ediyor­duk ama gecelerini bu şekilde geçirmeyi kendisinin seçtiğini biliyorduk.

,                                           V

SAĞLAM, RAHAT BİR UYKUNUN TADINI ÇIKARMAK İSTEYENLER İÇİN BİRKAÇ KURAL

Uykudan yana sorununuz mu var? İşte size sağlam, rahat bir uyku sağlayacak birkaç kural. Uygularsanız işleyeceğine dair garanti veriyorum; gerçekten insom- niyadan yorgun düştüyseniz ve dünyada hiçbir şeyin sizi uyanık kalmaktan kurtaramayacağını kanıtlamaya çalışmıyorsanız tabii!

  1. Uyumak için yatağa girin. Uyumayı bekleyin. Yatak için yaptığınız tüm hazırlıkların uykuya yönelik olmasını sağlayın. Adrenalinizi yükseltecek uyarıcı ki­

 

taplardan, dedektif hikâyelerinden veya politik tartışma­lardan sakının. Uyku vakti savaş vakti değildir. Aklını­zı yarının büyük projesiyle ilgili her şeyden arındırın.

Büyük Öğretmen’in dediği gibi, Yarın için bir şey düşünmeyin, çünkü, yarın kendi düşüncelerini berabe­rinde getirir. Onun yerine, rahatlatacak şeyler düşünün. Ben sık sık Henry Van Dyke’ın şu küçük şiirini kul­lanırım rahatlamak için:

tüm yüklerinizden kurtulun

Uyumadan önce, tüm sorunları Bir yana bırak.

Elbiselerini çıkarırken Endişe ve dertlerden de kurtul.

Sıkıntı ve üzüntünü Duanın sessiz kollarına bırak.

Tanrım, nasıl yaşadığımı biliyorsun,

Tüm kusurlarımı bağışla

Yapmaya çalıştığım tüm iyilikleri

Güçlendir, takdis et ve gerçekleşmesine yardım et.

Tüm sevdiklerimi koru,

Ben senin kollarında uykuya dalarken.

  1. Uyumadan önce geçmiş tüm hatalarınızı ve başarısızlıklarınızı unutun. Günün hatalarını ve acıları­nı yatakta düşünen insan uyuyamaz. Bunu yapma eğili­mindeyseniz biten günle uzlaşmaya çalışın. Gününüzü gözden geçirin ve sizi incittiğini düşündüğünüz herkesi bağışlayın. Ne kadar aptal olduğunuzu düşünürseniz dü­şünün, yaptığınız tüm hatalar için kendinizi de bağış­layın. Biriyle sert konuşup sonra da kendinizi mi suçla­dınız? Uyarınızın onu düşünmeye sevketmek açısından gerekli olmadığını nereden bilebilirsiniz ki? Geçen gün ne getirmiş olursa olsun rahat bırakın. O an yapabi­leceğinizin en iyisini yaptınız. Şimdi her şey bitti. Yarın

yeni bir gün olacak. Sıkıntı ve üzüntüleri bir yana bırakın. Hayat size karşı değil. Bırakın gitsin. Hayatı­nızı ve her şeyinizi, her şeyin üstesinden gelmeyi bilen Güç’e teslim edin.

  1. Hiçbir zaman uyuyamamaktan korkmayın. Ya­takta sessizce yatarak geçirilen saatler de uyku kadar iyi gelecektir.

Sabah üçte plân yapanlardan biri olduğunuzu var­sayın. Geceleri uyanıp plân yapmayı özellikle seçmekte­siniz. Gerçekten de gün boyunca düşüncelerinizle başba- şa kalabileceğiniz tek zaman buymuş gibi görünüyor. Başucunuzda bir kalemle defteri hazır tutun, fikirlerinizi ve plânlarınızı oraya yasın; o saman bunlardan kurtulup rahatça uykuya dalabiiecoğiniii göreceksiniz. Bu uyku saatlerini yitirmek size zarar vermez. Vücudunuz bu açığı gelecek uyku diliminizde telafi eder.

  1. Koyun yerine size sunulan nimetleri sayın. Uyku, eğer halinizden hoşnutsanız golir. Endişe, üzüntü gibi duygular ne kadar örenle kendimizden gizlersek gizleye­lim, bizi uyanık tutarlar. Sahip olmadıklarınızla müca­dele etmek yerine, hayatınızdaki güzel şeylerin listesini yapmayı deneyin. Durum ne kadar kasvetli olursa olsun her zaman şükredilecek bir şey vardır. Hiçbir şey görün­düğü kadar korkunç değildir. Eir deneyin. Artılar hane­sinde ne kadar çok şeyiniz olduğunu görünce şaşıracak­sınız. Kısa zamanda hoşnutluğun sıcaklığını hissedecek ve uykuya dalacaksınız.
  2. Kendiliğinden akan bu büyük Hayat’ın bize kuv­vet ve umut verdiğini bilerek yatıp uyuyabiliriz. Hayat, biz uyurken bile kalbimizin atmasını sağlar, sindirimi­mizle ilgilenir, kan dolaşımını sağlar ve vücudun kalan tüm harika işlerini yürütür. Biz uyurken yeni vücut hücreleri oluşturur, eskilerini atar. Biz, tüm bu harika süreci tabii karşılarız. Bilinçaltının ilgisi ve yardımları için teşekkür etmeyi hiç düşünmeyiz. Sonsuzluğa işleri­mizle ilgilenmesi için de güvenemez miyiz? Biz uyur­ken, işler bizim için yapılır. Birçok insan yarın yi­yeceğimiz şeyleri üretip hazırlıyor. Diğerleri kahvaltı masamızda okuyacağımız gazeteyi düzenleyip basıyor­lar. Doğal kabul ettiğimiz o kadar çok şey var ki. Bir düşünün, aklımıza ektiğimiz tüm düşünce tohumları biz uyurken gelişmekteler. Bırakın devam etsin ve Tanrı size göz kulak olsun İçinizdeki Kusursuz Güç’e güvenin; az sonra uykuya dalacaksınız.

RAHAT UYKU. KENDİNİ – YÖNETMEYLE SAĞLANIR

Aklın kendini yönetme gücü sayesinde, sonuç olarak bilinçaltının uyku fonksiyonuyla ilgilenmesini sağla­yan emirleri aklınıza verebilirsiniz. Bir daha uyanık o- larak yatakta yattığınızda kendi kendinize şunları söyleyin. “Şimdi uyuyacağım. Tüm vücudum gevşemiş durumda. Aklım dingin. Ben huzurluyum. Şimdi uykuya

hazırım. ____  saat uyuyacağım. Dinlenmiş ve canlı bir

şekilde saat ____ ’de uyanacağım.

KENDİNİ – YÖNETME

Uyanık kalmaktan korkmuyorum; uykumu getir­mek zorunda değilim.

Geçmişle ilgili pişmanlığım, gelecek için endişem

Tüm kavgacı düşüncelerden arınıyorum.

Kendimi ve başkalarını geçmiş hatalar yüzünden bağışlıyorum.

Kafam rahat; ben huzurla doluyum.

Güvenle yatıyorum ve uykunun gelmesine izin ve­riyorum.

 

CESARETSİZLİĞİN ÇARESİ

Huzur içinde ellerimi kavuşturuyor ve bekliyorum, Rüzgâra, gelgite ya da denize aldırmıyorum; Artık zamana ya da kadere isyan etmiyorum, Bana ait olan bana gelecek çünkü.

JOHN BURROUGHS

Hepimiz ara sıra cesaretimizi yitiririz. Hayatın ge­rekli bir parçası olmamasına rağmen kimse ona karşı bağışıklı değildir. İnsan yargısına güvene bağlı olduğu için nedenleri çeşitlidir. İnsan yargısı olmadan cesaret­sizlik olamaz.

Cesaretsizlik kelimesinin anlamını düşünmek bile cesaret kırıcı. İngilizce’de cesaret anlamına gelen “courage” kelimesi Fransız kökenli olup, “kalbe ait” de­mek olan cour + age kelimelerinin birleşimidir. İngilizce’de “discourage”, cesaretini kırmak, cesareti azaltmak, güvenden mahrum etmek, yüreksizleşmek an­lamına gelir. Başarısızlık, depresyon, keder, hüzün, endişe, melankoli veya kasvet gibi kaçınmaya çalıştığı­mız olumsuz kelimelerden biridir – bir cesaretsizlik duy­gusu içerir.

DÜŞ KIRIKLIĞI NASIL KARŞILANMALI

Düş kırıklığıyla cesaretin kırılması arasında bir ayrım yapılmalıdır. Düş kırıklığı gerektiği gibi karşıla­

 

nırsa, cesaretsizliğe dönüşmek zorunda değildir. İnsan­lar veya olaylarla ilgili beklentilerimiz veya ümitlerimiz gerçekleşmezse, düş kırıklığına uğradığımızı söyleriz. Eskisinin yerini alması için yeni bir ümit veya beklenti yaratılırsa düş kırıklığı nötralize edilebilir.

Her zaman iyi için dua etmek iyiyi getirir. İyiliği sevenler için her şey el ele verir ve iyiyi sunar. (Romans 8 : 28).

Dürtülerimiz dürüstse, dikkatimiz içimizdeki ku­sursuz Güç’e yöneltilmişse, hayatımızdaki tüm değişik­liklerin iyi yönde olmasını bekleyebiliriz.

Oğlu üniversiteye gitmemeye karar verdiği için düş kırıklığına uğrayan bir baba düşünün. Baba oğlunun, kendisinin sahip olamadığı fırsatlara sahip olabilmesi için büyük plânlar yapmış, özverilerde bulunmuştu. Ama şimdi tüm umutları bir anda yıkılmıştı. Oysa babanın cesaretinin kırılması gerekmiyordu. İçinde bulunduğu durumun iyi yönlerini görmeye çalışmalı, yargı ve suçlamadan kaçınmalıydı. Böyle bir kararı verebilme­nin oğlu açısından büyük bir cesareti gerektirdiğini, onun için de zor olabileceğini ve herkesin kendi hayatını doğru bildiği şekilde yaşaması gerektiğini anlamalıydı. Üniversite eğitiminin olmaması, başarısızlığa mahkûm olmak anlamına gelmez. Üniversitenin kapalı yaşamı yerine hayatla yüz yüze gelerek, güçlüklerini yaşayarak başarılı olanların sayısı az değildir. Belki oğul daha son­ra bu eğitimden geçmeyi isteyebilir ve o zaman kendisi için daha büyük çaba göstermeye hevesli olabilir. Ne olur­sa olsun, insanın diğer bir insan için beslediği ümit ve beklentilerin, karşısındaki insanın ümit ve beklentile­riyle uyuşması gerekir. Baba, oğlunun da içinde var olan ve onun vasıtasıyla işleyen ilahi Zekâ nın, ona doğru yolu bulması için yol göstereceğini ve yönlendireceğini bil­melidir. Her insan Öz’ün eşsiz bir bireyselleşmesidir ve herkes için Tek Bilinç’te, insanların kendi idrak düzey­lerine göre farkına vardıkları kusursuz bir plân vardır.

Gerçekleşmeyen bir iş için büyük ümit ve beklentileri olan bir iş adamı, dikkatini derhal başka bir işe yönelt­melidir. Ford Motor Şirketi Edsel’de 265 milyon dolar kaybetti. Kim hatırlıyor şimdi bu zararı? Başarısızlık­larla yaşamak yalnızca başarısızlık getirir. Düş kırık­lığı geçici bir şeydir. Önemli olan kişinin onu nasıl karşıladığıdır. Kişi, başarısızlığın veya yıkılmış bek­lentilerin cesaretini yitirmesine yol açmasına izin ver­diği, cesaretini kaybetmeye başladığı zaman tehlikeli bölgededir.

Cesaretini yitiren insan yalnız olmadığını, herke­sin şu ya da bu şekilde düş kırıklığına uğradığını anla­malıdır. İnsanoğlu, her zaman kendisi için en iyi olanı bulamaz. İnsanların çok büyük ümit ve beklentilere kapılma eğilimleri vardır; o yüzden de düş kırıklığı sık rastlanan bir sonuçtur. Büyük beklentiler, gerilememize neden olurlar; bu yüzden de varlığının farkında ol­madığımız iç kaynaklarımızı kullanamayız.

ANLIK BİR DÜŞÜŞ BÜYÜK BİR NİMET OLABİLİR

Ara sıra, kısa bir süre için düşüş gösterebiliriz. Bu düşüş devreleri doğaldır. Bunlara korkuyla bakılmamalı, yenilik için yükselme ve daha büyük başarılara hazırlanma zamanı olarak görülmelidirler. Sessiz çalışma ve meditasyon gereklidir. Bunlar üretken zamanlardır. Aslında, gerçek iş sessizlikte yapılır ve evde tamamen hareketsiz geçirilen bir gün ihtiyaç duy­duğumuz ilhamın bize verileceği gün olabilir. Genellikle bu, İç Rehberimizin sesini duymak için yeterince sessiz olduğumuz tek zamandır.

Düşüşlerimizin cesaretimizi kırmasına izin ver­meyelim. İnsan sürekli bir başarı grafiği çizmek için ya­ratılmamıştır. Hayat iniş çıkışlarla doludur. Bir vaizin Ecclesiates’de söylediği gibi:

 

Her şeyin mevsimi, her amacın bir zamanı vardır.

Doğma zamanı, ölme zamanı, ekme zamanı ve ektiğini biçme zamanı.

Tanrı her şeyi zamanında güzel olacak şekilde ya­rattı. ”

Ecclesiastes 3 : 1, 2, 11

SESSİZ GÜVENDE GÜCÜMÜZÜ BULURUZ

Sessizlik ve meditasyon yoluyla kazandığımız güç gösteriyor ki tempoyu düşürmemiz ve rahatlamaya zaman ayırmamız çok önemli.

İnsana verilen ilk derslerden biri, haftada bir günü dinlenmeye ve hayatın en yüksek değerlerine yönelmeye ayırması gerektiğidir. Bu gün, sadece Tanrıya ibadete ayrılan bir gün değil aynı zamanda, haftanın yedi günü­nü işe veya bir şeyler kazanmaya harcamak zorunda ol­madığımız için Tanrıya güvendiğimizi gösterdiğimiz bir gündür. Hristiyanların Pazar günü, Müslümanların Cuma günü, Yahudilerin Cumartesi günü,”İşten uzak kalıp dinlenmek” demektir. Olayları akışına bıraktığı­mız ve Tanrıya açıldığımız zamandır bu.

Tanrı’ya dönerek ve dinlenerek korunacaksınız; sessizlik ve güvende güç bulacaksınız.

İsaiah 30 : 15

Cesaretsizlik, insanlar, olaylar ve şartlarla ilgili duygularımızdan kaynaklanır. Bir çeşit engellenme, kuşatılma duygusudur bu.. Rüyalarımız ve tutkularımı­zın yok olur gibi görünmeye başladığı anda ortaya çıkan bir beyhudelik duygusudur. Washington bu duyguları, o soğuk ve umutsuz kışta Forge Vadisinde hissetti. Kongre- reden hiçbir destek alamıyordu; adamları sinek gibi kaçışıyorlardı; kalanlar bakımsız, aç, üşümüş ve sefil­diler. Göremediği veya dokunamadığı Bir Şey’e güven­mek zorundaydı. Görerek değil inançla yürüyoruz demiş Aziz Paul.

HİÇBİR ŞEY BİZE KARŞI DEĞİL

Dün bir adam ofisimde bana, yitirdiği cesaretini nasıl kazandığını anlatıyordu. Bir yıl önce her şeyin gerçekten karanlık göründüğünü söylüyordu. Hayatında­ki herkesin kendisini her bakımdan suistimal ettiğini, hep kullanılmış olduğunu düşünüyordu. Görünüşe göre cesaretini yitirmekte haklıydı. Görünüşe değil doğru yar­gıya göre yargıda bulunun demiş îsa. Adam sebatla bu öğütü uyguladı.

Görünüşe göre, hiç parası yoktu, ama parası yokmuş gibi görünmesinin bile kendisine karşı olmadığı gerçeği­ni benimsediğini söyledi bana. Şunu düşündü hep: Hiçbir şey bana karşı değil – parasızlık bile bana karşı değil. İnanana kadar tekrarladı, “Tanrı her şeydir ve her yer­dedir. Yalnızca Tanrı var. Bu yüzden, Tanrı eğer benim içinse, kim bana karşı olabilir?”

Bugün her şeyin, iyiliği sevenlerin iyiliği için el ele verdiğini kendisine kanıtlamış durumda ve tüm bildiği, hiçbir şeyin kendisine karşı olmadığı. Doğru dürtülere sahip olarak ve bu düşüncelere inançla sarılarak başarılı bir iş kurdu. Maddi kapitalini kaybedince kendisine doğ­ru arkadaşlar seçerek ve ihtiyaç duyulanlarla birleşerek ruhsal kaynaklarını devreye soktu ve imkânsız gibi görü­neni başardı. Bir yıl sonra karşımda otururken tekrarla­dı: “Tanrı benim içinse, kim bana karşı olabilir?”

“Neden, hayatımızın her alanında hepimizin başına gelir bu?” diye düşündüm. Her hastalık, eksiklik ve u- yumsuzluk inancı, hayatın bir yerinde bir şeyin bize kar­şı olduğu duygusudur. Hayatta hiçbir şey bize karşı değil, bu yüzden cesaretsizliğe yer yok hayatımızda.

Cesaretsizliğin Çaresi

CESARETSİZLİĞE KUSURSUZ ÇARE

Cesaretinizi yitirdiğinizi hissettiğiniz an, oturun ve önünüze bir parça kâğıt koyun. Özel bir probleminiz varsa tüm ayrıntılarıyla kâğıdın bir yüzüne yazın. Sonra, öbür yüzüne mümkün olan tüm çözümleri yazın. Aklınızı fi­kirlerin gelmesi için açın. Aklınıza gelen çözüm imkân­sız gibi görünse de yazın. İmkânsız çözümün cevap ola­bildiğini çok gördüm. Dikkat cevaplar üzerinde yoğun­laştı mı, güç problemden uzaklaştırılır ve cevaplar görü­nür.

Sonra, başka bir kâğıt alın ve hayatınızdaki cesaret verici her şeyi yazın -kazançlarınız, arkadaşlarınız, ye­tenekleriniz vs. Artık bitti deyinceye kadar yazın bunları kâğıda. Hayatınızdaki cesaret kırıcı şeylerin tümünü de kâğıdın öbür yüzüne yazın. Hepsini boşaltın. Bunu yap­tıktan sonra, cesaret kırıcı şeyleri sıraladığınız tarafta- kileri birer birer çizin ve “Bununla işim bitti! Hakkım- daki gerçek bu değil” deyin.

Şimdi, tüm dikkatinizi hayatınızdaki cesaret verici şeylere yoğunlaştırın. Dikkatimizi verdiğimiz şeyler ge­lişir, büyür. Dikkatimizi iyiye, olumluya ve doğruya yöneltirsek yaşadıklarımız bunlar olur.

HAYAT BİR SERÜVENDİR

Bizler, hayat yolunda bilinenden bilinmeyene doğru ilerleyen serüvencileriz. Bugün nerede olduğumuzu, ha­yattaki yerimizi, durumumuzu, şu anki ilişkilerimizi bi­liyoruz. Bugünkü hayatımızı bilebiliriz; fakat yarını, gelecek haftayı, bir ay ya da bir yıl sonrayı düşünerek ile­ri baktığımızda hayatımızın ne şekil alacağını her za­man göremeyiz. On yıl sonra ne yapıyor olacağımızı düşünürken, bu değişen dünyada neler olacağını bilme şansımız bile yok. Ama, bir şeyi kesin olarak biliyoruz:

 

İçimizde bizi asla terk etmeyecek veya yüzüstü bırakmayacak Tanrının Bilgeliği, Gücü ve Sevgisi dai­ma var olacak.

Bakırı, ben her zaman sizinleyim. Sizden önce gidip eğri yerleri düz yapacağım. Suları aşmaya çalışırken si­zinle olacağım; nehirler üzerinizden akmayacak: ateşte yürürken yanmayacaksınız, alevler sizi etkilemeyecek.

Matthew 28 : 20, Isaiah 45 : 2

HAYAT GELİŞEN BİR SÜREÇTİR

Ara sıra kendimizi rahatlıktan kriz dönemlerine kayarken buluruz; ama kim olduğumuzu ve neyle birlikte çalışmamız gerektiğini bilirsek hiç fark etmez. Bu, sa­dece yolculuğun bir parçası, yakında geçecek ve unutula­cak küçük bir ayrıntıdır yolumuzda.

Tüm düzen göz önüne alındığında, hayat gelişen bir süreçtir, dünyadaki küçük bir deneyimle sınırlı değildir; sonsuz bir deneyimin evrensel bir açılımıdır. Her deneyi­min kendisine ait bir anlamı, çıkarılacak bir dersi, ka­zanılacak bir gücü, ya da biz yolumuza devam ederken değerliliğini kanıtlayacak bir gelişimi vardır.

KENDİNİ – YÖNETME

Cesaretimi yitirmeyi reddediyorum.

Her duruma göğüs gerecek bilgelik tam içimde.

Doğru seçimler yapmak için yönetiliyor ve yönlen­diriliyorum.

İçimdeki Kusursuz Güç, ne yapacağımı ve nasıl ya­pacağımı biliyor.

Hiçbir şeyin onun için imkânsız olmadığı Güç içimde.

Yaptığım her şeyde içimdeki Kusursuz Güç’e güveniyorum.

 

KENDİNİ İYİ YÖNETME, SÜREKLİ HUZURDUR

Kendinizden başka hiçbir şey size huzur getirmez. Prensiplerin zaferinden başka hiçbir şey size huzur

getirmez. RALPH WALDO EMERSON

İşin özüne indiğimiz zaman görürüz ki bugün hepi­mizin asıl amacı huzurdur. Bazıları bunu yenilenmiş sağlıkla bulacaklarını düşünürler; bazıları mutlu bir ev­liliğin bu huzuru getireceğine inanırlar; büyük bir çoğun­luk da zenginliğin huzura kavuşmak için en emin yol olduğuna inanır. Çılgınca daha büyük bir huzur peşinde olanlar, uyuşturucu veya alkol gibi geçici devalardan me­det umarlar. Bunlardan hiçbirinin o erişilmez amaca – huzura- ulaşmaya yeterli olmayacağını anlamak için çevremize bakmamız ya da küçük bir ruhsal araştırma yapmamız yeterli.

İngilizce’deki “peace” (huzur, barış) kelimesi La­tince’de “uzlaşmaya varmak” demek olan pacera sözcü­ğünden gelir. Huzur içerisinde olmak, hayatla tam an­lamıyla uzlaşmak demektir. Her erkeğin ve kadının amacı olan gerçek huzur bir sükûnet halidir; rahatsızlık, endişe, sıkıntı ve heyecanlardan sıyrılmaktır; hayat ve çevremizdekilerle uyum içinde olmaktır. Herkes, bir başkasına vermeden önce kendi iç huzurunu bulmalıdır.

 

DİRENME ZİHİNSEL ZEHİRDİR

Huzurun zıddı, çatışmadır -her şeye direnmekten kaynaklanan iç çatışmadır; insanlara direnmektir, olaylara direnmektir, fikirlere direnmektir. Direnç, onu gösteren insanın hayatına karmaşa, kaos ve stres getirir. Bu yüzden, sürekli bir huzuru bulmak istiyorsak önce di­rence bir çare bulmalıyız.

Direnmek, zehirle oynadığını anlamayan insan aklına her zaman için çok mantıklı gelir. Aksine, uzlaş­manın şifa veren gücü her zaman için güçlüklerden kur­tuluş yoludur. Direndiğimiz şeyden uzaklaşır ileriye ba­karsak ve dikkatimizi uzlaşmanın yaratıcı gücü üzerin­de yoğunlaştırırsak, bize ait olduğunu hiç hayal etme­diğimiz yeni yaratıcılık kanalları açılır. Uzlaşmanın bazı yönlerini gözden geçirelim.

HAYATLA UZLAŞMAK

Yaratıcı olmak için hayatla uzlaşmak gerekir. Ta­rihe bakacak olursak, insanoğlunun en yaratıcı dönem­lerinin, savaş ya da diğer krizler gibi büyük stres ve kar­gaşa anlarına denk geldiğini görürüz. Yüzeysel bakıldı­ğında, bu bir çelişki gibi görülebilir, Fakat, insan olağan­üstü bir durumla karşılaştığında, büyük bir ihtiyaçla yüz yüze geldiğinde uzlaşmaya daha eğilimli oluyor. Belki de böyle zamanlarda yetersizliğini, ölümlü insanın yetersiz­liğini ve kendisinden daha büyük bir Güç’e ulaşması ge­rektiğini daha iyi anlıyor.

John Flavel adında bir adam 1690’da ilk uyarıyı yap­mış, “İnsanın ulaşabileceği uç noktaları, Tanrı’nın tanı­dığı fırsatlar belirler. “O zamandan beri birçok kişi bu gerçeği buldu ve ona sahip çıktı. İnsan en büyük ih­tiyacıyla karşılaştığında, içindeki büyük Güç’e dönüyor ve onunla uzlaşıyor. Ondan önce, çatışma içindedir ve bu onun hayattan ayrı olma hissine kapılmasına yol açar. Bugün bazı doktorlar tüm hastalıkların stresten kaynak-

 

landığmı söylüyorlar. Stres, ona döndüğümüzde; bize sağlık, zenginlik ve bilgelikle kusursuz bir uyum sağla­maya yetecek gücü ve isteği olan Hayat Prensibiyle uzlaşmaktan kaçınmak demektir. Bir çaresizlik duygu­sunun etkisiyle tek Güç olan Hayat Prensibi’ne dönme­mizi ve sonunda onunla uzlaşmamızı sağlayan her prob­lemin şekil değiştirmiş bir nimet olduğunu anlamak olu- dukça kolay. İsa, Tanrım, benim değil senin isteğin ye­rine gelecektir dediğinde dünyanın üstesinden gel­miştir.

HAYATLA UZLAŞMAK YARATICILIKTIR

Hayatı, emirlerimizi yapması için zorlamaktan vaz­geçip içimizdeki yaratıcı Hayat Prensibiyle uzlaşmaya başladığımız, bizimle yaşamasına izin verdiğimiz za­man yaratıcı bir yaşam sürmenin yollarını bulacağız. Böyle bir hayat insana doyum sağlayabilir ancak. İnsa­nın aklında birlik ve bütünlük hissi yaratan her şey, o in­sanda bir haz ve doyum duygusu uyandırır. Söz konusu olan bir iş düzenlemesi, bir resim yapmak, güzel bir müzik üretmek ve hatta bir fırın bisküvi pişirmek dahi olsa, bunlardan sağlanan doyum, o kişinin hayatla uzlaş­tığını, kendisinin hayata bir şeyler verdiğini, hayatın da kendisine bir şeyler verdiğini hissetmesine neden olur. Hiçbir ayrılık hissi yoktur. Sonra, hayatının her bölümü­ne bir huzur hissi yansır.

İşini seven insan hayatla uzlaşıyor demektir. Ya­ratıcı olmayı, işi vasıtasıyla insanlara doyum verecek şekilde kendisini ifade etmeyi sever. El işçisi olsun, bir tezgahta çalışan birisi olsun işinden tatmin olan işçi, işine sevgi katıyor demektir. Aziz Paul’un Sevgi yasanın yerine getirilmesidir demesinin nedeni budur. Sevgi ya­ratıcıdır, sevgi yapıcıdır, sevgi saygıdeğerdir -yapılan şeye saygıyla dolu olmaktır. Sevgi, Tanrı nın Gücü nü ortaya çıkarır; çünkü o, insanın hayatında ifade edilen

 

% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ Tanrı’dır.

TANRI’YLA UZLAŞIN

Bu Tanrıyla, bizim ve tüm hayatın içindeki Sonsuz İyilik’le uzlaşmak demektir. Tanrı’nın tüm nitelikle­riyle -Hayat, Gerçek, Sevgi, Güzellik, Bilgelik, Huzur- uzlaşmaktır. İster inanın ister inanmayın hayatla her­hangi bir şekilde mücadele ettiğimizde Tanrıyla müca­dele ediyoruz; çünkü var olan her şey Tanrı’dır. Sonuçta, Tanrıya, “Bunu neden bana yaptın?” demiş oluyoruz. Ama Tanrı, kusursuz Hayat Prensibi kusursuz olmaya devam ediyor, yarattıklarım kusursuz görmeye devam ediyor. Ama biz zaaf içindeki ölümlüler, bizim için çok­tan kurulmuş olan Tanrı’nın kusursuzluğuyla birleşmek yerine kendi akıllarımızda yarattığımız kötülüklere di­renerek vakit harcıyoruz. Bu özgürlüğe açılan kapı ardı­na kadar açık beklerken pencerenin karşısında kanat çırpan kuşun durumuna benziyor.

Tanrıyla nasıl uzlaşırız? İşte birkaç örnek:

HUZURLA UZLAŞIN

Seçim bizim elimizde. Savaş ve savaş kışkırtıcıla­rıyla mı mücadele edeceğiz, yoksa olduğumuz yerde huzur mu bulacağız? Bugünün dünyasında var olan yanlışlara direnmek için harcadığımız her dakika, savaşın alevle­rini körükler, vücut hücrelerimizi tahrip eder, barış ve hu­zur adına hiçbir yarar sağlamaz. Bu prensibe inan­madığımız ya da prensibi temsil etmeye istekli olmadı­ğımız anlamına gelmez, tdeal ve prensipler doğrultu­sunda hareket ederiz ama insanlara ve şartlara diren­meyiz anlamına gelir. Sürekli huzuru düşünerek, çevre­mizde ne olursa olsun ilerleriz. İnsanın aklı, çekişme, çatışma, yüksek kademelerdeki yolsuzluklar, kötülük ve 206

 

bozulma düşünceleriyle dolu olursa, o kişi bu düşünceleri kendi hayatında, ilişkilerinde ve toplumun daha kap­samlı olan hayatında ifade edecektir. Düşünceleri; koşullara direnerek harcayacağı enerjiyi koruyarak Tanrı’nın huzuruna, adalet ve doğru davranışa yönelirse huzur ve barış için bir güç, bulunduğu her yerde bir iyilik vasıtası olacaktır. Huzuru sağlamanın tek yolu, Huzur ol­sun ve benimle başlasın düşüncesidir.

Dikkat Tanrı üzerinde yoğunlaştığında, Tanrı ve Ben çoğunluğu oluştururuz. Dikkat huzur üzerinde yoğun­laştırdığında, kişi huzur için bir araç olur. Kanatlarını boş yere çırpıp camdan geçmeye çalışan küçük kuşlar ol­maktan vazgeçelim. Direnmek her zaman için yıkıcıdır. Barış taraftarı birkaç kişi bile büyük işler başarabilir.

Bu yalnızca dünya koşullarına değil, bugünkü tüm yanlışlıklara ve adaletsizliklere uygulanabilir.

KÖTÜLÜĞE DİRENMEYİN

İsa sürekli bundan söz ediyordu. Evet, göze göz, dişe diş dendiğini duydunuz: Ama size söylüyorum, kötülüğe direnmeyin; sağ yanağınıza vurana öbür yanağınızı da çevirin. Birisi sizi dava eder ve paltonuzu alırsa, pelerini­nizi de verin. Biri sizi bir mil yürümeye zorlarsa iki mil yürüyün… Şimdiye kadar komşunuzu sevmeniz, düşma­nınızdan nefret etmeniz söylendi. Fakat , size söylüyo­rum, düşmanlarınızı da sevin, size lanet edenlere dua edin, sizden nefret edenlere iyilik yapın ve sizi kullanan­lar ve size eziyet edenler için dua edin; böylece cennetteki Tanrının çocukları olabilirsiniz.

Bu öğretinin tamamı uzlaşmaya dayanıyor. Öbür yanağını çeviren insanda kin yoktur, nefret yoktur, karşı olma duygusu yoktur; uzlaşma vardır. Direnç olmayan yerde düşman kızgınlığını kaybeder. Silahsız kalır.

Pitirim A. Sorokin’in çok değer verdiğim Sevginin

Yollan ve Gücü adlı kitabında, sevginin harika bir şekil­de nefreti yendiği birçok gerçek olaydan söz eder. Hırsız­lar, istedikleri her şey kendilerine verildiğinde bir şey çalamıyorlar ve dönüp gidiyorlar. İşkenceciler direnç ye­rine sevgiyle karşılaştıklarında zulmetmek istemiyor­lar. “Öldürülen insan genellikle kendi ölümünden so­rumludur,” diyor Ermiş adlı kitabında Halil Cibran. Direnç, karşılığında direnç ve kendisinden kaynakla­nan tüm diğer hastalıklarını görür; ama sevgi nefreti, iyi kötüyü yener. Tek yol bu.

Ve birisi sizi dava eter ve paltonuzu alırsa pelerinini­zi de verin. İsa yargı yoluna başvurmamanız gerekir demiyor; burada öğretilmek istenen, sizden şikâyetçi olan davayı kazanır ve paltonuzu alırsa, nefret veya kin duy­mamak için daha fazlasını vermenizdir. Bu içinizdeki kin ve nefret duygusunu sizden uzaklaştırır.

Zamanımı olumlu ve yapıcı bir yaşam felsefesini – nefret yerine sevgi; kötüyü iyiyle yenmek- öğretmeye a- damak için iki kez başarıyla sürdürdüğüm avukatlığı bıraktım. İnsanların uzun pahalı davalara giriştiği bir­çok örnek verebilirim. Tam anlamıyla haklıydılar. Ka­nun onlardan yanaydı. Sonunda kazandılar, ama ne pa­hasına! Çoğu zaman, parasal maliyeti başlangıçtaki kayıptan daha büyüktü; fakat sağlık, mutluluk ve huzur açısından maliyeti tahmin edilemezdi; o derece büyüktü.

HAYAT BOYU TANRI YLA UZLAŞIN

İçinizdeki Tanrıyla, içinizdeki yüce Sevgi merke­ziyle uzlaşın ve hiç kimseye veya hiçbir şeye katılmayın. Sahip olduğumuz düşmanlar içimizde işlenmeli. Düş­manlarımızın hepsi kendi ev halkımızdandır, diyen kut­sal kitap bunu ifade etmek istiyor. Onları bir kez sevgiyle ortadan kaldırdıktan sonra hiç düşmanımız olmadığını göreceğiz. Kendinize bilinçli olarak iç huzuru ve yüce bir uzlaşmayla dolu yeni bir hayat kurarak önceki tecrübe­lerinizden yeni bir tecrübeye yükseleceksiniz, içinizdeki neyse dışınızdaki de öyle olacak. Aklınızda düşmanınız kalmadığı zaman hayatınızda da düşmanınız olmaya­cak. Akılda direnç olmadığı zaman insanın hayatında da kendisine karşıt insanlar olmayacak.

Direnç, uzlaşmadan hoşlanmamaktır. Direnç, haya­tımızdaki her şeyden daha fazla dikkat etmemiz gereken bir şeydir. Çevremize direnmek, insanlara direnmek, koşullara direnmek ya da sadece metroya veya havaya di­renmek. Direnç, huzurun en büyük düşmanıdır.

Uzlaşmak ne demektir? Uyum sağlamak, birlikte çalışmak, bütünleşmek, bir olmak demektir. İki şey uz- laştımı bir olurlar. Kişinin içinde uzlaşma oldumu, ken­disiyle ve hayatla birleşir; o zaman kusursuz Güç başarı­ya doğru onunla birlikte akar.

İNSANIN ÇEVRESİYLE UZLAŞMASI

Yaşadığınız yerle uzlaşın. Her zaman yaşamayı is­temeyeceğiniz bir yer olabilir burası; ama en azından di­renmezsiniz. Onunla uyum içerisinde olursunuz. “Ken­dinize, hayatla uyum içerisindeyim; yaşadığım yerle uyum içerisindeyim. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru şeyi yapıyorum. Çevreme direnmek zorunda değilim, çünkü biliyorum ki aklıma koyduğum şeyi yaşayacağım. Arzuladığım şeyi görüyorum ve benim olanın bana ge­leceğini bilerek ona şimdiden teşekkür ediyorum.” diye telkinde bulunun.

İYİYİ BULMAK HAYATLA UZLAŞMAKTIR

Her durumda dayanabileceğimiz iyi bir şey bulalım. Eski düşman direnci saf dışı etmenin en iyi yoludur bu.

İsa’yla ilgili şöyle bir hikâye var: Isa ve havarileri birlikte yürürken yolun kenarında bir köpek görümüşler. Köpek öleli birkaç gün olduğu için pek hoş bir durumda değilmiş. Havariler bu duruma çoğu insanın göstereceği tepkiyi göstermişler, ama İsa “Köpeğin ne güzel dişleri var.” demiş.

Her durumda olumlu karşılık vermeye çalışın. İyiyi bulun. Eleştiri veya suçlamada bulunmayın. Bu yöntemi bir hafta kadar deneyin; sonunda yaratıcılığa giden yolu bulduğunuzu göreceksiniz. Hiçbir şey engel olamaz. Tan­rı, mümkün olduğuna inanamayacağınız bir sağlık ve iyiliği ifade edebilir sizin vasıtanızla. Tanıdığım bir kadın “küçük nefretlerinden” kurtulduğu zaman kan­serden de kurtuldu. Kadının küçük nefret adını verdiği şeylerden biri tabakları yıkamaya karşı çıkmaktı. Di­rençlerinizi korumaya değer mi? Hayatla uzlaşın, hayat da sizinle uzlaşacaktır.

HAYATLA UZLAŞMA İÇ GÜVENLİĞİ SAĞLAR

Kendimiz için yeni uzlaşma kalıpları buldukça ha­yata karşı koyma eğilimimizin giderek azaldığını görü­rüz. Direnmekten vazgeçtiğimiz zaman kavrama sınır­larını aşan huzuru keşfederiz; yeni, emin bir güven duy­gusu bizi etkisi altına alır.

Uzlaşma çok gerçek, somut bir şeydir. Bir insanın karşısında yer alanların, onunla mücadele edenlerin ya da savaşanların sayısal çokluğu hiçbir şeyi değiştirmez. Çünkü Tanrı ve Ben çoğunluğuz.

O zaman yapılması gereken şu: İçimizdeki yüce sev­giyle yani Tanrıyla uzlaşmak bizi nefret, yargı ve kin­den kurtarmasına izin vermek; gitmemiz gereken yolda bize yol göstermesine ve yönetmesine, direnci günlük hayatımızdan söküp atmasına, her durumda yaratıcı ve mutlu yaşama özgürlüğünü bize sunmasına, hayatımızı yüce doğru davranış ve huzur doğrultusunda yeniden kur­mak için gereken güç ve zekâyı bize vermesine izin ver­mektir.

KENDİNİ – YÖNETME

Son derece huzurluyum

Hayatımdaki iyiliğin gücüne inanıyorum

Koşullarda hiçbir güç yok: kişiliklerde hiçbir güç yok: yalnızca iyilikte güç var.

Şu anda içimde bulunan güce engel olabilecek hiçbir insan, yer, nesne, durum veya ortam yok.

Hiçbir şey bana karşı değil: hiçbir şey beni rahatsız edemez.

Geçmişimde olanların beni incitecek hiçbir gücü

Şu anki iyi düşüncelerle geleceğimi hazırlıyorum.

Hııgünü yaşıyorum; geleceğe güveniyorum; geçmişten hiçbir pişmanlık duymuyorum.

Tüm hayatın benim iyiliğim için el ele verdiğine inanıyorum.

Rahatım. Huzurluyum

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*