Konfüçyüs

Oranın kaysı rengi sabahlarında; pirinç tarla­ları sarı.. Bambu kamışından evler sarı.. Çevreyi sulayan ırmaklar sarı.. İnce nakışlı yelpa­zeler sarı.. Yanaklarından terler damlayan donuk benizler sarı , öylesine ki yer sarı, gök sarı .. kar­şıda sıralanan yüksek Taişan Dağları…

Sarı pirinç tarlalarında, donuk uçuk benizler parlar, her gün doğumunda… Bilinen en eski insansoyu tipi “Pekin Adami’dır derler. Belki ondanberi aynı topraklar üstünde, aynı Çinliler yaşar .. hiç yer-yurt değiştirmemişler. Hiçbir çağda topluca göçmemişler. Hatta yurtlarını istilâ eden yabancıları bile, kısa sürede içlerinde eritip kendilerine benzetivermişler. Bu sonuç; ve bu güç nereden geliyor?                    4

Acaba yeryüzünde kaç ulusun atasözü vardır ki, Çince’den tüm dünya dillerine çevrilerek hep aynı anlam ve değerini bulmuş olsun?…: “sana yapılmasını istemediğin şeyi, başkalarına yap­ma!..” Bunu söyleyen ne bir din kurucusu, ne bir Tanrı elçisi, ne de bir reformcudur. Tam tersine, tıpkı bizim gibi yalınkat, yalınayak birisi … hem de özgün aklı, düzgün düşünceleriyle… Bu yücelik ile takvime dayanma sürekliliği nasıl oluyor? O’nun sözlerini zaman çarkı, ötekiler gibi niçin aşındıramıyor? Hele bir görelim Kung Fu kimdir? Kung Fu Dsi, Çin dilinde ve Lu dere­beyliğinde, “Filezof veya Üstad” anlamına gelen “Kung” adıyla başlar. Zamanla, Cizvit papazları bu adı lâtinceye uydurarak “Konfüçyüs” demiş­ler .. ve öylece de dünyaya yayılmış. Acaba nesi var ki bunca yıkım ve değişimlere karşın, insanlık dünyası, yirmibeş yüzyıldanberi bu sarı yüzlü Çinli öğütçüyü dinliyor? Hâlâ belâlar, bunalımlar ve dar zamanlarında birbirlerine hep O’nun ağzıyla sesleniyorlar; “Karanlıklardan yakınıp sızlanacağına, ne olur bir mum da sen yaksana! ?”.

Üstad Kung Fu’nun öğretileri, Budizm ile Taoizm’den daha sonraları hemen Çin ülkesine yayılmış.. Kendisi istemediği halde, bir gün, toplumun Konfüçyanizm dinini oluşturuvermiş.. Hani mitolojideki yarı Tanrılar benzeri.. Gönül­süzce görünmeyenlere masallara karışmış öğle­sine. .. Oysa “O”, Göklere ve öteki dünyaya sığın­madan tüm gücünü, Doğa’dan ve insan kardeşle­rinden alıyordu. İşte biz O’nun sonraki örtülerine aldırmayarak, kendisini yalınkat kişiliği ile çiz­meye çalışacağız. İlginç yaşam şeridinde nasılsa benekli sislere, parçalı karaltılara bürünse bile… Tıpkı, ölümünden az önce, bir öğrencisinin dua hakkındaki sorusuna: “Benim duam, özyaşan- tımdır” demesi gibi…

Filezof Kung, Çin’in Şantung ilinin güneyba­tısındaki Lu Prensliği (Dukalık, Derebeylik) nde doğar. Soylu bir aileden gelen kahraman yaşlı bir komutanın tek oğludur. Söylentiye göre soyu, Sung hükümdarlarına kadar uzanırmış. Güneş takvimine göre de doğumu, İ.Ö. 551 yılının 27 Ağustosu’na rastlar. Bu tarih, Hindistan’da Budha, Grek’de Pythagoras, Mezopotamya’da Nebukadnezar’ın yaşadıkları ve Bâbil’de yahudi- lerin tutsaklandığı dönemdir. Daha, Batida Sok- rates ile Empedokles bile henüz yola çıkmamışlar.

Küçük Kung üç yaşında öksüz, anası ise onsekizinde dul kalır. Her yolsul öksüz ve dul’un çektiği acıların tümünü beraberce çekerler. Çocuk 7 – 15 yaşlarında öğrenime başlar. Şimdi öyküsünü kendinden dinleyelim: “Onbeş yaşım­da öğrenmeye gönül verdim. Otuz yaşında ayaklarım sağlam olarak yere basıyordu. Kırk yaşında tereddütlerimi yenmiştim. Elli yaşında Göklerin emrinin ne olduğunu biliyordum. Altmış yaşında buyrukları yumuşak başlılıkla dinliyordum. Yetmiş yaşında duygularımın gös­terdiği yola yöneliyordum; çünkü, artık beni yanıltmayacaklarını ve dengenin sınırını aşmaya­caklarını biliyordum”. Zaten bizim de kendisini izlerken tutacağımız yol, masallardan ziyade, önceki kılavuzların geçerli yolu olacaktır. Ve “Gerçekten iyi olan kişi, hiçbir zaman mutsuz olmaz. Olgun kişi bunalıma düşmez. Yiğit olan korkmaz. Kişinin yaşantısı bütünüyle dürüstlük olmalı. Yoksa üzüntülerden, tehlikelerden hiç kurtulamaz”.

O sıralarda Çin’de, kurban sunaklı dinsel âyinler ile ataerkil eski töreler egemendir. Daha önceleri Budha ile Tao kendi inancalarını şöylece yaymışlar: Budha ve Buddisattava (Brahma) nın adını sıkça yinelemek, perhizle yaşamak, hacca gitmez, başkalarına karşı yüce kalpli davranmak ve üstün ahlâklı olmakla bu dünyadan kurtulup Nirvana’ya kavuşmak. Taoizm ise kendi inanır­larına, yaşamda iç dinginliği ile ruh dirliğini baş ödev olarak salık verir. Bununla beraber bir yan­dan da dürüst ve ahlâklı bir yaşam ister. Düşün­ce, kişisel ve toplumsal olanların ta ötelerine ve evrensele uzanmalı der. Ayrıca canlılarla ilgili büyücülüğe ve ölümsüzler katma çıkartılmış ulu kişilere tapmak gibi sapkın inançlara da yer ayırır. O’nun yaşadığı çağda toplumun dinsel sergisi aşağı yukarı bu görüntüdedir. Ama Konfüçyüs, “Adamlık (Jen), kendi kendini yen­mek ve kendisini güzellik kanunlarına yönelt­mektir.” diye öğütlüyor.

Kung Fu ondokuzunda kendi soyundan bir kızla evlenir. Çocukları olur, ama hiç de onun yolunu izlemezler. Bir süre devlet hizmetinde çalışır. Yirmibir yaşında Lu’da özel bir okul açar, öğrencilerini de kendi özel yöntemiyle seçer Aslında Kung hoca’nın kendisi de Çin’de sürege­len “Ju”lar yani “Okumuşlar yahut Güçsüzler” katındandır. Belki bu yüzden Çinliler, Konfüçyüs felsefesine “Ju Felsefesi” de derler. Zaman içinde büyük Çeu hanedanı güçsüzleşirken, ülkenin egemenlik haritası da parçalanır. Onun yerini, daha zorlu ve çeşitli bölge derebeyleri aralarında paylaşırlar. Baş’sız Çin’de, iç kaynaşma, karışıklık ve kargaşayı, dış saldırılar izler, ve de yıllarca sürer, gider… Yine Kung söyler: “Devlet yöneti­minin üç doğru yolu vardır: halkına yeterli yiye­cek, yurdunu savunabilecek ordu gücü ve en gereklisi halkın “Devletin Başı”na güvenini sağla­maktır. Yoksa devlet ayakta kalamaz, yıkılır”.

Kavuniçi harmaniyeli “Ju” adlı hocalar, zamanın derebeylik sarayları ile zengin konakla­rında dersler verirler. Bazen de yeteneklerine göre halka, tarih, müzik, töre, yazı, sayı, okçuluk ve savaş eğitimi gösterirler. Çünkü Batı yakasında komşuları, savaşçı Türklerle Moğollar yaşamak­tadır.

Acaba, Isa’dan önceki 551’den günümüzedek üstüste katlanan 2530 yılda, dünyamızdan ikinci bir Kung Fu bilgesi geçebildi mi?… İşte Doğu’nun ilk öğretmeni, okuluna her gruptan öğrenci alır. Yoksul ama akıllı çocuklardan verebileceği en az ücreti ister .. ve “öğrenim için sınıf ayrılığı yoktur.” derdi. İlle de emeksiz yemek istemezdi. Çin’de İmparator bir tür gelenekçi papaz hüküm­dardır. Nitekim de döneminde kutsal sunakların­dan kurbanlık adına hâlâ insan çığlıkları duyulu­yordu. Ve Üstad yine: “Üstün insan yoksulluk için tasalanmaz, yalnız hakikat için tasalanır.” diyebiliyordu.

Yıllar geçerken Lu Dukalığında takvim 516’yı gösterir. Gi, Mong, Şu adlı üç büyük ve eski aile birbirlerinin ülkesine karşı savaş açarlar. Acılı, kanlı bir kavga patlak verir. Yönetici Duka, böl­gesini bırakarak Tsi toprağına kaçar. Ülkede tedirginlik, kuşku, zulüm artar.. O sırada Kung öğrencileriyle bir mezarlıktan geçmektedir. Taze bir mezar başında kocasına ağlayan bir kadın için: “Kötü bir hükümet canavar bir kaplandan daha yabansıdır.” derken öğrencilerine döner: “Devlet adamları ile mandarinler (memurlar) kişisel çıkarlarını ülke yararlarından üstün tutar­sa, kurulu hükümetler, yönetim düzenleri az zamanda yıkılır, hattâ bunlar Çin’de bile olsa”… Oysa ki babadan oğula geçen derebeylik düzeni­nin tek dayanağı Han’a bağlılıktı. O çağın Çin’in­de, bir ömrün yarım yüzyıl yaşı, önemli işler yapacakların olgunluk çağıdır. Zira “Gerçekten sağlam olan, nice sürtünürse sürtünsün aşınmaz.” diye, nitelenirler.. İşte Duka Dink, Kung Fu’yu bu yaşında Cung Du şehrine Vali atar. Bilge Vali, kısa sürede, bölgede âsayişi sağlayınca, tüm ülkenin Adliye Bakanlığına getirilir. Komşu top­raklarla ilişkileri üzerine Bakan: “Eğer savaş sözkonusu ise barışa, barış elde edilmişse savaşa hazırlanmalı.” buyruğunu verir. Ama kendisi daha önceleri “askerliği” özel ders programından çıkarmıştı da.. Ergeç kötü kişilerin kıskançlığı Bakan Hoca’yı da bulur. Görevinden ayrılmak zorunda kalır. Kalan ömrünü san’at-derleme ça­lışmalarına ayırır. Bundan sonra gezginci yılları başlar (496 – 483). Artık gezici hocanın okulu bahçeler, tarlalardır. Yanındaki yüzlerce öğren­cisiyle hep dolaşarak öğretilerini, nurlu ışıklarını dağıtır. Ama öğrencileri de bunları hemen yaza­rak toplarlar. “Konfüçyüs’ün Konuşmalarını içine alan “Lun-yü” adlı eh sağlam kaynak günü­müze böylece gelebilmiştir. Bir gün kadın güzel­liği üstüne ve utanarak: “Şimdiye kadar kimseyi görmedim ki, kadın güzelliğini sevdiği kadar ahlâk değerlerini de sevsin.” yollu çıplak gerçeği de konuşabilmiştir. Kişiliğine karşı ölüm tehlikesi sayılabilecek olaylar üstüne ve Tanrı için : “Tanrı bendeki ruhu yarattı, başkaları (düşman Huan Tui)bana ne yapabilir ki ?”diye sorar. Yine ölüm ve Tanrı hakkında sorulan sorulara karşılık, “Siz yaşam olayının ne olduğunu bilmiyorsunuz; ölü­mün ne olduğunu nasıl bileceksiniz?” ile, “Siz daha insanlara hizmet edemezken, Tanrılara nasıl hizmet edebilirsiniz?” açıklamalarında bulunur.

Gezici okulun gezintileri sürerken sırası ve yeri geldikçe: “Çok fazla da tıpkı çok az gibidir, yani onun kadar kötüdür.” diyerek orta yoldaki ölçü ve dengeyi över. Böylece atalara, devlete ve hükümdarlara sarsılmaz bağlılığı ile yeryüzün- deki orta ve ortak yolu tutar. Bu tutum, tersini

Ö\)^maTl CÖ6T .

özellikle devlet kavramının aşınmaması, törele­rin korunması başlıca ilkesidir. İnsan ile dünya gerçekleri arasındaki ilişkiler ve onların açıklan­maları önkaygısı olur. İnsanı yücelik katına, eröeme ulaştıran kişisel çabalardır. Keza bir yaşam yenilgisi sırasında: “Seçkin kişi darlıkta da sağlam kalır. Bayağı kişi darlığa düşerse sırayı ve saygıyı tanımaz”.

Bahçeler, tarlalar okulunun hocası hem yürür hem de özlü öğütlerini sürdürür: “Bilgelik şüp­helerden, seçkinlik dertlerden, kararlılık korku­dan kurtarır”. Kısaca Konfüçyüs’ün yaşam politi­kası, bildiklerinin hayata uygulanması gibidir. Yoksa yenmek için yetiştirilen kabağın, sukabı diye bir yere asılması değil…

Konfüçyüs’çüler, konfüçyanizmi hemen 1912 yılınadek din olarak kullanageldiler. Halbuki Üstad, Tanrı hakkında pek az şey söylemiştir, örneğin : “Göklerin efendisine karşı gelenin, yani ayaklananın ondan bağış beklemeye hakkı yoktur”. Anasını ve yakınlarını ardarda yitirdiği zaman uzun süre yaslar tutar. Ayrıca musiki ile uğraşmış ve onun yüceliğine de ermişti. Bununla ilgili bir öğretisinde: “Bir ülkenin iyi veya kötü yönetildiğini anlamak için oranın müziğine bakmak yeter.” göstergesini önerir. Hele şu sözleri bir yerlere asılmaya değmez mi?: Seçkin kişi, nefsini aklıyla yönetir ve gerçek cesareti, ödevlerini sarsılmadan yerine getirmekte bulur”. Dahası, “Doğruyu iste, iyiye tutun, sevgiyle dol, san’atla ilerle, insanın iyi yaşamasının yolları bunlardır.” öğütlerini yineler.

Artık Kung hoca alçakgönüllü ve aydınlıkçı bir bilgedir. Çünkü “Yüce bir kişi bilgeliği yaşatır,

\emei söz diyenlere “bağlı “kalır, temel ilkeleri gözden kaçırmaz .. ama kendine değer verilip verilemiyeceğini bilemez de… Aklın buyurduk­larını uygulamıyorsan, uzağı göremiyorsun de­mektir” x Halk diiava.                      , insan kardeşlerinin iyiliği için tozlu yollar tepen bu bilgeyi de kutsallaştırmakta gecikmez. Ne var ki yollarla, yıllar ardarda dizilir.

Anakara Asya’mızın doğusundaki o büyük ülkenin adı Çin ve içinde yaşayanlar da Çinlidirler tâ upuzun çağlardanberi.. Sabırlı Çinliyi ve en eski ülkesini ayakta tutan iki öğe vardır: 1) Değiş­meyen yurdu ile göçebesiz halkı, 2) Töresel gele­nekli kültürünü kuşaklara aktaran Çin Yazısı…

Yaşlı ve aksaçlı saygıdeğer üstad, bir sabah şu şarkıyı söylüyordu: “Yıkıldı Taişan Dağları, koca ağacı devirdiler; Bilge de geçip gidiyor, bir kuru yaprak misali!” ve gidip yattı, yetmiş üç yaşında bir daha gözlerini açmadı. Yatırı, Lu’nun kuze­yinde Sse Irmağının kıyısında gömülüdür. Duka, Konfüçyüs’ün yatırına saygısını anıtlayan gör­kemli bir türbe yaptırdı. Yakın bir kaç yıla kadar İmparatorlar, “Okumuşlar” ve halk yığınları, “Onbinlerin Hocasi’nın kutlu uğrakçısıydılar.. Ama! ?.

Yine O’nun ülkesinde fildişinden sabahlar, kaysı renginde doğar.. Hâlâ karınca örneği insan­lar çabalar.. Bambu evleri, pirinç tarlaları sapsa­rıdır.. Ve yakın sabahların birinde ve birdenbire göçebesiz ülkesinden yalnızca “0”nu koğarlar. Artık “O” bir “dünya vatandaşi’dır şimdi.. Tüm yeryüzü ülkelerinde özgürce, atasever yurttaşla­rının yüreğinde gizlice bir konuk gibi gezinmek­tedir. Ama! ne kuşku, ne de şüphe duyula .. ki bir sabah yine özyurduna dönecektir.

 

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*