KÖYLÜLER VE KIRSAL KESİM

KÖYLÜLER VE KIRSAL KESİM

KÖYLÜLER VE KIRSAL KESİM

Emekleriyle toprağa bağlı olan topluluklar, coğrafî özelliklerinin ve tarihî gelişmelerinin ötesinde, onların zaman ve mekânla bağıntılarını belirleyen doğa zorunluklanyla birlikte sosyal bir örgütlenmeye de bağımlıdırlar. Sanayileşmiş ülkelerdeki köylü kesimi, çiftçiler dünya pazarıyla bütünleşeli beri özgüllüğünü kaybetmiş, fakir ülkelerin köylü kesimi de tarım ortam ve biçimleri bakımından hayli farklılaşmıştır.
«Köylü» demek, belirli bir toprak parçası üstünde oturan ve onu işleyerek geçimini sağlayan insan demektir. Köylü topluluğu, bütün toplumla olan bağlarına rağmen az çok kendi kendine yeterli dinamik bir topluluktur. Ama bu özerklilik, ekonomik pazarın genelleşmesi ve girişimci-çiftçi tipinin ortaya çıkması nedeniyle yok olma sürecine girmiştir.

İNSAN, ÇEVRE, TOPLUM

Tarihçi için köylü dünyası, bütün toplumla özel ve değişken ilişkiler kurabilen, toprağa bağlı bir topluluk demektir. Köylülük, toplumun diğer kesimlerine kıyasla genellikle daha geride ve ikinci planda kalmakla birlikte, toplu isyanlar (tarihteki köylü ayaklanmaları) veya devrimler gibi olağanüstü zamanlarda tarihî sürece ağırlığını koyan ve kendi konumu temelden değişmediği halde mensubu bulunduğu toplumun yeniden yapılanma sürecine etkin olarak katılan bir kesimdir.

Coğrafyacı ise aynı topluluğu, ihtiyaçlarına, insan kaynaklarına ve teknik kapasitelerine göre kullandığı veya yapılandırdığı çevre unsuru ile olan ilişkileri açısından değerlendirir. Bu bakış açısından kırsal kesimin görüntüsü, toplumun efsanevî ve dinî durumuna sıkı sıkıya bağlı olan hayatı sürdürme gayretinin, malvarlığının paylaşımının ve işletilmesinin kurallarının ürünüdür.

Sosyolog ve hatta antropolog ise coğrafî öznelliklerin ve tarihî evrimlerin ötesinde bir köylülük mantığının olup olmadığını araştıracaktır.
Köylü stratejileri

Sanayileşme düzeyi ne olursa olsun, tarım da üretim ve me çerçevesi içine girer. Tarım, yalnız iklim ve çevre şar; değil, aynı zamanda ekonomik pazarın baskısına ve biye: loji ve tarım alanındaki yeniliklerin etkisine de bağlıdır.

Çağdaş çiftçi, yürüttüğü faaliyetin, sanayi toplumunun t lojik macerasının ve hayatın devamının bir parçası old-J bilincindedir; toprak cansız ve ölü bir nesne olarak ele al^: ve onun ihtiyaçları bazen tam bir paradoksa benzer: ger; de, mesela, davranışlar ve bakış açılarının mantığı da da: mak üzere, kırsal kesimdeki çağdaşlaşmanın hedef kitlesin, turan Batılı bir çiftçi, tam bir işletmeci gibi hareket eder kültürel bir atavizmin etkilerini taşıyan «Köylüsüz ülke z. sloganım atarken tarımsal toprakların ve köylülük mar.: hâlâ yaşadığını ifade etmek ister.

Bir topluluk sistemi

Demek ki köylü, küçük aile işletmesinden büyük işlet re ve tarım kombinalarına kadar, değişik birçok şekil len, ama daima kendine mahsus özellikler taşıyan b: temin parçasıdır. 1990’da Fransa’da her iki tarım meşinden biri, bir yüksek tarım teknisyeni veya bir mühendisi tarafından işletiliyordu. Hollanda’da ziraa: hendislerinin yüksek nitelikli olması, tüm işletmecile zorunlu bir ön şarttır. Avrupa’daki örnekler çağdaş gekş rin köylü dünyasında yepyeni bir yaklaşıma yol açt:ğ hatta bunun sözlüğe bile yansıdığını gösteriyor. Ger; de günümüzde artık günlük konuşma dilinde pek «k denmemekte, özel bir düşünce biçimi ile şekillenmiş r lumsal sınıf yerine, profesyonel bir kategoriyi temsu «çiftçi» veya «üretici» adları kullanılmaktadır. Artık k:rs sim dendiğinde de ne köylülük, ne de tarım kesimi ar yor; çünkü XX. yy’ın sonlarında kırsal kesimin, yani kc; oturan insanların yarısı şehirlerde çalışıyor, yani toprağ lı bir işten geçinmiyor.

Üçüncü Dünya ülkelerinde köylülerin durumu ise çok dır. Bazı ülkeleri ciddî bir biçimde tehdit eden kuraklık, irde köylülerin, Avrupa’dakiler gibi bolluktan kaynaklanan t lıklarda bulunmalarına izin vermez.

ARAZİ VE TARIM SİSTEMLERİ

Beşerî coğrafya, kırsal kesimin incelenmesi alanında sc; disiplin olarak belirmektedir. Temel hedefi insanoğlu ile ğı ortam arasındaki ilişkiye özel bir bakış açısı getirmekti kü kırsal kesimin manzarası, çok somut olarak görülebıle; kilde ve önemli ölçüde insanoğlunun çabasıyla şekillenm: tarımsal etkinliklerin izlerini taşır.

Kalıcı yapılanmalar

Doğal ortam, toplumsal adetler, çevredeki ekonomik et ler ve söz konusu kırsal kesimdeki nüfus yoğunluğu gibi lar, dünyamızın dört bir yanındaki kırsal kesim manzara alabildiğine farklı olmasını açıklayan etmenlerden sadece rıdır. Ne var ki bu manzaralar köy sınırları, arazilerin pa: mesi, kırsal yerleşim biçimleri ve tarım sistemleri gibi or: zı yapılanmalara ayak uydurmak zorundadır.

Beş arazi tipi

Açık arazi (Openfield) denilen tip, Batı ve Orta Avr özgü bir görünüştür. Açık, yani bir çitle çevrili olmayar lar, gruplaşmış yerleşimlerle at başı gider. Avrupa’nın ba ker platolarında su bulunan noktaların bir hayli seyrek c yerleşimlerdeki bu gruplaşma olgusunu açıklar. Tarlala: nellikle pek ağaç bulunmaz, ama hemen köyün sınırlan timinde orman başlar ve kimi zaman da köyün çevr meyve bahçeleri bulunur. Tarlalar alabildiğine uzun şeriî
Huerta manzarası.

Valencia’nın (Ispanya) Ademuz ili yakmlannda arklarla bölünmüş, kıyı bölgelerindeki ve büyük vadilerdeki, sulu tarım yapılan arazilerin karakteristik görüntüsü.
İÇİNDEKİLER

İNSAN, ÇEVRE, TOPLUM ARAZI VE TARIM SİSTEMLERİ TARIM VE MEDENİYET TOPRAK HUKUKU VE TÜRKİYE’DE ARAZI DÜZENİ TARIM REFORMLARI
Japonya’da Kita-kyuşu banliyösü.

Birçok sanayileşmiş ülkede olduğu gibi, şehirleri çevreleyen kırsal topraklar üzerinde müstakil ev yerleşimleri yaygınlaşmıştır.

i, yanyana sıralanmıştır ve genellikle yollarla veya tarlala-onunu işaret eden seviye farkıyla sınırlanan gruplar halin-rler.

%pah arazi adı verilen arazi tipi, genel olarak Batı Avru-ın Atlantik kıyılarında, Ispanya’nın kuzeybatısında (Gali-Fransa’da, İngiltere’de, İrlanda’da, Belçika’da, Hollan-a, Almanya’nın batısında, Danimarka’nın batısında, İs-linavya’da ve Finlandiya’da görülür. Hayli büyük ve kare nindeki her parsel, arazinin durumuna göre yeşil çit bitiyle, taş duvarlarla, derin hendeklerle veya başka türden :1lerle çevrilidir. Tarlalara serpilmiş ağaçlar vardır ve köy larının bittiği yerde koruluklar başlar. Birbirlerinden hay-:aklara yapılmış konutlardan oluşan yaygın bir yerleşim konusudur.

îdiniz tipi arazi, bu bölgenin çok çelişkili yeryüzü şekillerin-ötürü çok değişiklik gösterir. Bazı tarım uzmanları Akdeniz ğının her yöresinde ağaç yetiştiriciliğinin söz konusu oldu-ı ileri sürerek bunun Akdeniz tipi arazinin karakteristik un-olduğunda ısrar eder. Buralarda zeytin, kayısı, incir bahçe-ve üzüm bağları gibi yörenin kuraklığına uyum sağlamış ve kök sistemlerinin gelişmesi sayesinde suyu derinlerde abilen bitkiler söz konusudur. Kimi açık, kimi çiderle çevri-azen teraslar halinde, genellikle tipik Akdeniz bitkilerinin day, asma, zeytin) ekili olduğu araziler birbirini izler. Bu üç-: özellikle İtalya’da çok yaygın olup karma tarım (cultura pro-:ua) adıyla anılır.

■opikal araziler iklime göre, iç bölgelerdeki en kurak nokta-jn en nemli alanlara kadar yayılan geniş bir yelpaze üzerin-eşitlilik gösterir. Kurak iklim tarımı yapılan bölgelerde yan-[da küçük bahçeler bulunan ve kimi zaman bahçe tarımı lan kerpiç evler görülür. Bu bölgelerdeki nüfus yoğunluğu leyici etkendir ve km2’ye 5 kişinin altında nüfus düşen böl-r olduğu gibi, 100 kişiyi geçen yöreler de vardır. Bu yoğun ıs genellikle Güneydoğu Asya’nın sulu pirinç tarımı yapılan ;elerinde bulunur. Kızıl Nehir Vadisi’ndeki Tonkin Deltası, ıç tarımı arazisine örnek gösterilebilir. Yerleşim çok küçük .lana sıkışmış olup tüm arazi kare biçiminde ve etrafları kü-bent veya arklarla çevrili yüzlerce parsele bölünmüştür. î bazı yazarlar bu gibi delta manzaralarının, firavunlar dö-ıi Mısır’ı gibi tarım uygarlıklarının başlangıç dönemlerine »lduğunu ileri sürerler.

ağdaş tarım arazisi ise dev boyudan ve ekili alanlarının düz-geometrik sınırlarıyla farklı bir görünüş arz eder. Buna tmalı denilebilecek bir makinalaşma ile sistemli bir sulama ;übre kullanımını da eklemek gerekir. Bunlar kimi yerlerde ikal bölgelerdeki büyük kakao, kahve ve kauçuk işletmeleri :imi zaman çok kalabalık ve ucuz bir el emeği, makinalann ni tutar), kimi yerlerdeyse Kuzey Amerika ve Kanada’daki uçsuz bucaksız tarlalar şeklindedir.

ARIM VE MEDENİYET

ilalıtaş Devri ile birlikte iki büyük yenilik ortaya çıktı: sınır, i toprak mülkiyeti ve tarımsal yatırım, yani planlama dü-:esi.

k olarak insanoğlu, kendi «malvarlığını» sınırlayarak belli bir yarattı; bu deyim besleyici ürünün kullanım değerini (muh-elen değişim değerini), ama hemen bunun yanı sıra ve bula birlikte toprağa sahip olanla toprak arasındaki ilişkiden an simgesel ürünü de kapsar: yer adları, mezarlık, yarıcılık, nsal kullanımları sınıflandıran uygulamalar ve toplumsal im koşulları veya başka bir deyişle temel kabul ediliş biçi-le hukuk.

;inci olarak insanoğlu, üretim sürecinin gerektirdiği bir za-ılama kurguladı ve ona uymayı öğrendi; bu bilgisi sayesinde planlamak suretiyle ihtiyaçlarını karşılamayı, yani varlığını lürebilmek için zorunlukları öncelik sıralamalarına almayı irdi. Aynı şekilde, ürünü beklerken doğanın kendisi için çiz-kader üzerine düşünecek zamanı oldu ve doğadan kaynak-n kaprisleri anlamakta güçlük çektiği zamanlarda da o yer-e yaşayan ruhları yardıma çağırdı. Böylelikle yarın kaygısı stok yapmaya itti; yalnızca bir sonraki yılın ürününü elde ıceye kadar bekleyebilmek için değil, gerektiğinde adaklarını rerine getirebilmek için…

)inî ve siyasî sonuçlar

arım medeniyeti insanoğlunun kullandığı mekâna yerleşme ine göre, oranın doğasım da elverişli hale getirmeye yatkın
olduğunu gösterdiği gibi, toprakları kullanmaya ve kaynakları Hama civarında dört bostan dolabı dağıtıp paylaştırmaya yapısal bir eğilimi bulunduğunu da ortaya (Suriye). Asi Nehri üzerinde buna koyar. Böylesi bir bilinç durumu dinî üstyapıyla doğrudan ilişki- benzer birçok bent ve bostan li olup, tarım medeniyetinin tüm alt-sistemlerine bir inanış biçi- dolabı vardır. minin tekabül ettiğini görebiliriz.

Küçük topraklarda yapılan tarımın ve insanoğlunun tarıma hazırladığı toprağın bölümlere ayrılmasının öncelikli bir önem kazandığı ve değiş-tokuş yapılarının ayrıntılı olarak belirlendiği (mal ticareti, evlilik değiş-tokuşu) dağlık bölgelerde,

«kendi kendine yeten» bir dinî pratik mevcuttur. Hâlâ azizlere inanış uygulamalarının devam ettiği Kuzey Afrika’daki Atlas Dağları’nın eteklerindeki köylüler, bir zamanlar Roma tarihçilerinin adlarını kaydettiği Mağrib tanrıları için yapılan ayinleri, günümüzde de İslamiyet adına uygularlar. Ayrıca genel kurala aykırı bazı uygulamalar bulunmakla birlikte, bir yandan göçebe medeniyeti ile köylü kültürünün iç içe geçtiği bu geniş insan topluluğuyla tektanrılı din arasında, beri yandan dinî bir evrensellik ile merkezî bir düzene boyun eğme arzusu arasında bir nedensellik ilişkisi mevcut olup, hepsi birlikte, gittikçe daha da çabuk çoğalan coğrafî ve kültürel alanları kucaklamaktadır.

Yaradılış (Tekvin) efsanesi Irak’ta bir yerlerde, her halde Kal-de’de ortaya çıktı ve bu bölgenin manzarası Allah’ın cennetine örnek teşkil etti. Müminlerin tutkuyla arzuladıkları cennetin tarıma elverişliliği çağrışımları bir yana, böyle bir hayal bile tarım olgusunun medeniyet içersindeki önemini gösterir. Ayrıca maddî medeniyetlerin bilgece sınıflandırılması, insanoğlunun üretici ve besleyici yeteneğine ve bunu kalıcı bir biçimde düzenleyip kullanabilmesine göre yapılır. Bütün bu değerlendirmelerin ortasında da iktidardan sürekli olarak uzak tutulan, ayrıca şehirliler ve hatta göçerler tarafından da aşağılanan, hor görülen köylü bulunur.

Islamm başlangıç dönemlerinde de köylülük faaliyetleri, ikincil derecede görüldü. Louis Gardet, «Müslüman Şehri» (Çite Mu-sulmane) adlı eserinde peygamberin davetli olduğu bir eve girerken kapının yanındaki karasabandan bakışlarını kaçırmasına ilişkin bir anekdot anlatır.

Eski Ahit, Yeşu bölümünde bir göçmenin yerleşik bir köylüyü ağır bir şekilde aşağılamasında da görüldüğü gibi, Kenanlıların oluşturdukları yerleşik köylülerin aleyhine olarak, İsrail’in çoban kabilelerini alabildiğine övüp yüceltir.

Esas bakımından köylü olan Avrupa’da feodalizmin gelişip yaygınlaştığı dönemde Roma Kilisesi, toprakta çalışanların ibadet edenleri (ruhbanları) ve savaşanları (şövalyeler ve soylular) doyurmaları gerektiğini ileri sürüyordu.

Demek ki temel hedefi geleceği kestirmek ve ona göre üretmek olan köylü, tabiatın zorluk ve engellerine olduğu kadar, iktidarlara da bağımlıdır.

Modern tan m. Bu pülverizatörün, 36 metre uzunluğundaki püskürtme sistemi, çok ürünlü küçük aile işletmelerinin yerini atan büyük sınaî tanm işletmelerinin uçsuz bucaksız tarlalarına uygundur.
Mısır koçanlarının stoklanması

(Fildişi Kıyısı, Korhogo civan).
Kırsal kesimde terk edilmiş bir kulübe (Fransa). Kırsal kesimlerin, özellikle de dağlık bölgelerin boşalması ve ekilmeyerek terk edilmesi, ekolojik dengeleri de bozmaktadır.
TOPRAK HUKUKU VE TÜRKİYE’DE ARAZİ DÜZENİ

Osmanlı Devleti’nde geleneksel toprak düzeni, toprak üzerinde devlet mülkiyetine dayanıyordu. Köylü devlete ait topraktan, çift adı verilen işletmelerden birini kiralardı. Bunun için peşin bir kiradan başka, duruma göre değişen ürün üzerinden bir vergiyi de devlete ödemekle yükümlüydü. Toprakta kiracı olarak bulunan köylünün toprağı satmak, hibe, vakıf veya vasiyet etmek, istediği gibi kullanmak özgürlüğü yoktu. Toprağı boş bırakamazdı, bırakırsa, toprak elinden alınıp başka birine kiralanırdı. Devletle köylü arasındaki ilişkileri devlet memuru niteliğindeki sipahi düzenlerdi. Bu toprak sistemine tımar düzeni deniyordu.

Tanzimat’tan sonra, devlet ve toplum düzeninde yapılan önemli değişikliklerden bazısı da toprak düzeniyle ilgiliydi. Bu dönem, aynı zamanda güçlenen merkezî devletin taşradaki ayanı, derebeylerini, büyük toprak sahiplerini zayıflattığı bir dönemdi. İlk önemli düzenleme 1847’de yapıldı. Mirasçısı olmayan toprakların tümünün hâzineye devredilmesi, mirî arazi üzerinde kızlara da veraset hakkı verilmesi karara bağlandı. Mirî arazinin devredilmesinde, işletme hakkı için verilen tapu senetlerinin, toprağın aşarını alanlar adına düzenlenmesi uygulamasına son verildi. Bu senetlerin Defterhane’den verilmesi ve mühürlü olması kararlaştırıldı. Böylece mültezim ve memurların senet verme ve hak toplama yetkilerini kötüye kullanmaları engellenmek isteniyordu. 1857’de çıkartılan bir iradeyle, ne tür araziden sayılacağı belli olmayan yaylak ve kışlakların, mirî araziden sayılması gerektiği duyuruldu.

En köklü yenilikler 1858 Arazi Kanunnamesi ile getirilirdi. Bu yasa, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminden o tarihe kadar çıkarılmış, konuya ilişkin hükümler içeren bütün kanunname ve fetvalar ile fıkıh hükümleri incelenerek hazırlanmıştı. Sistematiği bakımından kusursuzdu, özü bakımından da oldukça gelişmiş bir nitelikteydi. Daha çok tngilizlerin gelenek hukuku (common law) gibi yerleşik mahkeme kararlarına dayanan, bir çeşit derleme niteliğindeki eski Osmanlı kanunnamelerinden farklı olarak, numaralanmış maddelerin oluşturduğu bap ve fasıllar halinde düzenlenmişti. Bu nedenle Tanzimat dönemindeki çağdaşlaşma çabaları doğrultusunda, modern yasalaştırma tekniğine uygun bir biçimi vardı. Kanunnamede bir mukaddimeyle iki bap içerisine düzenlenen 132 madde bulunuyordu. En ayrıntılı ve geniş hükümler de mirî arazinin tasarruf, ferağ ve intikalini düzenleyen 1. bapta yer alıyordu (m. 8-90).

Arazi Kanunnamesi ile tımar sistemine son veriliyordu. Önceden sahibi arza (dirlik sahibine) ödenen öşür ve haracın, devletçe toplanması benimseniyordu. Yasanın ana amacı toprağın vergilen-dirilmesiydi. Bunun için de toprak sınıflandırılıyor, beş tür toprak saptanıyordu. 1) Arazii memluke (mülk arazi): çıplak mülkiyet ve tasarruf hakkının aynı kişiye ait olduğu özel mülk durumundaki topraklar; bu topraklar alınıp satılabiliyordu. 2) Arazii mevkufe (vakıf arazi): kamu yararına bir hizmete ayrılmış, vakfın özelliği gereği şerî toprak hukuku kapsamında ve Evkaf Nezareti’nin gözetim ve denetimindeki topraklar. 3) Arazii metruke (kamu yararına terk edilmiş arazi): yol, meydan, harman yeri, odak, baltalık, mezarlık, pazar ve panayır yerleri, mera, yaylak ve kışlak gibi mülkiyeti devletin olmakla birlikte, kullanım hakkı yörede otu-
ranlara bırakılan topraklar. 4) Arazii mevad (ölü arazi): yer!; merkezlerinin uzağında bulunan, ekilip biçilmeyen, kim;; mülkiyet veya tasarrufunda bulunmayan, taşlık ve kıraç ysr böyle yerleri iyileştirip şenlendirenler için, izin almak koşu— kullanım hakkı doğabiliyordu. 5) Arazii miriye (mirî arazi): ç.~ mülkiye devlete ait olan, işletilmek üzere köylüye süresiz c_ı ve bir bedel karşılığı bırakılan topraklar. Yasa mirî arazi üzer*” mülkiyet hakkına oldukça yakın bir tasarruf hakkı sağiıyc: Köylü toprağında istediği biçimde tarım yapabiliyor, isted:ğ-ürünü ekebiliyor veya ektirebiliyordu. Topraklarından başkanın geçişini, ark veya harman yapımım yasaklayabiliyordu. —gene de toprak üzerinde tam ve mudak bir tasarruf hakkı y: • tarlayı üç yıl boş bırakamıyor, memurların izni olmadan bağ r çe kuramıyor, yeni bina yapamıyordu. Bu gibi yenilikler için : murlarm izninin gerekli görülmesi, topraktan alınan vergimn 5 labileceği korkusundan ileri geliyordu. Mirî arazinin, tasarru: ; nin borcu karşılığı satılması da kabul edilmemişti.

Yasa, çiftçi işletmeleri için tam ve kişisel tasarruf ilkesin; k; ediyordu. Halktan her kişiye ayrı ayrı arazi ihale edilecek. Z3 ruf için tapu senetleri dağıtılacaktı. Ama ortaklaşa tasam:: ; mesi öngörülen araziler de vardı. Bu gibi yerler alınıp sat;.: yorde tarım yapılamıyor, bağ bahçe kurulamıyordu.

Yasada ferağ (tasarruf sahibinin bir arazi üzerindeki bütün ‘ larım bir üçüncü kişiye devretmesi), böylece bu kişinin yen;:: ruf sahibi haline gelmesi hak ve yetkisi de ele alınıyordu alınması koşuluyla, bedelsiz veya bedel karşılığı ferağ yap_^ yordu. Yasa ayrıca miras koşullarım da yeniden düzenlıy: Ölen babanın tarlaları yalnız erkek ve kız çocuklara kalıyorc-kek veya kız çocuk bulundukça, toprak mirasına öbür yalcr- î ba giremiyordu. Gene bu yasa yabancılara tapu hakkı verrr_ du. Tapu hakkı sahipleri tapu harcı vermek zorundaydılar. 5 -rilmezse, arazi sahipsiz hale geliyor ve devlete kalıyordu.

Arazi Kanunnamesi, devlet için vergi kaynağı oluşturacak çük işletme sahibi bir köylülük yaratmaya yönelikti. Tam C-: yerleştirmiyorsa da, toprak üzerinde özel mülkiyetin kun-r yönünde önemli adımlar atıyordu.

Yasanın, mirî toprakların işletenin borcu karşılığı satılm; ve yabancıların tasarrufuna bırakılmasını yasaklayan hükun: daha sonra yapılan değişikliklerle kaldırıldı ve bu ilerki den leri için olumsuz sonuçlar yarattı.

Arazi Kannunnamesi’nin ne zaman ve nasıl yürürlükten -tığı hukukçular arasında tartışma konusu olmuştur. Çoğur__ görüşü 1926’da Medenî Kanun’un yürürlüğe girmesiyle r Kanunnamesi’nin zımnen ilga edildiği yönündedir. Bazı hu. çularsa, bir kamu hukuku yasası niteliğindeki Arazi Kan-mesi’nin ancak aynı nitelikteki yeni bir yasayla ortadan kî. labileceği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Bir bölüm hukukçu ü rî arazi gibi Medenî Kanun’un herhangi bir düzenleme gez: diği alanlarda, Arazi Kanunnamesi’nin ilgili hükümlerinin y. lükte olduğu görüşündedir.

Arazi Kanunnamesi’nin özellikle mirî arazi ve metruk a:s ilişkin hükümlerinin uygulamada yürürlükten kalkmış say. sı, Türkiye’de kamu mallan varlığı bakımından olumsuz s: lar yaratmıştır. Mirî arazinin bir bölümünün özel kişilerce denî Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonraki dönemde c bedellerle hâzineden satın alınması, giderek fiili işgallere . olması, büyük değer taşıyan devlet topraklarının sayılı icş. eline geçmesine, bunların rantiye durumunu kazanmasın; açmıştır. Metruk araziye ilişkin hükümlerin yürürlükten ması ise (bunun yerine mahkeme içtihatlarıyla veya yasH zenlemelerle yeni bir rejim de konmadığından) özellikle meydan sokak gibi kamu mallarının alım satım konusu r. getirilmesine neden olmuş ve şehirlerde en değerli yerler, t boyutlara varan toprak spekülasyonundan zarar görmüştü:

KÖYLÜLER VE KIRSAL KESİM
İIM REFORMLARI

/y’da Ingiltere’de yaşanan toprakların çitlerle çevrilmesi büyük arazilerin çıkarma ve yararına olarak küçük ve jylüleri mülksüzleştirmişti. XX. yy’daki tarım reformla-prakların daha akılcı bir biçimde kullanılmasını teşvik cöylülerin durumunu iyileştirme amacındadır. En heye-ndıran ama umulan sonuçları vermeyenler sosyalist ül-özellikle de Çin’de gerçekleştirilenlerdir. Brezilya ve n’da uygulanan tarım reformlarıyla birlikte bunlar, XX. muhteşem tarım reformlarıdır.

:ilya

ya’da topraksız köylü 7 milyondan fazladır. Verimli top-yüzde 50’si ise nüfusun yüzde 4’üne aittir. Toplam 570 ıektar arazi üzerinde 4,1 milyon özel mülk vardır: fazen-îrilen 10 000 hektarın üzerindeki işletmeler tarım arazi-’üzde 16’sını kaplarken tüm tarım işletmelerinin yüzde luşturur; bu durumda işletmelerin yüzde 50’den fazlası ırdan küçüktür. AvrupalIların ülkeyi sömürgeleştirmeye larmdan itibaren büyük işletmeler, XVI. ve XVII. yy’lar-anlardan büyük ölçüde tarla açılması pahasına) şeker ka-X. ve XX. yy’larda ise kahve olmak üzere, ihracata dö-rî tarım için kullanıldı. Tarım alanındaki yapısal reform-mhurbaşkanı Goulard yönetiminin 1964’te bir darbe so-ı devrilmesi ve askerî bir hükümet oluşturulmasından ışlandı. Devlet latifundia (ilkel bir biçimde işletilen, bir î hiç işletilmeyen büyük çiftlikler) adı verilen işletmele-nilyon hektar arazisini kamulaştırarak yeniden dağıtma-li. Bu politika tam bir başarısızlığa uğradı, çünkü 1984’te ilyon arasında tarım emekçisi hâlâ topraksız iken, zen-k sahiplerinin veya çokuluslu şirketlerin ellerinde bulu-ük araziler daha da artmıştı.

te uygulanmaya başlanan yeni bir tarım reformu tasarısı nilyon hektar arazinin 7 milyon topraksız köylüye dağı-ıedeflendi, ama daha uygulamaya başlanması için yapı-malar sırasında reform hareketi içeriğinden ve özünden :ırıldı. Fazendeirolann (büyük mülk sahipleri) direnişi çok du ve bir yanda fazendeirolarla latifundiacılar, beri yan-crofundiacılarla, yani yarıcı ve ortakçı küçük çiftçilerle %r (ormandan bizzat açtıkları küçük topraklar üzerinde c isteyen tarım emekçileri) olmak üzere, aralarındaki al ve ekonomik farklılıkları daha da büyüterek sonuçlan-ıç olarak Brezilya’nın kullanılabilir tarım topraklarının 5’i işletilmeden atıl olarak dururken (dünyanın en büyük rezervi denebilir) posseirolar, fazendeirolar tarafından olarak, bazen de şiddet yoluyla kovalanarak topraksız nekçileri yığınlarına katılmakta ve birçok ülkedeki vasıf-:r veya gündelikçiler gibi, kol emeklerini gündelik ya da lik olarak kiralıyorlar.

distan

ı sömürge yönetimi 1947’de Hindistan’a vergi toplama-lyli kolaylaştıran, parçalanmış bir toprak mülkiyeti yapı-tti. Tarım alanında çalışanlar iki grupta toplanmıştı: za-yani vergileri de toplamakla görevli olan ve tarım işçisi n işletmeciler ve rayatvari. XVIII. yy sonlarında Bengal’in can’ın kuzeydoğu topraklarının yaklaşık yüzde 40’ı bu ilk sahiplerinin, yani zamindarilerin elinde toplanmıştı, ri (rayat «üretici» anlamına gelir) sisteminde işletmeci doğrudan doğruya elinde bulundurduğu ve üzerinde ça-ıprağın vergisini öder. Ağır bir biçimde vergilendirilmiş ki durumda da aşırı sömürülen köylülerin büyük çoğunla iyi gelir getiren ve vergi borçlarım ödemelerine imkân :arî ürünlere yöneldiler. Bunlara, tefeci hale gelen zengin :e olan borçları da dahildi.

ısızlıktan sonra Nehru, demokratik ve eşitleştirici ilke-lareket eden, ama uygulamada özellikle kast sisteminin : saptırılan ve amacından uzaklaştırılan toplum kalkın-rogramını yürürlüğe koydu. 1970 yılında toprakların 0’si hâlâ mülk sahiplerinin yüzde 10’una ait iken, köylü-zde 10’unun ise hiç toprağı yoktu.

1966 kuraklıklarından sonra «Yeşil Devrim» önce buğ-ıra da pirinçte yüksek verimli çeşitlere (YVÇ) ve yoğun e ve böcek ilacı kullanımına yöneldi (Hindistan bunların arak üretimlerim daha önceden geliştirmişti); bunlarla sulama sistemleri de hızlı bir şekilde geliştirildi; çünkü ■ düzenli ve bol su kullanımım gerektiriyordu. Yeşil Dev-onuçları hâlâ tartışılmaktadır, çünkü her ne kadar tüm ta-
rım emekçilerinin durumları biraz daha iyileşmiş ve Hindistan beslenme güçlüğünden şöyle veya böyle kurtulmuş ise de, YVÇ’Ierin kullanımı köylülerin çoğunun sahip olamadığı finans imkânım da gerektiriyordu. Tarım gereçlerinin, sulama pompalarının ve kimyevî gübrelerin satın alınması mecburiyeti, özellikle en yoksul köylüleri kredi organizasyonlarına karşı altından kalkamayacakları kadar ağır borçlara soktu. Uzmanların birçoğu bölgesel kalkınma eşitsizliklerini önemle vurguladılar. Ağırlıklı olarak buğday tarımı yapılan ve daha başlangıçta da en mükemmel tarımsal potansiyele sahip bulunan tndüs-Ganj vadilerinin kuzeybatısı, desteğin büyük kısmından yararlandı. □
TOPRAKSIZ ÇİFTÇİLERİN DURUMU

Ortakçılık, ürünün işledikleri toprağa sahip olmayan köylülerle toprak sahibi arasında önceden belirlenmiş bir oranda ve aynı olarak paylaşılmasını öngören işletme biçimidir. Saf biçiminde yıllık ürünün yaklaşık yarısı toprak sahibine ödenir; yarıcılık deyimi de daha çok bu biçimi için kullanılır. Kiracılıkta toprak sahibinin aldığı götürü kira ürüne bağlı değildir; ortakçılıkta ise toprak sahibi ürün kaldırıldıktan sonra önceden belirlenmiş orandaki payını alır. XVIII. yy’da Fransa’da, özellikle de ülkenin güneyinde ve İtalya’nın bazı yörelerinde yaygın olan ortakçılıkta köylü ailesi işlediği toprakta sürekli yaşama hakkına sahipti.

Ortaçağ’ın sonlarında Fransa’da ortakçılığın gelişmesine yol açan ve kısıtlı toprakların artan nüfusa yetmemesini de içeren ekonomik ve toplumsal koşullar, çeşitli dönemlerde Hindistan, Japonya, Türkiye, Doğu Avrupa ve ABD’nin güneyinde de ortaya çıktı ve benzeri uygulamalarla sonuçlandı. Osmanlı Devleti’nde ortakçılık, klasik tımar sisteminin bünyesinde de vardı ve «ortakçı kullar», reayanın yanı sıra toprak üzerinde ikinci bir emek kategorisini oluşturuyordu. XVII.-XVIII. yy’da tımar sisteminin çözülme sürecinde ise ortakçılık gittikçe yaygınlaştı ve XIX. yy ile Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde doruğa ulaştı. Türkiye’de ortakçılık ile tefeci-tüccar sermayesinin köylüyü borçlandırma kapasitesi arasında belirgin bir bağlantı görülür. 1950’lerde tarımda piyasa ekonomisinin ve metalaşmanın gelişmesine bağlı olarak ortakçılıktan parasal kiracılığa geçiş başladı. 1960’larda ve 1970’lerde devletçe desteklenen yüksek tarım ürünü fiyadarı, köylü-çiftçilerin eline geçen parayı artırarak ve yerel tefecilere borçlanma gereksinimini azaltarak ortakçılığın daha da gerilemesine katkıda bulundu.

Kiracılık toprak sahibinin toprağı, kiracının işgücünü sağladığı, her iki tarafın değişen miktarda işletme sermayesiyle üretime katkıda bulunduğu ve elde edilen kazancın değişik oranlarda paylaşıldığı tarımsal işletme biçimidir. Mal sahibine ödeme ürünün bir bölümüyle, nakit para olarak ya da her iki biçimde yapılabilir. Kiracılığın belirleyici özelliği kiranın ürüne bağlı olmadan götürü olarak ödenmesidir. Kiracıların aileleriyle birlikte bütün dünyada tarımda çalışan nüfusun yaklaşık beşte ikisini oluşturduğu sanılmaktadır.

Yaygınlaşan kiracılığın biçimleri ülkeden ülkeye değişir. Mesela Ingiltere ve Galler’de yaygındır; Tayland ve Danimarka’da ise kiracılar toplam çiftçilerin yalnızca yüzde beşi kadardır. Kiracılığın yancılık olarak bilinen biçiminde, toprak sahibi sermayenin tümünü ve bazen kiracının yiyecek, giyecek ve sağlık giderlerini üsdenir ve çalışmalan denetler. Öteki kiracılık biçimlerinde, kiracı bütün araç ve gereçleri sağlar ve çiftliğin işletilmesinde büyük ölçüde bağımsız davranır.

Toprak sahibinin ve kiracının ekonomik durumlarına göre kiracılık farklı biçimlerde ortaya çıkar. Türkiye’de yaygın olarak görülen biçimi, hem toprak sahibinin hem de kiracının küçük üreticilere kiraya verirler. Büyük toprak sahipliği ile küçük işletmeciliğin iç içe geçtiği ve köylünün «kalıtsal ve sürekli bir kiracı» konumunda olduğu feodal sistemin bir kalıntısı olan bu ilişkide, kira bedeli daha çok ortakçılık biçimi içinde, örf-âdet hukukuna göre ve sözleşme özelliği zayıf bir bağlantı ile saptanır.
Hindistan’da bir pirinç tarlasında toprağın sürülmesi. « Yeşil Devrim», tarımdaki geleneksel yöntemleri ortadan kaldıramadı.
AYRICA BAKINIZ

—► IB.ANSM açlık ve kıtlık —► IB.ANSU Avrupa Topluluğu —► fEÂEO ekonomi (uluslararası) —► 1B.ANSÜ feodalite —► iB.ANsi.1 gelişmekte olan ülkeler

—► İMifsLj gıda sanayii (tarıma dayalı)

—► IB.ANSU sınıf —+- immşu tarım —► IPnsD vergiler

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*