wiki

MECÛSÎLİK

MECÛSÎLİK; Aim. Mazdaismus (m), Fr. Parsisme
(m), İng. Magianism, Zoroastrianism. Ateşe
tapmak. İran ve Hindistan halkından bir kısmının
mensub olduğu bozuk inanışlardan biri. Bu
inancı kabul edenlere “Mecûsî”, râhiplerine de
“Muz” denir. Hindistan ve civârmda yaygın bulunan
Brahmanların bir şûbesi olan Mecûsîler, ateşe,
ineğe, timsaha taparlar. Bunlar M.Ö. yaklaşık
551 yıllarında Zerdüşt (Zarathoustra) denilen ve
yaşayıp yaşamadığı tam bilinmeyen bir kimsenin
kurduğu bir çeşit inanışa bağlıdırlar. Mecûsîler
ölülerini gömmezler, husûsî yaptırılan kulelerde
saklarlar ve akbabalara yedirirler. (Bkz. Brahmanizm
ve Zerdüşt)İranlılar, İbrâhim aleyhisselâmın bildirdiği
doğru dîne inanıyorlardı. Âsurlulann bu ülkeye hâkim
olmasından sonra, “Sâbiîlik” adı verilen bozuk
inanışlarını İran’da yaymaya başladılar. Sâbiîler,
güneşi, ayı ve yıldızları kutsal birer varlık kabûl
edip, çeşitli putlara tapınıyorlardı. Tek Allah’a
inanmayı emreden İlâhî dînin tamâmen unutulmasından
sonra, İranlılar Sâbiîlik inancına bağlandılar.
Bunlar, zamanla ateşe de kutsallık tanıdılar.
Bir kısmı ateşi doğrudan doğruya tanrı kabul
edecek kadar ileri gitti. Bundan sonra ateşe tapma
âyinleri uydurdular ve hiç sönmemek üzere içinde
ateş yakılan “ateşgede’ler yaptılar.
Mecûsîlik inancında, ateşe tapma âyinini ortaya
çıkararak, insanlan ona tapmaya çağıran “Mecus”
adında bir kimsedir. Bu âyinin kurucusuna
nisbetle, bu inanışta olanlara “Mecûsî” denilmiştir.
Mecûsîlik, Sâbiîliğin daha da bozularak devâm
eden değişik bir şeklidir.
Mecûsîler, eski filozofların yaratılış, hayır ve
şer hakkındaki görüşlerini incelerken, ateşin hararetinin
(ısısının) hayat ve varlıklar üzerinde nasıl
etki yaptığını görmüşler ve hayâtı meydana
getiren bir kuvvet olarak, onu İlâhî kudret saymışlardır.
Önceleri ateş, Allahü teâlânm bir eseri
olup, kendinde yaratma sıfatı bulunması bakımından
mâbudun varlığına işâret, delil olan bir
şey olarak kabûl edilmişken sonradan dînî liderleri,
bu esas üzerinde bâzı değişiklikler yapmışlardır.
Bunlardan bir kısmı, ateşi tanrı kabûl etmişlerdir.
Bunun yanında, yine eski filozofların; “Birden
ancak bir doğar.” sözleri sebebiyle, “düalist=
iki tanrılı” bir inanışa saplanmışlardır. Şöyle
ki; bu felsefî görüşün îcâbı, bir olan mâbuddan
(ilâhtan) birbirine zıt olan hayır ile şer doğmaz.
Bunların ikisi de ezelî birer ilâhtırlar. Hayır ilâhı,
bir nûrdur ve iyiliğin kaynağıdır. Şer ilâhı, karanlıktır
ve kötülüğün kaynağıdır. Hayır ilâhı “Hürmüz”,
Şer ilâhı ise “Ehriman” adı ile anılmıştır.
Bunlar birbiriyle devamlı savaş hâlinde bulunurlar.
İyilik çoğaldığı zaman Hürmüz, kötülük çoğaldığı zaman Ehriman gâlip gelmiştir, derler. Bu
ikili tanrı inanışına, dinler târihinde “Seneviyye-
Düalizm” adı verilir.
Sonra gelen mecûsîler, bir omuzunda hayır, diğer
omuzunda şer (kötülük) bulunan ilâhlar tasvir
etmişler, resmini yapmışlardır. Mecûsîler, ateşi
hayır ilâhı Hürmüz’ün bir sembolü kabûl ettiklerinden,
her tapmakta (Ateşgede) denilen ve devamlı
ateş yanan yer yapmışlardır. Bu ateş hiç
sönmemek üzere yanardı. Hiç kimse, buna dokunamaz,
hattâ soluğu ile dahi kirletemez. Onun için
ateş yakan râhibin ellerinde eldiven ve ağzında
peçe bulunurdu. Mecûsîler, ateş yandığı müddetçe
hayır ilâhının şer ilâhına gâlip geleceğine inandıkları
için, ateşin hiç sönmeden yakılmasının lâzım
olduğuna inanırlardı. Peygamber efendimizin
doğum gecesinde meydana gelen hârikûlâde
hâdiselerden biri de mecûsîlerin bin seneden beri
yanmakta olan kocaman ateş yığınlarının âniden
sönüvermiş olmasıdır.
Eski İran’da, tahminen M.Ö. 7. veya 6. asırda
yaşadığı kabul edilen Zerdüşt, güyâ eski dîni düzeltmek
için ortaya çıkmış ve İran’daki çok tanrıcılığa
karşı tek ilâh inancını savunmuştur. Ona
göre en yüksek Rab (ilâh), “Ahura-mazda”dır.
Ahura, her şeyi bilen, kâinât nizâmını idâre eden,
her şeye hayat veren ve her şeyin hâkimi olan en
büyük kudrettir. Bununla berâber hayır (Hürmüz)
ve şer (Ehriman) gibi iki ilâh görüşünü terk edememiş
ve ateşgedelerde yine ateş yanmıştır. Zerdüşt,
bir gün dünyânın sona ereceğini, kıyâmetin
kopacağını, Cennet ve Cehennemin var olduğunu,
ölen insanın rûhunun hesâba çekileceğini, kendinden
önce gelen peygamberlerden veya getirdiği
kitaplardan yâhut da onlara inananlardan öğrenerek
kabul etmiştir. Bununla berâber, insanlara
dünyâ ve âhiret saâdetini öğreten ve doğru yolu
gösteren bir peygambere tâbi olmak saâdetine kavuşamadığı
için, doğru yolu tam olarak bulamamıştır.
Nitekim, daha sonraları onun tek ilâh olarak
kabûl ettiği ve “Ahura-mazda” adını verdiği ilâhın
yerini güneş tanrısı “Mitra” almıştır.
Bütün İran’a yayılan Zerdüşt’ün fikirleri, M.S.
yedinci asırda İslâm ordularının İran’a girmesiyle
Tevhid akîdesi (tek Allah inancı) yerleştiğinde
son bulmuş ve Mecûsîlerin çoğu, hak din olan İslâmiyeti
kabûl etmişlerdir. Bir kısmı da Hindistan’a
sığınarak, Brahmanların inanışlarını da benimseyerek
yeni bir inanış şekli kabul etmişlerdir. Bu bozuk
inanışa sâhip olanlara, bugün Bombay şehri yakınlarında
rastlanmaktadır.
Kur’ân-ı kerîmde Hac sûresi 17. âyetinde Mecûsîlerin
sapık yolda olduğu bildirilmekte ve meâlen;
“O îmân edenler, o Yahûdîler, o yıldızlara
tapanlar, o Hıristiyanlar, o ateşe tapanlar, o Allah’a
ortak koşanlar (var ya), muhakkak ki, Allah, kıyâmet günü, aralarında hükmünü verecek,
hak ve bâtılı ayıracaktır. Çünkü Allah, her
şeye şâhit bulunuyor.” buyrulmaktadır.
Peygamber efendimiz de bir hadîs-i şerîfinde;
’’Bütün çocuklar Müslümanlığa uygun ve elverişli
olarak dünyâya gelir. Bunları sonra anaları
babaları Hıristiyan, Yahûdî ve Mecûsî yapar.’’
buyurdu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir