wiki

MEKHÛL E Ş -Ş Â M l

Tâbiînden ve meş-
hûr hadîs hâfızlanndan. İsminin Şehrâp,
olduğu söylenir. Künyeleri değişik şekil
lerde, Ebû Abdullah, Ebû Eyyûb ve Ebû
Müslim olarak bildirilmiştir. Aslen İran’
lıdır. Kâbil’de doğdu. Orada yaşı biraz ilerleyince,
esir edildi. M ısır’da, Hüzel
kabilesinden bir kadının azâdlısıdır. Onun
için Hûzeli denmiştir.
Zamanında, Şam’ın en büyük Fakîhi
(İslâm hukuku âlimi) idi. Resûlullahın
(s.a.v.) hadîs-i şeriflerini öğrenmek için çok
memleketleri dolaştı. Irak ve Medine’ye
gitti. Enes bin Mâlik, Ebû Umâme, Mahmûd
bin Rebî’, Ubeydullah bin Muhaynz,
Anbese bin Ebî Süfyân, Süleymân bin
Yesâr, Tâvûs Irak bin Mâlik ve başkalarından
(r.anhüm) hadîs-i şerif rivâyet etti.
Evzâî, Abdurrahmân bin Yezîd bin Câbir,
Sevr bin Yezîd, Süleyman bin Mûsâ’da
(r.anhüm) ondan hadîs-i şerif bildirmişlerdir.
Hadîs ilminde sika (güvenilir) bir âlimdir.
Mekhûl hazretleri kendisine sorulan
suâllerin hepsine cevap vermezdi. Teymî
bin Atıyye el-Ansî “Mekhûl’dan (bilmiyorum)
diye cevap verdiğini çok işitmişimdir”
der. Zührî: “Şu dört yerde, dört büyük âlim
yetişmiştir. Saîd bin Müseyyeb Medine’de,
Şa’bî Kûfe’de, Haşan el-Basri Basra’da,
Mekhûl Şam’da. Şam’da, Mekhûl zamanında,
fetvâ vermekte ondan daha yetkili
kimse yoktu. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ
billâh demeden fetvâ vermezdi. Ben bu
kadar anlıyabildim. Bu fetvâm, hatâlı da
olabilir doğru da derdi” di^e bildirdi.
Mekhûl eş-Şâmî hazretlerinin rivâyet
ettiği hadîs-i şeriflerden ba’zılan:
Abdurrahmân Ganem’den rivâyet etti:
Abdurrahmân (r.a.) bana “Sahâbe-i kirâmdan,
on kişi bana anlattı: Kubâ mescidinde
idik. İlim müzâkeresi yapıyorduk. Bu
sırada Resûlullah (s.a.v.) çıkageldi.: “istediğiniz
kadar, ilim öğrenin. Bildiğinizle
am el etm ediğiniz m üddetçe,
Allahü teâlâ size mükâfat verm ez.”
buyurdu.
Ümmü Eymen’den rivâyet etmiştir.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) Eshâbına
(r.anhüm) şöyle buyurdu: “Azap olunup,
yakılsan bile, Allahü teâlâya, şirk
koşma. Bütün servetini çıkarıp fedâ
etm eni de söyleseler, anne ve babana
itâat et. Onları kırma. Namazı bile bile
terk etme. Kim namazı bilerek terk
ederse, Allahü teâlânın emânı ondan
uzak olur. İçki içmekten çok sakın..
Çünkü, içki, h er çeşit kötülüğün anası­
dır. Günâhtan da uzak dur. Ona yaklaşm
a. G ünah, A lla h ü teâ lâ n ın
gazâbını celbeder (çeker).”
“Ayıp araştırıcı olmayınız. Çok
övücü de olmayınız. Onu bunu lekeleyip
kusur bulmayınız. B ir şey yapmadan,
olduğunuz yerde işsiz güçsüz
kalmayınız.”
“Ey Muazl Em ir e itâat et. Eshâbımdan
hiç kim seye sövm e.”
Yine Enes bin Mâlik’den rivâyet etmiş­
tir. “Kim sabah ve akşam olduğu
zaman, “Allahümme innî eşhedüke ve
eşhedü hamalete arşike ve melâiketike
ve cemîi halkike. tnneke entellah,
lâ ilahe illa ente vahdeke. Lâ şerike
leke. Ve enne Muhammeden, abdüke
ve R esûlüke” diye okursa, Allahü
teâlâ onun dörtte birini Cehennem den
âzâd eder, iki k erre derse, yarısını, üç
k erre derse, dörtte üçünü, dört k erre
derse, bütün vücûdunu Cehennem den
azâd ed er.”
Vâsıle’den rivâyet etmiştir: “Din kardeşinize
şemâtet (başına gelen belâya ve
zarara sevinmeyiniz) etmeyiniz. Şem â­
tet ederseniz. Allahü teâlâ belâyı
ondan alır size verir. ”
Ebû Sa’lebe’den rivâyet etmiştir. “Sizden
en çok sevdiğim ve bana en yakın
olanınız, ahlâkı en güzel olanıdır. En
uzak olanınız da a h lâ k en kötü,
geveze, konuşurken lâfı çok uzatan
ve cim rilerdir.”
Şeddad bin Evs’den rivâyet etmiştir:
Birisi Peygamber efendimizin (s.a.v.) huzû-
runda durdu: “Yâ Resûlallah! İlim ne ile
artar bana bildirir misin? diye sordu. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) “Ö ğrenm ek ile”
.buyurdular. Kötü bir iş yaptıktan sonra
iyilik yapmak fâide verir mi? diye sorunca,
“Evet, tövbe, günahı silip götürür, tyilikler, kötülükleri ve günahları giderir,
kul Rabbini genişlik vaktinde
anınca, Allahü teâlâ, başına belâ geldiği
zam an kuluna icabet e d e r”
buyurdular.
Ebû Eyyûb-il-Ensârî’den (r.a.j rivâyet
etti: “B ir kim se ibâdetini kırk gün
Allah için ihlâslı yaparsa, kalbinden
diline hikmet çeşm eleri dikilir.”
“A llahü teâlâ, hakkı (doğruyu)
Ömer’in dili üzerine koydu.”
Âişe vâlidemizden (r.anhâ) bildirmiştir:
Resûlullah (s.a.vj Âişe vâlidemize (r.anhâ)
hitâben: “E y Âişe! Bu gece, hangi
geced ir?” buyurduğunda, Âişe-i Sıddîka
der ki: “Allahü teâlâ ve Resûlü daha iyi
bilir” dedim. Bunun üzerine Resûlullah
(s.a.v.) “Bu gece Şa ’ban-ı şerifin onbeşinci
gecesidir ki, bu g ece dünyâda
yapılan am eller ve kulların işleri çıkarılıp,
Allahü teâlâya arz olunur. Bu
gece, Allahü teâlânm Cehennem den
azâd ettiği insanların sayısı, Beni
K elb kabilesinin koyunları sayısıncadır,
(ya’ni çok fazladır). Sen, şimdi, bu
geceyi ibâdetle geçirm em için bana
izin verir misin?” diye buyurduğunda
“Elbette” dedim. Resûlullah (s.a.v.; hemen
namaza kalktı. Kıyamda fazla durmayıp
Fâtiha-ı şerife ve kısa bir zamm-ı sûreden
sonra, gece yansına kadar secdede kaldı.
Sonra ikinci rek’at için kalktı. Bunda da
birinci rek’attaki gibi okuyup, secdeye indi.
Secdesi o kadar uzamış, kendinden o kadar
geçmişti ki, rûhu kabzolunmuş sandım.
Yanına yaklaştım. Mübârek ayaklanna
dokundum. Hareket etti: Secdede “Eûztt
biafvike min ikâbike ve eûzü birıdâke
min sahatike ve eûzü bike m inke celle
senâük, lâ Uhsi senâen aleyke kemâ
esneyte a’lâ n efsik e” deyip, yalvardı­
ğını ve senâ ettiğini duydum. “Yâ Resûlallah,
secdede ba’zı şeyler söylüyordunuz.
Halbuki başka zaman bunlan söylememiştiniz.
Bunlan hiç duymamıştım, dediğimde:
“E y Âişe, söylediğim şeyleri
öğrendin mi?” buyurdu. “Evet” dedim.
“Siz onları öğretiniz. Çünkü Cebrâil
(a.s.) onları secdede okumamı em retti”
buyurdu.
“ C a n g a r g a r a y a g e l m e d i k ç e
Allahü teâlâ kulun tövbesini kabûl
ed er.”
eş-Şâmî nin kıymetli sözlerinden ba’zılan
“Namaz kılan birini gördüm. Her rükü’ ve
secdeye gittiği zaman ağlıyordu. Onu riyâ
yapmakla suçlamıştım. Bu yüzden, bir
sene ağlamatan mahrum bırakıldım.”
“Bir kimsenin yumuşak olup olmadığı
kötü kimselerin kendisine musallat olmasıyla
anlaşılır.”
“Dinde âlim olduktan sonra, dünyalık*
bir menfaat alınm düşüncesiyle zarûret
olmadan padişah ve sultanlann yanına
gidip, yaltaklık edenler, attıklan adımlar
kadar, Cehennemin derinliklerine dalmış
olurlar.”
Mekhûl eş-Şâmî, bir cenâze görünce
“Siz sabahleyin gidiyorsanız, biz de
akşamleyin geleceğiz. Şu cenâze açık bir
öğüt ve ibret alınacak bir şey. Fakat, gaflet
çok. Öncekiler geçip, gidecekler, fakat arkadakiler
hiç aldmş etmezler” buyurmuştu.
“Kim, bir gecesini Allahü teâlâyı zikir
ile ihyâ eder geçirirse, anadan doğmuş gibi
günahsız ve tertemiz olarak sabahlar”.
“Fazilet cemâatte ise de, selâmet, kötü­
lüklerden uzak kalabilmek için yalnızlıktadır.”
“Bir ümmet içerisinde, her gün, yirmibeş
kişi Allahü teâlâya, yirmibeş defa istigfâr
ederse, (bağışlanmalarını dilerse),
umûma âit azabla Allahü teâlâ ümmeti
muâheze etmez (yakalamaz).”
“Kokusu güzel olanın, aklı fazla, elbisesi
temiz olanın, kederi az olur.”
“Eğer sen Kur’ân-ı kerim okuyup da,
seni kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa,
senin gerçekten Kur’ân-ı kerimi okumadı­
ğın anlaşılır.”
“İlmi kendisine fayda vermeyen kimseye,
cehâleti de zarar verir.”
ölüm hastalığında iken Mekhûl’un
huzûruna birisi girdi. “Allahü teâlâ sana
âfiyet versin Yâ Ebâ Abdullah” dedi. Mekhûl
hazretleri de “Affı umulan Allahü teâlâ
ile olmak, kötülüğünden emin olunmıyan
kimse ile beraber olmaktan daha hayırlı ve
iyidir.” buyurdu.
“İnsanlann en yumuşak ve ince kalblisi,
günâhı az olanlardır.”
“Sâlih bir zâtı seven, dolayısıyle,
Allahü teâlâyı sevmiş olur. İlim öğrenmeye
giden kimse, dönünceye kadar, Cennet
yolunda sayılır.”
Mekhûl eş-Şâmî (r.a.) Pazartesi ve Perşembe
günleri oruç tutardı ve “Pazartesi
günü Resûlullah (s.a.v.) dünyâya teşrif
buyurdular. Yine bugün, Peygamber olarak
gönderildiler. Pazartesi günü âhırete
irtihâl (vefât) buyurdular. Pazartesi ve Perşembe
günü ameller Allahü teâlâya arz
olunur” dedi.
“Mü’minler yumuşak ve müsâmahakârdırlar.
Eğer, onu çekip götürürsen, karşı
çıkmazlar, kabûl edip giderler.”
“Âlimler bozuluncaya kadar, insanlara
Allahü teâlânm azâbı gelmez.”
“Ana-babaya itâat, büyük günâhlara
keffârettir. Bir kimse âilesi içinde yaşlılar
bulunduğu müddetçe, Allahü teâlânm nzâ-
sını kazanma imkânına sâhiptir.” “Boynumun
vurulmasını, kadılık (hâkimlik)
makâmına gelmeye, hüküm verme mertebesinde
olmayı da, Beyt-ül-Mal’ın başında
olmaya tercih ederim.”
Mekhûl hazretlerine birisi geldi. “YâEbâ Abdullah! (Size düşen kendinizi
korumakdır. Siz hidâyette olunca,
dalâlet üzere olanlar size zarar veremez)
âyet-i kerîmesinin tefsirini yapar
mısınız? deyince “Nasihat eden korktuğu,
nasihati dinliyen de kabûl etmediği
zaman, senin vazifen kendini muhâfaza
etmektir. O zaman, dalâlette olan kimse
sana zarar veremez” dedi.
Mekhûl hazretleri: Tekâsür sûresi sekizinci
âyetinin “Sonra andolsun siz, o
gün elbette n i’metten yana sorguya
çekileceksiniz” meâlindeki âyet-i kerimeyi
şöyle açıkladı: “Elbette içilen soğuk
sudan, oturulan evin gölgesinden, karnın
tokluğundan, yaratılışın mükemmellik ve
tamlığından, uykunun lezzet ve tadından
hesâba çekileceğiz” buyurdu.
Mekhûl hazretleri, kendi cemâati ile
beraber oturuyordu. O sırada Mervan’ın
torunu Yezîd bin Abdülmelik geldi. Orada
bulunanlar, hemen ona yer ayırmak ve
hazırlamak için kalktıklarında Mekhûl
hazretleri: “Yerinizde oturunuz, bırakın,
bulduğu bir yere otursun. Böylece tevâzûu
öğrenmiş olur” buyurdu.
1) Hilyet-ül evliyâ cild-5, sh. 177
2) TehzSb-üt-tehztb cild-10, sh. 289
3) el-A’lâm cild-7, sh. 284
4) Vefey&t ül a ’yân cild-5, sh. 280
5) Mtzân-ul-i’tidûl cild-4, sh. 177
6) Tezkiret-ul-huffâz cild-4, sh. 107
7) Tabakât-ı İbn-i S a’d cild-7, sh. 453
8) Tabak&t-ill-kübrû cild-1, sh. 45
9) Şezerât-uz-zeheb cild-1, sh. 146
10) el-tkmâl cild-5, sh. 1

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir