wiki

MEYMÛN BİN MIHRAN

Meymûn bin
Mihrân el-Cezeri, Tâbiînin büyüklerinden.
Hadîs ilminde sika (güvenilir), fıkıh
ilminde ilmi çok olan büyük bir âlimdir.
Kûfe’de yetişti. Sonra Rika’ya yerleşti.
Künyesi Ebû Eyyûb’dur. 37 (m. 657)’de
doğdu. 116 (m. 734)’de Cezire’de vefât etti.
117’de vefât ettiği de rivâyet edilmiştir.
Halife Hz. Ömer bin Abdülaziz tarafından
kadı ve vâli olarak Cezire’ye ta’yin edildi.
Ta’yin edildiği vazifesinin başına gitmek
üzere halifenin yanından ayrılınca, Halife
Hz. Ömer bin Abdülaziz buyurdu ki, “Bu
Ebû Eyyûb, Meymûn bin Mihrân ve onun
emsâli olan büyük âlimler, aradan gider
(vefât ederlerse), halk, kumandandan mahrum
kalan askere döner.”
Meymûn bin Mihrân (r.a.), Eshâb-ı
kirâmdan bir çok zâtlarla görüştü. Hz. Ebû
Hüreyre, Hz. Aişe-i Sıddîka, Hz. îbn-i
Abbâs, Hz. İbn-i Ömer, Hz. Ibn-i Zübeyr,
Hz. Safiyye binti Şeybe, Hz. Ümmüderdâ,
Hz. Saîd bin Cübeyr ve daha başka zâtlardan
rivâyetlerde bulundu. Kendisinden de,
oğlu Hz. Amr, Hz. Hamîd-üt-Tavîl, Hz.Ca’
fer bin Burkân, Hz. Habîb bin Şehid, Hz. •
Ali bin Hakem el-Benârî, Hz. Hakerp bin
Uteybe, Hz. Yezid bin Sinân er-Rahâvî ve
daha birçok zâtlar rivâyette bulunmuşlardır.
Oğlu, “Babam, kavuştuğu bu yüksek
derecelere, çok namaz kılmakla, çok oruç
tutmakla değil, Allahü teâlâya âsi olmakdan
çok korkmakla ulaşmıştır.” dedi. Hz.
Hasan-ı Basri’nin dostlarından idi. Her
gün ve gecesinde bin rek’at namaz kılardı.
Bir gün misâfirleri geldi. Hizmetçisine,
misâfirlere ikrâm etmek üzere acele yemek
hazırlamasını söyledi. Hizmetçi hemen
çorba pişirip, bir tabağa koydu. Sıcak
çorba tabağını misafirlerin önüne koymak
için acele ile gelirken ayağı takılıp düştü.
Sıcak çorba da Meymûn hazretlerinin
başından aşağı döküldü. Hizmetçi mahcûb
olup, bana kızacak diye çok korktu. Bunu
gören Hz. Meymûn bin Mihrân buyurdu ki:
“Sana kızmıyorum. Seni affettim ve
Allahü teâlânın nzâsı için seni serbest
bıraktım. Artık hürsün.”
Bir gün kendisine dediler ki, “Biz evimizde
otururuz, (rızkımız bize gelir) diyen
kimseler hakkında ne buyurursunuz?”.
Buyurdu ki, “Onlar ahmaktır. İbrâhim
aleyhisselâm gibi bir yakîn (tam îmân)
sâhibi olsalardı, sebeplere yapışırlar, onun
gibi çalışıp kazanarak geçim lerini
sağlarlardı.”
Arkadaşlarına şöyle derdi; “Bende hoş
olmayan, sevimsiz bir hâl görürseniz, onu
yüzüme karşı söyleyiniz. Bir kimse, din
kardeşinde uygun olmayan bir hâl görür de
onu kendisine bildirmezse ona fâideli
olamaz.”
Bir toplulukta, Beyt-ül-mâl’ın gelirlerinden
biri olarç vergiler hususunda konuşuluyordu.
Hz. Meymûn bin Mihrân şöyle
söyledi. “Hz. Ömer zamanında Irak taraflarından
toplanan vergilerin tamamı bir
milyon ukiyye olurdu. Vergiler toplanıp,
halifeye arzedildikten sonra, Hz. Ömer,
Basra ve Kûfe’den 10’ar kişi çağırır, bunlara,
vergi olarak alman bu malların helâl
olduğuna, bir müslüman veya zımmîden
zulüm ile haksız olarak alınmadığına dâir,
onlardan şâhidlik isterdi. Bütün şâhidler,
bütün vergilerin adâletle, kimseye zulüm
ve haksızlık edilmeden toplanıldığını bildirirlerse,
getirilen vergileri kabûl eder, aksi
halde kabûl etmezdi.”
Hz. Meymûn bin Mihrân, ba’zı insanların
birbirlerine karşı zâlimce hareketlerde
bulunduklarını duydukça üzülür, ba’zan
bu üzüntüsü, hastalanıp yatağa düşecek
kadar fazla olurdu. Kendisine geçmiş olsun
demeye gelinirdi. Kendisine, “Birbirine
uygunsuz davranan o kimseler barıştılar.
O sert durumdan kurtuldular” diye haber
verilince sevinir ve iyileşirdi.
Rivâyet ediyor ki; “Bir gün, birisi Kur
ân-ı kerim okurken, Hicr sûresinden “Şüphesiz
ki o azgınların hepsinin gideceği
y er C ehennem dir” meâlindeki âyet-ikerîmeyi okuyunca, dinliyenlerden
Selmân-ı Fârisî (r.a.) ellerini başına koyup
ağlamaya başladı. Ne tarafa gittiğini bilemez
vaziyette, kendinden geçmiş olarak
çıkıp gitti. Üç gün müddetle kendine
gelemedi.”
Bir defasında namazını cemâatle kılmak
için mescide gitti. Namazın kılınmış
olduğunu öğrenince çok üzüldü ve “Bir defa
cemâatle namaz kılmak bana Irak vâliliğinden
daha sevimlidir” buyurdu.
Meymûn bin Mihrân şöyle anlatıyor:
“Bir gün, Halife Hz. Ömer bin Abdülaziz ile
beraber bir mezarlığa uğradık. Halife
ağladı ve “Vallahi, şu mezara girip de azâbdan
emin olan kimseden daha nasibli,
daha bahtiyar kimse bilmiyorum ”
buyurdu.
Kendisine sordular» “Arkadaşlarınızdan
hiç ayrılmıyorsunuz ve hiç de birbirinize
küsmüyorsunuz. Bu nasıl oluyor?”
Cevâbında buyurdu ki; Çünkü ben dostlanma
hiç husûmet (hasımlık) beslemiyorum.
Onlarla hiç mücâdele ve münâkaşa
etmiyorum.”
Rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden: Peygamber
efendimiz buyuruyor ki; “Ebedî
olan âhırete inandığı halde, mesâisini
(gayretini) dilnyâlık için harcıyanlara
ne kadar çok şaşılır. Nasıl böyle
yapabiliyorlar?” Resûlullah efendimiz,
geçerken bir çöplük gördüler. O çöplükte
eski bez parçalan ve çürümüş kemikler
görünüyordu. Peygamber efendimiz,
“Dünyâya gelin, dünyâyı görün. İşte
dünyâ budur. N eticede böyle olacaktır.

“Mü’minin firâsetinden korkunuz.
Zîrâ O, Allahü teâlânın nûru ile
bakar. ”
“Kıyâmet günü insanlardan azabı
en şiddetli olanları, P eygam berlere
sövenlerdir. Sonra Esbabım a sövenlerdir.
Sonra müslümanlara sövenlerdir.

“G ülerek günah işleyen, ağlıyarak
C ehennem e girer. ”
“İnsanlardan iki sınıf vardır ki
bunlar iyi olursa insanlar da iyi olur.
Bunlar kötü olursa (bozulursa ı insanlar
da b o zu lu r. B u n la r â lim le’?• ve
sultanlardır. ”
Meymûn bin M ihrân hazretleri
buyurdu ki:
“Allahü teâlânın takdirine nzâ göstermiyen
kimsenin ahmaklığının tedâvisi
yoktur.”
“İnsan bir günah işlediği zaman, kalbine
siyah bir nokta yerleştirilir. Tövbe
edince kalbi cilâlanır ve parlar. Dolayısı ile
o siyah nokta kaybolur. Ama tövbe
etmezse ve günah işlemeye de devam
ederse, nokta nokta kalb kararır. Nihâyet
bu siyahlık bütün kalbi kaplar. İşte buna
(rân=Kalbin tamamen kararması) denir.”
“Kuru kuruya kardeşliğe râzı olan, ölü­
ler ile kardeş olsun.”
“İki arkadaş birbirlerini sevdiklerizaman, birbirini ziyâret etmeleri için aralarındaki
mesafenin çok fazla olması mühim
değildir.”
“Gizli işlenen günahın tövbesi gizli, âşikâre
işlenen günahın tövbesi âşikâre olur.”
“Ey Kur’an-ı kerîmi okuyanlar! Kur’ân-ı
kerîmi dünyâlık kazancınıza âlet etmeyiniz.”
“insan, iki ortağın birbirini hesâba çekmesinden
daha şiddetli olarak kendisini
hesâba çekmedikçe, tam müttakîlerden
(takvâ sâhibi) olamaz.”
“Eğer bir kimse sana hased ediyorsa,
sen onun şerrinden korunmak istiyorsan,
işlerini ondan gizli yap.”
“Din kardeşlerine iyilik etmeden, onların
rızâsını talep etmek şaşkınlıktır.”
“Gelen misâfirine yemek verip de
imkânı varken tatlı ikrâm etmiyen kimse,
yatsı namazını kıldığı halde vitri kılmıyan
kimse gibidir.”
“Dostların sofrasında yenilen yemeğin
hazmı kolay olur. Düşmanın yemeği ise,
insana ağırlık verir.”
“Ba’zı hâllerde, yalan konuşmak doğ­
ruyu söylemekten daha hayırlıdır. Meselâ
elinde silâh olan bir kimse “Öldürmek için
falan kimseyi arıyorum. Gördün mü?” diye
sana sorsa, sen o kimseyi gördüğün halde,
birinin canını, diğerinin cinâyetten kurtulmasını
istiyerek, o kimseyi görmediğini,
yakında buralara uğramadığını söylemezmisin?
îşte bu niyyetle, böyle hâllerde
yalan söylemek câiz ve lâzımdır.”
“Güzel amelleri, sadece gösteriş için ve
desinler diye işleyen kimse, dışı dikkat ve
itina ile süslenerek güzelleştirilmiş olan bir
halâya benzer.”
“Kişi hem namaz kılar, hem de kendisine
la’net edebilir.” buyurdu. “Bu nasıl
olur?” dediler. Bunun üzerine “Bilin ki
A llahın la’net i zâlim lerin üzerine
olsun” meâlindeki âyet-i kerimeyi okudu
ve buyurdu ki, “Ba’zı kimseler, hem namaz
kılar, hem de ba’zı günahları işlemek sûretiyle
kendilerine zulmederler. Başkasının
malını, izinsiz olarak almak, haklarına riâ­
yet etmemekle onlara zulmetmiş ya’nî
zâlim olmuştur.”
1) Hilyet-ül evliya cild-4, sh-82
2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-10, sh-390
3) Tezkiret-ül-huffâz cild i, sh-98
4) el-A ’lam cild i , sh- 342
5) Vefeyât-ul a ’yân cild-3, sh-29, 62
6) Tabakât-ul-kübrâ cild-1, sh-40
7) Tabakât-ı İbn-i S a’d cild-7, sh-477

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir