wiki

MEKKE-i MÜKERREME

MEKKE-i MÜKERREME; Arabistan Yarımadasında,
İslâm âleminin dînî merkezi, Müslümanların
kıblesi olan “Kâbe-i muazzama”nm içinde
bulunduğu mukaddes belde, Peygamber efendimizin
doğduğu şehir.Mekke-i mükerreme târihi: Mekke’nin târihi
İbrâhim aleyhisselâm zamânma kadar uzanır. Bu
hususta İslâm âlimlerinin kitaplarında yazıldığı
üzere hazret-i İbrâhim, oğlu hazret-i İsmâil ve annesi
hazret-i Hacer’i Allahü teâlânm emri ve Sârâ
Hâtunun isteği üzerine bu beldeye getirip bırakmıştır.
O zaman burada hiç insan ve su yoktu.
Taşlık ve ağaçsız bir yerdi. İbrâhim aleyhisselâm
Hâcer ve oğlunun yanlarına bir miktar hurma ile biraz
su koyarak yalnız bırakıp ayrıldı. Hacer ardından
koşup feryât etti. İbrâhim aleyhisselâm
ona cevap vermedi. Çünkü Sârâ öyle şart etmişti.
Hacer, İbrâhim aleyhisselâmın kendisine iltifat
etmediğini ve konuşmadığını görünce; “Seni dost
edinen Allahü teâlânm hakkı için söyle. Bizi burada
Allahü teâlânm emriyle mi bırakıyorsun?”
dedi. İbrâhim aleyhisselâm, “Evet!” buyurdu. Bunun
üzerine Hacer sustu ve “Rabbimiz bizi korur”
dedi. Ellerini semaya kaldırıp duâ etmeye ve
yalvarmağa başladı. Bundan sonra bu tenhâ yerdebâzan İsmâil aleyhisselâm annesine bakar ağlardı,
bâzan da annesi İsmâil’e bakar ağlardı.
Hacer Hâtûn, ilk günlerde İbrâhim aleyhisselâmın
kendileri için bıraktığı hurmadan yiyip sudan
içti, oğlunu emzirdi. Fakat sonra su ve hurma
bitti. Ana-oğul, ikisi de susadılar. Ama ortalıkta bir
damla bile su yoktu. Hâcer, İsmâil aleyhisselâmı
yere yatırıp belki bir su görürüm ümidiyle Safâ Tepesine
doğru çıktı. Kimseyi görmedi. Oradan yürüyüp
Merve’ye vardı. Yüksek yerden etrâfa baktı.
Bir şey göremedi. Safâ ile Merve arasını yedi kere
yürüdü. Bu sebeple Hac’da böyle yapmak sünnet
oldu. Yedincide Merve tarafından bir ses işitti.
Lâkin kimseyi göremedi. Seslenen Cebrâil aleyhisselâmdı.
“Yâ Hâcer, oğulunun yanma gel, Hak
teâlâ onu zâyi etmez. Bir gün gelir ki, oğlun bu yerde babasıyle Kâbe-i şerifi binâ ederler.” diye çağırıyordu.
Hâcer oğlunun yanına gelince Cebrail
aleyhisselâmı orada gördü. Cebrâil aleyhisselâm;
“Siz kimsiniz?” dedi. Hâcer; “İbrâhim aleyhisselâmın
âilesiyim. Bu da oğlumdur.” dedi. Cebrâil
aleyhisselâm; “Sizi bu tenhâ yerde kime ısmarladı?”
diye sorunca; “Allahü teâlâya emanet etti.” cevâbını
verdi. Cebrâil aleyhisselâm; “Sizi öyle bir
pâdişâha ısmarlamış ki o her işinize kâfidir.” dedi.
Hâcer baktı, oğlunun ayak ucu yanında berrak
bir suyun aktığını gördü. Bu su, İsmâil aleyhisselâmın
ayak topuklarının yerde iz bırakmasından
çıkmıştı. Oğlu ile bu sudan içtiler. Susuzluktan
ve açlıktan kurtuldular. Bu su zemzem suyuydu.
Açlık niyetine içilse açlığı, susuzluk niyetine içilse
susuzluğu giderirdi. Hâcer kabına da su almak
istedi. Cebrâil aleyhisselâm; “Lüzum yoktur. Bu su
dâimâ akar, hiç kesilmez.” dedi.
Hâcer civardan taş toplayıp suyun etrâfına
dizdi. Maksadı suyu boşa akıtmamaktı. O anda
bir ses işitti: “Korkma! Hak teâlâ suyu eksiltmez
çoğaltır. Bu makâmı ibâdethâne yapar. Oğlun peygamber
olur.” Sonra Mekke-i mükerreme şehrinin
burada kurulacağını ve kıyâmete kadar bu mübârek
yerde ibâdet edileceğini söyledi. Hâcer, bu
habere çok sevindi. Bundan sonra oğlu ile bir zaman
bu yerde yalnız oturdular.
İbrâhim aleyhisselâmın amcaoğulları olan
Cürhüm kabilesi her sene ticâret için Şam tarafına
gelirlerdi. O yıl da aynı sebeple yola çıkmışlar,
Mekke civânndan geçiyorlardı. Kâfiledekiler çok
susamışlardı. Bu yörede hiç su yoktu. İlerde bir
yerde kuşların toplandıklarını gördüler. Kâfilenin
büyükleri, bu yerde başka zaman böyle kuş görmezdik.
Hem kuşlar susuz yerlerde toplanmazlar.Belki yeni bir su çıkmıştır, deyip aralarından seçtikleri
iki kişiyi kuşların toplandığı yere (Mekke’ye)
gönderdiler. O kimseler gelip bir güzel su ve
yanında bir hâtûn ile bir küçük çocuğun oturduğunu
gördüler. “Siz kimsiniz?” diye sordular. Hâcer
hâlini arz edip; “Bu suyu Hak teâlâ bana ve oğluma
ihsân etti.” dedi. “Bu suda başkasının hakkı
var mıdır?” dediler. Hâcer, “Hayır.” dedi. O kimseler
geri dönüp gördüklerini kâfiledekilere anlattılar.
Kâfilenin büyükleri, bu yeri kendileri için
ve hayvanlarını otlatmak için elverişli buldu. Gelip
Hâcer’den kavminin o su başında yerleşmesine
izin istedi. Hâcer kabûl etti. Bu kavim, Mekke’nin
yukarısına yerleştiler. Bunların da amcaları olan bir
başka kavim vardı. Bunlar da daha sonra gelip
Mekke’nin aşağı kısımlarına yayılıp yerleştiler.
Evler ve binâlar yaptılar. Mekke-i mükerreme şehri
böylece kurulmuş oldu. Bu kavimler Hâcer ile İsmâil
aleyhisselâma hürmet ederlerdi. îsmâil aleyhisselâm
bunların arasında büyüdü. Onlarla Arabî
lisanla konuştu. Çok güzel konuşurdu. Daha
sonra Peygamber oldu. Babası İbrahim aleyhisselâm
ile Mekke’de “Kâbe-i muazzama”yı Allahü
teâlânın izniyle binâ ettiler.
Mekke-i mükerreme kurulduktan sonra zamanla
gelişti. Nüfusu arttı. Zemzem kuyusu ve
“Kâbe-i muazzama” etrâfında gelişip büyüyen şehir
aynı zamanda bir ticâret merkezi hâlini almıştı.
Mekke’nin önemi, Asya ile Afrika’nın önemli ticâret
yollarının birleştiği noktada bulunmasından
ileri geliyordu. Bundan başka Mekkeliler çok eskiden
beri Arabistan’ın komşu devletleriyle ticâret
yaparlardı. Hattâ Bizans ve İran’dan “Kayzer ve
Husrev teminatı” adı altında çeşitli ticârî imtiyazlar
da almışlardı. Mekke’ye bu durumundan
dolayı “Tâcirler şehri” de deniliyordu. Mekke şehri
“Dâr-ün-nedve” denilen yerde toplanan istişâre
meclisi tarafından idâre ediliyordu. Bu mecliste kabile
reisleri yer alır ve kendisine verilen vazifeleri
yapardı. Mekke kervanları Yemen’den Hint ürünleri,
Çin ipekli kumaşları, Afrika’dan altm tozu, fildişi
ve köle getirirlerdi. Mısır ve Suriye’den ise hubûbat,
nebâti yağ, çeşitli silahlar ve pamuklu ile
yünlü kumaşlar getirirlerdi. Mekke’de ayrıca her
sene ticârî maksatla ve yerli eşyâların satımı için
panayır yapılırdı.
Mekke’de İsmâil aleyhisselâmın evlâtlarından
gelenler zamanla çoğaldı. Hazret-i Muhammed’in
gelmesine yakın Mekke’de bu soyun devâmından
Kureyş kabîlesi vardı. Bu kabîleye Kureyş
isminin verilmesi, Resûlullah’ın on birinci
babası olan “Fihr”in diğer isminin Kureyş olmasıdır.
Fihr, yaşadığı devirde insanları yoklar, fakirleri
bunların arasından bulur, onları yedirir ve
giydirirdi. Bu sebepten kendisine Kureyş adı verilmişti.
Kureyş, “toplamak, kazanmak” mânâsınada gelir. Hac mevsiminde gelenler Fihr’in ziyâfetine
katılır, böylece bir araya toplanırlardı. Bu güzel
hasletlere vesîle olduğu için kendisine ve daha
sonra kavmine Kureyş denilmişti.
Hazret-i Muhammed Kureyş’in Hâşimî kolundan
Mekke’de dünyâya geldi (Bkz. Muhammed
Aleyhisselâm). Babası Abdullah, annesi Âmine
Hâtundu. Kırk yaşında Peygamberliği kendisine
bildirildi. Bundan sonra Mekkelileri dîne dâvet
etti. Mekkelilerden bâzıları kendisine inandı, bâzıları
da inanmadı. İnanmayanlar kendisini öldürmeye
kastettiler. Bunun üzerine Allahü teâlânın
emriyle Medîne’ye hicret etti (Bkz. Hicret).
Hicretin onuncu yılında Mekke’yi aldı (Bkz. Mekke’nin
Fethi). Halkı Müslüman oldu.
Hazret-i Muhammed’in Mekke’den Medîne’ye
hicret etmesi, Medîne’nin İslâmiyetin merkezi durumuna
gelmesine, Mekke’nin iktisâdî durumunun
gerilemesine yol açtı. Müslümanlığı benimseyen
zengin âileler Medîne’ye göç etti. Dört halîfe
zamânında Müslümanlık dünyâya yayılınca
Kureyşliler eyâletlerde kumandan ve vâli oldular.
Böylece Mekkelilerin ticâretle ilgileri daha
da azaldı. Hele Irak’ın Müslümanlar tarafından
fethedilmesi Mekke’nin iktisâdî çöküntüsünü daha
da hızlandırdı. Zîrâ Hint ticâreti Basra Körfezi
ve Fırat Vâdisi yoluyla yapılmaya başlandı.Dört halîfeden sonra halîfelik Emevîlerin eline
geçti. Emevî halîfelerinden hazret-i Muâviye bu
kutsal şehre, çok ilgi gösterdi. Burada binâlar yaptırdı
ve tarımı geliştirdi. Sulama tesisleri kurdu.
Böylece Mekke’nin durumu gelişti. Bundan sonra
hâli vakti iyi olanlar dinlenmek için Mekke’de
toplanmaya başladılar. Bu durum Mekke’nin önemini
daha çok arttırdı. Daha sonra gelen Emevî halîfeleri
de şehre gerekli ilgiyi gösterdiler. Mekke
için tehlike olan sel sularının önünü almak için bu
sular önüne setler yapıldı. Hazret-i Ömer tarafından
başlatılan ve Birinci Velid tarafından sürdürülen
tâmiratlarla Kâbe-i muazzamanın avlusu genişletildi.
Mescidül Harâm’ın plânı hazırlandı.
Abdullah bin Zübeyr ve Haccac devrinde Kâbe
yeniden yapıldı. Yemen’den gelen Hâricî tâifesinin
bir müddet Mekke’ye hâkim olmalarından sonra
750’de Mekke, Emevî hilâfetini yıkan Abbâsîlerin
eline geçti. Haremeyn’in idâresi eskiden yapıldığı
gibi halîfe âilesine yakın olanlara verildi. Abbâsî
halîfelerinden Hârun Reşîd, Mekke’ye dokuz defâ
hacca geldi. Mekke’nin gelişmesi için çok para
harcadı. Halîfe Me’mun zamânında Mekke’nin
idâresi Resûlullah’ın soyundan hazret-i Ali evlâdına
verildi. Bunlardan hazret-i Hüseyin’in evlâdına
Seyyid, hazret-i Hasan’m evlâdına da Şerîf denirdi.
Mekke’de hâkim olan sülâle şerîflerdi.
Şeriflerin kazandığı dînî bakımdan sınırlı bağımsızlık
döneminde Mekke, gelişerek Medine’yi
geçti. Bu dönemde Mekke Şerifliğinin bağımsızlığını
korumak için çok gayret sarfedildi. Bu gayret
sebebiyle, Fâtımî halîfesi adına Mekke’de hutbe
okunması teklifi reddedildi. 976’da Fâtimî halîfesi,
Mısır ticâret yolunu kesti ve şehri kuşattı.Mekke halkı bu durum karşısında teslim oldu.
Mekke’de şerifler çok güç durumda kaldılar. Bundan
kısa bir müddet sonra Yemen meliki Es-Süleyhî
Mekke’yi aldı. Mekke’deki şerifler Es-Süleyhî’den,
kendilerinden birini hükümdar olarak
seçmesini ve şehri bırakarak gitmesini istediler.
Bunun üzerine Es-Süleyhî, Ebû Hâşim Muhammed’i
(1063-1094) büyük şerîf tâyin etti. Böylece
Mekke’de Hâşimî Sülâlesi hükmetmeye başladı.
Abbâsî Halîfesi Me’mun zamânında ortaya çıkan
ve Mekke’yi kuşatarak yağma eden, sonra Fâtimîlerin
Mekke’yi kuşatması ile hâkimiyetine son
verilen Mûsâ bin Abdullah soyundan olan Katâde,
hâkimi olduğu Yenbu’dan topraklarını Mekke’ye
doğru genişletmeye başladı. Mekke’de kendine
taraftarlar buldu. Miraç kandilinde, bütün halkın
şehirden çıktığı bir sırada Mekke’yi aldı.
Mısır’ın, Türk Hükümdân Yavuz Sultan Selim
Han tarafından alınmasından sonra (1517) Türkler
zamânında Mekke, Şerîf Muhammed Ebû Numeyy
(1526-1566) ve Şerîf Haşan (1566-1601)
tarafından yönetildi. Türklerin himâyesinde Mekke
şeriflerinin toprakları, kuzeyde Hayber’e; güneyde
Hali’ye; doğuda Necd’e kadar genişledi. Şerîf
Hasan’m ölümüyle Mekke’de yeniden kargaşalık
başgösterdi. Karışıklığı körükleyenler İranlIlardı.
İranlılar, İranlı Zavi Zeyd zamânında (1631-
1666) işi iyice azıttılar. Nihâyet Osmanlı Sultanı
Dördüncü Murâd Han irâde buyurarak bütün İranlIların
Mekke’den çıkarılmasını ve bunların hacca
gelmelerini yasak etti. Bu durum, sünnîlerle İranlIların
çatışmasına yol açtı. Olaylar Mekke’ye kadar
yayıldı.
Mekke vâlisi İranlılara Mekke’den çıkmalarını
emretti. İranlılar Mekke’den çıktılar. Mukaddes
belde de temizlenmiş oldu. Bu olaydan sonra Mekke’de,
Vehhâbîler meydana çıkıncaya kadar birbirini
tâkip eden şerîf âileleri, Zavi Zeyd, Zavi Berakât,
Zavi Mesud yönetimleriyle idâre edildi.Vehhâbîler 1800 senesinde saldırdılar. Mekke
Emiri Şerîf Gâlip Efendi, bunlara karşı koydu.
Her iki taraftan çok kan döküldü. Şerîf Gâlip Efendi,
Vehhâbîleri Mekke’ye sokmadı. Vehhâbîlerin
baskısı altında kalan Mekke etrâfındaki Arap kabileleri,
Vehhâbî oldular.
Emirleri Suud başkanlığında Tâife saldırarak
çok Müslüman kanı akıtan Vehhâbîler, daha
sonra Mekke’ye tekrar saldırdılar. Fakat, hac zamânı
olduğu için, şehre girmeğe korktular. Mekke
halkı, Tâif teki Müslümanların öldürülmelerini
işitince, korktular. Şerîf Gâlib Efendi, Vehhâbîlere
karşı koymak için Cidde’ye asker toplamaya
gitti. Fakat Mekke ahâlisi, Tâif fâciasından çok
korktukları için Vehhâbî kumandanına bir heyet
göndererek, şehri teslim edeceklerini söylediler.
Vehhâbîler, 1803 (H. 1218) yılının Muharrem
ayında Mekke’ye girip, Vehhâbîlik inançlarını şehirde
yaydılar.
Şerîf Gâlib Efendi Cidde’deki askerleri alarak
Mekke’ye geldi. Burada bırakılmış olan Vehhâbî
askerlerini çıkardı. Emirliği tekrar ele geçirdi.
Vehhâbîler, Mekkelilerden intikam almak için,
Tâif etrâfındaki köylere saldırıp çok cana kıydılar.
Osman-ül-Mudâyıkî adındaki bir Vehhâbîyi Tâife
vâli yaptılar. Bu vâli Mekke etrâfındaki Vehhâbîleri
toplayarak büyük bir kalabalıkla 1805 (H.
1220) senesinde Mekke şehrini kuşattı. Mekke’deki
Müslümanlar aylarca sıkıntı çekti. Aç kaldılar.
Son günlerde yemek için hiçbir şeyleri kalmadı.
Şerîf Gâlib Efendi, milletin canlarını kurtarmak
için, Vehhâbilerle anlaşmaktan başka çâre olmadığını
anladı. Mekke Emirliği kendinde kalmak ve
Müslümanların canına, malına dokunmamak şartıyla
şehri Vehhâbîlere teslim etti.
1811 (H. 1226)’de İkinci Mahmûd Han, Mısır
Vâlisi Mehmed Ali Paşaya ferman gönderip, Vehhâbîleri
terbiye etmesi ve Hicaz’ı almasını emretti.
Mehmed Ali Paşanın emrindeki Osmanlı ordusu
1813 senesinde (H. 1228) Cidde’ye geldi.
Oradan Mekke’ye yürüdü. Şerîf Gâlib Efendinin
kendilerine gizlice göndermiş olduğu plânlara
uyarak, kolayca Mekke’ye girdi. Osmanlı ordusunun
Mekke’ye yürüdüğü haberi şehre yayılınca,
Vehhâbî askerleri, kumandanları ile birlikte dağlara
kaçtılar.
Mehmed Ali Paşa, Mekke’ye Şerîf Gâlib Efendinin
kardeşi Şerîf Yahyâ Efendiyi emir yapmıştı.
Sonra bunu da değiştirip, onun yerine Muhammed
bin Avn’ı emir tâyin etti. Sonra, Zavi Zeyd
Mekke emîri oldu.
Bilâhare Muhammed bin Avn tekrar Mekke
emîri, onun ölümünden sonra, yerine halk tarafından
sevilen Abdullah, Mekke emîri yapıldı. Şerîf
Abdullah Mekke’de âsâyişi sağladı. Abdullah’tan
sonra yerine büyük kardeşi Hüseyin geçti.Onun öldürülmesinden sonra da yerine Abdülmuttalib
getirildi. Bu sırada Mekke’ye vâli tâyin
edilen Osman Paşa, Abdullah’ın Şerîf olması için
çalıştı. Ancak Osmanlı Devleti, Avnülürrefik’i
Mekke’ye şerîf tâyin ederek Osman Paşayı geri
çağırdı. Yerine Cemâl Paşa gönderildi. Kısa bir zaman
sonra o da alınarak, görev Safvet Paşaya verildi.
Avnülürrefik’in ölümünden sonra yerine halef
olarak Şerîf Abdullah Mekke emiri tâyin edildi.
Fakat vazifeye giderken yolda ölmesi üzerine
Mekke emirliği Avn’ın yeğeni Şerîf Ali’ye verildi.
1908 meşrûtiyetinden sonra, Ali, bu görevden çekilmek
zorunda kaldı. Bunun yerine yine Avn’ın
başka bir yeğeni olan Şerîf Hüseyin, son şerîf olarak
Mekke emîri tâyin edildi. Osmanlı Devletinin
İttihatçılar eliyle Birinci Dünyâ Harbine girmesinden
ve yanlış politika uygulamalarından sonra
Şerîf Hüseyin, Mekke’de bağımsızlığını îlân etti.
17 Haziran 1908’de Abdülazîz bin Suûd, Ingilizlerin
teşvikiyle bir beyannâme neşretti. Mekke’deki
Şerîf Hüseyin ve onunla birlikte olanlar
kâfirdir. Bunlarla cihâd ediyorum, diyerek Mekke’ye
ve Tâife saldırdı. Fakat, bu şehirleri Şerîf
Hüseyin Paşadan alamadı. 1924’te İngilizler, Şerîf
Hüseyin Paşayı yakalayıp Kıbrıs’a götürdü. Şerîf
Hüseyin Paşa, 193l’de, Kıbrıs’ta kapatıldığı otelde
vefât etti. Abdülazîz bin Suûd, 1924 senesinde
Mekke’yi ve Tâif i rahatça ele geçirdi. 1926 senesinde
de, bütün Hicaz’ı zaptederek, Hicaz Kralı îlân
edildi.
Mekke’nin fazileti: Mekke-i mükerreme, içinde
’’Kâbe-i muazzama” bulunduğundan diğer şehirlerden
daha faziletli ve mukaddes bir şehirdir. Bu
özelliğinden dolayı Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi
ve sellem Mekke’den göç edip sonra tekrar Mekke’ye
döndüğü vakit Kâbe’nin karşısına geçerek:
“(Ey Kâbe) Allahü teâlânın yarattığı en hayırlı
memleketler içerisinde en çok sevdiğim
yer sensin. Eğer senden çıkarılmasaydım ben de
çıkmazdım.” buyurmuştur. Yine bir defâ da; “Kâbe
nasıl en şerefli yer olmasın ki, ona, yalnız
bakmak bile ibâdettir.” buyurmuştur. Yine faziletinden
dolayı Mekke’de iyiliklerin mükâfatı kat
kat fazla olduğu gibi, fenâlıkların cezâsı da (iki)
kattır. Hadîs-i şerîfte bildirildiğine göre: “Mescidi
Aksâ’da kılınan bir rekat namaz, bin namaza;
Mescid-i Nebevîfde kılınan bir rekat namaz on
bin namaza; Kâbe’de kılınan bir rekat namaz
ise yüz bin namaza muâdildir.” Yapılan hesaplara
göre Kâbe’de kılman bir rekat namaz, iki yüz
elli sene, altı ay, yirmi günlük namaza muâdildir.
Mekke-i mükerreme, kuzeyden güneye doğru karşılıklı
uzanan Arafât ve Kabis dağları ile, Sevr ve
Hira Dağının arasında olup, şehrin (eski Mekke’nin)
uzunluğu üç, genişliği bir kilometredir.
Arafât Dağı yaya olarak, Mekke-i mükerremenindurduğu
yerdir. Arafât’tan iki saat beride Müzdelife,
Müzdelife ile Mekke arasında Minâ kasabası vardır.
Minâ, Mekke’nin; Müzdelife, Minâ’nm; Arafât
da, Müzdelife’nin kuzey tarafmdadır. Minâ ile
Mekke arası altı km; Minâ ile Müzdelife arası on
iki km; Müzdelife ile Arafât ar^sı altı km; Safâ ile
Merve arası 330 m, Safâ Tepesindeki kemer ile Kâbe
arası yetmiş metredir.
Mekke-i mükerremede ve civârmda bulunan
mübârek yerlerden bâzıları şunlardır:
1. Kâbe-i muazzama: Mekke’nin ortasında
olup, müslümanların kıblesi, hacıların etrâfını tavâf
ettikleri Beytullah, mukaddes ev. (Bkz. Kâbe)
2. Mescid-i Harâm. (Bkz. Mescid-i Harâm)
3. Makâm-ı İbrâhim. (Bkz. Mescid-i Harâm,
Kâbe)
4. Zemzem kuyusu. (Bkz. Zemzem)
5. Hatîm. (Bkz. Mescid-i Harâm, Kâbe)
6. Safâ: Kâbe-i muazzamanın doğusunda bir
tepe olup, hacda sa’y yapmağa bu tepeden başlanır.
7. Merve: Kâbe’nin yakınında bir tepe olup,
sa’y esnâsında Safâ Tepesinden sonra Merve Tepesine
gidilir. Safâ ile Merve arası 330 metredir.
8. Beyt-i Mevlid-i Nebevî: Peygamber efendimizin
doğduğu evdir. Mekke’nin doğu cihetinde
Şiab-i Ebû Tâlib caddesindedir.
9. Ebû Kubeys Dağı: Kâbe-i muazzamanın ve
Safâ Tepesinin doğu kısmında olup, hazret-i İbrâhim
bu dağın tepesinden insanları hacca dâvet etmişti.
10. Cennet-ül-Muallâ: Mekke’deki kabristanın
ismidir. Hazret-i Hadîce ve bâzı Sahâbe-i kirâm bu
kabristanda medfûndur. Buradaki türbeler ve kabir
taşları, OsmanlIlardan sonra yıkılarak yerle
bir edilmiştir.
11. Hira Dağı: Mekke-i mükerreme ile Minâ
arasında bulunan bir dağdır. Peygamber efendimize
ilk vahy bu dağdaki Hirâ mağarasında gelmiştir.
12. Sevr Dağı: Mekke-i mükerremenin güney
cihetinde bulunan, Peygamber efendimiz ile hazret-
i Ebû Bekr’in Mekke’den Medîne’ye hicretleri
esnâsında gizlendikleri mağaranın bulunduğu dağ.
13. Minâ: Mekke’nin doğusundaki dağların
eteğinden Arafat’a giden yol üzerinde bulunan bir
yerin adı. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesilen ve
cemre (şeytan) taşlamak için gidilen yerdir. İbrâhim
aleyhisselâm oğlu hazret-i İsmâil’i kurban etmek
için buraya götürmüştü. Mekke ile arası altı
kilometre olan Minâ, Mekke’nin kuzeyindedir.
14. Müzdelife: Arafat ile Minâ arasında bulunan,
Âdem aleyhisselâmla hazret-i Havvâ’nın
yeryüzünde ilk kavuştukları yer. Hac esnâsında
burada bir müddet durmak (vakfe) vâcibtir.
15. Meş’ar-i Harâm: Müzdelife’nin nihâyetinde
Cebel-i Kuzah yakınında bir yerdir. Müzdelife
vakfesinin burada yapılması efdaldir.16. Arafat: Mekke-i mükerremenin doğusunda
bulunan, 70 metre yüksekliğindeki tepenin ve
bu tepenin önünde bulunan ovanın ismidir. Kurban
bayramından bir gün önce, Arefe günü burada
vakfeye durmak haccm farzlarmdandır. Tepe, koyu
yeşil taş yığınlarından meydana gelmiştir. Arafat
Ovasının ortasındaki bu tepeye rahmet dağı
mânâsına Cebel-ür-Rahme de denir. Peygamber
efendimiz yüz bini aşkın Müslümana vedâ hutbesini
burada okudu.
17. Hil: Hacda ihrâma girme yerleri olan ve
mîkat denilen yerlerle Mekke şehri, yâni Harem
arasına Hil denir.
18. Harem: Mekke-i mükerreme şehrinden biraz
daha geniş olup, hudûdu İbrâhim aleyhisselâm tarafından
çizilmiş ve yine onun tarafından dikilen taşlarla
gösterilmiştir. Bu taşlar çok kere yenilenmiştir.
Mekke-i mükerremenin fazîleti hakkında hadîs-
i şeriflerde buyruldu ki: ” İslâm beldelerinin
hiç birisi kalmaz ki onu Deccal (orduları) çiğnememiş
olsun. Yalnız Mekke ile Medîne bu istilâdan
ma’sûn bulunur.” ve “Mescid-i Harâm’da
kılınan bir namaz, şâir mescidlerde kılman
yüz bin namazdan efdaldir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir