Yemek vaktine denk getirecek şekilde ziyârete gitmek doğru değildir. Bu şekildeki ziyaret menedilmiştir. Nitekim K ur’ân-ı Kerîmde«Ey îmân edenler, Peygamberin evlerine yemeğe çağrılmaksızın girip de yemeğin pişmesini beklemeğe kalkışmayın.» (33 – Ahzâb : 53) Yâni «tam yemeğe hazırlandıkları sırada evlerine girmeyin» buyu- rulmuştur. Haberde şöyle vârid oldu:
«Dâvet olunmadığı sofraya giden kimse, gitmekle fâsık olduğu gibi, yediği de harâmdır.» Fakat yemek vaktini gözetmediği hâl de, gittiği yerde sofraya tesâdüf eden kimse buyur edilmedikçe sofraya oturmamalıdır. Yemeğe buyur dendiği zamân, onların vaziyetine bakar; gönülden ve seve seve söylüyorlarsa oturur, utandıklarından ve nezâket kabilinden buyur ediyorlarsa oturmaz; «karnım tok» vesaire gibi sözlerle mazeret beyân eder. Acıkmış olup sofra vaktini gözetmeden, karnını doyurmak maksadıyle dostlarından birine git meşinde beis yoktur. Hattâ Resûl-i Ekrem (S.A.V.) ile Hazret-i Ebû Bekir ve Hz. Ömer (R.A.) acıkmış olduklarından, yemek maksadıyle Ebü’l-Haysem ve Ebû Eyyüb el-Ensârî’nin evlerine gitmişlerdir. Bu maksatla, bir dîn kardeşinin evine gitmek, yemek yedirme m ükâfatını ihrâz etmesi bakımından, ona manevî bir yardımdır. Bu, Selefin âdetidir. Avn bin Abdullah el-Mes’ûdî’nin üçyüz altmış dostu var idi. Seneyi bunlar ile devreder, her gün birine giderdi. Bir başkasının da otuz dostu vardı. Her birine ayda bir kere giderdi. Yine diğer birisinin de yedi dostu vardı. Haftayı bunların yanında geçirirdi. Dostlan onları biliyor ve onlar için hazırlanıyorlardı. Ve bunu bir ibâdet sayarlardı. H attâ gittiği evin sâhibini bulamazsa, sadâkatine inandığı ve memnun kalacağından emîn olduğu için, yemeğinden yer, öyle çıkardı. Aç olan kimse, dostunun evinden izin almadan karnını doyurabilir.
Zâten izinden gâye rızâdır; izin ise zımnen mevcûddur. Çok kimseler sarâhaten müsâade eder, fakat gönülden râzı değillerdir. Bu gibilerin yemeğini yemek mekrûhtur. Fakat müsâadesi almamıyan ogibi gâiblerın yemeğini yemek, mahbûb ve sevimlidir. Nitekim K ur’- ân-ı Kerîmde bu şekilde, evlerinden yemek yenebilecekler arasında bir de:
«Yalıud dostlarınız»
buyurulmuştur.
Yâni tevekkel de olsa bunların evlerinden yiyebilirsiniz. Hattâ Resûl-i Ekrem Efendimiz bir gün Berîre’nin [Hazret-i Âişe’nin azadlısı olan bir kadındır] evine girdi. Berîre’de, kendisine hediye edilmiş et yemeği vardı. Resûl-i Ekrem ondan yedi ve:
«Hediye yerini buldu» diyerek oradan ayrıldı.
Çünkü Berîre’nin buna memnun olacağını biliyordu. Binâenaleyh kat’î olarak izin vereceğini bildiği kimsenin evine böyle müsâadesiz gitmek caizdir. Aksi hâlde mutlaka müsâade almadan girilemez. Muhammed bin Vâsi’ ve arkadaşları, izinsiz Hasan-ı Basri’nin evine girer ve bulduklarını yerlerdi. Hasan-ı Basrî bu hâli gelip gördüğünde hoşuna gider, memnun kalır ve:
«İşte biz böyle isteriz.»
derdi. Hasan-ı Basrî bizzât kendisi de bâzı bakkal dükkânlarının yiyecek maddelerinden birer tâne alır yerdi. Hişam, kendisine:
—- Yâ Ebâ Sa’îd! Sen ki takvâ husûsunda çok titizsin. Bu yaptığın nedir? Deyince, Hasan-ı B asrî:
— K ur’ân’daki «ekil» âyetini oku, dedi. Hişam :
«Yahut sâdık dostlarınız» âyetini okuyunca, Hasan-ı Basrî:
— İşte dostun yemeği yenir, dedi. Hişam :
— Sâdık kimdir?
Diye sordu. Hasan-ı Basrî :
— Sâdık, canının meylettiği ve gönlünün kendisi ile huzûr bulduğu kimsedir, dedi. Bir cemâat Süfyân-ı Sevrî’nin evine gitti ve kendisini evde bulamadılar. Hemen kapıyı açıp, sofrayı kurarak yemeğe başladılar. Tam o esnâda Süfyân-ı Sevrî de içeri girdi: «Yahu ne güzel yaptınız. Siz böyle yapmakla bana Selefin ahlâkını hatırlattınız. İşte onlar böyle yaparlardı» dedi. Yine bir cemâat, Tâbiînden bir zâtı ziyârete gitti.
Ne yazık ki bu zâtın söfraya koyacak bir şeyi yoktu. Hemen komşusuna koştu, komşusunu evde bulamadı. Tencereye baktı, yemek pişmiş, dolaba baktı ekmek var. Hemen aldığı gibi doğru misâflerine getirdi. Hâne sahibi bunu öğrenince: «Çok güzel yaptın. Onlar bir daha böyleuğrarlarsa, yine hiç çekinmeden aynı şeyi tekrarlayabilirsin» dedi İşte eve girmenin ve misafirliğe gitmenin âdabı budur.