MUCİZELER
Alışkanlık perdesiyle körleşen gözler, her biri bir kudret mucizesi olun mevcutlara, gafletle, sıradan şeylermiş gibi bakar. Bu yüzden, gün gelir, “il açık mucizeleri bile akıldan uzak gö-tüp inkâra yeltenir. Nitekim, içinde yaladığı herşeyin öylesine oluverdiğini
zanneden nazarlara, Âdem’in topraktan yaratılışı da sığmaz, ateşin İbrahim’i yakmaması da. Onlara göre, Musa’nın asasının vurduğu yerden su çıkarması da, Yunus’un balığın karnında yaşadığı yolculuk da akla sığmaz. Gözünü apaçık inkânn bürüdükleri çok bilmiş bir edayla bu mucizelere açıkça ilişmeye yeltenirken, içlerinden daha insaflı olanları bunun akla sığmadığı, bir ‘inanç meselesi“ olduğu yorumunu getirirler.
Halbuki, bu apaçık mucizelerin birer örneği, her zaman ve her mekânda, umum insanlara arzedilir. Hangi peygamber mucizesini alırsanız alın, bir nümûnesini kendi yaşadığınız zamanda da görürsünüz.
Meselâ, ateş ilk ve son kez İbrahim’i yakmamış, ama onun dışında hep yakıyor değildir. Ateşin İbrahim’i (a.s.) yakmamasını akıldan uzak görenler, sonbaharda havalar serinlediği, hâlde sararan yapraklann yazın en sıcak günlerinde dahi yanmadan, sararmadan, yemyeşil kalmasına dikkat etseler, elbette bu mucizenin değil ‘imkânsız’lığını, her daim sergilendiğini göreceklerdir.
Her bir ağaç, yapraklarıyla ateş karşısında İbrahim aleyhisselamın mazhar olduğu mucizenin bir nümûnesini sergilediği gibi; kökleriyle de asâ-yı Musa (a.s.) ile sergilenen mucizenin bir örneğini gösterirler. Nasıl Musa aleyhissela-mın kuru daldan yapılmış asâsı vurduğu yerden su çıkarıyorsa, yumuşacık ve incecik kökler de vurduklan yerden su çı-kanrlar. Hatta, o ipek gibi incecik kökler, sert kayalar arasından dahi, izni ile ihtiyaçlan olan suya ulaşırlar.
Yâ Yunus’un balığın karnında yaşamasına ne demeli? Yaşadığı kâinata ib-n’l ve dikkat nazarıyla bakmayan göz-lı’t, bunu da akıldan uzak görüyorlar, Uu insan balığın karnında nasıl gıdaları ır, nasıl nefes alır, velhasıl nasıl canlı Mır; buna hiç mi hiç akıl erdiremiyor-Lır,
1 lalbuki, insan için, akla bunun ka-tl.ır uygun gelecek çok az şey vardır. C ’imkü, Yunus aleyhisselamm mazhar olduğu, her insan bir benzerini muhakkak yaşadığı bir mucizedir. Yunus aley-lıısselam belki iMİıuz birkaç gün balığın karnında kıilırııştır; peki,
. ıltlı bunu alma->mii insan, kendirinin dünyaya gelininin nasıl oldu düşünüyor?
t ıkıız ay su için-iken beslenip nefes alması, o su dolu torbacığın iı.ınde gözle görülmez bir hücre iken elli •■cintimlik bir bebek şekline getirilişi İnç mi aklına gelmiyor? Yoksa, bunu, lılt kudret mucizesi olduğu halde karanlığına attığı için mi Yunus aleysisselanmın mazhar olduğu mucizevi aklına sığıştıramıyor?
Benzer bir durum, Adem’in yaratılışı i(,in de geçerlidir. inançsız insana Adem’in topraktan yaratılışı mümkün i|tvükmediği için, o, insanın maymun-ılıin geldiğini düşünür. İnanan çoğu in-’.ıiıı ise, insanın atasının Adem olduğuna, Adem’in de topraktan yaratıldığına ııı.ınır; ama tahkik edilmemiş bir inanç-Itt bu. Nitekim, meselâ kendisini, top-ı, ıklan yaratılmış olarak düşünemez.
Topraktan yaratılan, yalnızca Âdem’dir ona göre. Gerisi, etten kemiktendir.
Halbuki, topraktan yaratılmayan tek bir insan yoktur. Yani, Âdem’in topraktan yaratılması mucizesinin bir nümû-nesi her zaman ve mekânda sergilenmektedir.
Öyle değil mi?
Her birimiz, anne karnında adım adım büyütülüp, doğuma hazır bir bebek haline getiriliyor; bu minvalde annemizin yediklerinin hülâsası olan gıdalarla besleniyoruz. Peki, annemizin yedikleri nereden geliyor? Ekmek, yağ, domates, patates, et, zeytin, karpuz, üzüm., yediğimiz herşey topraktan değil mi? Topraktan çıkıp gelmeyen tek bir sebze, tek bir meyve, tek bir tahıl mı var?
Öte yandan, hayvanların eti, sütü, yumurtası da, en nihayeti, onlann topraktan yedikleri şeylere dayanıyor. Hatta, denizdeki balıklar bile, deniz altında kalan topraklarda yetişen yosun ve benzeri bitkilerle, yahut bu bitkilerle beslenen başka deniz hayvanlanyla besleniyorlar.
Velhasıl, ister domates yiyelim, ister yoğurt, ister et, ister balık; hücrelerimizi, dokularımızı, organlarımızı, kısacası vücudumuzu teşkil eden herşey topraktan geliyor. Hepimiz her an topraktan yaratılıyoruz.
Bizi çepeçevre kuşatan kâinata bu nazarla bakabilsek, herşeyde bir kudret mucizesi görebilsek, havsalamız ve de iman ufkumuz öylesine genişleyecek ki
Tevrat’a baktığımızda büyücülerin Hz.Musa ve Hz.Harun’un gösterdiği mucizelere benzer maharetler gösterdikleri ve bazı sihirlerinin onlara denk olduğu yazılıdır. Mucizeler, Allah tarafından sadece Peygamberlerine ihsan edildiğine göre, böyle bir iddianın kabul edilmesi elbette mümkün değildir.
Halbuki Kur’an, büyücülerin sadece insanlann gözlerini yanılttıklannı, daha fazla birşey yapamadıklannı bildirir. Bu açıdan da Kur’an ile Kitab-ı Mukaddes arasında çok önemli bir fark vardır. HÂMÂN MESELESİ
Hâmân, bilindiği gibi Kur’an’da ismi geçen ve Firavun’un yanında yer alıp bir bakıma onun başmiman konumundaki bir kişidir. Kitab-ı Mukad-des’te Hâmân’dan hiç bahsedilmez.
Ben, “Hâmân” kelimesini Eski Mısır yazısı ile yazıp uzmanlara gösterdim ve tesir altında kalmamaları için bunun Kur’an’da değil de 7. yüzyıldan kalma bir Arap belgesinde geçtiğini söyledim. Uzman bana bu kelimenin 7. yüzyıldan kalma bir Arapça belgede yer almasının mümkün olamayacağını, çünkü o dönemde henüz Hiyeroglif yazısının bilinmediğini söyledi. Ve bu kelimenin