NUR
NUR i. (ar. nür). Işık, aydınlık: Yıllarca dalardım solgun rengine tGüneşten nur uman gözler yanmasa (F. N. Çamlıbel). Göz yumma güneşten, ne kadar nuru kararsa / Sönmez ebedi, her gecenin gündüzü vardır (Tevfik Fikret). || İlahî bir kuvvet tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık, ışık: O nuru gönder İlâhî, asırlar oldu yeter / Bunaldı milletin âfakı, bir sabah isler (M. A. Ersoy). Çünki Hazreti İsmail’in alnında bir nur var idi. Ülker yıldızı gibi parlardı (Cevdet Paşa). Kuru Kadın Okurken önündeki mezarın birden yeşil nurlarla tutuştuğunu gördü. Sesi kısıldı, dudaklarını oynatamadı, çeneleri kitlendi (Ömer Sey-feddin). || Esk. Kur’an’ı Kerim.Nur gibi, parlak, pırıl pırıl; Uykular aydınlık nur gibi / Neden sularda mavilik (F. H. Dağlarca). Nurlu, kutsal: öyle nur gibi bir ağızdan çıkan sözleri kim yalan zanneder (Namık Kemal). II Nur içinde yalsın!, sevilen ve sayılan bir ölüden bahsederken kullanılır: Büyük şairdi Rıza Tevfik. Çok fey, çok şey öğrendim ondan. Nur İçinde yatsın (Y. Z. Ortaç). Hey Nuri Efendi. Aziz ustam nur içinde yat. (A. H. Tanpınar). || Nur inmek, kutsal bir yere gökten İlâhî ışık yağmak. || Nur ol!, beğenme ve teşvik sözü. || Nur topu (gibi), tombul, sıhhatli ve güzel çocukları nitelerken kullanılır. || Nur yüzlü, saygı uyandıran, pak yiizlü ihtiyarlardan bahsederken kullanılır. || Göz nuru. Bk. Göz. ‘
— Esk. Nur-bahş, etrafı aydınlatan, nur-landıran. || Nur-efşan, nur saçan. || Nur-ı Âlem («dünyanın nurun), Hz. Muhammed. || Nur-1 ayn (çeşm veya dide), çok sevilen kimse (özellikle evlât): Nur-ı dîdem beni sen sonra da glryan ettin (Cenab Şaha-beddin). || Nur-ı uzrâ, Meryemana. || Nur-ı cenân, meşhur bir lâle. || Nur-ı İlâhî, İlâhî nur, Tanrı nuru. || Nur-ı iman, inanmanın veıdiği iç huzur. || Nur-ı Mübin (Nuhustin veya Peşin), Hz. Muhammed. || Nur-ı sade, saf nur, Tanrı ışığı. || Nur-ı tecelli, manevî yönden aydınlanma. || Nur-ün-alâ nur («nur üstü nur»), çok âlâ, pek iyi.
— Coğ. Esk. Cebeli Nur (veya Cebelün Nur), Mekke’deki Harra dağı.
— Din. Suretün Nur, Kur’an-ı Kerim’de bir sure.
— Tasav. Tanıı’mn, evrende görünüş alanına çıkışı, Hz. Musa’ya Turı Sina’da görünüşü.
— ANS1KL. Tasav. Bazı mutasavvıflara göre Tanrı, her türlü tanım ve nitelemenin sı-nıılarını aşan, belli bir yer ve zamana sığmayan nur’dur. İnsanın gönlünü, ruhunu aydınlatan, anlamayı, görmeyi sağlayan bu nurdur. İnsan, Tanrı nuru ile görür. Tanrı, (izcilikle kâmil insanın gönlünde nur olarak ortaya çıkar (tecelli edeı). İnsan ruhu, bir nur olan tanrısal evrenden ayrılarak beden adı verilen zindana, karanlıklar ülkesine atıldı. Bu yüzden, sürekli olarak geldiği yere, nur âlemine dönmenin özlemi içindedir. Bütün varlıkların özünde Tan-rı’nın yüceliğini gösteren bir nur vardır. Tanrı, nur olarak bütün varlık türlerine yayılır, bütün evreni kuşatır. Ancak, bu tanrısal ışığı, gönlü Tanrı sevgisiyle dolmayan, içi Tanrı nuruyle aydınlanmayan göremez. Tasavvuf tarihinde, bütün varlık türlerinin, bir nur kaynağı olan Tanrı’dan geldiğini, her şeyin özünün nur olduğunu, Eflatun’un idea’lanna benzer biı nitelikte ortaya ataıak bu görüşe belli bir felsefe çığırı niteliği kazandıran Şahabeddın Süh-reverdî’dir. Heyakilü’n-Nur (Nur Heykelleri) adlı eserinde bu görüşü savunan Siih-reverdî’ye göıe, insan tanrısal yeteneklor taşıyan bir varlıktır. Tanrısal gerçekler, yalnız, nurla aydınlanan bu yeteneklerle kavranır. İnsanın, tanrısal gerçekleri kavraması, özündeki nur yüzündendır. Bazı mutasavvıflara göre, Tanrı’ya yakın olan ve «mukarribun» adı verilen bütün melekler de Tanrı nurundan yaratıldı.
Tasavvufun ve İslâm dininin nurla ilgili düşünceleri, özellikle tanrısal evrenin bir nur kaynağı olduğu anlayışı Eflatun un idea’lar görüşünden gelir. Daha sonraki devirlerde değişik yorumlara uğrayan ıdea felsefesi, Plotinos’un elinde İslâm dinme ve tasavvuf anlayışına uygun bir mtehk kazandı. Sühreverdî, Gazzalı, Celâleddını Rûmi, Muhiddin Arabî, Feridüddin Attar gibi felsefeden çok tasavvufa bağlanan düşünürlerin nurla ilgili görüşlerinin kaynağı Plo-tinos’tur. (M)