Genel

OK

OK

OK

OK

OK

OK i. (esk. türk. k.). Yayla atılan ve ucunda sivri bir demir parçası bulunan kısa ve ince tahta çubuk: Ok atılır kalasından / Hak saklasın belâsından (Köroğlu). [Bk. ANS1KL. Sil. bölümü.] [| Yön göstermek için çeşitli yerlere konan oka benzer işaret. |1 Ok atmak, yayı gererek oku fırlatmak.
— ÇEŞ. DEY. ok gibi fırlamak, çok hızlı gitmek. || Ok meydanında buhurdan yakmak, küçük bir şeyden büyük sonuçlar çıkarmağa uğraşmak. || Ok yaydan çıktı (veya yayından fırladı), «iş işten geçti» anlamında artık bir şey yapılamayacağını belirtmek için kullanılır. || Oka tutmak, üst üste ok atmak: Urve ibni Mesud’u oka tuttular ve biçareyi okla vurup şehit ettiler (Cevdet Paşa).
— Arabacılık. Atları arabaya koşmak için araba kolları yerine takılan ve bir eksen etrafında hafifçe dönebilen uzun çubuk.
— Ask. Ok mazgalı, yayla veya arbaletle ok atmak için duvara açılmış dar uzun delik. (Bk. HİSAR.) || Ok tabya, burçlu tahkimatın en az 60°’lik bir dış açı biçiminde dışarıda kalan parçası, yarım ay tabyaya benzer. (Ok tabyalar, sahra tahkimatında, bir geçidi veya çıkış noktasını korumak için kullanılır.)

— Havc. özellikle havanın sıkışma bölgesinde, havayı kolayca yarabilmesi için, bir kanadın hücum kenarına verilen eğiklik. Eşanl. SEH1M. Bk. ANSİKL.
— Mat. Bir çember yayının ortasından, bu yayı gören kirişe-indirilen dikme. (Çemberin yarıçapı R, kirişin uzunluğu c ise, ok Daha R_y’R*_ÎÎ^ ’e eşittir.)
genel olarak, bir eğri yayı kirişinin, bu kirişe paralel olarak çizilebilen teğetten uzaklığı. Eşanl. SEH1M.
— Metrol. Ok atımı, 400 adım (zirâ*) [300 m] tutan eski bir uzunluk birimi. (Bir ok, en çok bu uzaklığa kadar atılabildiğinden bu ad verilmiştir.) || Terazi oku, uçlarına terazi kefeleri asılan yatay madenî çubuk.
— Okçuluk. Ok ayaklamak, [kırılan ok için] tamir etmek. || Ok kaçırmak, [ok için] umulandan fazla uzağa gitmek. || Ok men-ziltaşı, kemankeşlerin, ok atma yarışmasında attıkları okların düştüğü yere dikilen hatıra taşları. || Ok meydanı, okçuluk talimlerinin veya yarışların yapıldığı alan. Bk. ANSİKL.
— Sil. Ok kertiği, okun alt tarafma, yayın veya arbaletin gergin ipinin üzerinde durmasını sağlamak amacıyle yapılmış çentik. || Ok kılıfı, okçunun oklarını, hattâ bazen yayını da içine koymasına yarayan kılıf. (Bk. ANSİKL.) || Ok temreni, okun ucundaki sivri demir, kemik v.b. parça. (Ok demiri de denir.) || Ok yeleği, okun hareketini düzenlemek amacıyle yapılmış olan
* tüylü arka kısmı. (Kundaklı yay oklarının tüyler takılı olan arka kısmında tahta veya bakırdan iki kanatçık bulunurdu. Tüy, bazı modern füzelerin kuyruklarında da kullanılır.) || Ateş oku, eskiden yangın çıkarmak amacıyle kulianılan, yanıcı maddelerle donatılmış ok. || Çift omuzlu ok, ok ucunun sap kısmiyle birleştiği yerin sağ ve solunda, ok ucuna ters yönde çıkıntıları bulunan ok. || Kurşunlu ok, eski devirde kullanılan, kurşun topuzlarla takviye edilmiş ok. (Etki gücü daha çok olan bu oklar özellikle zırh elbiseleri delmek için kullanılırdı.) || Mahmuzlu ok, ok ucunun sap kısmında ok ucu ile ters yönde yer alan ince uzun çıkıntısı bulunan ok. (Bu çıkıntı okun saplandığı yerden kolayca çıkmamasını sağlar.) || Sap delikli ok, sapın tahta kısma iyi tutturulmasını sağlamak için açılmış deliği bulunan ok. (Ok ucu madenî bir parçayle tahta kısma tutturulur.) || Sap deliksiz ok, ok ucunun sap kısmı deliksiz olan ok.
— Spor. Bk. OKÇULUK.
— Taşıma. Vinç oku, vincin makaraya bağlanan ahşap kısmı.
— Teşk. tar. Ok parası, Osmanlı devletinde, Bostancılar kethüdalığma tayin edilen haseki ağaya sarık ve mücevveze kavukla birlikte verilen para.
— Zır. Saban demiri ve sabanın diğer parçalarının bağlı olduğu madenî veya ahşap uzun çubuk. || Pulluğun en uzun parçalarından biri.
— Zool. Ok kuyruk, bazı kuş bilginlerinin büyük tropik kuşuna verdikleri ad. || Ok yılanı, bir yılan cinsi. (İlmî adı Zamenis gamonensis.)
Ok kavramının türk edebiyatında geniş bir yeri vardır. Oğuz Destanına göre Oğuz Kağanın veziri Uluğ Türük, bir gece rüyasmda bir altın yayla üç gümüş ok gördü. Rüyasını Oğuz Kağana anlattı. Oğuz Kağanın oğullarmdan üçü (Gün, Ay, Yıldız) altın yayı, üçü de (Gök, Dağ, Deniz) üç gümüş oku bulup getirdiler. üçoklar ve Bozoklar boyları bu şekilde meydana geldi. Dede Korkut kitabındaki hikâyelerden birinde de Türk’ün alp (kahraman) sayılabilmesi için, uçan kuşları okla düşürebilmesinin gerektiği yazılıdır. Tuğrul Bey, kendi özel mektuplarında ok ve yay motifini tuğra olarak kullanıyordu. Bağdat seferi sırasında (1055) halifeye yolladığı mektubun başında da ok ve yay motifi vardı. Divan edebiyatında daha çok Farsça tîr ve hadengo olarak geçen ok, sevgilinin, güzelin kirpikleri, süzgün bakışları, â-şığm gönlünde yara açan gamzeleri anlamında kullanılır. Türk edebiyatına İran ve arap edebiyatlarından geçen bu kavram, zamanla soyutlaştırıldı. Ok kavramı, yay anlamına gelen keman kavramıyle yan yana kullanıldı. Yaya benzetilen kaşlarla oka benzetilen kirpikler arasında sürekli bir bağlantı kuruldu. Bakışlar, kirpikler ve gamze*ler, bu yaylardan fırlatılan oklar olarak yorumlanır. Ok kavramı, halk edebiyatında da yaygındır. Köroğlu, Dada-loğlu gibi daha çok kahramanlık konuları m işleyen şairler oku, bir silâh olarak şiire geçirdiler.
— Etnogr. Okun boyu yaklaşık olarak 20 santimetreyle 2 metre arasında (Amerika) değişir. Dengesi, özelliklerini tayin eden unsurdur. Ağırlık merkezi çok zaman okun ilk üçte ikisini meydana getiren kısımdadır. Bazı oklarda kuyruk takımı yoktur (Siyah Afrika). Çok zaman da, kuyruk takımı kuş tüyleriyle kaplıdır. Bu tüyler oka değişmez bir yön sağlamak amacıyle takılmıştır. Küçük hayvanları yaralamadan vurmak amacı güdüldüğü zaman okun ucu sivri olmayabilir (Sibirya). Ayrıca zehirli oklar da vardır.
— Fels. ve Mant. Ok kanıtı, Elea’lı Ze-non’un ünlü bir paradoksudur. Hareketin imkânsız olduğunu belirtmek için ileri sürülen bu paradoksa göre, atılan bir okun belli bir mesafeyi aşması için önce bu mesafenin yansını, daha önce dörtte birini, bundan önce sekizde birini, v.b. aşması zorunludur ve bu sonsuza kadar böyle sürer (uzay sonsuz olarak bölünebilir farzedilmiştir). Bundan dolayı ok, sözü geçen sonsuz sayıdaki mesafelerin hepsini hiç bir zaman aşamayacağı gibi ok’un havalanması da imkânsızdır. Bu kanıt da Zenon’un öteki kanıtları (Akhil-
leus ve kaplumbağa, stadyum) gibi hareket kavramındaki çelişkileri ve öte yandan eşyada ortaya çıkan değişmeleri, mantık kavramlarına indirgemenin imkânsızlığını göstermek amacını güdüyordu. Ne var ki, Zenon’un Akhilleus ve kaplumbağa kanıtı gibi ok kanıtı da, yakınsak seri kavramıyla matematik olarak çözümlemek mümkündür.
— Havc. İlk zamanlarda bütün kanatların hücum kenarları, hareket eksenine hemen hemen dik olacak şekilde yapılırdı. Sesin hızına yakın hızlarda uçan taşıtlar yapılınca, kanada bir ok (sehim) verildiği zaman
o noktadaki çarpma dalgalarınm daha geç meydana geldiği ve kanadın havayı daha iyi yardığı görüldü. Sonunda çeşitli tiplerde ok biçimi kanatlar yapıldı. En yaygını oku arkada olan kanat tipidir. Bununla birlikte İkinci Dünya savaşı sırasında Almanlar, önden oklu kanat takılmış çeşitli uçak modelleri denediler. Bugün ok genişliği tatbik profilinden uca kadar değişen kanatlar yapılmaktadır, bunlara hilal kanat adı verilir.
— Okçuluk. OsmanlIlarda okçuluğa büyük önem verilirdi. Sık sık yarışmalar düzenlenirdi. İstanbul’da ok yarışmalarının yapıldığı en ünlü alan Kasımpaşa ile bugünkU Darülaceze arasında, Haliç’e bakan sırtlar üzerindeki okmeydanı’ydı. Fatih Sultan Meh-med, İstanbul’un fethi sırasında, donanma karadan Haliç’e indirilirken otağını bu alan üzerine kurmuş ve harekâtı aynı yerden takip etmişti. Fetihten hemen sonra burası okçuluğa ayrıldı, bu konuda bir de hattı şerif çıkarıldı, meydanın çevresine sınır taşları dikildi. Aynı dairede meydanın yakınına bir cami yaptırıldı. Sonradan bazı hayırseverler ve padişahlar bir vakıf kurarak cami yakınma tekke ve matbah yaptırdı. Ok meydanında sadece ok atma yarışması değil, pehlivan güreşleri, koşular ve at yarışları da yapılırdı. Meydanın bir kenarında devlet ilerigelenleri ve yabancı devlet temsilcileri için Mimar Sinan tarafından bir kasır yapılmıştı. Ok meydanlarının sayısı OsmanlIlarda otuza kadar yükseldi. Edime, Cidde, Belgrad, Kahire, Bağdat, Üsküp, Bursa, Amasya, Şam, Diyarbakır gibi şehirlerde İstanbul’daki ok meydanının benzerleri yapıldı. İstanbul’da Hasköy sırtlarındakinden başka Yenibahçe, Davut-paşa, Kâğıthane gibi semtlerde de ok atışları yapılan meydanlar vardı. Ancak bunların en ünlüsü bugün de Okmeydanı a-dıyle anılan yerdi. Yarışmaların yapılacağı gün davetliler ve halk, Haliç’ten, Boğaz’-dan ve Anadolu yakasından kayıklarla meydanın iskelesi olan Hasbahçe’ye gelirdi. Buraya sonradan Aynalıkavak kasrı yapıldı. Ok meydanında spor için aynlan bölümden başka halkın gezmesi, hava alması, dinlenmesi için ayrılmış yerler de vardı. Ünlü kemankeşler adına dikilmiş ok menzil taşlarının kalıntıları bugüne kadar gelmiştir.
— Sil. Bir ok üç parçadan meydana gelir: başı (veya ucu), sapı ve kuyruk takımı. Ok başı önceleri çakmakta-şıyle yapılırdı, daha sonraları çakmaktaşı-nın yerini bronz, demir veya çelikten bir parça aldı. Demirin çıkmasına engel olmak için, ok ucu çok zaman dişli yapılırdı. Genellikle dişbudak gibi hafif ve sert bir ağaçtan yapılan ve uzunluğu yaklaşık olarak yayın boyunun yarısı kadar olan ok sapının alt ucunda yay ipini kuvvetle çekmeyi sağlayan bir kertik vardır. Sap üzerindeki kuş tüyleri veya kanatçıklar, kuyruk takımını meydana getirir ve okun yörüngesindeki dengesini sağlar. Ok, Avrupa’da XVII. yy.a kadar çok kullanıldı. (Bk. OKÇU.) Yanıcı veya yakıcı maddelerle donatılmış olan oklara ateş oku adı verilirdi. Arbaletlerle atılan oklar da biçimlerine göre çeşitli adlarla anılır.
• Ok kılıfı. Kapağı olmayan, bundan dolayı da biçimi arbaletli askerlerin oklarını koydukları çantadan değişik olan ok kılıfı, sırtta sol kürek kemiğinin üzerinde taşmır, böylece de okçunun oklarını omuzu üzerinden kolayca çekip almasını sağlardı. Savaş sırasında ise okçu ok kılıfını boşaltarak oklarını sol ayağının altında muhafaza ederdi.
— Tar. Ok, prehistorik devirden sonraki tarih çağları içinde çok önemli bir savaş ve av silâhı olarak kullanıldı. En eski örnekleri Mezolitik devirden itibaren görülür, özellikle Orta Asya, Mezopotomya, ön Asya ve Mısır kültürünü kapsayan yerleşme merkezlerinde, mezarlarda yapılan arkeolojik araştırmalarda ele geçirildi. Paleoli-tik devrin tek silâhı, taştan el baltalarıydı. Bunlar, aynı zamanda «âlet» olarak kullanılırdı. Ancak, mezolitik devirden sonra taş işçiliğinin gelişmesi ve mikrolitlerin ortaya çıkışıyle ok uçları da işlenmeğe başlandı. İlkel örnekler ağaçtandı. Bu devrede malzeme olarak sileks ve obsidyen kullanıldı. Ayrıca kemikten olanları da vardı. Araş-, tırmacılar ok uçlarının çeşitlerine göre «savaş» veya «av» tiplerini ayırmağa çalıştılar. Neolitik devirden itibaren Orta Asya Kurgan kültürlerinde, Bakır devrini de içine almak üzere Geç Bronz evresine kadar taştan yapılmış «çift omuzlu» tipler kullanıldı. Bunların uzunca olan sap kısmı kamış veya ağaçtan bir bedene geçirilirdi, ön Asya’da özellikle Natufiyan ve Mısır’daki Ba-darî kültürlerindeki ok uçları en güzel örneklerdir. Bunlarda malzeme olarak sileks, obsidyen ve kemik kullanılmıştır. Bronz çağından sonra ok uçlarında genel olarak büyük bir gelişme görülür. En tipik örnekler, Kurgan kültürlerinde bulunmuştur. Bronz tipler M.ö. 2000’in başından itibaren ortaya çıktı. M. ö. VIII. – VII. yüzyıllarda demir ok uçları yapılmağa başlandı. Fakat genellikle bronz tipler çoğunluktaydı. Bunlar biçim bakımından söğüt ve defne yaprağı şeklinde «sap delikli» veya «sap deliksiz» olarak işlenmişlerdir. Tipik bozkır ok uçları «mahmuzlu» tiplerdir. En eski örnekleri G’üney Rusya Bronz çağ kimmer kültürlerinde görülür. Iskitlerle birlikte ok teknolojisi en yüksek safhasına erişti. İskit okları çift veya üç omuzlu ve «mahmuzlu» tiplerdir. Mahmuz, ok bedeninin sap kısmından itibaren sivri bir uç şeklinde çıkıntı yapar; böylece hedefe saplanan ok ucunu çekip çıkarmak imkânsızlaşır; çıkarılırsa yara büyür. Bunlar «sap delikli» olarak işlenmiştir. Uç, ince uzun ahşap beden içine girer. Ahşap bedenin arkasına takılan tüyle denge sağlandığı ve bunun oka yön verdiği anlaşılıyor. Bazı ok uçlarında görülen özel delikler «zehir yuvaları» olarak nitelendirilir. Bu deliklere doldurulan zehirle okun öldürme gücü arttırılır. Iskitler, Grekler tarafından «atlı okçular» olarak adlandırılırlar. Bir İskit atlı savaşçısının ok sadağında (ok kılıfı) 300-400 tane ok bulunurdu. lskitlerde okun sosyal yaşantıda da özel bir yeri vardı. Herodot’un bildirdiğine göre, lskitlerde nüfus sayımı, insan başına bir ok ucu toplanarak yapılırdı. Kralların cenaze törenlerinde (Hunlarda olduğu gibi) sol kol, ok ucuyle kanatılır; böylece, acı duyarak krala karşı son görev yerine getirilirdi.
Bu devredeki Mezopotamya ve ön Asya kültürlerinde görülen ok uçlarının da belli bir geleneği vardı. Bunlar daha çok söğüt yaprağı şeklinde «sap delikli» tiplerdir. Ancak M.ö. VIII. yy.dan sonra İskit ve kimmer tiplerinin çeşitli türleri, bu devletler tarafından benimsenerek taklit edildi. «Mahmuzlu» tip çok kullanılıyordu. Doğu Anadolu’da görülen yerli tiplerin büyüklükleri mızrak uçlarına yakındır; urartu merkezlerinde bunların tipik örnekleri bulunmuştur. öteki tipler anonimdir; kafkas etkileri açıkça görülür. Bunlardan Ksenop-hon da bahseder. Doğu Anadolu’da yaşayan dağlı kavimlerden Kardukların yayları bir adam boyundaydı ve okçular oturarak bunları ayaklarıyle gerer ve okları fırlatırlardı. Eski imparatorluk devrinden Büyük Hitit imparatorluğu çağının sonuna kadar ince söğüt yaprağı şeklinde oluklu tipler kullanıldı. Frig ok uçlan daha çok yerli anadolu tiplerine benzer. Med ve pers ok uçlan arasında dörtgen kesitli sap delikli tipler vardır. Yaprak şeklinde oluklu olanlar asur geleneğini devam ettirir. Batı’ya doğru yöneldikçe ok uçlarının ince uzun bir biçim kazandığı görülür. Sap delikli tipler genellikle üçgen kesitlidir. Grekler ve Romalılar daha çok demir ok uçlarını benimsediler. Bunlar yaprak şeklinde ve kanatlıdır. Uçlar Dcğu’dakilere göre büyüktür. Küçük tiplerin av silâhı olarak kullanıldığı biliniyor. Bunların geliştirilmişi olan ateş okları, özellikle şehir kuşatmalarında kullanıldı.
• Araplarda. Araplar, lslâmiyetten önceki dönemlerde, özellikle cahiliye devrinde ve lslâmiyetten sonra ok yapmakta ve kullanmakta çok ustaydılar. Oku hem savaş, hem de av silâhı olarak kullanıyorlardı. Arap kavimleri arasında nişancılıkta çok usta olan okçular vardı. Bunlara remmatül hadak (gözünden vurucu) denirdi. Ok atıcıları bir ceylânı gözünden vurabilecek kadar usta nişancıydılar. Köstebeği ağaca bağlayarak, hayvanın vücudunda hiç bir parça kalma-ymcaya kadar nişan talimi yaparlardı. Bizans ile yapılan savaşlarda islâmların ok atmadaki üstünlükleri, rumları yenmelerindeki başlıca etkenlerden biri oldu. İslâm kumandanları okçuların eğitimi üzerinde özellikle dururlardı. Kur’an’da da «Din yolunda savaşan usta okçulara Tanrı’nm müjdeleri vardır» şeklinde ayet ve sureler yer almıştır.
• Türklerde. Ok, Orta Asya’da yaşamış türk kavimleri arasında çok eski zamanlardan beri biliniyordu. Bu bölgede, birçok yerde yapılan kazılarda ele geçen buluntular arasında çeşitli tipte ok uçlarına rastlandı. Göktürk çağma ait Tula ve Orhon bölgesinde bulunan ok uçları «üç yapraklı ok» tipindeydi. Altaylar’da Kuray mezarlarında bulunan ok tipleri de aynı biçimdeydi. Ancak, bunların temrenlerinde, temrenle iğne arasında yuvarlak bir kısım vardı. Tuyahta ve Katanda oklarında da bu yuvarlak kısım bulunuyordu. Altay’da taştan yapılmış ok uçlarının yanı sıra kemik ok uçlarına ve biçimleriyle kemik ok uçlarını andıran demir temrenlere de rastlandı. Islâmiyetin kabulüne kadar Türkler ok saplarının yapımında çeşitli ağaç ve kamış malzeme kullanıyorlardı. Başlıca ok ucu türleriyse şunlardı: çakmaktaşından. ıslıklı, çavuş, çatal, dikdörtgen, delikli, üç yapraklı, iki dilimli, kemik, sivri, dilimli, üç dilimli, yassı. Bunların yapımında çeşitli madenlerden de yararlanılırdı.
Islâmiyetin kabulünden sonra kurulan türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda okun önemi büyüktür. Selçukluların ilk zamanlarında ok, hukukî sembol olarak kullanılıyordu: Tuğrul Beyin paralarında yayla birlikte ok resmi de vardı. Ayrıca Oğuzlar (Türkmenler) eski geleneğe uyarak üçok ve Bozok diye iki kola ayrılırlardı. Türk ordularında çok sayıda okçuya yer verildi. Osmanlı devletinde de, özelikle kuruluş döneminde okun önemli bir yeri vardı. Murad
I zamanmdan Selim II devrine kadar ok, osmanlı ordusunda bir savaş silâhı olarak kullanıldı. Bu tarihten sonra ateşli silâhların gelişmesi sebebiyle ok sadece spor yapmakta kullanıldı. Bk. OKÇULUK.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir