ölüm cezası, İd a m c e z a s i olarak da bilinir,
yasayla belirlenmiş durumlarda uygulanan
ve mahkûmun yaşamına son veren ağır
ceza. Yargı mercilerince verilen ve yüksek
mahkemelerce onanan ölüm cezalarının
yerine getirilip getirilmemesi konusunda
genellikle devlet başkanmm ya da yasama
meclislerinin kararı beklenir.
19. yüzyıla değin ölüm cezasıyla karşılanan
suçların listesi ve kapsamı bütün dünyada
oldukça genişti. Örneğin 18. yüzyılda İngiltere’de
bu türden cürümlerin sayısı, mülkiyete
karşı işlenen bazı suçlar da dahil olmak
üzere birkaç yüzü bulmaktaydı. Tarih boyunca
çeşitlilik gösteren cezanın uygulanma
biçimleri de başlı başına ürkütücü sayılırdı.
Günümüzde de sürdürülen en yaygın yöntem
asarak öldürmekti. Bu yöntemde boyun
asılı bir ilmikle sıkılır ya da kırılır.
Bunun için idam edilecek kişi genellikle
havasızlıktan boğuluncaya değin bir darağacında
ya da kirişte asılı tutulur. Bazı
ülkelerde ise mahkûm, boynuna ilmik geçirilerek
kapaklı bir platforma çıkarılır; kapak
açıldığında birden aşağıya sallanır. Ani
ve şiddetli silkme boyun omurlarını kırar.
Bunun anında bilinç yitimine yol açtığı
varsayılır. İngiltere’de uygulanmış eski bir
infaz biçimi de bağırsak çıkararak ve göv“ deyi dörde bölerek idamdır. Vatana ihanet
suçu için öngörülen bu ceza 1870’e değin
şöyle uygulanırdı: Mahkûm infaz yerine
sürüklenerek getirilir, boynuna ip geçirilerek
hemen ölmeyecek biçimde asılır, hâlâ
canlıyken bağırsakları çıkarılır, iç organları
gözleri önünde yakılır, kafası gövdeden
ayrılır ve vücudu dört parçaya bölünürdü.
İlk kez 1283’te Galler prensi David’e ve
1305’te Iskoçyalı yurtsever Sir William Wallace’a
uygulanan bu cezaya en son 1867’de
iki Irlandall Fenian çarptırıldı, ama hüküm
infaz edilmedi.
Gerek tarihte, gerek günümüzde ölüm
cezasının lehinde ve aleyhinde tezler ileri
sürülmüştür. Ölüm cezasından yana olanlar
bu cezanın insanları suç işlemekten caydırdığını
ileri sürerler. Bu doğrultuda ömür
boyu hapis cezasının aynı ölçüde caydırıcı
olmadığı, sakıncalı katillerin hapishane görevlileriyle
diğer hükümlü ya da tutuklulann
yaşamını tehlikeye sokacakları, dahası
kaçma, bağışlanma ya da şartlı salıverilme
durumlarında tehlikeyi bütün topluma yayacakları
gibi gerekçeler ileri sürerler.
Ölüm cezasına karşı olanlar ise bunun insan
haklarına, özellikle yaşama hakkı ile insan
onurunun saygınlığı ilkesine aykırı olduğunu,
cezalandırmanın amacı olan “ıslah etme”
düşüncesine ters düştüğünü, devletin
tasarlayarak şiddet uygulaması anlamına
geldiğini, caydırıcılık ya da toplumu koruma
açısından yararlı sonuçlar vermediğini,
adli hatalar yüzünden bazen suçsuz insanların
da yaşamlarını yitirdiklerini ve bu durumun
düzeltilmesine olanak bulunmadığını,
ölüm cezasının genellikle avukat tutamayan
yoksullara uygulandığını belirtirler.
Ölüm cezasıyla karşılanan cürümlerin sayı
ve türlerini sınırlama çabaları 18. yüzyılda
başladı. Montesquieu, Voltaire ve Cesare
Beccaria gibi Aydınlanma çağı düşünürlerinin
yazıları bu alandaki reform çabalarına
büyük ivme kazandırdı. Demokrasi ve insan
haklan hareketlerinin giderek güçlenmesiyle,
20. yüzyılda başta Avrupa’dakiler (sosyalist
rejimler dışında) olmak üzere birçok
devlet savaş hali ve vatana ihanet gibi suçlar
dışında ölüm cezasını kaldırdı. Bazı ülkelerde
de ölüm cezası yasalardan çıkarılmamakla
birlikte hiç uygulanmayan bir yaptınm
durumuna geldi. ABD Yüksek Mahkemesi
1972’de bazı eyaletlerde yürürlükte
olan ölüm cezası hükümlerinin anayasaya
aykırı olduğunu belirlemekle birlikte, bir
başka kararla ölüm cezasının ilke olarak
anayasaya ters düşmediği, ama cezayı gerektiren
suç ve koşulların yasada açıkça
gösterilmiş olması gerektiği düşüncesini benimsedi.
Daha sonra bazı eyaletler bu
düşünce doğrultusunda yasa değişikliklerine
gittiler.
Öteden beri ölüm cezasına yer veren
sosyalist ülkelerden SSCB’de glasnost (açıklık)
politikasıyla birlikte ölüm cezalarının
kaldırılması yönünde bir akım belirmiş,
ADC’de de Devlet Konseyi’nin 1987’de
aldığı kararla ölüm cezası kaldırılmıştır.
Ölüm cezalarının ulusal hukuklardan kalkması
süreci Avrupa Konseyi’ni Ölüm Cezasının
Kaldırılmasına İlişkin 6 No’lu Protokol’ü
(1983) hazırlamaya ve kabul etmeye
yöneltmiştir. Bu protokolü onaylayan ülkeler,
savaş zamanında ya da yakın savaş
tehdidi durumunda işlenen bazı suçlar dışında
ölüm cezalannı kaldırma taahhüdü altına
girmişlerdir.
Türkiye’de Cumhuriyet döneminde, Türk
Ceza Kanunu (TCK), Askeri Ceza Kanunu
ile Hıyanet-i Vataniye Kanunu gibi bazı
özel yasalarda öngörülen suçlardan 50’ye yakını ölüm cezasıyla karşılanmıştır. TCK
bu cezayı devletin iç ve dış güvenliğini
zedeleyen ağır suçlarla cana karşı işlenmiş
suçlar, yani adam öldürme suçunun bazı
biçimleri için öngörmüştür. 1961 Anayasası
döneminde Anayasa Mahkemesi ölüm cezasının
anayasaya aykırı olmadığı sonucuna
varmıştır. Usulüne göre verilmiş ölüm cezalarının
yaşama hakkının meşru istisnaları
arasında olduğunu belirten 1982 Anayasası,
daha önceki anayasalarda olduğu gibi, cezanın
yerine getirilmesini TBMM’nin karar
vermesine bağlamıştır.
Türkiye’de Cumhuriyet döneminde çok
sayıda ölüm cezası uygulanmıştır. Sadece
1960 sonrası dönemde yasama organlarının
yerine getirilmesine karar verdikleri idam
cezalarının sayısı 140 kadardır. Bunlardan
40 kadarı siyasi suçlarla ilgilidir. İnfazların
özellikle askeri ya da yan askeri rejim
dönemlerinde (1960-61, 1971-73, 1980-83)
arttığı görülmektedir. En son infaz 1984’te
gerçekleştirilmiştir. Avrupa Konseyi’nin
üyesi olduğu halde idamla ilgili protokolü
onaylamayan tek ülke olan Türkiye’de idam
cezalarının kaldırılması yönünde bir akım
belirmişse de, hazırlanmış olan TCK değişikliği
tasarısı şimdilik cezası idam olan
suçların sayısını azaltmakla yetinmektedir.
1989 sonlarında TBMM Adalet Komisyonu’nda
sıkıyönetim askeri mahkemelerinde
verilmiş ve kesinleşmiş 240 dolayında ölüm
cezası dosyası bulunmaktaydı.
ölüm cezası,
24
Şub