Ölum “Geliyorum” Der
S âdi, Gülistan’ında anlatır: Bir adam, yıkılan evinin karşısına geçmiş bir yandan ağlıyor, diğer yandan da: “Ah evim! Çökmeden evvel bari bir haber verseydin de ona göre tedbir alsaydım” diye söylenip duruyormuş.
Birden o harebeden bir ses yükselmiş: “Be adam!… Ben yıllardır sana, çatlayan duvarlarım ve dökülen sıvalarımla çöküyorum’ diye haber veriyordum. Faka^sen, her defasında bir avuç toprak ile çıkageliyor ve o çatlaklan örterek verdiğim haberi âdeta ağzıma tıkıyordun.”
Hâdise mânidardır.
Çünkü bizim hayat apartmanımız da süratle tahrip olmakta ve ömür binamızdan her geçen gün bir taş daha düşmektedir.
Ve çok insaflıdır ölüm… Gelmeden önce nice elçiler gönderir de, biz bir türlü dönüp bakmayız o elçilerin bembeyaz ikazlarına…
Kaç keşif kolu yollamaktadır ölüm, hayat topraklarımıza… Lâkin biz, “hastalıktır geçer” der, ehemmiyet vermeyiz.
Günbe gün tükenip gittiğimizi görmeyiz… Ömür, bitmeyecek bir hazine gibi görünür gözümüze; her şeyin bir sona mahkûm olduğuna inanmak istemeyiz.
Zannederiz ki, ancak böyle mutlu olunabilir-ve saâdet denilen Ankâ Kuşu, sadece böyle bir vehmin semâsında kanat çırpabilir.
Aldanırız, ama kabul edemeyiz bunu bir türlü…
Ve bir gün ölüm gelip dikili verir karşımıza…
Şaşmr ve endişeli soruveririz: “Neden haber vermedin ki?”
Cevap vermek zorunda değildir ölüm… Çünkü o, haberini çoktan vermiştir.