Ölüm Ve Ruhun Bedenden Ayrılması

Ölüm Ve Ruhun Bedenden Ayrılması

ruhun bedenden ayrılması

ruhun bedenden ayrılması

İnsan, vicdanı yaşadıkça insanca yaşar.
Göz güzel görmeyi akıldan öğrenir.
Güneşi bilmeyen çiçek, renginden habersizdir.
İnsan sadece seçerken hürdür.

Ölüm, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Şehadet âleminden “Berzah âlemi’ne bir hicrettir. Ruh, Azrail Aleyhisselâm vasıtasıyla “Berzah âlemi”e götürülür.
Göreceğimiz ilk melektir Azrail. En kıymetli cevherimiz olan rûhumuzu gönül rahatl ğıvln teslim edebileceğimiz güvenilir bir emanetçidir o.
Ölüm ânında, rûh, beden hapsinden kurtulur: fakat bütün bütün çıplak kalmaz. Çünkü, “misali bir cesetle” başka bir tâbirle “lâtîf bir gılaf” ile kuşatılmıştır.
Dünyada kaldığı sürece bedene bağlı olan rûh. ölüm sebebiyle bir derece serbest kalır. Bedendeyken görmek için göze, işitmek için kulaya, düşünmek için beyne muhtaçken, artık bu âletlerin varlığına gerek duymadan görür, işitir, düşünür ve bilir.
Berzah, “geçit” demektir ve Berzah âlemi, dünya ile âhiret arasında bulunan bir “bekleme salonudur. Ruhlar, orada kıyameti ve dirilişi beklerler. “Münker ve Nekir taifesinden” olan sorgu melekleriyle karşılaşma, ilk mahkeme, ilk ceza ve ilk mükâfat burada gerçekleşir.
Bakmayı biten göz, görür. Düşünmenin yollarını bulan akıl, anlar. Evet, insaflı bir akıl, yeryuzündeki harika sanat eserlerine bakar ve anlar ki: Allah, sonsuz ilim, irade ve kudret sahibidir. Her sene, bu sıfatlarını, şuur sahiplerine gösterir ve ispat eder.
Berzalı. başka bir tabirle kabir hayatı, hadîsin ifadesiyle’ ya cennet bahçelerinden hır halice” veya “celıcn nem çukurlarından bir çukurdur”
Ancak, burada a?a-bın veya lezzetin muhatabı, cisimden malınım kalan ruhtur.
Kabir hayatından sonra, “mahşer”de, yeniden yaratılan bedenine döner, dünyada yaptıkları için o “büyük mahkeme”de hesap verir. Sonrası, ebedî cennet veya cehennem..!
Haşir… Bütün bedenlerin yeniden yapılanması ve canlanması…
Ruhların bir anda bedenlere dönüşü… Büyük olay! Dar akıl kabulde zorlanıyor. Kabirde kemikleri çürüyen ve etleri toprak olan bir insanın yeniden dirile-bileceğine akıl erdiremeyenler var. Bunlar, yanlış bir kıyasın kurbanı oluyorlar.
Nasıl mı?
Bedeni yaratma ve insanı diriltme fiillerini kendileri üstlenerek… Hayalen, bildikleri bütün yollan deniyor, bir insan yaratmaya çalışıyorlar. Mümkün olmuyor. Gölgeden farkı olmayan azıcık ilim, irade ve kudretleriyle meseleyi halledemeyince,
“ben yapamıyorum, şu halde başkası da yapamaz” hükmünü veriyorlar. Muhakeme ederken kendilerini ölçü kabul ediyorlar. Şüphesiz, bu bir vehimdir ve insanı aldatır.
Nitekim, asırlar önee bazı münkirler, Peygamber Efendimizin yanına gelmiş, “Ölmüş, çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye sormuşlardı. Bu meydan okumaya karşı âyet indi: “Onlan önceden kim yarattıysa o diriltecek. O, her türlü yaratmayı bilendir.” Bu kesin cevaptan sonra, söyleyecek söz bulamamışlardı.
Bunlann hâli, kendileri beceremediği için aya gitme haberini inkâr eden cahillerin hâline benziyor. Bir zamanlar, ilim ve teknikten mahrum bazı kimselerin, “ben yapamıyorum, başkası da yapamaz” mantığıyla ay seyahatini reddettiklerini görmüştüm. Onlar da, hayallerinde, bildikleri bütün usulleri deniyor, yine de bir yol bulamadıkları için, açık bir gerçeği kabule yanaşmıyorlardı.
Akıl, malûmatının mahkûmudur ve zamanın esiridir. Böyle olmasa, dün söylenince yalanlanan bir olay, bugün sıradan bir hakikat hâline gelir miydi? Acaba, üç asır önceki insanlara, “bir kutu içinde bütün dünyayı seyredeceksin” deseydik, ne der, ne düşünürlerdi? Herhalde inkâr edenler olacak ve zaman da onlan haksız çıkaracaktı. Yanlış anlaşılmasın, biz, “her söylenene hemen inanalım” demiyoruz, ancak, sınırlı aklın yeterli ölçü olamayacağını hatırlatmaya çalışıyoruz. Vahiy nurudur ki, akla ışık verir ve yol gösterir, o da hakikati anlar.
Bakmayı bilen göz, görür. Düşünmenin yollan-nı bulan akıl, anlar. Evet, insaflı bir akıl, yeryüzün-deki harika sanat eserlerine bakar ve anlar ki:
Allah, sonsuz ilim, irade ve kudret sahibidir.
Dünyada kaldığı sürece bedene bağlı olan rûh, ölüm sebebiyle bir derece serbest kalır. Bedendeyken görmek için göze, işitmek işin kulağa, düşünmek için beyne muhtaçken, artık bu âletlerin vartrğına gerek duymadan görür, işitir, düşünür ve bilir.
Her serie, bu sıfatlarını, şuur sahiplerine gösterir ve ispat eder. , işte bahar! Zamanı geldimi kış, soğuğunu, kannı, fırtınasını toplar, gider. Toprak, tatlı bir esneyişle uyanır* gevşer, çözülür. Kupkuru ağaçlara su ile birlikte hayat da yürür. Tohumlar açılır, yumurtalar çatlar, dış dünyaya canlılar doğar. Her canlı, kendine has”suret libasını” giyer.
Bahar! Sümbüllerin tebessümü, menekşelerin neşesi, rüya gibi kelebeklerin uçuşu, çiçeklenmiş badem ağaçlarında kuşların cıvıl-dayışı. Kışın soğuk nefesiyle ölen, silinen, kuruyan canlılann “öldük- ‘ ten sonra diriliş” sırrını yaşayışı. “Öldüren ve dirilten” bir görünmez kudretin, görünen mucizeleri.
Sonbaharda kıyameti kopan bir âlemin, kış kabristanında bekledikten sonra bahar sabahında yeniden dirilişi. Ölümden sonraki hayatın ve mahşerin göze görünen misali.
Allah, bize her baharda sonsuz ilim, irade ve kudretini bir kere daha gösteriyor. Ölüleri dirilteceğini, âhireti getireceğini ispat ediyor. Ve her akıl sahibine şu kanaati veriyor:
Âlemi yoktan var eden ve insanı modelsiz yaratan Allah, elbette ölüleri diriltebilir, yeni bir dünya yaratabilir.
Bir defa yaratan, bir daha niçin yaratamasın!

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*