OSİRİS EFSANESİ
OSİRİS EFSANESİ
Osiris efsanesi şöyle özetlenebüir: Babası Ceb öldükten sonra Mısır kralı olan Osiris, iyiliği yaydı ve insanlara kültürü, yasalara ve tanrılara saygı duymayı öğretti. Osiris’in başarısını kıskanan erkek kardeşi Seth, ona bir tuzak kurdu ve yemeğe çağırdığı Osi-ris’i bir sandığa kapatarak Nil ırmağına attı. Bunun üstüne Osiris’in karısı îsis, kocasının cesedini aramaya koyuldu, onu Fenike’nin Biblos lima-cisinin uygulanmasını sağlayan yardımcı bir aygıta elektronik komütatör adı verilir. Bu durumda, spot önce bir eğriyi, sonra da öbürünü bütünüyle çizebilir (satır satır tarama) ya da spotun, önce birincinin çok küçük bir parçasını, sonra eşdeğer bir sürede İkincinin bir parçasını çizmesi sağlanır ve işlem böylece sürer (nokta nokta tarama); söz konusu parçalar çok küçük ve birbirlerine çok yalan olduklarından, eğrilerin sürekli gibi görünmesi için, birinden öbürüne parçaların hafifçe kaydırılması yeterlidir. Çoğunlukla bu eğriler saniyede birçok kez çizildiğinden, ekranda aynı anda çizilmiş gibi görünürler
nında bularak Mısır’a getirdi. Ama Seth, cesedi yeniden ele geçirdi ve on dört parçaya ayırarak parçalan ülkenin dört bir yanma dağıttı. îsis’in arayışı yeniden başladı: Sabırlı bir uğraştan sonra Osiris’in bedeninin bütün parçalarım topladı ve kızkardeşi Nephythys’in de yardımıyla kocasına yaşam vermeye çalıştı ve işte tam bu sırada Osiris’in oğlu Horus’a gebe kaldı.
Horus, korkunç bir savaştan sonra Seth’i yenerek babasının öcünü aldı.
Her yıl Abidos’ta Osiris’in onuruna törenler düzenlenirdi. Herkese açık olan bazı törenlerde, Osiris efsanesinin bir bölümü canlandırıhrdı. Daha gizli olan kimileriyse tapmakta yapılır ve Osiris’in yeniden dirilişini suların kabarmasından sonra doğmakta olan bitki örtüsünün dirilişiyle bütün-leştirirdi.
Plutarkhos’un îsis ve Osiris’te anlattığı Osiris efsanesi, bu iki tanrıya varlık için çok sayıda tapmak yapan Yunanlılar ve Romalıların büyük ilgisini çekti.
Çeşitli gösterimlerde Osiris her zaman aynı özelliklerle donatılmıştır: Her yanım iyice saran beyaz bir giysi içinde bulunan tanrı, kollarını göğsünde kavuşturmuş biçimde canlandırılır, bir elinde bir asa, öbür elinde de bir kırbaç vardır. Yeşil renkte (ilkbaharda yaşamın yenilenmesini simgeler) olan başmda Yukarı-MıSır’m iki tüyle çerçevelenmiş tacını taşır, gene yeşil renkte olan yüzünde örgülü uzun bir sakalı vardır. Bitküer tanrısı, sonsuzluk dünyasının hükümdarı, yürekleri ısıtan bir efsanenin son derece insancıl kahramanı olan Osiris, hiç kuşkusuz Eskiçağ Mısırı’nm en ünlü tanrılarından biridir.
Norveç’in başkenti (461 000 nüf.; 1992).
Oslofjord’un ucunda, Skagerrak boğazının kuzeyinde yer alan Oslo, denize 100 km uzaklıkta, verimli bir bölgede bulunur.
1048’e doğru Harald Uf Hardrade tarafından kurulmuş olan Oslo, Akers-hus kalesini yaptıran (1299) kralHaa-kon V döneminde başkent oldu. Ama
Norveç’in İsveç ve Danimarka’yla birleşmesinden (XIV. yy.) sonra, o tarihe kadar deniz ticareti sayesinde bolluk ve refah içinde yaşayan kent, bir gerileme dönemine girdi ve siyasal önemi gün geçtikçe azaldı. 1624’te çıkan yangın sonucunda yerle bir olan Oslo, Akershus kalesinin yakınında kral Christian IV tarafından yeniden yaptırıldıktan sonra,
Christiania diye adlandınlc adı Norveç’in bağımsızlığın tiği tarihe kadar korudu yy’dan başlayarak, tngilizler: ağaç satın almak istedikleri reste sanayisi gelişti. Ünive kurulmasından (XIX. yy.) soı Norveç’in kültür merkezi ha di. XIX. yyMa Christiania sa me sayesinde gelişti; nüfusı yük ölçüde arttı.
Günümüzde Oslo, ülkenin be caret, denizcilik ve sanayi me: r umunda dır. Önemli demiry< karayollarının kavşak noktas alan kentin ormancılığa day; leneksel etkinliklere (kâğıt, fabrikaları) artık tersaneler, ı makine, elektrometalürji, ele ya ve besin sanayileri eklen Kralın oturduğu kent olan Osl met, parlamento, Yüce Divan veç Bankası’nm bulunduğu ye rica siyasal ve yönetimsel açı yük önem taşır.
Oslo’da sanat açısından değer çeşitli yapılar vardır. Bunlar da Akershus Şatosu, çok say ze (tarih, dekoratif sanatlar, \ sam Munch ve heykelci Vigela rılmış müzeler sayılabilir.
Oslo
Oslo’dan bir görünüş.
Osmanldann kurucusu ve birinci Os-manlı padişahı (Söğüt, 1258-Söğüt, 1326).
Kurduğu devlete adım veren Osman I’in (Osman Gazi ve Osman Bey adla-nyla da anılır) bağlı olduğu Kayı boyunun Anadolu’ya nasıl ve ne zaman geldiği konusunda olduğu gibi Osman Bey’in adı da hâlâ tartışmalıdır. Ataman veya Otman biçiminde de söylenen Osman I’e, bazı kaynaklar Kara Osman Bey de demektedir. Kayı boyunun, Xn. yy’ın ilk yarısında, Alaeddin Keykubat I döneminde, Maveraünne-hir dolaylarından, Moğol istilası nedeniyle kaçarak Anadolu’ya geldiği sanılır. Bir kaynağa göre, Kayı boyu, 1230’da Anadolu Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat I ile Harzemşah-lar arasmda Erzincan yakınlarında meydana gelen Yassı Çimen Savaşı’n-da Selçukluların yanında yer almıştır. Kayı boyunun başındaki Ertuğrul Bey’in (Ertuğrul Gazi), 1281’de Söğüt’te ölümüne kadar yarım yüzyıl Ka-yı boyunun beyliğim yaptığı bilinir. Önce Ankara’ya, daha sonra da Eskişehir dolaylarına uç beyliği olarak yerleşen Kayı boyunun başkenti Söğüt, Eskişehir – Bilecik arasmdaydı. 1281’de, Ertuğrul Bey’in ölümü üzerine Osman I, Kayı boyunun beyi olarak
seçildi ve Edebali’nüı kızı Mal Hatun’ la evlendi. Osman I döneminin ilk savaşı Ermeni Beli (Derbendi) Savaşı’ dır (1284). Ertuğrul Bey döneminden beri Kayı boyunun Bilecik tekfuruyla dostluğu sürüyordu. Kayılar yaylaya çıkarken bazı eşyalarını Bilecik’e emanet bırakıyor, dönüşte geri alıyorlardı. Anlaşmaya göre bu işler silahsız gençler ve kadınlar tarafından yapılır, buna karşılık da tekfura bazı hediyeler verilirdi.
Kayı boyunun gidiş ve dönüşlerinde, İnegöl tekfuru saldırıda bulunarak zarar veriyordu; hatta bununla da yetinmeyerek çevre tekfurlarım Osman Bey’e karşı kışkırtıp Ermeni Beli denen bölgede Osman I’e pusu kurdu. Büecik tekfuru aracılığıyla bu durumdan haberi olan Osman I kuvvetlerinin az olmasına karşın savaşı kabul etti. Bu savaşta kardeşi Sarı Batı’ıun (Sarı Yatı) oğlu Bay Hoca şehit oldu. Osman Fin ilk önemli başarısı Kolça (Kulaca Hisar) kalesine yaptığı baskınla kaleyi fethetmesidir. Bu kalenin fethi İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının birleşmelerine yol açtı. Donamiç dolaylarında yapılan İkizce (Erice) Sa-vaşı’nı Osman I’in kazanmasına karşın kardeşi Sarı Batı şehit oldu. Bu başarılarından dolayı Selçuklu hüküm-
darı Gıyasettin Mesut II, uç b Osman I’e bir ferman gönderi ve yöresini yurt olarak verdi dirdi. Osman I, sultana karşı ğım göstermek amacıyla, öte< düşmanca davranan İnegöl te ani bir baskın yaparak tekfur düğü gibi pek çok ganimet ald şansı üzerine Selçuklu sultaı Balaban Çavuş ile Osman I’e man daha göndererek bütün \ den arındırıldığım bildirdi, tuğ, alem, altın kılıç, gümüş ta ve yüz bin dirhem para gibi be metlerini gönderdi. Onun bu lan Bursa ve İznik tekfurlara landırdı. Osman I de onlara vermek amacıyla İznik ve çe akınlar yaparak birçok ganin etti. Yarhisar ve Karacahisar lan öncülüğünde Osman I’e k niden bir ittifak yapıldı. Osm na karşılık uzun bir kuşatmac ra Karacahisar kalesini (1291). Çevreye akınlar yapa çok ganimet ve tutsak aldı, alı nimetlerin beşte birini, İslam ği gereği, Konya’ya Selçuklu na gönderdi. Kalanını ise sav tılan gaziler arasmda paylaştı ne aynı yıllarda Osman I’in S ırmağının yukarı havzasına
Osman I
yaptığı bu akınların Göynük, Sorgun, Taraklı ve Mudurnu yörelerine kadar uzandığı bilinmektedir. Osman I, bu olaylardan sonra yedi yıl kadar Bizans topraklarına akın yapmadığı gibi herhangi bir tekfurla da savaşmadı.
Bu süre içinde gene Büecik tekfuru ve özellikle Harmankaya tekfuru Köse Mihal üe dostluğunu sürdürdü. Ama tekfurlar, Osman I’in çevrede güç kazanmasını kaygıyla izliyorlardı. Bilecik tekfurunu Osman I’in aleyhine döndürerek ve onu Yarhisar tekfurunun kızıyla evlenen Büecik tekfurunun düğününe çağırarak öldürmeyi amaçladılar. Durumu Köse Mihal aracılığıyla öğrenen Osman I, her za-
manki gibi yaylaya çıkma bahanesiyle kırk gaziyi kadın kılığında Büecik Hisarı’na soktuğu gibi Çakır Pman’n-da toplanan düğün alayıyla birlikte gelin Horofira’yı(Horophira)da tutsak etti. Yarhisar ve Büecik fethedüdi (1298). Horofira’nın adı Nilüfer olarak değiştirilerek Osman I’in oğlu Orhan Bey üe evlendirildi. Şehzade Süleyman Paşa ve Murat Fin anneleri, Nilüfer Hatun’dur (Bkz. ORHAN BEY).
Osman I, İnegöl tekfurunu cezalandırmak üzere komutanlarından Turgut Alp’i İnegöl’ün fethi için gönderdi. Kısa zamanda İnegöl ve çevresi OsmanlIlara katıldı. Bu tarihlerde Osman Fin uç beyi olarak bağlı olduğu Ana-
dolu Selçuklu Devleti de bazı tehlikelerle karşı karşıyaydı; Anadolu’da Moğol baskısı artmış, zaman zaman İlhanlı prensleri Anadolu’da ayaklanır olmuşlardı. İlhanlı hükümdarı Gazan Mahmut Han, Anadolu Selçuklu hükümdarı sultan Alaeddin Keykubat HFü Konya’dan alarak İran’a götürdü. Bu durum Anadolu’da bir boşluk yarattı. Selçuklu tahtının boş kalması üzerine devlet otoritesinin zayıflamasını fırsat Men Anadolu Türk beyleri daha da bağımsız hareket etmeye başladılar. Bir yandan da Anadolu’nun doğrudan İUıahUarm denetimine geçmesinin verdiği tedirginlik ve güvensizlik bütün Anadolu’ya ve uç beyliklerine yayıldı. Birçok Selçuklu devlet adamı, komutan yıllarca Bizans ve tekfurlarıyla cihat ve gaza yapan Osman Fin hizmetine girdiler. Ayrıca Anadolu’daki Türkmen boyları kitleler halinde Bizans’a karşı din uğruna savaşmak için Osmanh ülkesine yöneldiler. Böylece daha da güçlenen Osman I, Türkmen beylerinin de desteğiyle Oğuz töresine uygun törenle bağımsızlığım üan etti (1299). Anadolu Selçuklu devlet düzeni temel alınarak devlet kuramlarının temelleri atüdı. Her kaleye subaşı, kadı ve dizdar atandı (Osmanlüarda ilk kadı ve subaşının 1288’de fethedüen Kara Hisar kalesine atandığı sanılmaktadır). Yenişehir ve Yund kaleleri de bu sırada fethedildi. Yenişehir, Bursa’ya yakın olması ve denetiminin daha yakından yapılabilmesi için beyliğin merkezi oldu. Osman I, yönetimindeki topraklan beş bölgeye ayırdı. Büe-ciği kayınpederi Edebali’nin yönetimine vererek kendi aüesini buraya yerleştirdi. Sultan Önü ve çevresini oğlu Orhan Bey’e, Eskişehir ve dolaylarını Gündüz Alp’a, İnegöl’ü Turgut Alp’a, Yarhisar’ı Haşan Alp’a, İnönü ve çevresini de Aykut Alp’a verdi. Osman I’in amcası Dündar Bey, Köprü Hisar kalesine yapılması tasarlanan saldırıya karşı çıktı. Toplanan savaş meclisindeki tartışma büyüyerek, Osman Fin, amcasını okla öldürmesiyle sonuçlandı. İznik’in doğusunda bulunan Köprü Hisar kalesi fethedüdi. Osman I, 1303’te İznik üstüne yürüdü. Kalenin çok sağlam olduğu, saldırıyla fethedüemeyeceği anlaşüdığın-dan, İznik’in kuzeyindeki dağ eteğinde bir kale yapıldı, Taz Ali buraya komutan bırakılarak İznik kuşatmaya alındı ve çevresiyle ilişkisi kesüdi. Harekâta devam eden Osman I, İznik çevresini vurarak Marmaracık kalesini aldı. Osman Fin bölgedeki bu saldırılarını durdurmak amacım güden
Bizans imparatoru, kızı Maria’yı İl-hanlı hükümdarı Gazan Mahmut Han’a, onun ölümü üzerine de Olcay-tu Muhammet Hüdabende Han’a nişanladı.
İlhanlı hükümdarı bazı girişimlerde bulunduysa da Osman I’in Bizans ve tekfurlarına karşı tutumunda bir değişiklik olmadı. Bursa tekfuru, Osman I’in hareketlerini kendisi için tehlikeli gördüğünden 1306’da çevre kale tekfurlarıyla bir toplantı yaptı, Osman I’e karşı birlikte hareket etmenin gereği üstünde durdu ve bir ittifak yapıldı. Bu ittifaka başta Bursa olmak üzere Adranos, Kete, Bednos ve Kes-tel tekfurları katıldı. Birleşik tekfur kuvvetleri, İzmit’in kuzeydoğusunda Koyun Hisar önünde Osman Bey’le savaşa girdiler. Osman Fin yeğeni Ay-doğdu şehit oldu. Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesini Osman Bey’in çabası önledi ve Osmanlılar savaşı kazandı. Çekilen tekfurlar ordusu izlenerek Dinboz’a kadar sürülen düşmanla yapılan ikinci çarpışmayı da Osman I kazandı. Kestei ve Bednos tekfurları savaş alanında öldürüldü Kete tekfurunun da esir edilerek kendi kalesi önünde öldürülmesi, kalenin hemen teslim edilmesini sağladı (bazı kaynaklara göre bu savaş 1301’de yapılmıştır). Kısa zamanda Kestel ve Ulubat kaleleri de Osmanldann eline geçti. Bu arada İznik çevresindeki Koçhisar kalesi elde edildi.
Osman I yıllar öncesine dayanan dostluklarından dolayı Harmankaya tekfuru Köse Müıal’e Müslümanlığı kabul etmesini önerdi. Köse Mihal İslamlığı kabul ederek Abdullah Mihal adını aldı. Harmankaya topraklan Osmanlı topraklarına katıldı. Köse
Mihal’m kdavuzluğuyla Leblüce, Me-kece ve Lefke elde edddi. Üç kalenin tekfuru da bağlılığı kabul ettiklerinden yerlerinde bırakddı. Osman I komutanlarından Samsa Çavuş’a Sakarya kıyısında Hisarcık’ı vererek bu tekfurları gözetim altında tutuyordu. Geyve Akhisan (Pamukova) tekfuru Osman I’e karşı koyduğu için savaşd-dı, tekfur gerileyerek kaleye kapandı, daha sonra da Kara Gebesi kalesine kaçmca, Geyve’deki Akhisar Kalesi Osman I’e kapdarını açtı. Tekirpı-nar kalesi kuşatması Aykut Alp’in oğlu Kara Ali’ye bırakddı. Osman I Bursa ile ügilenmeye başladı. Yapdan savaş toplantılarında Bursa’nın kuşatmayla alınamayacağı anlaşddığmdan, çevresine iki küçük kale yapdarak ku-şatddı. Bu kuşatma, Bursa’nm iki kaleye konan küçük Osmanlı kuvvetleriyle fethine kadar on yd sürdü. Bursa çevresindeki topraklar Osmanlda-rın eline geçtiği gibi Bursa’ya giriş çıkış ve yiyecek yardımına engel olundu. Osman I bu sırada Orhan Bey ara-cdığıyla Germiyanoğulları hizmetinde bulunan Çavdar aşiretinin bazı hareketlerini önledi. Orhan Bey bu olaydan sonra Sakarya boylarına bir sefer yaptı. Osman I, 1320’de damla hastalığının artmasından dolayı tüm devlet adamlarını ve komutanlarını toplayarak, askeri hareketlerde oğlu Orhan Beyi vekd olarak atadığını bildirdi. Ancak ölümüne kadar beyliğin başında gene kendisi bulundu, önemli kararlar gene kendisinden çıktı. Osman I, Bizans’a karşı üç uç beyliği oluşturdu. Karadeniz’e kadar olan bölgeyi Konur Alp’a, İzmit ve çevresini Akça Koca’ya, İznik ve çevresinin ele geçirilmesi ve ülkeyi genişletme
görevini de Samsa Çavuş han Bey 1321’de Muda ederek Bursa’yı iskelede: raktı. Gemlik ve Karamü ması, Osmanldann, Marr nin güneyine yerleşmeleı Öte yandan, Akyazı elde t durnu’ya kadar akınlar j sa’nın on yıllık ablukas umutsuzluğa düşmesine başgöstermesine yol açtı ca, kuşatma için görevle Timur ve Balabancık, dur I’e bddirdiler.
Osman I, Bursa üstüne y dunun başında bulunma ancak hastalığı son dere dan, ordusunu Yenişehir ı layarak, Bursa’mn kuşatıl hiyle oğlu Orhan Bey’i gö; ğini büdirdi. Orhan Bey’in se Mihal, Turgut Alp, Şe Şeyh Mahmut, Ahi Şemse san’ı verdi. Orhan Bey lc şehir’den ayrılarak öne (Orhaneli), sonra da Burs ti. Hasta yatağında Burss öğrenen Osman I, hayal yumdu. Önce Söğüt’te def man I, sonra vasiyetine uy sa’da Gümüşlü Kümbet’e Dünya tarihinin sayılı im larından birinin temelleri man I mertliği, cesareti, dıi kendini kabul ettirmiş, üsti bir önderdi. Aynı zamane rüşlü ve örgütçü bir kara olan Osman I, bir yandan ı rak Bizans’ın zararına ülls letip, topraklarındaki Mi öteki dinlerden uyrukla: içinde yönetirken,öte yanı let kurumlarının temelini
On altıncı Osmanlı padişahı (İstanbul, 1604-İstanbul, 1622).
Ahmet I’in Mahfiruz Sultan’dan oğlu olan Osman I (Genç Osman da denir) Mustafa I’in yerine 1618’de, on beş yaşında tahta çıktı. Valide Sultan ve hocası Ömer Efendi’nin etkisi altında kalmasına karşın, bağımsız kararlar da alarak yönetimde birçok görev değişikliği yaptı. Daha önce başlamış olan İran savaşını sürdürdüyse de, Osmanlı orduları Şah Abbas’a karşı fazla üstünlük elde edemediler. Na-suh Paşa Anlaşması’na denk bir anlaşma yapddı. Bu sırada Lehistan (Polonya) sınırında sürekli bir huzursuzluk vardı. Kazakların Osmanlı topraklama saldırdan, Kırım hanlarının Lehistan’a zaman zaman alanlarda bulunması gibi olayların yanında Erdel
beyi Bethlen Gabor’un Boğdan voyvodası Gaspar Gratyani’yi tedirgin etmesi ve Gaspar’ın Lehistan’a sığınması olayı, Lehistan’a savaş açılmasının nedenleri arasındadır. Açdanbu savaşta Lehistan’a karşı bazı başarılar elde edildi. Kesin sonucu alabilmek için Osman II sefere çıktı (1620) ve Hotin kalesini kuşattı, ancak özellikle Yeniçerderin disiplinsizliği nedeniyle kale alınamadı. Her iki taraf da ağır kayıplar verdi. Lehliler Eflak beyi aracılığıyla barış istedi. Osman II’ nin huzuruna gelen Leh elçderi padişaha barış koşullarını sundular. Kışın yaklaşması ve ordunun isteksizliği padişahı barışa zorladı (1621). Bu barışın koşullan arasmda Lehistan’ın her yıl 40 000 florini Kınm Hanlığı’na vermesi, Hotin kalesinin Osmanlılara
bırakdması, Kırım Hanlığ tan’a akın yapmaması, Osı sunun Lehistan’dan çekili Bu seferde padişah üe Kaı lan arasında ortaya çıkaı giderek güvensizliğe dönüı
II böyle disiplinsiz ve başıl hiçbir şey yapılmayacağım man kıyafet değiştirerek ( tığı denetimlerden de ani larma Suriye’de kuvvet tof tanbul üzerine yürümek ke duğunu söyledi. Gizlice bı di. Ancak bu durum, Kap larma haber verildi. Padi gitme bahanesiyle Üsküdf hazırlığına başlayınca, ş durumun tehlikeli olduğuı rek, hacca gitmekten vazj salık verdi, ancak bu arad
Osman II
ler ve Sipahiler isyanı başlattı, daha sonra buna donanma askeri de katıldı. Padişah hacca gitmekten vazgeçtiğini duyurduysa da yararı olmadı. Asiler devlet adamlarından bazılarının öğütlerini dinlemedikleri gibi, zararlı gördükleri bazı devlet adamlarının ve saraylının sürülmesini, sonra da öldürülmelerini istediler; dilekleri yerine getirilmedi. İsyancılar birçok konağı basarak yağmaladılar. Bu arada saraya yürüyerek isteklerini yinelediler ve önlem alınmamasından da yararlanarak Mustafa I’i hapseşdildi-ği yerden çıkarıp, Valide Sultan’ın isteği doğrultusunda tahta geçirdiler. Saraydan çıkıp Anadolu yakasına geçerek Bursa’ya gitmeyi isteyen Osman II, bunu da yapamayınca, Ağa Kapısı’na sığındı. Önce sarayda, sonra da Orta Cami’de Mustafa I’in padişahlığını ilan eden asiler, Ağa , Kapısı’ndan Osman iryi alarak Orta Cami’ye getirdiler. Osman II, burada Kapıkulu askerleriyle konuşmak istediyse de, askerler onu dinlemediler. Yedikule zindanına götürülen Osman II, Mustafa Fin annesinin emri üzerine sadrazamlığa henüz getirilmiş olan Damat Davut Paşa ve Yeniçerilerden Kalender taralından kementle boğuldu. Ertesi günü de babası Ahmet Fin türbesi yanma gömüldü.
Osmanlı tarihinde “Genç Osman faciası” olarak geçen Osman IFnin öldürülüşü, yıllarca Yeniçeri ocağının lanetlenmesine ve yer yer, Sipahi, Celali isyanlarına yol açmıştır. Yaradılış olarak zeki ama deneyimsiz olan Osman II, tasarladığı ıslahatları gerçekleştirmeyi başaramadı. ■
Türk bestecisi (İstanbul, 1816- İstanbul, 1885).
Besteci Zeki Mehmet Ağa’nın oğlu olan Osman Bey (1825-1900 tarihlerinde yaşamış olan ve tanbur çalan besteci Osman Bey’le karışmaması için Tanburi Büyük Osman Bey diye anılır) Mahmut II tarafından Enderun’a alındı. 1826’da on yaşmdayken hanende mülazımı (stajyer) oldu; bir yıl sonra da çavuş payesiyle, arkadaşları Büyük Rıfat Bey (1800?-1850?) ve Haşim Bey (1815-1868) ile birlikte hanendeliğe yükseldi. Otuz yaşma kadar bu görevini sürdüren Osman Bey,
1846’da babasının ölümü üzerine hanendeliği bırakarak sazendeliğe geçti.
Tanbur çalmayı kendi kendine öğrenmiş bulunan sanatçı, baş sazendeliğe kadar yükseldi. Sultan Aziz döneminde de aynı görevde bulundu, ayrıca nişan da aldı.
Galata Mevlevihanesi’ne devam eden Osman Bey, mukabelelerde (ayinlerde) tanbur çalardı. Aralarmda Cela-leddin Dede’nin de bulunduğu birçok öğrenci yetiştirmiştir.
XIX. yy. Türk çalgı müziğinin en büyük bestecilerinden biri olan Osman
Bey, on altı değişik makamdan peşrevler ve on değişik makamdan da saz semaileri bestelemiştir. Peşrevlerinden sekizi devr-i kebir, dördü hafif, dördü de muhammes usulündedir. Bol ve işlek nağmeli üslubuyla dikkati çeken sanatçının en ünlü yapıtları nihavent (çoksesli olarak yazılmıştır), hicaz hümayun, hüzzam, yegâh saba, nişaburek peşrevleridir. Ayrıca ferahfeza, rast, saba, hüzzam, suzidil, hisarbuselik, hicazkâr makamlarında bestelediği saz semaileri de güzel ve ustalıklı saz eserleridir. Zevkli, küçük şarkıları da vardır. ■
ın Bey,
uri
Mc)
Batı türkçesinin Osmanlı Devleti döneminde özellikle edebiyat dili olarak geçerli olan evresi.
Osmanlıca terimi Tanzimat aydınları tarafından ortaya atılmıştır. Tanzi-
matçılar siyasal birliği kurmak amacıyla “millet-i Osmaniye” (Osmanlı milleti) terimini bütün Osmanlı Devleti şuurları içindeki halkları içermek amacıyla türetmişler, bu milletin di-
line de “lisan-ı Osmani ” (Osmanlı dili) adını vermişlerdir. Eski dönemlerdeyse türki, türkçe, lisan-ı türki terimleri kullanılmıştır.
Osmanlıca, Türkiye türkçesinin XIV.
3081
mlıca
yy. ile XX- yy- arasmda, özellikle yazılı ürünlerde kullanılan bir evresidir. Türkiye türkçesi tarihsel gelişimi yönünden şöyle sınıflandırılmaktadır:
1. Eski Türkiye türkçesi ya da eski Anadolu türkçesi (Xlİl.yy.);
2. Osmanlıca (XIV. -XX. yy’lar):
a. Eski osmanlıca (XIV. -XV. yy.);
b. Klasik osmanlıca (XVI. -XIX. yy’lar);
c. Yeni Osmanlıca (XIX. -XX.yy’lar).
3. Çağdaş Türkiye türkçesi (XX. yy.). Osmanlıca, özellikle eski osmanlıca ve klasik osmanlıca, bütün Divan edebiyatı şiir ve düzyazı örneklerini kapsamaktadır. Eski osmanlıca döneminde sözü edilmesi gereken en önemli konu farsçadan ve arapçadan yapılan çevirilerdir. Bu çeviriler aracılığıyla türkçeye pek çok arapça, farsça sözcük’ve dû birimi girmeye başlamış, özellikle şiirde aruz ölçüsünün zorlayıcı etkisiyle yabancı sözcüklerin türkçeye girişi büyük bir hız kazanmıştır. Klasik osmanlıca döneminde, osman-hca kültür ve edebiyat dili olarak büyük bir yaygınlık kazanmıştır. Şiir ve düzyazı türünde özgün ve başarılı yapıtlar bu dönemde ortaya konmuştur (Fuzulî, Bakî, Nefî, Nabî, Şeyh Galip şiirde, Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi, Na-ima, vb. düzyazıda). Özellikle “süslü düzyazı” adı verilen düzyazı geleneğinde, anlam ikinci plana atıldığı, hüner ve marifet gösterme ön plana alındığı için, kullanılan dil oldukça ağdalı bir nitelik kazanmıştır. Öyle ki, belirteçler ve yüklem dışında hemen hiçbir türkçe sözcük kullanılmamış, tümceler de alabildiğine uzatılmış, şiirsel bir anlatıma ulaşabilmek için söz ve anlam sanatlarına sıkça başvurulmuştur (özellikle Veysî ve Nergisî’nin yapıtları).
Osmanlıcanın Osmanlı Devleti’nde ayrıcalıklı, Saray çevresine ve aydın kesime özgü bir dil haline gelmesine zaman zaman tepkiler de doğmuştur. XV. yy’da. Aydınlı Visalî, aruzla, ama içinde yabancı sözcük ve tamlama olmayan, halk dili ve deyişleriyle şiir yazma yolunu denemiş, Tatavlalı Mahremi, Edirneli Nazmi de onun yolunu izlemişlerdir. Türki-i Basit (Yalın Türkçe) adını taşıyan bu akım, kısa soluklu kalmıştır. XVIII. yy’da da Nedim, İstanbul türkçesinin deyiş özelliklerini şiirine sindirmiştir. (Gene bu dönemde din, tarih,ahlak,felsefe, çoğrafya,halk hikâyeleri gibi kitapların “yalın düzyazı” ya da “orta düzyazı” ile yazıldığım anımsatmakta yarar vardır.)
Yem osmanlıca, Tanzimat ile başlamış ve 1912’de Genç Kalemler’ in gündeme getirdiği “yeni dil” ile ku-
3082
ramsal olarak son bulmuştur. Osman-lı kültür ve edebiyatına genel olarak eleştirel bir gözle bakan Tanzimatçılar, dilin yalınlaşması konusunda birleşmelerine karşın, özellikle sanatsal verimlerinde osmanlıcanın albenisinden kendilerini kurtaramamışlardır. Buna karşın gazetenin varlığı dilin yalınlaşmasında en belirleyici rolü oynayan etmenlerden biri, hatta birincisi durumuna gelmiştir (resmi yazışmalarda osmanlıca egemenliğini sürdürüyordu). Bilim alanında da kimileri (Şanizade) türkçe terimlerin, kimileri de (Mazhar Paşa) arapça terimlerin kullanılmasından yanaydılar. Ayrıca gene bu dönemde yazım (imla), sözlük, dilbilgisi konusunda da kimi çalışmalar yapılmıştır. Servet-i Fünuncular, “sanat için günlük dilden ayrı bir dil gerekir” düşüncesiyle hareket ettikleri için osmanlıcada o güne dek kullanılmayan kimi arapça ve farsça sözcükleri yapıtlarında kullanmaktan çekinmemişler (nahcir “av”, garam “aşk derdi”, tiraje “alkım”,vb.),eski köklerden yeni sözcükler türetmişler (şems’ten müşemmes, kevkeb’ den mü-kevkeb, vb.), eski sözcüklerden yeni tamlamalar yapmışlardır [bavf-ı siyah “siyah korku”, saat-ı semen-fam “yasemin renkli saat”, karha-i hayat “hayat yarası”, inkisar-ı hayal “düş kırıklığı” gibi).
Bu dönemde dilin yalınlaşması konusunda Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Şami ve Necip Asım’m önemli girişimleri olmuştur (Şemsettin Sami hazırladığı sözlüğüne Kaamus-ı Türki adım vermiştir).
Meşrutiyet döneminde yazı dilinin sadeleşmesi konusundaki çalışmalar daha bir yoğunluk kazanmış, Selanik’te yayımlanan Genç Kalemler dergisi yazarları, türkçe, arapça ve farsça sözcük ve dü kurallarından oluşan bir dille yeni bir edebiyatın yaratılamayacağını, milli bir edebiyatın, milli dille yaratılabileceğini ileri sürmüşlerdir (bu tavır sonradan Türkçülük ideolojisinin temel ilkelerinden biri durumuna gelmiştir).Böylece osmanlıca adı verilen evre sona ermiş, çağdaş Türkiye türkçesi adlı yeni bir evre başlamıştır.
OSMANLICANIN GENEL ÖZELLİKLERİ
Osmanlıca Arap alfabesiyle yazılan bir kültür ve edebiyat dilidir. Arap alfabesinde 28 harf vardır, Farslar bu alfabeye “pe”, “çe”, “je” gibi harfleri de eklemişlerdir. Osmanlı alfabesinde 31 harf bulunmaktadır. Türkçe
ve farsçadaki ince g sesini £ için, üzerine bir çizgi konan nizsi n sesini belirtmek için i nokta konan “icef”, “1 “hemze” ve “he” (“h” harf sesini gösterir [ha-i resmiy leri de ayrı birer harf olara lürse bu sayı 36’ya çıkmai Osmanlıcada da arapçada da olduğu gibi harfler sa; doğru yazılır ve birbirleriy rilirken birtakım değişiklik! lardı. Ancak elif,dal,zel, re, leri kendilerinden sonra gel le birleşmezlerdi. Elif, va\ harfleri hem sesli, hem de f leri göstermekteydi. Bunk deki sekiz ünlüyü (a,e,ı,i,o şılıyordu: elif “a,â”, vav “c “ı,ı”, he “a,e”, hemze elif “ elif-i maksure “a” sesini Vav ve ye harfinin sözcük sesli harfi gösterebilmesi sinden önce bir elif almaş Osmanlıcada arapça ve alman birçok sözcük, tam kuralları vardır. Arapça hemen her türü osmanlıct İsim; masdar; ism-i fâil; i sıfat-ı müşebbehe; is: mübalağa-i fâil: ism-i zs mekân; ism-i âlet; ism-i n tasgir. Ayrıca arapçamn < kuralları da osmanlıcay Müminin (müminler); tez terişler); keder I ekdâı vehmievhâm (kuruntula ekber lekâbir (ulular, bü\, hurûf (harfler); vb. Örnel düğü gibi osmanlıcada c bancı kurallara (ekler: -belirli kalıplara gör e-.efs gibi) bağlıdır. Gene arapt izafet ve sıfat terkipleri { “fenler evi”, bedâyi-iü-ea bi sanatlar” gibi), edatla lan: hattâ, ammâ, lâkin, 1 ilâ, bi, an, fi.vb.) söz koı lir.
Osmanlıcada farsça sözcük, tamlama, ek. Timlerine de şu örnekle Sözcükler: eşk “gözya “diş”; hâk “toprak”; vb. üstad-ı sühan “söz, şür ruhsâr “yanağın gülü”;1 resinin (-i) kaldınlmasıyl birleşik sözcükler: ser-n ser-nâme “kitap başı, i ğı”; velî-ahd “hükümd tahta geçecek olan kim! -gâh (secde-gâh “mescit istan “gül bahçesi”); “dağlık”); -bâr (cûy-nehir”); – bân (bağ-bân
-f (hûb-î “güzellik”), -gî (âşüfte-gî “aşüftelik”); -bî(bî-behre “nasipsiz”, bî-günâh “günahsız”); nâ-(nâ-hdş“hoş olmayan”); vb. Edatlar: bâ-{bâ-vekar “vakarlı”); be- (tâ-be-kıyamet “kıyamete kadar”); der- {der-
hâl “o anda,hemen”);fâ-/7S-be-seAer “sabahakadar”); u, vü frûzuşeb “gece ve gündüz”, derya vü deşt “deniz ve çöl”); vb.
Osmanlıcanın eski osmanlıca döneminde eski Anadolu türkçesi döne-
minden kalma birtakım eski biçimler de görülür. Sözgelimi: bağfiil eklerinden -ıcak (bak-ıcak “bakınca, gel-icek “gelince”), -uban, -üben [al-uban“al&-rak,”, -madrn, -medin (al-madın “ almadan”,bil-medin “bilmeden”, vb.).a
Oğuzların Kayı boyundan olan Osman I’in (Osman Bey) Anadolu’da kendi adıyla kurduğu, üç kıtaya yay