Osmanlı kütüphaneleri
Ülkemizde, bir müessese olarak Osmanlı kütüphaneleri üzerine çalışan yegâne isimlerden İsmail E.Erünsal Bey ile, yeni çıkan kitabı vesilesiyle görüştük. OsmanlI’da halkın okuryazarlığı, insanların hangi kitapları okuduğu, kütüphanelerin nasıl işlediği, hâfız-ı kütübler, kısaca “kütüphanelerin tarihi”ne dair merak ettiklerimize cevap aradık…
Hocam, Osmanlı’da kütüphanelerin vakfiyeleriyle, binalarıyla, görevlileriyle köklü bir müessese olduğu aşikâr. Buna rağmen Osmanlı toplumunun okuma-yazma oranı devamlı eleştiriliyor, mevzubahis ediliyor. Bu konuda neler söylersiniz?
Söylediğiniz gibi, Osmanlı’da kitap ve kütüphane vakıfları mevcut ve bunlar çok ciddi müesseseler. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü söyleyenler var; tabi insanlar Osmanlı tarih ve kültürünü bilmedikleri için oluyor bu problem. Her dönemin kendine göre özellikleri vardır. Bu sadece Osmanlı’da değil bütün dünyada böyledir. Bir Avrupa dünyası, bir de Osmanlı dünyası var. Orada da öyle, yani okuma yazma bilmesi gerekenler; bürokratlar, soylu aileler, belli sınıflar, belli işi yapan kişiler okuyor ve yazıyor. Adam tarlada ise okuma- yazma bilecek de ne okuyacak, ne yapacak? Osmanlı’da halk Kur’ân-ı Kerîm okuyor, duaları okuyor. O tür metinleri okutuyorlar, öğretiyorlar.
Yani, bu tür yorumlar yapanlar, tarihte olmayan bir şeyi lüzumsuz yere arıyorlar; yüzde kaçı okuma yazma biliyordu diye. Ama Sultan İkinci Abdülhamid dönemine gelince okuma yazma oranı müthiş bir şekilde yükseliyor. Niye? Kitaplar basılıyor, yüzlerce binlerce okullar açılıyor. Yani Abdülhamid Han döneminde on bin civarında okul var işte. İbtidailer, rüştiyeler. ٠. O tür okullar bütün Anadolu’da, devletin her tarafında var. Ondan sonra da okuma yazma oranı çok artıyor.
Zaten halkın çoğu çiftçilik ile geçiniyor
Gayet tabi canım. Şehirdeki esnaf okuma – yazmayı belli bir derecede biliyor, ancak gerektiği kadar.
Anadolu’dakilerin bilmesine zaten gerek yok. Dediğim gibi, bunların her şeyi okumasına çok ihtiyaç da yok hani. Ama okuyan da iyi okuyor işte, değil mi? O zaman yetişmiş kâtipleri falan siz şimdi bulabiliyor musunuz? Divan kâtipleri meselâ. Bunlar Osmanlı bürokrasisinin mensupları. Osmanlılar çok kaliteli bürokrat yetiştiriyorlar. Lâzım olanlar öğretiliyor, okunuyor ve okutuluyor.
Onlar için hazırlanmış bir sürü Münşeat Mecmuaları vesaire örnekler var nitekim*„
Gayet tabi. O yüzden okuryazar yokluğu kanaati, dediğim gibi konuyu aslından uzuklaştırmaya yönelik. Geçmişi bugün üzerinden değerlendirmek, bugünkü şeyleri eskiye aksettirip orada aynı şeyleri aramak yanlış. Olmuyor işte.
Genelde ne okuyor acaba Osmanlı insanı?
Şimdi her sınıfın okuduğu kitaplar farklı. Biz kimin ne okuduğunu terekeler üzerinden takip edebiliyoruz. Yani biz bugün kimin ne okuduğunu nereden biliyoruz? Adamın kütüphanesinden değil mi? Osmanlı döneminde bir kişinin kütüphanesi de öldüğü zaman o terekelerden çıkıyor. Yani her sınıf mensubunun ne tür kitaplar okuduğuna dair orada çok şeyler var, güzel ipuçları var ve bunları da görüyoruz. Bürokratlar iyi okuyorlar. Çok kaliteli kitapları var bunların. İlmiye mensuplarının yani şeyhülislâmların, kazaskerlerin öyle kütüphaneleri var ki insan şaşıyor yani bu kadar zengin bir kütüphane nasıl olur diye. Aralarında 2000-2500 kitabı olanlar var. O döneme göre çok yüksek. Fatih Kütüphanesinin en zengin döneminde 4000-5000 kitabı var. Nuruosmaniye’de 6000 kitap var. Sultan ve saray kütüphanesi bunlar. Okuma yazma bilenler her türlü kitabı okuyorlar. Halkın okuduğu kitaplar nedir, diyecek olursanız halk, Birgivî nin vasiyetnamesini okuyor, Ahmediye, Muhammediye zaman zaman var.
Bazı halk hikâyeleri var. O tür şeyler halk kitabı. Delail-i Hayrat gibi dua kitapları var. Kur’ân-ı Kerîm zaten çok yaygın. Döneme göre, sınıfa göre okuma değişiyor tabi. Yani bir bürokratın terekesine bakıyorsunuz, elli tane divan var meselâ. Şiir okuyor adam şimdi. Öbüründe tarih kitapları daha çok. Özellikle devlet adamlarının kütüphanelerinde çok tarih kitapları çıkıyor. Tarihe meraklılar. Padişahlar da öyle. Padişahların da okuduğu kitaplar çok var.
Abdurrahman Abdi Paşa Vekayinamesi’nde geçiyor Dördüncü Mehmed’in devamlı tarih kitapları müzakere ettirdiği♦ ٠٠
Evet, tabi. Şimdi biz kütüphaneleri vakfiyelerinden tanıyoruz. Vakfiyelerde de çok enteresan şeyler var. Bahsettiğimiz gibi bir özel kütüphaneler var bir de genel kütüphaneler, yani bugünkü manadaki kütüphaneler. Medrese kütüphanelerinde okunan kitaplar belli. Meselâ bürokrat olarak yetiştirilecek birinin belli bir eğitimden geçmesi lâzım, okuması gereken belli kitaplar var. O da birkaç yüz tane zaten. Yani şerhleri, haşiyeleri vs.
On beşinci, on altıncı asırda mahalle aralarında kurulan kütüphaneler var. Onlar da enteresandır. Meselâ bir tane Cihangir’de var. Bu kütüphaneyi bir şahıs camide kurmuş. Halk hikâyeleriyle dolu, caminin içine koyuyor. Ben buna çok ehemmiyet verdim. Şunun için, “Osmanlılar tarih, edebiyat, sanat, şiir, felsefe kitaplarını kütüphanelere koymuyorlardı, yasaktı; işte bunlar geri kafalıydı” diye yaygın bir kanaat var ya, ona cevap vermek için. İşte buyurun Cihangir’deki kütüphane örneğine bakın. Ondan da önce Bursa’da bir muallimin kütüphanesi var. Türkçe kitaplar, hikâye kitapları, Kısastı Enbiyalar,
Tezkiremi Evliyalar, Leyla ile Mecnun,Kerem ile Aslı o tür kitaplar var içinde.Siz şimdi Leyla ile Mecnun hikâyesini camiye koyabilir misiniz? Koyamazsınız.O dönemde koyuyorlar, insanlar okusun diyorlar. Böyle kütüphaneler var ama diğerlerindeki kitaplar bellidir. Meselâ sultanların kütüphaneleri. Şimdi orada şöyle bir durum var: Eski ilim tasnifine göre; Kur’âm Kerîm, tefsir, hadis, usuU fıkıh, ondan sonra diğer ilim dallarına ait kitaplar var. Her ilim dalından dengeli şekilde kitaplar olacak. Padişah kütüphane kuruyor, her ilim dalından kitaplar seçiliyor ve saray kütüphanesine gönderiliyor. Onun için az çok birbirine benzer kütüphaneler. Ama şahıs kütüphanelerinde kütüphaneyi kuranın şahsi seçimi rol oynuyor. Meselâ Esad Efendi Kütüphanesi nde tarih kitapları çoktur. Halet Efendi’de edebiyat, divanlar, tasavvufı kitaplar çoktur. Onlarda o tür farklılıklar oluyor. Çünkü adamların kendi kitapları, onları vakfederek kütüphane kuruyorlar. Ragıp Paşa da öyle.
Kütüphanelerin teşkilât yapısı, işleyişi nasıldı kısaca? Kitap temini, tedarik, görevliler* ٠٠
Tabi bu mesele kitapta çok tafsilatlı olarak anlatıldı. Osmanlı kütüphanesinin işleyişi deyince birinci derecede önemli olan “hâfız-ı kütüb” diye biri var. Hâfız-ı kütüb kitapları koruyan demek. Kütüphanelerin idaresi hemen hemen hâfız-ı kütüblerin elinde. Hâfız-ı kütübler de genellikle ilmiye sınıfından oluyor. Yani dışarıdan herhangi bir kimse olmuyor. Niye diyeceksiniz. Çünkü hâfız’i kütüb kütüphanede duracak, bir kere kitapları tanıyacak. Bir adam geldiği zaman; meselâ dedi ki “Bana Taftazanî’nin şu kitabını ver”. Adam kitabı bilecek, yerini bilecek, gittiği zaman kitabı okuyacak değil mi? Yani çıkaracak gelecek, geri aldığı zaman kontrol edecek, doğru mu yanlış mı, adam değiştirdi mi, değiştirmedi mi? O yüzden ulema sınıfından oluyor hâfız-ı kütübler. Birinci görevleri kütüphaneyi korumak. İkincisi de hizmet etmek. Hizmetleri de iki türlü. Bir okuyucuya karşı olan hizmetleri var, bir de kitaba karşı. Kitaba karşı olan şöyle; eskiden Osmanlı kütüphanesi kurulurken, bağışlanan kitapların katalogu da vakfiye ile yapılıyordu zaten. Yani kuran adam bağışladığı kitapların listesini ya vakfiyesine koyuyor yahut ayrıca bir katalog yapıyor. O yüzden kuruluş esnasında katalogu var zaten. Hâfız4 kütübün görevi işte bir senede, iki senede bir o katalogla kütüphanedeki kitapları karşılaştırmak. Tutuyor mu, tutmuyor mu; kitap kaybı var mı yok mu? İşte bu yüzden de adamın âlim olması lâzım. Nereden bilecek yoksa… Ve kütüphanelerde en büyük kayıplar kitap değiştirme şeklinde olduğu için genellikle kontrollerde satır sayısını sayarlar, sayfalardaki satır sayılarını. Kataloglara yazarlar, bir sayfada şu kadar satır var diye. Fiziki özelliklerini çok detaylı olarak bildirirler. Yalnız antrparantez bir şey söyleyeyim. Osmanlı kütüphanelerinde, vakıf kütüphanelerinde kitap kaybı çok azdır. Yani bugünkü standartlara göre de çok azdır. Tabi son dönemde karışıklıklar çıkınca; savaşlar falan, kütüphaneler artık kapanmış, hâfız-ı kütübü gitmiş vs. Onları saymazsak büyük kütüphanelerin kitap kaybı oldukça azdır. İnsan hayret ediyor. Ecdad vakıf kitabına, vakfa çok ehemmiyet veriyor. Yani bir adam vakıf malına dokunmuyor, el sürmüyor, vicdani bir şey. Meselâ Arap dünyasında bu yok. Benim “Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri” isimli kitabımda bahsettim bundan. Medine’den bahsederken bir yabancı seyyah Medineliler için “Bunlar Mısırlılar gibi değiller, vakfa dikkat ederler.” diyor. Mısırlılarda hayır yok. Kütüphanelerdeki kitapların hepsini satmışlar adamlar. Ondan sonra bizim kitapları Osmanlılar aldı götürdü diye yaygara koparıyorlar.
Kütüphanede hâfız-ı kütüb kitapları kontrol ederken mütevelli ile vakfın diğer görevlileri de bulunuyor yanında. İkinci görevi de işte okuyucuya kitabı çıkarıp vermek, istifade ettikten sonra alıp rafa koymak. Başka bir görevi yok. Vakfiyelerde hâfız-ı kütüb tatlı sözlü, güler yüzlü olmalı, okuyuculara iyi muamele etmeli, hiç kimseyi azarlamamak, gittiği zaman “Sen ikinci defa geldin, çok istiyorsun” dememeli, ne kadar kitap istiyorsa çıkartıp vermeli gibi şeyler de var. Diğer taraftan, Osmanlı döneminde bugün devletin yaptığı şeyin yüzde doksanını vakıflar yapıyormuş neredeyse. Devlet sadece koruyor.
Ne yol yapıyor, ne okul açıyor, hiçbir şey. Ha, bu görevi sultanlar yapıyorlar şahsi servetlerinden. Ama devlet hâzinesinden yapmıyorlar neticede. Diğerlerinin hepsini halk yapıyor. Halk o dönemde çok hayırsever, şimdiki gibi değil. Bütün bu hizmetler öyle yürütülmüş. Bir tane devletin açtığı medrese yok 19. asra gelinceye kadar. Hepsi özel ve vakıf bunların. Kütüphaneler de öyle tabi.
Başlangıçta ticari maksatla yapılan zeplinler, aynı zamanda savaşlarda bombardıman vasıtası olarak kullanılmıştı. Bununla da kalmayıp propaganda unsuru olarak veya dünyanın birçok ülkesinde reklâm ve fotoğraf aracı olarak da kullanılmıştı…
İnsanlık tarihi 20. asra geldiğinde ciddî savaşlar yaşarken aynı zamanda yeni gelişmelere şahit oluyordu. Yeni yüzyıl hiç şüphesiz birçok icadın ortaya çıktığı, insanlığın teknolojik alanda en fazla ilerleme sağladığı devirdi. Bu asırda tarihin akışını etkileyen ve dünyanın, siyasî, sosyal ve ekonomik düzen anlayışını kökten değiştiren gelişmeler yaşanıyordu. Hâkim güçler geleceğin dünyasını inşa ederken, aynı zamanda teknolojik gelişmeleri de yakından takip ediyorlardı.
Kütüphaneler aynı zamanda birer eğitim merkezi gibi faaliyet gösteriyor, değil mi hocam?
Evet, tabi. Şöyle bir gelişme var; kütüphaneler camilerin, mescitlerin ve medreselerin bünyesinde kuruluyor bir süre. Orada böyle misafir olarak oturuyorlar. Ondan sonra on yedinci yüzyıldan başlayarak külliye veya medrese dışına çıkıyorlar, müstakil binalarına. Müstakil binalarda kütüphaneler kurulmaya başlıyor Köprülüler dönemi ile birlikte.
Müstakil kütüphaner kurulduktan sonra eski bulundukları kurumlardaki görevlerini üstlerine alıyorlar. Meselâ namaz kılma. Diyor ki; bir vakfiyede, namaz vakti gelince birinci hâfız-ı kütüb imam olsun, ikinci hâfız-ı kütüb de müezzin olsun cemaatle namazı kılsınlar. Bazılarında böyle. Bir kısmında da hâfız-ı kütüblerin müderris olma yani ulemadan olmaları şartı var. Dört hâfız-ı kütüb varsa üçü ders okutacak, biri kütüphane hizmetinde bulunacak. Nöbetle bunu yapacaklar. Yani eğitim de giriyor kütüphaneye bir dönemde. Kütüphanede tabi diğer ibadet şekilleri de var; kütüphane açılırken belli duaların okunması, hatim yapılması, kurucunun ruhuna bağışlanması, belirli günlerde aşure, zerde pişirilmesi, pilav pişirilmesi, kandil günlerinde mevlit okunması, kutlamalar yapılması… Yani sosyal yönleri de var kütüphanelerin.
Başlangıcından itibaren İslâm âlemindeki kütüphanelerin kitap varlığı hakkında ne biliyoruz?
İslâm kütüphaneleri çok önemli. Ama yapılanacak bir şey de İslâm âlemindeki kitap birikimi maalesef çok heba olmuş. On bin, yirmi bin, elli bin ciltlik kütüphanelerden bize kalmış üç beş bin. Yani Osmanlıya gelene kadar çok büyük kitap kaybı var. Yani yüz bin kitaplık, iki yüz bin kitaplık kütüphaneler var İslam dünyasında. Bfö*kao؛»ıilyon denenler de vahama» ne derece doglu bilemiyoruz, tabi bir rivayet. Ama üç yüz İşin, beş yüz bin olduğuna dair kesin bilgileıfcar. Bunların jhepsi kaybolmuş,” ne kadar büyük kafba uğışmış İslâm kutturun İnsan onlar ^düşündükçe’çok üzülüyor ama ne yapalım
Meselâ imarethanelerin yanında kütüphane de var♦ Enteresan bir uygulama aslında aşevinin yanında kütüphane olması♦♦♦
Tabi tabi. Ve hâfız-ı kütüb aşevinden yemek yiyor. Vakfiyede diyor ki “İki fodla alsın. Cuma günleri de bir tas pilavla bir parça et.” meselâ. Böyle şeyler var.
Peki hocam, çok teşekkür ederiz, vakit ayırdınız♦
Ben de teşekkür ederim, iyi çalışmalar. II