Osmanlı Padişahlarından ÜÇÜNCÜ MUSTAFA
III. Mustafa’nın tahta çıkışı. — Danimarka ile anlaşma. — Prusya’nın dostluk anlaşması teklifi. — Şeyhülislâm ve Kaptan Paşa’mn azilleri; Dar-üs-saade Ağası’nın ida¬mı. — Râgıp Paşa’nm padişahın kız kardeşiyle evlen-‘ mesi. — Sürgün edilenlerin İstanbul’a dönüşleri. — Ba-؛ zı elçilerin dönüşü. — Ali Hekimzâde’nin ölümü. — Hac seferlerinde güvenliğin sağlanması için alınan tedbir¬ler. — Abdullah Nailî Paşa’nm ölümü. — Hibetullah Sul- tan’m doğumu. — Kırım Hanı’mn, Boğdan ve Eflâk voyvodalarının, Bâb-ı Âli tercümanının ve Reisefendi’- nin azil ve değiştirilmeleri. — İlmî bir inceleme• — İz¬mit’te bir kanal inşaatı için çalışmalar. — Sultan Mus¬tafa’nın güvenlik teşkilâtı. — Arabistan ve Mısır’da asa¬yişin sağlanması. — Şam’da bir caminin tamiri ve İs- , tanbul’da yeni bir cami yapılması. — Defterdar Halim! Paşa ve Şeyhülislâm Asım Efendi’nin ölümleri. — İmar hareketleri. — Askerî talim ve manevralar. — Ba¿’ meşhur âlimlerin ölümleri. — İranlıların Bossuet’si sa¬yılan. Vessaf Efendi. — İçeride karışıklık. .— Kürk, se¬fası ve afyonkeşler• — Prusya ile dostluk anlaşması. — Prenseslerin doğumu. — Meşhur adamların ölümü• — Şeyhülislâm ve Kaptan Paşa’nm iki defa değiştirilme¬leri. — Râgıp Paşa’mn ölümü. — Onsekizinci yüzyıl Os¬manlI edebiyatına toplu bakış. — Osmanlı Devleti’nio ‘ son ünlü sadrazamının yönetimi.؛
ÜÇÜNCÜ MUSTAFA’NIN TAHTA ÇIKIŞI
ÜÇÜNCÜ Mustafa’nın hükümdar olarak yaptığı ilk ve tek hayırlı iş, hiç şüphesiz, Râgıp Paşa’yı sadrazamlı¬ğa getirmiş olmasıdır. Tahta çıkar çıkmaz bir hattı hü-‘ mâyûn ile, yeni hakkedilmiş sadaret mührünü Râgıp Paşa’ya göndermiş, ondan, bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de devlet işlerini yürütmesini istemişti.
Her padişahın tahta çıkısında dört yeni mührü hümâyûn yaptırılırdı. Bunlardan kare şeklinde olanı padişahın özel müh¬
rü olarak kendisinde kalır, daire şeklinde olan diğer ؟٥ mühür- den biri sadrazama, İkincisi harem-i hümâyûnun hazinedarı olan kadın görevliye, sonuncusu da has odabaşısına verilir- di il).
Geleneklere ¿öre, suitan tahta çıktıktan bir gün sonra, bahleyin sadrazam ona çiçek ve meyve dolu elli porselen ve vazo gönderir, böylece hükümdarını tebrik etmiş Aynı gün öğlene doğru, sultan kendi eliyle yazılmış bir şerifi sadrazama gönderirdi. Uiemânın dışında bütün vezirler Bâb-ı Âli divanında toplanır, görevlinin (kapıcılar kethüdası- nın), bir kumaşa sarılı olarak ve başının üzerinde tutarak ge- tireceği hattı şerifi beklerlerdi. Hattı şerif gelince, başta sad“ razam olmak üzere bütün vezirler salonun ortasına kadar ilerler, sadrazam hattı şerifi alıp öper, başının üzerine rür ve Reisefendi’ye (Reis-ül Küttab’i padişahın teveccüh ve lere okurdu.
Okunma işi bittikten sonra sadrazam hattı şerifi getiren ve etek Öpen h^erciye, yani Kapıcılar Kethüdası’na, bir sa- mur kürk giydirirdi. Bundan sonra divanda bulunanların teb- riklerini kabul eder, daha sonra da dağılırlardı. Sadrazam dai- resine geçer, padişahın teveccüh ve itimatlarına şükranlarını sunmak için hazırlanırdı. Vazifeyi en derin ve şükran duygu- lanyla kabul etti^ni bildiren cevabî mesajı götürecek olan kethüdaya armağan olarak birkaç yüz düka altınından baş- ka çok değerli bir elbise (kaftan) da verirdi.
III. Mustafa tahta çıkışından dokuz gün sonra, Hz. Pey- gamber’in kılıcını kuşanmak için Eyüp Sultan €amii’ne gitti. Kılıç alayı, her zaman olduğu gibi bu defa da çok muhteşemdi.
Merasim gereği o ğün, idarenin her kesiminden yüksek rüt- beli ؟nemurlar sarayın birinci avlusunda toplanmışlardı. En önde zaptiye teşkilâtından yüksek rütbeli لقإ görevli, onların ardından çakışlar ve müteferrikalar, ulufeliler ve gedikliler yürüyor, yol açıyorlardı. ص^هسم peşinden de sipahi paşaları.
(!) M.d’Ohsson, Osmanh imparatorluğu Tablosu, vn, s. 120.
mabeynciler, büyük ulemâdan olanlar, şeyhler, seyidler ya da Peygamber soyundan olanlar, divan âzalan ve odabaşılan, JİİÇ defterdar, nişancı, Reisefendi, ’ serasker, iki kazasker, vezirler ve nihayet yanyana olmak ؟zere sadrazamla şeyhülislâm ge- liyordu. Onların ardından yedekte yürütülen, eyer ve dizgin-, leri çok süslü otuziki at geliyordu ki؛ bunların onikisinin eyeri lerinde murassa kalkanlar asılıydı. م . . . [
Sultanm etrafını peykler ve solaklar çeviriyordu. Peykle- rin başında pırıl pırıl parlayan1 miğferler, solakların başında ise’harikulâde güzel kuştüyü sorguçlar vardı. Padişahın bin-* diği atin sol üzengisini büyük imrâhor (emir-ü ahır), sağ Üzen- gisini başmabeyinci tutuyordu, ikinci imrahor sol dizgini tu-؛ tuyor, sağ dizgini ،tutan sancaktar ise bir eliyle şancak-1 şerifi taşıyordu, ؟adişah atının yanında ■bunlardan’ başka has ahır teşkilâtından- dokuz kişi daha vardı ki bunlar imrahorlar, sek-، banbaşılar, mabeynciler ve sakabaşı’ndan; oluşuyordu.
Padişah ‘attan inerken ؛ yanındaki onbir görevlinin yerini, padişahın’’koluna girmek ve ‘onu öylece götürmek imtiyazına sahip diğer altı görevli “aldı ki bunlar da silâhdar, tülbenddar,’ ibrikdar, rikâbdar ve berberbaşından meydana geliyordu. On-: lan da •yeniçeri ağası ile bostancibaşı takip ediyordu. Aynı im- tiyaza ،başmabeyinci ile iki’imrahor da sahiptiler. Yeniçeri ağa- sı padişahın attan inmesine yardım ederken sadrazam ve da؟-üs-saade ağası da koltuğundan tutuyorlardı. م ,٦ ,
Padişahın ardından■ gelen’ iki enderunlunun ellerinde çok’ zengin işlemeli iki yastık vardı ve üzerlerinde hükümdarın iki. sarığı bülunuyordu. Sarıklar padişahın hâkim olduğu dünya- هله iki bölgesini, iki denizini ve korumakla görevli olduğu iki kutsal şehri,’ yani ؛Mekke ve Medin¿’}^- temsil ediyordu. Sul- tanı halkı selâmlamak zahmetinden kurtarmak için, sarıkları, taşıyanlar, bunları durmadan sağa sola indirip kaldırıyorlar- dı. Enderundan bir genç, padişah ata binerken ayağının altı- na koymak için bir tabure, bir diğeri de aptes almada , kulla- nılacak bir ibrik taşıyordu. Hazinedar ise, yol boyunca biri- ken kalabalığa avuç avuç para saçıyordu. .ز. ل ر
1؛Cülûs alayı, yeniçerilerin oluşturduğu iki sıranın arasın-‘ dan geçerken, padişah onları, selâmladı. ■Sivil halka gösteril- meyen-، bu ؛hareket yeniçeriler için bir şerefti. Yeniçeriler pa-
dişahın selâmına, başlarını sol omuzlarına eğerek karşılık ver¬diler. Böylece, en ufak bir işaretle başlarını kılıç altına uzat¬maya hazır olduklarını anlatmış oluyorlardı.
Padişah, yeniçerilerin eski kışlalarının önüne gelince dur¬du. Burada, 60. ortanın ağası tarafından sunulan bir tas şer¬beti içti ve sonra şerbet tasını, o mutlu günün hatırasına, al¬tın doldurarak iade etti. Yeniçeri ağası üç kurban kesti.
Yoluna devam eden III. Mustafa, Fatih’in yaptırdığı cami¬nin yanına gelince, buradaki türbeyi ziyaret etti, dua okudu. Bundan sonra, Hz. Peygamber’in sancaktan olan Hz. Eyüb’ün türbesinde de bir dua okudu.
Eyüp Camii’nde, şeyhülislâm, padişaha Hz. Peygamber’in kılıcını kuşattı. Bu tören sırasında şeyhülislâmın yanında şe¬riflerin reisi yani nakıyb’ül eşraf da hazır bulunuyordu. Bu sırada cami avlusunda elli koyun kurban edildi. Ulema,- «Allah yüzünü ak, kılıcını muzaffer eylesin» diye dua etti.
III.. Mustafa tahta çıktığını bildirerek bazı yüksek unvan¬lardan ve tekkelerden alman berat vergilerini (cülûsiye vergi¬si de denirdi) yanya indirdiğini ilân etti. Hükümdarların her tahta çıkışlarında berat sahipleri bunlan yenilemek (ve tabii yeni vergi vermek) zorunda idi. Aksi halde beratları geri alı¬nırdı. ■ ١ ،
Padişahlar tahta çıkışlarında, gerek «eşkinci» denen ve sefere katılan yeniçerilere, gerekse «mütekaidin» •ya da «otu¬rak» denilen ve artık sefere katılmayan ama yedek olarak tutulan emeklilere cülûs bahşişi verirlerdi. III. Mustafa bu bahşişi veren padişahlann sonuncusu oldu. Ondan sonra *tahta çıkanlar, isyanların, ana kaynağı haline gelen bu eski usule son verebildiler. ٠
Sultan, tahta çıktığını birer hattı hümâyûnla hıristiyan âleminin bütün hükümdarlarına bildirdi. Olayı birer özel elçi göndermek suretiyle bildirmek tenezzülünde bulunduğu dev¬letler ise sadece Lehistan, Prusya ve Avusturya oldu. Hüküm¬darın cülûsunu Lehistan (Polonya) kıralı Frédéric Auguste ni’e (Frederik Ogüst III) bildirmek için Varşova’ya giden se¬fir Mehmet Paşa idi. Rusya imparatoriçesi Elisabeth Petrovna’- ya elçi olarak Çavuşlar Kâtibi Osman Efendi gönderildi, n. Os-
man’m vefatını ve m. Mustafa’nın cülusunu imparator I. Fran- çois’e (Fransuva) bildirmek için Viyana’ya gönderilen elçi ise Küçük Evkaf Kethüdası Giritli Resmî Ahmed Efendi idi.
Bu üç elçiden bizim için en dikkate değer olanı Resmi Ah- ■ med Efendi’dir. ^un büyük bir tarihçi ve devrin en önemli devlet adamlarından biri olduğunu daha sonra göreceğiz. Rum’ asıllı olan Giritli Resmi Ahmed Efendi, ihtida etmiş ©İmasına rağmen anadilini unutmamıştı. Ahmed Efendi, reis-ül küttap Tavukçubaşı Mustafa Efendi’nin kızı ile evlendi. Reisefendi’- nin kız kardeşi de zenginliğiyle meşhur Bekir Efendi ile evliy- di. Bu zat, Dar-üs-saade Ağası Beşir Paşa’ya, tavassutu ile Reisefendiliğe getirildiği takdirde önemli mikdarda para vere- ceğini vaadetmişti. Dar-üs-saade ağasının (kızlarağası) ölü- münden sonra Bekir Efendi, bu vazifeye atanmamış olmasına rağmen, yazılı olarak va^dettiği parayı hâzineye ödemek ZO- runda bırakıldı. Bekir Efendi vezir rütbesine (paşalığa) çok daha sonra terfi ettirildi.
Avusturya ve Rusya sarayları, III. Mustafa’nın fevkalâde elçilerine, ancak daha evvel Sultan n. Osman’ın tahta çıkışı- nı tebrik için gönderdikleri elçilerine yeni itimadnâmeler gön- dermek suretiyle cevap vermiş oldular. Bu elçiler o zamandan beri İstanbul’dan atılmamışlardı. Avusturya’nın elçisi Baron de Schwachheim (Baron dö Şvahhaym), Rusya’nın elçisi ise Kont Mnicek idi.
Bu iki saray, İstanbul’a fevkalâde elçilerini ancak له yıl sonra gönderdiler. Napoli ve İsveç saraylarının sultana gön- derdikleri tebriknâmelerini de, bu devletlerin elçileri olan Kont Ludolf ve Kont Celsing getirdiler. Fransa, İngiltere ^e Venedik saraylarının tebriknâmelerini bu ülkelerin İstanbul’daki dai- لص elçileri Vergennes (Verjen), Porter ve Foscari takdim et- tiler. ،■■ ‘ ‘■ •
ÜÇÜNCÜ MUSTAFA’NIN DANİMARKA İLE ANLAŞMA ‘
Danimarka elçisi De Gahler,, OsmanlI başkentinde üç yıl kaldıktan sonra nihayet Bâb-1 Âli ile bir dostluk, ticaret ve geniilerin serbestçe dolaşımı ile ilgili bir anlaşma imzalanma- sini sağlayabildi.
Bu elçi, Osmanlı sultanına kendi hükümdarının tebriknâ- mesinden başka, Baltık kıyılarından kalkan ve Kont Lutzov’un kumanda ettiği iki gemiye yüklenmiş değerli hediyeleri de tak¬dim etmişti. Fakat, fevkalâde elçi unvanına rağmen, sadrazam tarafından kabul edildiği zaman, kendisine samur kürk yeri¬ne sadece, bir kaftan giydirildi. Çünkü’ II. Osman zamanında yayınlanan tören kıyafetleriyle ilgili talimatname hâlâ yürür¬lükteydi.
Gahler’in uzun süren müzakereler sırasında aracı olarak kullandığı nüfuzlu kişi, Anadolu kadısı ve Sultan’m imamı Os¬man Molla’dan başkası değildi. Zenginliğiyle ünlü Bekir Efen- di’nin damadı, çok faal ve nüfuzlu olan bu şahsın desteğini, yüz kese para karşılığında sağlamış bulunuyordu.
Danimarka elçisiyle müzakereler devam ederken, Molla Os¬man’ın verdiği ziyafetlerden birinde, diğer ünlü davetlilerin ara¬sında, Macar dönmesi ve İstanbul’da kurulan ilk matbaanın mü¬dürü İbrahim (Müteferrika) ile, o tarihten ’ oniki yıl önce öl¬müş bulunan Kont de Bonneval (paşa)’m (2) kendi çocuğu ya da, evlâtlığı olan Milanolu Süleyman Bey de vardı. Bu iki şahsi¬yet, Bâb-ı Âli ile Avrupalı elçiler arasındaki münasebetlerde büyük çaba gösteriyorlardı. Schvvachheim’m İstanbul’da özel¬likle meşgul olduğu işler arasında, ön sırada, padişahın Cezayir Beyi’ne (Dayışı’na) bir ferman göndererek Avusturya konsülü Kersch’iiı kurtarılmasını temine çalışmak geliyordu. Cezayir birlikleri Tunus’a yaptıkları bir baskın sırasında Kersch’i esir alıp götürmüşlerdi.
Sadrazamın başçuhadarı bu iş için özel görevli olarak Ceza¬yir Dayısı’na gönderildi. Sultan Osman’ın ölümünden kısa bir, süre sonra, hoşnutsuz Macarlarm reisi olan Csaki de Rodos’ta ölmüştü. Onun yerini alan Kont Coloniz’in ağabeyi Baron de Zaı (Badon dö Zai) de onüç ay sonra ölünce, hoşnutsuz Macar¬larm başına Transilvanyalı (Erdelli) Mikics geçti. Csaki’nin ölü¬münden birkaç ay önce, o zaman Fransa kiralının ordusunda
(2) Asıl adı Comte Claude Alexandre de Bonneval (1675-1747) olan Humbaracı Ahmed Paşa, Fransız asillerinden idi, fakat Avusturya ordusunda mareşal olmuştu. 1729’da Osmanlı ordusuna sığındı, İslâmiyet¡ kabul ederek Ahmed adını aldı. Osmanlı ordusunda *önemli hizmetleri görüldü ve beylerbeyi’ligine terfi ettirilerek paşa unvanı verildi. (Çevirenin notu) •. ■
general olarak görev yapan Macar Tott da ölmüştü ki,! onun oğlu meşhur «Hatıratın müellifi Baron de Tott’tur.
Avusturya ile Fransa arasında Mayıs. 1756’da ittifak ger- çekleşince, İstanbul’da bulunan. AvrupalI elçiler arasında وف- ğişiklikler olmaya başladı. Bundan sekiz ay sonra, 16 Ocak 1757’de, İngiltere ile Prusya arasında tedafüi ve tecavüzî (sa،- vunma ve saldırma) amaçlı bir ittifak kurulunca değişiklikle^ tamamlandı. ؛ , –
Ingiliz elçilerinin kötü niyetli tahrikleri ve elçilerin itibarını sarsmak için gösterdikleri çaba karşısında Bâb-1 Âli dikkatli davranıyordu؛ Fakat Porter Bâb-1 Âli’yi Avusturya ve Fransa’- ya karşı tahrik etmekten geri kalmadı. Bu tahriklerinde daha çok Sadrazam Koca Râgıp Paşa’nın hekimbaşısı olan Rum İs- pdlantrdenyararlanıyordu. ٠٠ /٠
İsveç sefiri, hükümdannın Fransa ile yaptığı ittifaka sadık kalacağını, fakat, Prusya kıralı II. Frederik akrabası olmasına rağmen bu hükümdara karşı yapılacak bir savaşta tam taraf- sız hareket edeceğini ve 2ل Mart 1757 Vestfalya Anlaşması’na da sadık kalacağını bildirdi^Bundan iki ay kadar önce, 8 Ocak 1757’de, Rus elçisi Obreskov Bâb-1 Âli’ye bir nota vererek, hü- kûmdan Elizabeth Petrovna’nın Lehistan ve Avusturya’ya yar- dun maksadiyle ordusunu hareket؟ geçireceğini, Lehistan’ın da nzası ile bu ordunun Cumhuriyet’in kuzey eyâletlerine geçece- ğini söylüyordu. Sadrazam bu notaya verdiği cevapta hiçbir itirazı olmadığını bildirdi. ‘ . -,•••!
Bir yıl s^ra Bâb-1 ,Âli Obreskov’un bazı’ şikâyetlerine de cevap verdi. Obreskov’un hükümdarı adına yaptığı şikâyete gö- re, Kırım Hanı Halim Giray’a„ itaatsiz Nogay. Tatarlarını ceza- landırması için Bâb-i Âli tarafından emir verilmişti ve 0لآه yar- dımcı olarak Azak, Bender, Hotin ve So^a paşaları da gönde- rilmiştfr ؛١ ٠ ‘ •٠٠•’ ‘T . ٠٢’ ‘ ء ز* ■’
‘ ÜÇÜNCÜ MUSTAFA’NIN RUSYA ile DOSTLUK ANLAŞMASI ؛ . .
Râgıp Paşa reis-ül küttap iken, Prusya Bâb-1 Âli’ye ilk dost- luk anlaşması teklifini yapmıştı, fakat Bâb-1 Âli bazı bahane- lerle buna yanaşmamıştı. Şimdi sadrazam olan Râgıp Paşa böy¬le bir ittifakı en çok isteyenlerden biri idi. Avusturya konuyu müzakere için temsilci olarak Hauden’i İzmir’e gönderdi. Hau- den daha çok Bexin ismiyle tanınıyordu. O sırada yine Prusya adına görüşmeler için gelen Varennes de Türkiye’de idi, fakat Hauden Bâb-ı Âli ile ittifak kurmak için tam yetkiliydi (3). Ay-rıca, hükümdarı Frederik H’den Sultan Mustafa’nın tahta çıkı¬şını tebrik eden bir de mektup getirmişti.
Sadrazamın ittifak arzusuna rağmen Hauden’e kesin bir cevap verilemedi ve İstanbul’a gelmesine de ancak çok gizli tu¬tulmak kaydiyle müsaade edildi. Fransa elçisi Verj en ile Avus¬turya elçisi Şvahaym, Hauden’in izini boş yere aradılar. Fakat bir gün, Hauden’in Saksönyalı uşağı, kendisine kötü muamele eden efendisinden intikam almak için, bulunduğu yeri Fransız ve Avusturya elçilerine bildirdi. Bu uşak, efendisinin kendisini, sırrını ifşa eder korkusuyla zehirlemek istediğini de iddia edi¬yordu (4).
AvusturyalI tercüman öğrendikleri sırrı Râgıp Paşa’ya söy¬lediği zaman, sadrazam bunu son derece soğukkanlılıkla kar¬şıladı ve doğru olmadığını söyledi. Uzun süren reis-ül küttap- lığı zamanında ve Mısır valisi olarak Kahire’de bulunduğu yıl¬larda, renk vermemeyi, düşüncesini belli etmemeyi çok iyi öğ¬renmişti. Zaten Mısır’daki taşkın ve yaygaracı Memlûk beyle¬rinin oyunlarını bozabilmek için gizlilik, serinkanlılık ve yap- maçılık, bütün vali paşalar için bir zaruret haline gelmişti.
Râgıp Paşa, yabancıların, tercüme ettirilen berat ya da himaye mektuplarını ele geçirmek için her türlü, harcamayı yaptıklarına, tercümanların da bu belgeleri reâyâya satmayı alışkanlık haline getirdikleri meselesine dikkatle eğildi. Bu mak: şatla Reisefendi’ye bir buyrultu göndererek bu olayların’tekrar¬lanmaması için gerekli tedbirlerin alınmasını istedi (5).
Sadrazam bir yıl sonra başka bir buyrultu çıkararak Av¬rupalIların reâyâdan kızlarla evlenmelerini ve gayrimenkul edinmelerini tekrar yasakladı. Bu yasaklar mevcut anlaşma-
(3) Tam yetki belgesinin Türkçe’den İtalyanca’ya yapılan tercümesi (15 Cema-
zielevvel 1170 (1757) tarihini taşıyor.
(4) Bu uşağın mektubu Schwachheim’ıh mektubuna ilişikti.
(5) Sadrazamın 19 Rebiülahır 1172 (20 Aralık 1758) tarihli bu buyrultusu da
Schwachheim’m raporuna ekliydi.
lara aykırı idi. Galata voyvodasına gönderilen bir emirnamede ise, reâyâdan kız alan AvrupalIların ve AvrupalIlarla evlenmiş reayanın birer listesi isteniyordu.
ÜÇÜNCÜ MUSTAFA’NIN ZAMANINDA ŞEYHÜLİSLÂM VE KAPTAN PAŞA’NIN AZİLLERİ;
DAR-ÜS-SAADE AĞASI’NIN İDAMI
Râgıp Paşa’nın sadareti, Sultan Osman’ın ölümünden ve III. Mustafa’nın cülusundan on ay kadar önce başlamıştır. Bu yüzden, Râgıp Paşa’nm zamanına ait değişiklikleri ve olayları özetlemek için biraz geriye gitmemiz gerekiyor.
Râgıp Paşa, devlet idaresini ele almasından az sonra, son yangında harap olan acemioğlan kışlalarının yeniden inşasını emretmişti. Bu sırada Defterdar Ahmet Efendi’yi görevden ala¬rak, onun yerine sürgünden çağırdığı Halimi Efendi’yi geçir¬mişti. Şeyhülislâm Dürrizâde Mustafa Efendi de görevden alın¬mış, onun, yerine bu makama yaşlı Damatzâde Feyzullah Efen¬di ikinci defa getirilmişti C28 Cemaziülevvel 1170 – 18 Şubat 1757). Sadaret kaymakamı Ali Paşa Cidde’ye gönderildi. Râgıp Paşa, Mısır valiliğinden azledilen eski sadrazamlardan Hekim- zâde Ali Paşa’ya olan saygısından dolayı, Anadolu’nun istediği şehrine yerleşmesi iznini verdi. Onun yerine Mısır valiliğine Sadettin Paşa getirilmişti. Reisefendi Avni ise yerini, uzun za¬mandır bu makamda gözü olan ünlü zengin ve Reis Mustafa Efendi’nin damadı Ebubekir Efendi’ye bırakmak zorunda kal¬dı. Ebubekir Efendi bu maksatla türlü entrikalar çevirmekten ve bol para harcamaktan geri kalmamıştı (21 Recep – 11 Nisan).
Râgıp Paşa’nın Sultan Osman devrindeki sadareti sırasın¬da yapılan başlıca değişiklikler işte bunlardı. Çok ihtiyatlı bir insan olan Râgıp Paşa, padişahın zaaflarını, yenilik taraftarı ve sabırsız oluşunu, Dar-üs-saade Ağası Ebû Kof’un çok tesiri altında kaldığını biliyor, ama Ebû Kof’la nasıl başedebileceğini bilemiyordu.
Sultan Osman’ın hastalığının son günlerinde artık onun ha¬yatından ümidini kesen Dar-üs-saade Ağası, sadrazamlığa Kel Ahmed Paşa’nm oğlu’ Ali Paşa’yı getirmek istiyordu. Râgıp Pa¬şa, çok önemli’ bir konuda fikri almmak bahanesiyle, gerçekte ise elinden sadaret mührünü almak maksadiyle saraya dâvet edilmişti. :Fakat tedbirli davranan Râgıp Faşa bu tuzaktan kur- tulmasım bildi. Dar-üs-saade Ağası’nın yazıcısı İbrahim Efendi, sadrazama gizlice bir tezkere gidererek kendisini bekleyen tehlikeyi, padişahın sabaha çıkamayacak kadar ağır hasta 1ه- duğunu bildirmişti. Bunun üzerine Râgıp Paşa kıyafet değiş- tirerek ve yalnız ^arak sarayından ayrılmıştı. Râgıp Paşa’yı saraya götürecek olan baltacılar kethüdası da ancak onun ha- roketinden sonra Paşakapısı’na ulaşabilmişti. Buna çok içerle- yen Dar-üs-saade Ağası da kethüdaya, sadrazamı bulunması ihtimali olan her yerde aramasını ve mutlaka saraya getirme• sini emretmişti.
Kethüda bütün şehri aradığı halde sadrazamı bulamamış- tı. Geceleyin padişaha ölüm haberini alan. Râgıp ؛Paşa tek- rar Paşakapısı’na dönmüş, azilden kurtulmuş ve yeni padişah da onu görevinde bırakmıştı. • ■٦ ‘
Bu olaydan sekiz gün sonra Dar-üs-saade Ağası Ebû Kof Ahmed Efendi görevden almdı ve onun ferine bu makam, şul- tanın çok güvendiği sır kâtibi Beşir Efendi’ye tevcih olundu. Yeni Dar-üs-saade Ağası, mevkufatçı unvanıyla yazıcı İbrahim Efendi’yi de saraydan uzaklaştırdı. Selefinin entrikalarını öğ- renen Beşir Efendi, Râgıp Paşa’nm adamı olsa da, saray sır- lannı ifşa eden bir yazıcıya güvenemezdi.
Peşkircibaşı Hamza Ağa silahdarlığa getirildi. Azledilen Dar-üs-saade ağasının sadrazamlığa getirmek istediği Kaptan-1 Deryâ للم Paşa ise mevkiini kaybetmekle kalmadı, bütün mal- varlığı müsadere edilerek îstanköy’e sürüldü. Bundan başka ça- vuşbaşı, bostancıbaşı, başmabeyinci ve birçok vezir azledildi (29 Sefer 1171 – 12 Kaşım 1757).
ölen padişahın güvenini kazanmış, kudretiyle mağrur eski Dar-üs-saade Ağası Ebû Kof kellesini kurtaramadı. Ebû Kof da- ha önce, hacı kafileleri ile sûrrenin güvenliğinden sorumlu Hac Emiri Esad Paşa’yı da bu görevden aldırmış, hac emirliğine ve cerdecibaşılığına hiç kimsenin tanımadığı iki adamını getirmiş- ti. Fakat hacı kafilesi, Maan’ın otuz fersah yakınmda, önceki Hac Emiri’riden (Esad‘Paşa’dan) intikam almak isteyen Beni- Harb adlı Arap kabilesinin saldırısına uğradı ve yağmalandı.
Üçüncü ©sman’m ölümünden bir ay önce’ meydana gelen bu olayı, Ebû Kof Ahmed Efendi padişahtan saklamıştı. Fakat
bir süre’sonra haber bütün İstanbul’da duyuldu. Hz. Peygam- ber’in doğum gününde, Şam’dan gelmeleri ve Hacı.kafilesinin Mekke’ye ulaştığını bildirmeleri beklenen mü}’de€iler görün- meyince, halk arasında hoşnutsuzluk ve mırıldanmalar başla- mıştı.‘Bunun üzerine, gürültüyü yatıştırmak isteyen yeni padi- şah III.* Mustafa Dar-üs-saade Ağası’nı idam ettirdi. Ebû Kof’un kesik başı bir kazığa’geçirilmiş -ve üzerine de şu yazı yazılmış- ti: «Müslüman hacıların felâketine sebep olanların mükâfatı ■’,* •٠ ■■■.< ؛;’••، – ««işte buduri
ve ulemâdan önde gelenlerin, ؛Bu idam, padişahın topladığı şeyhülislâmın, Rumeli Kazaskeri Mehmed Salih Efendi, Ana- bunların seleflerinin, is• ؛;dolu Kazaskeri Asım İsmail Efendi Jile tanbul kadısının¿ nakıyb’ül eşrafın – ve asker paşaların katıldığı bir mecliste, bir fetva ile meşrulaştırıldı..Padişah mecliste bulu- nanlara hac emirliğine Çeteci Abdullah Paşa’yı* tayin *ettiğini Bundan ؛.açıkladı ve Reisefendi de tayinle ilgili yazıyı okudu L■ ل،ز س .< .،sonra padişah konuşmasına şöyle devain etti: i
çok üzücü oldu- ؛Şerefeyn’deki durumların ؛-Haremeyn —٠ ğunu ،biliyorum..» Bunların bana. Allah tarafından emanet edil- iniş ;olduklannı da biliyorum,. Allah’m emaneti olan haremeyn-i korumak için• gerekirse، ■ şu parmağımdaki yüzüğü bile paraya ‘* ‘ص ‘ دم• çevirir ve bu maksatla harcarun»iv
Bu sözlerden hemen sonra okunan, bir hattı şeriflıe, iki kut- sal şehrin, yani Mekke ve Medine’nin hizmetlerin¿ ait vakıf ge- lir kaynaklarının (mukataalarının)ttetkiki ye yeniden düzen- / د لآ، . أ’إأ ’ • ■ •’؛,lenniesiemredildi
Uzun zamandan^beri buralarda büyük bir kanşıkiık Vf ؟üm ‘sürüyor, müitezimlikler rüşvet karşilığınd؛idaresizlik hül ya ‘da ilgisizlik yüz^nd^ baltacılara, çuhadarlara ya da sara^ yın diğer memurlarına veriliyordu. Sadrazam, bundan böyle, devletin’ diğer mülteziminden gibi Haremeyn mukataalarınm da peşin para ile satılmasını ve sıkı denetim altında tutulması- ■■أ؛.’ ؛• ‘■■■••،; H •ا: آه، ‘ nı emretti.-iV
Ebû Kof Ahmed Efendi’nin idamından sonra onun himayç İdildi. Türkmenlerin ağası؛ ettiği Türkmenlerin ağası da,idam -fakat yei؛,deve sürücüsü iken alınıp bu iş için yetiştırilıniş ؛bir
kişini kötüye kullanarak idaresi altında bulunanlara her türlü sıkıntıyı yaşatmıştı.
Daha sonra eski Hac Emîri Esad Paşa’nm idamına da ka¬râr verildi. Esad Paşa, intikam hırsıyla, hacı kafilesini soyma¬ları için Arapları bizzat tahrik etmiş olmakla suçlanıyordu.
Dar-üs-saade Ağası’nm ölümünden sonra, Râgıp Paşa’nm yeni padişah ile arasını açacak ve icrâatını engelleyecek kim¬se kalmamıştı. Mevkiini böylece sağlamlaştıran sadrazam, her şeyin hüküm ve iradesi altında cereyan ettiği intibaını veriyor¬du. .
Olen padişahın aldığı son idari tedbirlerden biri, kadınla¬rın, çok önemli bir sebep olmadıkça evlerinden çıkmalarının, sırf kendilerini göstermek ve ayıp sayılacak dedikodulara se¬bep vermemeleri için halk arasında gezmelerinin yasaklanmış olmasıydı. Bunun sonucu olarak da mahalle iınamlanna, islâmî disipline uyulması, yani kadınların evde oturmalarının sağlan¬ması emredilmişti. ,
Yeni hükümdarın ilk yaptığı işlerden biri de reâyânın çok lüks giyinmesi yasağını yenilemek oldu. Bu maksatla Rum ve Ermeni patrikleriyle musevilerin hahambaşısı, çavuşbaşmın hu¬zuruna davet edildiler. Onlardan, dindaşlarının İslâmî esaslara uygun olarak, lüks ve şatafatlı elbise giymelerini kesinlikle ön¬lemeleri istendi. , f
Bunun dışında III. Mustafa çok İnsanî, yumuşak, iyilikse¬ver ve cömert davrandı. Hükümdarlığının daha ilk günlerinde Reis-ül Küttab’a, Avrupah elçilerin hükümdarları adına kendi¬sini tebrik için, geldiklerinde sunacakları en güzel armağanın, müslüman köleleri azad etmeleri olacağını bildirmesini istedi. Ayrıca, borcunu ödeyemedikleri için tutuklu bulunanların ser¬best bırakılmalarına karşılık olarak, onların bütün borçlarını karşılayan bir bağışta bulundu.
Padişah, ؛tersaneyi ziyaret ettikten sonra da cömert bir dav¬ranışta bulundu؛ Sadrazama yirmi bin Caltm) kuruş göndere¬rek, bunun donanma kaptanlarına, bahriyenin diğer işçi ve me¬murlarına dağıtılmasını istedi. Bundan bir süre sonra da Hısn- ül Bahir (Deniz Kalesi) adlı büyük bir geminin denize indiril¬mesinde hazır bulunarak mejrasimi şereflendirdi.
III. Mustafa çok hareketli bir insandı. Sık sık at üzerinde veya saltanat kayığında görünüyor, bir gün kalabalık ve آل^لأل- teşem maiyetiyle şehirde, bir başka gün kıyafet değiştirerek SO- kaklarda dolaşıyordu., Daha ‘ sonra Deryâ kaptanlığına getiri- len’Rumeli valisinin karısı olan yeğeni Hanımsultan’a çok،;bÜ7 yük bir şefkat ve ilgi gösteriyordu. Bu prensesin güzelliğine, سل$فاجء o kadar hayrandı k؛, bir gün bile onu ziyaret etmeden duramıyordu. Yeğeni olan prenses de bu durumu, bazı devlet işlerinde müessir olmak için istismar etmekten geri kalmıyordu. Karısı bir zamanlar Sultan Mahmud’un sarayında cariye olan zengin Bekir Efendi’nin reis-ül küttaplığa getirilmesi işte bu prenses sayesinde olmuştur! أ
Fakat, havadan،,gelen suya، gider derler. Bekir Efendi için de böyle oldu. Reisefendihğe gel؟nesi için çevrilen entrikalarda karısının da parmağı vardı. Bir gün saraya davet edilen karı- sı؛ kocasının Sultan Mahmud devrinde faksız olarak ele geçir- لؤ؛ه çok değerli bazı eşyayı ne؟eye sakladığını bilemeyince ve- ya söylemek istemeyince, Bekir,Efendi اإءآ mevkiden uzaklaştı- rıldı (8 Kasım 1757), •؛٠٠ iC.’•*’ ، ٠. ‘م-*أل:م.’آ, •
Birkaç ay sonra Bekir Efendi’nin yerine Hacı Abdi Efendi getirildi. İnatçı, kıskanç bir insan olan Abdi Efendi, kendi fik- rinden başkasına, önem vermiyor, fikrini. kabul etmeyenlere karşı çok.kaba davranmaktan çekiniyordu.،،Bu davranışları yüzünden, III. Mustafa’nın tahta çıkışından bir süre’sonra; ye- rini sadaret mektupçusu Mehmed Ernin^Efendi’ye bırakmak zo- جسلا:ل kalmıştır.
Mehmed Emin Efendi, imparator!uğun\vakanüvisine göre, icraatı ile karanlıkları Ayrışığından daha iyi aydınlatan س ٧٠- sihatleri kadere hükmeden bir insandı (6). / ‘
RÂGIP PAŞA’NIN PADİŞAHIN KIZ KARDEŞİYLE EVLENMESİ
Reis-ül küttab Abdi Efendi’nin azlinden altı ‘¿ün sonra Damat- zâde Feyzullah Efendi de şeyhüiislâmlık’tan ikinci ؛defâ azle- dildi ve yerine Salih Mehmed Efendi getirildi (20 Ocak 1758 –
(6) سما؛ءع nün el-kamer, erme ^،¡٨ el-kader. Vâsıf, s. ١ .س■
10 Cemâzielevvel 1171). Mehmed Efendi bu makamda önyedi ay kaldı. ■ 1
■ – Salih Mehmed. Efendi makamına oturduğu gün padişah kendisine teamüle uyarak bir kürk giydirdi ve takımları çok değerli olan bir de at hediye etti. Geleneğe göre, şeyhülislâm bu ata binerken hayvanın gemini sadaret kethüdası tutuyordu.
Padişah, Zeynep Sultan’ın kocası olan ve «Sinek» lâkabı ile anılan Küçük Mustafa’yı İstanbul’a getirtti. Küçük Mustafa son onbeş yıldan beri Asya’daki eyâletlerin hemen hemen hepsinde vali olarak görev yapmıştı. Padişah’la olan akrabalığı yüzünden kendisine nişancı ve vezir unvanları verildi.
Üçüncü Mustafa bundan sonra kırküç yaşmdaki kız kar¬deşi Ayşe Sultan’ı, Tırhala Sancak Beyi Vezir Silahdar Meh- med Paşa ile evlendirdi. Çeyiz olarak da sadece beş bin duka altını verdi. Bu mikdar Kanunî Süleyman zamanında sultan¬lar için verilen çeyizin yirmide biri, IV. Murad’ın Melek Ah- med Paşa ile evlendirdiği Kâhya Sultan için verdiği çeyizin ise kırksekizde biri idi. IV. Murad’ın verdiği bu çeyizin tuta¬rı iki yüz kırk bin duka altını idi ve 1bu Mısır’ın bir yıllık ge¬lirine eşitti.
Üçüncü Mustafa, Ayşe Sultan’la aynı yaşta olan öteki kız kardeşi Saliha Sultan’ı da, imtiyazlı kılmak istediği Sad¬razam Râgıp. Paşa ile evlendirdi. Saliha Sultan, uzun zaman Saint-Petersburg’ta. esir tutulan eski özi valisinin dul karısıy¬dı. (31 Mart 1758 – 21 Receb 1171).
Nişan töreni Saliha Sultan’ın Eyüp yakınındaki sarayın¬da, şeyhülislâm huzurunda yapıldı. Bu törende Saliha Sultan’ı Dar-üs-saade Ağası, Râgıp Paşa’yı da sadaret kethüdası tem¬sil ettiler. ؛
Ertesi gün sadrazam, Kapıcılar Kethüdası’nı nişanlısına göndererek hatırını sordu ve ona altı adet kapaklı gümüş ta¬bak, bir gümüş sini, bir kâse şeker, otuz kâse süt ve elli kâse meyve gönderdi. Onbeş gün sonra Saliha Sultan araba ile ve hadımların refakatinde sadrazamın sarayına gitti. Dul oldu¬ğu için muzıka ve şatafatlı tören alayı yoktu. Harem avlusu¬nun kapısına gelince, Râgıp Paşa nişanlısına ,-‘hoş geldiniz’ di¬ye iltifatlarını sunduktan sonra derhal bekleme salonuna geç¬ti.
Akşam olup güneş batınca dar-üs-saade ağası geldi ve yi¬ne geleneğe uyarak nişanlıyı alıp müstakbel kocasının elleri¬ne teslim etti. Saray âdetlerine göre prenses ilk karşılaşmada pek mağrur davranır, daha doğrusu öyle görünür, kocasının yüzüne bile bakmazdı. Kısa süren sessiz duruştan sonra bir¬den kalkar ve sözde hiç memnun değilmiş gibi, iç odaya, doğ¬ru ilerlerdi. Hadımlar bu durumdan yararlanıp damadm ter¬liğini çıkarır ve eşiğin önüne bırakırlardı. Bu merasime çok önem verilirdi, çünkü bu, damadın hareme sahip olduğu ve buraya ancak onun girebileceği anlamına gelirdi. Bundan son- ;ra hadımlar hemen çekilir, damad, sofada şeref koltuğunda oturan nişanlısının yanma yalnız girerdi. Gelinin önünde diz çöker, ellerini göğsünde kavuşturur, nişanlısı konuşuncaya ka¬dar öylece sessiz beklerdi. Gelin nihayet konuşunca şöyle derdi: ،
— Bana su getir!
٠ O zaman damad sürahiyi getirip diz çöker ve, ondan tülü¬nü açmak lütfunda bulunmasını isterdi. ، ، –
Gelinin yüzünü örten tül çiçeklerle ve parlak mücevher¬lerle süslü olurdu. Yedi sıra örülmüş saçlarında da altın ve inciler bulunurdu. Gelin, getirilen suyu „ yudumlar yudumla¬maz, hizmetçiler iki tabak getirirlerdi. Bu tabakların birinde iki kızarmış güvercin,, diğerinde nöbet şekeri bulunurdu. Hiz-, metçiler bunları odanın ortasına ١ kurulan alçak sofraya yer¬leştirdikten sonra çekilirler ve damad gelinden, çok-kibar söz¬lerle yemeği lütfen tadmasmı rica ederdi. Gelin ise yine gu¬rurla ve tenezzül etmiyormuş gibi «Hayır, istemiyorum» ce-vabını verirdi. O zaman damad, güzel gelini razı etmek için başka çarelere başvururdu؛ Hadımları çağırır ve hadımlar çok değerli armağanları getirip gelinin ayakları dibine bırakırlar¬dı. Harikulâde güzel ve değerli armağanlar karşısında niha¬yet yumuşayan gelin,’ yine saray töresine göre, damadm ko¬luna girip kendisini sofraya oturtmasına müsaade ederdi, ön¬ce damad gelinin ağzına kızarmış güvercinden bir parça, ge¬lin de damadm ağzına bir nöbet şekeri’ verirdi. Bu tadımdan hemen sonra sofra kalkardı. Gelinsultan sofradaki yerine ku¬rulur, hadımlar çekilir ve yeni evliler bir saat kadar başbaşa kalırlardı. Bu şiire içinde birbirlerine aiscak nezaket cümle¬leriyle hitap etmeleri usuldendi, ؟undan sonra damad salona
geçer, orada vezirlerin, – saray rve devlet erkânının tebriklerini kabul ederdi.1 ؛
Tekrar hareme geçen, damad, bu defa orada prenseslerin tebriklerini kabul ederdi. Bundan sonra bütün gece çalgılar çalınır, oyunlar oynanır, gölge oyunları seyredilir ve konuk¬lar eğlendirilirdi. Nihayet gelin yorulduğunu bildirir, uyumak istediğini söylerdi. Bunun üzerine bütün davetliler dağılırdı.
Az sonra başhizmetçi bir hadımla birlikte’ gelip, gelinin yatağında istirahat ettiğini damada bildirirdi. Bunun üzeri¬ne damad, kimseye görünmeden geiinsultanın dairesine girer, onu rahatsız etmemek için sessizce soyunur, sonra yatağa ya¬naşıp diz çöker, gelinin ayağına usulca dokunarak hafifçe öper¬di. ‘Gelin itiraz etmezse daha ileri gider ve nihayet ona sahip olurdu.
Ertesi gün damad, sarayın bazı ileri gelenleri ve kethüdalar¬la birlikte hamama giderdi. Buna «paça günü» denirdi. Çün¬kü hamamdan dönünce kendisine bir tabak paça, çorbası su¬nulurdu. , 1.
Üçüncü gün padişah damadına ya da kayınbiraderine bir gürz gönderirdi ki bu, prenses kendisine hâlâ kocalık hakkı tanımıyorsa, buna izin vermiyorsa, onu bununla öldürebile¬ceği anlamına geliyordu. Tabii, Osmanlı soyundan bir gelinin kocasına teslim olmadığı için öldürüldüğü görülmüş değildir.1 Zaten altmışlık Râgıp Paşa ile dul sultanın evlenmelerinde, yu¬karıda anlattığımız geleneğe bütün ;؛ayrıntıları ile uyulduğünu sanmıyoruz. ‘ ¡- ٠ – • –
Râgıp Paşa’nın haremeyn mukataalarım düzene sokmak için aldığı tedbirlerin sonucu çok müsbet oldu. İmparatorluk için tahsil edilen vergi , bin kese gümüş mikdarmda artmıştı. Sultan Mustafa bu hizmetine karşılık Râgıu Pasa’yı, altın sır¬malı bir kaftan ve bir samur kürkle taltif etti ki III. Ahmed’den bu yana böyle bir ayrıcalık görülmemişti ve hiçbir sadrazam ve saray damadı.bu iltifata mazhar olmamıştı.
SÜRGÜN EDİLENLERİN İSTANBUL’A DÖNÜŞLERİ
Râgıp Mehmet Paşa’nm sadareti sırasında• yüksek rütbe¬li birçok memura, sürgün edildikleri yerden ayrılıp İstanbul’a gelmelerine izin verildi. Bunların arasında sabık reis-ül küt- tap Abdi Efendi, eski defterdar Halimi Efendi, Kâhya Veliyüd- din Efendi de vardı. Bunların ilki Bursa’ya, İkincisi Gelibolu’¬ya, üçüncüsü de Girit’e sürülmüştü. Râgıp Paşa, vezirler ve devletin diğer yüksek memurları arasında da bazı değişiklik¬ler yaptı. ٠ •
Sultan birçok defa yazlık sarayının bulunduğu Karaağaç’ı* Büyükdere kemerlerini ve Belgrad’ı ziyaret etti. Edirne’deki sarayın ؛tamiri ile bizzat meşgul oldu. Beş yıl önce hem İstan¬bul’da hem Edirne’de büyük hasara yol açan depremde bu saray da yıkılmıştı. Eski kâhya Yusuf ve Ahmed Efendiler bu tamir işiyle görevlendirildiler. Padişah onlara masrafları kar¬şılamak için elli bin kuruş tahsis etti, ayrıca emirlerine iki bin işçi verdi. Bu olağanüstü masraf kısmen Galata sarayında ya¬pılan tasarrufla karşılandı. Bu sarayda, yılda altı veya sekiz yüz kese gümüşe mal olan baltacılar koğuşu kaldırıldı ve bun¬lar eski sarayın baltacıları arasına karıştırıldı (7).
Üçüncü Mustafa’nın saltanatı sırasında yeni sikkeler (zo- löte) (NOT: 1) bastırıldı. Bu tür para basılması daha çok sul¬tan hanımlardan birinin hamile olduğunun anlaşılması üze¬rine olurdu. III. Ahmed, hamileliğini bildiren haremdeki her kadın için sikke bastırmış, ama o zamandan beri bu âdet bı¬rakılmıştı. İÜ. Mustafa’nın bastırdığı sikkelerin değeri, III. Ah- med’in bastırdığı sikkelere – göre birkaç para daha düşüktü.
Uzun zamandan beri Anadolu eyâletlerinde soygunlar art¬mıştı ve haydutların cüreti ticareti sık sık felce uğratıyordu. Râgıp Paşa’nm sadareti sırasında Sivas Valisi Feyzullah Paşa birkaç bin levendle harekete geçerek, Erzurum ve Çorum do¬laylarını kasıp kavuran haydutların kökünü kazıdı. Sultan Mus¬tafa bu başarısından dolayı Feyzullah Paşa’ya üçüncü tuğu gön¬dererek terfi ettirdi. Sadrazamın dileğiyle Sadaret Kethüdası1 Ahıskalı Mehmet *Efendi ile Ahır Emiri Cimrahor) Hüseyin Ağa¬ya da, tuğ gönderildi. Râgıp Paşa Rakka valisi iken Hüseyin Ağa
(7) Schvvachheim’ın Ocak 1759 tarihli raporundan.
da aynı sıfatla Mardin’de bulunuyordu.. Rakka ve Roha (Urfa) ‘« daki yönetim ve durumları çok iyi bildiği için Rakka beylerbey¬liğine atandı. Rakka valisini halk istememişti.
BAZI ELÇİLERİN DÖNÜŞÜ
Bâb-ı Âli’nin Üçüncü Mustafa’nın cülüsunu bildirmek üze¬re Viyana ve Varşova’ya elçi olarak gönderdiği Ahmet Res¬mî Efendi ve Mehmed Ağa İstanbul’a döndüler.
Resmî Ahmed Efendi’nin sadrazama sunduğu rapor, Avus¬turya ve ‘Prusya hükümetlerinin politikalarını OsmanlIların nasıl değerlendirdiklerini, Viyanalıların örf ve âdetlerine na¬sıl bir gözle baktıklarını bildirmesi bakımından önemlidir. Bu konu *Viyana’ya Dair Tespitler» başlığı altında anlatılıyor.
Resmî Ahmed Efendi’nin seyahatnamesinde Calamberg Da- ğı’ndan «Alaman Dağı», Viyana Deresi’nden «Vidin» diye söz ediliyor ve Prater ,(sarayı ve parkı) ise çiftlik gibi bir malikâ¬ne telâkki ediliyor. Sonra da şunlar anlatılıyor؛
, «…Büyük adamlar ya da zenginler, sabahları ancak saat sekizde ya da onda kalkıyor, öğle üzeri kahvaltı yaptıktan son¬ra öğleden sonra bir kere daha yemek yiyorlar. Arabalarla ge¬ziye çıkıyor, sonra opera veya tiyatroya gidiyorlar. Buralar¬dan çıkıp, önlerini aydınlatan meşalecilerin peşinden sosyete toplantılarına gidiyor ve bir gece yemeği ile günlerini bitir¬miş. oluyorlar. Gece gündüz eğlence, oyun ve, havaiyyatla ge¬çen toplantılardan başka bir şey düşünmeden yaşamaları, Bran- denburg elektörünün saldırılarını püskürtecek hazırlığı yap¬maktan ve ciddî tedbirler almaktan nasıl korktuklarını izah etmeye yeter». , . ؛
؛ Resmî Ahmed Efendi’nin müşahedelerinde bazı hatalar ol¬masına rağmen, evvelce، gönderilen ve imparatorluk tarihin¬de önemli yerleri olan elçilerin raporları ile karşılaştırıldığı za¬man, onun, ziyaret ,ettiği ülkeyi çok iyi tanıdığını söyleyebilir riz. Buna örnek olarak da, Vasvar Anlaşması’nm onayı için Viyana’ya gelen Türk elçisinin, Alman İmparatoru’nUn başlı¬ca gelir kaynaklarından birisinin, başkente gelen her yaya ve
arabadan alman yergiler olduğunu işaret etmesini gösterebi*’ liriz (8). ‘ ٠ •
HEKİMZÂDE ALİ PAŞA’NIN ÖLÜMÜ
Üçüncü Mustafa’nın saltanatının ilk yılındaki en önemli olay, Hekimzâde Ali Paşa’nın ölümüdür (14 Ağustos 1758 –
9 Zilhicce 1171). Bu devlet adamı üç defa sadrazamlık yaptı. Tebriz valisi iken, kendi emrindeki kuvvetlerle yeniden fethet¬tiği bu eski Iran başkentinde bir cami yaptırarak, şehre dam¬gasını vurmuştu. Daha sonra, imparatorlukta edindiği ilk mev¬kiin hatırasına, kendi parasıyla İstanbul’da da bir cami yap¬tırmıştı.‘ Halen onun adını taşıyan bu cami Altı Mermer Sü- tun’un yanındadır (bu sütunlar Davutpaşa’da idi, şimdi yok) ve mezarı da orada bulunmaktadır.
Hekimzâde Ali Paşa, Hz. Peygamberin Mekke’den Medi¬ne’ye hicret ettiği gün olan 15 Şaban’da, bu olaydan tam bin- yüz yıl sonra dünyaya gelmişti. Bu mutlu bir tesadüftü ve as¬rın başmda doğan her insanın, çağın olaylarına tesir edecek büyük bir adam olacağına inanılırdı (9). Hekimzâde’nin do¬ğumu, kutsal berat gecesine■ de rastlıyordu. Bu gecede iki me¬lek insanların sevap ve günâhlarını kaydeder ve Cebrail, bu kayıtlan Yüce Allah’ın katma’ ulaştırır. Halkın bu inanışı, onun devlet işlerindeki büyük nüfuzunu çok iyi izah eder.
Hekimzâde Ali Paşa bu özelliğinden çok iyi istifade etti. Kan akıtmasını sevmeyen, yoksullan koruyan cömert bir in¬sandı. Sade bir hayat yaşardı. Çok okumuştu. Edebiyatı sever, şiir yazardı. Şiirlerinde «Ali» mahlasını kullanır ve bu isimle tanınırdı. Taviz vermezdi. Doğruluk ve ciddiyetten ayrılmadı ve bu özelliğini her görevde, Tebriz, Kahire, Bosna valilikle¬rinde ve sadrazamlığında her zaman korudu. ،
Bosna seferinde Prens Hildbourghansen’i mağlup etmiş, (AvusturyalIlarla) yapılan Belgrad Anlaşması’nda Türk heye¬tinin başkanı olmuş ve başan göstermişti. Bu anlaşmayı anla¬tan imparatorluk vakanüvisi, Ali Pâşa’dan söz ederken çok
(8) Râşit Tarihi, I., s. 231» Tercümesi Hormayer Arşivleri’nde.
(9) Türkler için 12. asrın baş، 1101 yılı değil, 1100 yılıdır.
meşhur olan şu Arap vecizesini hatırlatıyor: «Ali’den büyük kahraman, zülfikardan üstün kılıç yok» (10).
Kan akıtmasını, sevmeyen bu devlet adamı ölümünden bir- kaç ay önce son kethüdasını idam ettirdi. Böylece, sadaretten üçüncü defa azline hainliği ve iftiralarıyla sebep olan Veli- yüddin Efendi’den intikam almış oldu.
Girit’te sürgünde iken Râgıp Paşa tarafından çağrılan Ve- liyüddin Efendi, Anadolu valisi bulunan Hekimzâde Ali Paşa’- nın kaldığı Kütahya’ya gönderildi. Orada eski mevkiini alma- yı ümid ediyordu. Kütahya’ya dört fersah mesafede, çok gü- zel bir vâdi olan Ektimtaş’taki Pireliköy’e gelince, eski efendi- si’Ali Paşa’ya kaba bir üslûpla ve uygunsuz kelimelerle yazıl- mış bir haber göndererek, ağalarından onaltısım idam ettir- medikçe bir adım öteye gitmeyeceğini bildirdi.
Ali Paşa’nın, her yerde kendisini istediği gibi idare ettiği- ni söyleyen ve haddini bilmeyen bu adama öfkesi iyice art- tı. Muhafızı olan delibaşısına derhal Veliyüddin’i bulup kelle- sini uçurmasını emretti ve bu emir yerine getirildi.
Hekimzâde, bütün âsilerin kelleleri gibi, Veliyüddin’in ^e- sik başını da Bâb-1 Âli’ye gönderdi. Vakanüvis Vâsıf’a göre onun bu hareketi kendisine yakıştırılamadı. ve ayıplandı, fa- kat onun oğlu olan ve tarihçi olan Siyai’e göre ,ise olay herkes- çe yerinde bir hareket olarak görüldü. Bu hükümlerden birin- çisinin daha tarafsız, İkincisinin ise idam edilen kethüdanın kabalığından şikâyet edene ait olduğunu dikkate alırsak ara- daki zıdlığı daha iyi anlarız (11) ‘
(10) La fetta ؛Ha Ali, la seyfun illa Zulfikar, Vâsıf, s■ 134.
(لل> Siayi’e göre Veliyüddin’in uygunsuz konuşmalar yapması çok iyi oimuş- tur, çünkü onu idama bu konuşmaları götürmüştür. Bu konu ile ilgili ola- rak لاو Arap vecizesini tekrarlıyor :ق «Aptallar olmasaydı dünya mahvolur- du». İsmail Siayi babasının biografisini, onun ölümü üzerine Musta’kimzâ• de, Salahi Abdi, Naim Efendi, Hayi’i Beğ, Hilmi, Abdülkerim •ve Esseyid Hakim’in tarih düşüren beyitlerini tekrarlayarak bitiriyor. Babasının fazi- letlerini anlattıktan sonra, dedesi Nuh E،’end؛’n؛n yazdığı tıp takviminin bir suretini veriyor. Bu takvim, kari alma, iç sürdürme için en uygun günleri bildirmektedir. Şöyle diyor: İnsanın canı her gün bir azadan öbür azaya geçer. Canın bulunduğu azadan kan almamaya dikkat edilmelidir. Can ayın ilk gününde topuklarda bulunur, ikinci gün ayak bileğinde, üçüncü gün bal- ةا،’أ’ءا-آلاء, dördüncü gün kalçalarda V.S.
Ali Paşa yazdığı’ vasiyetnamede iki küçük çocuğunun ilk fırsatta sünnet edilmelerini istiyor, her müslüman erkek ço¬cuğu için şart olan bu merasimde kendisinin bulunamayaca¬ğını bildiriyordu.
Râgıp Paşa, vasiyetnamedeki dileğin yerine getirilmesi işiy¬le bizzat meşgul oldu. Kendi oğullarımı* sünnet düğününde, Ali Paşa’nın Haşan Beğ ve Süleyman Beğ adlı çocuklarını, Ket¬hüda Derviş Mehmed Efendi’nin oğlunu ve idam edilen eski silâhdar Ali Paşa’nın oğlunu da sünnet ettirdi (9 Ekim 1758 6 Sefer 1172).
HAC SEFERLERİNDE GÜVENLİĞİN SAĞLANMASI İÇİN ALINAN TEDBİRLER
Bu sırada, hac kafilesinin Arap haydutların yeni bir sal¬dırısına uğradığı fakat hacıların bu saldırıdan kurtulmaya mu¬vaffak oldukları haberi duyuldu. Cidde yakınında ve Medine dolaylarında kafilenin öncülüğünü yapan Çetecibaşı ■Abdullah Paşa, Beni Harb kabilesi şeyhi Seyid bin Madhiad’ın, ileride bir yerde kervana pusu kurduğu haberini almış, kan akma¬sını önlemek için şeyhe bir mektup yazarak saldırıdan vazgeç¬meye davet etmiş. Fakat şeyh buna yanaşmamış ve çarpışmış¬lar. Bu çarpışma Araplara pahalıya mal olmuş. Kabile reisi Se¬yid Bin Madhiad ve iki oğlu öldürülmüş, geriye kalanlar da¬ğılıp kaçmışlar. • ■ M. îr
Haberi duyan Bâb-ı Âli, Beni Harb kabilesinin başına es¬ki şeyhin amcası Heza’yı getirmiş. Bu da usulden olan bahşişi alarak, bundan sonra hac kafilesine asla saldırmayacağına ye¬min etmiş. ٠ ,
rBu anlaşma‘Mekke’de büyük bir ٠ sevinçle karşılandı ve dört mezhebin müftüleri bir araya gelerek bir fetva çıkardı¬lar. Buna göre Cuma hutbelerinde Sultan’ın adı zikredilirken başına ‘Gazi* unvanı da eklenecekti. ‘
Beni Harb kabilesinin hacı kafilesine yaptığı saldırıda ye¬nilmiş olması, Beni Sahar kabilesinin şeyhi Karadan Faiz’in, Şeyh Beni Unayze vasıtasiyle Cercecibaşı Abdurrahman Pa¬şa’dan haraç istemelerine engel olmamıştı. ‘Bunlar/ bir yıl ön¬ceki soygun yüzünden bu haraçtan mahrum kaldıklarını da söylüyorlardı. Abdurrahman Paşa ne kadar alttan aldıysa Araplar da o kadar uzlaşmaz bir tavır takındılar ve şiddet ha¬reketlerini arttırdılar. Bir uzlaşmanın imkânsız olduğunu gö¬ren paşa, asker kuvvetine başvurmaktan başka çare bulama¬dı. «Tabut Kurusu» denilen ovada âsilere saldırdı ve yarım saat içinde darmadağın etti. Harekâtı tamamlayan Hac Emîri Abdullah Paşa, Beni Sahar, Beni Unayze ve Beni Benhan ka-bilelerinin en tehlikeli kişilerini tutuklamayı da ihmal etme¬mişti. Vazifeleri kendi bölgelerinde hacıları korumak olan bu aşiretlerin asıl kendileri hacılara zarar veriyordu. Bundan son¬ra üç kabile reisinin kelleleri İstanbul’a gönderildi.
Şam ve Trablus valiliklerine, hâzineden, hacı kafilesinin ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar para gönderildi. Hacı kafilesinin korunması görevi onlara verilmişti, Şam valisi Hac Emîri, Trablus valisi ise çetecibaşı olacaktı.
Sadrazam Râgıp Paşa, saraydaki baltacıların hacı kerva¬nına su temini işini nasıl ihmal ettiklerini bildiğinden, bir emir¬le onları bu görevden aldı ve bu işi bostancı hasekilerine ver-
ABDULLAH NAİLÎ PAŞA’NIN ÖLÜMÜ
Son hacı kafilesinde eski reis-ül küttap, vezir-i âzam ve şa¬ir Abdullah Nailî Paşa da bulunuyordu. Fakat, son arzusu Kâ- be’yi tavaf etmek olan Paşa, muradına erememiş, Cidde yakı¬nında ölmüştü. Vakanüvis Vâsıf Efendi bu ölümden söz eder¬ken, onun, bir belâgat şaheseri olan «İran Tarihi»ni çok iyi bildiğini, ilmî araştırmalara düşkünlüğünü, Reisefendiliği sı¬rasında bu konulara çok önem yerdiğini övgü ile anlatır. Ya¬rım asır sonra Vâsıf, tarihinde şunlan söyleyecektir: «Edebil yat kültürü bütün Osmanlı, İmparatorluğunda öylesine ihmal edilmişti ki, tarih؛ belâgat ve diğer ilimlerle meşgul olmak Türk vezirleri için övünülecek, takdir edilecek bir özellik de¬ğil de ayıplanacak bir iş gibi görünüyordu.»
Abdullah Naili Paşa’mn ölüm haberi İstanbul’a, Musul’un iyi yürekli ve cesur valisi Abdülcelilzâde Haşan Paşa’nın ölüm
haberiyle aynı zamanda ulaştı. Haşan Paşa bu şehri İran ordu¬suna karşı cesaret ve maharetle savunmuş, İran hükümdarı Nâdirşah, kale hendeklerini dolduran pek çok* ölü* bırakarak çekilmek zorunda kalmıştı. Sultan da onun bu hizmetine kar¬şılık Musul valiliğini bu aile için babadan oğula geçecek bir unvan haline getirmiş ve bu yüzden onun yerine oğlu Mehmed Emin Paşa geçmişti.
HİBETULLAH SULTANİN DOĞUMU
Fakat, büyük bir idareci ve kahraman bir kumandan olan Haşan Paşa’nın ölümü ile duyulan üzüntü, Hibetullah Sultan’- ın doğuna haberi ve şenliği ile unutuluverdi (14 Mart 1758 – 15-Recep’1172). ‘ ‘
III. Mustafa’nın bu ilk çocuğunun dünyaya gelişini kut¬lamak için İstanbul’da tato yedi gün şenlik yapıldı, fener, alay¬ları düzenlendi ve ،geceleri bütün şehir aydınlatıldı. Genel ola¬rak böyle büyük kutlamalar, ٠ erkek çocukların doğumunda ya¬pılırdı. Prensesin doğumundan bir ay önce asker ocaklarına, esnafa ve bütün meslek gruplarına, padişahın yeni doğacak çocuğuna lâyık fevkalâde kutlama hazırlığı yapmaları için ha¬ber verilmişti. ■
. ؛ • Doğumun gerçekleştiği haber alınır alınmaz,، harikulade bir şekilde aydınlanan şehir muazzam bir,şenlik alanına dön¬müş, müslümanlar ağırbaşlılıklarını kısa bir süre bırakıp coş- muşlardı. Her taraftan bu mutlu olayı anlatan, yücelten şiir¬ler, tarih düşüren binlerce beyit getirildi saraya. , ’
؛ Hibetullah Sultan’ın doğumunun yedinci günü, sadaret kethüdası vezir, bütün diğer vezirler adına, padişaha, kıymet¬
li taşlarla süslü bir altın beşik hediye etti. Sarayın dört salo¬nu ve köşkler, İncili Köşk, Kıyı Köşkü, Topkapı Köşkü ve sa- sarayın bahçesi bezek kordonlarıyla, bayraklarla ve renk■ renk kumaşlarla donatıldı. Büyük kapıya bakan terasın üzerinde altın sırmalı kumaşlardan yapılmış çadırlar, görünüyordu. Bi¬rinci kapı ile ikinci kapı arasında parlak ışıklar saçan dört yüz meşale vardı.
İmparatorluğun bütün eyâletlerine gönderileli haberciler- le .’bu mutlu olayın kutlanması, kutlamalara bütün halkın ka- tılması istenmişti. Şenlik gecelerinde büyük kalabalıklar وeظ- rin cadde ve sokaklarını dolduruyor, İstanbul, çevredeki yük- sek yerlerden ve minarelerden bir ışık denizi gibi görünüyor- du.
Bu vesile ile şehir nüfusunun arttığı, yeni yeni buğday■ ve un mağazalarının açıldığı da müşahede ediliyordu. Bundan kırk yıl önce İstanbul şehrinin günlük tüketimi sekiz bin ki-
lo buğdaydan ibaretti. III. Ahme’d devrinin sonlarına doğru şehir akma uğramış, tersanenin’ yanında yedi-sekiz buğday mağazası daha açılmıştı. Fakat bunlar da kâfi gelmemiş, III. Mustâfa, yüz bin kilo buğday alacak kadar büyük üç yeni de- 0نأ daha yaptırmıştı.
Üçüncü Mustafa, ağabeyi Sultan Osman’ın israfı önleme tedbirlerini aynen uyguluyordu. Lüks ve şatafatlı giyinmeyi, kadınların halka açık her yerde görünmelerini yasaklamış, Sultan ©sman’ın bu maksatla çıkardığı’ emirnâmeleri tekrar- lamıştı. Bu yasaklara uyulup uyuimadığmı anlamak için, is- tanbul sokaklarında ve kenar mahallelerde sık sık dolaşırdı.
Hükümdarın bu gezilerinin hemen heme^ hepsinde, Ço- rumlu bir alaybeyi karşısına çıkar olmuştu. Suiistimalinden dolayı azledildiği göreve tekrar getirilmesi için yalvarıp du- rurdu. Bu yüzsüzlükten .ve rahatsız edilmekten bıkan padişah, bu inatçı adamın ve politikaya fazla karıştığı anlaşılan oğlu Kadri’nin kellelerinin uçurulmasını emrediverdi (12).
Padişah kıyafetle ilgili buyruğuna uyulup Uyulmadığım bizzat kontrol etmeyi, uymayanların kellesini uçurmayı büyük bir idarecilik saya dursun, öte yandan Râgıp Mehmed Paşa, idarede ve. eyâlet valileri arasında önemli değişiklikler yap- maktaydı. ‘■
ص) Padişah لاط arada bir kâhyanın idamını da emretmiş،¡ (Vâsıf, s. 158).
KIRIM HANI’NIN, BOĞDAN VE EFLÂK VOYVODALARININ, BÂB-I ÂLİ TERCÜMANININ VE REİSEFENDİ’NİN
AZİL VE DEĞİŞTİRİLMELERİ ،
Kırım Hanı Halim Giray, No’gaylardan oluşan ve Boğdan’ ın bir kısmında talan hareketinde bulunan birliğe engel ola- madiği, gerektiği kadar sert ‘davranmadığı, yeterli ceza ver- mediğl için azledildi. Bâb-1 Âli 0علاه yerine, Rodos’ta sürgünde bulunan eski Han Arslan Giray’ı getirmek istedi. Fakat Ars- lan Giray han olmayı istemediği, Nogaylar da hanlığa onun kardeşi Kınm Giray’m getirilmesini istedikleri için, sadrazam Kırım Giray’m han olmasını kabul etti.’Fakat yeni Han’m Boğ- dan’da Nogay Tatarlarının sebep olduğu zaran karşılamasını da şart koştu. .
Râgıp Paşa, Eflâk ve Boğdan voyvodalarmı da değiştirdi.
Nicolas Maurocordato, Eflâk prensliğine beşinci defa geti- rilmişti. Bu prens, halkın hoşnutsuzluğunu gidermek ve onları yatıştırmak için, selefinin koyduğu aylık bir vergiyi kaldırdı, böylece, nüfusa göre olan bu verginin kalkmasiyle nüfus sa- yısı da artıverdi. Gysa son ,sayıma göre nüfus otuz ‘beş bin aileden ibaret görünüyordu. Voyvoda, her kazada, kaza âmi- rinin yanma vergi kontrolörü sıfatiyle bir ,boyar.verdi. Fakat voyvoda, bu kurnaz tedbirin meyvası^ toplamaya fırsat bu- lamadan azledilip Yedikule zindanlarını boyladı. Daha sonra, idamla tehdit edildiği için, üç yüz ^ese gümüş vermek sure- tiyle zindandan kurtuldu ama^Midilli؛ye sürüldü.
Voyvodadan’ evvel onun mektuplaştığı saray hekimi Arif Efendi de azledilmişti. Padişah, başkent caddelerinde sık •sık yaptığı gezilerinden birinde, «kalaraş»lardan, yani Eflâk voy- vodasmm postacılarından biriyle karşılaştı. Postacı, İstanbul’- dan ayrılıp Bükreş’e gitmek üzere idi. Padişah onu durdurup posta çantasını kontrol etti. Çantada birçok acele mektuptan başka, bir de ^ndi hekiminin voyvodaya yazdığı bir mektup vardı. Hekimbaşı bu mektubunda Eflâk Prensinden bir arma- ğân istiyor ve maaşmın azlığından şikâyet ediyordu. Padişah bu hekimi derhal azletti ve yerine Raf’ii Efendi’yi getirdi.
Maurocordato’nuri yerine getirilen Eflâk voyvodası, Seal’- latto Ghika idi. Bâ‘b-1 Âli tercümanlarından olan.ihtiyar Galli-
machi de yerini Georges Ghika’ya bırakmak zorunda kaldı. Böylece Eflâk- Boğdan yönet؛m؛n؛n dizginleri ele alınmış olu- yordu (7 Ağustos 1758).
Ghika, İstanbul anlaşmasına uyularak azil ve idam edi- len eski ‘ oğlu, yeni voyvoda Scarlatto Ghika’nm
da yeğeni idi. Saray tercümanlığını çok isteyen Râgıp Paşa’- nın bekimi Ipsylanti, lâyık olduğu halde bu göreve getirilmedi.
Sadrazamın o yıllarda çok büyük bir otoritesi vardı. Sulta- nın merkezde oturan diğer üç damadına, eyâlet valiliği,g^rev- lerine dönmelerini emretti. Bu damadlar, Kütahya Valisi Muh- sihzade, Halep Valisi Sinek Mustafa Paş^ ve Manastır Valisi Silahdar Mehmet Paşa idiler. Râgıp Paşa, İstanbul’da kalan bu damadları kıskandığım gizliyemiyordu.
Silahdar Mehmed Paşa, eşinin padişah ile olan akrabah- ğmdan yararlanarak, İstanbul’da kalışını iki ay uza^abi^mişti.
Bu sırada III, Mustafa, ablası Ayşe Sultan’ın kızı olan çok sevdiği yeğeni Rakiye Hanım’ı, Mekke’ ve Medine Evkaf ve- ziri Lalizâde Nuri Beğ ile evlendirdi. Bu evlilikten yararlanan Nuri Beğ, devlet erkânı arasmda her yıl yapılan değiştirme- ler sırasında, Abdi Efendi’nin uhdesinde bulunan Reis-ül Küt- taplık görevini istedi. İnatçı ama çok dindar olan Abdi Efen- di, makamını genç sultanın kocasına bırakması için, ba§def- terdarlığa getirildi. Fakat Râgıp Paşa padişahın desteğiyle reisefendi olan bir kişiyi istemediği i^in, bu makama alela- cele eski reisefendi Mehmet Emin’i tayin etti. Bu tayinin pa- dişah tarafından• onaylanacağını ‘sandığı için de, Mehmed Emin Efendi’ye hemen göreve başlamasını bildirdi. Fakat pa- dişah tayin yazısını geri çevirerek bu makama ^uri.Beğ’in getirilmesinde ısrar etti. •> ‘
Râgıp Paşa hemen boyun eğmedi. Kendisiyle padişah ara- sında birkaç mektup teatisinden sonra, padişah da sadrazamı- na boyun eğmek istemediği ama yeğeninin kocasının da reis- efendilik için biraz hafif kalacağını bildiğinden, bu konudaki raporu Râgıp Paşa’ya iade ederek şunları yazdı ؛ «Eğer Nuri Beğ’in Reisefendi olmaması gerekiyorsa,،Mehmed Emin de ol-, mayacaktır. Reisefendiliğe bu – ikisinden başkasını bul».
Padişahın bu iradesi karşısında, sadrazam, Bâb-ı Âli’ye çağırmış olduğu Mehmed Emin Efendi’ye yeni bir emirname yazarak ilk emri iptal etti, Reisefendiliğe de (Reis-ül Küttap- lığa da) Dilâver Ağa-zâde Ömer Efendi’yi getirdi.
Vezir-i âzamların hayat hikâyelerini yazan tezkireci Ömer Efendi’nin bu makama getirilmesi evvelce de birkaç kere söz konusu edilmişti. Fakat ancak şimdi gerçekleşen tayinden son¬ra makamında kırk gün kalabildi. Hastalanarak ölmüştü. Râ- gıp Paşa onun yerine bu defa Amedci Abdullah Efendi’yi ge¬tirdi. .
Rakiye Sultan’ın nikâh düğünü ile Padişah III, Mustafa’¬nın henüz dört aylık kızı Hibetullah Sultan’m Silahdar Ham- za Paşa ile nişan törenleri aynı zamanda kutlandı. Hamza Paşa kısa bir süre önce Padişah’tan lütuf görmüş, üç tuğlu paşa olarak vezarete yükselmiş ve kendisine has olarak Mora verilmişti (11 Haziran 1759 ٢ 15 Şevval 1172) .
Törene riyaset eden Şeyhülislâm Salih Efendi, bundan onbeş gün sonra azledildi. Şeyhülislâmlık, âlim bir kişi olan Asım İsmail Efendi’ye tevcih olundu. Asım İsmail Efendi, eski kazasker ؛Veliyüddin Efendi’yi sürgünde bulunduğu Bursa’dan çağırmakta acele etti, iyi yürekli ve uzlaşmacı bir insan olan Veliyüddin Efendi ile, isim benzerliği olan ve kabalığı ile dil¬lere düşmüş Veliyüddin Ağa arasında çok fark vardır (26 Haziran -1 Zilkade). r
İLMÎ BÎR İNCELEME
ilim adamlarını, özellikle fıkıh âlimlerini çok himaye eden Sultan Mustafa, o Ramazan ayında, ulemâdan beşinin katıldı¬ğı bir meclise‘ riyaset ediyordu. Bunlar, Fetva Arşivi Kethüdası Ebu Bekir Efendi, Saray Hocası Hamidı Mehmed Efendi, Şey¬hülislâmlık müfettişi İdris Efendi ve müderris Muzellif Efendi ile İsmail Efendiler idi. Kur’an’m: «Ey iman edenler, adalet tevziinde sebat ediniz…» mealindeki âyetin yorumu üzerinde tartışıyorlardı. Müderris Muzellif ve İdris Efendilerin yorum¬lan padişahı pek tatmin etmiş, mecliste bulunan diğerleri ta-
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 20
rafından da övgü ile karşılanmışlardı. Padişah, müderrislerden herbirine yüzer duka altını hediye etti.
İZMİT’TE BİR KANAL İNŞAATI İÇİN ÇALIŞMALAR
Sadrazam Râgıp Paşa, padişahı yukarıda sözünü ettiğimiz (türden işlerle, ya: da Edirne sarayının tamiri gibi işlerle meş¬gul etmesini biliyor ve böylece hükümet işlerinde dizginleri elinden bırakmıyordu. Fakat, Edirne sarayının tamir işi artık bitmiş, bu işle görevlendirilen Kethüda Yusuf Ağa, kısa bir süre önce İstanbul’a dönmüştü.
Şimdi sadrazamın padişaha daha başka meşgaleler, daha başka heyecanlar bulması gerekiyordu. Çünkü padişah boş du¬rursa ara sıra yerdiği idam kararlarını arttırabilirdi.
Eflâk voyvodasının diplomatlarından biri olan Drako,
. Tarabya’daki evlerinden ikisini kundakladıkları iddiasiyle Türk asıllı iki kadın kölesini kırbaçlatmıştı. Bunu duyan III. Mustafa, onu Fener’deki evinden yakalatıp getirtmiş ve mah¬kemesi yapılmadan idamına hükmetmişti.
Râgıp Paşa hükümdarın bu tür davranışlarını önlemek için, çok tartışılan ve sonra hep ertelenen eski bir tasarıyı gündeme getirdi. Bu, İzmit körfezi ile Karadeniz’i birleştirmek tasarısı idi.”Gerçekleşmesi halinde muazzam yararı olacak bu birleştirme tasarısı Osmanlı İmparatorluğu ’nun kurulmasından önce de birçok defa ele alınmış, fakat başarılamamıştı. Bu ta¬sarıyı iki defa Bitiny^ kırallan, bir defa imparator (Roma imparatoru) Traja, onlardan sonra da üç Osmanlı sultanı ele almıştı. Kanunî Sultan Süleyman zamanında ünlü mimar Koca Sinan, Rum Gürz’e, Sabanca gölü ile İzmit körfezi arasında kalan bütün arazinin tesviyesi için ölçüm yaptırmıştı. III. Mu- rad zamanında vezir-i âzam Sinan Paşa bu maksatla üç bin işçi bulunmasını emretmiş, tesviye çalışmaları üç gün sürmüş, sonra sultan bir emirle çalışmaları durdurmuştu. Hükümdarın işi durdurma gerekçesi şu idi: «Açılan yol için kesilen ağaçlar İstaribul için gereklidir ve bundan sonra da gerekecektir».
!iî. Murad’ın orman kesimini önlemek için durdurduğu çalış- maları, bundan yüz yıl kadar önce IV. Mehmed ele almış, bu iş için Hindioğlu adını taşıyan birini görevlendirmişti. Fakat onun raporuna göre aşılması imkânsız gür ormanlar işi güç- !eştiriyordu. Bir kanal yapılabilse bile, bu birçok köyün, çift- liğin, mer’anın sular altında kalmasına sebep olacaktı. Onun için tasarıdan vazgeçilmişti.
Şimdi de Râgıp Paşa defalarca teşebbüs edilen ve sonra bırakılan «İzmit körfezin¡ bir kanalla Sabanca gölüne birleş- tirme» işini tekrar ele alıyordu. Kanalın gerçekleştirilmesi ha- l؛nde, İstanbul’un odun ihtiyacının daha kolay temin edilece- , ği. Sabanca gölünün kıyısına yapılacak bir tersanenin büyük yarar sağlayacağı, bunun gemi inşaatına olduğu gibi ticaret için de çok yararlı olacağı konusunda padişahı ikna etmesi zor olmadı. Sarayın mimarbaşısı ve müneccimi, bu gibi işlerde becerikli oluşlarıyla tanınan mimar Çavuş ve mimar Süley- man, iki suyolcu ile su kethüdası ve su işleri inşaatları mü- fettişi, inceleme ve ölçüm için mahalline gönderildi.
İncelemelerini yaparak İstanbul’a dönen bu uzmanlar, Sa- banca gölü ile İzmit körfezi arasında yirmi iki bin aunluk (1 aun = 120 cm.) bir kanalın yapılmasına hiçbir ciddî engel bulunmadığını, çünkü ârazinin fazla engebeli olmadığını bil- dirdiler.
Sadrazamı bu rapor tatmin etmişti. Hemen harekete ge- çerek, reis-ül küttap, sadaret kethüdası, cebecibaşı ve mühen- dis Giritli Ahmed Efendi’den oluşan bir heyeti derhal iş ma- halline gönderdi: Padişah işi onaylamış ve bu maksatla altı bin kese gümüş tahsis etmişti. ؛
İngiliz ve Fransız elçileri padişahın bu hârika fikrini teş- vik etmekte ve desteklemece birbirleriyle yarış ediyorlardı. İngiliz elçisi Porter, Pline’in aynı konuda bir mektubunu Türk- çe’ye tercüme ettirdi. Fransız elçisi Vergennes ise, damadı olan Baron de Tott’u (Baron dö Tot) Türk؛ mühendislerine yardım- cı olarak gönderdi. , ١
Baron de Tott, meşhur ‘Hatırat (Mémoires) ’ında, yer ölçü- sü yapacak olan Giritli Ahmed Efendi’nin geometri bilgisiyle alay eder, ölçüm için normal tesviye âleti yerine küçük bir
bakır tabladan (13) yararlanmaya çalıştığını ama bunu da daha önce hiç kullanmadığının anlaşıldığını söyler. Hele coğ- rafyayı hiç؟ bilmediğini, çünkü onun Sakarya nehri ile İznik gölünü birleştirmekten söz ettiğini؛ oysa konunun Sabanca gölü ile İzmit körfezini bir kanalla birleştirmek olduğunu be- lirtir(14), fr > ،؛ ’
^eis-ül küttap ve sadaret kethüdası ile cebecibaşı ve öl- çüm mühendisi Giritli Ahmed Efendi işe (15) başlar başlamaz, çalışmaları durdurmak zorunda kaldılar. Çünkü yeri kazma- ya başladıkları zaman bol su ile karşılaşmışlardı. Yağış «٢^١- simi de yakın olduğu için لءلههفة1ةط tarlalara zarar verecekle- ri ‘ Bu durumu bir raporla sadrazama bildirdi-
ler ve onun cevabı gelinceye kadar beklemeye karar verdiler
(Ağustos 1759′-^lh؛ccell72).
Bu engeller önemli değildi ve ■görevlilerin beceriksizliğini gösteriyordu. Bu yüzden, gerçekleşmesi halinde memlekete yeni bir zenginlik kaynağı sağlayacak ،olan, tasan ertelendi.
Böylece, Bitinya kıralları, imparator Trajan, Kanunî Sultan Süleyman, III. Murad, IV. Mehmed ve III. Mustafa tarafından ele alman proje bir daha terkediliyordu (16).
ر. ١ ‘ ■ ؛
(13) Andressoy, pek mükemmel olan eserinde, BizanslIlar tarafından icad edi¬len bu âletin faydasını ispatlıyor. •
(14) Tott, Hatırat s.. 97’de, bunun için Sakarya nehrini İznik şehrine bağlamak gerektiğini söyler. Langles ise ‘Millî Kütüphanenin Elyazması Eserler İçin Notlar ve Açıklamalar’ kitabının V. cilt, 668. sayfasında, İznik’i İzmit’le karıştırarak büyük bir kelime hatası yapar.
(15) Asıl mesele İzmit körfezi ile Karadeniz’i birleştirmek olduğundan, Sakar¬ya nehrini İznik gölüyle değil, Sabanca gölüyle birleştirmek gerekiyordu.
(16) Hammer de, daha önce Karadeniz’in İzmit (Nicomedie) körfezi ile, burada ise İznik (Nicee) ile birleştirileceğini söylerken. Baron de Tott gibi, isim¬leri karıştırıyor. (Ç. N.) . •
SULTAN MUSTAFA’NIN GÜVENLİK TEŞKİLÂTI
Sultan Mustafa, yukarıdaki tasandan vazgeçildiği için il¬gisi saptırılamaymca, İstanbul cadde ve sokaklarındaki .gizli gezilerine tekrar başladı. Akıl almaz kılıklara girerek, sabah¬tan akşama kadar şehirde dolaşıyordu. ٠
Bu gezilerinden birinde, çok erken saatlerde,’ sarayın bü¬yük kapışma geldi. Burada, kapıyı beklemekle görevli kırk nö¬betçiden hiç birini göremeyince hiddete kapıldı ve kendisini takip eden bostancılardan birini, cebecibaşını (cebeci paşasmı) alıp getirmesi için yakındaki cebeciler kışlasına gönderdi. Az sonra geri gelen bostancı, cebeci – paşasının da, yardımcısının da henüz gelmediklerini haber verdi. Bunun üzerine büsbütün hiddetlenen sultan, cebehânede bulunan karakollukçulara, nö-beti terkeden bütün görevlileri tutuklayıp Bâb-ı Âli’ye getir¬melerini emretti. Bu tutuklular hemen Yedikule zindanlarına gönderildiler.‘ Cebecibaşı ve yardımcısı da azledildiler.
Başka bir zamanda, Sultan Mahmud (?) tebdili kıyafetle saray mutfağının önünden geçerken, yırtık – pırtık giyimli bi¬riyle karşılaşmıştı. Canı sıkkındı, çünkü, yaverlerinden biri, verdiği tıman çok küçük ve değersiz ,olduğu için kabul etme¬mişti. O hiddetli haliyle perişan kılıklı hizmetliyi sorguya çek¬ti : «Sen kimsin, burada ne zamandan beri çalışıyorsun?» dedi. Adam aşçı olduğunu, saraya Sultan III. Ahmed zamanında gir¬diğini söyleyince, hiç düşünmeden, reddedilen tıman ona ve¬riverdi. . ٠ ٠. ، •» • , • ••
ARABİSTAN VE MISIR’DA *
ASAYİŞİN SAĞLANMASI
Padişah III• Mustafa şehir polisliği yaparak ve tebasını keyfince yöneterek vakit geçirirken, sadrazam Râgıp Paşa Mekke şerifini değiştirmişti. Hacı kafilelerinin güvenliğini sağ¬lamak ve ihtiyaçlarını karşılamakla görevli çetecibaşım ve cer- cecibaşım (paşalarını) da azle hazırlanıyordu. Yedi yıldan beri şerif olan Musaid Bin Said ile Mısır ,Hacc emîri Memlûk beyi Hüseyin Keşkeş’in arası açıktı. Bunlar؛ Haremeyn yakınında ni¬hayet birbirlerine girdiler. Bu saygısızlığa fena halde sinirlenen Mısır Beğleri, Musaid Bin Said’in azlini istediler.
Bâb-ı Âli konuya eğildi. Çeteci Abdullah Paşa’ya emir ve¬rilerek, Musaid Bin Said’in yerine, kardeşi Cafer’i getirmesini istedi. Cercecibaşılığa da Çelik Mehmed Paşa getirildi. Çelik Mehmed Paşa’ya Aydın mültezimliği de verilerek geliri arttı¬rıldı. Ondan, Hac Emirini ve çetecibaşını desteklemesi de is¬tendi.
Fakat bu yeni düzenleme pek uzun devam etmedi. Çünkü azledilen şerifin Mekke’de taraftarları çoktu, ayrıca dört mez¬hebin dört müftüsü onu destekliyordu. Şikâyetlerini Bağdat yoluyla İstanbul’a bildirdi. Kendisine haksızlık yapıldığını, Mı¬sır kafilesinden sorumlu reisin yaptıklarını anlattı ve onu it¬ham etti.
Musaid Bin Said’in mektupları üzerine Bâb-ı Âli’de divan-ı hümâyûn iki defa toplandı ve sonunda Musaid Bin Said tek¬rar eski makamma, Çelik Mehmed Paşa cercecibaşılıktan hacc emirliğine getirildiler. Hama ve Humus sancaklarının mütesel¬limi (geçici yöneticisi) de cercecibaşı oldu. Çeteci Abdullah Paşa ise Diyarbekir valiliğine atandı. Bu eyâletin eski valisi Halep’e nakledildi. Halep valiliğini ona, otuzaltı bin kuruşluk bir tazminat karşılığında Mustafa Paşa bırakıyordu.
Mısır eyâleti üç yıldan beri devlete ödemesi gereken ver¬gileri taksitle, azar azar ve düzensiz bir şekilde ödemekteydi. Bundan başka, Memlûk beylerinin kendi aralarındaki çatışma¬lar yüzünden, Mısır’ın her yıl Mekke’ye göndermek zorunda ol¬duğu kırksekiz bin erdeb (17) buğdayın gönderilmesi de çok defa gecikerek oluyordu.
Sadrazam bu kargaşalığı kökünden düzeltmek için ulemâ¬dan Abbas Efendi ile emir-ül ahırını Kahire’ye gönderdi. Padi¬şahın imzasını ؛taşıyan bir hattı şerifle bunların yetkileri art¬tırılmıştı. Başlıca görevleri vergilerin İstanbul’a, buğdayın da Mekke’ye zamanında ve eksiksiz gönderilmesini sağlamak idi.
(17) 1 erdeb Mısır’da 120 okka, Hicaz’da 100 okka idi. İstanbul’da ise 9 kileye, yani 225 kiloya eşit tutulurdu (Çevirenin notu).
Aynca vadesi geçmiş vergilerin ve kethüda Rıdvan Hetvanî’den kalan paranın ödenmesi işini halledeceklerdi.
Yüksek rütbeli bu Osmanlı temsilcileri Kahire’ye gelince, Vali Mustafa Paşa’nın aracılığı ile evvelâ، Mısır’ın önde gelen şeyh ailelerinden Bekri ailesinin şeyhlerine ve Ezher medrese¬sinin ulemâsına başvurdular. Teşebbüsleri çok başarılı oldu. Ez¬her ulemâsı, Mekke’ye gönderilmesi gereken üç yüz seksen kese tahsisatın geciktirilmeden gönderileceğine dair teminat verdi. Ayrıca iki yüz erdeblik buğdayın Bekrî ailesi ve Ezher. Camii tarafından temin edileceğini, Kethüda؛ Rıdvan Hetvanî’nin ge¬cikmiş doksan bin kese vergisiyle, son iki yıldan beri gönderil¬meyen malların da gönderileceğini bildirdiler. Bundan başka, gelecek yıl devletin ihtiyacı olan yeteri kadar pirinci, iki bin kental (iki yüz ton) halat, yüz kental sicim ve on kental tel göndermeyi de taahhüt ediyorlardı.
Görevlerini böylece başarılı bir şekilde yapan Bâb-ı Âli tem¬silcileri İstanbul’a döndüler. Şeyhlerin1 ve Mısır ulemâsının ta¬ahhüt ettikleri malların İskenderiye limanına sevkedildiği ha¬berini verdiler (18 Kasım 1759 – 27 Rebiülevvel 1173).
ŞAM’DA BİR CAMİNİN TAMİRİ VE İSTANBUL’DA YENİ BİR CAMİ YAPILMASI
O yıllarda Suriye’de çok şiddetli bir deprem meydana gel¬di. Pek çok tarihi eser bulunan bu eyâlette, Şam ve Sayda’da, birçok bina harap oldu, bu arada Beni Ümeyye Camii’nin be¬yaz mermerden olan minaresi yıkıldı.
Depremden hasar gören yapıların tamiri işi, Fazlı Paşa’nm oğlü Mustafa Bey’e verildi ve Mustafa Paşa tamir işinde har¬canmak üzere elli bin kuruşla (1 kuruş yarım duka altınına eşit) yola çıktı. Ayrıca Sayda’da hasar gören yapıların’ tami¬ri için on bin kuruş gönderildi.
İstanbul’da padişah her zamanki gibi daha çok imar işle¬riyle meşgul oluyordu. Lâleli Çeşmesi’nin yanında yeni bir ca¬minin temcini attı (31 Mart 1760 – 13 Şaban 1173). Bu caminin Sultan Selıftı’in yaptırdığı cami modelinde olmasını istiyordu.
DEFTERDAR HALÎMÎ PAŞA VE ŞEYHÜLİSLÂM ASIM EFENDİ’NİN ÖLÜMLERİ
Aynı yıl devlet ricalinin iki meşhur adamı öldü: Biri idam edilerek, diğeri tabii ölümle can verdiler.
idam edilen Defterdar Halimi Mu$tafa Efendi üç defa baş- defterdar olmuş ve üç defa sürgüne gönderilmişti. Haraç ve borç aldığı ve borcunu ödemediği yolunda pek çok şikâyetler olunca, cellada te$l؛m edildi.
ölen ikinci meşhur, Şeyhüli$lâm İsmail Asım Efendi idi. Birinci sınıf صل1ه olarak ün yapan İsmail Asım Efendi’nhı bir divanı, edebî derlemesi ve bir tarihi vardır (18). Vakanüvis Vâsıf onun binlerce eser topladığını, bunları okuyup not aldı- ğını bizzat gördüğünü söylüyor. Bu vakanüvisin, sorumluluğu kendisine ait olan iddiasına göre, İsmail Asım Efendi’nin şiir- leri, şiirin sekizinci hârikası idi ve Kâbe duvarına asılan di- ğer yedi hârikanın yanında yer almaya lâyıktı. ٠ bir bediüz- zamandı ve nesir yazarı olarak Harizmi ayarındaydı. Üslûbun- daki saflık ve zerafet ile, ancak Vessaf ve Hoca-yı Cihan CNOT: 2) ile karşılaştırılabilirdi.
İMAR HAREKETLERİ
Ailelerde, çocuklar bir önceki değil, ondan önceki nesile, torunlar babalarından çok dedelerine benzer. Daha önce de gördüğümüz gibi Sultan Osman, selefinin bütün eğilimlerinin aksine bir yol tutmuştu. Sultan Mustafa ise I. Mahmud’un izin- den gitmeye çalışıyordu. Tıpkı onun gibi ihtişamdan hoşlanı؛• yor, yine onun gibi, imkânlara kısıtlı olmasına rağmen, imar işlerine önem veriyordu. ‘
I. Mahmud, ceddi I. Ahmed ve IV. Mehmed’i örnek alarak, Hz. Peygamber’in türbesini zarif ve değerli mücevherlerle süs- lemisti. III. Mustafa da onu örnek alarak, altı köşeli ve dört
(18) Şeyhülislâm Çelebizâde Asım İsmail Efendi, âlim, şair ve ،arihçi ل1،إ. Bir divanı vardır. Raşit Tarihi’ne ek yazmış, özel mektuplarını ‘Münşeat’ ad، altında derlemiş, Aynî’nin ‘îkd-ül Cuman’ adlı Arapça tarihini ve Hoca . ؟ıyaseddin Nakkaş’ın ‘Acaib-ül Letaif’ini, ‘lfı،ay Seyahatnamesi’ adı ile Türkçe’ye’çevirmiştir (Çevirenin notu), •
yüz kıratlık bir zümrüdü aynı maksatla saray hâzinesinden alıp Medine’ye göndermiş, bu kutsal şehrin şeyhi ve kadısı da bu mücevheri türbenin içine asmışlardı. .., , .
Üçüncü Mustafa Mekke sakinlerinin ve hacıların rahat etmelerine de çok önem verirdi. Emir-ül Ahır Mustafa Ağa’ya, Yembuu’dan Mekke’ye su getiren kanal ve kemerin tamir edil¬mesi ve temizlenmesi görevini vermişti.
٠ İstanbul’da temelini, attığı caminin inşaatı ile yakından meşgul oldu. Bu camide kullanılmış olan cilâlı beş mermer sü¬tun nadir güzelliktedir. Bu sütunlardan üçü, Çatladı Kapısı’- nın yanında bulunan ve Bukolion zamanına ait eski bir Bizans sarayının harabeleri arasında bulunmuştu. Diğer *ikisi de Üs¬küdar’da Sultan Bayezid’in yaptırdığı ¡j bir caminin yakınından getirilmişti. – ؛;. . • – „
Üsküdar’da, Ayazma yakınında, Mihrimah Sultan’ın yap¬tırdığı- Validesultan Camii ,vardı. Aynı yerde, yine Osmanlı so¬yundan ve yine Mihrimah adlı prenses ؛tarafından bir cami daha yaptırılmıştı. Bu prenses Kanunî; Süleyman’ın kızı ve Ve- zir-i Âzam Rüstem Paşa’nın eşi idi. Eser bittiği zaman buna pek çok kişi tarih düşürdü■ ki bunlardan biri Osmanlı tarihine geçmiştir. Çünkü ,bunu yazan.vezir,-i âzam idi. , a •؛؛.
ASKERİ TALİM VE MANEVRALAR
Râgıp Paşa’nm akıllı yönetiminde hiçbir şey ihmal edilmi¬yordu ve sadrazam, padişahın atla , gezmeyi sevmesinden bile yönetim için istifade etmesini biliyordu. Gerek’askerin silâh kullanma maharetini arttırmak için, gerek milletin savaşçı ru¬hunu uyanık tutmak için ve gerekse, ona askerlik sanatını sev¬dirmek için, padişahın ata binme, merakını ,bir talim ve ma-nevraya dönüştürebiliyordu: Harikulâde güzel bir yazlık sa¬ray olan Sâdâbad’m yakınında, lağımcılara yer kazdırıp” söz¬de mayın’ döşetiyor, sultanın huzurunda askerler sık sık savaş hüneri gösteriyor ve bütün eyâletlere’fermanlar gönderilerek, sipahi tımarlarında da aynı talim ve,، manevraların yapılması isteniyordu.
• Böyle bir çalışma ve ؛tedbir gerekliydi. Çünkü, uzun süren barış devresinde askerler kılıç kullanma, mızrak fırlatma ve ok atma maharetlerini yitirmekteydiler. Oysa okçuluğun i^i öğrenilmesini müslümanlardan Hz. Muhammed de istemişti.
Râgıp Paşa emirler verip savaş gösterileri düzenlerken, padişahın savaş fikirlerini de uyanık tutmak istiyor Ve bu gös- terilere onu özellikle dâvet ediyordu. Genellikle III. Mustafa, sadrazamının fikrini almadan bir şey yapmazdı.
Sadrazamın diğer edebî eserleri arasında bulunan Ve pa- dişaha yazdığı kırkdokuz ârizadan oluşan bir koleksiyon, Os- manlılarda, bu tür yazışmalar için en güzel örneklerden biri olarak kabul edilir. Bunlar bize, sadrazamın hangi hallerde, hangi vesilelerle hükümdara yazmak gereği duyduğunu, ne gibi önemli işlerde onun kararma başvurduğunu ya da mera- simlere onu nasıl dâvet ettiğini de göstermektedir. Bunların gerçek anlamını verebilmek için bazı açıklamalar yapmamız gerekiyor:
Bu koleksiyonların yarısını devletin önemli işleriyle ilgili raporlar oluşturuyor. Meselâ barış anlaşmaları, savaş ilânla- rı, elçiler, eyâlet valiliklerine yapılan tayinler v.b. Diğer yarı- sı da bayram ve merasimlerle ilgilidir: Sadrazamın hükümda- n filan veya falan saraya dâvet etmesi, mutlu bir geziyi ilti- fatını bildirme vesilesi sayması, bir hediyenin kabulünü iste- mesi, padişahın kan aldırması veya doktora muayene olması vesilesiyle sağlık durumunu sorması„ ؛ıükümdarmın ramaza- nrnı, kurban ya da ramazan bayramını tebrik etmesiyle ilgili
Bu mektupların bir kısmında ise, sadrazam padişaha, ye¬ni bir top dökülmesinde, yeni bir geminin denize indirilmesin¬de Tophane’yi veya tersaneyi ziyaret etme tenezzülünde bu¬lunduğu için teşekkür ediyor. Bazıları da ilkbaharın gelmiş ol¬ması dolayısiyle yazılan tebriklerdir. ٠
Okuyuculardan özür dileyerek, Râgıp Paşa’nın Nevruz gü¬nü, yani bahar bayramı dolayısiyle sultana yazdığı mektubun baş tarafını buraya alacak ve o tumturaklı üslûp hakkında bir fikir vermeye çalışacağız. (*)
( *) Tabii ,yalnız konuyu arzedişi hakkında bir fikir verecek, Paşa’nm yasa uslû- bunu veremeyecektir. (Ç. N.) ،
*•..Hiç kimsenin hayalinde canlandıramayacağı Kadir-i Mutlak Yüce Allah’ın iradesiyle başlayan bahar, kışın şid- detli soğuğundan kurtulan bahçe ve ağaçları yeniden ye- Şiiliklerle kaplıyor; karanlıkları alev gibi delen, iyilikler saçan nurunu, bütün imparatorluğa؛ yayıyor ve dünyaya hükmeden Şevketlû hükümdarımın, yolunu aydınlatıyor, taçlı parlak alnının ışıltısını en yüksek dereceye çıkarıyor!… Her şeye.gücü yeten Cenab-1 Hak, Şevket-meablarmın ebe- diyen yardımcısı olsun ve onu ihtişamının nuru ile kuşat-
Şevketlû sultanım tebasının işlerini en iyi şekilde görsün ve halkının kuvvetlerini en yüksek gayeye ulaştırsın diye, onun bütün günlerini yaz dönencesi altında tutsun. Yeryü- zündeki gölgesi olan şevketmeablarını daima korusun! Ha- lifeliklerinin devamı ile şevketlû efendimizin dünyadaki umutlarının hasadını arttırsm!
Ulu efendimizin yüce hükümdarlığı ilkbahar günleri gibi iyilik versin; ihtişam ve iyilikte nevruz bayramını aşsın diye, şan, şeref ve saadet çiçeklerine yeni bir parlaklık, ye- ك bir canlılık vers؛n… Amin…» (19).
BAZI MEŞHUR ÂLİMLERİN ÖLÜMLERİ
ه günlerde bir güneş tutulması olmuş ve I. Mahmud döneminde olduğu gibi tutulma olayı iki saat sürmüştü. Bu
olay bazı saçma söylentilere ve birçok kötü yorumlara sebep oldu (25 Mayıs 1760 – 9 Şevval 1173). Bunun üzerine vaizlere bir emirname çıkararak, onlardan, bu saçma söylentilerin asıl¬sızlığını halka ispat etmelerini istedi. İmparatorluk vakanü- visi de, Kur’an’a ve Hadis’e dayanarak, mânâsız söylentiler için şu açıklamayı yapmıştı؛
«Hz Peygamberin oğlu İbrahim’in öldüğü gün de güneş tutulmuş, bunu bu ölümle ilgili göre halka Hz. Muhammed şunları söylemişti: Güneş ve Ay Allah’ın iki hârikasıdır, bun¬lar bir insanın ölmesiyle tutulmazlar» (20).
Halkın, meşhur devlet adamlarının gerek tabii ölümle, ge¬rek idam edilerek siyaset sahnelerinden ayrılmaları ile güneş tutulması arasında bir bağlantı kurması çok görülürdü. Def¬terdar Halim Paşa’nm yakın dostu Abdurrahman Bey’in ida¬mı ile Kırım Kalgayı (veliahdi) ‘nın tabii ölümü de güneş tu¬tulmasıyla ilgili görülmüştü. Ölen Kalgay’m yerine kalgaylığa, Kuban seraskeri Bahtiyarzâde Saadet Giray getirildi, bu se¬raskerlik ise Han’ın küçük kardeşine verildi.
Yine bu sıralarda, şiirleri ve birçok ilmî eseri bulunan Şeyh Abdullah Kaşgarî İstanbul’da, Saray’ın eski hocası ve Mekke kadısı Akkermanlı Mehmed Efendi de Kudüs’te vefat ettiler. Tarihçi Vâsıf bu âlimi (İranlı Nuriddin Muhammed bin) Cür- cani ile bir tutar. Felsefe ilmi bakımından da (yine İranlı) Teftazânî (NOT: 3) ile kıyaslar. Teftazânî Kazakhan ve Bey- davî’nin Kur’an tefsirlerine şerh yazmıştı.
Diyarbakır Valisi Çeteci Abdullah Paşa da vefat etti ve vaktiyle soyguncu Arap aşiretlerinden koruduğu hacıların ha¬yır dualarını aldı. Abdullah Paşa, siyasî unvanının yanısıra büyük bir hattat ve edip olarak da tanınır. Onun, Tertibi Zi- ba (Süsleme Düzeni) adlı bir eseri vardır. Onu, meşhur Fira¬ri Haşan Paşa’nın oğlu eski vezir-i âzam Şeyid Abdullah Pa- şa’nın ölümü takip etti. Firari Haşan Paşa, Padişah III. Ahmed’- in ıslahat hareketlerinde başlıca rolü‘oynayanlardan biri idi ve nüfuzlu Dâr-üs-saade Ağası Elhac Beşir Ağa’nın himaye¬siyle sadrazamlığa getirilmişti.
(20) Inn eş şemse vel kamer ayetan min ayetillahi la yunkesifan 1؛ mauti aha- din. Vâsıf, s. 184.
Sadrazam Râgıp Paşa, Çeteci Abdu^ah ‘Paşa’nm yerine ه günlerde Mutfak Kethüdası olan eski reis-ül küttap Bekir Efen- di’yi getirdi. Eskiden Reisefendi ve Sadaret Kethüdası olmak- la böbürlenen ünlü zengin Bekir Efendi, artık kendisine önem verilmediğinden, divanda rahatsız edici bir ~ gibi bu-
lunmaktan şikâyet etmeye ■ başlamıştı. Râgıp Paşa da ona hak verir gibi görünüyordu. Onun için ona Reisefendi’ye bağlı ol- mayacağı bir eyâlet valiliğini tavsiye etmiş ve Abdullah Pa- şa’nm ölüm haberini bildirmişti. Daha sonra da onun Halep Valiliğine tayin kararını Sultan’m onayına sunmuş, Bekir Efen- di de bu görevi kabul ederek ve üç tuğlu paşa unvanını da alarak Haleb’e hareket etmişti.
‘ Bekir Efendi’den (yeni paşa) boşalan Matbah-a Âmire ket- hüdalığına İbrahim Efendi getirildi ki, o da selefi gibi daha önce sadaret k^thüdalığında bulunmuştu. ‘ ‘■ ؛’
, Meşhur Şeyhülislâm Vessaf Efendimde, ad benzerlikleri olan Çeteci Abdullah Paşa ve Abdullah Seyid Paşa’dan az sonra ماة dü (4 Haziran 1760 -1 Zilkade 1174) . :
‘Evvelce, Caferi mezhebinin.hak olan diğer dört mezhep gibi tasdik edilip edilmemesiyle ilgili .uyuşmazlığın halli için N^dirşah’a gönderilen elçi Mu؟tafa Paşa’nm ؛yarımda Vessaf Efendi de vardı. Vessaf Efendi bu vesile ile İran’ın birçok eyâ- letini gezip görmüştü. İsfahan, Kandahar ve Semerkand’da uzun süre kalmış, İstanbul’a döndükten sonra şiirlerince Vessaf mah- lasını kullanmaya başlamıştı. Vessaf, ünlü îran tarihçisinin adı idi. Yorulmak bilmeyen bu âlim, bir asır ]،¿dar süren uzun ömründe çok sayıda eseri şerhleriyle zenginleştirmiş, Unvan-1 Şeref adlı bir belagat kitabı da yazmıştı. Behçetnâme (Neşe ve Güzellikler) adlı bir eseri de vardır. Bunlardan başka tasav- vufla ilgili bir kitabı, hattatlıktaki ustalığmı gösteren ؛tâlik ya- zılan bulunmaktadır. Vessaf Efendi ünlü şeyhülislâm Kara Halil ~~ talebesi idi. Kara Halil Efendi’nin oğlu Abdür-
rahi^ Molla, halen şeyhülislâm olan Veliyüddin Efendi’nin oğ- lu Mustafa Raşid, eski vezir-i âzamlardan Rami Paşa’nm oğlu olan ve şair ola؟ak ‘Naili’ mahlasmı kullanan Mustafa Bey de bir yıl sonra öldüler (Ağustos 1761 – Muharrem 1175).
İRANLILARIN BOSSUET’Sİ SAYILAN VESSAF EFENDİ . ،
Bunlardan az sonra ikinci defterdar Salih Efendi de vefat etti. O da derin bilgi sahibiydi. Hitabetteki ustalığından dola¬yı Vâsıf onu, Arap klâsiklerinin en iyi müellifleri olan Harirî ve Râgıp İsfahanî’nin modeli Bedii Hamadanî ile bir tutar.
Salih Efendi masallardan, fıkralardan, nüktelerden, vecize- lerden, şiir ve nesir yazılardan oluşan zengin bir koleksiyon bı¬rakmıştır. O, yazma sanatına, İran’ın belagat şaheseri olan Ves¬saf tarihini kopya ederek başlamıştı. Arapların Montesquieu (Monteskiyö) ’sü olan İbni Haldun’un açıklamaları, İran’ın Bos- suet’si olan Vessaf’m Tarihi, o devirde en meşhur İran ve Arap şaheserleriydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok nâzın ve ya¬zarı, bu iki eseri inceleyerek üslûplarını geliştirmiş ve siyaset¬le ilgili temel bilgileri almışlardı.
İbni Haldun’un açıklamalarım Türkçe’ye Şeyhülislâm Piri- zâde tercüme etmiştir. Vessaf’m tarihi de Nazmizâde tarafın¬dan bu esere eklenen bir lügatie daha kolay anlaşılır hale ge¬tirilmiştir. Bir âlim olan İranlı Reisefendi Ebû Bekir’in ve Nai- ll’nin yorumlarıyla bu kolaylık, daha da arttırılmıştır.
Râgıp Paşa henüz Reis-ül küttap olduğu devirde, selefi Av- ni Efendi ile, Vessaf’m bütün eserini okumuşlardı. Defterdar Salih Efendi onu birkaç defa kopya etmiş ve kendisine şiirle¬ri için bir mahlas arayan Abdullah Efendi de Gazan Han’ın öv- gücüsünün adından yani Vessaf’tan (ya da Vassaf’tan) iyisi¬ni bulamamıştı,1″
İÇERİDE KARIŞIKLIK
Kuruluşundan beri hiçbir zaman tam bir sükûnet içinde bulunmamış İmparatorluğun içinde o günlerde meydana ge¬len karışıklıklar, daha önceki ve sonraki durumlarla karşılaş¬tırılamayacak kadar çoktu. Çıldır’da ve Bosna’da, hattâ donan¬ma içinde ayaklanmalar, itaatsizlikler patlak verdi.
Ahıska sancağının veraset yoluyla sahibi bulunan Çıldır valisi Elhac Ahmed Paşa, Lezgilerle anlaştığı için azledilmiş¬ti. Onun yerine tayin edilen İbrahim Paşa Diyarbakır’dan Çil- dır’a gelinceye kadar Ahmed Paşa kaçtı. Ama onu takibe gön- ■derilen mabeynçi Abdül Mehmed Paşa, yakalayıp başını vur- durdu. İstanbul’a gönderilen kellesi saray önlerinde teşhir edil- di. ‘■
Elhac Ahmed Paşa’nın Akhisar’da yedi yılda yaptırdığı ca- nai harikulade güzeldir. Anadolu’da eri güzel kütüphanelerden birini yaptıran da odur. Bu kütüphanenin en önemli eserleri- ni oluşturan çok değerli ve nadir üç yüz elli el yazmasını Rus- lar alıp götürdüler. Bu eserler halen Saint-Petersburg (bugün- k^Lert^^)^üzesi^edir(2l).
Eski Hac kafilesi cercecibaşısı Abdurrahman Paşa’nın Ka- raman valisi iken isyanı bir esrar perdesiyle örtülüdür. Kon- ya 1لآلافآ Bâb-ı Âli’ye defalarca şikâyet mektubu göndererek bu valinin، alınmasını ısrarla istemişti. Bunun üzerine Râgıp Pa- şa da onu azletmişii. Bu valiyi İstanbul’a dönmeye razı etmek için bir mabeyne؛ gönderildi. Fakat vali, İstanbul’a dönmeye razı olmak şöyle dursun, mabeynciyi tutuklanmış, alelacele topladığı serseri grubundan oluşan askerlerle ,İstanbul üzeri- ne yürüyüşe geçmişti. Bolu’ya gelince Bâb-1 Âli’den bir mek- tup aldı ve bunun üzerine gerisin geriye, doğum yeri oian Ka- raman’a döndü. Orada sakin bir hayat sürdü.
Vakanüvis Vâsıf’a göre Abdurrahman Paşa’mn bu hare- keti, sadrazamla birlikte düzenledikleri bir oyun, bir muvazaa idi. B^ylece sadrazam hükümdarı korkutacak, ona her dedi- ğini yaptıracaktı, taliden Bolu’ya kadar yürümesini, oradan Karaman’a dönüp beklemesini istemiş, kısa bir süre sonra onu yine makamına iade edeceğini söylemişti.
Bu izahat doğru kabul edilemezse;, de, büsbütün uydurma da olmayabilin. Fakat bunu böyle yazah ^alriız Vâsıf’tır ve ola- yı tarihine böyle geçirmekten korkmamıştır. Belki o, doğruluk-
(21) Vâsıf, bu ،:am! ve kütüphanenin inşaatından söz etmiyor. ,Tiflis Gazetesi’ •• • • ةس’انط bundan söz ediyor ama, Ahmed Paşa’nın ط؛،؛؛ tari-
hini hicri 1اعءه،م 76ل، gösteriyor. Doğrusu 1172’dir. Bu yanlışlık, Londra’da çıkan ‘Litterary Gazette’ ile ‘Bulletin des sciences historiques (Ağustos 1830)’ de yanlışlıklara sebep oluyor ve bu kaynaklar, kütüpha’nedeki bazı eserle- rin isimlerini de yanlış veriyorlar.’ Bu konuda Fraiin’in 1829’da Saint-Pe- tersburg’da yayınlanan makalelerine bakılmalıdır. No.” 138. 1140 .وو.
tan ayrılmayan bir vakanüvis olarak, Osmanlı sadrazamları¬nın devleti nasıl idare ettiklerini de göstermek istemiştir, öte yandan Abdurrahman Paşa gerçekten göreve yeniden alınmış ve üç tuğlu paşa unvanını da muhafaza etmiştir.
Bosna valisi Mehmed Paşa ise, bu eyâlet halkının onun zorbalığından ve adaletsizliğinden ısrarla şikâyet etmesi üze¬rine azledildi. Sadrazam onu azletmekle kalmadı, üç tuğlu pa¬şa unvanmı da kaldırdı.
Bir önemli isyan olayı da donanmada görüldü: Kadırgala¬ra bağlanan hıristiyan esirler isyan etniiş, oniki yıl önce ben¬zer bir olayda olduğu gibi, donanmaya epeyce zarar verdir- mişlerdi. Bir Cuma günü, donanma îstanköy (bugün Yunanis¬tan’a ait olan Kos adası) açıklarında demir atmış beklerken, Kaptan-ı Deryâ ve yardımcısı olan paşa namaz kılmak için ka-raya çıkmışlardı. Onlann yokluğundan yararlanan esir hıris- tiyanlar nöbetçileri öldürmüş, amiral gemisini ele geçirmiş, bü¬tün yelkenleri fora ederek Malta adasına kaçmışlardı.
Bu geminin sancağı padişaha Mekke şerifi tarafından he¬diye edilmişti. Dört köşesinde ilk dört halifenin adları, ortasın¬da Hz. Ali’nin kılıcı Zülfikâr’m resmi vardı. Çevresinde de gü¬zel bir hatla Zafer âyeti yer alıyordu.
Deryâ Kaptanı’nın gemisindeki işte bu sancak Malta li¬manında birkaç gün dalgalandı. Gemi ancak Fransız elçisi Ver- gennes (Verjen) ’in aracılığı ile iade edildi. Vergennes bu işte, selefi olan Fransız elçisi Desalleurs gibi hareket etmişti. ،
Padişah bu olaya o kadar hiddetlendi ki, görevlerinde ih¬malleri görülen Deryâ Kaptanı ve kaptan beyi hemen tutuk¬latıp cellada teslim etti. Sonra da kesik başlarını sarayın önün¬deki meydana attırdı (9 Aralık 1760 – 1 Cemaziülevvel 1174).
KÜRK SEFASI VE AFYONKEŞLER
Üçüncü Mustafâ, yasaklara uymayıp lüks elbise giyenler için idam fermanı çıkarmaya devam ediyordu. O günlerde ye¬ni bir emimâme ile hanedandan olmayanlara vaşak ve ka- kum kürk giymelerini ,yasakladı. Buna uymayanların meydan dayağına çekileceklerini de ilân etti.
Yasaklanmış kürkleri evinden uzaklaştırmak suretiyle bu oldu. Böyle ayrıntılarla ؟emre ilk uyan Sadrazam Râgıp Paşa uğraşmaya devam eden padişah, bir süreden beri Venedik’ten ithal edilen ve zenginlerin tercih ettikleri kumaşlar için de ya¬sak koydu. Çünkü ileri’ gelenler, İstanbul’da dokunan kumaş¬lar yerine bunları armağan etmeğe başlamışlardı. ■ ./ ،*-■,. ,
,. .0 günlerde kıymetli lüks kürkler giymek ve esrar kullan¬mak idareciler arasında da bir tutku halini almış ve tiryakilik âlim bir, zat olan Ak- ؛،tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. .Bir gün kermanî, bir kahve içmek ve biraz esrar çekmek için, Bektaşi dervişi olan ،dostlarından birini ziyarete gitti. Bektaşi ona, bu zararlı alışkanlığından dolayı hac ,„farizasını yerine getirme¬den bu dünyayı terkedeceğini söyiedi ve* bu kehanet doğru çık¬n•-؛؛ -■ . ١- ‘!؛■ . ‘■ ١٠ ;<، ‘tı;،.‘ • •T
، Defterdarlık memurlarından ve Mehmedpaşa Camii’nin mü¬tevellisi olan Raçi Bey de esrarkeş idi. Padişah bu camiye Cu¬ma namazı için geldiğinde, önünde buhurdanlığı tutmak gö¬revi ona aitti. «Fakat» diyor Vâsıf„ «aşın derecede esrar kul¬lanması onu bir Öklid çizgisi kadar inceltmişti, sesi de kurba¬ğa vıraklaması gibi çıkıyordu. Duyu organları bir mumyanın organları kadar cansızdı ve vücudu sanki bir şeffaf iskeletten ٠ ؛ ٣ ■٠؛٠، ■•،- ؛ ؛’٧,,.¡.i ٦؛,;،. ■■،.؛..؛, . , ٠.«ibaretti
İşte bu‘zat, bir gün camide” padişaha yol gösterirken, bir¬den kuvveti kesilmiş, yere düşüp bayılmıştı, Padişah da ona acıyarak, isteğinin, yerine getirilmesini emretmiş ve memuri¬yete girmek. arzusu yerine getirilerek;, cebeciler teftiş amirliği¬ne tayin edilmişti. Böylece Raci Bey, esrar sayesinde divan ağa¬larının seviyesine çıkmış * bulunuyordu. Fakat, hakketmediği bu terfi, onun’ şsrar tiryakiliğini arttırmaktan başka bir işe ya¬ramadı.; ” .. . ■;.jij،,. , ‘ …
Süleymaniye Camii’nin yakınında geniş bir meydân var¬dır ki buraya «Tiryakiler Pazarı® ya, da «Esrarkeşler Pazarı® derler. Her akşam, güneş batarken, esrar ve banoUı çekenler buraya üşüşürlerdi. Buradaki insanların hemen hemen hepsi soluk benizli, ince boyunlu, gözleri‘ fersiz ve titrek yürüyüşlü idi. Adim atmasını* unutmuş *gibiydiler;ve mezardan çıkmış
21 :.Hanuner Tarihi, C: VIII. F ؛ „• . < ” ■ ‘ ٦٤„،
hortlaklara benziyorlardı. Bu adamlar, bir bardak soğuk su ile haplarını yutmak için ahşap dehlizdeki bir sofaya oturur¬lardı. En güçlüleri zeytin tanesi büyüklüğündeki bu haplardan dört tanesini yutabilirdi. Bir saatten daha kısa bir süre içinde hepsi afyonun etkisine’ girer, kendilerinden geçerlerdi. Daha doğrusu her biri hayal ettiği âlemde yaşamaya başlardı. Alev¬lerden geçer, dalgalar üzerinde yürür, mutluluklar denizinde yüzerlerdi. Gökyüzü onlara tamamen açıktı. Vaadedilen cen¬nete ulaşır, buradaki mutluluğu paylaşırlardı. Her yerde inci köşkler çıkardı karşılarına, her tarafta billür gibi berrak kay¬naklar görürlerdi. Dolgun göğüslü, kara gözlü; vücutları se¬def gibi beyaz, albenili huriler tarifsiz zevkleri yaşamaya dâ- yet eden bakışlarıyla onların duyularını uyandırırlardı.
Dağdaki İhtiyar’m müridlerine vaadettiği cennet de bun¬dan başkası değildi (22). Şeyh, önce biraz afyon vererek mü- ridlerinin cesaretlerini arttırır, sonra onları hayatlarını hiçe sayar hale getirirdi. Homeros’un sözünü ettiği nepenthes de bundan başka bir şey olmasa gerek (23); ■
؛PRUSYA İLE DOSTLUK ANLAŞMASI ٠
Râgıp Paşa’nın sadaretinin sonlarına yaklaştığımız■ için, iş başına geldiği günlerde olduğu gibi, şimdi de Bâb-ı Âli’nin Av-
(22) Hammer’in – «Dağdaki İhtiyar» dediği kişi, Haşhaşıler tarikatın، kuran Şeyh-ül Cebel (Dağın Şeyhi) Haşan Sabbah’tır. ■ 1090 yılında bir baskınla Kazven yakınındaki ‘Alâmut Kalesi’ni ele geçiren Haşan Sabbah, düşman¬larım,’ haşhaşla sarhoş ettiği adamlarına öldürtürdü. Haşhaşla, uysal ve ha¬yatını hiçe sayarak verilen görevi yapmaya hazır duruma getirilen fedai¬ler pek çok cinayet _ işlediler. 1092’de Melikşah’ın veziri Nizam-ül Mülk böy¬le öldürülmüştü. Selçuklular bu kaleyi ele geçiremediler. Alâmut Kalesi’- nin zaptı ve şeyhlerinin öldürülmesi ancak Hûlagû zamanında, 1256 yılında
, ،>؛du. – – . ٠ ■ . , , . . ؛
، Fransızlar Haşhaşîlere «hachischen-haşişen» derlerdi. Fransızca «katil» anlamındaki «assasin-asasen* kelimesi de buradan gelir. Haşhaşîler Halep’- 1 teki Selçuk Beyi Rıdvan’ın yardımı ile Suriye’ye de geçmişlerdi. Buradaki Haşhaşllerin hâkimiyetine de 1277’de Baybars son verdi.” (Çevirenin notu)
(23) «Nâpenthes*, eski kayıtlara göre, usaresi ağrıları dindiren ve üzüntüyü unut- ٠ turan bir bitkidir. Mısır’da yetişirdi. Râşid. Tarihi’ne göre bu <banotu»dur.
Nepenthes’in çoğulu «Kopt-kıptî» şeklinde söylenir. Homeros’un tlyada’sında nepenthes, korkusuz Apollori’un bir lâkabıdır. (Çevirenin notu)
rupa devletleri karşısındaki durumunu؛ ve onlarla münasebet¬lerini bir kere daha anlatmamız gerekiyor. ،- . V
Râgıp Paşa politikasının son, döneminde alman en önemli tedbirlerden biri de şü idi: Prusya ile imzalanan dostluk anlaş-’ ması. Bu anlaşma Bâb-ı Âli politikasında önemli değişikliklere sebep olmamıştır, ama, Râgıp Paşa daha uzun ömürlü olsaydı„ büyük değişikliğin kaçınılmaz olacağı anlaşılıyordu. Prusya’nın Bâb-ı Ali ile ittifak kurmak teşebbüsleri otuz yıldan beri başa¬rısızlıkla sonuçlanıyordu. Bu açıdan bakılınca, nihayet gerçek¬leşen bu anlaşmadan dolayı, Râgıp Paşa’nın Osmanlı devlet adamları arasında yüksek bir mevkii olduğu ve yepyeni yolla¬rın açılmasını sağladığı inkâr edilemez. – .
Gerçekten de, vakitsiz ölümü engellemeseydi, Râgıp Paşa bu dostluk anlaşmasını bir tedafüi ve tecavüzî (savunma ve saldırma) amaçlı ittifak haline dönüştürmekte gecikmeyecek¬ti. Böyle bir ittifakı II. Frederik bütün gayretiyle gerçekleştir¬meye çalışıyor, İngiltere ise Bâb-ı Âli’yi var gücüyle tahrik ederek Avusturya’ya savaş açılmasını ؛؛istiyordu. Ancak, sad¬razamın ölümüyle, o güne kadar gerçekleşemeyen, büyük pro¬jeler Avusturya’yı endişelendirmeye başladı. , ؛
Daha çok De Rexin (Dö Rekzen) âdıyla ؛tanınan Hauden, Silezya’nın Hirschberg şehrinde doğmuştu, önce tüccar Hüsch’- ün yanında çırak olarak çalışmış, sonra Avusturya ordusunda sancaktar ve.nihayet Prusya ordusunda teğmen olarak görev yapmıştı. II. Frederik, Sultan Osman’ın tahta çıkışını kutla¬mak için işte bu Rekzen’i elçi olarak İstanbul’a göndermiş ve ona, Bâb-ı Âli ile bir dostluk anlaşması yapması için tam yet¬ki vermişti. Fakat, daha yukarıda da söylediğimiz gibi, Rekzen bu teşebbüslerinde başarılı olamayarak Berlin’e dönmüştü.
* Frederik, Rekzen’i İstanbul’a ikinci defa gönderdi ve bu sefer görevini başardı, Gizlilik içinde yürütülen ve Fransa ile Avusturya elçilerinin ancak bir kısmına vâkıf oldukları‘mü¬zakerelerden sonra, Rekzen, Prusya adına Bâb-ı Âli ile sekiz maddelik bir dostluk anlaşmasını gerçekleştirdi (29 Mart 1761 – 22 Şaban 1174). i1 •
Bu • anlaşmanın muhtevası Bâb-ı Âli’nin daha önce Napo¬li, İsveç, Danimarka ile yaptığı ticaret anlaşmalarından pek farklı değildi. Özetle ticaret serbestliğini/ belirtiyor, gümrük hakkini yüzde üç olarak tespit ediyor, OsmanlI imparatorlu- ğundaki PrusyalI elçi ve konsolosların hak ve imtiyazlarım be- lirliyor, Prnsya tebasınm yargılanma hakkı onlara veriliyor- du: Fakat, Müslümanlarla PrusyalIlar arasında dört bin kuru- şu aşan dâvâlar İstanbul’da görülecekti. Silahlı olarak yaka- lanmaları ve Bâb-ı Âli’nin savaşta olduğu yabancı birliklerle temas halinde bulunmaları hali dışında, Prusya tebalıların ser- best olacakları, bu anlaşmanın 6. maddesiyle sağlanıyordu. Son bir madde ile, fayda mülâhaza edildiği takdirde iki tarafın mü- zakereleri yeniden başlatabilecekleri Zikrediliyordu (24).
. Dö Rekzen tam yetkili Prusya elçisi olarak bu anlaşmayı imzaladıktan sonra, huzura kabul edilerek, anlaşmanın- padi- şah tarafından onaylanan nüshasını aldı. Fevkalâde elçi sıfa- tiyle de, dört ay sonra 11. Frederik’in onayını da ■taşıyan nüs- hasını getirdi (^7 Temmuz لل6?أ. ,
Rekzen, misyonunda başarılı olması için, Prusya’nın niüt- tefiki olan İngiltere’nin İstanbul elçisi Porter’in gayretli deste- ğiiıden başka, tercüman Ghika’nm kaympederi Giacomo Ris¿’- nun, sadrazamın hekimi ipsilanti’nin, defterdarı Ali Ağa’rim, Boğdan voyvodasmın habercisi ” Drako’nun saray nezdindeki nüfuz ve aracılıklarından da yararlanmışta. Bu Drako daha sonra, yukarıda da söylediğimiz gibi, evini kundakladıkları id- diasiyle iki müslüman köleye eziyet ettiği için, bu kölelerin suç- lulukları ispat edilmiş olmasına rağmen, idam edilmişti, öte yanda؟ Ali Ağa, mevki ve yardım isteyenlere karşı fazlaca yar- dım ettiği için Kıbrıs’a sürüldü. Dö Rekzen’in kendi sarayın- dan aldığı seksen bin kuruşluk tahsisatın bir bölümünü bu ara- cılara vermiş olması pek muhtemeldir.
öte yandan Rusya elçisi Obreskov ve Avusturya’nın orta- elçisi, Bâb-ı Âli-Prusya anlaşmasmın karşılıklı olarak onaylan- masmı engellemek ve iptal ettirmeye çalışmak için, kendi sa- raylarından yüzer bin duka altın istediler. Fakat Viyana ve Petersburg’ta bunun bir yarar sağlayıp sağlamayacağına ka- rar verilinceye kadar, anlaşmanın onaylanmış nüshaları tea- ti edilmişti. Bu, Türklerin onayladığı nüshayı Berlin’e götür-
(24) Türklerin* 22 Şaban tarihli bu anlaşması Viyana arşivlerinde bulunmakta-
dır. 22 Şaban, 29 Mart’a rastlıyor. Demek ki Martens’in verdiği 22 Mart
tarihi yanlıştor. Bu. belgenin İtalyanca nüshası da Berlin arşivlerindedir. ■
inekle görevli Prusyalı kuryenin’ öldürülmesi yüzünden mey¬dana gelen gecikmeye rağmen olmuştu. Prusyalı kuryeyi, -Ay؛ dos’a varlıklarında, ona refakat eden bir yeniçeri öldürmüştü: Derhal yakalanan yeniçeri, kendisine; Rekzen tarafından vaa؛ dedilen dokuz, yüz kuruşu kuryenin vermediğini, bu yüzden çıkan kavga yüzünden onu öldürdüğünü iddia etti. ؛ ‘ ؛٠
١ Rus sarayının, fevkalâde elçisi Prens Schaçhowsky. (Şa- hovski), ٠ hükümdarının III. Mustafa’nın, tahta çıkışını kutlayan mektubunu, İstanbul’a ancak bir yıl sonra getirdi. Sadrazam tarafından kabul edilen elçi prens, Türk; elçisi Osman Efendi’؟ nin, sultanin itimadnâmesini imparatoriçeye kendi eliyle ver¬mesine müsaade edilmediği için küstah ve kaba hareketlerde bulunduğunu, bu davranışıyla bütün sarayı çılgına çevirdiği¬ni söyledi. , ٠
Polonya sarayı İstanbul’a fransisken (Françesko tarikatine mensup) Thomas Morewicki’yi. göndermişti. Bu görevli Fran¬sız elçi Vergennes, ، ,Venedik maslahatgüzân Foscari؛ elçi Schwachheim ve Napoli görevlisi Ludolf ile karşılaşacaktı. Gö¬revi, Bâb-ı Âli’den, Kudüs’te hıristiyanlara ait kutsal yerlerin katoliklere verilmesini istemekti. Fakat kısa bir süre önce Pa¬dişah bir hattı şerif ile bu yerleri Yunanlılara vermişti. Onun için Verj en ve meslekdaşları bu teşebbüsten hiçbir sonuç alı¬namayacağına hükmettiler. Zaten onların din işlerine karış¬maları da zordu. O günlerde Fransa’nın himayesinde bulunan Cizvit, Dominiken ve Kapüsen tarikatlerine bağlı katolik kili¬selerine pek hoş bakmıyorlardı. Fransız elçisi, Limni’de sür¬günde bulunan Boğdan Prensi Rakoviza’nın çevirdiği dolapla¬ra, entrikalara karışan tüccar Linchon’un öldürülmesiyle ilgi¬li olarak tazminat taleplerine olumlu bir karşılık alamalfiıştıi Ona bu adamın Fransız olduğu‘için değil, Boğdan boyarının tespit ettiği entrikalarından dolayı idam; edildiği cevabı veril¬mişti (14 Mart 1760).
Bununla beraber hıristiyân esirlerin bir ayaklanma sonun¬da Malta’ya kaçırdıkları Deiryâ Kaptani’nın gemisini İstanbul’a؛ iade etmeleri, yukarıda da söylediğimiz gibi, Vergennes’im ara¬cılığı ve isteğiyle olmuştu. , ،
Aynı yılın sonların doğru İngiliz elçisi Pörter, III. Georges (Jorj)’un tahta çıkışını bildiren tebliği ve yeni itimatnamesini
Bâb-ı Âli’ye sundu (24 Aralık 1700). Napoli elçisi Ludolf ise İspanya kiralının iki mektubunu da getirdi. Napoli’den Mad- rit’e döndüğünü ilân eden kıral, Napoli ile imzalanan dostluk anlaşmasını tasvip ediyor ve Bâb-ı Âli’den ispanya ile de böy- le bir anlaşma yapılmasını istiyordu. Fakat Ludolf’un bu ko- nudaki teşebbüsleri sonuçsuz kaldı.
Avusturya elçisi Schwachheim da Bâb-ı-Âli nezdindeki te- şebbüslerinden bir sonuç alamadı. Onun asıl vazifesi Prusya elçisinin misyonunu engellemekti. Bununla beraber Bâb-ı Âli’- den, Erdel sığırtmaçlarının sığırlarını yaz boyunca verimli Ef- lâk meralarında otlatmalarına müsaade eden bir ferman ala- bildi (وج). •-
Schwachheim, Rekzen’in Bâb-ı Âli ile imzalanan anlaşma- yı bir tedafüi ve tecavüz! (savunma ve saldırma amaçlı) itti- faka dönüştürme müzakerelerinde epeyce mesafe alındığım bil“ miyordu. Avusturya için çok tehlikeli olan bu tasarıyı, Schwach- heim’ın yerine ortaelçi tayin edilen Penkler bulup çıkardı. Ama bu, Râgıp Paşa’nm ölümünden sonra oldu.
PRENSESLERİN DOĞUMU
İkinci kızı Şahsultan’m dünyaya gelişiyle çok sevinen III. Mustafa’nın mutluluğu, bir erkek çocuğu olunca daha da art- tı. Bu çocuk Gürcü bir cariyeden doğmuştu 24) ؛’ Aralık 1761 – 27 Cemaziülevvel 1175).
Bu olayın lâyıkı ile kutlanması için bi^tün İstanbul aydın- latıldı, ^edi gece şehir bir ışık denizi halini aldı. Bundan sonra üç gece de limanda (Haliç’te) binlerce fenerle süslü gemilerin suya vuran ışıkları, İstanbullulara en güzel manzarayı sunmuş
(25) Schwachheim, ■Viyana’ya hareket etmeden önce, .يا1سل؛لنثلآ Berııardo Nobili De Grocinal’i de hapisten kurtarmıştı (15 Kasım 1761). Olympia Maria Sa- netti isimli Romalı bir kadından da birçok mektuplar almıştı. Sadrazam Râgıp Paşa’nm kardeşi olduğunu iddia eden bu kadın, Schvvachheim’dan kendisine ve iki kızma yardım etmesini لاا،-ل0مدلاق؛. AvusturyalI tercüman Gaspar Momar 1ة?ل yılının sonlarına doğru öldü. Bianchi ve Testa Istan- faul’da kaldılar. Thugut Essek vc Jerilsch ؛ercümanı sıfatiyle Peterwardm (Varadin)’e geçti, ‘ ؛
oldular. Bu vesile ile her taraftan ta’rih düşürülmüş mısralar geldi ve pek çok mahkûm serbest bırakıldı. Fakat hu şenlikler- den az’sonra, henüz beşikteyken nişanlanan büyük kızı Hibe- tullah Sultan’ın ölümü ile, sultanın sevinci üzüntüye dönüştü. Devletin bazı meşhurlarının ölümü de bunu ve umumi üzün-
MEŞHUR ADAMLARIN ÖLÜMÜ ‘ ؛
, önce, Yirmisekiz Mehmet Çelebi’ninoğlu olan Said Meh- med Efendi vefat etti. Fransa ve îsveç’.te elçi ءس1ه bulunmuş, nişancı, defter emini, kethüda, ve nihayet sadrazam olmuştu. Beş ay sonra sadrazamlıktan azledilmiş, önce Konya, sonra Kahire ve nihayet Adana * getirilmişti. En çok şev-
diği ilim dalı olan tıpla ilgili ,ve .çok؛ değerli, bir eseri vardır (Ekim 1761 -Rebiülevvel 1175). ، , ,؛ •• .’■»،’•
Şeyhülislâm Ebülhayr Ahmed Efendi’nin oğlu Damadzâ¿¿ Feyzullah Efendi de ayriı dönemde öldü. Damadzâde Feyzullah Efendi iki defa şeyhülislâm’ olmuştu. Babası gibi o da Bursa’- da doğmuştur. Türbesi Sütlüce’dedir.’ OsmanlI kayıtlarında onun 1büyük bir musikî âlimi olduğu söylenir.إ
‘ Şair Nevres’in adından daha önce de söz etmiştik. Onun tarih düşüren mısraları I. Mahmud devrinde yapılan birçok eseri süslemektedir. Nevres’in divanı O’çağın en’güzel’eserle- rinden biri sayılır. Hikmet Efendi- gibi o da hicivlerinde aşırı gittiği için İstanbul’dan sürüldü ve az sonra da üzüntüsünden öldü. ؛,<■=؛’ • , « ؛ ؛
Yine aynı dönemde Bağdat Valisi Süleyrnan Paşa da alt- mışaltı yaşında iken ؛;öldü.؛ Aslen Ahm؛ed; Paşa’nuı Memlûk be; yi idi ve Nadirşah’a karşı yapılan savaşta büyük yararlılık göstermişti. Efendisinin ölümü üzerine kendisini Bağdat valisi ilân etti.’ Bâb-1 Âli bu• görevi Mehmed ■Paşa’ya vermiş ise de,’ bâzı Kürt ve Arap aşiretlerinin desteği ile, padişaha vali olarak tayinini kabul ettirdi. Onun zorla elde ettiği valiliği onaylayan hattı humâyunun hemen”hemen tamamı Vâsıf tarihinde bu- Ilınmaktadır ve çok görülen bu’ zorunlu tayinlerde kullanılan üslûp için güzel bir örnek sayılabilir, Bu hattı hümâyun, Bâb-J
Âli’nin kararma aykırı olarak eyâlet idaresini zorla ele geçiren Paşa’mn, daima sadık kalacağı taahhüdünde bulunduğu için Padişah tarafmdan affedildiğini, kendisine lütuf yolunun tek¬rar açıldığını belirtmektedir.
Süleyman Paşa cesur, cömert bir adamdı. Düşmanlarına korku salmıştı. Her zaman başarılı olan gece harekâtından do¬layı Araplar ona «Mızrak Babası» ve «Gecelerin Belâsı» lâkap¬larını takmışlardı. ،
Aynı yıl, meşhur reis-ül küttap Tavukçübaşı’nın damadı Vali Bekir Paşa da Kâhire’de öldü. Daha evvel, Bekir Efendi’- nin Matbah-ı Âmire Emini iken Halep Valiliğine nasıl getiril¬diğini anlatmıştık. Bekir Paşa şöhretini çok zengin oluşuna borç¬luydu. Reis-ül küttaplığı ve sadaret kethüdalığım satın almış¬tı. Kayınpederinin ölümünde çok büyük vergi alınmış olmasına rağmen serveti yine muazzamdı, öldüğü zaman evinde bin ke¬se altın buldular ki, bu yarım milyon altın kuruş ediyordu. Bu muazzam servet ona kayınpederi Mustafa Tavukçu Efendi’den miras kalmıştı. Çok genç olduğu bir sırada, Viyana’ya elçi ola¬rak giden Tavukçubaşı’na tütün muhafızı olarak refakat et¬mişti. Cirit atmada çok hünerli idi ve hedefe hiç şaşmadan isabet ettirmekle ün yapmıştı. İmparator Charles VI’nın sara¬yındaki asilzadelerin imparatora hünerlerini göstermek için dü¬zenledikleri-bir cirit oyununa genç Bekir de katılmıştı. Bir ara, bindiği at anî bir hareket yapınca Bekir’in dengesi bozulmuş¬tu. Ama, tam düşeceği sırada, eyerden yukarı doğru sıçramış ve yere, ayakları üstüne, dimdik inmişti. Sonra, beden hareke¬tinde gösterdiği kıvraklığı bu defa zekâ kıvraklığı göstererek devam ettirmiş, seçkin kalabalığa ve imparatora bir gösteri olsun diye bunu isteyerek yapmış gibi görünmüştü. İmparato¬run yanında bulunan Türk elçisi de, işin aksini bilmesine rağ¬men, genç Bekir’in beden ve zekâ kıvraklığını takdirle karşı-lamış ve övmüştü. İmparator da gösteriye hayran kalmıştı. Va- kanüvis bu olayı kaydederken, gösterinin yalnız binicilik ba¬kımından değil, diplomatlık bakımından da bir örnek olduğu¬nu söylemektedir. ٠
Bekir Paşa’nm ölümünü, yukarıda da adından söz ettiği¬miz zeki ve kültürlü bir kişi olan Hikmet Efendi’nin babası Ab- bas Efendi ile, Ahır Emiri Mustafa Efendi’nin ölümleri takip etti. Mustafa Efendi, Mekke’nin su kemerlerini ve kanallarını tamir ettirmekle görevlendirilmişti. * ,
Baltacı Mehmed Paşanın oğlu, Pruth anlaşmasmı imzala-‘ yan eski silahdar Mustafa Paşa, Dimetoka’da öldü. Gözden dü¬şerek üç tuğlu paşa unvanını kaybetmiş ve buraya sürülmüş¬tü. ”
Bu büyük ٠ adamların tabii ölümleri, surre emininin (yani hac zamanında Mekke ve Medine’ye padişah tarafından yol¬lanan para ve diğer armağanları götüren alayın sorumlusu) idamından daha geniş yankı uyandırdı. Surre emini, mağaza¬ları teftişle görevli olduğu sırada haraç ve rüşvet aldığı iddia- siyle idam edilmişti.
■ Yine o günlerde, bir kadın, elbiselerine sarılı olarak esir pazarının kapısmda asıldı. Suçu, onun da efendisi olan esir tüccarının çocuklarını intikam almak için öldürmüş olmasıydı. Bu olay heyecan ve üzüntü uyandırmadı.
Bütün bu ölüm ya da idam olayları, Prenses Şahsultan’ın doğumu ile Mihrimah Sultan’ın doğumları، arasında geçen on- sekiz aylık zaman içinde olmuştu. Mihrimah Sultan’m doğumu münasebetiyle şehir beş gece aydınlatıldı. . .
ŞEYHÜLİSLÂM VE KAPTAN PAŞA’NIN İKİ DEFA DEĞİŞTİRİLİRLERİ
İmparatorluğun yüksek mevkilerinde bulunan devlet adam¬ları arasmdaki azilleri ve değişmeleri de anlatmamız gereki¬yor. Bunların listesi her yıl Ramazan bayramının ilk günlerin¬de yayınlanır. Değişikliklerin en önemlileri, sadaret kethüda- îığında, reis-ül küttaplıkta, şeyhülislâmlık ve kaptan paşalıkta meydana gelenlerdir. . ‘
Sadaret kethüdalığma beşinci defa getirilen Hamza Ha- mid Efendi, Râgıp Paşa’nın büyük destek ve himayesine rağ¬men azledildi. Bu azil Râgıp Paşa’nın rızası. hilafına yapılmış¬tı ve saraydan çok, nüfuzlu birinin tesiriyle olduğu için Râgıp Paşa da direnemedi. Onun yerine «Şatırzâde» lâkabı ile tanı¬nan eski reisefendilerden Kâşif Mehmed (Emin) Efendi geti-rildi. Bu terfi, hiyerarşide alt kademede bulunanların bir üst dereceye kaydırılmalarına sebep oldu. Bunun sonucu olarak da Recai Elhac Mehmed Efendi Reişefendiliğe geldi, tezkire-i sani tezkire-i ewel oldu. Sadrazamın, divan kâtibi tezkirecili- ğe, bu kâtibin muavini başkâtipliğe yükseldi; Şeyhülislâm Âsim Efendi aynı zamanda meşhur bir tarihçi idi ve daha çok Çele- bizâde ismiyle tanınırdı. Bu şeyhülislâm ölünce, Râgıp Paşa onun yerine Veliyüddin Efendi’nin getirilmesini hükümdara teklif etti (5 Eylül 1761 – 5 Sefer 1175). Fakat kısa bir süre son- ra, Veliyüddin Efendi’nin çok hırçın‘tabiatlı oluşu yüzünden, bu •görev eski Rumeli dadısı Bekirzâde ٠Ahmed Efendi’ye ve-
rildi. ‘:!■ ٠ ٠
Sadrazam, padişah nezdindeki nüfuzunu sarsmamak için, yüksek mevkie yapılan tayinlerde onun fikrine göre hareket ederdi. Bu yüzden, Padişahı da hoşnut etmek için, Haşan Pa- şa’ya özi valiliğini’ teklif etti. Fakat Haşan Paşa’nın, uhdesinde bulunan deryâ kaptanlığından vazgeçmesi şartmı koştu.
Hâşan Paşa bu yeni düzenlemeden memnun kalmayınca, ona devlet hâzinesinden «yol masrafı» olarak elli bin kuruş (yirmi beş bin altın) vermeyi de saadetti. Fakat Haşan Paşa bunu da kabul etmeyince, padişah onun vezirler listesinden Ç1- karılmasını emretti ve Girit’e sürdü. Ondan boşalan Kaptan-1 Deryâlığa Kethüda Mehmed Paşa getirildi, ama o da bu ma- kamda pek az kaldı ve sonra Mısır valiliğine tayin edildi. Bu defa Kaptan-ı Deryâlık Küçük Mustafa Paşa’ya verildi.
Sadrazam, önceki Sadaret Kethüdası Hamza Efendi’nin az- ledilmesindeki haksızlığı telâfi etmek için’ onu önce eski ve ar- tık pek geçerliliği kalmayan Nişancı (Tuğracı) Bekir Bey’in yerine tayin etti, ama az sonra üç tuğlu paşa rütbesiyle Sela- nik Valisi yaptı.
Belgrad Valisi ve vezir Ali Paşa’nın pğlu Âbdi Paşa’nın devlete yaptığı çok yararlı hizmetler, Râgıp Paşa gibi bir sad- razam tarafından görmezlikten gelinemezdi. Abdi Paşa Belg- rad Kalesi’ndeki yamakların isyanını kendi •dirayetiyle bastır- dığı için padişahın da teveccühüne mazhar olmuştu. Sadrazam ise onu vezirlerin üstün başarısını simgeleyen altın، kaftanla taltif etmişti. Abdi Paşa Belgrad valisi olarak kalırsa âsiler in- tikam almak amacıyla yeniden ayaklanabilirler düşüncesiyle, onu aynı sıfatla- Silistre’ye nakletti -C23 Temmuz 1.762 – 1 Mil- harremll76).‘
Belgrad Valiliğine^ o sırada Kaptan-ı Derya bulunan Ve7 zir Mehmed Paşa getirildi. Bu uygulama ise Dar-üs-saade Ağa- sı Mehmed Efendi’nin bazı entrikalar çevirmesine sebep oldu. Dar-üs-saade Ağası Mehmed Efendi şehzade Selim’in doğduğu-
müjdelediği zaman Mehmed Paşa kendisine on kese para ile bir vaşak kürk hediye etmişti, o^sa aynı haberin müjdesi olarak sadrazam kendisine kırk kese para ile şahâne bir samur هل،أل vermişti. Vezir Mehmed Paşa’mn kendisini küçük gördü- ğü, istiskal ettiği düşüncesiyle, onu azlettirmek için çalışıp dur- du,
؛ ٠’ , RAGIP PAŞA’NIN ÖLÜMÜ .
O günlerde meydana gelen bir güneş tutulması tam onbeş dakika sürdü ve bu olay, iki gün önce İstanbul’u kasıp kavuran bir kasırga kadar halkı korkuttu. Kasırga sırasında Sultanba- ^ezid Camii’riin bir minaresine yıldırım düşmüş ama bir za- rar vermemişti (26). Bundan bir sene evvel de buna benzer bir fırtına olmuş, yıldırım Lâleli’deki Validesultan Camii’nin mi- narelerini yıkmıştı (27). Bu olay, Sadrazam Râgıp Paşa’nın kur- duğu kütüphanenin bizzat onun tarafından temele ilk taşın konduğu güne :r^iıyo^du. ٠ “I•،
Sadrazam Râgıp Paş^’nın kurduğu kütüphane ve medre- senin yapımı onsekiz ayda tamamlanmıştı ve sadrazam, sara- yında o güne kadar biriktirdiği bütün kitapları buraya nak- letmişti. Yeni kütüphanenin müdür ve kâtibi ile medresenin müderrisini paşa bizzat tayin etmişti. Medresede kırk genç pa- rasız öğrenim görecekti. Ayrıca kütüphaneye güzel bir, çeşme yaptırmıştı ki, vakanüvis bu ء olayı.anlatırken çeşme için «ilme susamışların susuzluğunu giderecek» cümlesini kullanmıştır.
İstanbul’daki kütüphanelerin hiç biri Râgıbpaşa Kütüpha- nesi kadar güzel süslenmemiştir. Bu ,yapının tavanından sai’-
(26) Vâsıf Tarihi’nde bu olayın tarihi ‘ه Rebiüievvel 1176 olarak ،gösteriliyor ا؛ا milâdî. 18 £،؛؛«% i.7ö2’ye rastlar. ‘
(27) 12 Muharrem 1175, yanı وا Ağustos اء7ل tarihinde; ‘• ■ ٠ ‘• –
kan avizeler ve avize sütunları birer sembol gibidir، Bunların bazı yerlerinde din ve ahlâkla ilgili vecizeler yer alır. Bu ve- cizelerden biri şudur: «Ameller onlardaki niyete göre değer¬lendirilir.» Orta kısımda ise şöyle deniyor؛ «Bana doğru yolu yalnız Allah gösterir.» Üçüncü hat ise bir besmele-i şeriftir. Duvarlarda, Peygamber’e yazdığı kaside (Kâside-i Bürde) ile ünlü Busîrî’ye ait altın yaldızlı mısralar yer alır. Bir müslü- man kütüphanesinde görülebilecek en güzel süslemeler bun¬lardır. *
Bu eserin yajpımı tam olarak bitmeden, kubbesi yıkıldı. Bu kazayı, kütüphaneyi yaptıranın geleceği için fena bir işaret sa¬yanlar oldu. Râgıp Paşa bu olaydan kırk gün sonra öldüğüne göre kehanetin doğru çıktığı söylenebilir.
Râgıp Paşa altmışbeş yaşında öldü. Türbesi kendi yaptır¬dığı kütüphanenin yaümdadır. Bu ‘ türbenin ve çeşmenin ya¬nında yakınlarının kabirleri de yer alır. Onun ve yakınlarının kabirleri yaldızlı parmaklıklarla ve bu parmaklıklar da güzel hatlarla süslüdür. ‘
Mezarların bulunduğu yerde mermer saksılar da vardır ki, bu saksılarda güzel kokulu bitkiler bulunur. Saksılar müs- lümanlar için «semâvî kokular saçan kutsal çanaklaradır (28).
ONSEKİZİNCİ YÜZYIL OSMANLI EDEBİYATINA TOPLU BAKIŞ
Râgıp Paş^ın türbesinden OsmanlI edebiyatına bir؛ göz atalım. ■
Bu devrin edebi eserleri çöktür’ ama maalesef çok önemli değildir. Bu devrin başlıca fakihlerinden, tarihçilerinden ve şa- ١ irlerinden, onların âlimler âlemine girişlerinden veya نوسه1ة rinden yeri geldikçe söz etmiştik. Şimdi, Karlofça ve Kaynar-
(28) Constantinople et le Bosphore (İstanbul ve Boğaziçi) C.s I, s. 400. Râgıp
Paşa’nın kabrindeki hat şudur: «Her şeye gücü veren Hüvel-baki Allah
adıyla. Bu güzel eserin müellifi ve bu güzel tesislerin bânîsi Sadrazam
Râgıp Paşa’dır. Müminler onu Rahim ve Rahman olan Allah’a tevdi et-mişlerdir. Cennet kokularıyla kuşatılan ruhuna fatiha!»
ca barışları ,arasında kalan süredeki İlim ve kültür hareketle¬rinin bir özfetini vermemiz gerekiyor. ‘ ١
Bu dönemde, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, din ve hukuk ilmiyle ilgili eserler, hem sayı hem önem bakımından diğer eserlere göre çok daha fazladır. Fakat müslümanlar için çok önemli olan şeyler Avrupa edebiyatı için pek önemli de¬ğildir. Hz. Peygamberin hayatı, misyonu, Kuran-ı Kerim’in tef¬sirleri, İslâm ilmihalleri ve tasavvuf konularında ananevi ve dogmatik temel eseri ؟r, (Avrupalı) tarihçi için ikinci derece¬de ilgi çekicidir. Aynı sebepten dolayı fıkıh eserleri de pek önemli sayılmaz. Çünkü bunlar, muhteva itibariyle müslüman- ların sivil hayatlarıyla- ilgilidir. Bu eserlerin en önemlilerini fetva koleksiyonları ve içtihatlar (sukûk) ٠ oluşturur. Bunların da en önemlileri, yaklaşık on bin fetva derleyen Şeyhülislâm Abdurrahim Efendi ٠ (29) ile Şeyhülislâm Dürzizâde Esseyid Mehmed Arif Efendi’dir. Dürzizâde’nin derlemesi Fetvaların Sonucu (30) adını taşır ve bin sekiz yüz fetvadan oluşur (31).
Bunlardan sonra Şeyhülislâm Ali Efendi’nin derlemesi ge¬lir ki,, bunda da beş bin dört yüz fetva vardır (NOT: 4). Sonra Ataullah Mehmed Efendi (32), Fetva Arşivleri kethüdası Fıkhi Mehmed Efendi (33), Kadı Vessaf Abdullah Efendi. (34) ’yi sa¬yabiliriz. Hacibzâde Mustafa Efendi 35) ؛) ile Lâlizâde ؛ Efen¬di (36) de şeriat ilâmları ve tâbirleriyle ilgili eserleri (sukûk- ları), Baldırzâde Efendi’yi örnek alarak düzenlemişlerdir. Bu örnekler kadılara bir kural gösteriyor,؛؛ «inşâ؟lar ise hazine ket-hüdalarına ve eyâlet valilerine örnek oluyordu.
، Sadrazam Râmi ve Râgıp Paşaların, Şair Nâbi ve Defter¬dar Arif Efendi’nin daha önce de sözünü ettiğimiz eserlerinden
(29) İstanbul’da hicrî 1243 (m. 1828) yılında İki cild halinde yayınlanmıştır.
(30) Netice’t-iilFetâvi. ، 1 ٠- ؛’-‘•’٠
(31) İstanbul’da h. 1237 (m. 1821) yılında yayınlandık • ؛ •
(32) Fetava-yı Ankaravı. Ölümü 1098 (m. 1686).
(33) Fetava-yı Ataullah Mehmed Efendi, ölümü 1127 (1715). ؛
(34) Fetava-yı Vessaf Abdullah Efendi, ölümü 1174 (1760).
(35) Buda’t-ül Hükkam, yani Mehmed Hacibzâde tarafından yazılmış şeriat ilâmları örnekleri. 1081 (m. 1680) yılında bitirilmiştir. *,؛.،.:>
(36) Biri M؟lce-ül Hükkâm fi muin-il kudât, diğeri Subdet-üs sukûk• (şeriat hüc¬cetlerinden seçmeler) adım. taşır. Lâlizâde 1175 (1761)’de öldü:■5 ~
başka, divan kethüdası Hayatizâde’nin (37) Kenz-ül inşâ adıy- la yayınlanan eserini, Molla Ahmet Taib Osmanzâde’nin, Şeyh Murad (38) adıyla tanınan Hacı Çelebi’nin ve Refia’nm mün- şeatlarım (güzel nesir örneklerini) sayabilirim.
Bu eserlerin yanısıra, çok beğenilen Arap filozoflarından ya- pılan tercümeler de vardır. Bunlar için örnek olarak Hariri ve Hadmanî’nin bazı eserlerini, ibni Seydûn’un Sülvan-ül Mutaa (itaat Edenlerin Kalb Huzuru) ’nı (NOT: 5), Sultan İkinci Meh- med (Fatih)’in müneccimi (astronomu) tarafından (Arapça) yazılmış Ubeyd Sakaıû’nin Mükteleri’ni, Şeyhülislâm Seyid Fey- zullah Efendi’nin Ravza’t-ül Hatib tercümesini, ishak Hoca’nm ؛tercümesi olan Zemahşeri’yi gösterebiliriz. 1 ■.
Taib Osmanzâde (39) ve Şeyhülislâm Seyid Feyzullah Efen^ di (40) mizah derlemeleri yapmışlardır, ikisi de idam edildiler. Edirneli Derviş Haşan, Şair Kudsi ile Şair Nâbi ve Molla Ha- riefi Efendi atasözleri (NOT: 6) de derlemişlerdir.
Râzi Abdüllâtif Efendi bir masal ve nükte derlemesini ye- niçeri isyanında ölen İbrahim Paşa’ya ithaf etmişti. Taib Ah- med ‘Efendi’nin aynı vezire yazdığı eser ise Gece Sohbetlerinde Sultan Nasihatlerinin Meyvesi adını taşıyordu (41). Buna ben- zer bir eser de Nesayih-il melik adıyla Şeyhülislâm Feyzullah Efendi (NOT: 7) tarafından yazılmıştır. Şeyhülislâm Esad Efen- di’nin yazdığı eserin adı Medayih-i Bülegâ’dır. ” Ves-
saf Abdullah Efendi’nin yazdığı Unvan-1 Şerif adlı eserde in- sanın hayvanlardan üstünlüğü anlatılır.
Adından daha önce de söz ettiğimiz Osmanzâde Efendi ise meşhur Arap eserini insanlığın incelenmesinde rehber ya da İnsanlığa övgü (42) adıyla tercüme etmiştir. Yine onun Hüküm- darlara Nasihat (Hükümdarlara doğru yolu gösteren Nasihat- ler) adlı bir kitabı daha vardır.
Bunların en değerlilerinden biri, hiç şüphesiz Râgıp Paşa’nın Sefine؛-t-ül Ulûm yani ilim Gemisi ,adlı eseridir. Bu, ölümünden
(37) Hayatizâde’nin ölümü 1175 (1761). . –
وءأ Şeyh Murad’ın ölümü 1145 (1732).
(39) Cemi-ül Letâif. ‘ ١ ■
(40) Sultan m. Mustafa’ya 1085 (1672)’de sunulan Letâif•
(41) Semer-ül işmar fi nesayih-il melik.
{42) Muhsin-ül edeb fi tercüme’t-i min hac sülük il el edefe.
bu yana ١٢©؟ geçmemiş olmasına rağmen OsmanlI kütüphane- lerinin en’çok aranan eserlerinden biri olmuştur. أ
Bu devirde lisan üzerine çalışmalar, Arapça’nın sentaks kurallarıni öğreten başlıca eserlerin tercüme ve açıklamaların؟ dan ibaret kalmıştır (NOT: 8). İran belagat ve grameri ise (NOT: رو pek az müellifin dikkatini çekmiştir.’ Türkçe – Farsça lügatlerinden önemlileri Ferhang Şuurî (43), Kesin Delil (44), Kelimelerin Söylenişi (45) adlı ,eserler,. Şahidî’nin ve Vehbi’nin lügatleri ile Abdülkadir Bin Ömer Bağdadî’nin Şehnâme’si,; He- zarf en Ahmed Efendi’nin Tıp Kitabı gibi eserlerin bir kısmı bu dönemde, bir kısmı da bundan Önceki dönemde yayınlanmıştır.
٩ ‘Astronomi, aritmetik ve, man tık konularında yazılan kitap- lar da hem azdır, hem de önemli değildir. Tıp kokusunda bir kısmı tercüme, bir kısmı derleme olmak üzere bir düzine kadar kitap yazılmıştır. . – , ٠.
Bu devirde birer divan bırakmış ^şairler ise Çelebizâde Âsım (46), Nâbi, ■ Rasim (47) , Râgıp, Nevres, Nazmizâde (48), Sub- hi (49), Talip (50) ve Nakşi’dir (51). Diğer bazıları da İran ta- savvuf şairleri Saib, Urfi ve Şevket’ten1 (NOT: 10) tercüme ve yorum yapmışlardır. Yirmişekiz Mehmed Çelebi ise İran şairi Nakşibendi Mir Mehmed Eşref’in divânını yayınlamıştır.
Bürde gibi ve E, N, L gibi harflerden çıkarılmış en ünlü ka- sidelerin yorum ve açıklamaları yapılmıştır ama, en çok vezir-i azam• Köprülüzâde’nin Şeyhülislâm Feyzullah Efendi için yaz- dığı kaside yorumlanmıştır (NOT: 11) , ؛ ‘ ١
, Vahdetnâme (52), , Esbabnâm© (53), s Sergüzeştnâme (54),
(43) İstanbul’da 1155 (1742) yılında yayınlandı, ؛ ‘
(44) Bürhan-ı kat’i. 1241 (1799)’de yayınlandı.
(45) Lehce’t-ül Lû’gat, 1210 (1795)’da yayınlandı.
(46) . Şeyhülislâm İsmail Âsim Efendi، 1170’de öldü.
(47) Râsim Efendi. Ölümü 1167، (1753)., ■
(48) Nazmizâde Murteza. Ölümü 1133 (1720). –
(49) Subhi. ölümü 1101 (1689). ، , ؛.
(50) Talib. ölümü 1115 (1703).
(51) ■ Nakşî. III. Mustafa’nın sır kâtibi. Ölümü 1178 (1764). .
(52) Vahdetnâme. İshak Hoca, ölümü 1180 (176C).
(53) Esbabnâme (Atlar için), Süleyman Daniş. Ölümü٠؛ ؛(1748) 1162؛؛
(54) Sergüzeştnâme, Bursa Müderrisi, ölümü 1143 (1730). ء
Bülbülnâme (55), Baasnâme (56), Serinâme’ÎS؟), Firuznâme (58), Pendnâme (59) gibi didaktik şiirler yazılmış, Farsça’dan Naslhatnâme (60) ’nin beş tercümesi yapılmıştır. Gül-sad berg, Hz. Peygâmber’e bir övgüdür. Âşıkların Sırdaşı ise aşk macera- lannı anlatır.
Şair Nâbi, Vehbi ve Remzi, Nasihatnâme’yi şiir halinde yaz- dılar.’ Bunlardan, OsmanlI tarihçilerinden ve Mirkand, Kan- demir, ibn-ül Cüzi, îbn-ül Aynı, İbni Haldun ve’ îbni Halikan tarihlerinin tercümelerini anlatırken de söz etmiştik.
Bu devirde bazı biyografi ve topografi eserleri de yayınlan- dı. Örnek olarak şairlerin, şeyhülislâmların, vezirlerin, kaptan paşaların, hattatların, musikişinasların (NOT: ص ‘biyografileri- ni (tezkirelerini) sayabiliriz. Hac seferi vesilesiyle yazılan se- yahataâmelerde de Mekke, Medine, ‘Şam, Kudüs ve Tebriz (NOT: 13) tanıtılmıştır. Çeşitli bazı konular da ■«Külliyat» baş- lığı altında toplanmıştır. Bunlar ,.arasında Şair، Nâbi ye yehbi, nâsir Osmanzâde Taib, Alâaddin. Sabit ve Şeyh İsmail Hakkı Efendi yer alır. Eş^ef Abdurrahman Efendi ise ilim Kaynak- lan başlığını taşıyan, bir kitapla Milletlerin Tabakaları Hak- kında Hikmetler Tezkiresi (61) adlı bir eser yazmış ve bunda Arap, Fars ve Türk miljetle^i anlatmıştır. Bu es¿^, bu millet- lerin edebiyat tarihleri için olduğu kadar OsmanlI bibliyog- rafyası için de önemli bir kaynaktır. ؛ • ‘ /
, Elhac İbrahim Hanif Efendi’nin oğlu tarafından yazılan Yeni Ese62) ؟) adlı tezkire, Hacı Kalfa’nın yazdığı büyük ese- rin bir devamıdır, ibrahimzâde Hanif’in tezkiresinde, Hacı Kal- fa’nm ölümünden sonra’yazılan beş yüz kadar esere yer ve- rilir. OsmanlI edebiyatının bu abidevi eseri, meşhur sadrazam Râgıp Paşa’nın öldüğü yılda tamamlandı. ’ ■’ ؛
(55) Bülbülnâme. Şeyhülislâm Esad Efendi. Ölümü 1163 (1749).
(56) Ba’snâme, Şeyhülislâm Vessaf Efendi. Ölümü 1166 (1752).
(57) Serinâme. Eşref. ’
(58) Firûznâme, Rami Efendi. Öiümii 1136 (1723).
(59) Pendnâme. ؛
(60) Hammer «Gül sad berg» diyor, «Nasihatnâme» olsa gerek, «Enis-ül Ugak» diyor, *Gül Sad berg» olsa gerek. (Ç. N.) *
(61) Tezkiret-ül Hikem fi Tabakat-iil Ümem.
(62) Eser-i Nev. – * – 1 1 ‘ ’■
3f[ ,؟OSMANLI DEVLETİ’NİN SON ÜNLÜ، y/tl ٠. ٢ «t i- ؛٠٠ * .٣.., – SADRAZAMININ YÖNETİMİ
Osmanlı İmparatorluğu’nun en kudretli devlet adamlarm- ، , 63. yılında öldü. 63 sayısı؛ – dan biri olan Râgıp Paşa, 18. asrın insan > ömrünün* en önemli dönemlerinden birini oluşturur^ve altı asırdan beri de Osmanlı tarihinin çok önemli olayları 63’lü
v ، . : ? ■٠; -•، .yıllara rastlar
Türkler daha sonra «Tataristan Dobrucası» denilen bölge¬ye ilk defa toplu■ halde *1263 yılında geldiler. Ondördüncü yüz¬yılda Macarlarla yapılan meşhur Sırpsındığv savaşı 1363 yılın¬da oldu.’ Onbeşinci yüzyılda, 1463’te Bosna’yı işgal ettikten ve kiralını öldürdükten• sonra Hexamilon (Korint) berzahını ge¬çip Mora’ya girdiler. 1563 yılında Osmanlr kayıtlarına göre sel baskınlarinur en korkuncu meydana geldi ve İstanbul civann- 1 daki bütün köprüleri yıktı • ve Kanunî Süleyman’ın hayatını tehlikeye soktu. Kanunî bu olaydan üç yıl sonra Zigetvar ön¬lerinde öldü. Gnyedinci yüzyılın. 63.• yılında Türkler Maca-ristan’ı bir defa daha işgal ettiler. Nihayet 1763 yılında, Râgıp ، ،؛ ; ، r , ■ ٠ ، ,. ,r■؛ ,Paşa,vefa¿ etti
Sadrazam Râgıp Paşa Sokollu ve Köprülülerin şan ve şöh¬retine ulaşamamıştır ‘ama, hayatına bir göz atacak olursak onun da hemen hemen onlar kadar büyük olduğunu görürüz. Çünkü Râgıp Paşa; o güne■ kadar Osmanlı împaratorluğu’nu * idare etmiş iki yüz1 !¿adar vezir-i âzam içinde «en âlim» kişi olmakla kalmıyor, bu imparatorluğun son büyük■ veziri, adına lâyık son vezir-i âzami sıfatını da hakkediyor, işte bundan do¬sadrazam tezkireleri¬؛ layıdır ki imparatorluğun vakanüvisi. ve ni yazanlar ona Sultan-ı Şuara-yı Rum:s(63) ve Sadr-ül.Vüzera ؛ ı ٢ > – . \ , .(vezirlerin başı) (64) unvanını vermişlerdir
Defterhâne kâtiplerinden birinin oğlu olan Râgıp Paşa, ‘ ” Iran seferi sırasında, yirmibeş yaşında iken önce Tiflis sonra
(63) Sultam Şuara-yı Rum. Cavit ‘Ahmed Bey tarafından yazılmasına devam , edilen ve Râgıp Paşa ile başlayıp Yusuf Ziya ile biten tezkireye bakınız. Yusuf Ziya’nm idaresinde Bonapart tarafından işgal edilen Mısır tekrar
Osmanlı hâkimiyetine geçmişti.
– .23؛ .(64) Sadr-ül vüzera. Vâsıf, s
*”1 t ■ ؛. *f ؛■. i
22 ~Hammer Tarihi. C: VHL F ١٤■‘ ؛
tupçusu oldu ve burada, ordu seraskerlerinin yanında defter- darlık, sonra reis-ül küttaplık görevlerinde bulundu. Onun bil- gisini ve’ idarecilikteki kabiliyetini, tam olarak anlayan ve tak- (iir edenlerdi başında Tebriz seraskeri Hekimzâde Ali Paşa ile Bağdat seraskeri Ahmed Paşa gelir. Bu paşalar‘onu candan desteklediler ve teşvik ettiler. Ahmed Paşa,• Râgıp Paşa’ya, kendisi için yazdığı bir kasideye armağan olarak yirmi bin kuruş verdi. ■، ,ء ؛
Yedi yıl sonra İstanbul’a .dönen Râgıp Paşa’mâliye tezki- reciliğine getirildi. Burada sadrazam • mektupçuluğuna tayin .edilerek İran’la yapılan barış görüşmelerine katıldı. Daha son- ra Niemirow’deki müzakereleri ve bunun sonucu olan meşhur Belgrad anlaşmasında da bulundu. Bu görevlerde’ gösterdiği başarılardan dolayı reis-ül küttaplığa tayin edildi. Reis-ül küt- taplıktan alındıktan sonra sırasiyle Kahire, Aydın ” ve Halep valiliği yaptı. Nihayet Halep valiliğinden sadrazamlığa geti- rildi ve’bu görevde ،ölümüne kadar) altı yıl kaldı. ‘”؛
‘ ’ * Halep valiliği sırasında bu şehire bir köprü ve yeni bir kale yaptırdı. $adrazam. olarak İstanbul’da bir kütüphane, bir mektep, kendi parasiyle bir çeşme ve birçok bina yaptırdı. Ya- zılı eserleri Kanunî Sultan .Süleyman’ın sadrazamı Lûtfî Paşa’- nın eserlerinden daha azdır ama, gerek işlediği konulara vâ- •kıf olması ve bu konulardaki derinlik, gerekse üslûp bakımın- dan عdaha ■üstündür ve asıl .؛;alıcı eserleri ■ de yaptırdığı bina- lar değil bunlardır. ، ؛’ ‘ ٠ ى .٠
Râgıp Paşa’nın Iran klâsiklerinden de iki tercümesi var- dır ki bunlardan biri Mirkand’ın ٠؛^) «Cihan ‘Tarihi», diğeri de büyük âlim sadrazam Abdürrezzak’ın (66) «Tatar Tarihi»’- dir. Fakat bu tercümeler tamamlanmamıştır. Zaten bu işe us- lübunu geliştirmek için başladığı؛ da söylenmektedir. ,Veysi’- nin eserini örnek alarak Hz. Peygamber’in zaferlerini anlatan bir tarih kitabı yazma işine de Ali Hekimzâde’nin teşvikle- riyle girişmiştir. Maalesef bu eser de – tamamlanamamıştır.
Yukarıda da her vesile iîe belirttiğimiz gibi, Nâdirşah ile
(65) Ravza’t-üs Sefa (Sefa Bahçesi) adlı eser. •١
(06) Matla-üs Sa’deyn ve Mecmua-ül Bahreyn (İki uğurlu yıldızın iki denizin birleştiği yer) adlı Farsça yazdığı eser.
hükümdara sunduğu ، ل7و) yapılan anlaşmanın müzakereleri telhisler (özetler) (68) ve Belgrad’ın fethi ile ilgili (69) tarih kitapları da vardır. Divanının baş tarafında, Bağdat valisine bır kaside ile (70),iŞeyhülislâm Esad ve؛ sunulan yüz beyitlik ■Asım’Efendiler için: yazılmış kasideler,’ Vezir-i âzam’Ali He- kimzâde’nin çadırı .ve camii, Beigrad’ın fethi ve .Hibetullah Sultan ile Şahsultan’ın doğumları için, tarih, düşüren beyitleri bulunmaktadır, ünlü ve Saib ile, ünlü Türk ve en yüksek seviyede bir؛ güzel ؛ ; şairi Nâbi’nin gazellerinien ‘ ; ‘؛١ . (14 :felsefi görüşle açıklar ÇNOT
Râgıp Paşa’nın şaheseri hiç şüphesiz Sefinet-ül Ulûm adlı Arapça’dan yapılan nesir ve şiir seçmelerin- ؛eseridir. Bu eser؛’
:■den oluşur (71) , Bu ferden söz eden tarihçi Vâsıf şöyle diyor Bu gerçek bir edebiyat gemisidir. Arap dilinin tükenmez ha-» ٠’ ••• ‘ <•’ ;«.zinesinden alınan altm külçelerle yüklüdür
eserleriyle, klâsik ve çağının modern ناط ,Râgıp Paşa bütün ء ihçi Vâsıf’m onu göklere çıkaran övgü-؟bir müellifi olarak, ta Tarihçi،-.Vâsıf onu, keskin’görüş ye؛ ,süne lâyık bulunmaktadır muhakemesi ile, ibni Ayas ile bir tutar.,;Düz yazılan ve mis- raları ile onu ikinci bir Ebu Nuvas olarak görür. Tarih kita- bındaki uslübu ile ‘ Veysi ayarında, ‘ tezkirelerinde ise Nergisi ayarında olduğunu söyler. Yine tarihçiye göre O; filozof ola- 1rak’ikinci bir Eflâtun،• ya da ikinci tiir Aristo’dur. Osmanlıla-
:rın gözünde p bir insan-ı kâmil’dir.* ‘
-,AvrupalI tarihçi,, ،u övgünün hakkedilmesi sorumluluğu- nu Türk tarihçisine bırakarak, Râgıp Paşa’yı mükemmel bir devlet adamı olarak görmek ve bununla yetinmek zorunda- dır. Fakat insan olarak pek* mükemmel değildir ve gerçeğe olan sevgisini yitirniiştir. Sadece görünüşte samimidir, aslın- olan ye kendi değerini؛ ‘da riyakârdır. Bu gerçekten çok bilgili
-أب؛ لء .(67) Tahkik-et Tevfik
٢ ١ – ت-أ . .(68) Telhisat (özetlemeler)
■ .٠ .Fethiye-iBelgrad (ص)
70) Sefinet-ül Râgıp. Bu çok değerli eserin nüshaları yalnız İstanbul ve Viyana) ١ ■ • .kütüphanelerinde bulunmaktadır
71) Bu eser için’ Râgıp Paşaya verilen armağan 20 bin kuruştur. Bu, 10 bin) ‘ duka altını demektir. Avrupa’da hiçbir yayınevi ,hiçbir esere bu kadar yük- ؛ , وه. , ؛ ر .dememiştir؛، hakkı ؟sek teli
bilen devlet adamı, idarenin dizginlerini tam’ olarak eline ala- ‘bilmiştir.
Şunu da belirtmek’ gerekir ki, Râgıp Paşa bir numaralı temsilcisi olduğu milletinin menfaat ve itibarmı korumak, bu bakımdan hedefine ulaşmak için, mümkün olan her çareye başvururdu. İran’la yapılan barış müzakerelerini anlatan ؛tarih bitabı, diplomatik üslûp için örnek gösterilebilir. Bu üslûp o kadar rahat, aynı zamanda o kadar ustalıklıdır ki, OsmanlI diplomatik lisanını bilenlerin hayranlığını haklı olarak kaza-
nlr• ٠ , i.
Râgıp Paşa ince zekâlılığını ve becerikliliğini yalnız diplo- matlık mesleğinde,değil, sadrazamlığında da gösterniiştir. Prus- ya ile dostluk anlaşmasını sadrazam sıfatiyle imzalamıştır ve bu devletle tedafüi ve t؟cavüzî bir anlaşma yapmayı da yine sadrazamlığı zamanında teklif etmiştir. Avusturya ile barışın bozulmasına da hiç şüphesiz Prusya ile olan bu anlaşm¿ sebep olmuştur. Prusya ile tedafüi ve tecavüzi amaçlı bir anlaşma- الالل gerçekleşmesine Râgıp Paşa’nın ölümü engel oldu ve bu da Avusturya’nın çok İşine yaradı. أ ‘
. Belgrad anlaşmasının süreli olmaktan çıkarılıp sürekli bir barış haline dönüştü؟üimesi teklifini, bu barışı bozma niye- tinde olduğu için, teamüle aykırı olarak reddetmiştir ve bu da İstanbul’daki AvrupalI elçiler, arasında söylentilere yol aç- mıştır. Bu söylentilere göre, Avusturya ile yapılan yirmiyedi yıl süreli bu anlaşmanın süresi dolmak üzereydi ve yenilen- meyecekti. ’ ‘ ‘ *■
Râgıp Paşa’nm, Avusturya aleyhine Prusya ile yapmak is- tediği ■ittifak projesi, onun ölümüyle gerçekleşemedi. Belki Râ- gıp Paşa yaşasaydı da gerçekleşmeyecekti. Çünkü Sultan III. Mustafa Avusturya ile barış taraftarıydı. Sultan’m arzusu hi- lâfına bu ittifakı kurmak istemesi azline sebep olabilirdi.
Sebep ve sonuç ne olursa olsun şurasi muhakkak ki, Râ- gıp Paşa II. Fre^erik’in projelerini benimsemişti, ^akat, Frede- rik gibi o da bir edib ve şair idi ama, onun gibi bir asker de- ğildi. Bu bakımdan, OsmanlIların anlayışına göre o, mükem- mel bir sadrazam satılamazdı. Mükemmel olabilmesi için, kı- lıcmı da kalemi kadar ustalıkla kullanabilmesi gerekirdi.
İlim ve edebiyattaki üstünlüğü ile Osmanlı sadrazamları arasında en ön sırada yer alan Râgıp Paşa, âlim ve şairlerin en büyük koruyucusu olmuş, her fırsatta onları teşvik etmiş ve ödüllendirmiştir. Şunu da belirtmeliyiz ki âlimler, şairler ve hattatlar arasında-terfi ettireceği, teşvik •■edeceği ve mükâ¬fatlandıracağı kişileri, kamuoyunu temsil‘ eden basmdaki öv¬gülere veya eserlerin kendisine ithaf edilmiş olmasına göre değil, gerçek değerlerine göre bizzat tespit ederdi. Çünkü o bu konularda en doğru hükmü yereceğine (haklı olarak) ina¬nıyordu ve sanatkârları milletin en güzel, en değerli süsleri olarak görüyordu. 1 < ■
Râgıp Paşa Osmanlı împaratorluğu’nun en başarılı sadra¬zamı ve insan olarak en kusursuz olanı değildir ama, her za¬man en büyük devlet .adamlarından biri olarak kalacaktır ve «büyük» sıfatına lâyık vezirlerin (şu güne kadar) sonuncusu görünmektedir.
YETMİŞÎKİNCİ KİTAP
llâmid İlanıza, Paşa nın allı ay süren sadrazamlığı• — Aziller ve yeni tayinle!1. — Bahir Mustafa Paşa sadrazam 1 oluyor. — ölenler. «Kârttiİ» ve «Sinek» Paşalar. — Kap-
– tan Paşa ve Sadrazam, Padişah’a damat oluyorlar, — Bağdat, Yanya ve Kıbrıs olayları. — Selim Giray Kırım Ham oluyor. — Gürcistan’da karışıklık. — Sadrazamın azli ve idamı.*— Avrupa ile ilişkiler, Prusya ve Polonya elçileri. — Rusya, Avusturya ve Toskana elçileri. — Muh¬sin zâde Mehmed Paşa iktidarı devralıyor. — Bir şehza¬de doğuyor. — Şehzadenin ilk dersi. — Padişah huzurunda İlmî ٠tartışma. — Büyük deprem. — Kıbris olayları. —- Gürcistan’da iç savaş. — Mısır’da Ali Paşa olayı. — Ara¬bistan’da karışıklık• — Su bendi (baraj) inşaatı. — Do¬nanma denize açılıyor. — Divan toplantıları. —■ Meşhur¬ların ölümü. — Kırım Hanı’nın ve Şeyhülislâmın azil¬leri• —■ Büyük yangın. — Mısır’da karışıklık. — Medine’¬de gerginlik. — Gürcistan ve Karadağ olaylan. — Padi¬şah yönetimi ele alıyor. — Şahsultan’ın nişanlanması. — Önemli kişiler ölüyor. — Saray hekimi Ghobis. — Bâb-ı Âli ile Fransa ve Rusya elçileri arasında nota teatisi. — Sadrazam azlediliyor. — Yeni Sadrazam: Hamza Paşa. — Rusya’ya savaş ilânı. — Kırım Hanı, Sadrazam, Şey¬hülislâm, Kaptan Paşa ve Bâb-ı Âli tercümanı değiştirili¬yor. — Asker toplanıyor. — Bazı Avrupa devletleri Bâb-ı Ali’ye nota veriyor, Sancak-ı şerif açılıyor.
HÂMİD HAMZA PAŞA NIN ALTI AY SÜREN SADRAZAMLIĞI
H
ÂMİD Hamza Paşa, Niğde sancağına bağlı Develihisar kazasından gelmiş bir tüccarın oğludur. Otuz üç yıl önce, Râgıp Mehmed Paşa sadaret mektupçusu iken, sadaret mektübî kalemine onun başyardımcısı olarak girmiş ve bu gö¬revde on yıl kalmıştır. Râgıp Paşa reis-ül küttap olunca, ondan boşalan sadaret mektupçuluğuna getirilmiş، on yıl da bu gö¬revde kaldıktan sonra reis-ül küttap olmuştur. Sonraki yıllar¬
da üç defa sadaret, kethüdalığına getirilmiş ve bu arada def- ter-emini, ruznâmeci, çavuşbaşı. nişancı ya da tuğracı (tevkiî) olarak görev yapmıştır. Daha sonra vezirliğe terfi etmiş ve ken¬disine Selâniksancağı has’olarak verilmiştir/ .٦ ٠ ,
Hamzâ Hâmid Paşa, hâmisi Râgıp Paşa’nın sadareti sıra¬sında bnün güvenini kazanmış olmasının bütün nimetlerine ka¬vuşmuştur. Râgıp Paşa’nın oha’olan güveni, kabiliyetinden zi¬yade uzun idarecilik yıllarında gösterdiği sadakatten ileri geli¬yordu. Râgıp Paşa hastalanınca, sadaret kaymakam! olarak ona vekâlet etti.- Paşa ölünce, böyle durumlarda her” zaman* oldu¬ğu gibi, bir hattı hümâyûnla sadaret mührü Icendisine verildi.
,Râgıp Paşa’nm sadrazamlığı sırasında hazine geliri alt¬mış bin keseye ulaşmıştı. Bu paraya padişah yararına el kon¬duktan kısa bir süre sonra, o zaman Matbah-ı Âmire müfetti¬şi ve Râgıp Paşa’nm gözde kethüdası، Acem Ali (Efendi) idam edildi. Prusya ile yapılan anlaşmada’ onun gayretli aracılığı da olmuş ve II. Frederik ona mükâfat olarak yarım milyon ver-mişti. İdamına, Kıbrıs’ta vergi tahsildarı olarak bulunduğu sı¬rada zimmetine para geçirmiş, olması¿ sebep gösterildi. Suiisti¬malde ,onunla işbirliği yapmış olan sarrafı da idamdan kurtu¬lamadı (1). j . ; – ؛ , •، < , >
Koca Râgıp Paşa Sultan III. Osman’ın sadrazamı iken; Üçüncü Mustafa’nın* sadrazamı olarak ٠ bu göreve devam etmiş¬ti. Hâmid Hamza Paşa’ya ise bu makam miras kalmış gibiydi ve Râgıp Paşa’nın ona her, zaman güvenmiş olmasının sonucu olarak verilmişti. Az sonra, nitelikleri bakımından bu makama pek lâyık olmadığı anlaşıldı.- İkinci adam olarak fevkalâde idi ama, devletin birinci derecede sorumlusu olacak nitelikte de-ğildi. Bundan dolayı, selefinin altı yıl kaldığı sadrazamlıkta o ancak altı ay kalabilecekti. ■ i ‘ ‘
Hâmid Hamza Paşa ile birlikte, görev süreleri kısa süren sadrazamlar birbirlerini takip ettiler. Üçüncü Mustafa’nın bun¬dan sonra on yıl süren saltanat döneminde yedi sadrazam de- giŞti• .، , •
٠ ‘ “■ x
<1) Vâsıf, f. 224’de, bu zatin adının •Kazir» olduğunu söylüyor.
AZİLLER VE YENİ TAYİNLER ؛
Ramazan aylarında İstanbul’daki ulemâdan başlıcaları Sul- tan’m huzurunda İlmî konuları görüşür, tartışırlardı. Râgıp Pa- şa’nın ölümünden bir ay kadar sonra yapılan böyle bir müna- zarada. bu ulemâdan Tatar Efendi namında biri. Abdülmümin adındaki bir meslekdaşma hakaret etti ve bu yüzden Bozca- ada’ya sürüldü. Divan-1 Hümâyun hocalarmdan Abdülkerim Efendi de buna benzer bir ceza gördü. Bu hoca, ele geçirdiği bir mirası gerçekten hakedip hakketmediğini araştırmamıştı. Hak- ketmediği anlaşılınca Kıbrıs’a sürüldü.
Ramazan Bayramı’ndan sonra padişahın görev değişiklik- lerini, divan kaldılıklarına ve askeri makamlara yapılan tayin- leri onayladığını bildiren listeler yayınlandı.
Bu çeşitli görevler şu dört kategoriye ayrılıyordu: Eyâlet- ler, Menasıb-ı ilmiyye, Menasıb-ı Kalemiyye, Menasıb-ı Seyfi- ye.
Divanda yapılan değişiklikler arasında en önemlisi, (Ha- cı) Abdi Efendi’nin başdefterdarlığa tayini oldu. Reisefendi iken sertliği ve kabalığı ile tanınmıştı. Onun yerini ؛ersane ket- hüdası Rakım Mehmed Efendi, Rakım Mehmed Efendi’nin ye- rini ise mabeyn-i humâyun müşiri Monlakçızâde Ali Ağa al- mıştı. Eski reis-ül küttap Recai Mehmed Efendi de Monlakçı- zâde’nin halefi oldu.
Boğaziçi’nin Asya yakasında Amykos (bugünkü Beykoz) körfezinde bulunan İhcirköy’deki kahvehaneler tamamen ^1- kıldı. Çünkü burası fahişelerin ve sefihlerin toplandığı pis bir eğlence yeri haline gelmişti.
Bu sırada bir buyrultu ile paralardaki altın ayarını düşü- renlere, kalpazanlara, ağır ceza verileceği de ilân edilmişti. Uzun süreden beri dukaların ayarlan bozulmuş, hakiki ağır- lıklarını yitirmiş bulunuyorlardı (2).
‘ Hamza Hâmid Paşanın sadareti sırasında işte bu polisiye tedbir ve tebliğlerden ve bazı yangınlardan başka, tarihî de¬necek önemli olaylar olmadı (3). . –
BAHİR MUSTAFA PAŞA SADRAZAM OLUYOR
, Hâmid Hamza Paşa azledilince sadrazamlığa Bahir Mus¬tafa Paşa getirildi. Bahir Mustafa Paşa da daha önce iki defa sadrazamlık yapmıştı, ikinci sadrazamlığı Râgıp Paşa’dan he¬men önceki döneme rastlar. Yani Râgıp Paşa onun yerine gel¬mişti (2 Ekim 1763 – 24 Rebiülevvel 1177) .؛؛
Azledilen Hamza Hâmid Paşa’ya gelince, mallarına el kon¬madı ve padişahın lûtfu ile Kandiye (Girit) valiliğine tayin edildi. Daha sonra da Selanik riıuhassılı oldu. Bundan sonra، Hanya mutasarrıflığına ve tekrar Girit’ valiliğine getirildi. Son olarak vali sıfatiyle Cidde sancağına gönderildi ve sadrazam¬lıktan azlinden altı yıl sonra, hac sırasında Mekke’de öldü. Kab¬ri burada, yabancılar mezarlığındadır. j1 •’ 1 1 ؛
Tezkireci Cavid Efendi onun sadrazamlığı için şunları ya-؛ zar؛ «Onun sadrazamlığı sırasında iyi veya kötü olarak hiçbir şey olmadı. Böyle olduğu için de onun sadaretinde, devlet ya¬rarına hiçbir sonuç alınamadı, fakat Allah’ın kulları da on¬dan bir kötülük görmediler.»
Bir Osmanİı sadrazamı için verilen bu hüküm bir övgü de¬ğildir. ؛i •>
Yeni sadrazamın aldığı ilk •tedbirler alışılmışın dışında idi. Daha çok zulüm ve yolsuzluk yapan valilerle uğraştı, soygun¬ları ve isyanları önlemeye çalıştı.
Deryâ Kaptanı Süleyman Paşa, donanma personelinin diz¬ginlerini elinde tutamayacak kadar yaşlı idi, ama bu kusuru¬nun dışında iyi bir vezirdi. Deryâ kaptanlığından emekliye sev- kedilerek Rodos’a gönderildi ve burada kendisine uygun bir yer verildi. Onun yerine Küçük Mehmed Paşa getirildi. Der¬yâ kaptanının kethüdası da azledildi ve sonra yolsuzluklarının
(3) 8 Zilhicce 1176 (21 Mayıs 1763); Muharrem¿ son günü 1177 (10 Ağustos
.1763); Vâsıf, s. 126-127.
cezasını gördü. Bu kâhyaya adaları korsanlardan temizleme görevi verilmişti. Fakat, korsanları yok edeceği yerde, ada sa¬kinlerini ağır vergilere bağlayarak mallarına el koymaya baş-, ladı. Hakkında şikâyetler artınca Bâb-ı Âli işe el koydu ve araş¬tırma sonunda suçluluğu anlaşılınca idam edildi.
Sadaret kethüdası Kâşif Mehmed Efendi de azledildi, ye¬rine Recâi Mehmed Efendi atandı. Eski sadrazam İvaz Paşa’¬nm oğlu Ali Bey çuhadarbaşıîığa, eski defterdar‘ Abdi Efendi ikinci defa reis-ül küttaplığa getirildi. Onun adaşı olan eski Bağdat Valisi Abdi Paşanın, yeniçeri yamaklarına karşi ‘aşı¬rı sertliğinden dolayı «üç tuğlu paşa» unvanı alınmış bulunu¬yordu. Bu unvan iade edildi.
Sadrazam Bahir Mustafa Paşa, son defa vali olarak bulun¬duğu Halep’ten İstanbul’a dönerken Adana’ya uğramış, bura¬da, eski Çeteci Abdullah Paşa’nm kâhyası Beylerbeyi ‘Salih Pa- şa’ya rastlamıştı. Ona, hac kafilesinin güvenliğini sağlamakla görevli olduğu günlerde kahramanlıklarından övgü ile sözedil- diğini, ama şimdi adının duyulmadığına hayret ettiğini söyle¬miş, Salih Ağa da ona Farsça bir kıt’a okuyarak cevap vermiş¬ti. Bu mısralar daha çok görev verilmeyip atıl bırakılan kabi¬liyetler için söylenmektedir ve anlamı aşağı yukarı şöyledir؛ «Çok iyi su verilmiş mükemmel bir kılıcım, ama beni alelâde bir balta gibi kullanıyorlar» (4).
Sadrazam, seleflerinin ihmalini, ona üç tuğlu paşa unva¬nı ile Cidde valiliğini vererek telâfi etti.
Emir-i Ahûr iimrahor) Ahmed, Efendi de üç tuğlu paşa unvanı ile Selânik valisi oldu. Aynı lütuf İbrahim Halil Beğ ile eski sadrazam İvaz Paşa’nm oğlu Çavuşbaşı Ali Bey’e de gös¬terildi.
Arapların ‘lezzet kaçıran’ ya da ‘tadını bozan’ (5) dedikle-
(4) Serapa eevherem çûn tîg-ı der kef-i gıtî
Zj men kâr ne-âyîd harba-î nft-merd-râ menem. ،٠
yani:
Ben, çok iyi su verilmiş bir kılıç gibi’baştan’ayağa *bir cevherim,
Fakat elimden bir şey gelmiyor, çünkü nâmerdin elinde alelâde bir balta
gibi kullanılıyorum.
.t؛Harib-ül lmt (٠)
ri bu yenilikçinin yaptığı diğer değişiklikler ölümler sebebiyle
oldu, ‘ . , • v
ÖLENLER. «KÂMİL» VE «SİNEK» PAŞALAR
Kırım Hanı’nm annesi hacdan dönerken «Âsi Hurma» nilen yerde öldü. Osmanlı Devleti’nin en seçkin ve Sopa Kâmil lâkapları ile tanınan vezirlerinden biri olan Ahmed şa isş Girit’in Kandiye şehrinde vefat etti,
Ahmed Paşa çok güçlü, dev yapılı idi. Bu görünüşüne kar¬şılık çok zeki, nazik ve nüfuz kabiliyeti olan bir insandı ve bu bütün fizyonomiştleri, yani insanın karakterini yüzün- 3kuyanları şaşırtıyordu. Çabuk kızan bir insan olduğu için ، Sopa Salan demişlerdi. Oysa hiç* sopa kullanmamıştı ve silâhı dili idi. Aslında iyiliksever, barışçı bir insandı. Henüz oda yazıcısı olduğu günden beri bir cübbe, bir seccade ve bir teşbih ile yetiniyor, bütün gecelerini namaz kılarak,’dua oku ¬yarak geçiriyordu. Sultan Osman zamanında reis-ül küttap- lık tevcih edildiği zaman, Ahmed Paşa, kendisine «sopa salan» dendiğini ima ederek, «Kusuru olmayan bir insanın dedikodu¬cuların iğneli sözlerinden, iftira vea yakıştırmalarından kurtul¬ması mümkün müdür?» demişti. O zamandan beri de ona ikin¬ci lâkap olarak kâmil yani kusursuz insan demeye başlamış¬lardı. ‘ . .
Zeyneb Sultan’ın kocası seksenlik vezir Nişancı Küçük Mus¬tafa Paşa’nın lâkabı ise Sinek idi. Bu lâkap ona, alık görünüş¬lü ve zayıf olmasından dolayı verilmişti. «Sinek öldü» (6) sö¬zü ile ölümüne tarih düşürülmüştür. ■! * ‘ . ■*
. KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM, PADİŞAH A DAMAD OLUYORLAR
Mihrimah Sultan da üç yaşında ölmüş ve Lâleli Camii ya¬nında, ,ablası Hibetullah Sultan’ın yanına gömülmüştü. Bu ca-؛
(6) «Sinek Öldü» (Mâte’z zübâbu) kelimelerinde ebced hesabına göre harflerin değerleri ؛öyledir: M = 40, A = 1, T =—400, A ~ 1, L ~ 30, Z =700 ؛, B = 2, A = 1, B = 2. Toplam: 1177 (M- 1763). Burada, yazıda var olan, fakat telâffuz edilmeyen 1 harfinin değeri de hesaba katılmıştır.
minin yapımı o günlerde tamamlanmış ve büyük bir merasim¬le açılışı yapılmıştı. Caminin yapımı için harcanan para iki milyon kuruştan fazla idi. Padişah, masrafın bir kısmını kar¬şılamak maksadiyle, hayatta kalan ve o tarihte henüz dört ya¬şında olan Şahsultan’ı’sadrazamla، nişanladı. Râgıp Paşa’mn dul eşi Saliha Sultan’ı da Deryâ Kaptanı Mehmed Paşa ile ev¬lendirdi. ,, .٠,
Sadrazam, kendisine verilen ‘damad namzedliği’ şerefine karşılık çeyiz olarak nişanlısına; dört sepete doldurduğu kırk bin kuruş, ayrıca kumaş alınması için yiizyirmi bin kuruş, ev eşyaları içijı yirmi bin kuruş gönderdi.
Padişah, ölen ve hayatta olan iki kızı için Cigalazâde CCa- ğaloğlu) sarayının yanında iki saray yaptırmış ve bu sarayla-“ rın inşaatı da o günlerde tamamlanmıştı. Cigala ailesinin adı bu sarayla devam ediyor. Tıpkı, Köprülü Sarayı’nın Bender Valisi Köprülü Ahmed Paşa’nın adını yaşatması gibi.
Sadrazamın nişan törenini, oğullarının sünnet töreni ta¬kip etti. ٠ ٠. >’،،■■
BAĞDAD, YAN TA VE KIBRIS OLAYLARI
Sadrazam Bahir Mustafa Paşa, Yanya Beylerbeyi Süley-J man Paşa’ya da acımasız davrandı. Ona, baskı ve şiddet hare¬ketlerine son vermesi için birkaç defa yazmıştı, fakat emrine uyulmadığı için onutâam ettirdi. °
Çaparzâde Ahmed Paşa’ya,، Anadolu yollarında soygun ya¬pan bir levendler çetesine karşı harekete geçmesi emredildi ve bu haydutların yüzaltmışı kılıçtan geçirildi. Geriye kalanlar Karaman’a sığındılar. Karaman Valisi Abdi Paşa daha önce Belgrad’da, yamakların isyanını bastırmıştı. Ondan, Karaman’a kaçan haydutları tenkil etmesi istendi. Evvelce Belgrad’da ayak¬lanan yamakları örnek alan Bağdat’taki yamaklar da, müte¬veffa sadrazam Râgıp Paşa’nın adami olari Bağdat valisine kar¬şı ayaklanmışlardı.
Son vali Süleyman Paşa’nm kethüdası Ömer Ağa’nın kış¬kırttığı yamaklar yeni valiyi şehirden kovmuşlardı, Ali Paşa
da. bir hayli altın sarf ederek ve vaadlerde bulunarak şehre tekrar girebilmişti. Fakat, iyi yüreklilik maskesini çabuk Ç1- kardığı için, az sonra bütün garnizon ayağa kalkmış ve Ömer’i ،vezirliğe getirmek için yamaklar (askerler) oybirliğiyle karar ‘ almışlardı. Bu karardan sonra «Silâh başma!^ Silâh başına!» nâralan bütün şehirde yankılandı. Toplar dış tabyalara çel^i- lerek vali konağına çevrildi. Vali karşı koyamayacağmı anla- ‘ yınca konağı terke’dip başka bir eve şaklandı ve orada birkaç gün kaldı. Ama âsiler onu buldular ve katlettiler.
Bundan sonra âsiler toplantı salonunda (7) bir araya ge- lerek durumu müzakere ettiler. Burada birçok, fikirler arasın- da Bağdad’m İranlIlara teslimi fikri bile ileri sürüldü. Nihayet, Bâb-ı Ali’ye bir dilekçe yazarak, kendilerine lütuf ta bulunul- mâsını Ömer Ağa’nm vali tayin edilmesini istediler. Savunma- yı ve asayişi sağlayabilecek kişinin, ancak burasını ل^ل bilen bir vali tarafından müınkün olacağım söylediler. ■’
Bu talep kurallara karşı idi. Ama ؛zaruret karşısında padi- şah razı oldu ve Ömer Ağa Bağdat valisi tayin edildi.
– -Eski Yanya valisi İsmail Paşa, halkın ısrarlı şikâyeti üze- rine azledilmiş, üç tuğlu paşa unvanı alınmıştı. ■Fakat daha sonra tekrar görevine iade edilince, Valona (Avlonya) halkına âdetâ savaş açmıştı. Çıkan bir çatışmada bir kurşun isabetiyle öldü. • ؛ •’ ’ب >
‘ Egina (Aigina) adasında da dört sarraf idam edildi. Bu adanın emîri, çıkan bir ayaklanmada öldürülmüştü. Emirin aile- si kâtil olarak dört kişiyi teşhis Bitmiş bulunuyordu’ (1 E^lül 1763-22 Sefer 11.77).
OsmanlI kayıtlarında o dönemde, d^ha başka büyük adam- lann öldüğü de yazılıdır. ٠• ٠ ٠ ‘
‘ Reis-üi küttap Abdi Efendi, sarayda, üzengi Ağası’nın ya- nmda kahve içerken beyin kanamasından. (inmesinden) öldü. Onun yerine sadaret kaymakamı Mehmed Emin Efendi tayin edildi. Mehmed Emin Efendi’nin görevi de. Berlin’den elçilik görevini tamamlayarak dönen Ahmed Resmi Efendi’ye veril-
(7) Dar-ün’ nedve
زه, Daha sonra Ahmed Resmî Efendi hakkında ayrıntılı bilgi vereceğiz. , ■ ،،,
Otuz yıl kadar önce bir yeniçeri ayaklanmasmda ölen es- ki sadrazam İbrahim Paşa’nm mühürdarı iken, önce defterdar sonra reis-üi küttap olan müteveffa Abdi Efendi, bu görevlerde hem isim hem servet yapmıştı. Ama işadamı’ olarak yaptığı isim hiç de iyi değildi. Yazılı ve sözlü taahhütlerini yerine ge- tirmeyen, çok zengin olmasına rağmen cimri, doymak bilmez bir adamdı. – – ‘ ر ’ -■
Defterdarlıktan reis-‘ül küttaplığa atanan Mehmed Emin Efendi’nin yerine Avni Efendi getirilmişti, ki bu tayin uğur- suz Çarşamba’ya rastlıyordu (çarşamba günleri1 uğursuz sa- yılırdı, ayın son çarşambası ise en uğursuz gündü).
Sultan eşleri مه1ه vezirler, yani Rumeli Beylerbeyi Muh- sinzâde Mehmed Paşa ile Anadolu Beylerbeyi Silâhdar Meh- med Paşa, o sırada İstanbul’da bulunuyorlardı. Padişah onlara görevlerinin başına dönmelerini emretti.
Yine o günlerde, sarayın ve sadaretin en becerikli ^ö^eti- çilerinden biri olan eski kahvecibaşı Nakşi Mustafa ءAğa ve- fat etti. Çalışkan, nazik ve cömert bir insandı. ؛ ‘
■ ‘ Tabii ölümle ölen diğer bir ünlü de . Mısır Valisi Ahmed Paşa idi. Onun yerine Derya Kaptanı Haşan Paşa geldi.
Üçüncü Mustafa’nın kardeşi Şehzâde Numan’ın henüz kırk yaşında iken ölmesi (büyük üzüntü yarattı (9 Ocak 1764 – 5 R6- •cep 1177). ء . . , s , .. .
SELİM GİRAY KIRIM HANI OLUYOR ’ ;
Bâb-ı Âli’ye Nogaylar tarafından empoze edilen (8) Kırım Hanı Kırım Giray •(9) azledildi ve Sakız Adası’nda sürgünde
(8) Siestrzencewiz,’ «Kının Adası Kır allığı Tarihi» adlı eserinin 410. sayfasında
söz ediyor. Fakat Kleeman, Siestrzencevviz’in bildirdiği yerden hiç■ söz et-
miyor. 1764’de hüküm süren Maksud Giray hakkında da bir §ey bilmiyor.
Tott ise Maksud’ ismini Selim Giray’a değil, Arslan Giray’a bağlıyor.
(و) Siestrzencewiz؛ Kınm Giray’، yanlış olarak Kerim Giray şeklinde veriyor.
bulunan Selim Giray ■ İstanbul’a çağrılarak Han olması ■ ve Kı- ٢,، . (10) “ rım’ınidaresini tekrar ele alması istendi
Bâb-ı Âli lıer yıl Kırım’a askerî harcamalar’için‘eili bin ku¬Bü para geciktiği için Kırım Giray bütün ada¬ ؛ruş gönderirdi yı ayağa kaldırmıştı! Bundan başka, Nogaylârdan, azledilecek olursa kendisini desteklemelerini istemişti. Bu yüzden azledil¬di-‘ve •Rodos’a sürüldü. Han azledilince, Bâb-ı Âli’de onun hi¬maye ettiğijmabeynci Abdi Efehdi’de«tutuklandı, Yedikule zin¬idam edildi. Çünkü Isakçı’da ؛ bir süre sonra-؛ danına atıldı ve *٠ ‘ ؛ ؛.mağazaları teftiş ederken halka ağır baskı yapmıştı؛
r ، Öte, yândan ،Kıbrıs’ta da ayaklanma oldu ve adanın mu■
. hassıh Çil Osman, öldürüldü. Bâb-ı Âli bu ,olayı, yeni düzen ku-ruluncaya,,kadar görmezlikten geldi. Vakanüvis Vâsıf a göre, .(11) cezalan başka bir،zaman yerilmek üzere olay kaydedildi
‘..O’ sırada Bâb-ı Âli .Gürcistan’da yoğunlaşan karışıklıklarla rrieş
güldü. . .. . …. ,
GÜRGİSTAN’DA KARIŞIKLIK . ‘ ‘ .
O günlerde, yukarıda da söylediğimiz gibi, Gürcistan’daki karışıklık had «safhaya gelmişti ve .birkaç yıl sonra Rusya ile yapılacak ,savaşın sebeplerinden^birini de bu karışıklık، teşkil edecekti. Bâb-ı Âli’yi çok meşgul-eden bu,،olayların çıkış sebe- ı ء , ) , ، ء , .bi de tam olarak tesbit edilememiştir
Gürcülerin’ Î3ir bölümünü oluşturan ve Türklerin «Açık- başlar» dedikleri îmerler, Bab-i Âli’ye her yıl üç ’yüz kese ver- gi verecek’ve sayısını Ahıska Paşası nm ya da Çıldır Valisi’nin tespit edeceği mikdarda esir göndereceklerdi. Bir süreden be-■؛’ ,n îmerler, dinlerine âykin olduğu gerekçesiyle esir göndermek- ten vazgeçmişlerdi. Devletin ‘ vakanüvisine göre onları bu’şekil- ، •’•أم ” .’tanlar Huşlardı؟■ dekışk
Merkezi rAhıska olan jÇıldır eyâletinin son valisi Hacı Ah- ؛ – med. Paşa bu şehirde Ayasofya modelinde iki cami yaptırmış
oysa Vâsıf s. ؛ ,Siestrzencewız, bu hanın Maksud Giray olduğunu sçylüyor رض)
.264’de Selim Giray olduğunu yazıyor Vâsıf, s, ،265’te’ «Vaktiyle gûşmal veya ، tedipleri zimmeti devlete’deyn ^ay- (لل)ء ا
; ■ ٠ * , -ء؛■ ؛■ f , • ء ..dolundu» diyor
ve Ahıska Kütüphanesini kurmuştu. Daha önce de. söylediği- miz gibi, bu kütüphaneye ait eserlerin yarısı bugün Saint-Pe- tersburg (bugünkü Leningrad) müzesinde bulunuyor. ب
Hacı Ahjned Paşa, Açıkbaşlar’ın üzerine yürümüş, Lezgi- lerin de yardımı ile onları vergilerini vermeye mecbur etmiş- ti (1758). ,
Açıkbaşların prensi (Hanı) olan Saiomon, alınacak vergi- yi, Tokat ve Bağdat karargâhlarına gönderilecek asker sayı- sini tespit için müzakerelerde bulunmak üzere Ahıska’ya gel- inişti. Prense, önce hükümdarlara lâyık bir kabul gösterildi. Anlaşmalar bittikten ve imzalandıktan sonra, prens, Ahıska paşası kethüdasının emrinde olan üç bin Türk askerinin refa- katinde memleketine gönderildi. Yolda, Açıkbaşlar’ın prensi tebasma haberler uçurarak Türklerin kendisine fena muamele ettiklerini bildirdi ve intikam alınması yolunda emirler verdi. Bunun üzerine Açıkbaşlar (imerler) prenslerine refakat eden Türk birliğine bir gece baskını düzenlediler ye kethüdayı ya- kalayıp bir kayalıktan aşağıya attılar.
İşte bu olay Ahmed Paşa’nın azline ve az sonra da bizzat mabeynci Abdal tarafından uygulanan idam kararının veril- meşine sebep oldu. ؛
Ahmed Paşa’nm yerine tayin edilen İbrahim Paşa, Bâb-1 Ali’den aldığı talimata uyarak, Açıkbaşlar prensleri arasında- ki taht kavgasından yararlanmasını bildi. Prens Salomon’a baş- kaldıran küçük kardeşinden yana olarak onu silah kuvvetiyle destekledi (Kasım 1762) . Yine bu vesileyle, onüç bin askerden oluşan bir birlikle, Açıkbaş ,Hanlığı ülkesine (imiretti Prensli- ğine) yürüdü. Düzenli birlik, Açıkbaşlar’la yapılan savaşı kısa zamanda kazandı. Birliği oluşturan yeniçeriler, levendler ve Kürtler arasında uyuşmazlık çıkmasaydı, bütün ٠ bölgeler ko- layca hâkimiyet altına alınacaktı. Ama, bir kısmı içeriye doğ- ru ilerleyerek yağıca hareketine girişmek, bir kısmı da Jmiret- ti’yi Bâb-1 Âli’ye tâbi kılmakla yetinmek istiyordu. Yağma mak- s adiyle birlikten firar eden Kürtlerden sekiz yüz kadarı kar- la kaplı derin çukurlarda ve ‘ öldüler.
altında Ahıska’ya çekilmek zorunda kalan İbrahim Paşa du- rumu bir raporla Bâb-1 Âli’ye bildirdi.
İbrahim Paşa’nın yerine Haşan Paşa Çıldır yalisi ye aynı zamanda Gürcistan seferi için serasker olarak tayin edildi.
SADRAZAMIN AZLİ VE İDAMI ،
Mustafa Paşa’nın birbuçuk yıl kadar süren sadareti sıra¬sında, imparatorluğun her tarafında karışıklıklar ve ayaklan¬malar artmıştı. Bu durum onun azline sebep oldu. Sadaret müh¬rü kendisinden ‘alınarak (30 Mart 1765،- 7 Şevval 1178), Rume¬li Beylerbeyi Muhsinzâde Mehmed Paşa’ya gönderildi.
Muhsinzâde İstanbul’a gelinceye kadar, Zeynep Sultan’ın kocası olan Damad Mehmed Paşa sadaret kaymakamlığına ge- tirilmiş.ve ona yekâlet etmiştir. .
Yeni sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa, İstanbul’dan, onu kıskanan selefi tarafından uzaklaştırılmıştı. Bir ay kadar sonra başkente döndü, O geldikten sonra da mabeynci Kelleci Osman, bir haseki ile birlikte Midilli’ye gönderildi. Vazifesi, sa¬dareti sırasında pek çok kelle uçuran Mustafa Paşa’nın kelle¬sini getirmekti (Mustafa Paşa azlinden sonra Midilli’ye sürül¬müştü), ،
Râgıp Paşa’dan dul kalan (ve sonra Kaptan-ı Deryâ Meh¬med Paşa ile evlendirilen) Saliha Sultan’m – kocasını, Mustafa Paşa, nüfuzundan çekindiği için İstanbul’dan uzaklaştırmıştı. Vakanüvis Vâsıf’a göre, Mustafa Paşa’nın idamına müessir olan odur. Hemen idam edilmeyişine de halkın «Üç defa sadrazam¬lık yapan bir insanın başı vurulamaz» şeklinde mırıldanması olmuştu. Sultan Osman’ın ölümünden sonra üç saatlik kısa bir sürede, devletin tek hâkimi de o olmuştu. Fakat ؟öne Vâsıf’a göre, onun idamına, hâzineden zimmetine para geçirerek te¬min ettiği büyük serveti, samimi olmayışı, padişah yönetimle ilgili bilgiler istediği zaman, ona doğru haber vermemesi se¬bep olmuştur. Sadrazamların hayatlarını yazan Tezkireci Ca- vid Efendi ise, olayı bir vecize ile özetleyerek, ‘öldüren öldürü¬lür’ diyor. Onun siyasî ihaneti için verilen cezayı da, bahtsız Cem’i kardeşi Bayezid’in intikamı. için teslim eden Mustafa Paşa’ya verilen ceza ile bir tutuyor.
Bu benzetme, İstanbul’da bulunan elçiler arasında korkunç söylentilere yol açtı. Söylentilere göre,,f Şehzâde Numan, sad¬razamın telkini ile Padişah Üçüncü Mustafa tarafından, tahta sahip çıkmak isteyeceği endişesiyle öldürtülmüştü. Eğer durum
j ٠” ٣ Hammer Tarihi, C: VIII. FJ 23
böyleyse, Sadrazam Mustafa Bahir Paşa, bahtsız Cem’i zehir¬leyen Kethüda îyiustafa ile bir tutulabilirdi. Çünkü o da onun gibi hanedan kanından olana, ihanet etmişti ve yine onun gi¬bi cellad eliyle hayatına son verilmişti. • ‘
Bu iddiaların aslı olmadığını kabul etsek bile şunu söyle; yebiliriz ki, sanki Mustafa ismi hem sadrazamlara, hem padi¬şahlara uğursuz geliyordu. Devletin tarihini yazan vakanüvise göre, o güne kadar bu ismi taşıyan on sadrazam ve o kadar da padişah veya tahtta gözü olan şehzade vardı. Bu on sadraza¬mın yedisi idam edildi. Bunların birincisi Cem’i zehirleyen Ho¬ca ; Mustafa, İkincisi, aptallığı yüzünden idam edilen Lefkeli Mustafa, üçüncüsü Sulta؛n İbrahim, zamanında sadrazam olan Kara Mustafa[dır. Dördüncüsü yine Kara Mustafa adını taşır, IV. Mehmed zamanında Viyana’yı kuşatan sadrazamdır. Bo-ğularak öldürülmüştü. Aynı adı taşıyan;،beşincisi,• IV. Mehmed’-, in devrilmesinde başlıca rolü oynamıştı, çünkü değersiz bakır paraları basıp imparatorluğun her tarafına yayan odur، Altm- cısı Köprülüzâde Mustafa Paşa’dır.ve Salankamen savaşmda ölmüştür. Yedincisi saflığı؛ ile meşhurdur (12). Belgrad؛ onun yüzünden kaybedildi. Sekizincisi meşhur Daltaban Mustafa Paşa, dokuzuricusu bu bölümde sözünü ettiğimiz. Bahir Mus¬tafa Paşa’dır. Hepsi öldürülmüştür. Onuncusu da Alemdar Mus¬tafa Paşa’dır ki, çağımızda yaşadığı için (yani bu kitabın ya¬zıldığı çağda yaşadığı için) onun acı akıbeti henüz hatıralarda؛¿ silinmemiştir. ‘ ” ‘ , ‘ •’ ‘Jj v
Üç defa sadrazamlık yapmış Bahir Mustafa Paşa’nın ke¬sik başı, onun ,Eyüp’te Nakşibendî dervişleri için yaptırdığı tek¬kenin .mezarlığına gömülmüştür. , • n ٠
Bahir Paşa’nm zamanımıza kalan bazı şiirleri, Hatırât’ı ve padişaha yazılmış manzum arîzâları vardır (13) . ٠ , ٠,
(12) Tezkireci Osmanzâde, onun için ’ cGâyet sâdediİ ve umur-u sadarette râcil» (yani çok basit ve sadaret işlerinde’bilgisiz) diyor. ” ‘ 1 ‘ * r>i
(13) Sadaret tezkirecisi Cavid, Bahir • Mustafa Paşa’nm sadaretinin son günle¬rinde, padişaha yazdığı manzum arîzasma örnek olarak aşağıdaki dörtlüğü gösteriyor: ‘’ ٠■ ‘ * <؛ ٠
؛ “ ‘ ’ Sipihre gönderelüm nail-i bülendimi؛؛i *V، ‘ ‘
f – Cihande bildttrelim b؟ri kendimizi • ١ < ■ ■<،<‘. ‘ < ,٢
Bu nazm ile varalum hak-i pay-ı devletine { ■ • : Ç،>k oldu görmeyeli Bahir, Efendimizi.
‘ 5 AVRUPA İLE İLİŞKİLER,
?RUSYA VE POLONYA ELÇİLERİ
Şimdi, Râgıp Paşa’nm ölümünden sonra Bâb-1 Âli’nin ta- kip ettiği dış politika ile Hamza Hâmid ve Bahir Mustafa Pa- şaların sadrazamlıkları sırasında Avrupa devletleriyle olan münasebetlere bir göz atalım., ، .
Râgıp Paşa, hastalığı sırasında divanda kendisini temsil etmek görevini, daha ehil vezirler bulunmasına rağmen, Ham- za Hâmid Paşa’ya vermişti. Çünkü ٥٠١، kendisi yetiştirmiş ve ه da Râgıp Paşa’nin siyasî doktrinlerini benimsemişti. Hamza Hâmid Paşa, altı aylık vekilliği sırasında Râgıp Paşa’nın “izin- den hiç ayrılmadı, ١ ؛
Râgıp Paşa’nın ölümünden altı ay önce, 4ل Ekim 1764’det onun Prusya ile yapmayı düşündüğü tedafüi ve tecavüzî ئأ،ةء” vunma ve saldırma) amaçlı tasarı, şeyhülislâmın lehte gayret- lerine rağmen, divan-1 hümâyunda reddedildi (14 Ekim, dört yıl önce Frederik Il’nin AvusturyalI‘ general Daun’a mağlup ¿1″ duğu Hochkirchen savaşının yıldönümü idi. Bu günün uğur* suzluğu, daha sonra kaybedilen ye Prusya’yı çökerten îena sa- vaşının kaybedildiği günden dâha az değildi) .
Tasarının divanda reddedilmesinden sonra Râgıp Paşa, Prusya’nın tam yetkili temsilcisi Rexin’e bir nota göndererek, savaşa sebep olacak bu anlaşmayı kabul etmediğini bildir- di 14؛). ،
Râgıp Paşa’nm ölümünden sonra Hamza Hâmid Paşa’nın dış ilişkilerle ilgili olarak, yaptığı ilk iş, Berlin’e bir elçi؛gön- dermek oldu. Bu elçi, fevkalâde bir misyonla gelen Rexin’in tekliflerine bir cevap götürecek, onun kıralı adına padişaha sunduğu hediyelere, padişahın verdiği hediyelerle.karşılık ve- recekti (9 Mart 1764) . , . ٤ * ” ‘”١ ,،؛■:/؛
Türk elçisinin II. Frederik’e sunacağı hediyeler arasında kıymetli taşlarla süslü bir sorguç, bir hançer, tabancalar, bir mücevher kutusu, bir tütün tabakası, bir lazür kâse, altın kap- lamalı kristâl bir çay takımı, pul bezemeli kutusu içinde bü-
(14) ■ Penkler ve Obreskov’un raporlarından.
yük bir çalar saat, yirmi beş librelik altın çubuklarla kaplı bir çekmece, her biri onbeş aun boyunda ل؛ aun = cm.) çok değerli oniki parça kumaş, her birinin uzunluğu yine aynı olan değişken renkli, saçakları yeni bir şekilde işlenmiş oniki parça kadife kumaş vardı (NOT: 1), Bütün bu armağanların para olarak tutarı ise yirmi bin kuruş idi (yani on bin altın).
Berlin’e ortaelçi sıfatiyle gidecek temsilci, daha evvel Vi- yana’ya da elçi olarak gittiğini bildiğimiz Anadolu Muhasebe- cisi Ahmed Resmî Efendi idi. Bu vesile ile Ahmed Resmî Efen- di’ye «nişancı» unvanı verildi ve padişahın huzurunda kendi- sine bir kaftan giydirildi. Temsil ettiği devletin şanına yakışır ihtişamda görünmesi için gerekli eşya da hazine-i humâyun• dan temin edildi. Bu eşyalar arasında kıymetli taşlarla süslü bir hançer de vardı ki, yalnız bunun değeri yedi bin beş yüz kuruşidi.
Ahmed Resmi Efendi’ye verilen itimadnâmede, II. Frede- rik’e «Prusya kıralı, Roma imparatoru’nun mabeyncisi, ve Her- sek ve Prenç ve Silezya’nın dukası…» şeklinde hitap ediliyor- du.
Elçiye oniki maddelik bir talimat verilmişti ki şu hususlar- la ilgiliydi: Polonya’dan geçerken Polonya hükümetine Bâ’b-1 Âli tarafmdan daima himaye göreceklerinin teyidi, merasimle ilgili hiçbir şeye itiraz etmemesi, maiyetindekilerin düzenli ve disiplinli davranmaları, götürdüğü itimadnâmeleri ve sunaca- ğı armağanlarm listesini resmen kabulü sırasında vermesi; Po- lonya kıralı öldüğü takdirde alınacak tedbirler üzerinde Prus- ya hükümeti ile bir’ anlaşmaya varması, Bâb-1 Âli’nin Rus ve Avusturya devletlerinin bu ülkenin iç işlerine müdahale etme- lerini asla istemediğinin bildirilmesi; tedafüî ve tecavüzi bir ittifak tekliflerinde Bâb-1 ‘.Âli’ye güvenmelerinin bildirilmesi; Sultan’ın, Prusya ile Rusya arasında imzalanan anlaşmayı Tür- kiye çıkarlarına aykırı görmediğinin anlatılması.
OsmanlI elçisi görevini tamamlar tamamlamaz dönecek, günü gününe tuttuğu ayrıntılı notlarla bir rapor hazırlayacak-
Ahmed Resmî, talimatnâmenin özellikle bu son bölümünü en iyi şekilde uygulamış, yazifesini yapmıştır. Vâsıf’ın yazdığı
tarih kitabında onun raporuna oniki formalık yer verilmiş bu¬lunuyor (her biri dört büyük sayfa, yani kırk sekiz sayfa) . Bu¬güne kadar Osmanlı elçilerinin yazdığı en hacimli rapor hiç şüphesiz budur (15).
Frederik H’nin olağanüstü savaşçı faaliyetini ve ordusu¬nun manevralarını anlatan bölüm, doğru olsa bile pek güzel değildir. Viyana’da ilk elçiliği sırasında Viyana halkının sos¬yal hayat ve eğlenceye düşkünlüğünü anlatan ayrıntılar için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
Rexin’e gelince, ona Prusyalı Delon müşavir olarak, Peter- son ise sekreter olarak verilmişti. Râgıp Paşa’nm ölümünden sonra en iyi, en faal iki ajanını kaybetti. Bunlardan’ birincisi sadrazamın kethüdası Acem Ali Efendi, diğeri de Mollazâde Osman Efendi idi. Acem Ali idam edilmiş, Mollazâde Osman Efendi ise İstanbul’dan sürülmüştü.
Prusya kiralının Kırım Hanı nezdindeki temsilcisi Bos- camp’a hizmetlerine karşılık yarım milyon verilmiş, yani bu mikdara satın alınmıştı ve Prusya’nın çıkarları için gayret edi¬yordu. Fakat Kırım Hanı’nı kızdırdığı için bu görevden ayrıl¬mış ve PolonyalIların hizmetine girmişti (1764).
Rexin, imzalanan dostluk anlaşmasının sekizinci ،madde¬sine dayanarak, bunu tedafüi ve tecavüzî bir anlaşma hali¬ne dönüştürmek ve onbir maddeye çıkarmak için çok çalıştı (NOT: 2). Bu gayretleri Penkler ve Vergennes tarafından en¬gelleniyordu (16) ve Frederik’in Bâb-ı Âli’ye kabul ,ettirmek is¬tediği proje dördüncü defa başarısızlığa uğruyordu.
. Rusya, Rexin’in bazı sözlerini devleti için büyük hakaret sa¬yarak, bu diplomatın geri çağrılmasını Prusya’dan istedi. Bu¬nun üzerine Prusya’nın İstanbul elçiliğine majör Zegelin tayin edildi. •• ١ –
Ahmed Resmî Efendi Berlin yolunda iken ve Polonya’dan geçerken Kıral Auguste III öldü. Bu olayı Polonya’nın prima-
(15) Bu rapor, bu kitabın yazarı tarafından «Resmî Ahmed Efendi’nin 1757 Vi¬yana ve 1763 Berlin Elçilik Notları» adlı kitabında yayınlanmıştır.
(16) Padişah, Rexin’in müracaatına yazdığı hattı şerifte, «Şeyhülislâm Efendi’ye gitsin ve baksın» diyordu.
sı YViadislas Alexandre Ponian de Lubna Lubienski 1kl resmî mektupla padişaha ve sadrazama bildirdi (5 Ekim ل63?ل .
Bu durumda, Prusya ve Rusya’nın Polonya işlerine karış- malarına karşı çıkan grubun (partiîlin) şefi olan Başkomutan Branicki, kendisine sadrazamla doğrudan doğruya haberleş- meye izin veren eski bir hakten yararlanmak istedi: Albay Stankewicz’i tam yetkili elçi sıfatiyle Bâb-1 Âli’ye gönderdi (17). Ayrı bir mektupla da sadrazam oluşundan dolayı Mustafa Pa- şa’yı tebrik etti (18).
Sadrazam, Polonya primasının mektubuna cevap vererek, kendisine kıral Auguste lir ün ölümünü bildirdiği için iltifatlı sözlerle teşekkür etti ve ona padişahm, Polonya’nın hürriyet- lerine, bağımsızlığına saygı duyulmasını istediğini, başka sa- rayların bu ülkenin içişlerine müdahale etmesinden kaygı duy- duğunu bildirdi (19). ‘
Mustafa Paşa, Branicki’ye, OsmanlI elçisi Resmi Ahmed Efendi’ye gösterilen iyi kab^ı^en dolayı da teşekkür ediyor- du (20). Başka bir mektupla Branicki’nin, sadrazam oluşundan dolayı kendisini tebrik etmesine, ” gösterdiği dost-
luğa ve özellikle onun Karlofça anlaşmasında hiçbir değişik- lik olmayacağına dair verdiği söze teşekkür etti. Böyle bir mektup elçi stankiewicz’e daha önce de verilmişti ama o daha çok elçinin, Poniatowski (Pohyatovski) ,nin seçilmesiyle ilgili teleplertoe ceva^ mahiyetinde idi. Bu mektup geri alındı ve Poniatowski’nin seçilmesiyle ilgili pasaj çıkartılarak tekrar ve- rildi(NOT:3).
‘Öte yandan Rusya’nın gönderdiği elçi ile Prusya’nın dai- mi elçisi, Bâb-1 Âli’ye birlikte yazdıkları bir muhtıra verdiler.
(17) Litterae Joannis Comitis Branicki Castellani Cracoviensis, supremi exerci- tuum Polonârum ducis, ad Serenissimum vesiriurrç. Varşova, 22 Kasım 1763.
(18) Mektubun mahiyeti Lâtince olarak uzun uzun anlatılıyor.
(19) Sadrazam Mustafa Paşa’mn Polonya Kıralhğı primasına yazdığı mektubun tercümesi Viyana arşivindedir. Bu mektupta §u pasaja dikkat çekiliyor: «îrade-i şahânemiz. odur ki, Polonya Cumhuriyeti hakkı olan imtiyaz ve
‘ hürriyetlerine sahip olsun. Komşu ülkelerin sarayları bu hakların tamamına saygı duysunlar ve asla onun hürriyetleri aleyhinde hareket etmesinler.»
(20) Sadrazam Mustafa Paşa’nm saray ، başkomutanına yazdığı mektubun ter¬cümesidir.
Bu muhtırada; Polonya kiralının serbestçe seçilmesini istedik- lerini, Fransa ve Avusturya’nın her türlü müdahalelerine kar- şı olacaklarını bildiriyorlardı. ‘ ء
Fakat Varşova’ya doğru ilerleyen Rus birlikleri yaklaşın- ca, Graudenz diyeti (meclisi) dağıldı. Bu durum, Polonyalı. (Le- histanlı) vatanseverlerin OsmanlI împaratorluğu’ndan yardım istemelerine sebep oldu. Polonya’nın başlıça liderlerinden on- dördünün imzalarını taşıyan bir dilekçe ve bu dilekçe ile bir- likte Branicki’nin bir mektubu İstanbul’a gönderildi (NOT: 4),. Buna, elçi Stankievvicz de bir muhtıra ekledi. Muhtırada, Po- lonya’nm Rusya’ya bağımlı hale (21) düşme tehlikesiyle‘kar- şı karşıya bulunduğu ve padişahın bu olaya yakın ilgi ،göster- mesi isteniyordu. آ
Branicki’nin temsilcisi, Bâb-1 Âli’ye daha evvel sunduğu bir muhtırada, Rusya ve Prusya elçilerinin çevirdikleri entri- kalan, bunların OsmanlI imparatorluğu için tehlike teşkil et- tiklerini bildirmişti (22). ،
Bu uyarı karşısında ve ondört Varşovalı vatanseverin im- zaladığı mektuptan birkaç gün sonra, Bâb-1 Âli, Prusya ve Rus-
(21) 16’ Mayıs 1764 tarihli muhtıra. Bâb-1 Âli, Rus taraftarlarının meclisi, seçi- mi ve ،س denetimleri altına almak ve böylece vatanseverlerin direnişle- rine rağmen bütün kanunları ve kıralJığın esasını değiştirmek istediklerini bilmiyor değillerdi. ,
(22) Muhtıranın mahiyeti şudur: «…Prusya ‘؟sıralı bu oyunlarına,. şimdi bir grup- tan yana olmak tehlikesini de ilâve etmiş bulunuy©r. Bu grup ya da parti, uzun zamandır Ruslara bağlı bir aileden oluşuyor. §u son günlerde sını؟- lanmızı kuşatan birliklerden kuvvet alarak cür’etin؛ arttırmış bulunuyor ve temel kanunlarımıza aykırı olarak şiddetle hareket ediyor. Vaadlerine rağmen Rusya da bu kanunlarımıza saygı göstermiyor. Son savaşkan beri
ن Polonya’da kalan Rus birliklerinin çekilmesini defalarca istediğimiz hal- de, bunları çekmiyor. Mazeret olarak da (silah ve gıda) anbarlannın ko- runmasını ileri sürüyor. Son olarak Polonya Senatosu’na, Rus ordusunutı Cumhuriyet topraklarını terketmeyeceği bildirildi (Senato, Polonya’da sebep- siz yere bulundurulmayan bu depoların korunacağını başkomutan ،vasıtasiy- ط bildirmi§ti). Belli ki böyle bir hareket, ülkenin bölünmezliği ilkesi ile bağdaşmıyor ve esas olarak Polonya halkının boyunduruk altına alınmas؛- nı, kiralın yabancıların emellerine hizmet eden bir kişi. olmasını amaçlı- yor. ®öyle bir kıral, anlaşmalarına sadık devletimize zararh olacak hare- ketlere karşı gelmek için, rahatını bozmayacak kadar kendi başına buyruk olacaMr ج devleti^z içto uygun değildir.
ya elçilerine, Fransız sefirine ve Avusturya ortaelçisine birer nota vererek, Rus birliklerinin Polonya’ya girmesini protesto etmişti (NOT: 5). .
Aynı protesto notası Polonya elçiliği aracılığı ile Polonya ordusu başkomutanına da gönderildi (23). Branicki bu nota¬ya verdiği cevapta, gösterilen ilgiye teşekkür ediyor, ama bu¬nun, orduları Varşova’yı abluka altında (24) tutan Ruslara menfi bir tesir yapmasından endişe duyduğunu da belirtiyor¬du.
Bâb-ı Âli, Prusya ve Rusya elçilerinden ters yönde etkile¬niyordu. Zaten Polonya kiralının serbestçe seçilmesini destek¬lemek için bir savaşa girecek değildi. Sadrazamın imzasiyle Po¬lonya vatanseverlerinin liderlerine bir mektup yazıldı. Güzel fikirleri, akıllı görüşleri ihtiva eden bu mektupta, siviller ara¬sında bölünmeyi ve uyuşmazlıkları önlemeyi sağlayamazlarsa Polonya tahtının bir yabancıya kalacağından endişe duyulduğu belirtiliyordu (NOT: 6),
Fransız sefirinin verdiği muhtıra, Rus birliklerinin Polon» ÿa’ya girmelerini mevcut anlaşmaların açıkça ihlâli sayan Bâb-ı Âli deklarasyonuna bir cevap teşkil ediyordu. Bâb-ı Âli buna, önceki deklarasyonuna uygun bir cevap verdi. Fakat bu konuda yapılan görüşmede, cevaba şu zıd görüşleri de ilâve etti؛ Bugüne kadar yabancı birlikler Polonya topraklarına hep girmiş ve Polonya cumhuriyeti karşı koymamıştır. Karlofça anlaşma¬sında da bugünkü durum karşısında uygulanacak bir madde yoktur. Onun için bunu bir müzakere konusu yapmak Bâb-ı Ali için onurlu bir tutum olmaz (25).
Kont Vergennes bir mektupla Branicki’ye Bâb-ı Âli’nin şüp¬heli tutumunu, birliklerini kendi sınırlarını savunmak için Özi
(23) Sadrazam Mustafa Paşa’nm Branicki’ye yazdığı mektubun tercümesi ta¬rihsizdir. Ciuliani tarafından tercüme edilmiştir. Viyana Arşivi•’
(24) Bu deklarasyonun Lâtince tercümesi dipnot olarak veriliyor. (Ç. N.)
(25) Çok muhterem dostumuz Fransız sefirine muhtıra (mémoire suprême): «Apaçık görünen bir olay için delil aramak faydasızdır. Yabancı birlikler Polonya topraklarına her zaman girmiş ve dostumuz olan bu Cumhuriyet, bu birliklere karşı koymadığı gibi onları isteyerek kabuL etmiş ve bunu bir konukseverlik olarak göstermiştir. Bâb-ı Ali bu durumu dikkate alırsa, mü¬dahalesi, dostumuz Polonya cumhuriyetinin hürriyet ve haklarına saygısız-
(Dinyeper) ve Turla (Dinyester) nehirleri boyunda topladığı¬nı anlattı (NOT: 7).
Bu durumda, Bâb-ı Âli’nin Polonya’ya yeni kıral seçilen Stanislas Poniatowski’nin temsilcisini kabul edeceği anlaşılı¬yordu. .
Gerçekten, Prusya’nın eski Kırım konsolosu Boscamp kısa bir süre sonra geldi. Poniatowski onunla gönderdiği mektupta, kıral seçildiğini Bâb-ı Âli’ye bildiriyordu. Sadrazam, Prusya ve Rusya elçilerinin konuşmalarına kulak verdikten sonra, Stankiewicz’in temsilcisine İstanbul’dan ayrılmasını tavsiye et¬ti. Çünkü Bâb-ı Âli, sınırda İstanbul’a gelmek için izin bekleyen ve yeni kiralın elçisi olan Alexandroviç’i kabul etmeye karar vermişti, öte yandan Kırım Hanı da yeni elçiye geçişin serbest olduğunu bildirmişti (26).
■Arzusu hilâfına İstanbul’dan uzaklaştırılan Stankieviç, baş-komutana verilmek üzere sadrazamdan bir de mektup aldı. Na¬zik cümlelerle yazılan bu mektupta, Stankieviç’in kendi iste¬ğiyle işinden affedildiğini bildiriyor ve başkomutandan son se¬çimle ilgili olayları Bâb-ı Âli’ye bildirmesini rica ediyordu (27) (Ağustos 1765).
Stankieviç’in hareketinden sonra, Aleksandroviç Osmanh
lık olur. Bundan başka, Karlofça anlaşmasında, bu durumda alınacak tavn gösteren bir madde yoktur, onun için Bâb-ı Âli’nin olayı müzakere •ve pa¬zarlık konusu yapması, dikkat 1ve ihtimam göstermesi yakışık almaz. Bâb-ı Âli… v.s„ v.s.»
(Viyana Arşivi). ■
(26) Aleksandroviç’in bir kabul vesilesiyle Boğaan Prensi’nden aldığı madalya için Avusturya İmparatorluk Arşivi’ne bkz. «Boğdan Prensi Gregor Ghika’- mn Polonya kıralı majestelerinin fevkalâde temsilcisi Ekselans Aleksandro- viç’e, Bâb-ı Âli’ye giderken verdiği madalya…» 20 Mart 1766.
(27) ■ Eski dostluğumuza, lütufkârlığınıza ve tam anlamıyla bir centilmen olu¬şunuza güvenerek ve seyahati için gereken şeyleri temin ederek, kendisine dönüş izni ؛ verdik- Dostumuz Cumhuriyet hükümetine yazdığımız, seçim ve hürriyet hususlarıyla ilgili mektubumuza da henüz cevap almamış bulunu¬yoruz. Onun için, bu hususların nasıl bir çözüme bağlandığını kesin olarak bilemiyoruz. Dostumuz Cumhuriyet’in söz konusu mektuplara cevap vere¬rek, olayların gerçek yönleriyle anlatılmasını rica ediyoruz…»
(Sadrazamın Polonya başkomutanına yazdığı ve Albay Stankieviç’e 17 Temmuz 1765 günü verilen mektubun bir tercümesi.)
topraklarına kabul edildi, ama bu, Bâb-1 Âli’nin Poniatowski’yi Polonya kıralı olarak tanıdığı anlamına gelmiyordu. Böylece Bâb-1 Âli Fransız sefiri ve Avusturya ortaelçisine de dolaylı bir
teminat vermiş oluyordu.
Yarım bir tedbir olan bu eski sistem aslında Oşmanlı po¬litikasının esası idi ve daha önce Kıral Auguste’ün (Ogüst’ün) elçisi olan Stadniçki’yi de, tıpkı böyle, efendisini henüz resmen
etmişti (28).
Aleksandroviç Boğdan sınırında bir yıldan fazla bekledik¬ten sonra, nihayet, Prusya ve Rusya’nın da tahrikleriyle, Bâb-ı Âli, Poniatowski’nin kırallığını tanımaya karar vermiş ve özel elçisinin İstanbul’a gelmesine müsaade etmişti. Bu unvanla im¬paratorluğa komşu üç devletin, yani Avusturya, Rusya ve Po¬lonya’nın elçilerine tanınan ayrıcalıktan Polonya’nın yeni el¬çisi de yararlanmıştı. Elçi İstanbul’a gelince, emrine, kendisi¬nin ve maiyetinin kalabileceği bir lojman, bir şeref muhafızı ve ev ihtiyacını karşılamaya yetecek kadar para verildi. Para tah¬sisatı, Rus ve Avusturya elçilerine verilenden bir kat fazla, ya¬ni günde iki yüz yirmi beş kuruş idi C29). Bu mikdar eski bir
(18 (محت tarihli bu mektubumla, Babı ل؛نلا’نلأا bana bir gün evvel yazdığı mektubu aldığımı bildirmekten şeref duyarım. Bâb-1 Âli Polonya’da yapılan seçimi tanıyıp tanımamak hususunda bir karar almadığını, açık ve ayrıntılı ©la- rak, hiçbir §üpheye mahal kalmayacak şekilde ifade etmektedir. Bununla beraber yeni bir gelişme var. Umarım bu, daha kesin bir karar ©la،:aktır ki normal olarak bu hükümette pek görülmez. Sanırım bu görüşme, yine aynı 18. gün, Padi؟ah’؛n huzurunda yapılan bir toplantıda alınmıştır: Elçi- lik sekreteri dün, bana gösterdiği güven için Reisefendi’ye teşekkür etmek üzere Bâb-1 Âli’ye gitmişti. Reisefendi nezaket cümlelerinde sonra, çok acele ve bir çeşit kaygı duyarak, sekretere benim, Alek®andro^ç’in buraya gelmesi için verilen izni Poniatowski’yi Polonya kıralı kabul ettikleri şek- linde anlamamamı, imalarının da şimdilik sözkonusu olmadığını bil- memi istemiş. Harp halinde bulundukları bir devletin ,elçisini bile dinle- mek gerekirken, uzun zamandır sınırda bekleyen Polonya’nın yeni ,elçisini daha fazla bekletmenin doğru olmadığını, kıralı tanıyıp tanımamaya ancak onu dinledikten sonra karar verileceğini bildirmiş. Efendim, ben şunu an- lamıyorum: Bir hükümdarın hükümdarlığı tanınmazsa, onun adına görev yapan elçi nasıl kabul edilir? Fakat Bâb-1 Âli bu tür örnekler vermekten hoşlandığı için, belki de bu, kıral Ogüst Hl’ün ،م çıkışında uyguladık- ları usulün bir tekrarıdır. (Vergennes’in 20 Temmuz 1765 tarihli
(29) İmparatorluk elçisi Penkler’e verilen günlük tahsisat önce 90, sonra 108. kuruş idi.,
kari una göre tespit-ediliyordu ve Polonya elçilerinin maiyetle- ri de Rus ve Avusturya elçilerinin maiyetlerine göre çok daha kalabalık olabiliyordu. ، ■ ■ ‘
Fakat, Polonya’ya Bâb-1 Âli’nin istemediği bil’ .kıral empo- ze edildiği için, onun özel elçisi de biraz soğuk karşılanmıştı. Padişah’ın huzuruna kabul edildikten ve ilk resmî görüşme ya- pıldiktan sonra, sadrazam Aleksandroviç’in ■tahsisatını kıstı. Böylece bir an önce dönmesi istenmiş oluyordu. Zaten stan؛kie- viç’e gösterilen muamelenin kendisine gösterilemeyeceği, bu- na dikkat etmesi gerektiği münasip bir şekilde söylenmişti. Hu- zura kabul edilişinde maiyetinin kılıç takmasma müsaade edil- di. Oysa İstanbul’a gelişinde buna izin verilmemişti. Fakat is- tanbul’da kaldığı süre yararlanmak üzere yaptırdığı altı kü- rekli bir yatı kullanmasına Bostancı Ali Paşa müsaade etmedi. Fakat diğer elçilerin böyle birer yatları vardı.
Boscamps’a gelince, Bâb-1 Âli onun İstanbul’da diplomat sıfatıyla kalmasına müsaade etmedi, çünkü Kırım’da konsolos olarak bulunduğu sırada entrikaları ile Kırım Hanı’nı nasıl kı؛؛- dırdığı henüz unutulmamıştı.
RUSYA, AVUSTURYA VE TOSKANA ELÇİLERİ
Rusya imparatoru III. Petro, tahta çıkışını Bâb-1 Âli’ye bil- dirmek ص Prens Daşkov’u özel elçi olarak göndermişti. Fa- kat Prens Daşkov henüz Türkiye sınırlarına ulaşmamıştı ki, bu defa Katerina tahta çıkmış ve imparatoriçe olduğunu Bâb-1 Âli’ye bildirme görevini Dolgoruçki’ye vermişti.
Padişah, tebriklerini imparatoriçeye sundu. Bu iş için se- çilen elçi Derviş Osman Efendi idi. On yıl önce III. Osman’ın cülüsunu bildirmek için Saint-Petersburg’a yine o gitmişti.
III. Petro, Avusturya .ittifakından ayrılıp Prusya’ya yakla- şmca, Bâb-1 Âli ile anlaşma müzakerelerini kolaylaştırmış olu- yordu. Fakat onun ve Râgıp Paşa’nın ölümü bu teşebbüsün sü- resiz olarak ertelenmesine sebep oldu. •
III. Petro, Bâb-1 Âli’ye, muhtemelen II. Frederik’in telkiniy- le, Tameşvar beyliğini işgal etmesini tavsiye etmişti (6 Mayıs
1767) . Râgıp Paşa, Prusya ile Rusya arasında ittifak imzalan¬dığını öğrenince, bu politikanın sağlıksız olduğunu bir ■tek ke¬lime ile, «çıkışsız» demek suretiyle belirtmişti. Bu onun açık ve ileri görüşlü olduğunu, kendi döneminde Osmanlı politikasının ne kadar akıllı yürütüldüğünü göstermeye yeter.
Rexin’in halefi Zegelin, Prusya ile Rusya arasındaki dost¬luğun Osmanlı împaratorluğu’nu endişelendirecek kadar sıkı olmadığını Bâb-ı Âli’ye anlatmaya çalıştı. Sonra, Rus elçisi Ob- reskov ile, PolonyalI vatanseverler aleyhinde ard arda muhtı¬ralar verdiler. Bu muhtıraların birinde, siyasî meselelerin hal¬li için çoğunluğun reyine uymanın Polonya’nın ana yapısına, anayasasına aykırı olacağını, bunları yok edecek bir yeniliğe yol açacağını ispat etmeye çalışıyordu. Aynı zamanda Zegelin, Macaristan’da ve Viyana’da imâl edilen Polonya’daki kışlalar ve çeklerle ilgili yalan haberlere Bâb-ı Âli’nin dikkatini çeki¬yor, bunların Osmanlı devletine’yönelik bir harbin hazırlığı ni¬teliğinde olduğunu iddia ediyordu. Bir yandan da, Fransa elçi¬sinin Bâb-ı Âli’ye ulaştırdığı haberler üzerinde şüphe uyandır¬maya çalışmaktan geri kalmıyordu.
O günlerde, Viyana’ya çağrılan Baron de Penkler’in yeri¬ne gelen Brognard ise sadrazama teminat vermek için elinden geleni yapmaktaydı.
Râgıp Paşa Prusya lehine AvusturyalIlarla bozuşmayı dü¬şündüğü için, Belgrad anlaşmasının sürekli bir anlaşmaya dö¬nüştürülmesine engeller çıkarıyordu. Râgıp Paşa’nın ölümün¬den sonra bu engeller ve güçlükler ortadan kalkmıştı. Belgrad anlaşmasının yenilenmesi hususu Divan-ı Humâyun’da henüz bir zaruret olarak görünmemişti ama, İmparator II. Jozef’in tahta çıkışını bildirmek için gelen Brognard’ın itimadnâmesi- ne ve getirdiği mektuplara verilen cevapta, padişah anlaşma için «müebbede» (30), yani sonsuz süreli deyimini kullanmış¬tı. Bundan başka Penkler, hareketinden önce Pera’da (bugün¬kü Beyoğlu) yanıp yıkılan Triniter Kilisesi’nin yeniden yapıl-
(30) Osmanlıca’da müebbede kelimesi, sadece bir nokta ilâve edildiği takdirde müeyyede şeklinde okunur ki bunun da anlamı «kuvvetlendirilmiş, yardım görmüş, zorlayan…• demektir. Türkçe metinde bu kelime her iki şekilde okunacak gibi yazılmıştı. ,
ması için bir de ferman almıştı ve bu vesile ile mâbed daha da büyütülecekti (31).
Kendi metropolitenleri tarafından yargılanmayı reddeden bazı Yunan tüccarları Viyana’ya yerleşmişlerdi. Onlara karşı eski Et Pazarı’nda bir kilise yapılmasına karar verilince (Viya- na’da) kararlarından vazgeçtiler. Bu müsaadeyi Vinaya’da el¬çi olarak bulunduğu sırada Maurocordato almıştı (32). Fakat bu kilise ancak otuzaltı yıl sonra metropoliten Moiz tarafın¬dan bitirilebilmişti (33).
Penkler, padişahtan, Sakız adasındaki ka’tolikler lehine de bir ferman almıştı ki bu, adadaki (ortodoks) Grekler tarafın¬dan sert bir tepki ile karşılandı ve ada halk) arasındaki ikili¬ği nefrete dönüştürdü (34).
İmparator Jozef, Üçüncü Osman tahta çıkınca ona hiçbir hediye göndermedi. Bunu da, insan hakları ilkesi gibi bir se¬bebe bağlıyordu. Aslında nice zamandan beri Türklerle olan ilişkilerinde gözden kaçan bir husus vardı. Bu da hükümdar¬ların birbirine eşit davranmaları gerekirken, Türk hükümdar¬lar o güne kadar onların kıralları tahta çıkarken hediye gön¬dermemiş, ama kendilerine gönderilmişti.
İmparator Jozef’in bu konudaki kararı, imparatorluk şan¬sölyesinin raporuna bir çıkma halinde kendi el yazısıyla ilâve edilmişti ve bu, kendi temsilcilerinin Bâb-ı Âli karşısında na¬sıl bir tutum alacaklarını açıkça belli ediyordu. Bu kararla ve hükümdarlığı sırasında yaptığı konuşmalarla Avusturya’nın ta¬kip ettiği politikaya yeni bir yol açmış oluyordu.
Hükümdarlara hediye götürülmesinden yana olan Penkler, bu hediyeyi götürene daha fazla iltifat edileceğini düşünüyor¬du. Herhalde, bir ortaelçi olmasına rağmen, ikinci defa mera¬simle kabul edilmiş, fevkalâde elçilere olduğu gibi kendisine de şeref muhafızı ve tahsisat verilmiş olmasından çok mem¬nun kalmıştı (Ağustos 1766). Penkler’in padişaha hitaben yap¬tığı konuşma İtalyanca idi. Onun yerine ortaelçi olan Brognard
(31) 1 Aralık 1762 (Avusturya İmparatorluk Arşivi’nden).
(32) Buna, Privilegium Leopoldinum deniyordu.
(33) 1762’de. Penkler’in 1762 yılında yazdığı rapordan.
(34) 10 Eylül 1762. Sakız Adası için alınan fermanların kopyası yasaya ekliydi.
İtalyanca konuşmuştu. Selefi gibi İstanbul’da o da merasimle karşılandı. Kendisine kırk çavuş, yüzaltmış yeniçeri, her biri yaya olarak dört at süren yabancı misyon şeflerinin yardımcı¬ları refakat ettiler (35) (24 Mayıs 1766),
Zegelin de aynı şekilde karşılanmayı ve ikameti süresince tahsisat verilmesini arzu ediyordu ama bu şeref ona verilme¬di. Brognard ona, kabulü sırasında itimadnâmesiyle birlikte, Arşidük Leopold’un Toskana Grandükü sıfatiyle، teslim ettiği mektupları da sunması talimatını vermişti. Fakat bu mektup¬ların kopyaları teamüle göre Türk hükümetine daha önce ve¬rilmiş bulunuyordu.
Bâb-ı Âli, İmparatoriçe’ye aym zamanda ، ‘Toskana ,Gran- düşesi’ unvanı yerilmesinden, grandükün ölümünden sonra Toskana’nın tekrar Avusturya’ya bağlanacağının bildirilme¬sinden memnun kalmamış, buna gücenmişti (NOT: 8). Bunun için ortaelçiye verilen muhtırada sebebi anlatılarak itimadnâ- mesi ve mektupları kabul edilmedi (36) .
Bu muhtırada, Toskana ile yapılan ilk anlaşmanın, impa- ratoriçe ile, Romalıların imparatoru olan kocası ile yapıldığı, Bâb-ı Âli’nin Toskana ile doğrudan doğruya hiçbir münasebe¬ti olmadığı, sunulan iki mektup arasında da çelişki olduğu, im- paratoriçe ile oğlunun aynı anda Toskana hükümdarı olama¬yacakları söyleniyordu,
Bâb-ı Âli’nin bu itirazına Brognard’m verdiği cevapta şu bilgiler yer alıyordu: Toskana grandüşesliği, İmparator Frari- çois tarafından oğlu arşidük Leopold’a bırakılmıştır, fakat gran- dük unvanı da bu sebepten başka birine bırakılmayacaktır.
Dört ay süren müzakerelerden ve açıklamalardan sonra, imparatoriçe ve grandükle ilgili mektupların, bu hükümdar¬ların elçileri olan Kaunitz Prensi ve Botta markisi tarafından, resmi kabulle sadrazama sunulması konusunda anlaşmaya va¬rıldı (8 Kasım 1766).
(35) O zaman elçilik ataşesi olarak bulunan gençler Zahner, Sommerer, Âdami; tercümanlar ise Bihn, Testa Biancki idi. Türkçe bilen diğer gençler KJezl, Racher ve Mouscha idi ki bunlar 1762’de tercüman olarak tayin edildiler (Klezl Varadin’e, Racher ise Thugut’un yerine Essek’e).
(36) Bu muhtıra. Brognard’m 12 Ağustos 1763 tarihli raporuna eklidir.
Padişah imparatoriçeye, sadrazam ise Prens Kaunitz’© ce¬vap verdiler. Botta markisine cevap verilmedi. Bâb-ı Âli’nin görüş alanına giren Toskana ile ilgili anlaşmanın yenilenmesi, Brognard’m padişahın huzurunda okuduğu bir nutukla ses¬sizce geçiştirildi. .
Üçüncü Mustafa’nın saltanatının bu döneminde, Bâb-ı Âli tercümanları ile Avrupalı elçiler arasında aracılığı her zaman, İstanbul’da ilk basımevini kuran İbrahim Müteferrika’nın oğlu İbrahim Efendi yapıyordu. Bâb-ı Âli tercümanı Ghika, Boğdan voyvodasının sarayına verildiği için, onun yerine HollandalI Karaca’nm oğlu aynı sıfatla tayin edildi (Haziran 1766).
* Bu sırada, İngiltere’nin İstanbul elçisi Granville’in yerine lord Murray geldi (13 Ağustos 1766). Danimarka elçisi Gahler de geri çağrılmış, görev’De Hom’a kalmıştı. Napoli elçisi Lu- dolf, Bâb-ı Âli ile İspanya arasında bir dostluk anlaşması ku¬rulması için çabalarını sürdürüyordu. Venedik maslahatgüza¬rı Correr yerini Ruzzini’ye bıraktı. O günlerde Hollanda elçisi Dedem idi.
İstanbul’a bu dönemde elçi gönderen ilk müslüman hü¬kümdar Tunus sultanı oldu. Tunus sultanı daha çok hacı ka¬filesiyle ilgili meseleleri görüşüyordu. Bundan kısa bir süre sonra Kandahar (Afganistan) sultanı Ahmed Şah da bir elçi ile uzun bir■ mektup gönderdi. Yüz seksen satırlık bu mektup¬la Afgan hükümdarı, daha evvel Nâdir Şah’m dâ istediği gi¬bi,- Mekke’de, Kandaharlı sünnî hacılar için bir cami yaptırıl¬masını istiyordu. Daha sonra, Karadeniz kıyısındaki Lezgi han¬lığından, hanın oğlu padişaha saygılarını sunmak için geldi.
O günlerde, her taraftan, Bâb-ı Âli’den bir âtıfet alabilmek için gelen maceracılar çoktu. Biz bunların en meşhurları olan ikisinden söz edeceğiz. Bunlardan biri Stuart’ların sonuncusu idî ve İngiltere tahtında hak iddia ediyordu. Belgrad’a geçmiş ve burada müslüman olarak ölmüştü. İkincisi, Fransız asıllı Pierre Robert de Basseıtibnd idi، Önce Portekiz sarayının hiz-metine girmiş, burada istihkâm albaylığına terfi etmiş ve son¬ra, vatandaşı Bonneval’in izinden gitmek istemişti. Ama onun kadar ünlü ve kabiliyetli olmadığı için bu teşebbüsünde başa¬rılı olamadı. Bonneval ile tek ortak yanı, onun gibi ihtida et¬miş, yani müslümanlığı seçmiş olmasıydı.
MUHSİNZÂDE MEHMED PAŞA İKTİDARI DEVRALIYOR
Yeni sadrazam İstanbul’a Bahir Mustafa Paşa’nın idamın- dan tam bir ay sonra geldi. Bu yeni sadrazam (Muhsinzâde Mehmed Paşa), eski sadrazamlardan Muhsinzâde Abdullah Pa- şa’nın oğlu idi. Abdullah Paşa yirmiyedi yıl önce (1737-1150) Ruslarla yapılan Kartal savaşında Bender seraskerliğine ge- tirilmiş, savaştan sonra sadrazam olmuştu. Fakat dört ay son- ra sadrazamlıktan azledilmiş ve Cidde’de vali bulunduğu sıra- da ölmüştü. , , ,
Yeni sadrazam mesleğe kapıcı olarak başlamış, babasının sadrazamlığı sırasında kapıcılar kethüdası olmuştu. Dokuz yıl sonra Maraş valisi oldu. Bunu takip eden önseliz, yılda, onse- kiz Avrupa ve Asya eyâletinde valilik, beylerbeyliği yaptı (37).
Osmanlı devletinin padişahlıktan sonra en yüksek makamı olan sadrazamlığa ilk gelişinde üç yıl görev yaptı. Sonra üç yıl sataştırıldı, ikinci defa sadrazam olduğu zaman yine üç yı^ görev yaptı. Bu sırada, OsmanlI devleti ile Rusya arasında- لكل savaşı Kaynarca barışı ile sona erdirdi. , .
– Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın• ilk ve ikinci sadaret yılla- rı, OsmanlI imparatorluğu’nu acı durumlara düşüren çok ta- lihsiz dönemler oldu. Birinci sadaret döneminde Gürcistan, Mı- sır ve Arabistan’da karışıklıklar meydana geldi, ikinci dönem- de Rusya ile savaşa girildi ve bu savaştan puslar galip çıktı.
Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın tayininden sonra Bâb-1 Âli ile Rusya’nın İstanbul elçisi arasında açıklama istemek için yapılan ilk görüşmeler, Kırım Hanı Selim Giray’m şikâyetleri üzerine oldu. Selim Giray Rusların Kabartay’da kaleler, müs-
(37) 1. 1159 (1746)’da Maraş Valiliği, 2. Aynı yılda Bender seraskeri, 3, 1160 (1747) tekrar Maraş valiliği, 4. Aym yıl Adana ve Anadolu’da eşkiya ta- kibiyle görevlendirildi. 5. 1162 (1748)’de Hbtin valiliği, 6. 1163 (1749) özl valiliği, 7. 1164 (1750؛) tekrar özi valiliği, 8. 1166 (1752) inebahtı muha- fızlığı, 9. 1167 (1753) Eğriboz muhafızlığı, ■ 10. 1171 (1755) Rumeli Beyler- beyliği, 11. 1171 (157آ) .Hale? Valiliği (Esma Sultan’la Halep valisi iken evlendi), 12. Aym yıl Diyarbakır valiliği, 13. Aym yıl Anadolu Beyler- beyliği, 14. 1172 (ه75ل) Bosna valiliği, 15. 1174 (1760) Hersek Valiliği, 16. 1177 (رمم7ل Rumeli Beylerbeyliği, 17. 1176 (1762) tekrar Bosna valiliği, 18. 1177 (1763) tekrar Rumeli Beylerbeyliği. (Sadrazamların Hayatı – Cavid)
ye ،bildirmiş¬؛tahkem, ■mevkiler، yapmakta olduklarım Bâb-ı Âli İstanbul’a da-؛ ti. Sadrazam bu konuyu görüşmek ■için ;kendisini 38). . v؛ vet etti
derecede olan¬.؛ i,■ ,Selim Giray İstanbul’da, ancak en ♦yüksek lar için yapılan muhteşem’bir merasimle karşılandı (25 Ha’ij evi tali: ؛Muharrem 1179). İkametinerReisefendi’nin § •٠ ،ran 1765 hal¬ ؛şis-edildi. Zaten Kırım Hanlarının Bâb-ı Âlixile olan işlerini .٠٠ ؛ , , ١ ؛ ,f ؛ .٠٠* ، ؛ ,، .letmekle görevii olan da o idi
Davut ,Paşa.’^Selim Giray’ın şerefine çok muhteşem bir zi¬ ■ sa¬؛ yafet verdi. Bu vesile ile hana ve iki oğluna birer at, birer mur kürk hediye, edildi.., Şirinbeğlere ve mirzalara da kakum kürk giydirildi^ Padişah ise kendisini Bahariye Sarayı’ndâ ka; bul etti ve burada ona yalnız padişahların giydiği,bir kapanca, ayrıca kıymetli taşlarca” süslü bir kılıç, incilerle süslü.bir sadak »٢؛؛ ٠ n T ;’^٨ duka âltım hediye etti (39) .\V؛ve on bin
Hanı, kendisine gösterilen saygı ve itibarine؛ Fakat Kırım olmuyordu. ؛4memnun؛ durumdan ؛kadar yüksek – olursa olsun Çünkü Bâb-ı Âli’nin takip ettiği siyaset, Rusya ile kendisi ara¬sındaki uyuşmazlığı önlemeye yönelikti. Polonya kiralının se¬çiminde de *aynı *zihniyetle hareket’,edildiği için sonuç ‘Osman¬’ / ‘٠ ؛ 1 ،lIların aleyhine’ olmuştu: fi
Kırım Hanına Fransa elçisi de çok güzel Lyon kumaşları Ve harikulâde güzel bir çift-tabanca hediye etti (40)’* (9 Nisan
*٠١ • ¡~ : ■ ” ٢٠’ ■-‘■■■ ١ ؛ ؟• ؛- – • . (1178 17 Şevval ٠•, 1765
Yalnız şunu biliyorum…؛, :38) Vergennes’in 20 Temmuz 1765 tarihli mektubu) ki -hükümdarKabartay konusunda Rus elçisinden 1izahat istedi. Rusların burada anlaşmalara aykırı olarak yaptıkları işleri , incelemek için bir heyet ,, ٠ .«gönderilmesi söz konusu
altın ‘ yaldızlı ،kumaştandır vef’üzeri siyah samur ؛39) Bu elbisenin’arka tarafı)
– .؛*٢؛ ٠ ■ < • ”■ ٠ ■j ‘ ؛ ” ٠* V\»« ٦ .: ‘kürkle süslüdür 40) Vergennes’in 20 Temmuz* 1765 tarihli mektubundan: «…Kırım,Hanı’na her) gelişinde âdet olan-hediye,verme, işini yerire getirdim ve çok, iyi , oldu. Bu¬radaki ikameti sırasında böyle bir nezaket göstermemek mümkün değildi, iki’yün ceket, iki، parça kıymetli Lyon kumaşı, çok ince ve ustalıkla ؛Ona . yapılmış iki güzel tabanca hediye ettim. Bu tabancalar normal olarak iki ٠yüz kırk ekü، ödedim. Rastgeldi. ،Bunlara, bineküdür ama ben sadece iki çok değerli’olmayan foazi şeyler de ilâve‘ ettim. Maiyetinden ileri gelenlere yün, saten ve diba kumaşlar ve bazı ucuz şeyler verdim. Daha sonra bun¬’؛٠ ٠ ‘ ‘.«…ları ayrıntılı olarak yazmaktan şeref duyacağım, efendim
24 ü, C:VM. FJ؛Hjunmer T،n ٠ ،؛’
Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın sadaretinin آ؛لل günlerinde bir idam ve birkaç yangın gibi bazı üzücü olaylar oldu. ٠
Başkente gelişinden on gün sonra ilk yangın Tcphane Sem- tinde çıktı, ^dan bir gün sonra. Kanuni Süleyman’ın bedbaht oğlu Cihangir’in adını taşıyan ‘caminin yakınında ikinci bir yangın oldu. Her iki yangın ©n-oniki gün devam ‘etti. Topha- rie’deki Derviş Kadri Tekkesi ile Galata’daki Mevlevi Tekkesi bu yangınlarda kül. oldular. Bcnneval’in kemikleri Galata’da- ki Mevlevi Tekkesi’nde idi. Bu iki tekkeyi padişah kendi para-
siyle yeniden,ya؟tirdı.: , – ،■
^eni sadrazam halka adaletini görtermek için, Anadolu eyâletlerin ‘tanınmış valilerinden biri س1ه Çaparzâde Ah- med Paşa’nın başını ‘vurdurdu ve saray kapısının önüne attır- di. Bu vali için şikâyetler pek çoktu. Sadrazam aynı zamanda hakşinas olduğunu, doğruları sevdiğini göstermek için, gözden düşen, üç’tuğlu paşa •unvanı alımpDimetoka’ya sürülen Silah- dar Hamza Paşa’yı, itibar ve rütbesini iade ederek Selânik va- liliğine getirdi. ، ؛ ة ‘ ٩ ب „١ ٦
Reis-ül küttap Mehmed Emin Efendi, , güzel konuşması ve zerafeti ile meşhurdu. Vâsıf ona bu niteliklerinden doiayı «ikin- ci Merkür» der (41). ء . ؛؛
ء , Mehmed Emin Efendi üç tuğiu paşa unvanı ile nişancı ol- du. Aynca Mora kendisine arpalık olarak verildi.’ ..
Eski؛ yeniçeri başkâtibi Hamamızâde Ömer Efendi divan vezirliğine getirildi. Vakanüvi$in deyimimle «Vezirler zincirinin inci halkalarından biri oldu» (42).
. öte yandan Eflâk prensinin maslahatgüzân Rum Stavraki, birtakım entrikalar çevirdiği ve Bâb-ı Âli’nin sırlarını açıkla- dığı için hapse atıldı, birkaç gün sonra oradan alınıp Boğaziçi kıyısındaki evinin önüne kurulan darağacma götürüldü.
Daha yukarıda sözünü ettiğimiz Cidde Valisi Salih Paşa ve hac emîri Vezir Mekkizâde Hüseyin Paşa vazifede karşı- İaştıklan güçlüklerin kurbanı oldular Biri, Mekke ve Medine’¬de Arap eşkiyalan sindirdikten, ve halkın güvenliğini sağladık¬tan sonra, birçok hacının da ölümüne sebep olan Mekke ikli¬mine dayanamayarak hastalandı ve öldü. Diğeri, yani Mekki- .zâde Hüseyin Paşa da, Gazze’de oturuyor, Ben-Sahar (43) ve Kadaniye aşiretleriyle sık sık çatışıyordu. Bu çatışmalardan bi¬rinde bir, okla vurularak öldürüldü. ؛
Tarih , yazmaya Arabistan’daki karışıklıklardan itibaren başlayan tarihçi Hakim Efendi, cebeciler başkethüdası oldu. Kapıcılar kethüdası Akif Efendi ise nişancılığa terfi etti ve ye¬rine Vahdeti Ebubekir Efendi (44) getirildi.
BİR ŞEHZADE DOĞUYOR
Padişah Üçüncü Mustafa, daha evvel bir erkek çocuğunun (şehzade Selim) ve bir kızının (Şahsultan) doğumu ile baba olmak sevincini tadmıştı. Bir yıl içinde Beyhan adı verilen bir kız çocuğu ile ikinci bir erkek çocuğu daha dünyaya geldi. Bun¬lardan ilkinin (Beyhan Sultan’m) doğumu, âdet olduğu üzre, bütün şehir aydınlatılarak ve saray salonları bayraklarla süs-lenerek kutlandı (14 Ocak 1766 – 2 Şaban 1179). İkinci çocuğun doğumu ise sadece top atışlarıyla duyuruldu ve devlet erkânı¬na, yani sadrazama, şeyhülislâma, deryâ kaptanına, nişancı- başına, Rumeli ve Anadolu kazaskerlerine, nakiyb’ül eşrafa ve yeniçeri ağasına, saraya gelip padişahı tebrik ettikleri için sa¬mur kürkler hediye edildi.
(43) Burhard, ‘Arabistan Seyahatnâmesi’nde, Ben – Sahar aşiretinden ‘Beni Sa-
(44) Vâsıf, s. 280 : «Su tarihçi burada ‘Tekmile’ başlığı alfanda hiç yeri olma¬dığı halde, Hakim Efendi’nin tarihi yanında kendi tarihini övüyor ve o an¬dan itibaren ondan çok az, özet halinde söz ediyor. Osmanlı tarihinde va- kanüvis’ îzi’nin yazıları 1166 (1752)’da kesilir; bu boşluk, anlattığım şu devre kadar devam eder ve bundan sonra Hakim Efendi yazmaya başlar. Bu boşluğu doldurma görevi, III. Selim tarafından Vâsıf’a verilmiştir. Vâsıf da bu görevi Hakim, Çeşmizâde ve Musazâde efendilerin tarihlerinden yararlanarak yerine getirmiştir.
.ل ن ءءم ŞEHZADENİN İLK DERSİ . ٠
ر أ •Yukarıda saydığımız erkân aynı zanranda divan ı hümâ- yunun merasim meclisinin çekirdeğini oluşturur. Beş ؛yaşma basan >©smanlı tahtının veliahdı Şehzâd¿ Selim’in eğitimi de bu törenle başlamış bulunuyordu. Bu maksatla İncili Köşk’ün önüne büyük bir çadır kuruldu. Sultan bu çadıra gelir gelmez, ‘ve^rler ve ulemâ, şehzâdenin tebrik kapısından çıkışında ona refakat etmek için üçüncü avluya geçtiler. Şehzâde, kapı، açı- lınca, dar-üs-saade ağası ve hazinedarın arasında göründü ve erkânı selâmladı. Bunun üzerine Rumeli ve Anadolu kazasker- leri, nakiyb’ül eşraf ve iki imam yanma gelip elini öptüler. Çün- kü ulemânın önde gelenleri olmak sıfatiyle, şehzâdeye ilk der- si verecek olanlar onlardı. ‘ .
Şehzâde İncili Köşk’ün yanındaki çadıra gelince, sadrazam onu meclisin arasına almak için öne doğru ilerledi. Şehzâde gelince, padişahın bir ibaretiyle, şeyhülislâm ve sadrazam iki yanma oturdular. Şeyhülislâm, «Bismillahirrahmanırrahim» de- mek suretiyle ilk dersi başlatmış oldu. Şehzâde onun elini öp- mek isteyince, şeyhülislâm çocuğu hafifçe kucaklamak sure- tiyle engel oldu,ve onu omuzundan öptü (24 Ekim 1766 ٩ Ce- maziülevyel 1180). ‘ ؛٠٠؛ .٠.
‘PADİŞAH HUZURUNDA İLMÎ TARTIŞMA
Şehzâdeye merasimle ilk dersin verilmesinden dört ay son- ra, Ramazan ayında, padişahın huzurunda büyük bir fasihler İlmî me€İisi toplandı ve bu toplantıya yüzyirmialtı müderris ve molla katıldı. Onsekiz celse devam eden bu büyük toplantı- da, özellikle Kur’an-1 Kerim’in ikinci sûresi üzerinde duruldu. Kutsal Kitab’m üzerinde en çok durulan ve müslümanlar için en koruyucu dualardan biri kabul edilen âyet, Kürsi âyeti, Ba- kara sûresinin 255! âyetidir (45•).- .
(45} i؛aj&ra sûresinin 255. âyeti. Meali : «Allah ki O’ndan başka tapılacak ilâh yoktur. Diridir ve’zatı ile kaimdir. Onu uyuklama Ve.’uyku tutmaz. Gök• terde ve yerde olan her şey O’na aittir. İzni olmaksızın * O’nun nezdinde şefaat edecek yoktur• yarattıklarının önünde ve arkasında olanı (gelecekle-
Bu sûrenin ilk bölümlerinde münafıkların hali üslûp ba- kımından da şairânedir ve meali şöyledir: «Münafıkların ha- li, ateş yakan bir adamın haline benzer, ateş çevresini aydınla- tınca Allah Tealâ nurlarmı giderir, onları■ karanlıklar içinde,, göz gözü görmez bir durumda bırakur; sağır; dilsiz ve kördür- ler. Onlar geri dönemezler. Yahut, gökten yağmur bekleyen ada- mın haline benzer, öyle , ki şemada karanlıklar, gökgürültüsü ve ,şimşekler var. Yıldırımla ölüm korkusundan parmaklarını’ kulaklarına tıkıyorlar.. Allah o kâfirleri Ç،؛i3çevre kuşatmış-‘
،-•<بم>,•/: ‘
İşte bu’son âyetler, büyük’Arap şairi Lebid’iri, bunların ve bütün Kur’an’m Allah kelâmı ve ؛Hz. Muhammed’in Allahrre- sûlü olduğunu kabul ederek, Kâbe duvarına asılan ve ^edi bü- yük şiirden biri olan kendi şiirini indirmesine sebep olmuştur.؛
Bu âyetler, Kürsi (Bakara 255), Allah’ın Birliği (47), Tu- fan (48), Zilzâl (deprem) (49) ve Kâria (kıyamet) âyetleri gi- bi, dinî heyecanı ة¿ yüksek: derecede duyuran âyetlerdir. ‘ ٠٠؛
Zilzal (deprem) sûresi ‘şu âyetlerle başlar: «Yer, şiddetli: sarsıntısı ile sarsıldığında, içindeki ağırlıklarını çıkardığın-
؛İmine, ancak müsaade ،ettiği؛ rini ve geçmişlerini) bilir. İnsanlar* O’nun kadar nüfuz edebilirler. Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplar■ Gökleri ve yeri korumak O’na güç gelmez. O, pek yüce ve çok büyüktür».
’ •٠’ ؛■ -١ ؛ – ‘٠ ■؛(46) Bakara sûresinin 17, 18 ve 19• âyetler
Hiçbir * şey O’na■ ٠ .47) Allah Bir’dir. Allah Samed’dir. Doğmamış, doğıirmamıştır) ١'<، . : .v ■ .■■؛”،-i •،،٠ ٠ -؛ ٠ ؛ (denk değildir. (İhlâs
48) Allah’ın emri duyuldu : ’«Ey arz, suyunu em; ‘ey gök, yağmurunu kes!»..Sut) çekildi, iş tamam oldu ve gemi Cûdi dağı üzerinde karaya oturdu. O za¬man «Zalimler Allah’ın rahmetinden uzak okun!» diye nida edildi.
(49) Kıyamet. Kıyamet nedir?’Sen onu.kendi kendine ■anladın* mı? O günde, ki. ,insanlar dağılmış• çekirge gibi birbirlerine’ girerler. Dağlar atılmış pamuk gibi olur. Tartıları ağır gelenler, razı olduğu hayatı yaşar, safa içindedir. ،-■ Tartılan hafif gelenlerin yeri ise cehennem! Cehennem nedir? Kızmış, kü ١- ؛ ■ ١ ؛ – ٠. – .(pürmüş bir ateş. (Karia-sûresi ؛
■؛ .50) Zilzâl sûresinin 1. ve 2. âyetleri)
BÜYÜK DEPREM
O günlerde meydana gelen korkunç bir deprem, Zilzâl sû¬resindeki tarifi hatırlatıyordu. İstanbul büyük hasar görmüş¬tü (51) (22 Nisan 1766 ٦ 13 Zilhicce 1179).
” Kurban bayramının üçüncü günü meydana gelen bu dep¬remde en çok hasar gören yapılardan biri Fatih Camii idi ve bu olay, batıl inancı olan kimseleri çok etkilemişti. Deprem kö¬tü yorumlara yol açtı ve halk, Kurban bayramının üçüncü gü¬nü meydana gelen bu olayda, Allah’a, koç yerine İstanbul’un sur ve saraylarının kurban edildiğini söylemeye başladı. Os-manlI împaratorluğu’nun Avrupa’da ancak İstanbul’un fethin¬den sonra sağlam bir şekilde yerleştiğini, Fatih tarafından yap¬tırılan caminin yıkılmasının imparatorluğun da yıkılacağına işaret sayılacağım söyleyenler oldu (52).
Depremin sebep olduğu hasar yirmi iki bin kese olarak he¬saplandı ki bu, onbir milyon kuruş eder. Bu para muazzam ol¬masına rağmen, cimri olmaktan ziyade tutumlu olan padişah, halkı da tatmin etmek için, masraftan çekinmedi ve zarar gö¬ren bütün yapıların onarılmasına karar verildi.
Fatih Sultan Mehmed Camii’nin vakıf gelirleri caminin onarımı için yeterli değildi. Yeterli para hazine yardımı ile ta¬mamlandı. Tamir işi için Haşim Ali Efendi görevlendirilmişti. Ondan başka yedi kâhyaya pazar binalarının, şehir surlarının, baruthanenin, saraçlar çarşısının, humâyun sarayının, yeni■; çeriler kışlasının ve Tophane’nin tamir işleri verildi.
Fatih Camii’nden başka Sultanselim Camii, Süleymaniye Ve Şehzâde camileri, Sultan Osman Camii, yapımı henüz ta¬mamlanmış Validesultan Çeşmesi ve Ayasofya Camii de tamir gördüler. Bunlardan bazılarının kubbeleri, bazılarının da sa¬dece minareleri hasar-görmüştü. Diğer bazıları, da, tamamen yı¬kılmıştı.
(51) Burada deprem tarihi Türk ve Avrupa takvimlerine göre bir gün farkediyor. 13 Zilhicce 23 Nisan’a rastlıyor, ama 13 Zilhicce 23 Nisanın gün batınımdan başlatılıyor ve deprem gün batışından yarım saat sonra olmuştu. Vâsıf, s. 275.
(52) O deprem olayında imparatorluğun yıkılacağı gibi bir kehanette bulunulma¬mıştı. Fakat ortaelçi Penkler, bu söylentinin o deprem sırasında ortaya atıl¬dığını ؛söylüyor. ■ . ■ . ,
Çevrede büyük hasar gören yerler arasında Büyük ve Kü- çük Çekmece,, Burgaz, Çorlu ve Karıştıran, kazaları vardı.’ Kı- saca, hemen hemen’ her tarafta duvarlar ve؛ camiler yıkılmış, şom ağızlılar bu olayı ordunun ve imparatorluğun yakında yı- kılacağına yormuşlardı. ٦ / ء ٠ ‘ ؛ ٦; , أ ; ، ؛
Fakat, şom ağızlıların kötü، yorumu ile bağlantılı olmasa da,• Muhsinzâde’nin sadrazamlığının ilk yıllarında meydana gelen iki yangm ve bir depremden iki, yıl, sonra,: kötü’ yorumu doğrularcasına, Rusya ile savaş başlayacaktı. Altı yıl sonra Muhsinzâde’nin ikinci sadrazamlığı döneminde bu savaş bü- yük bir felâketle sonuçlandı. Gürcistan’da, Kıbrıs’ta, Arabis- tan’da ve Mısır’da patlak, veren’ayaklanmalar da sanki şom ağızlıların kehanetini tamamlıyordu.
r.< ٩ I ■’أ ئ ة ءج’-ء أ■ ‘■*،؛، *’*■’ م’ل؟ •ي•؛ ٠١
KIBRIS OLAYLARI أ ا
Kıbrıs’ta,; Girne muhafızı Halil,Paşa, ada muhassılı,Çil Os~ man’a başkaldırmıştı. Onu yatıştırmak için.gönderilen yeni mu- hassıl Süleyman Ağa’yı da Halil Paşa Lefkoşe’de ، kuşatma al- tında tuttu (Haziran 1766) . ,
Emrine iki firkateyn ve iki küçük kadırga verilen Cafer Bey ile Tekke Beylerbeyi Kör Ahmed Paşa’ya, ayaklanmayı bas- tırıp âsileri cezalandırmaları emredilmişti. Fakat, ،Cafer Bey’in deniz erleri adaya âsilerden daha fazla zarar verdiler ve bu- radaki Türkler, Rumlar ve Frenklere.dehşet saldılar.٠ ؛ ’ ’ ء
Kör Ahmed Paşa’nın oniki gemi ve Tekke birliklerinden temin ettiği askerlerle adaya yaklaştığını gören Halil Paşa, Lef- koşe kuşatmasını kaldırarak Değirmenlik’e çekildi ve burada, çıkarma؛ yapan paşanın hücumunu bekledi. Bu hücum oldu ye çatışmada 1ل1هة Paşa öldürüldü, önün ve başlıca suç ortakla- rının başları vurularak İstanbul’a gönderildi. Bu başan. Kör Ahmed Paşa’nın üç tuğlu paşa unvanını almasına sebep oldu (Ağustos başlan). .,ء% ■؛ ‘ ك> ءرء م ، م؛ ء ء
Ö ğünlerde istahbul limanında bir yangın çıktı. Kaptan Çunkar, Galata ve Yenibahçe kapısı arasında demir atmış, fa- kat geceleyin gemisini terketmişti. Bu ihmalin sonucu, gemide çıkan yangın Cib Ali (Cibali) rıhtımı yakınında (Haliç’te) ba¬
zı Yahudi evleriniتtutuşturdu. Gemiyi oradan uzaklaştomak istedikleri zaman, yangın Kaptan Paşa köşküne de sıçradı؛. Bu- ساه üzerine Tosun Mehmed Paşa derya kaptanlığmdan azle-‘ dildi ve gerine Rumeli Eeylerbeyi Melek Mehmed Paşa tayin edildi (Ağustos 1766 – Rebiülevvel 1180). – ‘
. • Bundan’ bir süre sonra başka bir yangın, Aydınoğlu Tek- kesi ile Kaptanpaşa Medresesi arasında kalan evleri yakıp kül etti. Yangm, buradan da saray kapısına’ kadar geldi (23 Ocak
1767 – 23 Şaban 1180). ؛i د ا ‘ ‘
; GÜRCİSTAN’DA iç SAVAŞ i
Gürcistan eyâletinde başlatılan iç savaş, devlet için yan- gmlara göre çok daha büyük zararlara yol açıyordu. Çıldır Va- lisi Hâşan Paşa, Göril üzerine yürürken, geçit vermek isteme- yen Bori kalesinin sakinlerini tutuklamış, bir kısmını da kı- lıçtan – geçirmişti. Daha s¿nra Gürcü prenslerinde^ Dadyan’ı askere gerekli hububatı temin edebilmek’ için rehine almıştı; Ayrıca Sianço kalesini de ele geçirmiş, muhafız kundandan olarak buraya’Prens Salomon’un yeğeni Tahmuras’ı getirmiş- ti. Salomon ise kaçıp Rusların himayesine girn^iş bulunuyor- du (1765). ‘ .
٢’■ Haşan Paşa, Mingreli’de kışlamasını” tam1 ؛olarak bitirme- den, daha baharın ilk günlerinde, Salomon’un Sön kalesi olan Sevir’e doğru yürüdü. Yirmi beş gün■ süren bir kuşatmadan sonra kale teslim oldu. Bâb-1 Âli’nin tâlimatı üzerine bu-kale Tahmuras’ııi emrine^ verildi. Kutais’te Gürcistan’ın ileri, gelen* leri toplandı ve yapılan anlaşmayı imzalayarak Tahmuras ın■ tebası^olmajrı kabul ettiler. Haşan,Paşa, da kalenin anahtarla- rınıTahmuraş’a teslim etti (1766). .. -ئ»ي،رس
K’î.Canik muhassıIı.Ali Kiıtais’te bırakıldı.’ Emrindeki gar-” nizonda Canik’ten’ ve Erzurum’dan getirilen dört’bin milis• var-، dı. Bundan sonra serasker A^ska’ya döndü ve idare, eski’.va-‘ li Çelik İbrahim Paşa’ya üç tuğlu paşa unvanıyla yerildi.r.
.(!٠٦
٠ ٦ ‘ MISIR’DA ALİ PAŞA OLAY* . * . :٠٠
■ Mısır’da şeyh-ül beled’ler, yani* Kahire’nin yönetimini elle- rinde tutan en nüfuzlu Me^lü^ beyleri, uzun zamandan beri ©smanlı valilerine cephe almış bulunuyorlardı. Bâb-1 Âli, Mı- sır valisi Halil Bey’j azlederek onun yerine’Abaza Ali.Paşa’yı getirmişti. ‘■، ‘ ■ ،٠ د
٠ önce silalidar olan ve müteveffa kethüda İbrahim Paşa’nın himayesini gören Ali Paşa, Râgıp Paşa’nın sadareti sırasmda Dimyat’a (Mısır’da) kaçmıştı. Düşmanı Çerkeş İbrahim’in kâ- tili olarak aranıyordu. Çerkeş İbrahim’i Suriye’de, Âkkâ muha- fızı Şeyh Tahir’in yanında iken öldürmüştü.
■ ■Ali Paşa Kahire’ye döndüğü zaman, bazı’ dostlarının yar- dımı ile tekrar şeyh-ül beled oldu. Bundan yararlanarak Os-‘ manii valisi ‘Hamza Paşa’dan, diğer Memlûk beylerinden biri’، ve” kendisinin düşmanı olan Hüseyin Keşkeş Bey’in azledilme- sirii’istedi. Hüseyin Keşkeş o sırada, Yukarı Mısır’da, SalihrBey. admdaki başka bir Memlûk beyi ق1ل savaş halindeydi (53).؛”
Vali Hamza Paşa, Ali Paşa’nm isteğini yerine getirmediği gibi, Hüseyin Keşkeş’e gizlice bir mektup göndererek, daha ön- ce kendisi için çıkartılmış ‘bir fermanı dikkate almadan Kahi- re’ye gelmesini istedi. Bu, Mısır valilerinin her zaman uygu- lâdıkları v^ bütün ،İdare ilmini de özetleyen bir’vecizeye daya- iliyordu’: «Böl ve hükmet!»‘(54) (1766). •أ؛ د ’ ٠ *ر ص •٢■ ٩؛ • دي’ر
ؤ- ،Hüseyin Bey Kahire’ye. döndü ve evvelce el konmuş mal- larını. da geri istedi, öte yandan Salih Bey ve diğer bejler, ib- rahim Kâşif’ten yana olan .ye hepsi de Ali Bey’i düşman ilân eden onbeş Memlûk beyi ile birleşerek, iki,bin kişilik bir kuv- vetle ^şehre girdiler. Burada önce ■ihtida etmiş bir Napolili ile Hüseyin Keşkeş i zehirlemek istediler؛ ama başaramadılar (NÖT:
(53) ٠ devirde Mısırın idaresi sadece görünüşte OsmanlI valisinin elindeydi. Ger- Çekte ülkeyi Memlûk beyleri yönet؛y،>rdu• Vali yüksek memuriyetleri bu
– nüfuzlu beylere (aile ve gruplara) bir denge gözeterek dağıtmaya Çalışırdı. Beyler birbiriyle geçinemez, yüksek- mevkiler ve çeşitli menfaatler için de-
٠ ٦’ vamlı çatışma halinde • bulunurlar, ‘ istedikleri olmazsa valiye, ■ yani Bâb-1 Âli’ye başkaldırırlardı (Çevirenin notu). ‘٠ ‘ ؛ . ،
(54) 4 Mart 1766 tarjhli Lettera di Alessandria, Penkler’in ^ Haziran tarihli’ rapö- runa ekliydi.
9). Ali Paşa kendisine karşı birleşenlerin kuvveti karşısında direnemedi. Hâzinesini ve sekiz uşağını alarak Kubbet-ül Ze- heb (Altın Kubbe) aduıdaki bir köye çekildi. Fakat iki bin ki¬şilik kuvvet bu köyü kuşattı. Ali Paşa hayatını kurtarabilmek için üçbin altıyüz kese para ödemek zorunda kaldı. İddiaya gö¬re bu para, onun üç yılda toplayıp vermediği bir vergi idi (55)-. Ali Paşa’nın otuz milyon kuruş tahmin edilen malvarlığına da el konuldu. Bundan sonra Ali Paşa, evvelce olduğu gibi tekrar Suriye’ye giderek Şeyh Tahir’e iltica etti (56).
Böylece, Ali Paşa’ya karşı bir zafer kazanan Hüseyin Keş- keş, Memlûklerden Haşan Bey’i öldürttü, birkaçını da Cidde’ye sürdü (57).
Bu olaylar üzerine Hamza Paşa Mısır valiliğinden almdı Ve yerine Rakım Mehmed Paşa tayin edildi. Yeni vali, evvelce altı madde ile tespit edilmiş, Eşeriye ve Bekriye ailelerinin şeyhleri tarafından da imzalanmış bir vergi anlaşmasını uy¬gulayacak, Mekke ve Medine’ye verilmesi gereken buğdayın gönderilmesini de temin edecekti.
ARABİSTAN’DA KARIŞIKLIK
Bir süreden beri Medine’de de sükûnet bozulmuş, huzur kaçmıştı. Beni Ali ve Beni Safer, birbirlerinin can düşmanı olan aşiretlerdi ve bu da halkın ikiye bölünmesine sebep olmuştu. Beni Ali grubundan olanlar, öteki grubun, yakındaki geniş hur* ma bahçelerinin yer aldığı bölgeye gelmesini, Beni Safer gru¬bundan olanlar da ötekilerin şehir içinde üst makamları’ al¬malarını istemiyorlardı. Bu anlaşmazlık bölgedeki diğer Arap¬ları da çok rahatsız ediyordu. Mekke şerifi Musaid ile Cidde valisi, iki grup arasındaki, uyuşmazlığı gidermek için epeyce gayret sarfettiler. Hanefî mezhebinin müftüsü ise Şafiî mez-
(55) O tarihlerde yıllık vergi tutarı olan bin iki yüz’kesenin tutarı, altı yüz bin kuruş ediyordu ve orada bir kuruş bir duka altınına eşitti.
‘ (56) Alessandria’nın 19 Nisan 1766 tarihli mektubunda Ali Paşa’nın Gazze’de öldü¬rüldüğü yazılıydı ama bu doğru değildi.
(57) Vâsıf, s. 287’de anlatıyor- ,Volney ye Savary ise, bu olaylarla ilgili bir şey yazmıyorlar.
hebinin müftüsü, dört yüz kişiden oluşan bir heyetle Medine’¬ye gidip, bu kan kavgasma bir son vermek, çalman hayvanla¬rı tazmin ettirmek için çalıştılar. Bu çalışmalar sonunda Medi¬ne ile hurma bahçeleri arasında ulaşım sağlandı ve kutsal şe¬hir sükûnete kavuştu.
Fakat kısa bir süre sonra, Araplar Medine’de huzuru tek¬rar bozdular ve şikâyetler çoğaldı. Bunun üzerine, Mekke şe¬rifi ile Cidde valisine barış ve asayişin sağlanması için yeni bir emir verildi. Bu olaylarda Medine sakinleri hiçbir suçlarının olmadığını ispatladılar. Zaten herhangi bir Arabm Medine çar¬şısında ve ana caddesinde silahlı olarak dolaşması yasaklan-mıştı. Bu yasağa devam edildi. ■ . ,
SU BENDİ (BARAJ) İNŞAATI
Daha önce de sözünü ettiğimiz korkunç deprem, yalnız ca- mi ve surları yıkmamış, İstanbul’un su ihtiyacım karşılayan bendlerin, su yollarının ve sarnıçların da hasar görmesine se- bep olmuştu. Bunlar tamir edildi ve kısaca «Ayvaz» denilen ivazeddin Vâdisi’nde, eski bendin bir fersah yakınında yeni bir bend yapıldı. Fakat bu, eski bendde biriken suyun akışını sadece bir çubuk kalınlığında arttırdı (58).
Yeni su kemerinin henüz yarısı bittiği bir sırada padişah teftişe geldi ve çalışmalardân memnun kalarak işin yürütül- meşinden sorumlu Yenişehirli Çavuşbaşı ©sman Efendi’ye on- bin kuruş mükâfat verdi. ■ت ٠ ,
‘ Aynı günleme harap 0سا Mekke su kemerlerinin tamiri işi de Feyzullah Efendi’ye verilmişti. Bu kemerler Hunayn kay- nağmın suyunu Arafat dağına getiriyordu. Tamir için gereke^
(S8) Vâsıf, s. 278.
Andreossi’nin •İstanbul ve Boğaziçi» adlı ve 182؛؛’de yayınlanan eserinin 411. sayfasında, bu konuda şöyle deniyor: «Belgrad su yollarının, îvaz bendinin ve bunlara bağlı Su kemerlerinin, Muhteşem Süleyman (Kanunî) tarafından yaptırıldığı söylenir.» Oysa bu su kemerleri ve ^ırgaz bendi tâ Andronic za- manında yapılmıştır, faka، Kanunî zamanında tamir edilmişlerdir. İvaz ke-‘ merlerinin yapılması ise. III. Mustafa zamanına rastlar. Vâsıf’ın tarihinde bu husus açıkça belirtilmiştir.
masraf sekiz bin kuruştu ve para Mısır’dan alman vergiJerden düşüimek suretiyle temin edildi. Bu vesileyle hacılar «Devletin işleri su gibi hiçbir engelle’ kartlaşmadan yürüsün» şeklinde dua ettiler (59). ‘ ‘ ،■ ■’■■■■■،’ .
DONANMA DENİZE AÇILIYOR ‘■أ ؛
Padişah, donanma ile ilgili çalışmaları da yakından takip ediyordu. «Mesken-i Gazi» adlı savaş gemisinin denize indiril- mesi vesilesiyle düzenlenen merasimde hazır bulundu (6 Nİ- san 1767 – 7 Zilkade 1180). Bu olaydan’ ondört gün evvel deryâ kaptanlığına getirilen Mehmed Paşa, Râgıp Paşa’dan dul ط- lan padişahın kız kardeşiyle evlenmişti، yani padişahın kayın- biraderi idi. Padişah ona «Melek» lâkabını vermişti. Bundan bir ay sonra ve Kurban bayramından beş gün evvel, donanma limandan çıktı (4 Mayıs 1769 – 5 Zilhİ€ce 1180). Bir yıl önce do- nanma merasimle denize açılmak üzere iken, buna o büyük deprem engej olmuştu. م
د’ Kaptan Paşa sahil köşkünde padişahın elini öptükten ve kendisine kürk giydirildikten sonra, Dolmabahçe yakınında ve Barbaros’un türbesi önünde demir atarak burada birkaç gün donanmanın toplanmasını bekledi. Bundan sonra iki gün de Yedikule açıklarında vakit geçirdi. Oradan yıllık turunu yap- mak üzere Adalar Denizine (Ege’ye) doğru yelken açtı. Ada- lan korsanlardan temizleyecek, biriken vergileri de toplaya- çaktı.-, . , .
Kıbrıs’a doğru yoluna devam ederken, Maltalı korsanlara ait üç geminin bu ada açıklarında gömüldüğü haberini aldı. Ca- fer Bey’in kumandasındaki gemi bunlardan birini Kerpe açık- larındalyakaladı.، Gemi ele geçirilip, yirmidokuz korsan ve on- lara kumanda eden Maltalı şövalye esir alındı. İkinci korsan’ gemisini Koron üssünün kumandanı İbrahim Bey takip etti ve Mayna açıklarında yakaladı. İki saat süren çatışmadan son- ra bu ¿emi batırıldı ama, korsanlar paraya çıkıp kaçabildiler.
Bir Rus korsan gemisi,: Lazkiye açıklarında içinde yirmi- dört müslüman bulunan ^e şahtur denilen bir gemiyi yakala-
(59) Meşar-i umur-u ء،سمه،, vareste-i has١ فو»اا،، Kudret. Vâsıf, 298 .ة.
mış, Malta’ya doğru götürüyordu.. Onu, Girit’teki donanmanın kumandanı El-Hac Hüseyin Paşa yakaladı. Borda bordaya ge¬lerek çarpıştılar ve galip gelen Hüseyin Paşa korsan gemisini İskenderiye’ye götürdü. Mısır valisi onu bir hilât giydirerek taltif etti.. • ، * • ~
DİVAN TOPLANTILARI
‘ , Üçüncü Mustafa, çok yararlı olan bir geleneğe bundan böy¬le de uyulmasını, divan toplantılarının haftada en az bir defa yapılmasını istedi. Kubbealtı toplantıları, vezirler İstanbul’da pek bulunamadıkları için uzun zamandan beri yapılamıyordu. Ancak asker maaşlarının dağıtılması vesilesiyle (üç ayda bir) veya büyük kabul veya merasimler için bir araya gelebiliyor¬lardı. Bu toplantılarda devlet işleri görüşülemiyor, sadece bir¬birlerini görmüş ve halkıjı dikkatini çekmiş oluyorlardı. Son divan toplantısı, Fas Sultanı Mulay Abdullah Bin İsmail’in el¬çisini kabul vesilesiyle yapılmıştı. Bundan beş yıl önce de, Râ- gıp Paşa’nın *sadrazamlığı sırasında, Fas sultanı bir elçi ve bu elçi ile padişaha değerli kılıçlar, mücevherler, süslü eyer ta¬kımları göndermişti. ٠ . ٦
*O zamanki Fas elçisinin talebi, gemi yapımında gerekli malzemenin temini • idi. • Râgıp Paşa bu isteği derhal* karşıla- , mıştı. Bu defa gelen elçi ise, Üçüncü Mustafa’nın Fas Sultanı’- na yazdığı bir mektubun cevabını getiriyordu. Padişah, sultan¬dan, adamlarının ele geçirdiği Sirakuzalılara ait gemileri iade etmesini istemişti. Bu vesile ile Fas elçisi, padişaha, sultanın gönderdiği safkan dört Arap atı ile, yakutlarla bezenmiş bir eyer takımı hediye etmişti. ,
MEŞHURLARIN ÖLÜMÜ
O yılın Ramazan bayramından sonra yüksek mevkilerde- ki yeni tayinler ve değişiklikler ilân edildi. Devlet ricalinden ölenlerin sayısı da az değildi.
Kars valisi Mehmed Paşa’yı Karslılar istemediler ve ayak¬lanarak silahlı direnişe geçtiler. Kendilerine yumuşak davra-
nılmca cüretlerini daha da arttırdılar. Kalabalık arasından fır- latılan bir taş valinin dalağının üzerine isabet etti ve ölümüne sebep oldu. Şehrin A.ksakallan (sözleri geçen yaşlıları) ve nü- fuzlu kişileri ayaklanmaları güçlükle yatıştırdılar ve sükünet sağlandı. Asayişin korunması ve kargaşalığa sebep olanların cezalandırılması işi, Van valisi Sanzâde Mehmed Paşa’ya ve- rildi (60).
Aydın sancağı da Karş’takine benzer bir ayaklanmaya sahne oldu. Eğridirli Yılanlı Musa Efendi, Aydın muhassılı Ve- zir Abdurrahman Paşa’ya karşı isyan bayrağını kaldırmış, Ab- durrahman Paşa da Eğridir kalesine sığınmıştı. Sonra buradan da kovulmuş ve Ermenek’e kaçmıştı. Burada )kepdisine, Şeyh Efendi arka çıktı, Abdurrahman Paşa, Yılanlı Musa’yı, bir da- ha Eğridir’de görünmemesi şartiyle affetti, Faka، az sonra Is- parta yolunda vefat edince, Yılanlı Musa Eğridir’e döndü.
Aynı dönemde eski Şeyhülislâm Ebubekirzâde Ahmed Efendi’nin ölümü de büyük üzüntüye sebep oldu. Âlim olduğu kadar konuksever olan bu büyük insan, sofrasını da, bilgisini de başkalarıyla paylaşmaktan her zaman memnun olurdu (3 Temmuz 1767 5 ء Safer 1181). -؛١ .
Yine o günlerde eski İstanbul Kadısı ve meşhur Naili Efen- di’nin oğlu, gece gündüz kendisini tarih araştırmalarına veren Hamid Mehmed Efendi de öldü (13 Mart 1767 r 12 Şevval 118©).
KIRIM HANI NIN VE ŞEYHÜLİSLÂMIN ؛ AZİLLERİ
Bundan yedi hafta sonra Kırım Hanı Selim Giray azledil¬di ve yerine Arslan Giray getirildi. Arslan Giray oniki yıl ka¬dar önce, Bâb-ı Âli’nin rızası olmadığı halde hanlıktan düşü¬rülmüş, Rodos’a sürülmüştü (3 Mayıs 1767)Fakat tahtına otur¬mak için henüz Bahçesaray’a gelmeden, kendisine refakat eden mabeynci ile Kavşan’da bulunduğu sırada vefat etti, Bu defa, aynı aileden olan Maksud Giray, Kırım Hanı oldu.
(60) Bunlan anlatan tarihçi Vâsıf olayların görgü tanığıdır. Çünkü o sıraçla Kars’¬ta vergi muhassılı olarak bulunuyordu.
؛ Selim Giray’ın azlini Şeyhülislâm Dürrizâde’nin azli takip etmişti. Bu şeyhülislâm, Râgıp Paşa’nm savaştan yana olan fi- kirlerine karşı idi ١١٧ ^٢ yüzden Rusya’dan yana görülüyordu. Oysa onun»nalefi olan Veliyüddin Efendi ise, tıpkı Maksud Gi- ray gibi, Rusya ile harp edilmesinin ateşli bir taraftan idi (23 Nisan 1767 24 ء Zilkade 1180) , ‘
;> BÜYÜK YANGIN ,
م Bu sırada Pera (bugünkü Beyoğlu) semtinde çıkan bir yangını, felâket yorumculan yine büyük bir harbin habercisi saydılar. Bu yangında Rusya, Napoli, Hollanda sefarethanele- riyle yirmisekiz ev ve bir fransisken kilisesi yanıp kül olmuş- tu (27 Ekim 1767 3 ء Cemazielevvel 1181).
Bundan beş yıl önce, Râgıp Paşa’nm ölümüne yakın gün- lerde de, onun Belgrad anlaşmasını bozup Prusya ile ittifak kurarak Avusturya’ya savaş açmayı düşündüğü sıradâ bir yan- gın olmuş, Triniter Kilisesi yanmıştı. Halk bunu da savaşa işa- ret saymıştı. ‘
Bu defa Pera’da çıkan yangında Fransız sefarethanesi kül olmaktan, o sırada İstanbul limanında demir atmış bulunan Fransız gemilerinden yardıma gelen denizcilerin gayreti ile kurtulmuştu. ‘ ‘
٠ MISIR’DA KARIŞIKLIK
– ٠ güne kadar hiçbir AvrupalI tarihçinin adından söz et، mediği, Osmanh tarihçisi Vâsıf Efendi’nin ise Bulutkapan lâ- kabını taktığı Abaza Ali p؟şa’nın Gazze’ye kaçışından bu ya- na bir yıl geçmişti. Yukanda da bahsettiğimiz gibi, Buiutkapan Ali Paşa’yı Mısır’dan sürüp çıkaran, ona karşı olan Memlûk beylerinin başı Hüseyin Keşkeş idi. Yeni Mısır valisi Rakım Mehmed Paşa, eyâletin iç işleriyle ilgili özel kanunu tekrar yü- rürlüğe koydu. Ama sükûnet uzun sürmedi ye Bulutkapan Abaza Ali Paşa Gazze’den gelerek yukarı Mısır’a yerleşti. Bu- rada Mağriblilerden, Fellâhlardan ve çöl Araplarından oluşan bir ordu meydana getirdi. Bu ordu ile bütün Mısır’ı tehdit edi¬yordu. Tam bu sırada Kahire’de üç •vezir bir araya gelmiş bu¬lunmaktaydı. Bunlar eski vali Hamza Paşa, yeni vali Rakım Mehmed Paşa ve Mısır hacılarının emiri olan eski Cidde va¬lisi Ahmed Paşa idi. Üçü de Osmanlı Devleti’nin temsilcisi 0I7 dukları için, Memlûklerin birbirine muarız ve hasım olan her iki grubu tarafından hem istenmiyor, hem de bunlardan kor¬kuluyordu. En büyük iki Memlûk partisinin beyleri, Hüseyin Keşkeş ile Bulutkapan Ali idi.
Hüseyin Keşkeş Kahire’ye hâkimdi. Ocaklılarla, yani yerli askerlerden oluşan yedi birlikle ittifak halindeydi. İyi kabul görmediği düşüncesiyle yeni valiyi istememeye ve eyâleti ye¬ni karışıklıklarla tehdit etmeye başlamıştı. Fakat durumu, Bâb-ı Âli’nin menfaatlerini çok iyi koruyan ve meseleleri çok iyi bi¬len Rakım Mehmed Paşa’ya saygılı olmaya onu mecbur edi¬yordu.
Evvelce İstanbul’da kethüda olan İzi Ahmed, güçlükle de olsa, Hüseyin Keşkeş ,ve taraftarlarının endişelerini giderdi. İzi Ahmed Kahire yakınlarındaki Adiliye’de ؛karargâh kuran Hüseyin Keşkeş’i Kahire’ye ve bu şehre hâkim bir noktada bu¬lunan kaleye götürdü (12 Ekim 1767).
Fakat Hüseyin Keşkeş bu görevi. yerine getirir getirmez, Memlûk süvarilerinden oluşan kalabalık bir birliğin başında, kendisini takip eden diğer beş Memlûk beyi ile birlikte, Bulut¬kapan Ali Paşa ile karşılaşmak için harekete geçti. Bulutkapan Ali Paşa’nın ordusu Yukarı Mısır’da, Kahire’ye dört gün uzak¬lıkta idi. Salih Bey’le ittifak kurmuş ve ordularını birleştirmiş-lerdi.
٢ Hüseyin Keşkeş, öncü kuvvetlerin kumandanlığını Kethü¬da Mumcu Ali’ye verdi ye onu düşman mevzilerini keşif için ileriye gönderdi.’ Fakat Mumcu Ali’nin öncü birliği pusuya dü¬şürüldü ve kılıçtan ,geçirildi. Nihayet iki ordu, Kahire’ye iki günlük mesafede bir yerde karşılaştılar. Bu savaşta Hüseyin Keşkeş yenildi. Bütün karargâh ve topçu birliği Bulutkapan’ın eline geçti (20 Ekim 1767) (61). ،؛
(61) Lettera di Ali Paşa, 27.,Ekim. Bu mektup, Brognard’ın 29 Aralık 1767 tarihli raporuna ekli idi. – > ١ ; >
Bundan sonra ,Kahire, Bulutkapan’la müzakere iç؛n hare؛• kete geçti. Davet edilen Bulutkapan’a, şehre ancak sekiz bin kişilik bir kuvvetle girebileceği, bütün orduyu getiremeyeceği bildirildi.
Bulutkapan Ali Bey'(Paşa)’ iki gün sonra,’ uç yıldan beri sürgünde bulunan ve gözden düşmüş bütün diğer beylere ha- berciler gönderdi ve müttefiki Salih Bey’le birlikte, gös^rişli bir şekilde Kahire’ye girdi (22 Ekim 1767). ‘
Vali Mehn^ed Rakım Paşa’nm huzuruna çıkarak ئللل1قهظ ğmı bildirdi ve saygılarını sundu. ;Vali de onu şeyîı-ül beled (yani şehirler şeyhi, valiye bağlı en yüksek memur) ilân etti ve bunun simgesi olarak da değerli bir kürk giydirdi.
■’ Memlûk Beyi Ali Paşa’nın iktidarı işte böyle başladı. Onun valiye, yani Bâb-1 Âli’ye bağlılığı sadece zahiri’ idi. Bu sözde bağlılığın delili olsun diye ve Bâb-1 Ali’ye ödenecek vergi ثة1ه rak, alelacele bin beşyüz kese para topladı. رء *
Fakat, tâbilik maskesini çabuk çıkardı ve bir f yıl sonra kendi adına para bastırmaya başladı (1766). o sırâda başka gaileleri olan Bâb-1 Âli buna müdahale edebilecek durumda değildi. Sadece valiyi değiştirmekle yetindi! Rakım Mehmed Paşa, en önemli eyâletlerden biri’olan Mısır’ı yönetemeyecek kadar yaşlı idi. Onun yerine Rakka valisi Dividdar Mehmed Paşa tayin edildi. ‘ ‘ ٠ ر ■ *’
MEDİNE’DE GERGİNLİK ؛
*’ ‘ Medine’de şehri savunmada önemi büyük olan iki kapı- nın kapanması (62), şehirlilerle çevredeki Araplar arasmda gerginliği iyice arttırmıştı. Bu tedbiri gerekli görerek uygula- yan Kebab Salih’in Ölümü ve taraftarlarından bazıl^rı’nın iki grup arasındaki anlaşmaya rağmen İdam edilmeleri, şehir sâ• Kaklarında sık sık silâhlı çatışmalara sebep oluyordu, işte şim- di burada da sükunet sağlanmış görünüyordu. ٦٦٠ ‘ ز
Bu kutsal şehirde asayişi sağlamakla görevlendirilecek el-
(62) Kapatdan Kapılar: Gaza Kapjsı ve Fetih Kapısı. Vâsıf, s. 506:
Hsmmcr lknhi.C: Vlll. F.:25
li özel muhafız ayrıldı. Bunlar için gerekli iki hin dukalık tah¬sisatı da Bâb-ı Âli onayladı.
GÜRCİSTAN VE KARADAĞ OLAYLARI
öte yandan, imparatorluğun kuzey-doğu ve güney-doğu sı¬nırlarında (Gürcistan ve Karadağ) eyâletlerin durumu, güney sınırlarındaki durumdan daha iyi değildi. Ahıska valisi İbra¬him Paşa bu şehirden kovulunca, Bâb-ı Âli onun yerine Trab¬zonlu Numan Paşa’yı tayin etmişti. Numan Paşa çok sayıda askerle âsilerin üzerine yürüdü, meydana gelen iki çarpışma¬da onları tepeledi ve idareye hâkim oldu. Aynı zamanda daha ؟ok؛ Çıldır Valisi olarak tanınan Ahıska valisinin kethüdası, Go¬ril Prensi Şalomon’u takibe koyuldu. Bağdadcık (yani küçük Bağdad) denilen kalede kamp kurduğu zaman, âsi prens Salo- mon buraya gelerek özür diledi ve bütün kabahati eski Çıldır valisi Ahmed Paşa’ya yükledi. Ahmed Paşa’nın Ahıska’da bir cami ve bir kütüphane ؛ yaptırdığını daha önce söylemiştik.
Prens Salomon bundan böyle Bâb:ı Âli’nin bütün emirle¬rine uyacağına, Rusya’nın tahriki ile Gürcüleri ayartan bir Rum keşişini (63) de teslim edeceğine, Soveyra kalesini yıka¬cağına veya burasını bir Osmanlı garnizonu haline getirece¬ğine, esir satışlarına da karşı çıkmayacağına söz verdi، Bu tek¬lifler Bâb-ı Âli’ye bildirildi ve Bâb-ı Âli kabul etti: Soveyra ka¬lesi yıkıldı, Rum keşiş Hısn-ı Keyf kalesine hapsedildi ve Salo- mon’a tekrar Gürcistan Prensi (Açıkbaşlar Hanı) unvanı verildi.
؟ Küçük – Etienne (Küçük Etyen) adında diğer bir keşiş ise, yine Rusların yararına olarak Avrupa’da faaliyet göstermiş, Karadağ halkını ayaklandırmıştı. Bu keşiş peygamber oldu¬ğunu, ilham ve emirleri doğrudan doğruya Allah’tan aldığını iddia ediyor, yakında ٠ Rus ordusunun geleceğini, Karadağ’da hükümdarlık kurulacağım, Niksig’den Sentari’ye (64) kadar olan yerlere hâkim olacağmı söylüyordu. O sırada Bosna va¬lisi olan eski silahdar Mehmed Paşa ile Rumeli valisi Mehmed
(63) Vâsıf, s■ 315’te, Rum keşişin adını Katalkoz (?) olarak bildiriyor. . –
(64) Bosna valisine ait raporun tercümesi, Brognard’m 1 Ekim 1766 tarihli rapo¬runa eklidir.
Paşa, tımar askerleriyle bu keşişin üzerine yürüdüler; çıkan çatışmalarda onu yendiler ama, dağlık bölgenin ortasında Cet- tinge kalesine hücum edemediler. Keşiş bu kaleye sığınmıştı. Daha önce bu kaleyi Bosna valisi Köprülüzâde Numan Paşa da ele geçirememişti ل65ا. ji ••’أ.اة ■
;Bosna valisinin Bâb-1 Âli’ye yazdığı raporlarda Küçük Et- yen’e ^arşı sağlanan başarılar, OsmanlIların Banyaluka’da (66) Almanlara karşı kazandığı zaferden daha önemli gösteriliyor- du. kürklerin bu zaferi, AvusturyalIlara karşı yapılan son sa- vaşta Ali Hekimzâde tarafından kazanılmıştı. ن .
PADİŞAH YÖNETİMİ ELE ALIYOR ١
، Padişahın sevgili kız kardeşiyle evli bulunan sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa, bu mevkide ancak karısının des- teğiyle ve padişaha mutlak itaati ile kalabiliyordu, üçüncü Mustafa, Râgıp Paşa’nın ölümünden beri devlet işlerini’bizzat yürütmekteydi. IV. Murad’dan bu yana, devletin bütün işle- riyle bizzat meşgul olan başka padişah yoktu.
‘En‘nüfuzlu dar-üs-saade ağası’ olan ve haremde her iste- diğini yaptıran Bekir Efendi’nin idamı, bu ağaların saraydaki hâkimiyetlerine son vermişti. Râgıp Paşa altı yıl boyunca dev- let dizginlerini elinde tutmuş, hem üçüncü Osman’ın saltanatı- هم son yıllarında, hem üçüncü Mustafa’nın padişahlığının ilk yıllarında, devleti tam bir denetim ve hâkimiyetle yönetmişti. Ama onun ölümünden sonra yerine gelenler aynı kudreti gös- terememiş, padişah devlet işlei’iııi bizzat yürütmek zorunda kal- -mıştı. Zaten bunu da istiyordu. Bahir Mustafa Paşa biraz ken- di bildiğine hareket etme^ istemiş^ ama, bu tutumu hayatına mal olmuştu ,
‘^Muhsinzâde Mehmed Paşa ise, devleti Rusya ile savaşa sü- rükleyen güçlükler ve bunalımlar arasında, hayatını ancak’ka- !*ısının tesiriyle ve padişaha mutlak itaatiyle kurtarabilmişti.
(65) Brognard’ın 1 Ekim 1766 tarihi¡ raporundan. Vâsıf s.’311’de, bu olaydan çok sathi olarak söz ediyor. , ٠- . •*’
(66) Viia’nın (Paris, 1821’de yayınlanan) Karadağ’a yaptığı tarihî ve siyasî gezi- !erini anlatan seyahatnamesinde bu konu ile ilgili t.ek kelime yo^.
O dönemde, bir sultanla evlenmek suretiyle sarayla akra¬balık kurmak, itibar ve siyasî nüfuz bakımmdan, eski dönem¬lere .göre çok daha önemliydi; ve Üçüncü- Mustafa’ya yaranma¬nın bir. yolu* da bu idi. Aksi halde sadrazamları azil, sürgün ya da ölüm cezası bekliyordu. – . ،
‘ Padişahın üç. kayınbiraderinin kubbealtı vezirleri olarak İstanbul’da oturmalarını engelleyen, onları valisi bulundukla¬rı eyâletlere göndermek suretiyle uzaklaştırabilen yalnız Râ- gıp Paşa olmuştu. Râgıp’Paşa kendi akrabalarına da aynı şe¬kilde davranmıştı. Böyle yapmakla damad vezirlerin eşleri olan sultanlar tarafından da bir kötülük görmemişti. Fakat, Sad¬razam Bahir Mustafa Paşa Saliha Sultan’ın kocası olan Kap- tan-ı Derya’yı azledip bir valiliğe tayin edince, Saliha Sultan’- ın hışmına uğramaktan kurtulamadı. Azlinin ve daha sonra idam edilmesinin sebepleri arasında Saliha Sultan’ıri tesirleri de vardı.
‘ ŞAHSULTAN’IN NİŞANLANMASI ■
Bundan önceki bölümlerde de’ gördüğümüz gibi- ücüncü Mustafa sultanları evlendirmekten hoşlanırdı. Çok sevdiği ye- ğeni Hanım Sultan’ı evlendirmekle kalmamış, kendi kızlarını da daha beşikte iken nişanlamıştır. Kızı Hibetullah Sultan da- ha erginlik çağına ulaşmadan vefat etti, öbür kızı Şahsultan’ı Sadrazam Hamza Paşa ؛ ile nişanlamıştı. Hamza Paşa sadra- zamlıktan■ azledilince,, sırasiyle.Kandiye valisi, Mora muhas- sılı, Mısır ve Arabistan valisi oldu. Hac farizasını yerine getir- كس için gittiği Mekke’de öldü,(67), ,
Şu anlatmakta olduğumuz günlerde ise hayatta olan iki kızından büyük olanını, yani Şahsultan’ı، nişancıbaşılığa terfi eden vezir Mehmed Emin Paşa ile nişanlamak istedi. Şah- sultan henüz dokuzuncu yaşma basıyordu. İslâm Şeriati kız- lar için bu yaşı erginlik çağına ulaşmış kabul ediyordu. Nişan, hıristiyan takvimine göre yılın ilk gününe rastlayan bir cuma günü yapıldı ve nişanlılar birbirlerine nişan yağlığı ile nişan armağanları gönderdiler (1 Ocak 1768 – 10 Şaban 1181).
(67) 1183 (1769)’de. Cavid’in Sadrazamlar tezkiresinden. ‘ ؛
Nişan hediyesi, teamüle uygun olarak önce Bâb-1 Âli’ye,1 oradan da saraya gönderilirdi. Hediyelerin listesini alan dar- üs-saade ağası bunu nişanlı sultana .ulaştırdı, öte yandan ni- şan yağlığı dar-üs-saade ağası tarafından sadaret kethüdası- na, onun ؛tarafından da müstakbel damada yerildi.أ.’إ ؛ ,. ؛ ى؛
Damadın nişanlısına gönderdiği ‘hediyeler geleneğe uygun’ olarak şunlardan meydana geliyordu: Bir ‘eimas yüzük, en de- ğerli bir çift zümrüt küpe, elmas zümrüt ve incilerle süslü bir- tül, yine İncili ve zümrüt düreli iki iğne, elmaslı‘ bir çift bi- lezik, elmaslı bir kemer, bir ayna, yakut ve incilerle süslü bir merasim mantosu, incili-yakutlu terlikler, bir çift incili-yakut- lu ayakkabı, İstanbul’da imal edilmiş çok değerli üç parça ku- maş ve nihayet çiçek ve şekerleme dolu vazolar, kâseler…
Bu hediyelerin sayısı 7 (yedi)’den fazla idi، Doğu-lu kadın için «7» sayısı uğurlu kabul edilir. Çünkü bu sayı Müslüman- ların inanışına göre meleklerin hareket galinde bulundukları yedi küreyi (yedi kat gökyüzünü) simgeler. Bunu da, tac, yü- zük, kolye, küpe, bilezik, halhal veya uzun konçlu؛ince ayak-j kabı ve bel kemeri ile ifade ederler. Fakat yukarıda da gördü-• ğümüz gibi, nişanlı sultana gönderilen hediyeler arasında bun- lardan başka tül, terlik, ayakkabı gibi armağanlar da vardı.
Çok eskiden, Doğu’da, bu hediyeler o kadar’değerli olur- muş ki, meselâ İran veya Mısır kraliçelerine hediye edilen yal- nız tül, kemer ve terlikler bütün şehirlerin‘ bir yıllık gelirleri
ile temin edilirmiş. ‘ ،»، ‘. . ■’؛
Yukarıda saydığımız yedi hediyeye, şal, kumaş,،terlik, ayak- kabı, meyve, çiçek ve şeker ilavesiyle, damadın nişanlısına gön- derdiği hediye s^sı ^edi sayısını؟ iki katına (bazen ,üç katı- na, aıiıa hep 7 sayısının katları ■gözetilerek) çıkarılmış oluyor. Müstakbel gelin de müstakbel damaca,’ nişan mendiline (o za- manki deyimi ile nişan yağlığına) sarılmış bir kumaş gönde- rir. Padişahın eşlerinden birine lütuf ta bulunmak’ istediği za- man sözde ayaklan dibine bi¿ mendil atması hikâyesi, işte bu nişan mendili gönderme âdetinden çıkarılmıştır. ر؛ ‘ ؛
Vezir Mehmed Emin Paşa nişan vesilesiyle gelinden baş- ka şe^âde Selim’e, şehzade Mehmed’e, Şahsultan’ın küçüğü olan Beyhan Sultan’a da çiçek, meyve ve şeker göndermişti.
Bu nişan olayından beş ay• sonra Hatice Sultan dünyaya gel- 24) ؛ه Mayıs 1768 – 7 Muharrem ل82ا:,ل , , ‘
Padişahın iki imrahoru üç ay ara iie saraydan ayrılıp üç tuğlu paşalar sırasına girdiler. Bunlardan biri, eski çetecibaşı yardımcısı Hüseyin Ağa id؛, önce Karaman valiliğine, sonra da Anadolu Beylerbeyliğine tayin edildi. İkincisi ve Hüseyin Ağa’nın halefi, Hotin muhafızlığına getirildi ve kendisine Bo- zok ve Yanya, sancakları has olarak verildi (68). Bundan bir süre sonra da, Yeğen Hüseyin Paşa Bende؟ muhafızı oldu. ;;
ÖNEMLİ KİŞILER’ÖLÜYOR
Sadrazama gelince, kendi başına verd^i tek emir, başkent- te yeni hamamların yapılmasını yasaklamak oldu. ،Çünkü ه günlerde İstanbul odun ve su sıkıntısı çekmeye başlamıştı.
‘^’Üçüncü Mustafa devlet işlerini gittikçe kendi ellerine alı- yor, sık sık ve gizlice Bâb-I Âli’ye geliyor, burada sadrazam, sa- daret kethüdası ve reis-ül küttapla gizli toplantılar yapıyordu. Bir sabah bu toplantılardan, birinden çıkarken, Kâhyabey (sa- d^ret kethüdası) orada vebadan (?) öldü.. Padişah buna çok üzüldü, ölenin çok zengin mirası kendisine kaldığı halde, «Kâh- ya’nın ömrünü biraz uzatabilene bu mirasın iki katını verir- dim» dedi. Kethüda Kâşif Efendi’nin tutkusu para ti ve cimriliği ile tanınıyordu, ölümü devlet için büyük kayıp oldu, çünkü ondan daha çalışkan bir memur yoktu, !ki defa reis-ül küttap, sonra defterdar ve defter emini, ikinci defa sa- daret kethüdası olmuştu. Bütün؛ bu görevlerde herkeste bulun- mayan bir li^kat,’‘bir beceriklilik göstermiştir. Fakat o ^adar cimri idi ki, fakire bir paralık sadaka verdiği görülmemişti.
Aynı günlerde defterdar Avni Efendi de vefat etti. Bu iki ölüm, idarede değişikliklere sebep oldu. Reis-ül küttap Hama- mizâde Ömer Efendi Sadaret kethüdalığına (yani dış işlere bakan reisefendilikten iç işlere bakan sadrazam yardımcılığı- na), Çavuşbaşı Osman Efendi beyefendiliğe getirildi. Abdüllâ- tif Bey ise ikinci defa mabeyn-i hümâyun müşirliğine tayin olundu.’ >■ • ؛،■’؛ ن’ ‘ ‘ ،f;
(68) Vâsıf,،s; 311: 1182 yılının Sefer ،iyinde(. ‘ ،■’. ‘ ,
Prenses Şahsultan’ın nişan gününde defterdarlık kethüda¬sı ihtiyar Ebubekir Efendi de öldü (1 Ocak 1758 – 16 Şaban 1181). Bâb-ı Âli’nin en- saygı gören, Üçüncü Mustafa’nın en tecrübeli idarecilerinden biriydi. Kırk yıl önce IH. Ahmed za¬manında hasodabaşı olmuştu. Onüç defa؛ nişancı, sekiz defa yeniçeri kâtibi, yedi defa divan kethüdası olmuştu.
Muhsinzâde Ahmed Efendi bir makam sahibi değildi ama, tarihçiler onun Ölümünden, sadrazamın akrabası ve Cidde’de vali iken ölen Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın oğlu olduğu için bahsediyorlar., , • ، .
Dar-üs-saade ağasının ölümü başkentte geniş yankılar uyan¬dırdı. Buna da sebep, dar-üs-saade ağasının devlet işlerinde çok etkili bir kişi olması değil, hekiminin cehaleti yüzünden ölmüş olmasıydı C3 Haziran 1768 – 17 Muharrem 1182). Hekimi ona, «Altmış»« lâkabı ile tanınan ve en ünlü.müderrislerden biri olan Giritli İmam İbrahim Efendi tarafından tavsiye edilmiş¬ti. Yanlış tedavi yapmasına çok kızan padişah, hekimi sorguya çekerek dar-üs-saade ağasına ne tür bir ilâç verdiğini, hekim¬liği nerede öğrendiğini sormuştu. Bu sorgudan anlaşılmıştı ki, sözde hekimin beratı (diploması) yoktu. Zaten o günlerde İs¬tanbul’da diplomasız şarlatan eczacılara da çok. rastlanıyordu.
Padişahın* sorgulamasından sonra İmam İbrahim Efendi müderrisler listesinden çıkarıldı, himaye ettiği sözde hekimle birlikte İstanbul’dan sürüldü. Aynı ceza, Bâb-ı Âli tercümanı Karaca’nm akrabası olan Mano ismindeki başka bir hekime de verildi. Mano, hekimlik yapamayacak kadar ihtiyarl&mıştı ve artık hekimlikten ziyade tercümanlık yapıyordu.
Bu çeşit felâketlerin tekrarlanmaması için, padişah bir emr-ü hümâyunla «Bundan böyle herhangi bir kişi diploması ve hekimlik ruhsatı olmadan bu işle uğraşır ve başkalarının hayatıyla oynarsa, kendi’hayatından olacaktır!» dedi.
Padişah hekimlik işine böylece el koymuştu. Tabii kendisi tıpla meşgul olmuyordu. Fakat onun emriyle Hekim Subhi ‘ Efendi ve saray tercümanı Herbert, işbirliği yaparak, Boerhave’- ، nin aforizmalarmı tercüme etmeye başladılar.
Dar-üs-saade ağasının ölümünden üç gün sonra, Sadrazam İbrahim Paşa’nın oğlu Genç Mehmed Paşa vefat etti (6 Hazi-
ran 1768 -20 Muharrem 1182). Genç Mehmed, daha babasi ha¬yatta iken vezir rütbesini almıştı. Fakat sara hastalığına ya¬kalandığı için Beşiktaş’taki yazlık evine çekilmiş, orada haya¬tının kırk yılını, babasının kurduğu hayır vakıflarını yönete¬rek geçirmişti. «Genç» lâkabı, üç tuğlu paşa unvanını çok ؛genç yaşta aldığı için verilmişti ve’bu lâkabı yarım asır, mezara gi¬rinceye kadar taşımıştı (69). ؛ ١ ٠ h r؛
O günlerde ölen diğer bir ünlü de padişahın hekimbaşısı Kâtipzâde Mehmed Refii Efendi oldu ve onun yerine Mehmed Emin Efendi getirildi. Mehmed Emin, Süleymaniye müderris¬lerinden biri ve buradaki Tıp okulunun en seçkin, en tecrübe¬li ilim adamı idi. , , :• ٢ .١
٠، ،، SARAY HEKİMİ GHOBİS
١ Padişah’ın hekimba؛şılığı gelenek olarak ‘ancak ulemâdan birine ■ verilirdi. Fakat uzun süreden’beri, bir hekimin müder¬ris oluşu iyi bir hekim olduğuna delil sayılmıyordu. Onun için, sarayda •ve haremde padişah ,Frenk hekimlerini terci¿ eder ol¬muştu. Frenklerin doktor olarak – saraya girmeleri؛, Avrupalı elçilerin onları çok defa ajan, aracı ya da casus olarak kullan¬malarına fırsat veriyordu. Meselâ, Sultan Mustafa’nın hekimi Napolili Çaro, o günlerde Napoli’ye tamamen siyasî (tabii bu amacını gizleyerek) bir seyahat yapmıştı. Penkler’in bazı tav¬siye mektuplarını da götürdüğü için orada eşsiz bir karşılama ve itibar görmüştü. ٠ . .
. Caro’nun yerini daha sonra Alman Ghobis aldı. Bu he¬kim, haremdeki kadınlardan ;bazısının ayak ağrılarını geçir¬miş ve padişahın büyük güvenini؛ kazanmıştı. Şahsultan’ın 11İ7 şanından üç gün önce, Ghobis, haremde, Sultan’ın yanında bu¬lunuyordu. Padişah birdenbire hiddete kapılmış, Rusya’yı aşa¬ğılayan, tahkir eden sözler söylemeye başlamıştı. Padişah,’ Al¬man hekime,’ «Gürcistan’da ve Polonya’da yaptıkları için bü devlete savaş ilân edeceğim, Rus altınlarına’ dayanamayıp beni
(69) Vâsif bu konudaki ayrıntılı bilgiyi Çesmı’zâde ve Muhsinzâde tarihlerinden al-
– dığını söylüyor• ٠ engelleyen ulemâdan ’ tefessüh1′ etmiş bazı kişiler olmasaydı, bu- nu çoktan yapacaktım!» dedi. “‘■،٠* ١١
٠ Padişah’m Ruş altınları ile baştan çıktıklarmı söylediği ulemânın başında, kısa bir süre azledilmiş bulunan Şeyhülis- lâm Dürrizâde Efendi bulunuyordu.
Padişah, hekime hitaben■ yaptığı konuşmayı şöyle bitir- di: «Umarım Avusturya Rusya’nın müttefiki olmadığına göre bu tasarıyı uygulamama karşı çıkmaz, zaten bu، devlet tara- fından tehdit edilen Polonya benden, ordularımı gönderip hür- riyetlerini kurtarmamı istiyor.»
, Bu konuşma, o güne kadar gizli tutulan Bâb-1 Âli’nin harp kararının bir ;açıklaması idi. Oysa şimdiye kadar ‘ yapılan ko- nuşmalar, böyle bir hüküm verdirmeyecek kadar kapalı, ted■؛ birliydi. .
Alman hekim, bu konuşmanın gerçek anlamı üzerinde bir yanılgıya düşüp düşmediğini anlamak için, Padişah’ın favori- lerinden biri, olan cüce Mustafa ile de bir konuşma yapmış ve yanlış ‘anlamadığını, Devlet’in gerçek niyetinih Ruslara savaş açmak-olduğunu öğrenmişti. ، !
Gerçekten, görünürde hiçbir sebep yokken, Mehterhâne-i Hayme’nin başağası, yani sererlerde kurulan humâyun çadır- lârının başsorumlusu. Paşa .Kapısı’na . çağrıldı ve sadrazam kendisine çadırların durumunu sordu. Sonra da, yakında Şeh- zade Selim’in sünnet edileceğini, bu maks’atla çadırlara ihti- yaç olacağını, birkaç yüz çadırın hazır hale getirilmesini em- retti.
Hekimbaşı Ghobis, sarayda şehzâde Selim’in sünnet düğü- nünün söz konusu olmadığını öğrenince, padişahın harp hazı؟iığı- nı başlattığından şüphesi kalmadı. Bu bilgiyi Hekim Ghobis’ten alan’ Avusturya ’elçisi Brognard da, Sultan Mustafa’nın Rusya il¿ savaşa karar verdiğini öğrenen ilk elçi oldu. Fakat birçok müzakere, yeni projeler ve diplomatik nota teatileri ile vakit geçecek, savaş ancak dokuz ay sonra ba^yabilecekti. ٦’
BÂB’l ÂLİ İLE FRANSA VE RUSYA ELÇİLERİ
ARASINDA NOTA TEATİSİ – , ،
Rusya ile savaş tohumları o yılın başında, Rus birlikleri¬nin Polonya’ya girmesine sebep olan anlaşmadan sonra ekil¬miş ve yukarıda da gördüğümüz gibi, ‘padişah, savaş kararım hekim Ghobis’e açıkça duyurmuştu (NOT: 10). •
Rus birliklerinin Polonya’ya girmesini Bâb-ı Âli derhal pro¬testo etmiş, Osmanlı Devleti’nin itirazlarına karşılık Rus elçi¬si, hükümetinin Polonya işlerine, PolonyalIların tehdit edilen hürriyetlerini korumak, onları desteklemek için karıştığını id¬dia etmişti. Bâb-ı Ali’ tercümanı vasıtasiyle kendisinden Rus ordusunun Varşova’ya girişi hakkında açıklama istendiği za¬man, elçi, yazılı olarak verdiği cevapta, bu olay hakkında hiç¬bir bilgisi olmadığını, bu hareketin herhalde yeminli anlaşma hükümlerine uyulmadığı için yapılmış olabileceğini söyledi. Bu ariîa.şmn Fransa’nın tesiriyle olmuştu. ٠
Hu’؛ elçisi Obreskov ikinci cevabında; Bar Konfederasyo¬na ؛rUuiya ile Prusya’nın tekliflerini kabul etmeyen Polonyalı va-.-HMeverlerin, Katolik Lehlerin, Rusları anavatanlarından çı؟ karmak ve hain saydıkları kıralı kovmak için Pranski [Bra- niçkil’nin. başkomutanlığında kurdukları direniş teşkilâtı)’nun bir serseriler topluluğu olduğunu söylüyor, Osmanlılar ve Kı¬rımlılar katolikleri desteklerken, Rusya ve Prusya’nın Dissiden’- leri (yani katclik olmayan azınlıkları) desteklememesi karşı¬sında dünyanın ne diyeceğini soruyordu. Sonra da meselenin sadece ‘dinî’ olduğunu iddia ediyordu.
Osmanlı vezirıermin Prusya ve Rusya elçilerini çağırarak yaptıkları ilk toplantıda, Polonya (Lehistan) meselesi masaya getirildi. Kendilerine hesap sorulması karşısında Rusya ve Prus¬ya elçileri, hükümetlerini savundular ve kuvvet kullanarak PolonyalIların hak ve hürriyetlerini çiğnedikleri ithamını red¬dettiler (Mart 1767).
Fakat, kısa bir süre sonra, Rus birlikleriyle konfederasyon (direniş) kuvvetleri arasında çarpışma oldu ve bunun sonun¬da, konfederasyonu destekleyen Prens Raçul (Radivvil) kaçıp- Boğdan’a (yani OsmanlIlara) sığınmak zorunda kaldı. Bu da Bâb-ı Âli’nin kızgınlığını arttırdı.
Öte yandan, fi usların Yeni Sırbistan (Sırb-1 Cedid –Nou- velle Serviel’da bir kale kurmaları, tahkimat ‘ yeni
bir şikâyet konusu idi. OsmanlI toprağı olan Kabar tay (Gür- ci$tan’da) sınırını ihlâl etmiş olmaları, Boğdarılıları kışkırt- maları ve Karadağlıları ayaklandırmaları da savaşı kızıştıran olaylardı.
Rus elçisi kendi hükümetini haklı çıkarmak için verdiği bir muhtırada, Orel’de müstahkem mevki değil sadece bir ka- rantina kurulduğunu, yerinin de Turla (Dinyester) nehrinin berisinde, özi’ye seksen, Bender’e eli؛ fersah mesafede bulun- duğunu söylüyordu. Kabartay sınırının ihlâli meselesinin de gerçek sınırın bilinmemesinden kaynaklandığını, bu sınırın ba- tıda OsmanlIlara ait Besleni’den başlayıp, doğuda Terek ırma- ğına dökülen Krupa deresine kadar uzandığını, Kabartay «top- raklarmın bu küçük derenin ötesine geçmediğini izah etmeye çalışıyordu. Mozdok’taki Rus garnizonunun ise bölgedeki hay- dutluklara, soygunlara son verdirmek için kurulduğunu ve İranlı tüccarların kaçakçılık ve hırsızlıklarını önlemeye çalı- şaeağını iddia ediyordu. Terek ırmağı boyunca küçük çapta bazı tahkimatın da Kabartay topraklarında olmadığını bildiri- yordu.
Rusya’nın Gürcülere yardımı konusunda ise, , Obreskov, Gürcistan’ın coğrafi durumunun ve buradaki؛ küçük kalenin savunma için yeterli olduğuna dikkat çekiyor ve Rusya’nın yar- dımına ihtiyaçları olmayacağını, Rus sarayının kendine tabi olan halkların iyiliğinden başka bir şey düşünmediğini, Bâb-1 Âli ile bir savaş yapmak emelinden de çok: uzak bulunduğunu anlatıyordu. Bu iddialarından başka, Obreskov, Kırım’da ye- niden Rus konsolosluğunun açılmasına müsaade edilmesini is- tiyordu. ؛ ٠. ,
Bâb-1 Âli, Kırım’da konsolosluk açma müsaadesini ancak Orel’deki tahkimatın daldırılması şartiyle verebileceğini bil- dirdiği zaman da, buna cevap verebile^k yetkisi bulunmadı- ğını söyledi. ‘ ،؛• ’ ‘
Altı Rus papazının Boğdan’da Rusya lehine birtakım ent- rikalar çevirmesi ve halkı kışkırtması olayına da Obreskov, konuyu hükümetine bi’direceği şeklinde bir cevap verdi.
Fakat, Rus hükümetinin bu konuda verdiği cevap Bâb-ı Âli’¬yi büsbütün kızdırdı. Bu cevapta, yönetime karşı çıkan Boğ- danlıların Rusya’ya firar edenlerden ibaret olmadığı, Osmanlı imparatorluğu’nun }her tarafında ağır vergilerden, vali veya prenslerin baskısından kurtulmak isteyenlerin bulunduğu söy¬leniyordu.
Savaşa؛ karar, veren padişahın bu kararını hekimi Ghobis’e söylediği zaman Rusya ile münasebetler işte bu merkezdeydi. Bundan sonraki olaylar ve teati edilen notalar, Osmanlı devle¬ti ile Rusya arasındaki uyuşmazlığın savaşa dönüşmesini hızT landırmaktan başka bir şeye yaramadı.
Obreskov, Rusya’nın ayaklandırdığı Karadağlılara yaptı¬ğı yardımı, Boğdanlılari kışkırtmasını ve Rus birliklerinin Var، şova’ya girmelerini’ hep bilmezlikten gelerek, hükümetinden tamamlayıcı bilgi almak bahanesiyle bu konulardaki cevapla¬rı mütemadiyen geciktiriyordu. Onun hınk deyicisi olan Prus¬ya elçisi de aynı şekilde hareket etmekteydi.
Bu konuda teati edilen notaların incelenmesinden, o gün¬lerde Osmanlı diplomatlarının ne kadar saf, bilgisiz; Prusya ve Rusya diplomatlarının ise ne kadar kurnaz ve düzenbaz ol¬duklarını anlıyoruz. Bâb-ı Ali, hemen her zaman, tercümanı¬nı Rus elçisine göndererek Polonya’da Rusların şiddet hare¬ketleri hakkında açıklama istiyor ve Obreskov her seferinde ya bunları bilmediğini, ya da bunların anlaşmalar uyarınca PolonyalIların hak ve •hürriyetlerini korumak için alınan ted¬birler olduğunu söylüyordu. •,
Prusya elçisinden sorulan sorular ve alman cevaplar da¬ha da gülünçtü. Meselâ, Bâb-ı Âli Malta’nm Silezya’da malları bulunduğunu dikkate alarak ve bunun Prusya tarafından bir baskı unsuru olarak kullanılabileceğini düşünerek, Maltalıla- rın Rakuza’dan aldıkları gemileri iade etmeleri için aracı ol¬malarını, bu suretle dostluklarını ispatlamalarını ve ileride Frederik Il’nin müslüman gemilerinin serbest dolaşmalarını ga¬ranti etmesini; ya da, Zegelin’in İngiltere elçisinden, II. Geor- ges (Jorj)’un Fas’a gönderdiği ajanın görevinin ne olduğunu öğrenmesini, elçiyi bu •açıklamayı yapmaya razı etmesini isti¬yordu (Mayıs 1768). Bazen, Sakız Adası’nda bir Rumdan zor¬la alınan altınlara karşılık eşit mikdarda Saksonya altını öden¬
medikçe elçi olarak mevcut haklarının sınırlanacağını söylü¬yor, bazen •de Karadağ’daki âsilere Prusyalı-subayların yardı¬mından şikâyet ediyordu.
Prusya elçisi bütün bunlardan habersiz görünüyor, Reis- efendi’nin saflığından yararlanarak, ona, Macaristan’da asker yığılmasiyle ilgili bir sürü hikâye, anlatıyor, Bâb-ı Âli de. bu defa Avusturya elçisinden Klosterneuburg’ta denize indirilen bir firkateyn hakkında soru soruyordu.
Bir Rus subayı casusluk suçundan Yaş şehrinde idam edil¬mişti. Obreskov, bu idamın kendisine haber verilmeden infaz edilmiş olmasından şikâyet ediyor, Reisefendi de buna cevap olarak, tutuklanan bir Rus tüccarının üzerinde bulunan mek¬tuptan, Rus asillerinin Boğdan boyarlarını isyana dâvet ettik¬lerinin anlaşıldığını bildiriyordu. Obreskov, „ her zaman yaptı¬ğı gibi bu konuda hiçbir bilgisi olmadığını iddia ediyor, ama hükümeti adına, isyan edenlerin her tarafta uğradıkları hak- sızliğa ve baskıya maruz kalanlar olduğunu iğneli bir şekilde anlatıyordu. ؛ ؛؛ ٠ • ؛ ,
Bar Konfederasyonu’nun şefi’ Branicki (Pranski) ,den ard arda gelen mektuplar (70) Bâb-ı Âli’nin hoşnutsuzluğunu art¬tırdı. Bu’ konfederasyondan PolonyalI beş asilin oluşturduğu bir.heyet (71), Hotin valisine başvurarak, Aleksandroviç tara¬fından temsil edilmeyen Cumhuriyet’in durumu hakkında bil¬gi verdiler, geniş açıklamalarda bulundular (NOT: 11).
Konfederasyon, sadrazama Viyana, Paris, Berlin, Dresden, Madrid ve diğer Avrupa saraylarına gönderilmek üzere itimad- nâme verdikleri elçilerin adlarını ve bunların hareket ettik¬lerini bildirdi. ٠ ,
• Rusların Polonya’nın Biala (Bialystok) ve Sulaç (Suwal- ki) şehirlerini işgal etmesi, Bâb-ı Âli için yeni bir kırgınlık ve kızgınlık sebebi oldu. Bâb-ı Âli, Prusya elçisine, Polonya’nın komşusu olarak, Kırım ordusunu bu devletin yardımına gön-
(70) Sadrazama yazılan 8 Mart ve, 1 Mayıs tarihli mektuplar, Hotin valisine yazı¬lan 7 Ağustos 1768 tarihli mektup.
(71) Beş kişilik heyet: Albay Domboroski. Konfederasyon mareşali Graczinski, Al¬bay Alexandre Groholsky, Stanislas Graizky, Stanislas Zoborovsky. (4 Temmuz
؛ ؛ ■ • ve 12 Ağustos 1768.) ‘ • , . ؛ ، dermek zorunda kalacağını bildirdi (19 ،Haziran 1768). Bu ko¬nuda Rus elçisi ise, eğer Kırım Hanı Polonya üzerine yürüme emri alırsa, bunun bir savaş ilânı sayılacağını ve hemen mem¬leketine dönme hazırlığına başlayacağını söyledi.
Kırım ordusu ile R uslar arasında Balta’da çatışma başla¬yınca, şeyhülislâm bir fetva ile savaş meşrulaştırdı. Fakat baş¬langıçta bu fetva gizli tutuldu, çünkü karar isteksiz alınmıştı, ama bunu Kazasker Osman Molla ısrarla istem işti.
İşte böylece, padişahın uzun zamandan beri istediği sava¬şa resmen karar verilmiş bulunuyordu. Fakat savaşın resmen ilânına kadar altı hafta daha geçti.
SADRAZAM AZLEDİLİYOR
Tasarılar tartışılır ve harp hazırlıkları devam ederken, bir¬denbire Muhsinzâde Mehmed Paşa sadrazamlıktan azledili- verdi. Hem de bu âzil rikâb gününde، yani eski bir geleneğe göre askere ulufenin dağıtılmasından iki gün sonra’ vezirlerin padişaha teşekkür için rikâbdann (üzengi ağasının) odasında toplandıkları gün oldu (7 Ağustos 1768 – 23 Rebiülevvel 1182).
Azlin sebebi, sadrazamlığın muarızları tarafından, onun yavaşlığı ve korkaklığı olarak gösterildi. Devletin içinde bu¬lunduğu güçlükleri göğüsleyecek ve padişahın aldığı kararla¬rı başarı ile uygulayacak bir kabiliyette olmadığı söylendi.
Muhsinzâde’nin ikinci sadrazamlığı sırasında vakanüvis* Vâ¬sıf Efendi’y© bizzat söylediğine göre, Şumıiu’da kış ٠ karargâ¬hında bulundukları sırada, sadrazam padişaha, savaş ilân et¬meden önce sınırlarda bütün tedbirlerin tamamlanmasında, düşmanın sınırları savunmasız bulmamasında ısrar etmiş, ama bu tavsiyeleri bir ân önce savaş ilân etmek isteyen padişahın ho¬şuna gitmemiştir. Ona göre, azlinin asıl sebebi budur.
Vâsıf’m, sadrazamın ağzından dinleyerek yazdığı azil se¬bebi, elçilerin raporlarındaki görüşlere de uygun düşüyor. Bu raporlara göre, savaş ilânında inat eden padişah, prensipte sadrazamından memnundu. Fakat, son divan toplantısında, Muhsinzâde ulema tarafını tutarak padişahı Edirne seyahatin¬den caydırmak istemişti (çünkü padişahın Edirne’ye gitmesi, savaş seferini başlatması demekti) (28 Ağustos 1768).
،Sadrazam, azlinden sonra Bozcaada’ya sürüldü. Sürgün yerine giderken halatını da kaybedeceğinden korkmuştu. Çün- kü ona refakat eden mabeynci, daha önce Midilli’ye sürtilen ve orada idam edile؟ B^hir Mustafa Paşa’ya da refakat etmişti.
YENİ SADRAZAM؛ HAMZA PAŞA
Muhsmzâde’nin yerine sadrazamlığa Aydın valisi Hamza Paşa getirildi. Eski silahdar Hamza Paşa en güçlü çağında idi. Çünkü kırk yaşına henüz basmış bulunuyordu. Niğde sancağı- هلع Karahisar kazasından zengin bir tüccarın oğlu idi. Sara- ya onbeş yaşmda tatlıcı olarak, girmişti. Sonra kendi yolunu kendisi açmış, Enderun’un çeşitli odalarında hi^et görerek ilerlemişti. On yıl önce, yani Sultan III. Mustafa tahta çıkın- ca, silahdarhğa yükselmiş ve Hibetuliah Sultanla nişanlanmış- ti. Daha sonra vezirliğe yükselmiş ve Mora muhassıh ولالهلم- tu. Bundan sonraki on yılda ise on ayn yerde idarecilik ^ap- mıştı C72). . ;٨٠
Sadrazamhğa tayininden onbeş gün sonra (78) İstanbul’a gelmiş, usule uyularak saray tercümanı kendisini Üsküdar’da karşılamış, sonra da şeyhülislâmın refakatinde padişahın hu- zuruna çıkmıştı. Buradan çıkarken kendisine zengin takımlı bir at hediye edilmişti (22 Eylül 1788 – 10 Cemaziülevvel 1182).
Hamza Paşa’nın sadarete gelişi şatafatlı ve masraflı ol- muştur (74).
(72) 1 -1172 (1758)’de_ Mora muhassılı, ٠ 2 .1759) ئ؛17ل)’de Rumeli valisi, 3 – Ayıu yıl özi muhafızlığı, 4-117G (1762) da Vidin muhafızlığı, 5 – Aynı yıl tekrar özi muhafızlığı, 6 – Aynı yıl Hotin muhafızlığı (Bundan sonra ءه tuğlu vezir unvam alınmış ve azledil«rek Dimetoka’ya sürülmüştür. Fakat bir süre son- ra —yani B^hir Mustafa Paşa’nın azlinden sonra— rütbesi ve görevi iaae
– ا ٠ edilmiştir7 -،Selanik valiliği, ،8r-.Mısır valiliği, 9 – Halep valiliği, 10 – Ay. din valiliği.
(73) v*sıf’a göre geliş tarihi 22 Eylül, yani 10 Cemaziülevveldir ki elçilik raporla- ‘ nnda da aynı tarih belirtiliyor. Vâsıf, s. 216. ‘ ‘
(74) Vâsıf bunu şu Farsça beyitle ifade ediyor:
Hıfz-ı devlet der perişan kerden-i sim-n zer est Medd-I İhsan rişte-i şirâze-i İn defter est.
Yani: iktidarı ele geçirmek için altın ve gümüş dağıt, yaptığın iyilikler haya- tının kitabını oluşturacaktır.
Yeni sadrâzam ilk iş olarak reis-ül küttap Osman *Efendi yi azletti ve onun yerine Recâi Efendi’yi getirdi. Recai Efendi bu görevde altı yıl önce de bulunmuştu. O zamandan beri sa¬daret kethüdası, başdefterdar ve son olarak da tersane^, emini olarak görev,yapmıştı. , -؟ ; ؛ r؛ j ؛>•
’ Yeni sadrazamın tayinini bildiren hattı şerifte, selefinin azline, devletin en önemli işlerine (savaş konusu ile ilgili işle¬re) fazla ihtimam göstermediği, memuriyetleri kendi adamla¬rına verdiği ve bunların da emniyeti kötüye kullandıkları be¬lirtiliyordu. ‘ .
7RUSYA’YA SAVAŞ İLÂNI ٠ ;
! Rusya’ya savaş açılıp açılmaması meselesi divanda tartı¬şıldı (4 Ekim 1768). Rusya’nın asker sevkederek Polonya (Le¬histan) topraklarını işgal ettiği, bu ülkenin bağımsızlığını’‘kal¬dırdığı ve düzeni’ değiştirdiği, ‘disiden’lere (yani katolik olma¬yan azınlıklara) hücum edildiği, yağmalandığı؛ Rusların, ka¬çanları Osmanlı topraklarma kadar takip ettikleri, hattâ (Türk kasabası) Balta’ya girerek han ailesine ait saraylardan birinin yakılıp yağmalandığı olaylar görüşüldü; ~“r ‘
Bütün bunlar barışın bozulduğunu gösteriyordu – ve Rus؛• ya’ya savaş açılmasına oybirliğiyle karar verilmesine sebep sa-
Yüdl• . ٠ ٠ ■ • J.TT
Fakat, iktidara gelen yeni sadrazam henüz Rus elçisi ile görüşmemişti. Onun için elçi Obreskov’un çağrılmasına, bu durumda barış halinin ancak bir şartla devam edebileceğinin bildirilmesine de karar verildi. Şart şu idi: Rusya, müttefikle¬ri olan dört devletin, yani Danimarka, Prusya, Ingiltere ve İs¬veç’in de kefil olmalarıyla, Polonya kiralının seçimi ve bu ül¬kedeki mezhep ayrılıklarını •bahane ederek^ herhangi bir mü■؛ dahalede bulunmayacağına dair teminat verecektir؛ Polonya’¬dan birliklerini çekecek, PolonyalIların hak ve hürriyetlerine tecavüz etmeyecektir. ” ;
■ Bu şart (lar) reddedilirse, savaşın kaçınılmaz olduğu^ Rus elçisine bildirilecektir. – • _ .j
. Obreskov, Eylül ayının sonlarına doğru kendi hükümetin- iden bazı talimat almış V© sadrazamdan gizli bir görüşme ta- lep etmiş bulımuyordu. Se^iz gün sonra, gizli olmayan bir top- lantıya kabul edildi. Elçi Bâb-1 Âli’deki bu toplantıya bütün mai- yeti ile birlikte geldi Bu vesile ile yeni sadrazamı da tebrik edecekti. ,
, Obreskov yabancılara mahsus bekleme salonunda yarım saat bekletildikten sonra, bütün vezirlerin toplanmış bulundu- ğu divan odasma ahndı (6 Ekim 1775) ل8ه).
Sadrazam, elçiyi ayakta değil, sofada ayağını uzatıp otu- r^rak,,yani aşağılayarak karşıladı. Az sonra da elçinin nutku- nu yarıda kesip, konferansa gerek olmadığını, Reisefendi’den .gerekli bilgileri \aldığını söyledi. Bunu söylerken, de göğsün- den bir kâğıt çıkarıp elçiye gösterdi. Obreskov’un dört yıl ön- ce yazdığı bu kağıtta Polonya’daki Rus asker sayısının yedi bine indirileceği yazılıydı, oysa şimdi burada otuz bin Rus as- keri vardı (76). Obreskov da bunun yirmibeş bin (77) olduğu- nu itiraf etti. Bu^n’üzerine-sadrazam ona, «Hain! Yalancı!» diye bağırdı *ve şc؛yle devam etti: «Sadakatsizliğini, güvenilir kişi olmadığmı itiraf etmiş olmuyor musun؛ Size ait olmayan bir ülkede askerlerinizin yaptığı zulümden’ Allah ve insanlar huzurunda hicab dıuymuyor musun? Toplarınız Kırım Hanı’nın saraylarından birini tahrip etmedi mil» –
Bundan sonra, ؛Obreskov’dan divanda alman kararı imza- laması istendi. Elçi bunun için yeterli yetkiye sahip olmadığını söyleyerek imza etmeyince, savaş ilân edildi.
Elçi buna şöyle cevap verdi: «Rusya savaş istemiyor ama, açıklanan bu karara, bütün gücü ile karşı koyacaktır». Bâb-1 -Âli tercümanı da bumı, şöyle tercüme etti: «Rusya’nın dostluğu değişmemiştir, ama harb.isteniyorsa o başka». Elçi, söylediği-
– t :ذ”’ ■■
(75) Sadrazamın Obreskov’u kabul ettiği tarih 6 Ekim 1768 idi. Brognard’ın ra?©•
runda ise 13 Ekim 1768 olarak bildiriliyor.
(76) Vâsıf, s. 518’de, Obreskov’un kabul edildiği نص؛, Cumartesi وة Cemaziülev-
vel olarak göstermekle yanılgıya düşüyor. 26 Cemaziülevvel Cumartesiye, ya-
. ni 8, Ekime rastlıyor ama, olay 6 Ekime rastlayan Perşembe günü olmuştu.
(77) Vâsıf’a göre asker sayısı 27.000 idi. . .
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: صق
ni üç defa tekrar ederek, Bâb-ı Âli tercümanı tarafından tam olarak tercümesinde ısrar etmiş, ama bu isteği olmamış, o da ısrardan vazgeçmiştir. ،
Rus elçisi tekrar yabancılar odasına götürüldükten sonra, sadrazam, padişaha sunulmak üzere, Reisefendi’ye durumu bil¬diren bir rapor yazdırmıştır. Bundan sonra Bâb-ı Âli tercümanı Rus elçisinin yanma gelerek kararı imzalatmak için ısrar et¬miş, ama netice alamamıştır.
Padişahın cevabı, saraydan Bâb-ı Âli’ye öğleden sonra saat üçte geldi. Bundan hemen sonra, müşir ağa, Rus elçisinin mu¬hafızları olan yeniçerileri ■geri gönderdi. Artık elçi’ ile o ilgile¬necekti. Obreskov’un maiyetine ait atlar da elçiliğe gönderildi ve kendilerine yeni bir emre kadar gözaltında olacakları söy¬lendi. Bundan sonra Bâb-ı Âli tercümanı ve divan kethüdası vasıtasiyle Obreskov’a padişahın emrini tebliğ ettiler. Buna göre Rus elçisi ye baştercümanı Yedikule’de hapsedileceklerdi.
Obreskov, bu tedbiri kabul ettiğini ve o andan itibaren res¬mi görevini bıraktığını bildirdi. Bundan sonra da ■maiyetinden birkaç kişinin daha kendisiyle bulunmasına izin verilmesini is¬tedi. Yanma iki tercümanını, sekreterini ve yedi hizmetçisini alabileceği söylenerek, bunlar,da onunla birlikte Yedikule’ye gönderildi (NOT: 12) .
KIRIM HANI, SADRÂZAM, ŞEYHÜLİSLÂM, KAPTAN PAŞA VE BÂBT ÂLİ TERCÜMANI DEĞİŞTİRİLİYOR
Savaş ilânından sekiz gün sonra, devletin içinde bulundu¬ğu durum bakımından çok önemli bir değişiklik meydana gel¬di. Bu, Kırım Hanı’nın değiştirilmesiydi. Padişah, ilân edilen savaşta daha enerjik bir harekât için buna gerek görmüştü. Maksud Giray emekliye ayrıldı ve Fındıklı (Kırım’da) çiftliği¬ne çekildi.
Maksud Giray’ın yerine han olarak, Rusların çok korktu¬ğu Kırım Giray getirildi. Kırım Giray ikinci، defa han oluyor¬du. Kendisine alâmet olarak kılıç, kılıç kemeri ve omuzluğu, yay ve sadak, bir kalpak، bir sorguç, kıymetli ve güzel takımı ile iki at verildi (78).
Sadrazam, yeni Kırım, Hanı’na, yukarıda sayılanlardan başka ye yine padişah adına, bir ayrıcalık olarak, kırk bin du- ka altını tutarında para, bir onur simgesi olarak da, kırk Ka¬radağlı âsinin kafalarını göndermişti. Bunlar Bâb-ı Ali’ye onun padişah tarafından kabul edildiği gün (18 Ekim 1768) Bosna valisi tarafından ulaştırılmış, sarayda gösterilmişti. Bosna va-lisi Mehmed Paşa, bunlara, Karadağlıların ortaklaşa yazdığı
* bir mektubu da ilâve etmişti. Bu mektupta, âsilerin başlarını gönderen Karadağlılar, padişaha bağlılıklarını teyid ediyor; tahrikçi Etienne ve Vasilı’yi. tekrar ortalıkta görünmeye cüret et¬tikleri takdirde, yakalayıp Bâb-ı Âli’ye teslim edeceklerine da¬ir ؟Hz. Peygamberin mezan ve Hz. İsa’nın kanı üzerine yemin ederek, kendilerinin yeniden Osmanlı devletinin sadık tebası olarak kabul edilmelerini istiyorlardı. ,
Yeni sadrazamın azline birinci derecede sebep, yeni Kırım Hanı idi. Tayininden sadece altı hafta sonra azledilen sadra- ٠ zam Gelibolu’ya sürüldü ve üç yıl sonra orada’ öldü. Sınırsız derecede cömert olmaktan başka bir şöhreti yoktu;
Hamza Paşa’nın sadareti o kadar kısa sürmüştü ki, azle- dildiği zaman, Avrupalı elçilerden biri, Napoli elçisi, henüz onu tebrik edecek vakit bulamamıştı. ١
Hamza Paşa’nın müsrifliği, çok tutumlu olmakla da tanı¬nan padişahın hiç hoşuna gitmemişti. Sadrazam, Mısır’daki kargaşalıklarda da pek başarılı olamamıştı. Kırım Hanı’nın onun hakkındaki görüşleri de Padişah’ın görüşleri gibiydi. Fa¬kat azlini bildiren hattı şerifte bu sebepler hiç zikredilmemiş, sadece sağlık durumunun bozulmuş olduğu söylenmişti.
Hamza Paşa’dan sonra sadrazamlığa Yağlıkçızâde Mehmed Emin Paşa getirildi: Yirmidört yıl önce babası ile birlikte Hin¬distan’a gitmiş, dönüşünden altı yıl sonra devlet hizmetine gir¬miş ve mülazım olarak işe başlamıştı. Sonra sırasiyle sadaret kaleminde mektupçu yardımcısı, mektupçu, reis-ül küttap, ni-
‘ (78) ’Vâsıf, s. 319: Azledilen hanın ismini burada Maksud, daha ileride Mesud ola¬rak bildiriyor (Doğrusu Maksud’dur. [Ç.N.]). ١٠،
şancı, sadaret kaymakamı ve Aydın valisi olmuştu. Aydın va- lisi iken Şahsultan’la nişanlanmış ve Halep valisi tayin edil- mişti. Daha sonra yine nişancı ve kaymakam, nihayet, selefle- ri Muhsinzâde ve Hamza Paşalar gibi, sarayın damadı oluşu onu sadrazamlığa kadar yükseltmiş bulunuyordu (20 Ekim
1768 – 8 Cemaziülahır 1182) .
, Mehmed , Emin Paşa’nın tayini, şeyhülislâm, tâlik yazının usta bir hattatı, en çok kitap bulunduran Bayezid Camii Kü- tüphanesi’nin .kurucusu olan Veliyüddin Efendi’nin ölümünün beş gün öncesine rastlar. Şeyhülislâm Efendi’nin oğlu ،Mehmed Emin E^’end؛, Vâsıf’m vakanüvisliği sırasında ulemânın en kı- demlisi idi ve Bayezid kütüphanesini, kendi parasiyle ve büyük harcamalarla temin ettiği, satın alamadıklarını kopya ettirdi- ği kitapları^ zenginleştirmişti.
İslâmlığın en büyük makamı olan şeyhülislâmlık, eski şey- , hülislâmlardan derin bilgisinle ünlü Pirizâde’nin oğlu Osman Molla’ya tevdi edildi (25 Ekim 1768 – 13 Cemazielahir 1182).
Sultan Mustafa’nın .ulemâ arasında en çok takdir ettiği âlim, Osman Molla idi. Çünkü o, Rusya ile harbedilmesinden yana olduğunu açıkça Ve İsrarla söylemişti.ا Yeni Şeyhülislâıh’- ın ilk işi İstanbul kadılığına Abdullah Efendi’yi getirmek oldu.
O, sırada ■Eflâk’in genç prensi ^exandre Ghika azledildi ve onun azli de Kırım Hanı’nm tesiriyle oldu. Kırım Hanı, Ar- deş yanaştın başpapazının bir Rus albayı ile birlikte Rusya’- ya taraftar toplamaya çalıştıklarını haber vermişti. Alexandre Ghik’a’mn yerine Bâb-ı Âli’nin eski tercümanı Gregoire Ghika getirildi. Evvelce Maurocordato Callimachi ve ipsilanti gi- bi hekim olan Bâb-ı Âli’nin ijıtiyar tercümanı Karaca, seksen yaşma basınca ölmüştü. Ondan sonra, dokuz yıl evvel Jstan- bul’da idam edilen Yanakhi’nin akrabası ve Karaca’nın selefi olan Souzo da öldü. , •.
Rusya’ya savaş ilân edildiği gün, İstanbul “matbaasını ku- ran Macar asıllı İbrahim (Müteferrika) ’in oğlu İbrahim Efen- di, yirmibeş yıldan beri yapmakta olduğu tercümanlık görevin- den uzaklaştırıldı. Onun azline sebep, Obreskov ile gizli ilişki !؛urmuş olmasıydı.
Her sadrazamın işbaşına gelişinde olduğu gibi ‘bu defa da bazı yeni tayinler ve değişmeler oldu. Defterdar Sârim Efen¬
dİ, tarihçi Vâsıf’m deyimi ile «malî işlere baktığı için bekçi’ kö- peğı gibi durmadan hırıldamak ve avlamak zorunda olduğu- nu sanması yüzünden»■ azledildi. Onun yerine Çavuşbaşı Atıf- zâde Ömer Efendi getirildi. Atıfzâde’nin babası defterdar, di- ▼هه şairi olarak ve münşeatı ile İsım yapmıştı i79).
‘Çavuşb^şılığa Yesrl Ahmed Efendi getirildi. Sadarette gö- revli mektupçubaşı yardımcıları :ile beylikçi (reis’-ül kütt’abın ‘ yardımcısı) de değiştirildiler.
Adalardan henüz dönen Derya Kaptanı Mehmed Paşa sa- daret kaymakamı (İstanbul Kaymakamı) oldu ve kendisine Mora muhassılhğı da verildi. Osman Paşa’nın oğlu İbrahim Pa- şa da iki tuğlu paşa unvanı ile deryâ kaptanlığına getirildi.
ASKER TOPLANIYOR ‘ ‘
■ Sefer karan ■verildikten sonra hazırlıklar artmış, büyük bir faaliyet başlamıştı. Savaş ilân edilir edilmez sadrazam, im- paratorluğun her tarafına, valilere, alaybeylerine,. yazılan iki-; yüz fermanı göndererek, Mart ayında Edirne’de toplanmalara- nı, padişahın da orada sancak-1 şerifle bizzat bulunacağını du•، yurdu (80). Zeamet ve tımar sahiplerinden başka, Yörükler, Evlâd-ı Fatihan ve gönüllüler Rumeli’ye çağrıldılar. Ondört ye- niçeri koğuşuna, dört topçu ve iki toparabacı koğuşuna, derhal Polonya sınırına hareket etmeleri emri verildi. Ayrıca, Rume- li’^e altı bin kese gümüş ^ara yollandı.■Yüz elli adet onluk, elli adet büyük ve elli tane âe ağır kale topu, Karadeniz’e sev- kedilmek üzere Tophane’ye taşındı ve sadrazam da buraya ge- lerek hazırlıkları teftiş etti (4-5 Aralık 1768).
Asya yakasından dört b’in sipahi Üsküdar’a gelip, oradan Boğaz’ı geçti. ;’
Boğdan’da kırk bin kişi silah altına alınmış, erzak taşın- mada kullanmak için yedi bin yedi yüz yetmişiki katır gemi- lere bindiril^şti.
(719) «Münşeat-ı Defterdar Atıf Efendi» isimli derlememe bakınız.
(80) Bu fermanın tercümesi ve Türkçesinin kopyası Brognard’ın 2 Kasım tarihli raporuyla, Avusturya İmparatorluk Arşivi’nde bulunmaktadır.
Tersanede yeni inşa edilmiş iki savaş gemisi denize indi¬rildi. Birinin adı Zafer, diğerinin adı Fetih idi. Bu isimler ge¬miler e, en azından görünüş bakımından, uygun düşüyordu.
Savaş giderlerini karşılamak için defterdarın emrine ye- dibuçuk milyon kuruş tahsis edildi. Ayrıca kasapbaşına, hare¬kât için et hayvanı temin etmek üzere yarım milyon kuruş ve¬rildi. Kırım Hanı’na da üç milyon kuruş gönderildi (31 Ekim
1768).
Bâb-ı Âli’nin savaşla ilgili beyannâmesi Avrupa devletleri¬nin elçilerine ulaştırıldı (NOT: .13). Sadrazam da, Polonya’daki Bar konfederasyonundan gelen birçok mektuba nihayet ce¬vap vermeye başladı (NOT: 14). Bu cevap, konfederasyon şef¬lerinden diğer üçünün mektuplarına da karşılık oluyordu. Bun¬lardan biri Kiov valisi Potocki’den (81), İkincisi Dankoviç’ten gönderilmiş olup Potocki, Kracsinski ve Antuan Rulan (82) tara¬fından padişaha ve sadrazama hitaben yazılmış, üçüncüsü de konfederasyonun mareşali Potocki’den gelen mektuplardı (83).
Bu şefler, mektuplarında, Rusya’nın PolonyalIların hürri¬yetlerine tecavüz ettiklerini ve Bâb-ı Âli’nin emrine girmeye hazır olduklarını bildiriyor, kendilerine bir elçi yollanmasını da istiyorlardı.
Sadrazam, Bâb-ı Âli tercümanının verdiği rapora göre (84) Potocki’nin mektubuna cevap veriyor (85), fakat senatörün bir elçi gönderilmesi teklifini kabul etmiyor, çünkü ordunun zaten Polonya’ya doğru yola çıktığını söylüyordu. Fakat kon¬federasyonun, Bender, Hotin ya da Isakçı’ya temsilci gönder¬mesine hiçbir engel olmadığını bildiriyordu. Bu arada konfe¬derasyonun, Hotin valisine ve Kırım Hanı’na, onları ilgilendi-recek haberler ulaştırmasını da istiyordu.
Potocki ve Kracsinski de, PolonyalIların dâvasına sadra¬zamın dikkatini çekmek ve harekâtı çabuklaştırmak için ben-
(81) 7 Receb (17 Kasım). Brogııard’m 16 Aralık 1768 tarihli raporuna bkz.
(82) 14 Receb (24 Kasım). Brognard’m 3 Ocak 1769 tarihli raporuna bkz.
(83) 14 Receb (24 Kasım). Brognard’m 17 Ocak 1769 tarihli raporuna bkz.
(84) Bâb-ı Ali tercümanının şifreli tercümesi, Brognard’ın 5 Ocak 1769 tarihli ra¬poruna eklidir.
(85) Sadrazamın cevabının tercümesi Brognard’ın 16 Aralık 1768 tarihli raporuna ilişiktir.
zer mektuplar yazmışlardı (86). Hattâ ona temsilci olarak ?0- doroski’yi de göndermişlerdi (87). Fakat sadrazam hep itiraz ettiği için, Bâb-ı Âli’ye tekrar yazarak, aslında asıl görevi Rus- lann üzerine yürümek olan Kırım Hanı’na, konfederasyona yardım için Polonya topraklarına yürümesi emrinin verilme؟ sini de rica ediyorlardı (88).
٠ sırada OsmanlI devleti Avusturya ile barışı muhafaza etmeyi, bu devletin Rusya ile ittifak kurmasını önlemeyi amaç- lıyordu. Çünkü o günlerde, Rusya, Prusya, Avusturya ve îngil- .tere’den oluşacak bir dörtlü ittifakın kurulması söz konusu idi. Bu konuda alarma geçen Bâb-ı Âli, tercümanı vasıtasiyle Avus- turya elçisinden hükümetinin niyetini anlamaya çalıştı. Bir yandan da Avusturya’nın Silezya’yı yeniden ele geçirme،؛؟. Sak- sonya elektörünün Polonya tahtma oturması için her türlü imkânı kullanarak yardım edeceğini bildiriyordu (89).
Avusturya elçisi bir muhtıra ile Bâb-ı Âli’ye teşekkür et- miş, fakat anlaşmalarla؛ Silezya’yı Prusya’ya bıraktıklarını, Pa- niatowski’yi de Polonya kıralı tanıdıklarını, bu anlaşmaya bağ- İl oldukları için padişahın iyi niyetinden yararlanamayacakla- rmı (NOT: 15) , zaten bu konuda Viyana hükümetinden tali-؛ mat alması gerektiğini bildirmişti.
Böylece başlayan temas üzerine, Sadrazam Mehmed Emin Paşa, Prens Kaunitz’e çok dostâne bir uslup ile yazdığı mek- tupta Bâb-ı Âli’nin Rusya’ya savaş ilânını açıklayan beyannâ- meşindeki gerekmeleri tekrarlayarak, Almanya (Avusturya) imparatorunun Macaristan tahtının vârisi .şistiyle ta Nuşir- van zamanından beri imparator lâkabını kullanmaya lâyık tek hükümdar olduğunu, Rusya çariçesinin de hakkı olmayan böy- le bir lâkabı edinmeye çalıştığını anlatıyordu (90).
(80) Bu mektup, B*ügnard?ın 16 Aralık 1769 tarihli raporuna ekliydi,
(87) İtimadnâmeler Brognard’ın 16 Mart 1769 tarihli raporuna ekliydik
(88) Bu müşahedeler Brognârd’ın 17 Şubat 1769 tarihli raporuna ekliydi»
(89) Bâb-ı Âli tercümanının bu konuda Brognarfa verdiği muhtıra, onun 3 Ha- ziran 1768 tarihli raporuna ekliydi,
(90) Mektubun bu konu ile ilgili Türkçe bölümü şöyle idi: «,..Nemçe devleti sse» mân-1 kadimden berü devlet dimeğiie mevsûf ve mut&ber idüğü rna’rûf oldu- ğuıia binâen, imparator lâkabı devlet-i meşârunileylıe sezâ ve ölveciûte .ذءد■ vel-i saire beyninde mümtâs؛ olmağa ahrâ iken mukaddema !!*maslahatın
kov çariçesine imparator lâkabı ieUdb olunnb madde-i irs ئ zatı olmak م1«اثوةة
BAZI AVRUPA DEVI£TLERÎ BÂB-I ÂLÎ YE NOTA VERİYOR
Sadrazam Mehmed Emin Paşa, reis-ül küttap Recai Efen¬di ve Bâb-ı Âli tercümanı Souzzo, işte böyle, Prusya aleyhine fikirler ileri sürerek, Rusya çarlarının imparator lâkabını ta¬şımaya haklan olmadığını söyleyerek، Avusturya’yı elde et¬mek, ona yaranmak ve politikasını padişahın lehine yönlendir¬mek istiyorlardı.
Fakat, bu hareketleriyle hiç bağdaşmayan bir tutum ya da tutarsızlıkla, Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında yirmibir ‘ yıl önce imzalanmış bir anlaşmanın sürekli bir barış anlaşma¬sı haline dönüştürülmesine hiç yanaşmıyorlardı. Oysa, şimdi savaş ilân ettikleri Rusya ile daha önce yapılmış barış anlaş¬ması «ebedi» olarak ilân edilmişti. Avusturya İmparatorluğu elçileri de Osmanlı devletiyle Avusturya arasında imzalanan ve Râgıp Paşa’nın uzatmak istemediği anlaşmanın, Rusya ile ya¬pılan anlaşma gibi, sonsuz süreli olmasını istemeye devam et¬mişlerdi.
Bâb-ı Âli diğer konularda Avusturya ile çok iyi geçinme¬ye çalışıyor, Bosna (91) ve Belgrad (92) valilerine fermanlar göndererek Viyana sarayının haklı isteklerine karşı çıkılma¬masını, sınırlardaki bazı uyuşmazlıklara ,son verilmesini isti-
Ie îâf-ı mezkuru kuvveden fille getürmek niyetiyle bîr kaç seneden beril envali desâîsi irtikâb ve memaliki lehe itale-i dest-t tagallüb eyledüğünden ma’da،.،*، Bu yazının orijinali Avusturya İmparatorluk arşivindedir. Mektuba vuru¬lan mühürde birbirinden ayrı dört dua bulunuyor: Allah’a inanınm ve Allah dileklerimi kabul eder؛ Allah’tan başka kuvvet ve kudret yoktur; Yolumu Al¬lah gösterir; İşlerimde, sıkıntılarımda Allah’a sığınırım• Mührün ortasında şöyle bir vecize var:
li-Muhammedln yercu’l emâne Muhammedu müterecciyen feyzu’l-emimu, emine.
Yani: Muhammed, Muhammed’den şefaat diliyor,
Emin, Emin’den yardım istiyor.
(Adı Emin olan (kişi), Peygamber Muhammed’den şefaat diliyor; adı İsmin olan (kişi), sıfatı Emin olan Peygamber’den yardım istiyor). Mektubu yazan yazıcının adı„ El-hac Muhammed Emin idi.
(1) Bosna ve Vidin valilerine gönderilen Şevval 1182 ؛Şubat 1769) tarihli ferman, Perıkler’in 15 Mart 1769 tarihli raporuna ekliydi، ،
(92) Belgrad valisine gönderilen fermanlar 1178 (1764), 1182 (1769) tarihlidir.
yordu. Bunlardan başka, son yangında harap olan fransisken kilisesinin yeniden inşasına da müsaade ediyordu (93). Bunu kolaylaştırmak için Eeisefendi, Avusturya elçisine, yangından zarar gören birkaç evin yeniden yapılması için müsaade iste- melerini, bunlara kilisenin onanını eklendiği takdirde yeniden inşa kanununa aykırı olmasına rağmen ‘izin alınabileceğini tavsiye mahiyetinde söylüyordu. Bu durumlar karşısınca Avus- turya elcisi Polonya meselelerinde tam’târafsız davranıyor, ken- dişine Bâr Konfederasyonu şefleri tarafından gönderilen mek- tupiara cevap vermiyordu (94). آ إ ‘ –
Bu konfederasyon؛ Jaques Magnecki’ adlı bir. temsilciyi giz- lic® İstanbul’a göndermişti. Fakat bazı kabadayılıkları ve bö- bürlenmeleri yüzünden,.,faydasından çok zaran dokundu. ^0- nunda, Hotin.. muhafızı Halil ,Paşa’yı açgözlülükle suçlaması azledilmesine sebep oldu. . إ ح ’ ,.
Diğer Avrupa devletleri arasında Osmanlı Devleti ile iyi ilişkilerini sürdürenlerden biri Venedik Cumhuriyeti idi. Naip Giüstiniani, Bâb-ı Âli’ye gönderdiği bir؛ mektupta, Osmanlı Dev- leti ile iyi ilişkilerini sürdürmek istediklerihi bildirmişti (95). Aynı mealde bir teminat mektubu Hollanda Hükümeti adina, elçi Dedel’in ölümünden sonra akredite edilén maslahatgüzâr Weiker■ tarafından’ (96), Danimarka Hükümeti adına da elçi Góessel tarafından verilmişti. Bâb-ı Âli, Goessel’in temsilciliği- ni¿ itimadnâmesini getirinceye kadar kabul etmemişti. İsveç
(93) Penkler’in elde ettiği ve halen Avusturya imparatorluk Arşivi’nde bulunan Sakız Adası’ndaki Cizviüer ve Triniterler ile, Pera’da Fransiskenler hakkın• daki fermanlara bakınız: I. I Muharrem 1157 (15 Şubat 1744), 2. Cemaziela-
, hır 1178 (و,(1764 بماس. Ramazan 1179 (Şubat 1766); Bunda Jesuıtes’lere ‘CİZ- vit’ adı veriliyordu kİ, bu, ‘İsevî’, adından farklı idi. Paha evvelki anlaşma- larda İsevî kelimesi yaniış anlaşılarak^Cizvit’ seklinde tercüme edilmişti. 4. 1 Muharrem 1182 (1$ Mayıs 1768). Bu, Pera fransiskenlerinin 1072 (1661)*de elde ettikleri، ve .1112 (1700)’de„daha sonra da 1706) ولال)’de yenilenen ilk be- rattan farklı bir şey değildi. ا ٠
(94) ‘ Bu mektuplardan ikisi Avusturya İmparatorluk ariivlerindedir ve bunlarda
Avusturya’nın yiirdımı istenmektedir. Biri 28 Haziran 1768؛ diğeri ,22t Ocak 1769 tarihlerini taşıyor. . ؛ إ : ‘
(95) Türkçeden tercüme edilen bu belge, Brognard’m 1 Aralık 1768 tarihli raporuna ekliydi; ؟
(96) îtimadnâmelerin tercümesi Brognard’m 17 Mprt وة7ل tarihli raporuna ءللمإ1مح.
temsilcisi Celsing (97) ise, gerek İsveç’le kurulan ittifakın de- vamı, gerekse Avusturya, Fransa, !ngilteı*e ve Rusya tarafın- dan kurulacak ittifaka girme konusunda müsbet bir tavır al- madı. Bu ittifakı Bâb-ı Âli de hiç istemiyordu.
Fransa’nın ه zamanki is؛anbul elçisi Saint-Priest şövalyesi idi. Daha önceki elçi Desalleurs gibi ه da günlük onsekiz kuruş ve dokuz para tahsisat alıyordu (98).
Fransa kiralının ordusunda topçu generali ve kendisiyle aynı adı taşıyan âsi bir Macar’ın oğlu olan Baron dö Tott, Kı- rım Hanı nezdinde Fransız temsilcisi olarak buraya gönderil- di. Burada, yakında ba؟layacak harekât için, mümkün olduğu kadar yardımcı olmaya çalışacaktı.
ه dönemde Bâb-ı Âli’nin Mısır’daki otoritesi çok zayıftı. Şeyh-ül Beled Halil Bey’in ve Yeniçeriağası Mehmed Çavuş’ün Kahire’de oturan Fransız tüccarlarına yaptıkları baskı ve uy- guladıkları ceza için Fransa elçisine hiçbir tazminat ödeneme- inişti. O sırada, Fransız tüccarlarından üçü, Kahire çevresinde eğlence için tüfek atışı yapmış ve bundan dolayı otuz üç bin ekü para cezasına çarptırılmışlardı (NOT: 16).
Daha yukarıda da anlattığımız gibi, Halil Bey, Hüseyin Keşkeş’in müttefiki idi. Ali Bey tarafından Kahire’den sürülün- ce, adamları ile birlik؛.^ Gazze’yo k؟ıçmı؟،ı. Fakat bir süre son- ra, ilkbaharda, büyük bir kuvvet loplayarak geri dönmüş, Dim- yat şehrini yirmi bin ekü vergi vermeye .mecbur etmişti. Ali Bey onunla Mansuriye’de yaptığı ilk çarpışmada yenilmiş; fa- kat daha sonra galip gelmiş, âsilerin başlarını keserek ؛stan-
(97) Celsing’in n©،as>na Cevap olarak Bâb-J Âli’nin verdiği muhtıranın tercümesi £rognar،!’!n 17 Şubat 1765 tarihi¡ raporuna eklidir- ‘
(98) Fransız elçisinin 7ل Temmuz 1سه؛¡ itimadnâmesi Brognard’ın 1 Arahk 8ه7ل tarihli raporuna eklidir. Bu itimadnâmede padişaha hitap eden şöyle bir pa- saj var : «… Bizim kendilerine هتءر1وا؛<ا tavsiyemiz, ١٢١ ilişkileri, eski dostluğa vc bunun meyvası olması gereken karşılıklı giivcııi sürdürmektir. Bu sonu- ca varmak için tuttuğumuz yol da, her vesile İle Zat-1 Âlilerine değişmeyen saygımızı İfade ediyor, imparatorluğunuzun refah ٢٠ yüceliğini kendimiz ءا¡» de yarar!» görüyoruz… Zat-1 Alilerinin ömrünii artırması, hayatının refah ve mutluluk İçinde geçmesi için Allah’a dua ediyoruz…». Sadrazama yazılan mektupta ise şöyle deniyordu: «Size tevdi «lilen İktidar İle, bilgeliğiniz, İleri gör؟.؛؛li؛[؛iği؛nüz saj^sinde eski dostluğun devam edeceğine, 1740’ta yenilenen ، ve arttırılan kapitülasyonların zcdclenmcyeccğinc, •tebalarımızın bunun . mey- vasini toplayacağına İnanıyor >’٠ bununla övünüyoruz…».
bul’a göndermişti (NOT: 17). Bugüne ؛kadar yayınlanan tarih¬lerde, Ali Beyle ilgili bu silahlı çatışmalar hep unutulmuştur.
İngiltere elçisi Lord Murray, hükümdarından iki mektup almıştı. Bunlardan biri padişaha yazılmıştı ve arabuluculuk teklif ediyordu. İkinci mektup sadrazama yazılmıştı ve sadra¬zam bu mevkie geldiği için tebrik ediliyordu (99). İngiltere sa¬rayı bu mektupların resmî törenle verilmesini istemişti ama bu mümkün olmadı. Çünkü padişah, bundan böyle yabancı el¬çilerle, ancak yeni itimadnâmeleri kabul etmek ya da onlara bir olayı bildirmek için görüşebileceğini söylemişti. Onun için İngiliz elçisi bu mektupları sadrazama teslim etti. Sadrazamın ve padişahın bu mektuplara verdikleri cevaplarda, Rusya ile ilgili şikâyetlerini tekrarlıyor, bir savaş yapmadan bu konuda başka devletlerin ileri sürecekleri başka çözümleri kabul etme¬yeceklerini bildiriyorlardı. ؛
Elçi bu konuda yazdığı bir nota ile, İngiltere’nin Osmanlı devletine karşı Rusya ile ittifak kurma tekliflerini her zaman reddettiğini, bunun hükümeti tarafından padişaha duyduğu saygının ve iyi niyetinin bir göstergesi olduğunu söyledi (100).
İngiliz hükümeti reddedilmeyi bu şekilde cevapladıktan sonra Bâb-ı Âli’ye yeni bir nota verdi. Bununla, halen Yediku-‘ le’de tutuklu bulunan Obreskov’un serbest bırakılması isteni¬yordu. ■ ■
Rusya’ya savaş ilânından az önce, Prusya elçisi, hükümda¬rının kesin emriyle Bâb-ı Âli’ye bir nota vermişti. Bu notada, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında çıkabilecek bir savaşın ön¬lenmesi isteniyordu (101). Prusya elçisi bundan sonra iki rio-
( 99) Bu iki mektubun tercümesi BrognarcTm 16 Ocak 1769 tarihli raporuna eklidir*
(100) Hammer burada dipnot olarak bu notanın İtalyanca metnini veriyor. (Ç؛N.)
(101) Majesteleri aşağıda imzası bulunan baııa, Bâb-ı •Ali’den» hem Osmanlı Devle« iFnin, hem Rusya’nın giriştiği büyük hazırlıklar hakkında bilgi istediler. Kanlı bir savaşı haber veren bu hazırlıklar majestelerini endişelendiriyor. Çiinki bunun sonuçları her iki imparatorluğun tebaları için felâket getirecektir، Za¬feri hangi taraf kazanırsa kazansın, birinin ızdırabı diğerinden az olmayacak¿ * tır. Majesteleri bana, iki tarafın arasını bulmak görevi verilirse bunu zevkle yapacağını ve bu vesile ile her iki imparatorluğun mutluluğuna ne kadar önem verdiğini göstereceğini, böyle bir durumda sonucun, majesteleri gibi gerçek ve samimî bir dostun sayesinde alınacağını Bâb-ı Âli’ye bildirmemi buyurdular,.,
ta daha verdi ve Prusya’nın arabuluculuk teklifini bildirdi (102). Ayrıca Obreskov’un serbest bırakılmasını istedi (103). Fak^t bu da bir fayda sağlamadı.
öt© yandan Obreskov da sadrazama bir mektup yazarak, onsekiz yıl iyi ve dürüst bir şekilde hizmet gördükten s©nra ©nsekiz adamı ile birlikte Yedikule’ye hapsedilmesinin korkunç olduğunu söyledi. Ayrıca hapishanenin dar, loş ve rutubetli olduğunu, zaten iyi olmayan sağlık durumunun burada büs- bütün bozulacağım bildirdi. Daha sonra gönderdiği yarı resmi bir nota ile, hükümetinin kendisine yolladığı kırk iki bin rub- lenin Türk parasına ^vrilmesini talep etti, üçüncü mektubun- de ise, ikinci mektubundaki talebinin yerine getirilmiş olma- sından dolayı Bâb-ı Âli’ye teşekkür ediyordu.
Prusya ve İngiltere tercümanlarına, Obreskov’un serbest bırakılmasiyle ilgili taleplerin reddedildiğini bildiren Bâb-ı Âli tercümanı onlara şu Arap atasözünü de söylemişti: ؛«Her şeyin bir vakti vardır ve her iş saatinde yapılmalıdır» (104).
Bâb-ı Âli tercümanı, diğer tercümanların Rusya’nın sava- او önlemekten başka bir şey yapmadığını, bu niyette olduğu için de Prusya ve İngiltere’ye arabuluculuk teklif ettiğini söyledik- lerini Bâb-ı Âli’ye bildirdi. Bu savaşın tamamen Fransız elçisi- nin kışkırtmasiyle olduğu iddiasuıı da ilâve etti. Ona göre Fran- sa Kırım Hanı ile gizli görüşmeler yapıyor, Han’ın aracısı (t؟m- silcisi) Fransız konsolosunun eşiyle sık sık görüşüyor, Fransız konsolosu da Kırım’a Fransız tercümanlar gönderilmesi husu- unda Han ile mutabakata varmış bulunuyordu.
(102) Prusya kıralı majestelerinin aşağıda imzası bulunan elçisi olarak, dün buraya gelen kuryeden hükümdarım« bir matuhunu aldığı Bâb-ı Ali’ye bildirmek- ten şeref duyarım.و Kasım لا،اس bu mektupta majesteleri, mektup eline geç- tiği zaman Osmanlı Devleti ile Rusya arasında barışın bozulmuş olduğuna, bu haberin kendisin! ا-طقلر هاصلاا ٠٤؟ Âli’y. bildirmemi buyurdular. Bu- nuııla beraber, majesteleri bu vesile ile samimi dostluğunu ispat etmek istiyor. له imparatorluk arasında anlaşmazlığı giderebilirse mutlu olacağını bildiri-
(س) fl^aiesteleri, kendisiyle Bâb-ı Âli arasındaki samimî dostluğa güvenerek, adı ge؛؛en elçinin serbest bırakılması, biitün maiyeti İle sağ salim olarak memlc- ketine gönderilmesi hususundaki talebi reddedilmezse bundan sevinç ve gurur duracaklarını bildirmemi buyuruyorlar.
(104) El-Umyrû merhunetun ةاالم-لل, Tercümesi Brognard’ın ة Mart 1769 tarih- li raporuna eklidir.
SANCAK-I ŞERİF AÇILIYOR
Ocak ayının sonlarından itibaren sarayda tuğlar dikilmiş- ti (27 Ocak 1769). Yirmibeş gün sonra çeşitli birlikler merasim- le yürüyüşe geçti (20 Mart 1709 – 12 Zilkade 1182). Altı gün son- ra Sancak-ı Şerif çekildi ki bu, ” en yüksek dere-
cedeı coşturuyordu. . I
O akşam, Avusturya elçisi Brognard, üç genç tercüma- nı (105), üç genç yardımcısı (100), seyisi, sekreteri, uşağı, ken- dişinin ve tercümanı Testa’nın eşleri, dört kızı ve iki oda hiz- metçisi ile, Topkapı önünde, Tekke Mahallesi’ndeki bir eve git- ti. Burada ordunun geçişini görecekti. Fakat eve henüz gelmiş- ti ki, mahalle imamı onlan buradan çıkardı, imam, mahalle halkının kâfirleri aralarında görmek istemediğini söylüyordu. Evin önünde biriken kalabalık da onlara küfrediyor, tehdit sa- vuruyordu. Askere benzeyen (ama asker olmayan) bir genç, elinde yalınkılıç, göğsünde tabanca ile, onları mezarlığın ya- mndan dış kapıya doğru götürdü. Elçi buraya maiyetinin an- cak yarısiyle gelebilmişti. Diğer yarısı Pera’ya sığındılar. Brog- nard o geceyi Topkapı yakınında bir ^rmeni’nin evinde geçir- di. Burada yeniçeri kethüdasının gönderdiği bir salma çuhadar (yani polis görevlisi) sayesinde endişeden kurtuldu.; Fakat ak- şam olunca Pera’ya döneceği ya da, güvenlik durucu gerekti- riyorsa, Bâb-ı Âli’nin göndereceği görevlilerin koruması altın- da evden çıkmadan oturacağı yerde (107), hem Brog؟ard hem de maiyeti, bir berber dükkânının önündeki parmaklıkların arkasına geçtiler. Çünkü askerin geçişini görmek içüücan atı- yorlardı ve burası da bunun için elverişliydi, üstelik güvenli- ğini sağlamak için, iki yeniçeri ve birkaç yamak da bulünuyor- du yanlarında. Ne var ki halk ¿nlan görmüştü. Daha çok ka- dınlardan ve çocuklardan oluşan bir kalabalık, onlara doğru hareket ederek bağırmaya başladı. Bu sırada asker geçidi
(105) Tercümanlar: Bianchi, Testa. Herbert
(106) ” Zechner, Summerer, Adami.
(107) Vâsıf ve Afamed Resmi Efendi, burada, bizce tarih konusunda yanılıyorlar. Olayın bir gün ؛؛ncesine rastlayan 17 Zilkade (26رسا tarihi veriliyor. Ahmed Resmî Efendi’nia eserinde ise Zilkade yerine Sefer denmiştir. Buna dikkât etmeyen Diea ج$إ yanlışlığı görmemiştir, lö ‘/,أءة <>!)>ث>ااا Mart’a değil, ’27 Mart’a rastlıyor.
de başlamış bulunuyordu. Yeşil sarıklı sözde Hz. Peygamber’- in soyundan olduklarını İddia eden emirler, hamallar ve serse- rl takımı arasında bağrışmalar, koşuşmalar çoğaldı. *Gâvur- lar! Vurun! Yoksa kıyamet gününde yüzünüz kara çıkar!» di- yorlardı. Din! taassupla coşmalardı. Bu taassup zammedilmez bir hal aldı.
Az sonra, yalnız Avusturya elçisinin bulunduğu e^e değil, o caddede hıristiyanlara ait bütün evlere ve dükkânlara hü- cum edildi. Dükkânlar yağmalandı. Söylentilere göre yüzden fazla insan öldürüldü, yüzlercesi yaralandı (108). Çılgın bir ka- la balık elçinin bulunduğu evi kuşattı. Camları, kapıları kırdı. Silahları olmadığı için demir parmaklıkları elleriyle kırmaya çalıştılar. Kapısı kırılan evlere giriliyor, içerdeki kadın ve er- kekler yumruk ve sopalarla dışarı çıkarılıyordu. Kadınların tülleri, bilezikleri üzerlerinden alınıp saçları çekiliyordu.
Yeniçeriler de onları ‘takviye için gönderilen diğer asker- ler, tedbirsiz yabancıları bulundukları yerden güçlükle alıp bir Ermeni’nin evine götürdüler ve oradan ancak ertesi gün ve büyük bir koruma altında Pera’ya ulaştırdılar.
Sancak-ı Şerif, aklı başında her Türk’ün kınadığı o mües- sif olay günü açılmıştı. Müneccimler ve bizzat Ahmed Resmi Efendi bu olayı bir uğursuzluk, bir felâket haberi saydılar. Çün- kü olay, yengeç burcunun Ay ve Satürn ile aynı hizada bulun- duğu zamana rastlıyordu ve bu da uğursuzluk sanılıyordu.
Üçüncü Mustafa gibi ilmi seven ve bilen bir hükümdarın böyle bir yıldız falına bu kehanete inanmasına ve bunun tesi- ri altında kalmış olmasına inanılamaz. Hatırlardadır ki, bu hükümdar Ahmed Resmî Efendi’yi özel elçi olarak Berlin’e gönderdiği zaman, Prusya kiralından üç müneccim gönderme- sini de istemişti. Kıral Frederik de ona, ordusundaki yeniliği göstermiş, böylece, iyi talim gören bir ordunun ve dolu bir ha- zinenin, yıldız ilminden çok daha yararlı ve önemli olduğunu anlatmak istemişti (109).
(108) Brognard’jn raporuna göre لءأئء sayısı lSO’ye, yaralı sayısı لأ§اعل؛اتء ء>’س0ل.
(109) Diez, s. 16’da şuna dikkat ediyor: *Bu müneccimler herhalde şifai olarak is- tenmişti. Çünkü Ahmed Resmi Efendi’ye verilen onikî maddelik talimatnft- m ede müneccim isteğiyle ilgili hiçbir şey yok.
. Yukarıda: anlattığımız ه hiç beklenmedik müessif olaydan sonra, Brognard sadrazama veda ziyaretinde bulundu. Bu gö- rüşmede başına gelenlerden hiç söz ؛etmedi ve hakkı olduğu halde gördüğü hakaret için bir tazminat istemedi. Fakat Brog- nard’ın. veda nutkundan sonra sadrâzam ona nihayet müeb• -bed (sonsuz süreli): barıştan söz etti ki, Brognard’a göre bu ke- limeyi telaffuz ederken sanki ona bir vücut vermek istemişti.
Üç gün sonra •ve Brognard’m hareketinde biraz önce, sad- -razam ona bir mektup verdi ki bu, Prens Kaunitz’in mektubu- na ve Belgrad anlaşmasını yenilerken sürekli veya müebbed ke- ه»هسل ne kastedildiğine dair sofularına bir cevaptı. Sad- razam açıklamasında daim ve müebbed deyimlerini kullana- rak، barışı sonsuza kadar uzatmayı kastettiğini bildiriyor- du(lio).، ن
Bâb-ı Ali’yi, Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki، an- !aşinanın sürekli olmasına razı etmek için, daha ciddî ve baş- ka bir diplomatik gerekçe bulunması gerekmişti. Elçi, uğradı- ğı hakareti hiç hatırlatmadığı gibi, geçmişi tamamen unutmuş göründü ve Bâb-ı Âli’nin özür düeyerek gönderdiği armağan- ları geri çevirmedi. Bu armağanlar,’ kendisi için verilen iki bin kuruş değerinde bir samur kürkle, karısı için verilen yine iki bin kuruş değerinde süs takısı idi. Bâb-ı Âli’nin bu iltifatı, her- halde o müessif olay konusunda susmasını temin etmek içindi. Kendisine yapılan hakarete tepki göstermemesi karşısında ona «bir azize lâyık olgun hareket» gib؛ sözlerle iltifat edilerek te- selli edilmeye çalışıldı. I
Fakat Prens Kaunitz, saray yazıcısı Thugut’un kalemiyle, Brognard’ı bu şekilde hareket edişinden ve özellikle hüküme- tinin gönderdiği ama gizli kalması gereken siyasî düşünce muh- tıraşının orijinalini vermiş olmasından dolayı seri bir şekilde azarladı..
Bundan sonra Brognard’ın diplomatik kariyerinde §ansı dönmüş, başarılı olamamıştı. Kısa bir süre sonra ölünce, onun yerine elçi olarak İstanbul’a Thugut gönderildi.
(ملل> Avusturya imparatorluk Arşiv Dairesi’nde, Brognard’ın Nisan ayındaki rapo- ■ — tercümede, daim veya müebbed deniyor.. Bununla beraber Bâb-ı
Âli ter،؛ümanı bunu pax perpetua şeklinde değ؛؛, pax continua şeklinde ter-
cüme etmişti-
Şunu da hemen söyleyelim ki, Bâb-ı Âli’nin yabancılarla ilişkilerinde Brognard’ın gördüğü hakaret gibi bir olaya hiç rastlanmaz. Bu tarihi yazarken bazen tercümanların dövüldü¬ğünü ve asıldıklarını, elçilerin de dövülüp hapsedildiklerini gör¬dük. Ama halkın ve askerin, OsmanlIların elçiler konusunda¬ki bir prensiplerini bu derece açıkça ihlâl ettiklerini hiç gör¬medik. Bu Osmanlı ilkesi şudur؛ Elçiye zeval yok!
Bu kuralın çiğnenmesi (Hammer’e göre), müslüman fa¬natizminin, sancak-ı şerifin görünmesiyle kabarıp taşmasın¬dan ileri gelmiştir. Fakat bu, maalesef, Avrupalı diplomatlara ve eşlerine halk tarafından yapılan kötü muamelenin sonun¬cusu olmamıştır. Zamanımızda İngiliz elçisinin eşi Lady El¬gin ve Rus elçisinin eşi Madam Tomara, Süleymaniye Camü’ni görmek istedikleri zaman maruz kaldıkları tecavüz, Brognard ve maiyetinin uğradığı saldırıdan daha önemsiz bir olay de¬ğildi. Bu defa, maruz kaldıkları hakaretin tazminatı olarak bu hanımlara kürk, şal, elmas gibi kıymetli eşyalardan oluşan He¬diyeler verilmiş, onlar da bu hediyeleri memnuniyetle kabul etmişlerdir.
Sancak-ı Şerifin açıldığı günde böyle müessif bir olayın meydana gelmesi, o zamanın politikacı ve müneccimleri için, yengeç burcunun Satürn ile Mars veya Ay hizasında bulundu¬ğu zamana rastlamasından dolayı, kötü işaret olarak yorum¬lanmıştı. Bu kehanet, olayı takip eden savaşla ve savaşın Os¬manlI Devleti,’ni yıkıma götürmesiyle doğrulanmış oldu.
YETMİŞÜÇÜNCÜ KİTAP
Kırım Giray’in Kusya seferi ve ölümü. — Hotin’de Türk- lerin başarısı. -٠ Sadrazam ve Potoçki Hantepesi’nde. —
Sadrazamın, Boğdan voyvodasının ve’Bâb-ı’ Âli tercüma¬nının idamları. *٠“ Ölenler ve yeni tayinler. — Moldovan- cı’nm sadareti. — Hotin’in düğmesi. — Moldovancı’nm az¬li ve Halil Paşa’nm sadrazam oluşu. — Şeyhiilislâm’ın ölü¬mü. — Mora isyanı. •— Çeşme’de Osmanlı donanmasının yakılması, ٠٠٠٠ Limni Kuşatması. ■-٢-‘ Kartal Savaşı. — İs-mail m Kilya’mn düşmesi. — Yarım tedbirler. — Bender v® İbraiTin düşmesi. — Sadrazam ve Kırım Ham’nın azil¬leri, -٠ Avusturya ve Prusya’nın arabuluculuk teşebbüs¬leri، — Padişah Avusturya’ya Polonya’nın paylaşılmasını teklif ediyor.— Konfederasyon lehine yeni bir bildiri.— Kış karargâhı ve yeniden silahlanma. — Kırım da elden gi-diyor* — Basiretsiz Osman Efendi.’— Sadrazam azledili¬yor ve Muhsinzâde ikinci؛ defa sadrazam oluyor; ٠— Karar¬gâh Şumnu’da. ٠٠- Maksud Giray Kırım Hanı oluyor. — Reisiil Küttap Abdürrezzak Efendi. — Avusturya ve Prus- ya?nın ateşkes için gayretleri. — Karada ve denizde ateş« kes* —٠ Avusturya elçisi Thugut ve Şeyh Yasinci tam yet¬kili murahhas oluyorlar; — Fokşan Kongresi. —٠ Vâsıf . Efendi ateşkesin uzamasını sağlıyor. — Bükreş Kongresi
de dağılıyor. ٠—’ Sahib Giray» Ali Bey ve Şeyh Tahir. — Yeni sefer için silahlanma. — Eusçuk ve Karasu savaşla» rı. — Euslar Silistre ve Varna’dan çekiliyor. — Kaynarca Savaşı. —؛ Üçüncü Mustafa’nın ölümü. — I. Abdültiâmid’- in tahta çıkışı. — I. Abdülhamid’in güçsüzlüğü. — Kabine- de değişiklik, — Kont Pulavski. — Pazarcık ve Kozluca ,da tagm ‘٠٠ Kaynarca ■‘barışı. — Kaynarca barışı ile ilgili düşünceler، –
KIRIM GİRAYIN ; * RUSYA SEFERİ VE ÖLÜMÜ
ULTAN Üçüncü Mustafa, iki yıldan beri tasarladığı 4Rusya il© savaş* kararım, vaktinden en az altı ay önce ilân etmişti. Sınırlarda gerekli savunma tedbirlerinin tam olarak alınmasına kadar kararın ertelenmesini tavsiye eden
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 27
sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa ise bu görüşünden dola¬yı azledilmişti.
Osmanlı Devleti’nin otuz yıl. önce Avusturya v© Rusya’ya açtığı savaşta hedefe tam olajak ulaşılamamıştı ve yirmi 3a! sonra sebebin ‘acele karar vermek’ olduğu söylenmişti. Şimdi de acele bir kararla savaş sonbaharda ilân edilmiş bulunuyor¬du. Oysa Osmanlı ordusunda alışılmış durumlara göre bu sa¬vaş ilkbahardan önce başlayamazdı.
Bu acele kararı yalnız vakşnüvis Vâsıf değil, Resmî Ahmed Efendi de haklı olarak ha tâli görmüş ve kınamıştır. Resmî Ah¬med Efendi’nin bu savaşı anlatan Hülâsatül itibar (1) adlı eseri, biraz heyecanlı yazılmış olmakla beraber bu konuda da¬ha güvenilir bir kaynaktır.
Savaştan başka bir şey düşünmeyen padişahın bu erken karan, sabırsız Bar Konfederasyonu’nu ve askerleri ganimet için sabırsızlanan Kırım hanını memnun etmiş, Kırım Türkle¬rine, Balta’da yakılan han sarayının intikamını almak için Ye¬ni Sırbistan’a saldırma fırsatı vermiştir.
Kırım Hanı, şubat sonlarında (23 Şubat 1769 – 15 Ramazan 1182) yüz bin askerle Balta’dan hareket etti. Bug (Aksu) neh¬rini geçtikten sonra Tugul’da ordusunu üçe ayırdı: Otuz bin kişilik birlik, nureddinin (ikinci veliahtta) emrinde Donek’e yürüdü (2). Kalgayın (birinci veliahdin) emrine verilen ikin¬ci) Resmî Ahmet Efendi’nin bu savaşı anlatan HiUâsatü’l İtibar adlı eserini ter-cüme eden Diez (Berlin 1813)’in bu kitaba verdiği isim mânâyı tam olarak karşılamıyor■ Buradaki düşünceler birçok bakımdan Volne-y’m «Türk Savaş¬ları Üzerine Düşünceler» adlı eserine çağrışım yapmaktadır. Bunların bazı¬ları Diez, bazıları da Peyssonel tarafından yorumlanmıştır. Fakat bu yazar- ‘lann herbiri meseleye Osmanlı açısından bakmaktadırlar. Bununla beraber Peyssonel’in düşünceleri, incelemeleri, Diez’e göre çok daha doğrudur. Diez, Resmî Ahmet Efendi’nin kırılan gururunun yankısı olan iğneli sözlerini, hi¬civlerini, tam gerçek olarak kabul ediyor, bu müellifin Rum asıllı olduğunu dikkate almıyor. Rumları ve; Rusları Türklerin en büyük düşmanı görüyor, aynı acılıkta konuştuğu PolonyalIlar ve Kırımlılar ise, ona göre, Osmanlı İm¬paratorluğu için en korkulacak dostlardır.
(2) Bizzat Han’ın raporundan alınan bu bilgi, Tott’un «Memoires-Hatırat»’ında verdiği bilgiden daha doğrudur■ Tott (s. 128’de), nureddinin emrinde kırk bin, kalgayın emrinde altmış bin, Han’ın emrinde ise yüz binden fazla asker ol¬duğunu yazıyor ki, ona göre bu seferde Kırım ofdusu iki yüz bin kişiden fazla oluyor.
ci birlik, özi nehrinin sol kıyısını takip: ederek tâ Orel yakın¬larına kadar ilerledi. Üçüncü birliğe bizzat kumanda eden han, Yediseven aşiretleri ve Bucak Tatarları ile Yeni Sırbistan’a sal¬dırdı. Han’ın bu birliği yetmişbeş-seksen fersah kadar ilerleye- rek, çember içine aldığı bölgeyi karşı durulmaz bir sel gibi yı¬kıp geçti ve yağmaladı., ؛
Bu akında binlerce ihsan kılıçtan ؛geçirildi (3), bir. o kada¬rı da esir alındı. Yüz kadar köy ve kasaba yıkıldı, anbarlar ateşe verildi. Üç yeni kalenin, yani Mikelgrod, Arkangelgrod ve Elizabetgrod kalelerinin köyleri yıkılıp yağmalandı (NOT؛
ı). ■ ■ ■■
Kırım Ham, tam ondört gün, Rusya’nın, güney eyâletlerin¬de her yönde akın yaptı ve Donek’in kıyısındaki îsum’un va¬roşlarına kadar ilerledi. Balta’dan hareketinden tam bir ay sonra (4) Kavşan’a ulaştı.
Bu harekât başlamak üzere iken, Lezgi hükümdarının kardeşi olan bir prensle karşılaşmış ve bu prens ona otuz bin kişilik bir kuvvetle yardım teklif etmişti (17 Şubat 1769 – 10 Şevval 1182). Bu yardıma karşılık olarak da, padişah tarafın¬dan kabul edildiği gün, yani sadrazamın cepheye hareketinden ondört gün önce, kuvvetleriyle Rusları sürüp çıkaracağı böl-genin kendisine bırakılmasını istemişti (5).
Tott, Kırım Türklerinin hiçbir seferini bu harekât kadar ayrıntılı anlatmamıştır. Çünkü Tott bu harekâtta bir general olarak Han’ın maiyetinde bulunmuş, onun çektiği zahmetlere
(3) OsmanlI tarihçilerinin notlarına göre de sayılar farklıdır ve onlar da Tott gibi, ordu sayısını iki yüz bin olarak gösterirler» Oysa, bizzat Kırım Ham’mn raporunda asker sayısı bunun yarısı kadar gösterilir, yani yüz bin kişiden ibarettir. Bu rapora ve Vâsıfa göre (s.■ 315) Kırımlılar on bin kadar düşman öldürmüş, yedi bin esir almışlardır، Kendi kayıplan ise kırk-elli kişiyi geç- memektedir!. ؛
(4) Kırım Hanı’nm yazdığı raporun kopyası Avusturya imparatorluk Arşivi’nde- dir. Almancaya tercüme edilmiş nüshası Brognard’in •17 Mart 1769 tarihli ra- poruna eklidir ve 3 Zilkade 1182 (11 Mart 1769) tarihini taşımaktadır. 1784’de Neuchatel’de basılan ve 178B’de’ Viyana’da tercümesi yayınlanan Essals ه. geographiej de polittyue et d’histoire adlı eşerde, bu harekâtla ilgili olarak Tott’tan sadece iki satır alınmıştır. ■.:■’٠٠;■■
(5) BrognardJın 17 Mart tarihli raporu: 11 Mart’ta sadrazam, 14 Mart*ta ise pa- dişah tarafından kabul edildi. أ
ve yorgunluklara ortak olmuş, sofrasında oturmuş ve onun gibi giyinmiştir. Yiyeceği, Tatarların başlıca besini olan eyer altmda sıkıştırılmış et, kısrak sütünden mayalanmış bir içki (kımız), füme at eti, havyar, buturga vs.dir. Fakat, bir misa¬fir olduğu için «Tokay’ın sıvı altını» denilen içkiyi içiyor, beyaz Laponye, ayısının postundan yapılmış ve Sibirya sincabının pos¬tu ile kaplanmış bir kürk giyiyor ve Han’ın «Tatar yurdu» de¬mekten hoşlandığı bir seyyar çadırda yatıp kalkıyordu.
Han’ın çadın içerden kırmızı kumaşla kaplıydı ve altmış kişi alabiliyordu. Onun çevresinde kurulan daha küçük oniki çadırda hanedana mensup subaylar kalıyordu. Bu onüç çadır çepçevre, beş ayak yüksekliğinde bir duvarla korunuyordu. Han, toprak bir tümsekten etrafa şöyle, bir göz atınca bütün ordusunu görebiliyordu,
Ordu yirmi alaya bölünmüştü. Han’ın çadırı ortadaydı. Onun önünde her biri dört yüz süvariden oluşan kırk tabur vardı, süvariler dörderlik iki sira halinde idiler. Her taburun başında yirmi sancak vardı. Han’ın büyük sancağı (6) ile iki yeşil sancak arasında ve onlarla beraber İnat Kazaklan’nın sancağı dalgalanıyordu. Bu kazaklar Büyük Petro (Deli Pet- ro) zamanında, Kazak İgnas’m başkanlığında, Rus împarator- luğu’ndan ayrılıp Kırım Hanı’nın hizmetine girmişlerdi ve o zamandan beri de bunlara ‘İnat Kazakları’ deniyordu. ‘İnat’ ya da ‘îğnat’, dikkafalı, âsi, inatçı demektir.
İnat Kazaklarının ‘tesiriyle Zaporog Kazaklan da boyun¬duruktan kurtulmak için Elizabet (7) kalesinin kumandanı¬na başkaldırmışlardı.
Kınm Türkleri bu sefer sırasında elde ettikleri ganimetle¬ri korumak ve gözetlemekte inanılmaz kabiliyetlerini göster¬diler. Hemen hemen her askere, ganimet olarak yarım düzine esir, iki düzine sığır, beş-altı düzine koyun düşüyordu. Eyer kayışına basılan torbalara çocuklar konmuştu ve bunların yal¬nız başlan görünüyordu. Bir genç kız süvarinin önünş, annesi
(6) Tott (ş. 140*ta), Han’ın büyük sancağının Hz. Muhammed’e ait Saneak-ı Şe¬rif olduğunu söylemekle yanılıyor،
(7) Tott, II, s. 144« Elizabet Kalesi «Türklerle II, Katerina Devrinde İlk Savaş¬ları» adlı tarih kitabında «Elisavedgrod» seklinde ifade ediliyor (Gamette de Saint-Petersburg, f. XVI, s, 4).
■
arkasına geçiyor,• baba ile oğul elie götürülen âtlara bindirili¬yor, sığırlar ve koyunlar da en önde؛ gidiyordu. Yorulmak bil¬meyen bir göz bütün ganimeti gözlüyor ve hiçbir şeyi gözden kaybetmiyordu. ‘ ؛
Orduda sert , bir disiplin hüküm sürüyordu. Bir haç resmiy¬le alay, eden, hakaret sayılacak hareketlerde bulunan Nogay- lara, bu hareketin yapıldığı kilisenin önünde yüzer sopa vu¬rulmuştu (8). İzinsiz olarak bir Polonya köyünü yağmalayan¬lar da atlarının kuyruğuna bağlanmış, ölünceye kadar sürük¬lenmişlerdi.
Kırım, Giray, bu seferden dönüşünden bir ây sonra öldü. Onu, Eflâk voyvodasının casusu olan Rum hekim Siropulo ze- hirlemişti.. Tott, han’ı bu hekime karşı uyarmıştı ama gayreti sonuç, vermemişti. ■„ r. . ؛ ؛, . .
Artık ölümün iyice yaklaştığım ahlayan Han¿ musiki ça¬lınmasını emretti ve İlâhiler içinde Uykuya dalar gibi ruhunu teslim etti. – ؛ ■
Sadrazam, Han’ın ölüm haberinil İstanbul’dan sonra ikin¬ci konaklama yeri olan Silivri’de aldı. Şirinbeğlerin ve mirza¬ların isteğiyle, Selâmet Giray’ın oğlu[Devlet Giray Kırım Hanı
ilân edildi. Fakat bu güçsüz bir handı. ، ■
HOTİN’DE TURKLERİH BAŞARISI
imparatoriçe Katerina, sonbaharda ilân edilen savası ilk- baharda gereği gibi karşılayabilmek؛ için ؛kış •boyunca hazır- lanmıştı. Podolya’da, dokuz bini Kazak olmak üzere altmış bin kişilik bir ordu kuruldu, Al’eksandr Mihayloviç.GaliÇiıı’ûı em- rine verildi. İkinci ordu on bin Kazak ve yirmi bin Kalmuk’tan olıişuyordu ve Pe؛tro Aleksandroviç Romanzov’un; emrine ve- rilmişti. Bunların görevi, özi (Dinyeper) nehrinden Azak de- nizine kadar olan Rus sınırlarını, savunmak, Azak‘ ve Tagan- ruk kalelerini inşa etmekti. Bu kaleler Prüt ve Belgrad anlaş- malarına göre yıkılmış, bulunuyordu. On-onbir bin kişideıı olu-
‘(8) Tott’un, Han’ın ağandan söylediği «Tatarlar güzel sanatlara ve peygamber¬lere saygı göstermesini öğrenmelidir» sözü aslında kendisine ؟İttir.
şan üçüncü bir ordu ise Vaymarn’ın kumandasına verilmişti ve Polonya Konfederasyonu’nu denetim altında tutacaktı.
General Medem, Zarizin’den Kabartay ve Kuban’a doğru ilerledi. General Totleben, Erzurum ve Trabzon’a hücum et¬mek için Tiflis’e hareket etti. Ona, tekrar Ruslara katılan Kar¬teli, Mingreli, Goril ve îmiretti Gürcü prensleri de emirlerin¬deki kuvvetlerle yardımcı olacaklardı, öte yandan Karadağlı¬lara para, silâh, cephane ve subay göndererek, OsmanlIlara karşı savaşa girmeleri istendi.
Böylece, Osmanlı Devleti’ne, ezici Rus kuvvetleriyle ku¬zeyden, doğudan ve batıdan saldıracaklardı
Osmanlı sadrazamı İstanbul’dan Tuna kıyısına hareket et¬mişti ve henüz yolda idi. Bu sırada Prens Galiçin, Hotin’i ku¬şatmak üzere Turla (Dinyeper) nehrini geçti. Hotin’i koruyan kuvvetlerin kumandanı Çeteci Yeğen Haşan (9), Selanik mu¬tasarrıfı Ahıskalı Haşan Paşa yirmi bin kişilik bir kuvvetle yardımına yetişmeseydi, belki kaleyi bırakmak zorunda kala-caktı.
Rumların paskalya bayramına rastlayan Pazar günü CIO) öğleden sonra general Olitz hücuma geçti. Fakat bir başan sağlayamadı. Çünkü şimdi kaleyi koruyan Çeteci Haşan Paşa değil, Osmanlı kuvvetlerine kumanda eden Kahraman Paşa idi (19 Nisan- 30 Nisan 1769) .
Hotin kalesinin yamakları (11) isyan edip birinci paşayı öldürmüşler, kumandan olarak İkincisini seçmişlerdi. Ona, ba- şanlarından ve yavuzluğundan dolayı «kahraman» diyorlar¬dı (12),
Bâb-ı Âli, Çeteci Yeğen Haşan Paşa’nın yerine Ahıskalı Haşan Paşa’yı tayin etmişti. Fakat, kaledekilerin desteğine gü¬venen Kahraman Paşa, vfezirlik unvanı ile bitikte kumandan¬lığa kendisinin getirilmesini istedi. Cüretinin cezası uygun bir zamanda verilmek üzere bu isteği yerine getirildi.
Galiçin, Hotin’e saldırmasından üç gün sonra mağlup ola¬rak geri çekildi ve tekrar Kalus’a döndü. Prens Porosorovski ise, Anadolulu birkaç bin süvari ile yardım¿ gelen Tekke mu¬tasarrıfı Abaza (Mehmed) Paşa’yı (13) Pruth’un gerisine süre- ^bilmişti. Aynca bir mikdar esir almış, elli deve ile bazı yük arabalarını, birkaç sancak ve çok sayıda silah ele geçirmişti. Bir Kazak albayı ve bir ataman, o kargaşalıkta, paşanın ku¬mandanlık simgesi olan gümüş asayı da alabilmişlerdi (24 Ni¬san – 5 Mayıs 1769).
Galiçin’in Hotin’de başan sağlayamaması, yenilip Turla’ nın ötesine çekilmesi, İstanbul’da büyük sevinç yarattı ve bu vesile ile padişaha gazi unvani verildi. Bütün eyâletlerdeki imamlara emirnameler gönderilerek, Cuma hutbelerinde pa¬dişahın adına ‘gazi’ sıfatının ilâve edilmesi istendi. Bu kelime, bütün müslümanlân kâfirlere karşı savaşa davet eden bir mâ-nayı da taşır, fakat yaygın mânası ile o, «imânın zaferini te¬min eden muzaffer hükümdar» demektir. Oysa bütün hüküm¬darların mühründe ‘daima muzaffer’ ibaresi de vardır. Bu, un¬vanın tabii bir sıfatı telâkki edilir. Batılılarm ‘semper Augus- tus’ deyimine karşılıktır. •
Sadrazam Edirne’de iken, ölen Kırım Ham’nın kethüdası Ömer Besim, Efendi resmî yazılarında bazı uygunsuz cümleler kullandığı için bir hayli• sıkıntı vermiş, onun için de Bosna’dan Bihacz’a sürülmüştü. Üzerlerinde zehir bulunan karargâhtaki
üç doktor da, Rusya hesabına ileri gelenleri zehirleme amacı güttükleri anlaşıldığından idam edilmişlerdi.
Sadrazamın teftiş etliği düzenli birliklerde önbin yeniçe¬ri, bin üçyüz cebeci, bir o kadar topçu ve sekiz yüz nakliyeci asker vardı (14). • ■ :
Edirne’deki mola sırasında, yeniçeri yazıcısı ve eski va- kanüvis Mehmed Subhi Efendi vefat etti. Mehmed Subhi, III. Ahmed’in hükümdarlığı ve > İbrahim Paşa’nın sadrazamlığı sı¬rasında vakanüvislik yapan Halil Fehmi Efendinin oğludur. Ha¬lil Fehmi, İstanbul’da yayınlanan bir ciltlik eserinde, selefleri Sami ve Şakir Efendilerin tarih notlarını bir araya toplamıştı. Vâsıf da, Hâkim, Çeşmizâde ve Murteza’nın tarihlerini derle¬miştir. İstanbul ve, Kahire’de iki cilt halinde yayınlanan Vâsıf’- ın eserinin ilk bölümünde, Rusya savaşından Kaynarca barışı¬na kadar geçen olaylar anlatılır. Bu bölüm, Osmanlı Devleti vakanüvisi Enverî (15) tarafından da özetlenmişti.
Mayıs başlarında sadrazam karargâhını Babadağ’dan îsakçı’- ya nakletti. Burada yirmi gün kalarak ihtiyaç duyulan savaş malzemelerini tamamlamaya çalıştı. Strateji konusunda hiç tecrübesi bulunmayan ؛sadrazam، yani serdar-ı ekrem, nihayet ordunun ileri gelenlerini bir savaş meclisi halinde topladı ve onlara şöyle dedi: «Orduyu hangi noktaya sevkedelim? Benim seferle ülfetim (savaş tecrübem) yoktur. Harekâtın nasıl ola¬cağım, devletimizin yararına en uygun hareketin، ne olacağı¬nı siz tespit edeceksiniz. Düşündüklerinizi hiç tereddüt etme¬den söyleyin ve beni aydınlatın!»
Onun bu bilgisizliği ve itirafı orada bulunanları şaşkına çevirdi. Hayâl kırıklığı içinde herkes birbirinin yüzüne baktı. Nihayet Başmuhasebeci Şehdî Osman Efendi söz alarak uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşmanın özeti şu idi: «Düşmanın Hotin saldırısı başarısızlıkla sonuçlandığına göre, yakında Ben- der tarafında görünmesi ihtimali daha fazladır».
Sadrazam «Yeter!» diye onun konuşmasını kesti ve herke¬sin konuşacağını söyledi. Bazıları Hotin’e, özi ve Bender’e doğ¬ru hareket edilmesine taraftar olduklarını, bir hücum halinde buralarda daha başarılı karşı konulacağını söylediler. Bazıla¬rı da her şeyden önce Tuna’yı geçmelerini, sonra da duruma göre hareket edilmesini tavsiye ettiler. ‘ ;
Sadrazam da bu sonuncu görüşe katıldı. Bâb-ı Âli tercü¬manı da ona Hotin’e gidiş gelişte tercih edilecek güzergâhı gös¬teren bir muhtıra vermiş bulunuyordu (16). ,
SADRAZAM VE POTOÇKt HANTEPESİ’NDE
Ordu, nehir gemileriyle İsakçi karşısında kurulan bir köp¬rüden geçerek Tuna’yi aştı ve Kartal’a (Lârga’ya) geldi. Dört gün sonra da Hantepesi’nde (17) karargâh kurdu (1 Haziran 1769 – 26 Muharrenı 1183) . ■ ؛
. Hantepesi’nin eski a؛dı Ryabaya, Moghila idi. Türkçe ismini, Dördüncü Mehmed’in Kamaniçe seferinde buradaki yüksek te¬peye karargâhını kurmasından alır Pruth’un kıyısında Yaş şeh¬rine beş, Hotin’e onbeş fersah (1, fersah .= yaklaşık 5 km) uzak¬lıktadır. Dördüncü Mehmed bu, teperdin iki tarafını kaldırarak depo yaptırmıştı.
Ordu Hantepesi’nde iken, Polonya Konfederasyonu elçisi olarak gelen Potoçki sadrazamı ziyaret etti. Potoçki Kırım ha¬nına sığınmıştı, ve o sırada Bender’de oturuyordu. Sadrazâmm geldiğini öğrenince hemen ziyaret etmiş ve merasimle karşılan¬mıştı. Sonra da, kabul edildiği divanda, Polonya’nın hürriyeti ve bu hürriyeti korumak için harekete geçen sadrazama te¬şekkür için bir konuşma yapmıştı (İŞ). Sadrazam da ona uzuiı ve Vâsıf’ın çok ؛tuhaf bulduğu bir konuşma ile cevap verdi. Bu konuşmasında, konfederasyonu, ihmalinden ve dizginleri düş¬mana bırakmış olmasından dolayı suçlamış (19), şöyle demiş¬ti.- «…Bana gelince, ben, vazifemi müdrikim. Ne şimdi, ne ya¬rın, ne yaz, ne kış, düşmanı bulunabileceği her yerde takip et¬mekten ve onu muzaffer kılıcımla yok etmekten vazgeçmeye-ceğim. Ben, dünya dengesini elinde tutan, dünya hâkimi şev- ketlû hükümdarımın damadıyım, oğlu da sayılırım. Onun ser¬darıyım ve bir başka o’yum. Ben bu seferimde İkinci İskender olacağım. Hareketim şimşekten daha hızlıdır. Dostluğunuz sa¬mimi ve kesin ise, devletinize bildiriniz ki bütün PolonyalIlar ve seçilmiş olanlar, asla düşmana boyun eğmesin. Sana gelin¬ce, Polonya seraskeri tayin edilen Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa’yı Turla’mn (Dinyester’in) ötesine kadar takip etmeye ha¬zır ol!»
Sadrazam tekrar topladığı danışma meclisine aynı ihtiyat¬sızlıkla Bender’e gitmenin uygun olup olmayacağmı sordu. Er¬zak kıtlığı ve her türlü haşarat orduyu çok rahatsız ediyordu. Resmî Ahmed Efendi’ye göre Bender’e gidilmesine asıl bu du¬rum sebep oldu. Toplanan mecliste sadrazam, «Sen ne dersin defterdar?» diye sordu defterdara. O da, «Bize erzak gerektiği¬ni düşünüyorum» diye cevap verdi. Yiyecek temin etmekle gö¬revli Tahir Ağa C20) birkaç yüz arabalık arpa tedarik etmişti. Bender’e doğru yürüyüşe geçildi ve Yassıtepe’de karargâh ku¬ruldu (9 Haziran 1789 – 4 Saf er 1183).
Burada da yiyecek az, haşarat ve özellikle sığır sineği ise Hantepesi’ndeki kadar çoktu. Açlık sıkıntısı çekmeye başlayan askerler her an isyan edecek durumda idiler. Bu yetmiyormuş gibi sadrazam hastaydı ve hekimler her gün ölümünü bekliyor¬lardı. Yüzlerdeki karamsarlığı gören sadrazam Mehmed Emin •Paşa, onları yatıştırmak için, «Korkmayın, benim adım Emin’dir (21) (yani müjdeler getiren Cebrail’in adıdır), padişahmuzın parlak yıldızı onu terketmeyecektir» diyordu.
Rusya’ya bağlı kalan Polonya’nm üzerine yürümek ve bu ülkeyi artık dost değil düşman telâkki etmek kararı, dörtlü bir fetva ile onaylandı ve bu fetva Altınıçok (22) lâkabı ile de ta- nman kadı Abdullah Efendi tarafından okundu. Böyleoe Polon- ya topraklarına girmek ve halkını hâkimiyet altına almak ka- ran meşrulaştırıldı. Plân, Potoçki’ye ye karargâhta bulunan ya- bancı devletlerin diplomatlarına da bildirildi.
Potoçki, memleketine ihanet eden hainlerle çarpışmayı ka- bul ederek, konfederasyon adma, altmış bin kişiye yetecek za- hireyi temin edeceğine söz verdi. Meclis dağıldıktan sonra Po- toçki başka bir yazı daha sundu هاا!ه bunun okunmasına, ko- nusu bakımından o anda gerek yoktu ve başka bir zamana bı- rakıldı.
Meclisin dağılmasından sonra, babası tarafından Anbarlar Muhafızı yapılan Kırım Hanı’nıh oğlu Kaplan Girayzâde’ye sa- mur kürk giydirildi, yukarıda sözünü ettiğimiz fetvaları okuyan kadı da Anadolu kazaskeri oldu.
Bâb-ı Âli’nin Polonya seferi için yayınladığı beyannâme, İs- tanbul’da bulunan bütün yabancı elçilere dağıtıldı (NOT: 2). Bender defterdarı Ahmed Paşa, orduya yeterli erzakı temin ede- mediği için görevden almdı ve hapsedildi (23) . OsmanlI Devle- ti’nin en seçkin vezirlerinden biri olan ve Anadolu’da birçok karışıklığı yatıştıran Sanzâde Mehmed Paşa, Bender muhafızı iken ölmüştü. Onun yerine Kel Ahmed Paşa’nın oğlu El-hac Ali Paşa tâyin edildi.
Sadrazam, o sırada Kavşan’da bulunan Kırım Hanı’nı, Boğ- dan’a serasker olacak kumandanı tespit için görüşmek üzere çağırdı (19 Temmuz 1769 – 5 Rebiülevvel 1183).
Bütün bunlar olurken, Ruslar،n Turla’yı (Dinyester’i) tek- rar geçtikleri ve Bukovina ormanını dolandıkları öğrenildi. Daha önce feldmareşal Münç de ormanı dolaşıp Zernoviç yoluyla Hotin’e gelmiş ve burasım kuşatmıştı, şimdi aynı yol takip edil- miş oluyordu.
Sadrazamın kethüdası Fevzi Süleyman Efendi Kavşan’daki Kırım hanına gönderildi ve ondan Hotin’e yardım etmesi isten¬di. Han, Yeni Sırbistan’daki Elizabetgrod’a, nureddin (yani kalgaydan sonra gelen ikinci veliaht) ise Hotin’e yürüyecekti. Han, Hantepesi yakınındaki depoların savunmasının kendisine bırakılmasını ve Rusların herhangi bir saldırısına karşı Yaş şehrinin korunmasını isteyerek kethüdayı geri gönderdi. Ken¬disi de Hotin’e gitmek üzere Kavşan’dan ayrıldı.
Hotin kumandanlığı ؛«başbuğ» unvanı ile Moldövancı Ali Paşa’ya verildi. Sadrazam ona beş bin duka altını ile hakkeden askere dağıtılmak üzere nişanlar da göndermişti. On biiı kuruş da Abaza Mehmed Paşa’ya göndermiş, Moldovancı’dan olduğu gibi ondan da bütün harekâtı Han’la birlikte yürütmesini iste¬mişti. Abaza Mehmed Paşa Bender muhafızlığına, Kel Ahmed Paşa’nın oğlu ise Yeni Sırbistan seraskerliğine getirildi ve ken-disine onbin kuruş verildi. Sadrazam bu görev taksiminden sonra tekrar Hantepesi’ne çekildi.
Türk süvari birliği Rus süvarisinin toplu gelişini kazıklı en¬geller kurarak dağıtmak istedi ama bundan pek sonuç alına¬madı. öte yandan Hân, yirmibeş bin kişilik ordusu ile Prens ProsQrovski’nin kuvvetlerine saldırdı. Fakat onun saldırısı da ancak Hotin kuşatmasını kaldırtacak kadar etkili olabildi (26 Temmuz 1769 – 22 Rebiülevvel 1183). Bu sırada Hotin başbuğu Moldovanci Mehmed Paşa, Maraş Beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa ve Canikli Ali Bey, otuz bin kişilik .bir kuvvetle Han’ın ordusuna katıldılar.
Prens Galiçin, Prens Prosorovski ve General Rennenkamp’- ın kumandasında genel bir saldırıya geçmek için bütün kuv¬vetlerini müstahkem mevkiinde topladı. Serasker de karargâ¬hını Prosorovski’nin terkettiği yere kurduğu için olup bitenleri takip edebiliyordu (26 Temmuz – 13 Ağustos 1769). Kuvvetlerini ؛toplayan Galiçin savaşa savaşa geri çekildi (13 Ağustos 1769).
Sadrazamın Hantepesi’ne ulaştığı gün, Hotin muhafızı Kah¬raman Paşa da saygılarını sunmak için buraya geldi. İyi bir kabul göreceğini, Rusların mağlup olarak çekilmesinin yarata¬cağı iyimserlik havasının, Hotin muhafızlığını ve vezir rütbe¬sini nasıl bir emrivaki ile aldığını unutturacağını sanıyordu. Fa¬kat öyle olmadı. Sadrazamın subayları tarafından sımsıkı ya-kalandı. Efendisini kurtarmak isteyen؛ paşanın imrahoru taban- لعل$هم çekerek saldıranlardan• peşkircıba|ını öldürdü. Ama SU” baylar onu da sımsıkı yakaladılar ve binlerce hançer darbesiy- le ikisini de öldürdüler. .
Kahraman Paşa’nın mallarına el؛ koyması i^in gönderilen görevli bu İşi yaparken, her taraftan öldürülen paşanın zulmü- ne uğrayanların şikâyetleri duyuldu. Şunlar paralarının ve mal- لل؛سظ zorla alındığım söylüyorlardı. Sadrazam zorla alınan mal ve paraların iadesini emretti ve bu emir yerine getirildi.
SADRAZAMIN, BOĞDAN VOYVODASININ VE BÂB-I ÂLÎ TERCÜMANININ İDAMLARI
Ali Hekimzâde’nin sadrazamlığı sirasmda Enderun çuhada؟ rı olan, Sivas’ta âsî ve eşkiyanm sindirilmesinde önemli rol oy- nayan Abaza Mehmed Paşa, üç tuğlu؛ vezir ;rütbesiyle Hotin se- raskeri tâyin edildi Humâyun imrahoru Mustafa Bey, karar- gâha verilmek üzere getirdiği parayı teslim ettikten sonra sa- daret kethüdası, tâyin edildiğini gösteren emr-i hümâyunu gös- terdi. Ahıska’da bir kütüphane ve bir cami yaptıran meşhur Ah- med Paşa’nm oğlu ve Hotin muhafızı Ahıskalı Haşan Paşa, Rus- lann şehri• son kuşatması sırasında bir gülle isabetiyle ölmüş؟ tü. Çelik Paşa’nın hazinedarı Ali Paşa’nın kumandasındaki kuv- vetler Kanlı Köprü mevkiinde bir Rus hafif süvari müfrezesini kılıçtan geçirerek Haşan Paşa’nın intikamını almıştı. Şimdi, Kı- ran Hanı’nın, serasker Mehmed Paşa’nın, Başbuğ Moldovancı’- nm, Abaza Mehmed Paşa ve Canikli Ali Bey?in birleşen kuv- vetleri Rusları bozguna uğratmış, Hotin’i kurtarmışlardı. Ama bunlar ve diğer paşalar İstanbul’a sadrazamın kabiliyetsizliği- ni, Hotin’in kurtarılmasında en büyük payı olan Moldovancı Ali Paşa’yı kıskanıp istiskal ettiğini bildirmişierdi. Ayrıca, bu- güne kadar elde edilen başarının az؛ oluşundan, Ruslara satıl- mış Bâb-Î Âli tercümanını V© eski Bogdan voyvodası Ğalimaki- ص de sorumlu tutuyorlardı. Bünlarm؛ ihanetleri anlaşılınca ka- faları vuruldu. ■ ■■•’
Bu sırada padişahın ikinci imrahoru ve Kel Ahmed Paşa- nın oğlu Fevzi Bey karargâha geldi. Çizerinde vezirin azledildi- ğirti ve Dimetoka’ya sürülmesini bildiren bir emr-i hümâyun vardı. Fevzi Bey, yazıcısınla ve başimrahorun refakatinde, Kâh- yabey’in (Sadaret kethüdasının) çadırına indi; sadrazama emri okudu. Bunun üzerine sadrazam Dimetoka’ya sürülmek üzere Edirne’ye götürüldü ve orada idam edildi (12 Ağustos 1769 – 9 Re’biülevvel 1183).
Sadrazamın kesik başı bir gümüş tepsiye konarak sarayın önünde teşhir edildi. Kesik başın üzerinde şöyle bir yazı bulu- nuyordu: «Bu baş, kibri yüzünden düşmana saldırmaya«, gi- وله gelmelerle vakit kaybeden, ordunun yitmeklerini çalan, Ho- tin önünde, ihtiyacı olduğu halde Kırun Hanı’nın yardımını red- deden, başı vurulmuş Bâb-1 Âli tercümanına aşın derecede iti- mad eden ve lâyık olduğu cezaya çarptırılan, eski sadrazam Mehmed Emin Paşa’nm başıdır.» (24).
Boğdan voyvodasınm kesik başı, cesedinin yanma ve ayak» lan arasına konmuştu; üzerinde şu yazı vardı:
«Bu baş, iaşe temini için gönderilen yüz kese parayı zim- metine geçiren ve devlete ihanet eden Boğdan voyvodası Gligo- ٢٤ Kalimaki’nin başıdır» .
Bâb-1 Âli tercümanının kesik başı cesedinin arkasına kon- muştu ve yanında şunlar yazdı idi ؛
«Bu lâşe-i habis, tercüman ve reâyâ Nikola Drako’ya aittir, Boğdan voyvodası ile gizli tertiple? kurduğu ve ihanet ettiği için kesilmiştir».
Uzun zamandan beri hiçbir idam olayı sadrazamın, voyvo- danm ve Bâb-1 Âli tercümanının idamları kadar halkı heyecan- landırmamıştı. Bu heyecanı korkunç şekild؟ arttıran yukanda naklettiğimiz yazılar olmuştur.
Sadrazam Mehmed Emin Paşa, sadrazamların hayatını س- latan tezkirelerde de, OsmanlI Devleti Tarihi’nde de, «Hülâsa- tül itibar» adlı eserde olduğu kadar acı bir şekilde kınanma- mış, aşağılanmamıştır. Devletin vakanüvisleri ve yabancı elçile-
(24) Diez, Mehmed Emin Paşa’mn Leipzig Kütüphanesi’nde bir benzeri bulunan tılsımlı bir gömleği olduğunu da yazıyor. Bu gömleklerden ikisinin üzerindeki yazılar edebiyat yıllıklarında ve OsmanlIları¿ I. Viyana kuşatmasının üçün¬cü jübilesinde yayınlanmıştı. Ferari, Notizie istoriche, s. 116’da Varadin sa¬vaşında ele geçirilen böyle bir gömleği tarif ediyor.
rin raporları da onun savaş sanatında tamamen tecrübesiz ol- duğunu, savaşın başmda kendisine teslim edilen yirmibeş mil- yon kuruş gibi muazzam bir parayı, ihtiyaçların karşılanması için gereken yerlere göndereceğine, kendine ait on milyon ku- ruşla ■birlikte kasalarda saklamak gibi affedilmez bir hata iş- lediğini yazmaktadırlar.
Emin Mehmed Paşa’nm muazzam serveti ona babası Yusuf Efendi’den kalmıştı. Babası ile beş defa Mekke ve Hindistan’a seyahat etmişti (25). Hindistan seyahati. OsmanlI elçisi Salih Efendi’nin ölümünden sonra olmuş (26) , Hint hükümdar ve temsilcilerinin Türk padişahma verdikleri cevabı o getirmiş, bu vesileyle oğluna devlet kapısında bir iş temin etmişti. Çok gü- zel bir hat ve çok güzel bir üslûpla yazılan dilekçesi işe alm- masını kolaylaştırmıştı. Prenses Şahsultan’la evlenmesi de zor olmamıştı ama, bunun sebebi daha çok son derece yakışıklı ol- maşıydı. Onun Hayalin Gül Bahçesi (27) adlı eseri hem nesir, hem şiir yazmadaki üstün kabiliyetini göstermeye yeter. Hayat hikâyesini yazan tezkireci Cavit, onu, tarihte yalnız gelip git- meleri, idarenin bir parçası gibi devlet hizmetine girmeleri ve ayrılmaları yazılan sıradan vezirlerin çok üstünde tutar.
Padişaha damad olacak kadar onun güvenini kazanan Meh- med Emin Paşa, savaş konusunda bilgisizliğinin ve paraya düş-
(25) Vâsıf, işe para karışınca İlmî araştırmaların unutulduğunu anlatan bir Arap vecizesini tekrarlıyor ئ «İnsanın aklı maddi zenginliklere takılınca kârdan başka bir şey düşünmez.»
Daha yukarıda işe §u vecizeyi söylüyor :
izâ lem yekun avııu mln’allahi in~ietâ Fe evveltı mâ yeceıma’llalıu igtlhâdeiıu
Yani:
Bir gence Allah yardım etmezse.
Kendi kuvveti ancak yıkımına sebep olur.
Bilgisiyle ilgili olarak da şöyle diyor :
El-iimu Îfît-nefsi nûruii, testediMı bîlıl Ale’l-hakaıki misle nûr’il-ayni.
Yani:
İlim, aklı gerçeğe götüren bir rehberdir.
O, göz nuru gibi etrafı aydınlatır.
(26) Orengabad’da öldü (Vâsıf, II, s، 45). i-
(27) Aslı : Gülşen-i Hayâl. ,
künlüğünün kurbanı olmuştur. Zaten savaş konusunda محوه* sizliğini kendisi de.kabul ediyordu. Bu kusurunu savaş mecli- sinde apaçık itiraf etmekle kalmamış, bütün başarısız sadra- zamların akibetine uğramadan, birkaç defa‘ bumakaradan ay- nlmayı, yerine başkasının tâyin edilmesini istemişti (28).
ÖLENLER VE YENİ TÂYİNLER
٠ yıl ölen meşhurlar listesine, ölümü kanlı olmayan mâ- sum bir meşhuru da ilâve etmeliyiz; Bu, Mihrimah Sultan’dır; ه zaman henüz onyedi yaşındaydı V© çiçek hastalığına yaka- lanmıştı. Bu hastalık yirmi yıl kadar önce yine saraydan çık- inişti ama, oradan İngiltere’ye geçmiş y© bütün Avrupa’ya ya¿ yılmıştı. Bu güzel lâleyi. Lâleli Camii yakınındaki mezarlıkta toprağa verdiler (21 Şubat 1789) . ‘
Su işleri müfettişi Altmcık (29) Mehmed Ağa’nın oğlu olan ve Anadolu kazaskerliğine daha yeni tâyin edilen Abdullah Efendi d© o günlerde öldü. Nesir v© nâzım yazılarıyla ve bü» yük bir ilim adamı olarak isim yapmıştı. Beydavî’nin Kur’an tefsirine şerh yazmış, Abdi (30) mahlasını taşıyan birçok şiir bırakmıştır. İstanbul’a gönderilen bir rapora göre, ölümüne ordu hekimi Ahmed Efendi’nin cahilliği sebep olmuştur. Ahmed Efendi h©men görevden alındı ve yerine başkası tâyin edildi (31). ölen kazaskerin yerine ise şair V© müderris defter emini Süleyman Bey g©tirildi. Bunun ölümü d©, yeni sadrazamın sa-
(28) Vâsıf bu konuyu anlatırken ‘Arapça bir mısraı tekrarlıyor ki, bu* Horaee’ıo mısraı ile tamamen ayûi anlamı taşıyor ٠ ئ ‘
Horaee : Mors et filgacem perseiioJtıır Tirum.
. Arapça mısra :
Ve mm lenı yemut و!ءلاسلأسم mâte M gayrihi ■
Tenevvetıl-esbâba ve*l ma¥tE ¥مااسمح
Yani ئ Kılıçla ölmeyen başka bir şekilde ölür*
Ölüm birdir ama ölüm çeşidi pek goktur.
(29) Altıncik, Ktçiik a!،ın demektir; fakat halk €ضئإلل «Altını çok» Şeklîni al- mistir* Benim Eamammdâ, Fransa’nın Bagdad Konsolosluğumda görevli Ma- Mvolre (Malivuar)’a da Türkler hep «Malı var», yani zengin diyorlardı,
00) Vâsıf, e» IX, s* 37؛de Hotin. zaferine tarih düşüren mısraını tekrarlıyor.
(31) Gurkzâde Haşan Efendi tâyin’edildi. Vâsıf, ‘•
daret mektupçusu Fevzi Süleyman Efendi’yi azlettiği güne rastlar.
Süleyman Bey, tıpkı ünlü Arap şairi Caiz gibi, iğneleyici bir üslûp kullanırdı. Birçok gazeli vardır ki bunlardan biri, dev¬letin vakanüvisine göre, kafiye zarureti için en güç kelimelerin bulunup kullanılmış olmasıyla ünlüdür (32).
Varadin savaşında ölen Sadrazam Çorlulu Ali Paşa’nın ar¬kadaşı ünlü Kel Ahmed Paşa’nın oğlu olan Bender muhafızı Kel Ahmedzâde El-Hac Ali Paşa da o günlerde vefat etti. Sa¬rayda yetişmiş, Üçüncü Osman zamanında imrahor olmuştu. Üçüncü Mustafa ise onu çok sevdiği yeğeni Nurhanım Sultan¬la evlendirmişti. Rumeli valisi iken gözden düşerek İstanko’ya sürülmüş, daha sonra İçel ve nihayet Cidde valiliklerinde bu-lunmuştur•
Cidde valisi iken, Mekke şerifi ile aralarında çıkan bir an¬laşmazlık yüzünden, padişahın izni olmadan çekilmişti. Oradan Adana’ya, Aydın’a tâyin edilmiş, Andolu’da firari ve âsî levend- leri ortadan kaldırmış veya sindirmişti. Sadrazam Bahir Mus¬tafa Paşa onu Diyarbekir’e göndermiş, buradan Halep valiliği¬ne getirilmiş ve sonra İçel’e geçmişti. Sivas valisi bulunduğu sırada Rusya’ya savaş ilân edilince Yeni Sırbistan’a serasker tâyin edilmiş, sonra Bender muhafızı olmuştu. Çok yakışıklı, zeki, âlim, dürüst ve cömert bir insandı. Yönetici olarak bulun¬duğu her yerde dürüstlüğü ve hakseverliği ile ün yapmıştı. Onun şatafatlı maiyetine bütün meslekdaşları gıpta ederdi. Dev¬let vakanüvişi Vâsıf üç yıl onun yanında çalışmış, birlikte sık sık İranlı Urfi’nin Farsça, Harirî’nin Arapça şiirlerini okumuş¬lardı. Bu da onun İran ve Arap şaheserlerini okuyup anladı¬ğını gösteriyordu.
, Kel Ahmedzâde Ali Paşa’nm nâşı, Bender’de, vezirler me¬zarlığına gömüldü.
(32) Gazeli şöyle başlıyor ؛
Hûm etti kametüm ol çin-ebru gösterişcikler
Itab eyler yüzünden vechi ihsana girişcıkler.
Yani: 1
Mağrur kadınların cilveleri belimi büktü,
Beni böyle gören asık suratlı kadınlar dalkavuklukla itham ediyor.
Hammer Tarihi, C: VIII. F.28 ؛
MOLDOVANCI’NIN SADARETİ
Emin Mehmed Paşa’dan sonra sadrazamlığa Moldovancı Ali Paşa getirildi. Avrupalı tarihçiler bugüne kadar Moldovancı lâ¬kabını ‘MoldavyalI, Boğdanlı’ şeklinde anlamışlardır. Eski ve yeni paşalar, daha çok savaştıkları ve zafer kazandıkları böl¬genin adıyla anılırlar. Moldovancı veya Moldovanî ismi de ger¬çekten Moldovya ile ilgilidir, fakat buradaki anlamı «Moldov- yalı esirler tüccarı» demektir. Ona Üçüncü Osman zamanında verilen bu lâkap pek şerefli sayılmaz. Üçüncü Osman zamanın-da henüz bostancı iken, büyük yollarda soygun yapan haydut¬ların peşine gönderilmişti. Bu seferde MoldavyalI fahişe kadın¬lan ve çocuklarını sattığı için ona, orada kadın tüccarlarına verilen ‘moldovancı’ lâkabını takmışlardı. Basit bir bostancı iken karakullukçuluğa ve bostancıbaşılığa yükselmişti. Daha sonra vezir, Rumeli valisi ve ayıiı zamanda Aydın muhassılı oldu.
Ali Paşa, selefi tarafmdan Boğdan Başbuğu tâyin edildiği zaman durumu işte böyleydi. Hotin’de başarılı olunca, Mehmed Emin Paşa’nm yerine sadrazamlığa getirildi.
Prens Galiçin’in Turla nehrinin ötesine çekilmesi ordunun cesaretini daha da arttırmıştı. Bundan yararlanmak isteyen Moldovancı, Hotin surları dibinde karargâh kuran orduyu Po- dolya’ya kadar ilerletmek istedi ve bu amaçla kale toplarmm korunması altında Turla (Dinyester) üzerine bir köprü yaptır¬dı. öbür tarafa geçen dört bin kişilik Türk askeri Galiçin or-dusunun hücumuna uğrayınca çekilmek zorunda kaldı (23 Ağustos – 2 Eylül 1769). ‘
Ruslar köprüyü yıkmak teşebbüsünde başarılı olamadılar. Köprünün üzerine geceleyin bir sandık barut, onun üzerine de bir yığın tutuşturucu koymuşlardı. Barutu.tutuşturup köpirüyü uçuracaklardı. Fakat cesur ve kararlı bir grup Türk askeri, ba¬rut sandığmı oradan çekip uzaklaştırdılar. Bu askerlere birer başan nişanı verildi.
HOTİNİN DÜŞMESİ
Yedi gün sonra, sadrazam, Hantepesi’nden gelen takviye kuvvetlerle seksen bin kişiye yükselen ordusunun büyük kıs¬mim köprüden geçirdi ve beş koldan■ Ruslara hücum etti. Bus- lar, Türklerin Anadolu, Diyarbekir ye Rumeli paşalarının ku- mandasında üç koldan, Kırım Hanı’nin Kamaniçe yönünden, sadrazamın da orman tarafından saldırıya, geçtiklerini gördü- ler. ؛’،■ , . .
İlk saldırıda Türkler sekiz yüz düşman askerini öldürdü, dört Tabya, altı top, mühimmat dolu iki sandık ele geçirdiler. Fakat Hotin üzerine ve Moldovancı’nın birliklerine karşı hü- cuma geçen Rus generali Türk kuvvetlerini püskürtebildi (9 Ey- lül 1769 – 8 Cemazielevvel 1183).
Sadrazam, oniki bin dalkılıç (33) , askerice (34) veya cesur fedailerle (ءس üçüncü defa nehri geçti. Fakat geceleyin kaba- ran nehrin dalgalan köprüyü yıktı 17أ Eylül 1769 – 16 Cema- Zielevveli883).
OsmanlI askerleri köprünün yıkılması yüzünden yardım alamayınca bozguna uğradılar. Bazıları düşman ؛kılıcıyla, bazı* lan da dalgalarda boğularak can verdiler. Bir kısmı dağılmış, çak az bir kısmı da yüzerek beri tarafa geçebilmişti. Devlet va- kanüvisi bu olayı şöyle özetliyor: «Birçok imansız cehennem ateşinde yanarken, gerçek iman sahiplerinin – – – • da şe- hadet şerbetini içtiler». Şehitler arasanda yeniçeri kul kâhyası ile tumacıbaşı da bulunuyordu. إ . ;
Bu bozgun Hotin karargâhında ؛paniğe yol açtı. Bir avuç insanla kaldığını gören Abaza Paşa da çekilmeye mecbur oldu.
(33) Vâsıf, II, s. 39. Buturlin Rusların kaybını ؛açıklamıyor, Türklerin kaybını ise üç bin kişi olarak gösteriyor (Essais de GeograpMe, s. !??,de, bu harekâtla ilgili bir bölüm’ var). Caussin de Perceval’in, 1822’de *Paris’te yayınlanan «؛Türklerin Ruslarla Savaşı Hakkında Bilgiler» adlı eserinde, Vâsıf tarafmdan bildirilen , hemen hemen bütün tarihler yanlış alınmış. Meselâ م sayfada, 8 Cemazielevvel 9 Eylül olarak aktarılması gerekirken 28 Ağustos denilmiş; s. 55’te 16 Cemazielevvel 1? Eylül olması, gerekirken 5 Eylül denmiş; s. 58’de 20 Cemazielevvel (21 Eylül)9ئ Eylül olar4؟ gösterilmiş; s. 61’de,2Ekimol- ması gereken 1 Cemazielahır 20 Eylül, s، 65*te 9 Kasım olması gereken 10 Receb 24 Eylül ve s. 72’de 12 Aralık olması gereken 13 Şaban, 1 Aralık ola- rak gösterilmiş. ٠٠ ■■ ٠ ز ؛ ؛أ ^ .٠ ء ء
(34) Vâsıf, II, s. 39. Buturlin ise «dokuz biri dalkılıç• diyor ve üç biri eksik gös* teriyor. Burada Balkan deyimini de Rus ؛bataryalarının işgal ettiği yüksek tepeler için kullanıyor.
(35) *Dalkılıç», dal gibi ince kılıç, çok kullanışlı kıhç, demektir. Tabanı ince ola« na da «daltaban» (yani Çök yürüdüğü için *aşınıp incelmiş taban) diyorlar.
Bunun üzerine Ruslar Hdtin’i işgal ettiler i 18 Eylül 1769 – 17 Cemazielevvel 1183) (36).
Osmanlı Devleti’nin Polonya tarafmdan en kuzeyde bulu¬nan kalesine Rusların girişinden iki gün sonra, sadrazam, ge¬riye doğru çekilmeye devam eden ordusunu takip etmek zorun¬da kaldı ve Hantepesi’nin yolunu tuttu (37) (21 Eylül 1769 – 20 Cemazielevvel 1183).
İdam edilen önceki sadrazamla aynı adı taşıyan îmrahor Mehmed Emin Paşa, Hantepesi’ne Kırım hanı ve sadrazamla aynı zamanda geldi. Yanında, Turla nehrinin ilk iki geçilişi sı¬rasında yararlılık gösterenlere dağıtılmak üzere bazı ödüller getiriyordu.
Sadrazam, eski karargâhına gelişinden bir gün sonra bir savaş meclisi topladı. Bu toplantıda Kırım Hanı Hotin’in düş¬mesini karşı gelinmez bir kader olarak nitelendirdi ki sadra¬zam da bu görüşü paylaştı.
Boğdan’ı korumakla görevli olan ve o sırada Soroka’da bu¬lunan Abaza Mehmed Paşa’ya bin kişilik bir takviye gönderil¬di. Moghila (Kartal) çayının korunması Bender kolağasma, îsakçı’ya sevkedilen topçu parkının korunması ise Anadolu va¬lisi Feyzullah Paşa’ya verildi. Karamanbeylerbeyi de kuvvetle¬rini Abaza Paşa’nm kuvvetleriyle birleştirecek ve Boğdan’ı sa-vunacaktı. Abaza Paşa ve Eflâk voyvodasına, düşmanla gizli tertiplere giren bütün reâyânın tespit ve cezalandırma görevi de verildi (2 Eylül 1769 – 1 Cemazielevvel 1183).
Bundan sonra sadrazam îsakçı’ya hareket etti. Askerin maaşını dağıtmak ve top bataryalarının nakline nezaret etmek için dört gün Lopoşta’da kaldı. Canik muhassılı Ali Beyi, bir¬likleriyle birlikte Pruth kıyısında bıraktı. Ali Bey burada Boğ¬dan ordusundan kaçanları durduracaktı. Yiyecek kıtlığı ve so¬ğukların artması yüzünden Boğdan ordusu kalabalık gruplar halinde Tuna kıyılarına çekiliyordu.
(36> Bu tarih Resmî Ahmet Efendi tarafından yanlış verilmiştir. <27 Cemazielev¬vel değil, 17 Cemazielevvel olması gerekir». Diez, Rus bültenlerindeki tarih¬lerle karşılaştırma yapsaydı bunu farkederdi. Ama o yalnız Türk belgelerine bakmıştır.
(37) «1773’te Rusya ile Türkiye Savaşı» adlı eser. 18 Eylül’de yapılan savaşın plânı burada 156. sayfada, Hotin savasının plânı ise 165. sayfadadır.
Ordu isakçı’ya perişan, darmadağın bir durumda geldi. Son bozgunda hataları büyük olan Rumeli ve Anadolu valilerinin tuğlan لسل1ه. Böylece asker ve halk arasındaki homurdanma- lar biraz yatıştınldı ama, Yaş ve Kalas şehrinde Ruslar karşı- sında serasker Mehmed Paşa ve hazinedar Ali Paşa’ya üç tuğ- lu paşa unvanı verildiği öğrenilince tekrar hoşnutsuzluk baş- ladı.
Öte yandan, Rus ordusunda Galiç’in de azledilmiş ve ^e- rine Rus ordulannın başkumandanı olarak Romanzov getiril mişti. Ona Yaş şehrinde imparatoriçe adına ‘boyar’lık unvanı (yani asalet unvanı) da verildi. Bu unvanlar, Ermenistan’da, Grozni’de, Çerkezistan’da, Kabartay’da ve Küçük Abaza’da ba- şan kazanan general Totleben ile general Medem’e de C38) tev- cih edilmişti.
General Stoffeln’in gönderdiği albay Fabris, Kalas’ta Boğ- dan voyvodası Konstantin Mavrokordato (Maurocordato) ’yu esir aldı ve voyvoda bir süre sonra Yaş şehrinde öldü. Ardiş başrahibinin rehberlik yaptığı ve general rütbesine yükselen Karasin, sadece dört yüz askerle voyvoda Greguar Ghika’nm bulunduğu yere gitti, iki gün saklanan Greguar Ghika sonra yakalandı ve hapsedildi. Ruslar şehri yağmaladılar, burada bu- lunan bütün Türkleri katlettiler. Karasin’e rehberlik eden baş- rahip şehre, boynunda bir Rus madalyası, iki elinde iki taban- ca ile girdi. Bundan az sonra da bütün Bükreş, Rusların *ileri! İleri!» (39) naralanyla yankılandı.
MOLDOVANCI’NIN AZLİ VE HALİL PAŞA’NIN SADRAZAM OLUŞU
Bu olaylar karşısında şeyhülislâm bir fetva yayınlayarak, düşmanla işbirliği yapan bütün Boğdanlı ve Eflâklilerin idamla- nnın, mallarına el konmasının, kadın ve çocuklannın da esir
(38) «Rusya, Polonya ve Osmanlı Devleti Arasında Bugünkü Savaş» adlı eser (Frankfurt ve Leipzig, 1771. Otuzuncu bölüm, 4, V, s• 65),
(39) Stupay! Stupay! (Eflâk Tarihi. Engel, II, s, 29).
alınmalarının hak olduğunu ilân etti (40). OsmanlI لءل^هسكس- nin söylediğine göre bu fetva, Eflâkli ve-Boğdanlıl^ın Ruslar- la daha sıkı işbirliği yapmalarından başka bir işe yaramamış- tır, B،)ğdanlılar prensliğin alâmetlerini Ruslara vermişler, im- paratoriçeye sadakat yemini etmişler, Saint-Petersburg’a (Rus başkentine) temsilciler göndermişlerdir. General Bauer ise ül- kenin yeni bir kadastrosunu yapmıştır (41).
Sadrazam, kışlamak üzere isakçı’dan ayrılıp Babadağ’a git- ti. Burada, Kelpaşazâde Ali Paşa’nın ölümünden sonra, sadaret kethüdası yazıcı Ibrahimpaşazâde Mustafa Bey Bender valisi tayin edildi (9 Kaşım 1769 – 1ه Receb 1183). Sadaret kethüdalı- ğına da, çok iyi tanıdığımız Resmî Ahmet Efendi getirildi (21
Kasım 22 – 9ة7ا Receb 1183).
îsakçı’da erzak temini ile görevli Dağıstanlı Ali Bey, sadra- zamuı İsmail şehrinden hareket ettirdiği îşkodralı Mustafa Be^ kuvvetlerinin yardımı ile, karşılaştığı Rus kuvvetleriyle yaptı- ğı bir çarpışmada, îbrail muhafızı Abdi Paşa’nın yardım kuv- vetleri yetişmeden galip geldi ve Rus konvoyunu dağıttı. Abdi Bey Kalas yakınlarında düşmanla savaşırken, Ali Bey şehre girdi. Ruslar kaçmak zorunda kaldılar, fakat kaçarken şehri yaktılar. Bu başarıdan dolayı Abdi Paşa Boğdan seraskeri ta- yin edildi. Kendisine yirmibeş bin kuruşla, emrindeki subay ve erlere dağıtılmak üzere çok sayıda yararlılık nişanı gönderildi. Kethüdâsı beylerbeyliğine, yazıcısı ise divan-1 hümâyun hocalı- ğma terfi ettirildi.
Fakat, sadrazam Moldovancı Ali Paşa bu makama gelişin- den dört ay sonra azledildi (12 Aralık 1769 – 13 Şaban 1183).
Moldovancı Ali Paşa’dan sonra sadrazamlığa Halil Paşa ge- tirildi. Yeni sadrazam Halil Paşa, Belgrad anlaşmasını imzala- yan sadrazam ivaz M©hmed Paşa’nın oğludur ve bu meşhur an-
(40) Vâsıf, n, s. 50، Thugut’un raporunda tarih olarak 4 Aralık 1769 görülüyor. Prens Kaunitz, Thugut’un böyle bir fetva çıkarıldığını bildiren ilk haberine inanmamıştı. Thugut ikinci bir raporla bunu doğruladı. Bu fetvayı vakanüvis Vâsıf da belirtiyor. Ayrıca Dürrizâde’nin H. 1237’de İstanbul’da yayınlanan fetvalar külliyatında Polonya’ya karşı çıkarılan bu fetva da yer alıyor ve bunda Poniatowski,den «Kıral-ı bed faal» diye söz ediliyor.
(41) «Engel, Eflâk Tarihi, II, s. 30» ve «Eflâk Savaşı Tarihi, s. 71*. Fetvalar, müteakip bölümde, s. 74’de. :
laşmadan oniki yıl önce dünyaya gelmiştir. îş tecrübesi, askerlik kabiliyeti ve önlemli sayılacak hiçbir özelliği yoktu. Babasının nüfuzu ve padişahm lûtfu ile saray hizmetine girmiş, önce ikin- ci imrah©r, sonra birinci imrahor, çavuşbaşı, sadaret kethüdası ▼للهام olmuştur. Rumeli valisi ve Hotin seraskeri iken selefi Mol- dovancı tarafmdan Hotin’den alınmış (42), Filibe’de oturmağa memur edilmişti.
Halil Paşa’nm sadrazamlığa gelişi ile, yüksek dereceli me- murlar arasında birçok değişiklik oldu. Bunların en önemlile- rinden biri sadaret kethüdası Resmî Ahmet Efendi’nin azlidir ki, bu görevde henüz altı haftadan beri bulunuyordu. Diğer iki önemli olay ise Kırım Hanı Devlet Giray ile Çavuşbaşı Yesrî Ah- met Efendi’nin azilleridir.
Devlet Giray Han, hanlık tahtına geldiğinden beri, gerek mücevherlerle süslü silahlar olarak, gerek$e para olarak, altı bin kese, yani üç milyon kuruş almıştı. Bunca büyük ödüllere rağmen kendisinden beklenen hizmeti verememişti. Turla neh- rinin taşması sırasında yalnız onun kumandasmdaki askerlerin geçişi için yardım edilmiş, diğerlerine yardım edilemediği için boğularak ölmüşlerdi. Daha sonra Moldovancı çekilmek zorun- da kalınca da, han, Bogdan ve Eflâk’in Ruslar tarafmdan isti- lâsma karşı koyamamış, yardım edememişti. Onun bu başarısız- lığmı ve davranışını öğrenen padişah, hanlık makamına Selim Giray’ın oğlu Kaplan Giray’ı getirdi. Kaplan Giray hanla-rm as- kerî merkezi olan Bucak bölgesindeki Kavşan’a gönderilirken, Devlet Giray da Kıbrıs’ta■ oturmağa memur edildi (2 Mart 1770 –
5 Zilkade 1183). إ .
Boğdan’m yeni seraskeri Abdi Pa§a; Rus kuvvetlerinin Fok- şan’da toplandığını, oradan Kumla, İsmail, tbrail ve Yergöğü’nü tehdit ettiklerini öğrenmişti. Onun için Rusçuk âyânmdan Çe- lebi Süleymanağa ile (43) birlikte Bükreş’e doğru yürüdü. Fak- şan yakmlarma gelince orduya hitaben bir konuşma yaparak.
(42) Cavit Bey Tezkiresi. Vâsıf, onun tayini ile , ilgili olarak Hayri ve Enverî’nin tarih düşürdüklerini söylüyor.
(43) ‘Savaş Tarihi1 s* 77’de bu âyân, üç tuğlu ve Rusçuklu başka bir. paşa olarak gösteriliyor (birlik onaltı bin kişiden oluşuyordu ve Rusçuklu Çelebi Paşa*» nin kumandasında idi).
düşmanı esir almayı ve baş vurmayı düşünmeden, her şeyden önce onu mağlup etmek gerektiğini, ganimetin ancak bundan sonra düşünüleceğini söyledi (44). Bundan sonra Yergöğü’nü savunmak için geriye döndü, fakat bu mevkiin yakınında ge¬neral Stoffeln’in kumandasmdaki düşman kuvvetlerinin hücu¬muna uğradı ve mağlup olarak üç bin kişi kayıp verdi. Ruslar Yergöğü’nü ateşe verdiler ve Stoffeln Bükreş’e girdi (27 Şubat 1770).
Boğdan papazlarının ihaneti yüzünden Oltu ırmağı kıyısın، daki Slatina ile Küçük Eflâk’in başkenti sayılan Krayova şehir¬leri de düştü. Vidin valisi Mehmed Paşa ile birlikte hareket eden han burasını koruyamamıştı.
Bütün bu çarpışmalar kış sırasında, yeni sadrazamın kışla¬mak için tuğlarını Babadağ’da dikmesinden önce oluyordu (45) (1 Nisan 1770 – 5 Zilkade 1183) ،
Sadrazam, yirmidört gün sonra kuvvetlerini Babadağ ka¬nalının batı kıyısına nakledebildi. Sadaret kethüdası ve karar¬gâh paşası (46), karargâh olarak burasını seçmişlerdi.
Buradan, kamerî takvime göre yılın ilk gününde (47) îsak- Çi’ya hareket edildi (27 Nisan 1770 -1 Muharrem 1184).
ŞEYHÜLİSLÂMIN ÖLÜMÜ
O dönemde devletin önemli mevkilerinde yapılan başlıca değişiklikler şunlar oldu: Yeniçeriağası Süleyman Paşa azledil¬di. Süleyman Paşa’ya, İbrail’e bin yeniçeri göndermesi emredil¬mişti; oysa o sadece üçyüz yeniçeri toplayabilmiş, gerekli sayı¬yı Babadağ’dan çok sayıda sivil toplayarak temin etmek iste¬mişti. Onun yerine eskiden de yeniçeri ağalığı yapmış olan Ay¬dın valisi Kapıkıran Mehmed Paşa tayin edildi ve serasker sı- fatiyle Kırım’a gitme emri verildi.
(44) Vel ganimet, bedel hezimet. Vâsıf, II, s. 63.
(45) Vâsıf bu olayın tarihini ٠ Zilhicce (؛Pazar, 2 Nisan) olarak gösteriyor ki yan¬lıştır. 5 Zilhicce olması gerekiyor.
(46) Karargâh Paşası: Konakçı Paşa.
(47) Vâsıf burada (n, s. 77’de) Babadağ’ın Hacı Kalfa tarafından tercüme edil¬miş ve Enverî tarihinden alınmış topografik bir haritasını da veriyor.
Derya Kaptanı İbrahim Paşa sancakbeyi sıfatiyle doğum yeri olan Karaköprü (Negropont) ’ye gönderildi (26 Nisan 1770 – 30 Zilhicce 1183). Çok önemli ،olan deryâ kaptanlığına ise meş¬hur Canım Hoca’nın torunu Hüsameddin Paşa getirildi. Canım Hoca, elli yıl kadar önce deryâ kaptanı olarak Mora’nm fethin؟ de çok önemli bir rol oynamıştı. Yeni deryâ kaptanı da bir an önce bu yarramdaya gitme emri aldı.
İlim adamları arasında (48) Kazasker Paşmakçızâde ve Şey¬hülislâm Pîrîzâde Osman ‘Efendi’nin ölümlerinden sonra geniş ölçüde tayinler gerçekleşti. Osman Efendi, meşhur ilim ve siya¬set adamı Pîrîzâde’nin oğlu idi. Gerek şeyhülislâm, gerek siya¬set adamı olarak o da babasının izinden ve ona lâyık bir başa¬rı göstererek ilerledi. Nesir ve manzum yazıda usta idi/özellik¬le hitabet ve inceleme yazılarıyla ün yapmıştı. Şiirlerinde «Sa- hib» mahlasım kullanırdı. Birçok gazel ve kasidesi vardır. Za¬manının büyük kısmını devrin en büyük âlimleriyle konuşarak, tartışarak geçirirdi. Bu büyük âlimler arasında Kişi Abdullah Molla ile, yüz kadar dinî, edebî ve İlmî esere zeyl ve açıklama yazan Gelenbevl’yi sayabiliriz (49).- Siyasî faaliyetine gelince, son savaşın ilânmda onun tesiri de؛ büyük olmuştur.
Savaş devam ederken meydana gelen durumlar karşısın¬da, yukarıda sözünü ettiğimiz iki fetvayı veren de Osman Efen- di’dir. Bu fetvalarda Polonya, Boğdan ve Eflâk halkına askerî kanunlara göre dâvranılacağı, canlan ve mallan alınabileceği, köle edilebilecekleri yazılıydı. Her zaman savaş yanlısı olduğu için meslekdaşlan ve ulemâ tarafından kınanmıştır. Ulemâ, onun sağlığında bile, verdiği fetvaların tarihe utanç verici olarak ge-çeceğini söylemiştir. Şeyhülislâmın taassubundan ziyade ihtira¬sından, siyasî sistem anlayışından ileri geliyordu bu tutumu. Ay¬ni sistem, Birinci Selim ve Dördüncü Murad zamanında da gö-
(48) Menasıb-1 ilmiye (Vâsıf, II, s. 74).
(49) Hammer buradaki dipnotunda Gelenbevî’nin ölümünden sonra yayınlanan mantık ve metafizikle ilgili eserlerinden. Mir Ebul F-eth Esseyid’iri cMirtez- ءس diye anılan eseri için zeyl ve şerhlerinden söz ediyor ama, onun loga- ritma trigonometri konularında yazdığı önemli eserleri söylemiyor. •Bur- han» adlı bir mantık kitabı bulunan Gelenbevfnin, trigonometrinin üçgen çi- zimlerine uygulanmasını anlatan «Kitabu’l merasid» ve logaritmayrve loga- ritma cedvellerini anlatan «Cedavilül Ensab* adlı kitapları da vardır (Ç. N.)،
rülmüştü ve tebanın boğazlanması İle selâmete ulaşılacağı zan- nedilmişti.
Faka؛ bu tutum ve sözünü ettiğimiz fetvalar Rusya’da, Boğ- dan ve Eflâk’te kini arttırmaktan başka bir işe paramadı. Bere- ket versin, benzer fetvalar bundan sonraki dönemde hiç veril- medi. Şeyhülislâm ölünce, «Sultanın şeytan suflörü öldü» an- lamına gelen bir tarih düşürüldü (50) . Onun ölüm tarihini be- lirten mısra, bütün müslümanlarm düşüncelerine tercüman olan mesiekdaşiarının hükümlerini belli ediyordu (51).
Ölen şeyhülislâmın yerine eski şeyhülislâmlardan Mirza Mustafa Efendi’nin oğlu Mirzazâde Seyyid Mehmed Said Efen- di tayin edildi ki, bu zat daha önce üç defa Anadolu kazaskeri olm^t^ (^ayıs 6 – ه77ا Muharrem 1184).
Reâyâ düşmanlığı yapan şeyhülislâmın سآ1ة İlim ve ka- nun adamlarını ne kadar rahatlatmışsa, sadrazam da’kardeşi Ali Bey’in ölümüne o kadar üzülmüş ve ağlamıştır. Defterdar- İlk çavuşu, tımar müfettişi ve silahdar ağalığı görevlerinde bu- lunan Ali Bey, ölümünden önce karargâhta sipahiler ağası ola- rak bulunuyordu. Onun yerine Kâtipzâde Ahmet Ağa tayin edildi.
Ayni günlerde ordu kadısı Bahayî Veli Efendi vefat etti. Şeyhler, Halveti dervişi Hafız Mustafa’yı onun yerini alması için Babadağ’a. gönderdiler. Bu tayinle, bu din büyüğünün, as- kerin mâneviyatmı yükseltici bir rol oynayacağı da düşünül- müştü.
Evliyâ Saltuk Dede’nin yedi yerde mezarı vardı ama, en çok önem verileni Babadağ’daki idi. «Baba» adıyla anılıyor, bir
(50) Ölüm tarihini bildiren kelimeler «Maie’I hannas»tır. Ebced hesabına göre 1183 yılını veriyor. Hannas, Kur’an-ı Kerimin son suresinde, kötü cin ve şey¬tan için kullanılan sıfatlardan biridir.
(51) Vâsıf burada, onun meslekdaşlarma «Ölüleri rahat bırakınız» vecizesini unut-turacak kadar kötülük yaptığını anlatmak istiyor. O vecize şudur :
Lâ tesubbu’l-emvâte fe-innehum Kad efadhum mâ kaddemû.
Yani:
«Ölülere küfretmeyiniz, çünkü onlar yaptıkları kötülüğün cezasını çekmişlerdir» ٠
ermiş olarak saygı. görüyor, ondan medet umuluyordu. Fakat Osmanlı vakanüvisinin onunla ilgili olarak bir asır önce anlat¬tığı efsane artık unutulmuş, etkisini yitirmiş bulunuyordu. Sal- tuk Dede, onikinci yüzyılın altmışuçüncü yılında yüz bin Sel¬çuklu Türkü ile buraya gelmiş ve bu bölgeye Dobruca Tataris- tanı denmişti. Evliya Saltuk Dede, müridlerine, vücudunun par¬çalarını altı-yedi tabuta koyarak, birbirlerinden uzak kâfir şe¬hirlerine gömülmesini vasiyet etmişti. Müslümanlar, onun fâni vücudunun gömülü olduğu yerleri dua etmek için ziyaretgâh haline getirmiş, böylece؛ buraların İslâm imparatorluğunun top¬raklan haline gelmesini hazırlamışlardı. .
Yaygın inanca göre Saltuk Dedé’nin mezarının bulunduğu yerler şunlardır: Trakya, Daçya, Bulgaristan, Moesié, Pariönya, Sarmatya ve kuzeyde uzak bir yer (tabii, Türkler tarafından bütün bu yerler Saltuk Dede adıyla anılıyordu) , ilk altı bölge, Sezarlârın imparatorluklarına aitti ve gerçekten müslüman Tüı،، ülkeleri haline geldi. Fakat yedinci makamın bulunduğu Posen, son savaşın ilânına, şeyhülislâmın Polonya ve Boğdan’la ilgili fetvalarına rağmen, Türkler tarafından ele geçirilemedi.
MORA İSYANI
Türk şeyhülislâmı Boğdan ve Eflâk hakkında fetvalar çı¬karırken, Rusya da Mayna Rumlarını isyana teşvik etmeye baş¬ladı. Papaz kılığına giren Rus casusları, Manyotlann (Manyalı- larm) lideri olan Panayotti Benaki ile, bölgedeki halkı Türk ida¬resine karşı ayaklandırdılar ve Manyotlular Rusya’dan himâye istediler. Buraya gelen Rus heyetinde Mora ordusuna kumanda edecek olan Kont Orlov, Rumelili Jorj Papasoğlu, Angeli Ada- mopulo (52) ve Toskanalı Jan Platino vardı. Bunlar, o zaman Kalamata’da olan Mavrus Mikali’ye (Mavros Mihali) bir altın madalya ve bir subaylık brövesi verdiler. Bir Rus müfrezesinin ve donanmasının yakında Manyo tiara yardım için geleceğini de vaadettiler, (1769). :
Oniki saf gemisi, öniki firkateyn ve çok sayıda küçük gemi¬den oluşan bir Rus filosu, savaş birinci yılını doldururken, Kronş-
(52) Burada, Orlov’un Piza’dan, Trieste’de bulunan Adamopulo’ya, 1769 sonlarında
yazdığı mektubun İtalyanca metni yer alıyor (Ç. N.).
tad’dan adalara doğru hareket etti. Filo kumandam Amiral Spi- ritov idi.
Bu haber İstanbul’da geniş yankı uyandırdı, ama vezirler ve diğer ileri gelenler buna inanmak istemediler. Baltık Beni- zi’ndeki Kronştad ile Akdeniz arasında böyle bir ulaşımı müm¬kün görmüyorlardı. Gerçekten bu görüşte oldukları şüphe ile karşılanmışsa da, bu, vakanüvis tarafından da itiraz kabul et¬mez şekilde doğrulanıyor (53).
İstanbul’da Rus donanmasının Akdeniz’e indiği kesin ola¬rak öğrenilince, Bâb-ı Âli, tercüman vasıtasiyle Venedik hükü¬metine başvurdu ve Rus donanmasının Baltık’tan kalkıp Adri- atik’ten geçerek Akdeniz’e girmesine müsaade ettiği için sitem¬de bulundu.
Eski sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa o sırada Napoli yakınlarında üslenen kuvvetlerin kumandanı bulunuyordu. Ken¬disine bir hattı humâyunla Mora’nın savunması için birliklerini toplaması emri verildi ve gerekli harcamalar için elli bin kuruş gönderildi. Dukagin mütesellimi Hüdaverdizâde Ahmet Bey, mas¬rafı kendisi karşılayarak bir birlik kurmuştu. O da beylerbeyi sıfatiyle, İnebahtı muhafızı Vezir Mustafa Paşa’nın emrine ve¬rildi.
Amiral Spiritof, altmış toplu dört savaş gemisi, mühimmat ve gemi yapımı için kullanılacak malzeme dolu bir büyük, iki küçük, firkateyn ile, Şubat sonunda Mora’da kıyıya yanaştı. Getirilen malzemelerle, Rus askerlerine yiyecek naklinde kul¬lanılmak üzere dört yeni gemi yapıldı.
Kont Teodor Orlov ise beş yüz askerle karaya çıktı. Bunlar, silahlandırılmış elli bin Manyotu (54) disiplin altında tutmaya
(53) Vâsıf, II, s. 70’de şöyle diyor :
«…Rical-fi kibar bu keyfiyeti mugalataya hami ve ademi tasdik île Pet- roburg’dan Akdeniz’e Moskovlunun donanma ihracını bir veçhile mütalâala¬rına tatbik edemeyiib…»
Buna benzer bir olaya 1800 yılında ben de şahit oldum : Sadrazam Yu¬suf Ziya Paşa, İngiliz takviye kuvvetlerinin Hindistan’dan kalkıp Kızıl Deniz yoluyla gelebileceklerin؛ kabul etmiyor, imkânsız görüyordu. O toplantıda kendisine tercümanlık yaptığım Sir Sidney Smith, haritaları açarak, Hint Okyanusu’nu Kızıl Deniz ile birleştiren bir boğaz bulunduğunu anlatmak isin çok ter dökmüştü. ‘
(54) Vâsıf (II, s. 72’de) bu sayının 60.000 olduğunu söylüyor.
yeter değildi. Silahlandırılmış Rumlar Rus subaylarının kuman- dası altmda Mizistre’ya saldırdılar ve şehir halkını vahşice kat- lettiler: Dörtyüz Türk boğazlandı, henüz meme emen çocuklar minarelerden aşağıya atılıp öldürüldü.
Teodor Orlov Koron’u kuşattı, fakat kuvveti yetmediği için sonra bundan vazgeçti. Kardeşi Aleksi Orlov ise Navarin’de bir müfrezeyi karaya çıkarmış ve bu kuvvetleri Patras’a gönder- mişti. Fakat bunlar Kastii’den Patras’ın yardımına gelen kuv- vetler karşısında yenilip kaçtılar. Buradaki Manyotlar öldürül- dü.
Ruslar bundan sonra, ayaklanmış onbeş bin Rum askeriy- le Tripoliçe’ye yürüdüler. Zafer kazanacaklarından çok emin olan Rumlar, karılarını da getirmişlerdi ve bu kadınlar sırtla- rında boş çuval tadıyorlardı. Türkleri yenecek, mallarını yağ- malayacak ve bu çuvallara doldurup götüreceklerdi. Fakat bu- rada âyândan, Tırhalalı Nimetzâde, Larissalı Müderris Osman Bey, Çatalcalı Ali Ağa ve izdin beyzâdesi alelacele birkaç bin insan topladılar. Serasker bunlan Trablus müteselliminin em- rine verdi ve kendisi de birliklerini alıp yardıma koştu (19 Ni- san 1770 – 23 Zilhicce 1183).
Rumlar ağır bir mağlubiyete uğradılar (55) ve oraya pek uzak olmayan bir yerde (Mizistre’de) yaptıkları katliamın kar- şıhğını aldılar. Şehirdeki Rumlar öldürüldü. Patras’ta da buna benzer olaylar oldu. Kaleyi ele geçiren dörtyüz levend, âsileri kılıçtan geçirdiler. Kadinlar ve çocuklar ise esir alındı.
öte؛ yandan, Prens Dolgoruçki ve Mavro Hannibal’ın kuman- dasındaki kuvvetler Navarin kalesine saldırmışlardı. Dolgoruç- ki, Leontari ile Arkadya’yı da işgal , etmiş bulunuyordu. Karşı koyamayacak kadar az kuvveti olan Navarin, anlaşma ile kale kapdarını açtı. Anlaşmaya göre, Türk garnizonunun hayatı ba- •fışlanıyordu. Bu anlaşmayı Fransız konsolosu da tanık olarak imzalamıştı. Fakat, Manyotlar anlaşmaya uymadılar, Türkleri katlederek şehri yaktılar (21 Nisan 1770) .
Kısa bir süre sonra Aleksi Orlov, Türk hâkimiyetindeki bü- tün Rumlara hitap eden bir beyanname yaymladı. Bununla on-
55) «Esşais de G^ographie، adlı kitaba göre savaş 8 Nisan’da olmuştu. Onun için) 3 Zilhicce olması ge-ل لء؛،ءن،ج Vâsıf’ın tarihinde 23 Zilhicce olarak gösterilen
,rekir. Çünkü 23 Zilhicce Pazartesi’ne rastlıyor
lan Boğdan ve Eflâk’teki savaşlardan haberdar ediyor, onlan, dindaşları olarak, din ve hürriyetleri için savaşmaya çağınyor- du (56) (8 Mayıs 1770).
Orlov, Koron ve Modon’u da kuşattı. Fakat İstanbul’un fet- hinin yıldönümüne rastlayan gün Modon kurtarıldı. Ruslar ge- milerine binip uzaklaştılar. Böylece serasker Mora’yı kurtarmış oluyordu (57).
ÇEŞME’DE OSMANLI DONANMASININ YAKILMASI
Mora zaferinden dolayı başkentte fener alayı yapılmadı ve şehir meşalelerle aydınlatılmadı ama, Çeşme’de Türk donanma- sı yakıldı.
Dokuz kalyon ve yedi firkateynden oluşan ve üçe ayrılan Rus donanmasına Spiritof, Aleksi Orlov ye Elfinston kumanda ediyorlardı. OsmanlI donanmasında iki korvet, onbeş kalyon, beş şebek ve sekiz küçük kadırga vardı. Donanmaya derya kapta- nı Hüsameddin Paşa ile Cezayirli Haşan Paşa kumanda ediyor- lardı.
Rus donanması saldırdı. Rus amirali Spiritof’un gemisiyle Cezayirli Haşan Paşa’nın gemisi karşılıklı atışa başladılar ve ikisi de aynı anda ateş aldı. Amiral Spiritof ve Teodor Orlov şa-, lupalara binip henüz uzaklaşmışlardı ki, Rus amiral gemisi bü- yük bir patlama ve üzerinde bulunan yedi yüz askerle sulara gömüldü. Derya Kaptanı Hüsameddin Paşa, Cezayirli Haşan Paşa ve onlarla birlikte bazı askerler, yanmakta olan gemiden atlayıp yüzerek kurtulmuşlardı. Yelkenci Bekir, atlamaya fır- sat bulamadan gemiden yukariya fırlamıştı, fakat tam infilak anında amiral gemisinin serenlerinden birine tutunmuş, kur- tulmuştu (5 Temmuz 1770 – 11 Rebiülevvel 1183). Bu gemici tam otuz yıl sonra, Rodos’ta, kaptan olarak bulunduğu gemide, o sa- vaşın özelliklerini amiral Sidney Smith’e ve bu kitabın yazarı- na bizzat anlatmıştır.
(56) Bu beyanname için «L’histoire de la présente guerre» VI, s. 75’e bakınız.
Orada, Boğdan’da harekete geçirilen ordunun 600 bin kişi olduğu söyleniyor.
(57) Fâtih-i Mora (Mora Fatihi) olmuştu.
Ertesi gün Rus].ar, Çeşme limanındaki Türk donanmasını yaktılar. Bu başarı Kont Orlov’a «Çeşmeskiy» lâkabmın veril- meşine sebep oldu. Ayrıca Kateriria onun için Çarkoselo’da bir zafer anıtı yaptırdı.
Deniz savaşları yıllıklarında bugün bile meşhur olan Çeşme Deı^z Savaşı, eski Salamın deniz savaşında, Yunanlıların Pers donanmasını yaktıkları yerde, Romen Emilius Regilius’un An- tiokos donanmasını bozguna uğrattığı Myonesus’un (bugünkü Çıfıtkale’nin) yakınında olmuştur. Türk donanmasının inebah- tı mağlubiyetinden sonra uğradığı en büyük deniz savaşı mağ- lubiyeti budur. Bu ل^ل bozgunun ortak yanı ise, OsmanlI impa- ratorluğu tarihinde çok acı bir dönemi başlatmış olmalarıdır. Bu iki olay, bu iki döneme açılan yolu aydınlatan fenerlerdir, inebahtı savaşı, Sultan Süleyman ve II. Selim döneminde, Os- manii İmparatorluğu’nun ihtişamının sonunu belirler. Çeşme’- deki donanmanın yakılması ise müessif Kaynarca anlaşmasının h^ercisi ölmüştür.
Çeşme’de donanmanın yakılmasından üç ay önce İstanbul’- da, biri Kasımpaşa’da, diğeri Topkapı’da olmak üzere İki büyük yangın daha meydana gelmişti. Birincisinde, orduya ait eyerle- rin bulunduğu bir bina tamamen yandı (1 Mart 1770). ikinci- siiıde ise beşyüz kadar ev tamamen kül oldu (13 Nisan له77ت. Çok daha büyük olan üçüncü bir yangın, padişahın kız kardeşi- ne ait bir sarayın yakınında başlamış ^e bin ikiyüz ev yanmış- tı. –
İstanbul’da, Çeşme’de donanmanın yandığı haber alınır alınmaz, bunu daha büyük bir felâketin habercisi olarak yo- rumladılar. Daha evvelki yangınları، da Çeşme bozgununa işa- ret saydılar.
Çeşme yangım gerçekten korkutucu oldu. Olaydan üç gün sonra İzmir’de halk sokaklara döküldü, Rumlar ve AvrupalIlar arasında ayrım gözetilmeden sekiz yüz kişi öldürüldü (58) .
Tabii deryâ kaptanı da azledildi ve onun yerine ihtiyar Ca- fer Paşa getirildi.
(58) «L’histoire ه. la guerre présente» adlı eserde bu sayı ancak beş yüz olarak
gösteriliyor. Fakat Thugut raporunda sekiz yüzden fazla insanın öldürüldü-
ğünü yazıyor.
İstanbul halkı, Türk donanmasının yok edilmesinden son¬ra, Rus donanmasının şehri kuşatmasından korkmaya başlamış¬tı. Bunun üzerine Sadrazam Moldovancı Ali Paşa ile Fransız albay Tott acele Çanakkale’ye gönderildiler. Vazifeleri, boğaz gerisinde savunmayı hazırlamaktı. Tott’a yardımcı olarak, der- yâ ikinci kaptanı Haşan Paşa’nın kardeşini ve onun gibi ünlü Canım Hoca’nın oğlu Mustafa Bey’i verdiler.
Kaptan-ı Deryâ Hüsameddin Paşa, gerek donanmasını kay¬betmiş, gerek gözden düşerek azledilmiş olmanın üzüntüsüyle, az sonra öldü. Halk, daha çok azledildiğine •üzüldüğünü söylü¬yordu. Padişah onun oğlu Abdullah’ı da kadırga kumandanhğı-
LÎMNİ KUŞATMASI
Deryâ Kaptanlığından hemen sonra gelen deniz paşası, ya¬ni ikinci deryâ kaptanı, Çeşme’de kahramanca çarpışan Ceza¬yirli Haşan Paşa oldu.
Moldovancı Çanakkale’de surları beyaza boyatmakla işe başladı. Böylece düşmana yeni tamir edilmiş intibaını vermek istiyordu. Albay Tott daha faydalı bir çalışmaya girişti؛ îkisi Av¬rupa, ikisi de Asya yakasında olmak üzere dört batarya, yani top atışı yapılabilecek korunaklı yerler yaptırmaya başladı. Bo¬ğazı geçmeye kalkışacak gemiler iki kıyıdan yapılan top atış¬larına hedef olacaklardı (59).
Rusların dokuz gemi ile Çanakkale’ye yaptıkları ilk hücum başarısız kaldı (60). Fakat yiyecek dolu, yirmi Türk gemisi, bo¬ğazı kapamak için Bozcaada yakınında üslenen Elfinston’un eli¬ne geçti.
öte yandan Kont Orlov Limni’yi kuşatmış bulunuyordu. Ku¬şatmadan altmış gün sonra buradaki garnizon teslimi kabul etti. Sekiz maddeden oluşan teslim anlaşması imzalanmış, uy-
(59) Tott, n, s. 259’da ‘iki ate§ arasında’ anlamına pointe de barbiers et moulins diyor.
(60) Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki savaş alanı. Hamburg 1771, forma II,
gulanması için teminat olarak altı rehine teslim edilmiştivki, Cezayirli Haşan Paşa, yirmiiiç gemiden oluşan donanmasiyle Limni kıyısına yanaştı ve kuşatma altında bulunanların yardı- mma yetişti. Vaktiyle Kamilio’nun Roma kapılarında söylediği gibi, kendisinin rızası alınmadan yapılan teslim anlaşmasını ta- ramadığım bildirdi. ■
Bundan birkaç gün ‘ sonra, İmroz adasının limanı Modon önünde kanlı bir dehliz savaşı oldu, iki donanmanın kumandan- lan yayınladıklan bildiriler¿^ zafer kazandıklarını söylüyorlar-; dı (61), fakat daha sonra bu; çarpışmada galip gelen tarafın ©s- manlılar olduğu kesinlikle anlaşıldı. Rus donanmasının kuman- dam, Haşan Paşa’nm daha önce talep ettiği altı rehineyi de iade ederek, yelken açıp oradan uzaklaştı (24 Ekim 1770) (62).
KARTAL SAVAŞI
Şimdi deniz savaşlarını burada bırakıp, Boğdan’daki kara savaşlarına dönelim.
Mayısın ilk günlerinde Kınm ham, İsmail kalesinin muha- هته Abaza Paşa, Çorum sancakbeyi Şeyyid Haşan Paşa ve Ka- pıcıbaşı Dağıstanlı Ali Paşa ile birlikte, Pruth nehrinin ötesine geçmek üzere Kişenev’e gitti (Mayıs 1770 – Muharrem 1184). Hantepesi’nde, Boğdan seraskeri Abdi Paşa da Kınm hanına ka- tıldı. Nehrin yakınına geldiler fakat bütün geçitlerin düşman, bataryaları tarafından savunulduğunu gördüler. Kaplan Giray kendisine bir geçit ararken, Ruslar Falcı geçidinden Pruth’u aştı- lar. Romanzov hemen hücuma geçti ve Hantepesi’nin karşısın- da ve Küçük Kalmaşu deresinin arkasında mevzilenen Türk bozguna uğrattı (28 Haziran 1770) .
Bu bozgunu öğrenen sadrazam, daha çok Yeniçeriağası Ka- نجدألا؛للء Mehmed Paşa’nın tavsiyesiyle Vidin’den aynlmış. Tu-
(61) Bu konuda ظ: «Histoire de la présente guerre»» X, s، 13، Vâsıf, n, s•• 118,
(62) «L’Histoire de la présente ^^٠؛؛ adlı kitabın Rumca, Almanca ve İtalyan» ca nüshaları, arasında hiç fark yok, fakat Türkçe «CezayırM Haşan Paşa Tâ» rihi» bu olayı. Büyük Amiral Barbaros*un savaşı gibi karışık ve dağınık an، latıyor.
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: وق
na’yı geçerek isakçı’ya varmıştı Yeniçeriağası Kartal’dan (Lar- ga’dan) aynlıp 1ةج kıyısında ilerlediği sırada, hanın ve ona yar- dıma giden Abdi Paşa’mn birlikleri bozulmuş, çekiliyorlardı. Bunların kaçışı yeniçeriağasınm birliğini de bozdu ve ilerleme- lerine engel oldu. Bunun üzerine üçüne de birer mektup yazan onları korkaklıkla suçladı (63).
İyi görüşlü ve gerçekten liyakatli olan kul kethüdası, bu du- rumda ileri gitmektense Kartal’a çekilip siperleri pekiştirmeyi tavsiye etti. Fakat bu tavsiyesinden dolayı azledildi (64). Sad- razam bu görüşün aksine hareket ederek Tuna’yı aşmıştı. Kadı Nimetullah Efendi, kethüda Seyyid İbrahim, defterdar İsmet İsmail, reis-ül küttap Recai Mehmed, çavuşbaşı İbrahim Arap- gir, defter emini Veli Efendi, ruznâmeci Resmî ve muhasebeci Yesui Ahmet Efendiler, mektupçu İbrahim ve Mustafa Efendi- ler, sadaret mektupçusu El-hac Abdürrezzak, beylikçi Mustafa, sadaret kethüdası yazıcısı Mehmed, teşrifatçı Vahdeti
Ebubekir Efendi sadrazamla beraber idiler. Sadrazamın emrin- de otuz bin kişilik bir kuvvet bulunuyordu 26) ل65ا Temmuz 1770 – 3 Rebiülahır 183ل) .
Ertesi gün toplanan savaş meclisinde düşmanın üzerine doğ- ru ilerleme karan alındı, öncü kuvvetlere serasker Abdi Paşa, sağ kanada Abaza Paşa, sol kanada Adanalı Haşan Paşa ku- manda edecekti. Her tarafta hazırlıklar başladı ve kethüda ib- rahim Efendi gece çalışmalarına meşalelerin ışığı altında neza- ret etti لظ bu da onun «meşaleci» lâkabıyla anılmasma sebep oldu (66).
Şimdi Kont Romanzov’un önünde sadrazam, arkasında Kı- nm hanının kuvvetleri vardı. Kırım hanının kuvvetleri yüz bin kişiyi buluyordu, sadrazamın emrinde toplananlar ise daha çok- tu.
(63) Vâsıf, n, s. آه ve 88’de, disiplin ve taktik zaruretin ne olduğunu da anlaüy،>r.
(64) Vâsıf, ه. s. 90’da, konu ile ilgili olarak birkaç Arap atasözünü söylüyor ظ bizce en س ،ekici olanı şudur :
izâ lem tekun fi menzUi’l-mer’i hurretan Dâat mesâlihü aleyhi.
¥ani: «Eğer insan fikirlerinde hür değilse, i؛؟eri yitik demektir».
(65) Vâsıf, n, s. 91. Fakat Buturlin Türk ordusunun sayısını elli bin ki$i olarak gösteriyor.
(6) Megaleci: Vâsıf, s. 91.
Rus generalleri Bauer, Plemjanikof ve Bruce’in emrinde ©lan Uç tümen Türklere saldırdı ve Türk mevzilerini zaptetmeye baş- iad^ar. Bu arada yüzkırk top, çok mikdarda mal ^e mühimmat ele gelmişlerdi. Oysa Tuna’yı geçerken subaylara, yürüyüşü kolaylaştırmak için ağırlıklarm azaltılması emredilmişti (1 Ağustos 177م). ‘
Geçmişte, Birinci Selim (Yavuz) I vakanüvis Kemal Paşazâ- de’ye. Memlûk sultanı Gavri’nin ordusunun altın kuşamlı, pırıl pırıl olduğuna, kendi ordusunun ise demirden başka bir şeyi bulunmadığına üzüldüğünü söylediği zaman, tarihçi ona, altı- nm demir için bir av, bir kurban olduğunu, yalnız demiri olan- lan tahrik edeceğini, daha uyanık ve hareketli tutacağını söy- lemiş, teselli ,etmişti, işte bu görüş, yukarıda sözünü ettiğimiz son savaşta da doğrulanıyordu.
Sabahleyin saat dokuz ؛buçukta savaşı kazanan taraf belli olmuştu: Ruslar bin kişi, Türkler de bunun iki katı kayıp ver- mişlerdi. Aynca birçok değerli eşya, bu arada yararlılık göste- receklere dağıtılmak üzere getirilen iki kasa dolusu şeref ma- dalyası, düşmanın eline geçmişti. Bu nişanlarm her birinde altı gümüş tüy vardı لط, artık bunlar onlan ele geçiren Rüs subayla- nnın şapkalannı süslüyordu.
Rusların Kagul Savaşı, Türklerin ise Kartal Bozgunu dedik- leri bu savaş, 1 Ağustosta olmuştu ki bu, Actiıım, Saint-Gothard ve Abukır savaşlarının yıldönümüne rastlar.
Kartal bozgunundan sonra sadrazam savaş meclisini acele topladı. Bu toplantıda bazılan Tuna’nm gerisine çekilme fikrini ileri sürdüler. Diğer bazılan ise, nehri geçmenin, Zenta sava- şmdaki duruma düşmek olacağını söylediler (67) ve gerçekten de öyle oldu.
(67) Vâsıf, n, s. 96. Resmi Ahmet Efendi ise «Hülâsatü’l itibar• adlı eserinde bu savaşı Saint-Gothard ve Zenta savaşları ile karşılaştırıyor ki bunların ikisi de nehri, karşısında düşman bulunan noktadan geçmek istendiği için kaybe¬dilmişti (Diez’in tercümesi, s. 147).
İSMAİL VE KİLYA’NIN DÜŞMESİ
Sadrazam, hareketini ordudan gizleyerek, karanlıktan ya¬rarlanıp Isakçı yakınından nehri ؛geçti. Abdi ve Abaza paşalar¬la، reis-ül küttap ve mşktupçubaşı, otuz bin kişilik bir kuvvetle İsmail şehrine doğru çekildiler. Kırım Hanı İsmail’i savunmayı, buradaki kadın ve çocukları Kilya ve Akkerman’a, evvelce Rus- lar tarafında iken kaçıp OsmanlIlara katılan Yedisan Tatarla¬rının ailelerini de sadakatlerinin mükâfatı olarak Tuna ötesine göndermeye çalışacağını söyledi.
İsmail’i, savunmak için tahkimat yapan ’Han’a elli bin kilo peksimet ve on bin kuruş gönderildi. Fakat birkaç gün sonra sadrazama bir haber geldi. İsmail’den çekilen birlikler Tuna’yı geçmek için izin istiyorlardı. Yeterince gemi ve kayık olmadığı için bu mümkün değildi (68) .
Romanzov, general Repnin’in kumandasında onbeş bin ki¬şilik bir kuvvetle İsmail’i kuşattı (69). Buradaki sivil ve asker yirmi bin Türk Kilya’ya doğru çekilmeye başladı (26 Temmuz –
6 Ağustos 1770).
٠. Az sonra, konuşmaktan başka, bir şey yapmayan yeniçeri- ağası ile nakliye işlerinden sorumlu paşa işten alındı. Anadolu muhasebecisi ise Rusların tehdit ettiği Tulça’ya, tahkimat işle¬rini yürütmek ve oradaki halkı yatıştırmak için gönderildi (70) (13 Ağustos 1770-. 20 Rebiülahır 1184).
Bu olaylar olurken Kırım’dan sevindirici bir haber geldi: Kırım seraskeri silahdar, İbrahim Paşa, Yenice Boğazı ile Çun- kar’ın savunmasını üstlenen Kırım nureddini (ikinci veliahti) ile birlikte, Urkapı’ya saldıran Rusları bozguna uğratarak püs¬kürtmüşlerdi. Fakat az sonra bu sevincin yerini üzüntü aldı. Çünkü İsakçı köprüsünün sel suları ile yıkıldığı (71), Kilya’nm ise düştüğü öğrenilmişti (6 Eylül 1770 – 15 Cemazielevvel 1184).
(68) Vâsıf, n, s. 98’de «üstü açık» denilen nakliye sallarının bulunmadığım söy¬lüyor. Abaza Paşa nehri «çırnak» denilen (s. 99) ■bir gemi ile geçmiştir.
(69) Vâsıf, n, s. 97• Buturlin’e göre onüç piyade taburu, iki hafif süvari müfre¬zesi, üç süvari alayı ve bir kazak alayı.
(70) Vâsıf, s. 100. Fakat 20 Rebiülevvel bu tarihçinin dediği gibi Pazar’a değil, Pazartesi’ne rastlıyor.
(71) Vâsıf, n, s. 102’de, vakanüvis Enverî’yi bu konuda yazdığı tarihe başmuha- sebe kayıtlarını kelimesi kelimesine almakla itham ediyor.
Kilya’nın savunması beylerbeyi Mustafa Paşa’ya verilmiş ve kendisine yetmişbeş bin kuruş gönderilmişti. Mustafa Paşa, ön gün süren muhasaradan sonra şehri generai Pepnin’e teslim et- mişti (72) (1 Eylül له77ل. Mustafa Paşa’dan Kilya savunması için verilen onbeş kese para alındı ve Abdi Paşa’ya verildi. Aynı maksatla ona daha önce de önemli bir mikdar verilmişti.
YARIM TEDBİRLER
Tekrar toplanan savaş meclisinde sadrazam, bozgunların gerçek sebeplerinin ne olduğu ve telâfisi için ne yapılabileceği sorusunu attı ortaya. Bazıları firar edenlerin cezalandırılması- nı ve maaşlarmın kısılmasını teklif ettiler. Bu tedbirin fayda ye- rine zarar yereceği daha önce anlaşılmıştı. Kerç savaşında böy- le bir ceza uygulayan CigaUzâde (Çagaloğlu)ت Asya’da bir isya- na sebep olmuştu. Ondan çok daha önce Haçlıları yenen meş- hur kahraman Selâhaddin Eyyubi’nin de Akkâ’da firar ederi- leri, ellerinden tımarlarını aimair ؛suretiyle cezalandırdığı da doğruydu (73).
i Diğer bazıları son bozgunun bütün suçunu levendlere, Türk- menlere ve ^enî toplanmış gön^lülere yüklediler, ilk kaçanlar daima bu acemi gönüllüler oluyordu. By görüşte olanlar, düzen- li ve U’sta askerlere, kaçmayanlara, ؛؟,ok para verilerek diğerleri- nin imrendirilmesini tavsiye ettiler. Daha sonra özi ve Akker- man kaleleri ile Tuna ağızlarına savunulması üzerinde durul- dü ve bunu herkes onayladı. Fakat, mecliste bu savunmayı üze- rine alacak gönüllü olup olmadığı sorulunca hiç istekli, çıkma- dı. Bunun üzerine bu görev Gedikli Eyyubî Ahmed’e (74) veril- di ve bu maksatla kendisine sadece yarım kese para tahsis, edil- di. ‘. ء .- ٦ —–
Gedikli Eyyubî Ahmet iki gün sonra karargâha gelerek, sa- vunulacak ırmak ağızlarının büyük kum yığınları ile dolduğu-
(72) Vâsıf, IX, s. 104• Buturlin ise (Saint-Petersburg jurnali, I, XVI, s. 27’de yine Vâsıf’a atfen) Kilya’nın alınmasını 2 Eylül (11 Cemazielevvel) olarak gös- teriyor.
(73) 1ئأ-هظل Esir. Bu konuda bkz. Naymond, Arap Tarihçilerinden Haçlı Savaşla• rıyla ilgili Seçmeler. 1829, s. 314. ‘
(74) ‘؟erdenine tâiik’ deniyor.؛
HU ve tabya kurmaya imkân vermediğini bildirdi. Bu durum karşı$mda ona, kış birlikleri gelinceye kadar Tuna ağzına ya- kın palankalara.çekilmesi emredildi.وه birlikleri ٠ sırada Tul- ça’da bulunan Abdi Paşa’nın emrindeydi.
Bu sırada Ruslar altı bin kişilik bir kuwetle كء kalesine baskın yaptılar. Fakat Kırım bam, Kartal ve İsmail’den kaçan- lan toplayarak oluşturduğu bir kuvvetle bu saldırıp püskürt- tü.
OsmanlI karargâhında hüküm süren kargaşa ve disiplin- sizliğe karşı ne sadrazam ciddi bir tedbir alabiliyordu ne de pa- dişah. Bunlar işi yanm tedbirlerle idare etmeye çalışıyorlardı ki bu da güçsüzlüklerinin işaretiydi. Askerden şikâyetçi değil- leı*miş gibi görünüyor, hakkedilmeyen ödüller dağıtıyor ve böy- lece son felâketleri kaçmılmaz hale getirmiş bulunuyorlardı, isak- çı’da sadrazam son Kartal savcında yaralanan askerlere on- bin kuruşluk ödül dağıttı ki, ^fter emini Resmî Ahmet Paşa bunu önemle kaydeder (75).
Bu teşviklere rağmen ordunun saflan gittikçe seyrekleşiyor- du. Kartal dola^nda çoğunluğu Kürtlerden oluşan Diyarbekir birlikleri dağılmış, kaçıp evlerine dönmüşlerdi. Sadrazam, kış birlikleri yetişinceye kadar tamamen askersiz kalmasm di^e, Rumeli’deki her makama bir hattı şerif gönderilerek, eli silah tutan herkesin isakçı’ya sevkedilmesi emri verilmişti. Aynı za- manda o sırada muhasebe müfettişi bulunan eski sadaret ket- hüdası Ahmet izzet Efendi, padişahın bir beyannâmesini ve or- dunun ihtiyarlanma harcanmak üzere bin keselik bir parayı karargâha götürdü. Ahmet izzet Efendi padişahın güvenini ka- zanmıştı ama, bu güveni asla kendi çıkan için değil, arkadaş- larının mağduriyetini hafîfletmek için kullanıyordu. Onun gö- türdüğü beyannâmeyi, sadaret mektupçusu Abdüırezzak Efen- di, toplanan ordu erkânı huzurunda okudu. Vakanüvisin dediği- ne göre bu, onlarm kaygılarmı, üzüntülerini gidermeye ve ce- saretlerini arttırmaya pek yeterli olmadı (76).
(75) Vâsıf, n, s. 107’de şu vecizeyi kaydediyor:
Bedâ bi-devâin masriût fi şifâhl Derâhimnn beysin li’l-cnrahi merâbiman Yani: Çabuk tedavinin bir ^٠١٧, kızıl yaralar üzerine konan beyaz (gümSs) paralardır.
(76) Şifaan 1ااا>، ه،, devamı lil knrnb (Gönülleri tedavi, ağrılar} dindirir).
îsakçı’daki anbarlan teftişle görevli Dağıstanlı Ali Ağa, İs¬mail’deki talihsiz savaş sırasında, bazı vezir ve emirleri kurta¬rarak yararlılık göstermişti. Bu başarısından dolayı ona üç tuğ¬lu paşa ve Isakçı veziri unvanı verildi. Tuna kıyılarını işgal ede¬rek buradaki anbarlan o koruyacaktı. Rumeli valisi ve eski îsak- çı seraskeri Abdi- Paşa Maçin’i savunması ile, İçel sancağı mu■ hassüı vezir Abaza Paşa ise Hırsova’nın savunması ile görevlen¬dirildi.
Bu sırada sadrazamın kıskandığı Silistre valisi Sarım İbra¬him Paşa anjine yakalanarak vefat etti (77).
BENDER VE İBRAİL’İN DÜŞMESİ
Bir yanda bu olaylar cereyan ederken, öte yanda, Kont Pa- nin, Temmuz sonundan beri kuşatma altında tuttuğu Bender ka¬lesini işgal etti. Bu kaleyi savunan Türkler inatla, cesaretle kar¬şı koyuyor ve Panin bir başarı sağlayamıyordu. Fakat ne yazık ki kalede veba salgmı görüldü ve kahraman serasker vezir Meh- med Paşa vebadan öldü (78). Onun yerini alan Abdülcelil Pa- şa’nın oğlu Mehmed Emin Paşa da o menhus salgın yüzünden askerin her gün azalması karşısmda çaresiz kalıyordu. Nihayet Ruslar, iki ay süren kuşatmadan sonra, general Elemten ve ge¬neral Rennekamp’m kumandasında karanlık bir. gecede yapılan baskın sonunda kaleyi ele geçirdiler (27 Eylül 1770). Ama bu pek kolay olmadı.
Rus ordusunda, kazandıkları başarılardan dolayı Musin Puşkin ve Kamensköv sivrilmiş durumdaydılar. Protasson da Bender’in sol kapışma (İstanbul Kapısı) bir şaşırtma saldırısı düzenlemiş, sonra bunu gerçek bir hücuma dönüştürmüştü. Pa¬nin ise her zaman en tehlikeli yerde, piyadenin başında bulunu¬yor ve ilk saldıran oluyordu. Saldırı on saat sürdü, iki taraf da olanca gücünü kullandı. Ruslar bu saldırı sırasında çok kayıp vermişlerdi. Bunun intikamını almak için kadın ve çocukları katlettiler, evleri yakıp yağmaladılar. Bazı aile reisleri, düşma,-
(77) Vâsıf, D. s. 110’da, *anjin* için ‘jMihak’ deyimini kullanıyor.
(78) Vâsıf, E, s. 112. «Tableau de la guerre pr&ente» adlı eserde yaygın tin kendisini zehirleyerek intihar ettiği yazılıdır.
nın üzerine atılmadan önce, çoluk çocuğunu düşmana köle ol- masınlar diye kendileri öldürdüler. Fakat şehir kalabalıktı. Ve- baya, kılıçtan geçirmeye ve evleriyle birlikte yakılmalanna rağ- men, beş bin beş yüz kişi sağ kalabilmişti. Onlara esir alıp götür- düler. Bunların arasında serasker Mehmed Emin Paşa ile iki tuğlu iki paşa da bulunuyordu. Ruslar üç yüz elli top, otuz bin gülle ve yirmi bin librelik barut da ele geçirmişlerdi. Fakat bu zafer onlara çok pahalıya mal olmuştu.ه kadar çok asker kay- betmişlerdi ki, tarihçi Vâsıf’a göre, Rus çariçesi general Panin’e «bu kadar ölü vermektense şehri almamak daha iyi olurdu» de- miştir.
Yine Vâsıf’a göre, hayatta kalanlar Turla’nın (Dinyester’in) öbür tarafma, Yedisan aşiretine mensup olanlar ise. Bug nehri- nin ötesine, özi’ye götürülmüşlerdi. Bunları Kırım Tatarlarm- dan ayn tutuyor, kan karışımı bakımından kendilerine yakın ve dost görüyorlardı.
Bender’in düşmesinden sonra, Ruslar İsmail şehrinden sad- razamın karargâhına bir temsilci gönderdiler. Bu temsilcinin yanına Bender defterdarı Tabib Efendi ile’ و?؛) defterdar emini Piri Efendi de verilmişti. Bunların niçin geldiklerini anlamak maksadiyle yanlarına Anadolu muhasebecisi Nazif Efendi gön- derildi. Piri Efendi sözde ölen seraskerle ilgili işleri göriişecek- ti, fakat onları getiren Rus albay, mareşal Romanzov’dan bîr mektup getiriyordu. Bu mektupta barış anlaşması teklif edili- yor, fakat bil anlaşmanın yapılmasına hiç؛bir yabancı devletin kanştınlmaması isteniyordu (1^ Eylül 25 – ه?? ل Cemazielevvel 1184).
Padişah sadrazama barış görüşmesi için yetki vermemişti. Onun için sadrazam, generalin getirdiği mektubu (80) İstanbul’a gönderdi ve Rus generaline de, Bâb-1 Âli’nin Romanzov’a yazılı olarak cevap vereceğini söyledi (81).
Mesud Giray, Devlet Giray’ın hanlığı zamanında Eflâk içi- ne bir akın düzenlemeyi teklif etmiş ama han buna izin verme-
(79) «^bleau de la présente guerre» de, tabib kelimesi yanlış olarak ،؟ <اسek- linde yazılmış.
(80) ivan Petro (Vâsıf, II, s. 115).
(81) Vâsıf, (n, s. 114’de) Arap tarihinden alınmış örnekleri de anlatıyor ki buna göre, müsliimanlar savaş sırasında kâfirlerin barış tekliflerini dinlemelidir- ter•
inişti, O dönemde bu teklifini Ka plan Giray’ a da yaptı. Fakat az sonra gelen bir hattı humâyun ona, Tuna’nın berisindeki Yedi- san Tatarlarıyla Bükreş üzerine yürümesini emrediyordu.
Tuna’nm sol yakasında iki önemli mevki olan İsmail ve Kil- ya’nm zaptından sonra şimdi Buslara İbrail’i ele geçirmek ka¬lıyordu. Bu şehir Tuna ve Siret kıstağında, Maçin’in karşısında idi.؛ Sadaret mektupçusu Abdürrezzak Efendi’nin gayretiyle bu¬rası •çok iyi korunmuştu. Ruslar İbraü’i Ekimin ilk günlerinde kuşattılar (1 Ekim 1770 – 16 CemaZielahır 1184).
Kale muhafızı Canikli Süleyman Paşa, barikat kurulmamış tek nokta olan Su Kapısı’ndan birkaç çıkış hareketi yaparak başarılı sonuçlar elde etti. Bu çıkışlarda kesilen düşman başla¬rını ve alman esirleri oğlu vasıtasiyle sadrazamın karargâhına gönderdi.
öte yandan Maçin muhafızı Vezir Abdi Paşa dâ kaleye tak¬viye kuvvetleri sokabilmişti. Fakat bir süre sonra, tıpkı Bender seraskeri gibi, îbrail seraskeri de vebadan öldü. Bunun üzerine İsakçı seraskeri Ali Paşa yardım için acele îbrail’e gönderildi.
Su Kapısı’nı ele geçiren düşman, Maçin’in karşısında ku¬rulan iki yeni tabyadan-yapılan topçu ateşiyle bir hayli hırpa¬lanmıştı. Yine o taraftan yaptıkları çok şiddetli bir hücum sıra¬sında ağır kayıplar vererek çekilmişlerdi. Fakat bu başarılara ve Abdürrezzak Efendi’nin tahkimat çalışmalarına rağmen, şe¬hir onsekiz gün sonra kapılarını açmak zorunda kaldı. Abdür- rezzak Efendi Tuna hattının acıklı durumunu ve sadece üç bin savaşan askerinin kaldığını İstanbul’a da bildirmişti.
SADRAZAM VE KIRIM HANFNIN AZİLLERİ
OsmanlIlar, Turla kıyısındaki Akkerman ve Bender’i, Tuna kıyısındaki İsmail, Kilya ve Ibiail’i kaybetmekle, bu harekâtı mağlubiyetle bitirmiş oluyorlardı.. Sadrazamın elinde pek âz kuvvet kalmıştı. Onlar da İsakçı’da büyük bir yiyecek sıkıntısı içinde idiler. Onun için, elinde kalan bu kuvvetle kış karargâhı Babadağ’a hareket etmeye karar verdi (22 Kasım „1770 3 -؛ Şa¬ban 1184). Isakçı’daki anbarlan korumakla görevli Dağıstanlı
Ali Paşa’ya da yüz bin. kuruş gönderdi (25 Kasım 1770 – 6 Şaban
1184).
Sadrazam Babadağ’daki karargâh yerine gelince, bu kasa¬bada ve çevresindeki dokuz çeşmenin onarıldığını, sularının aktığını görüp memnun oldu. Bu çeşmeler otuz yıl kadar önce matbah-ı âmire emini Halil Efendi tarafından yaptırılmış, za¬manla kurumuş veya suları azalmıştı. Şimdi bu çeşmeler, emir yerine getirilerek ve bu iş için ayrılan bin kuruş harcanarak onarılmış ve yeterli su akıtır durumda idiler (82). Tabii bu du-rum, onun bunca insan ve kale kaybetmiş olmasının üzüntüsü¬nü giderecek değildi.
Babadağ’a inişlerinin ikinci günü, Silistre muhafızı Abaza Paşa, padişahın emriyle azledildi ve üç tuğlu paşa unvanı alı¬narak Köstendil’e sürüldü. Çünkü kendisine yeni levendler (ye¬ni asker) toplamak için verilen paradan altı yüz keseden fazla¬sını, devletin başka bir ihtiyacı için de harcamayarak saklamış¬tı. Yeniçeriağası Mehmed Paşa da kabiliyetsiz görüldü ve onun yerine Edime yeniçeriağası Süleyman Paşa tayin edildi.
öte yandan Kırım Hanı Kaplan Giray da başanh olamamış¬tı. Üstelik, gelecek harekât için kendisine kırk güne kadar bin kese para verilmezse han unvanını bırakacağını söylüyordu. Buna canı sıkılan padişah ne yapılabileceğini yeni görev veril¬miş vezir Osman Efendi’ye sordu. O da budalaca bir tavsiyede bulunarak bundan kolay ne var, demiş ve hemen kâğıt-kalem alarak, hana, Kefe’nin gelirinden bin kese tahsis edilmesini yaz¬mıştı. Fakat az sonra Kefe gelirinin onyedi keseden ibaret ol¬duğu, onun da Kalgay’a tahsis edildiği haberi geldi. Bu durum düşüncesiz müşavirin gözden düşmesine, hanın da azline sebep oldu.
Üçüncü Mustafa, Kaplan Giray’ın yerine han olarak Selim Giray’ı getirdi. Selim Giray daha önce de han olmuştu. Bundan sonra başka azil ve tayinler de oldu. Sadaret kethüdası Seyyid Mehmed Efendi görevden alındı, yerine, daha önce de adından söz ettiğimiz İzzet Mehmed Efendi getirildi.
(82) Bu kitabın yazan 1806’da Babadağ’a gittiği zaman dokuz çeşmenin tekrar kuruduğunu görmüştür.
Padişah nihayet sadrazamı da azletti (4 Aralık 1770 – 15 Şa- ban. 1184). Fakat, paşalık unvanım almayarak onu Filibe’de otur- maya memur etti.
İvazpaşazâde Halil Paşa’nm yerine, Bosna valisi Silahdar Mehmed Paşa sadrazam oldu.
AVUSTURYA VE PRUSYA’NIN ARABULUCULUK TEŞEBBÜSLERİ
Yukarıda sözünü ettiğimiz Romanzov’un barış teklif eden mektubuna padişahın ne cevap verdiğini bildirmeden önce, o sırada İstanbul’da cereyan eden arabuluculukla ilgili diplomatik görüşmeler hakkmda,،.bitğj vermek istiyoruz. Bu konuda yapı¬lan yazışmaları herhiîftgî bir “rapordan daha ilgi çekici buluyo¬ruz. Bunlar önce, Avrupa saraylarının çoğunun çıkarları sözko- nusu olduğu için önemliydi. Hepsi arabuluculuk yapmak isti¬yor ama Rusya inatla ve başarı ile bu teklifleri reddediyordu. Arabuluculuk yapmak isteyenler arasında iki ünlü hükümdarın faaliyeti, yani Frederik II ile Jozef H’nin gayretleri özellikle dik¬kat çekicidir. Çünkü bunlardan birinin ülkesi olan Avusturya, Bâb-ı Âli ile gizli bir yardım anlaşması yapmışlardı. Bu anlaş¬ma, bu ülkenin iki ünlü, diplomatı olan Prens Kaunitz (Kaniç) ile Baron de Thugut’un gayretleriyle gerçekleşmişti.
Yukarıda da söylediğimiz gibi, Ingiltere ve Prusya, işe Fran¬sa ve Avusturya’nın da karışmasından korkarak, savaş çıkar çıkmaz arabuluculuk teklif etmişler, bu iki sarayın niyetlerinin şüpheli olduğunu göstermeye çalışmışlardı. Yedikule’de tutuklu bulunan elçi Obreskov’un serbest bırakılmasını istemişler, Meh¬med Emin Paşa harekâtı başlatmadan bu konuda tekrar tekrar nota vermişler (83), fakat hiçbir olumlu sonuç alamamışlardı
(83) Bâb-ı Âli’nin verdiği cevaplardan, Obreskov meselesinde sonuç almak için en uygun zamanın sadrazamın başkentten ayrılmasından sonra olacağını düşünmüşlerdi. Sadrazamın hareket günü yaklaştığı için fırsatı kaçırmak is¬temediler. Bâb-ı Âli’nin gerçek dostlarının taleplerini reddetmeyeceği kana¬atinde idiler (Zegelin’in Hatıratı, Nisan 1769).
(Ağustos 1769). Frederik ve Jozef, Neustadt’da ikinci defa bu¬luşup görüştükten sonra arabuluculuk meselesini ciddi olarak tekrar ele almayı düşündüler. Prusya kıralı, Rusya’yı barışa ra¬zı edecek en iyi çare ve yolların neler olabileceğini Prens Kau- nitz’le uzun uzun görüştü.
Frederik ve Jozef arabuluculuk teklifinde mutabık idiler. Fakat bunu henüz uygulama safhasma geçirecek durumda de¬ğillerdi. İstanbul’daki elçilerine bu yolda talimat veriyor, bekli¬yorlardı. Nihayet iki hükümdar Bâb-ı Âli’ye birlikte arabulucu¬luk teklifinde bulunmaya karar verdiler^ Bu işin takipçileri, Prusya elçisi Zegelin ile Avusturya elçisi Brognard’ın yerine ön¬ce maslahatgüzâr sonra ortaelçi tayin edilen Thugut (Tugtıt) olacaktı.
Avusturya kıralı Jozef’in seyahati ve Prusya kıralı Frede¬rik ile buluşması padişahın ilgisini çekmiş ve kuşkulandırmıştı, öte yandan, Resmî Ahmet Efendi’nin (84) Prusya elçisi olarak yazdığı raporlardan, Frederik’in girişken ve savaşçı zihniyetini , daha iyi tanıyordu. Resmî Ahmet Efendi’nin raporlarına göre Berlinliler, Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr etmiyor, uygun bir durum olursa, müslümanlığı kabul edeceklerini söy¬lüyorlardı (85).
Alman (Avusturya) İmparatoru Jozef’in âdetleri ve taşan¬ları konusunda ise Bâb-ı Âli’nin elinde Bağdat valisi tarafından hazırlanan rapordan başka bir şey yoktu. Bu rapor da Osmanlı tarih belgeleri araşma karışmış ve bunun bir Türk raporu oldu¬ğu inkâr edilmeye çalışılmıştı.
Bu raporda şunlar söyleniyordu:
«…Avusturya (Almanya) imparatoru karaciğerinden ve da¬lağından rahatsızdır. Bu hastalık yüzünden idarenin dizginleri¬ni bırakmış, üzüntüsünü gizlemek için Venedik, Prusya ve Ma¬caristan’a seyahatler yapmaktadır. Annesi olan imparatoriçe de ؛bu durumu ka/bul etmektedir. Çok hareketli olan oğlunun, üzün¬tülerini tabii bulmakta, durmadan yer değiştirmek ihtiyacının
(84) Türk elçisi Resmî Ahmet Efendi’nin raporları (Berlin ve Settin, İ809, s. 94),
(85) Vâsıf, I, s. 250: «Nübüvvet-i Muhammediyeyi inkâr eimeyüp, müslüman oluruz demekten âr etmezler» ٠
fizikî rahatsızlıktan ileri geldiğini düşünmekte, kendisinin de bu seyahatleri ızdırabını giderecek bir çare olarak gördüğünü ve seyahate teşvik ettiğini söylemektedir. Nihayet, Polonya sı¬nırına yakın Avusturya eyâletlerinin durumu dikkate alınarak, Avusturya kuvvetlerini Polonya sınırına yığmıştır..
PADİŞAH AVUSTURYA’YA POLONYA NİN
PAYIAŞILMASINI TEKLİF EDİYOR
, Padişah, takip edeceği politikayı, Bağdat valisinin raporun¬da belirtildiği، duruma, yani Avusturya imparatorunun karar¬sız durumunun değişmediğini ve kuvvetlerini Polonya sınırın¬da toplamış olduğunu esas kabul ederek hazırladı. Bunun so¬nunda da, -o güne kadar hiç hissettirilmemiş şaşırtıcı bir teklif■« tebulundu.
Thugut ve Zegelîn, Viyana ve Berlin’den aldıkları talimata uygun olarak, ama tek tek, Bâb-ı Ali’ye hükümdarlarının ara¬buluculuğunu teklif, ettikten sonra, reis-ül küttap İsmail Raif Efendi, bir gece gizlice Thugut’la bir görüşme yaptı ,ve elçinin teklifine apayrı bir teklifle cevap verdi. Bu, Bâb-ı Âli’nin daha önce de öne şürdiüğü,. Avusturya’nın Silezya’yı geri almasına yardım teklifi idi. Bunun anlamı, Avusturya ile Bâb-ı Ali ara¬sında, Rusya’ya ؛karşı sıkı bir ittifak kurmaktı. Ama, daha ön¬ce Prusya aleyhine kurulması düşünülen bu ittifak şimdi Po¬lonya’nın aleyhine olacaktı. «Eğer Ruslar Polonya’dan çıkarılır¬larsa» diyordu Reisefendi, «Avusturya imparatorluğu dilediği gibi hareket edebilir, dilerse Polonya tahtına kendi istediği bir kıralı oturtur, dilerse bu ülkeyi Osmanlı Devleti ile paylaşabi¬lir (86).»
Polonya’nın Osmanlı Devleti ile Avusturya imparatorluğu arasında. paylaşılması teklifi, Prusya ‘.,■؛Prensi Henri’nin Saint- Petersbourg’a gidişinden on ay öncesine rastlıyordu. Oysa, iki yıl sonra kararlaştırılacak olan Polonya’nın paylaştırılmasiyle ilgili anlaşmanın ilk tasarısı, Pruâya prensinin Rusya başkenti¬ne yaptığı işte o seyahat sırasında hazırlanmıştı.
(86) Burada Thugut’un 24 Mart 1770 tarihli raporu kelimesi kelimesine tekrarla¬nıyor. • ١ • ■
Böylece Bâb*ı Âli Polonya Konfederasyonu’nu bırakmış bu¬lunuyor, Şeyhülislâm bir fetva çıkararak PolonyalIların kanla¬rının akıtılmasına ve mallarına el konmasına izin vermiş bulu¬nuyordu.
Polonya’nın tam olarak paylaşılmasını düşünen, bu paylaş¬mayı kısmî olarak gerçekleştirmek isteyen imparatoriçe Kateri- na ile Frederik Il’den önce, Bâb-ı Âli, daha doğrusu Üçüncü Mus¬tafa olmuştur. Üçüncü Mustafa hemen hemen her zaman, siya¬sî kararlarda öncü olmak ve ayrı hareket etmek istiyordu.
Bâ’b-ı Âli, Polonya’yı Avusturya ile paylaşmayı umuyordu. Dalıa önce İran’ın paylaşılması konusunda da Rusya ile böyle bir anlaşma yapmıştı. Fakat bu parçalama politikası, gelecekte komşuları tarafından onun için de istenecekti. –
Thugut, Bâb-ı Âli’nin teklifine, bu kadar geniş kapsamlı bir projenin uygulanması için zamanm uygun olmadığını söy¬leyerek cevap verdi. Zaten böyle bir plânın uygulanmasının ye¬niden çok kan akıtmaya yol açacağını, oysa teklif edilen arabu- lucukta amacm, çok can kaybına yol açmış bulunan ve devam etmekte olan savaşı sona erdirmek olduğunu söyledi. Viyana hükümetinin cevabı da elçiyi doğruluyordu. Onun için, Thugut ve Zegelin, sadaret kaymakamından arabuluculuk tekliflerinin kabul edildiğini bildiren bir mektup almaya gayret ettiler. Yi¬ne birlikte hareket ederek, İngilizlere ve Ruslara satılmış olan, İngiltere’den başka her devletin arabuluculuğuna karşı çıkan Bâb-ı Âli tercümanı Nikola Karaca’yı da yola getirdiler.
Reisefendi ve o sırada nişancı olan selefi Osman Efendi, Thugut ve Zegelin’le yaptıkları gizli gece görüşmelerinde, sa¬daret kaymakamının kendilerine diledikleri mektubu vereceği¬ni vaadettiler, ama bunun için, iki diplomatın Bâb-ı Âli’ye bu konuda yazılı bir nota vermelerini de şart koştular. Zegelin bu şartı hemen kabul etti. Fakat Thugut uzun zaftıan tereddüt ■gös¬terdi, ama sonunda o da Bâb-ı Âli’nin bu şartını kabul ettiğini bildirdi. Uzun zaman diretirse, arabuluculuk teklifi kabul edil¬mediği için çılgına dönen İngiliz elçisi Murray’ın 1bu teklifinin dikkate alınabileceğini düşünmüştü.
Bâb-ı Âli politikası yazılı nota isteğinden vazgeçemezdi. Kaymakamın Kaunitz ve Finkenstein’a hitaben yazacağı inek- tup bu notaya dayandırılacaktı. Mektupta, Prusya ve Avustur¬ya elçilerinin Bâb-ı Âli’ye yaptıkları arabuluculuk teklifinin ka¬bul edildiği yazılıydı (87). Eğer Türk donanması yakılmamış ol¬saydı, Bâb-ı Âli böyle bir mektubu belki hiç vermeyecekti.
Bender’in düşmesinden sonra, Romanzov’un yukarıda sö¬zünü ettiğimiz banş teklifi Bâb-ı Âli’ye geldiği zaman, nişancı ile Prusya ve Avusturya elçileri arasında gece görüşmeleri de¬vam etmiş, Bâb-ı Âli, Prusya ve Avusturya’nın arabuluculuk tekliflerini kesin olarak kabul ettiğini bildiren cevabını yazmış, Rusya bu iki devletin arabuluculuğunu kabul ettiği takdirde Obreskov’un serbest bırakılacağını da kabul etmişti (NOT: 3). Bu cevabın verilmesi, olağanüstü bir divan toplantısında, şey-hülislâmın fetvasına da dayandırılarak kabulleştirilmişti.
Arabuluculuk meselesi, Bâb-ı Âli, Prusya ve Avusturya ara¬sında böylece bir karara bağlanırken, İngiliz elçisi, Prusya ve Avusturya elçilerinin itibarlarını sarsmak için her türlü siyasi iftira yağdırıyor, Bâb-ı Âli’ye de Obreskov’un serbest bırakılma- sıyle ilgili olarak nota üstüne nota veriyordu. Rusların Hotin’- den hareketlerinden sonra (Haziran 1770), Murray Bâb-ı Âli’ye yeni bir arabuluculuk plânı sundu. Dalkavukça sunulan for¬müller Reisefendi’nin o kadar canını sıkmıştı ki, İngiliz elçisi¬ne verdiği cevabı elçi Thügut’a da bildirdi. Bu, Thugut için bek¬lenmedik bir güven gösterisi idi ama, ayni zamanda, Bâb-ı Ali ile yapılacak uzlaşma müzakerelerinde, başarıyı asla dalkavuk¬lukta aramamak gerektiğini anlatmış, onu uyarmış bulunuyor¬du.
Reisefendi’nin İngiliz elçisine verdiği cevapta özetle şun¬lar yer alıyordu: «İngiltere’nin Rus savaş donanmasında görev alan gemileri varken böyle bir teklif yapması çok tuhaf! Kor¬karız ki bu teklif düşmanın niyetini gizleyen bir maskeden baş¬ka bir şey değildir. Bâb-ı Âli onun hangi dâvaya hizmet ettiğini anlayabilmesi için, İngiltere asıl niyetini apaçık söylemelidir.»
Alçakça ve pohpohlanmaya dayanan bir sistemle Reisefen- di’yi kandırmaya çalışan İngiliz elçisine, hakettiği işte bu sert cevap verilmişti.
(87) Kaymakamın Avusturya İmparatorluk Arşivinde bulunan mektubunun ter• cûmesi Thugut’un 15 Ağustos 1770 tarihli raporuna eklidir.
Avusturya’ya Polonya’nın paylaşılmasını teklif eden.padi- şah, öte yandan da Fransa’ya bir ittifak teklif ediyordu. Fran- sa da Bâb-ı Âli’ye oniki veya onbeş savaş gemisini emrine vere- bileceğini söylüyor, bunun için yılda üç-dört milyonluk bir yar- سه istiyordu. Ayni zamanda, İspanya ile bir dostluk anlaşma- sı ‘ bu devletin de yardım edebileceğini bildiriyordu.
Bâb-ı Âli, deniz ittifakı şeklinde sunulan bu anlaşma plâ- عله، benimsemedi ve bu konuda Thugut’un fikrine de başvurdu. Fakat yihe de sadaret kaymakamı Dük Choiseul (Şuazöl)’e ya- zarak, ondan onbeş savaş gemisi, yeterince barut Ve topçu iste- di. Karşılığını para olarak ödeyeceğini bildirdi. Fransız elçisi Saint-Priest bunu uygun gördü ve hükümeti nezdinde var gü- cüyle destek vaadetti.
Bu büyük siyasî çıkar müzakereleri devam ederken, çok daha önemsiz olan Fransız tercüman ve tüccarlarının durumu geri plâna atılmıştı. ه günlerde Sayda’da yüzer sopa vurulan iki Fransız tercümanına, uğradıkları mağduriyet için hiçbir şey yapılmamıştı. Yalmz Fransız hükümeti onlara ömür boyu beş* yüz lira maaş bağlamak suretiyle tazminat vermiş oldu (88). Türk hükümeti bu konuda bir tazminat vermedi ama, Türk mal- lannı taşıdığı için Rusların saldırısına uğrayacak Fransız ge- mileri için de tazminat vaadinde bulunmadı.
Reisefendi, Türklerin para desteğiyle kurulacak bir deniz ittifakı teklifinden Avusturya elçisi Thugut’u da haberdar et- miş, Thugut bunu Prens Kaunitz’e bildirmişti. Prens Kaunitz’de • Bâb-ı Âli ile benzer bir ittifak kurma fikri bundan sonra doğ- muş veya bu fikir olgunlaşmıştı (89). ‘f
(88) Volney’in «Considérations sur la guerre actueile des Turcs» ve Peyssonel’in «Considérations« adlı incelemesi. Amsterdam, 1788, s. 165. Volney’in düşün- celebi ve Peyssonel’in incelemesi, yarım asırdan beri Bâb-ı Ali hakkında ya- zilmiş en iyi eserlerdir. Aslında Volney’in 1787 savaşı ve ondan sonra mey- dana gelen Türk-Rus savaşlarında إء،1ااس doğru çıkmadı. Ama bazı id- diaları ve tarifleri doğru idi ve Peyssonel’in görüşleri il¿ Çelişiyordu.
٠٠) Bâb-ı Âli’nin önce onsekiz bin kese akçe teklif ettiği muhtıranın terc،؛m®si Thugut’un 17 Nisan 1771 tarihli raporuna ekliydi. Aslı da Avusturya Impara- torluk Arşivi’ndedir.
Bu teklif, eski Reisefendi C90) ve şimdiki nişancı ile, şimdi¬ki Reisefendi ve Thugut arasında yapılan gizli gece görüşmele¬rinde tartışıldı. Nihayet teklif, beş maddelik bir konvansiyon ha¬line dönüştü. Bu anlaşma, sözünü ettiğimiz nişancı ve Reisefen¬di ile, elçi Thugut, Anadolu Kazaskeri ve sadaret kaymakamı arasinda olmuştu (6 Temmuz 1771). Bu konvansiyondaki bazı tedbirler padişahın hattı şerifi ile yürürlüğe konacaktı. Bundan ü^ gün sonra konvansiyon imzalandı ve padişahın sarayların-؛ dan biri olan Çırağan Yalısı’ndâ’ taraflar arasında teati edildi (NOT: 4). •. –
Bu anlaşmaya göre, Osmanlı Devleti, Avusturya’ya bir yıl içinde yirmi bin kese para verecekti ki bu, kuruşun o zamanki değerine göre, onbir milyon iki yüz elli bin florin demekti (91) . Ayrıca Küçük Eflâk Avusturya’ya bırakılacak, Avusturya, hü¬kümetini o güne kadar yükümlü olduğu ağır vergilerden muaf tutacak, onu korsan saldırılarından koruyacaktı., öte yandan Avusturya Împaratorluğu’nun Ruslarla yapacağı anlaşmada^ şart olarak, Rusların eline geçmiş OsmanlIlara ait yerlerin yi¬ne OsmanlIlara iade edilmesi istenecek, sağlanacaktı. Bundan başka, PolonyalIların bağımsızlığı da desteklenecekti (NOT: 5).
Bu konvansiyon, kaymakam ve Prens Kaunitz arasında tea¬ti edilen mektuplarla da ؛teyid edildi (92). Thugut, maslahatgü- zâr iken ortaelçi unvanını aldı (93) (15 Ağustos 1771).
(90) Avusturya elçisine verilen bilgilere göre ilk tasarı, onar bin kişiden oluşacak iki ordu kurmak idi. Bunların yıllık harcamaları elli milyon olacaktı, ayrıca olağanüstü harcamalar da otuzdört milyon olarak hesaplanmıştı (Prens Ka- unitz’in Talimatı, 17 Ocak 1771. İmparatorluk Arşivi).
(91) Bir kuruş, bir florin yedi krevzer düşmüş, yani değerinden *yüzde yirmibeş kaybetmişti. 17434752 yılları arasında sefaret muhasebelerinden alınan bazı rakamlar, o tarihlerde 1 kurusun, 1 florin ve 50 krevzer ettiğini göstermek¬tedir. ‘ – ٠
(92) 1775’te Rukovina Konvansiyonundan sonra kaymakamın mektubu geri gön- derildi. Bu konvansiyon, henüz verilmemiş yardım bakiyesini ve Küçük Ef¬lâkin alınamayışını telâfi için bir formül getiriyordu،
(93) 1 Temmuz 1771, tarihli alındı mektupları. 1770’te Avusturya sefaretinde per-sonelle ilgili bazı olaylar oldu; Baştercüman Bianki ve otuz yıldır başyar* dımcı olarak çalışan Eoboli, ayni yıl içinde öldüler. Üçüncü tercüman Büm saray tercümanı olarak atandı« Tameşvar tercümanı Jenisch şaray sekre¬teri sıfatı ile ataşe oldu، onun yerine Tameşvar tercümanlığına memurlara en genci olan Zechner Thalhofen getirildi.
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 30
Avusturya elçisi Thugut sözünü ettiğimiz yardım anlaşma¬sını gerçekleştirdikten sonra, Prusya ile birlikte arabuluculuk teklifi yapmaktan vazgeçmişti (NOT: 6). Bu yeni anlaşmanın konusuna, sırrına vâkıf olamayan Prusya elçisi, daha başka projelerin de ortaya atılmış olmasından şüpheleniyordu ve ve¬rilen söze sadık kalınmasında ısrar ediyordu. Bâb-ı Âli’ye, Rus¬ların savaş başlarken Prusya’dan arabuluculuk istediklerini de açıklıyordu (NOT: 7). Hatta, Rusya varılacak anlaşmaya sadık kalmazsa, Bâb-ı Âli’nin haklarını korumak için kiralının silaha sarılacağını, bu hususta Avusturya İmparatoru ile birlikte ha¬reket edeceklerini de bildiriyordu.
Kampanyanın açılışında (Nisan 1771) sadrazamın son bir yazısını alan Rus sarayı, bütün arabuluculuk tekliflerini red¬detmiş ve Obreskov’un serbest bırakılmasını istemişti. Bu, Rus¬ya’nın ileri sürdüğü ilk şart olduğu için, elçi Thugut da, gizli an¬laşma ile ilgili müzakereler devam ederken, bu şartın kabulün¬de ısrar etmişti. Bunun sonucu olarak da Rus elçisi Obreskov serbest bırakıldı ve Dimetoka yoluyla Belgrad’a gönderildi (94) . Daha kısa yoldan giderse Osmanlı ordusunun hatlarından geç¬mesi gerekirdi, bu ise ordunun hoşuna gitmeyebilirdi (3 Mayıs 1771).
Kampanyanın sonunda, şimdi Reisefendi olan ve daha ön¬ce Ruslara esir düşen Vâsıf Efendi İstanbul’a geldiğinde, impa- ratoriçenin bir mektubunu da getirmişti. Fakat mektupta impa- ratoriçenin imzası yoktu. Imparatoriçe bu mektupta Osmanlı devletine aracısız bir barış anlaşması teklif ediyordu-. Barış mü¬zakerelerinde Osmanlı Devleti ile Rusya araşma nifak tohum¬ları eken düşmanların, savaşın uzamasmdan doğrudan doğru¬ya yarar sağlayacaklarını, iki devletin barış yaparak kazana¬cakları avantajlara bunların engel olmaya çalışacaklarını söy-lüyordu.
Sadrazamın bu mektubun kenarına el yazısiyle yazdığı no¬ta göre (95), imparatoriçe mektubun Fransızların eline geçme¬sinden endişe duyduğu için ne mühür basmıştı ne de imzala-
(94) Obreskov’un Thugut’a yazdığı teşekkür mektubu, Thugut’un raporuna ekliy¬di.
(95) Bu yazının tercümesi, Thugut’un 17 Aralık tarihli raporuna ekliydi. Orijinali Avusturya İmparatorluk Arşivi’ndedir.
mıştı. Savaşı kışkırtanın Fransa olduğunu ve bu devletin bu¬na, Rusya’yı kızdıracak bir anlam verebileceğini söylemiş¬ti (96).
Fakat daha o zaman Rusya, Avusturya’ya şifahi olarak, Kı¬rım’ı aşacağını, Boğdan ve Eflâk’te bağımsız bir hükümdarı tah¬ta çıkarmak niyetinde olduğunu (97) bildirmişti (Eylül 1771).
Prusya, Avusturya’ya Polonya topraklarından bir kısmını, özellikle Pomerelya bölgesini istediğini bildirdi ve onu ayni mik¬tarda bir bölgeyi almaya dâvet etti (98). Ayni dönemde Rusya, Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasiyle ilgili bir projeyi el altın¬dan Viyana hükümetine bildiriyor, Boğdan ve Eflâk’in Rusya’¬ya bağlanacağını, Avusturya’nın da kendisine Bosna ve Dal- maçya verildiği takdirde herhalde bunu reddetmeyeceğini söy¬lüyordu.
KONFEDERASYON LEHİNE YENİ BİR BİLDİRİ
Bâb-ı Âli Avusturya’ya Polonya’nın paylaşılmasını kabul ettirmeye çalışırken, konfederasyonun temsilcileri Patocki ve Krasinski sadrazamla görüşmek üzere Hantepesi’ne gelmiş ve burada epeyce istiskal edilmişlerdi (99). Bu temsilcilerin bura¬da zarurî ihtiyaçları da karşılanmadığı için, Fransız elçisi Bâb-ı Ali’ye bir muhtıra yazarak konfederasyon temsilcilerine yardım edilmesini istemiş ve Fransa’nın kendisi de bunlara ayda altı bin dukalık bir yardım yapmaya karar vermişti. Fransız elçisi Saint-Priest ayni zamanda Polonya aleyhine çıkarılan bir be- yannâmenin değiştirilmesini, kelimelerin yumuşatılmasını da istemişti. Fransız elçisi ayrıca, Şeyhülislâm’m Lipkan Tatarları için bir fetva çıkararak, bunlann Rusya’ya karşı Polonya’daki konfederasyonla işbirliği yapmak suretiyle hareket etmelerine izin verilmesini de talep etmişti.
(96) Vasıf, n, s. 17?: Franç« devleti yedine ge؛؟ip te؛؛nü ve سه Bitecekleri nıS- lahanasına bina£n.
(37) Prens Galiçin’in şifahî notu. Nisan 1771.
(وو) Prens Kaunitz’in 4 Ekim 1771’de Thugut’a verdiği tâümat.
(98) Avusturya tercümanı Bianki’nin Hantepesi’nde 10 Temmuz 1769’da yazılan raporu, Thugut’un 18 Aralık 1769 tarihli raporuna ekliydi.
Bu muhtıra sonunda Bâb-ı Âli gerçekten yumuşak kelime¬lerin kullanıldığı bir beyannâme hazırlamış, evvelki davranışın bütün suçunu ve sorumluluğunu, padişahın emriyle idam edi¬len sadrazamın üzerine atmıştı (3 Mayıs 1771) (NOT: 8).
Bu beyannâme Polonya asillerinden Lasoçki’ye verildi. La- soçki, konfederasyonun diğer bir temsilcisi olan Morosoviçki ile birlikte, Bâb-ı Âli’ye o sırada Polonya’nın içinde bulunduğu acıklı durümu açıklamıştı. Yıl sonunda Potoçki ve Krasinski, sadaret kaymakamından bir mektubu konfederasyon şeflerine, diğer bir mektubu da Litvanya batmanına (Litvanya Prensi¬ne) (100) götürdüler (29 Ekim 1771 – 20 Receb 1185).
Diğer devletlerin İstanbul’daki elçilerine gelince, bunlar arasında da bazı değişikliklerin olduğunu söylemekle yetinece¬ğiz: Maşlahatgüzâr Giustiniani’nin yerine Venier getirildi. Da¬nimarka elçisi Goesen dört yıl sonra huzura nihayet kabul edil¬di. Bu gecikme, elçinin Maliano adındaki bir Yahudi ile olan dâvasmdan ileri geliyordu. O günlerde Hollanda maslahatgü- zân Veiller de Bâb-ı Âli’ye arabuluculuk teklif etti.
KIŞ KARARGÂHI VE YENİDEN SİLAHLANMA
Altmışiki yaşındaki yeni sadrazam Silahdar Mehmed Paşa, donanma kaptanlarından birinin oğlu idi. Genç yaşta saray hiz¬metine girmiş, terfi ederek sırasiyle peşkircibaşılığa, rikâbdar- lığa, çuhadarlığa ve silahdarlığa yükselmişti. Üçüncü Mustafa’¬nın tahta çıkışından az önce Ayşe Sultan’la evlenmiş, sonra ve¬zir olmuş, Silistre, özi, Rumeli, Anadolu, Sivas, Kütahya, Sela¬nik, Maraş ve Bosna valiliklerinde bulunmuştu. Karadağ’da is¬yanı bastırınca ordu karargâhına gitmiş ve padişah kendisini sadrazamlığa tayin etmişti.
Yeni sadrazam, Kırım Hânı ile birlikte yaptığı ilk savaş meclisinde, kış mevsimini Pazarcık yerine Babadağ’da geçirme¬ye karar vermişti (24 Aralık 1770 – 6 Ramazan 1184).
Kırım Hanı, karargâhmı Babadağ’ın iki fersah (yaklaşık
10 km) yakınındaki Kambur köyünde kurdu. Kendisine Istan-
(100) Bu iki yazının tercümesi Thugut’un 18 Kasım 1771 tarihli raporuna ekliydi.
bul’da verilen altı ya da yedi yüz akçeden başka, masraflar için, ١١^٠ hâzinesinden her gün yedi kese akçe alıyordu.
Sadaret mektupçusu Abdürrezzak Efendi, Bâb-ı Âli’nin ça* lışkan ve sadık bir memuru idi. Bu memur karargâha gelmiş, i؛ki de hattı hümâyun getirmişti. Bunlarda topların kalibre aya” rmın yapılması, sipahiler arasında bozulan düzen ve disiplinin yeniden kurulması isteniyordu. Bu hattı hümâyunlar paşaların ve üç yüksek memurun katıldığı divanda okunmuştu, üç bü- yük memur, büyük-ruznâmecj başmuhasebeci Ve Anadolu mu- hasebecisi idiler. Toplantıya katılanlann hepsi, vatan savunma- sında sadakat ve cesaretle çalışacaklarını tekrarladılar.
Tuna, Stouna ve Fortic nehirlerinin ağızlarını savunacak bin yeniçerinin taşınmaları için kırk gemi tahsis edildi. Serasker ta- raftndan Eflâk prensliğini savunması görevi verilen ve bugü- ne -؛kadar Krayevo’da, sadakatinde şüphe ettirecek hiçbir hare- keti görülmeyen Manolaki’ye de takviye birlikleri sevkedildi. Vi- din muhafızı vezir Mehmed Paşa’ya onbeş bin kese, oradaki tahkimatın bitirilmesi için defterdara on bin kese akçe gönde- rildi.
Eski sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa son harekâtta Mora’daki Rum ayaklanmasını bastırmıştı. Ona, Vidin’e gitme- si emredildi. Topçu paşası da İstanbul’a çağrılarak, ondan ve Baron Tott’tan, top ve gülle çaplannm yeniden ayarlanması, top kundaklarının sağlamlıklarını yitirmeden nasıl daha hafif yapılabilecekleri konusunda fikirleri alındı.
Arabacıbaşı, sekiz ؛١٢٥، askerin kullandığı yeni toplan sad- razamm bulunduğu yere getirdi ve bundan dolayı kendisine bir kaftan giydirildi. Bu toplardan kalibresi yüz dirhem olan on ta- nesi, sancak-ı şerifin de dalgalandığı çadırın yanında denendi.
Yeni harekât için karargâhta bu hazırlıklar devam ederken, İstanbul’da padişahın kardeşi Sehzâde Bayezid beyin kanama- smdan vefat etti. Bu olay, veliahtların ölümlerinde sık sık gö- rülen zehirlenme ihtimalini akla getirdi ve yaygın söylentilere yol açtı. ölen, şehzâdeyi padişahın çok kıskanması bu söylenti- leri daha da arttırıyor veya doğrular görünüyordu (لا0ل. Padi-
(101) Modem (19. yy baslarında) bir Rum yazarı zehirlendiğini iddia ediyor.
şah, bir süre önce sarayda ؛bir bostancı görmüştü. Bu bostancı, padişahtan izin almadan dışarıda olup bitenler hakkında şeh¬zadeye bilgi vermek için gelmişti. Kardeşini çok kıskandığı ve ondan şüphelendiği için, derhal bostancının ؛başını vurdurmuş- tu (24 Ocak 1771)
Bu sırada, Eflâk seraskeri Silahdar Mehmed Paşa, Yergö- ğü’nde ayaklanan yeniçeriler tarafından kılıçla öldürülmüştü. Hotin’den çekilmesi, çok sert davranması, kendisine duyulan ki¬ni arttırmıştı. Yergöğü ve karargâh ağalan koşup yardımına gittiler ama onlar da öldürüldüler. Daha sonra karargâh Şum- nu’ya nakledilince, Yeniçeriağası Süleyman Bey âsilerin eleba- şılannı aramış, yakaladıklarmı bir kuyuya artırmıştı. Bundan dolayı da adı Kuyucu kaldı. Çok daha evvel zalimliği ile ünlü bir vezire de bu lâkap verilmişti.
Uzun zamandan beri, Osmanlı ordu teşkilâtındaki eski kuv¬vetli bağ ve dayanışma artık yoktu. îki bin kişilik düzenli bir sipahi birliği kurmakla ve asker toplamakla görevli berat sa¬hipleri (102), düzenli orduya yazılmak için ancak iki yüz kişi bulabiliyorlardı. Oysa levendler için, yani gönüllü acemiler için yüksek ücret ödeniyordu. Ama artık Osmanlı tebası muvazzaf sipahi olmak istemiyordu. Asker toplamayı güçleştiren sebepler¬den biri de, hâzinenin yararına olarak, Türk parasında bir de¬valüasyona gidilmesi idi. Altın paradaki altının değeri artmadı¬ğı halde nominal değerinin yükselmesi, yani gerçek değerinin düşmesi şeklinde olmuştu bu devalüasyon. En çok tutulan mah- bu؛b dukasının değeri (103) yüzon aspre’den 120 aspre’ye, fın¬dık dukası yüzellibeş aspre’den yüzaltmış aspre’ye çıkmıştı. Ka¬rargâha altın paralan yeni birimlere göre saymak için gelen görevliler, orduya ait kasalarda çok miktarda altın bulacakla¬rını sanıyorlardı. Fakat ölçü ve tartı ağası onlarm geleceğini önceden öğrendiği için altınları elden çıkarmış, ancak birkaç dukalık altın bırakmıştı. Altın paranın fiyatını arttırmakla el¬de edilecek kâr bu yüzden pek sağlanamamış, aradaki açığı ka¬patmak için karargâha dört yüz kese daha para gönderilmişti (22 Şubat 1771 – 7 Zilkade 1184).
(102) Vâsıf, n. s. 157: Ruus.
(103) Ser mahtmb.
Sadrazam, Yergöğü’nde yeniçeriler tarafından kat1edilen padişahın damadı Silahdar Mehmed Paşa’nın yerine kethüda- smı gönderdi ve bu vesile ile ona üç tuğlu paşa payesi verildi. Kethüdanın yerine ise Resmî Ahmet Efendi getirildi. Daha evvel de ؛sözünü ettiğimiz gibi, Resmî Ahmet Efendi bu savaştaki olay- lan özetleyen bir eserin müellifidir. ٠ bu makama ikinci defa geliyordu.
Bu sırada silahdarlar ağası ile başteşrifatçı azledildiler. Teş- rifatçılığa devletin vakanüvi’si Enverî tayin edildi.
Vakanüvislikle teşrifatçılığın bir kişiye verilmesi oldukça güçlük çıkarıyordu. Teşrifatçılık, vakanüvisin kaydedeceği önem- li noktalardan biriydi. «Teşrifat» deyimi ile bazen, padişahın teamüle uyarak sadrazam ve ordudaki diğer paşalara, maaşla- nn ödenmesinden sonra gönderilen hediyeler de kastedilirdi. Pa- dişah bu hediyeleri onlara, askerin maaşmı kusursuz dağıttık- lan için vermiş olumdu. Bu defa ؛bu hediyeleri karargâha padi- şahm kaymbiraderi götürdü. Onu da kethüda ile çavuşbaşı kar- şıladılar. Sadrazam kendisine gönderilen hattı şerif ٥٠ değerli taşlarla süslü bir hançeri ondan teslim aldı.
Bükreş’in ileri karakolu sayılan Yergöğü’ne Ulahlar Giur- gev®, Ruslar ise Şurşa derler. Son harekâtta Ruslar burasını zaptetmiş, sonra terketmek zorunda kalmışlardı. Daha sonra ye- niçeri ayaklanmasmm burasının işgalini kolaylaştıracağmı dü- şündüler ve general Olitz’e Yergöğü’nü zaptetme emri verildi.
Burasını, eski kethüda, yeni serasker izzet Mehmed Paşa’- nın kumandasında yedi bin kişilik bir kuvvet koruyordu. Bir hücumla siperler bozuldu ve kale teslim oldu, öte yandan ge- neral Weissman, yedi bin yüz elli kişilik bir kuvvetle, Tulça’nm bir fersah yakmmda bulunan ve Değirmen Boğazı (104) denilen yere saldırdı (1 Mart 14 – 771ل Zilkade ل4واا. Burasının savun- ması Beylerbeyi Firaşelizâde Mehmed Paşa ile Samsuncubaşı Halil Ağa’ya tevdi edilmişti. Çarpışmada «üç yüz imansız cer henneme, iki yüz gerçek müslüman ise şehitlik simgesi هه!م pem- be kaftanlara sarılarak Cennet’e gittiler», sonra da kale kapıla- rı düşmana açıldı (4 Nisan 1771 -18 Zilhicce 1184).
(104) Değirmen Boğazı; Vâsıf, n, s. 154•
General Weissman bundan sonra bin altıyüz adamı ile îsak- çı’ya yürüdü. Bu şehirdeki an؛barları yaktı, kaleyi zaptetti ve patlayıcı madde kullanarak yıktı. Bundan sonra da İsmail kale¬sine doğru hareket etti (25 Nisan 1771 – 10 Muharrem 1185).
Yergöğü ve Tulça düşmanın eline geçmiş, îsakçı’daki anbar- lar yakılmıştı. Sadrazam harekete bile geçecek zaman bulama¬mıştı. Çünkü Babadağ’daki ؛tuğlar ancak Nisan sonlarında diki- lebilmişti (27 Nisan 1771 – 12 Muharrem 1185). Birliklerin para¬sı da karargâha yerleşmelerinden birkaç gün evvel, başmabeyn- ci Salih Ağa’nın getirdiği beş yüz kese sayesinde verilebilmişti. Salih Ağa, teşrifat denilen hediyelerle üç tane de hattı hümâ¬yun getirmiş bulunuyordu. Bu yazılariyle padişah, Yergöğü ve Tulça’nın kaybı ile yeniçeri isyanından duyduğu üzüntü ve hoş¬nutsuzluğu bildirmekteydi.
Sadrazam, orduda disiplini tam olarak sağlamak için, sert bir emimâme çıkararak disiplinsizliğe sebep olanları ordudan kovdu. Bunlar daha çok sevimli yüzlü gençlerdi. Bu tedbir di¬vanda ؛bir skandala yol açtı ki vakanüvis bunu «çok garip hikâ¬yeler anlatıldı» şeklinde ifade ediyor (105). Bunu böyle bir adam söylediği için, o dönemde yeniçerilerde ahlâkm ne kadar bozul¬duğunu ve Osmanlı ordusunda disiplin diye bir şeyin kalmadığı¬nı bundan da anlıyoruz.
Sadrazamın yeni harekâtında ilk teşebbüsü çok başarılı ol¬du. Oniki bin kişilik ؛bir kuvvetle Yergöğü kalesine yürüdü. Prens Repnin Tuma’dan buradaki Rus kuvvetlerinin yardımına ge¬linceye kadar kaleyi zaptetti (14 Nisan 1771 – 28 Zilhicce 1184) (106). Gamizionu buradan kaldırıp, beş ؛gün önce؛ Rusları boz¬dukları ama işgal edemedikleri bir kaleye götürdüler. General Weissman, yedi tabur ve altı büyük topla Tulça şehrine hücum etmişti. Burasmı o zaman sekiz bin kişi koruyordu. Tulça’ya üç fersah uzaklıkta da Beştepe denilen yüksek bir mevki vardı ve burada yüz kadar Don Kazağı oturuyordu. Bu kazaklar Osman¬lI devletine tâbi idiler. Ruslar hücum ederek onları dağıtmış, Tulça’daki toplan işlemez hale getirerek Kazaklann evlerine çe¬kilmişlerdi. Ö zaman Ruslara karşı sağlanan bu üstünlüğe rağ¬men sadrazam bundan pek yararlanamamıştı. Pek gayretli ve
(105) Kıssa-yı garibe. Vâsıf, II, s. 154.
(106) Vakanüvis bu olayı ayrıntılı olarak anlatıyor, s, 156-159•
yorulmak bilmeyen Yeniçeriağası Süleyman Bey, çevrede tef¬tiş yaparak kaçaklan toplamaya çalıştı ama sonuç alamadı.
Sadrazam Karadeniz’deki ؛bütün limanlara emirler gönder¬di. Gemilerden karaya çıkan herkesin tutuklanmasını, yalnız kethüdanın izin belgesini taşıyanların serbest bırakılmasını is¬tedi. Fakat liman memurları arasında da disiplin kalmamış, on¬lar da tefessüh etmişlerdi. Onun için emrin bir faydası olmadı. Bu olaylar yüzünden turnacıbaşı görevden alınarak Platamona kalesine hapsedildi.
Eski sadrazam ve yeni Vidin muhafızı Muhsinzâde Mehmed Paşa, bir yıl önce Mora isyanını bastırdığı zaman gösterdiği akıllı hareket ve kararlılıkla Tuna’ya doğru ilerledi. Tuna’yı geçtikten sonra Kalafat’ta karargâh kurdu. Ama burada da faz¬la vakit geçirmeden önce Krayevo’ya, sonra Kale’ye ilerledi.
öte yandan general Essen, Ruslardan ve Boğdanlılardan oluşan yirmi iki bin kişilik bir kuvvetle Yergöğü’ne saldmya geçti. Karargâhını bu şehre hâkim durumda olan Bağlartepesi’- ne kurmuştu. Türkler hücumu başanyla püskürttüler ve Rus- lar beşyüz ölü verdiler. Binlercesi de yaralandı. Türkler aynca yedi top ve mühimmat dolu üç arabayı ele geçirdiler.
Serasker Muhsinzâde’nin kuvvetleri, Silistre Valisi Haşan Paşa’nm, Kaymakam Ahmet Paşa’nın kumandasında gönderdi¬ği yardımcı kuvvetlerle takviye edilmişti. Otuz bin kişilik bir ordu da Niğbolu’dan gelmişti. Fakat maalesef hu kuvvetler sa¬dece süvarilerden oluşuyordu. Oysa, Bükreş’e yapılacak saklı¬nda çok sayıda piyadeye ihtiyaç vardı. Süvari ؛birliği Yergöğü’- nde hiçbir şey yapamadan piyadelerin gelmesini beklerken sa-bırsızlanmaya, homurdanmaya başladı. Karargâh kumandanı¬na şikâyetlerini bildirdiler. Karargâh ağası onlara, «Hemen he¬men hepiniz süvarisiniz, bizim piyadeye ihtiyacımız var, atla¬rınızdan vazgeçerseniz derhal düşman karşısına çıkarız» dedi. Ama askerler buna razı olmadılar. Fakat, durmadan savaşmak istediklerini tekrarladıkları için serasker Muhsinzâde bu istek¬lerine boyun eğdi.
Muhsinzâde, süvari birliğini, serasker İzzet Paşa ve El-Hac Ahmet Paşa kumandasında Bükreş’e doğru harekete geçirdi. Fakat, kumandanlar arasındaki fikir aynlığı ve piyadelerin bu¬lunmayışı yüzünden şehri zaptedemediler. T>umbovitça kıyıla-
rmda bozguna uğrayarak, general Gudoviç tarafmdan Yergö¬ğü’ne kadar sürüldüler (107) (30 Ekim 1771).
Türklerin bu harekâttaki kaybı birkaç bin insan ve onbeş top oldu, öte yandan general Miloradoviç, Maçin’de yedi bin kişilik Türk birliğini, General Weissman (Vaysman) ise Tulça’- da iki bin kişilik başka bir birliği bozguna uğrattı.
Böylece Tuna harekâtı başarısızlıkla son bulmuş oluyordu.
KIRIM DA ELDEN GİDİYOR
Fakat Türkler için asıl kayıp Kırım cephesinde oldu. Çün¬kü oradaki savaşlardan sonra Kırım Hanlığı Osmanlı Devleti¬nden kopmuş olacaktı.
Selim Giray Han, Babadağ karargâhından ayrılıp ayrılma¬ma hususunda epeyce düşünmüştü. Sonunda, paşalar meclisin¬de, orada kalmasının yararsız olduğuna karar verildi. Bunun üzerine Selim Giray, Kırım’a dönmeye ve Ruslar tarafından teh¬dit edilen Orkapı’daki kuvvetlere yardıma koşmaya karar verdi.
Selim Giray deniz yoluyla önce Bahçesaray’a gitti. Burası eski hanların, yani atalarının başkenti idi. Fakat daha yol yor- ؛gunluğunu üzerinden atmadan, Prens Dolgoruçki’nin kumanda¬sındaki otuz bin kişilik Rus kuvveti Orkapı önlerinde görünü¬verdi (108). Altmış bin kişilik Nogay kuvveti de Ruslara katıl¬mıştı.
Bu haber Selim Giray’ı gevşeklikten sıyırdı, ama, geç kal¬mıştı. Elli bin Kırımlı ve yedi bin Anadolulu askerden oluşan bir ordu ile, Orkapı kıstağına doğru yürüyüşe geçti. Fakat hat¬ları yarıldı ve oniki bin ölü vererek çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra Prens Prosorovski kumandasındaki Rus tümenini Suvaş’a sürmeye çalıştı ama yine bozguna uğradı ve Orkapı düştü. –
Ruslar Orkapı’yı kuşatma altında tutarken, onbin kişilik başka bir kuvvetle de Taman kalesine saldırmış ve bu kaleyi al-
(107) Vâsıf, s. 184 ve Buturlin Tarihi s. 135.
108؟) Vâsıf, s. 167
mışlardı. Burası Kırım’ı Asya’dan ayıran boğazın girişinde çok 0لسهه bir yerdi ve Azak Denizi’ni kapalı tutuyordu. Selim Gi- ray, düşmanın iki ayn istikametten ülkesine girmekte olduğu- nu görerek çılgına dönmüştü. ”
ğini öğrenince, Orkapı’nın altı fersah yakınında bulunan Tuz- la’daki karargâhını geri çekerek Bahçesaray’m yolunu tuttu. Ama buraya geldiği zaman hemen hemen yalnız kalmıştı, üzün- tüsünden ne yapacağını bilemiyor, düşünemiyordu. Ruslar Bah- çesaray’ın surlarına yaklaşınca buradan Karadağ’a geçti. Aile- sinden bazıları da bu dağa çekilmişlerdi. Az sonra, düşman eh- ne düşmek korkusu ile oradan da ayrıldı ve birkaç adamıyla bir gemiye atlayarak İstanbul’a geldi.
Onun bu kaçışı Kırımlıların son ümidini de yitirmelerine sebep oldu, ülkede büyük bir kargaşa hüküm sürüyor, halk ge- milerle Anadolu kıyılarına kaçmaya başlamış bulunuyordu (109).
İstanbul’dan Kırım’a yardım kuvveti getiren Abaza Paşa o derece basiretini kaybetmişti ki, getirdiği yardım kuvvetlerini karaya çıkarmadan gerisin geriye Sinop’a döndü. Bu ihanetin- den dolayı başı uçuruldu. Bu cezayı hakketmişti.
:.٠١® yandan Kınm ؛seraskeri İbrahim Paşa, Karasu ؛kıyısın- da mevzilenen garnizonunu harekete geçirerek, Ruslann şid- detli saldırısı altında bulunan kefe’nin yardımma koştu ama, orada çok acı bir haberle karşılaştı: Kırımlılar, işgal kuvvetleri kumandanı Prens Dolgoruçki’ye boyun eğmişler ve Dolgoruçki onlara, imparatoriçe adına bağımsızlık vaadederek sadakat ^e- mini yaptırmıştı.
Artık سله Rusya’nın hâkimiyetindeydi ve Dolgoruçki mu- zaffer bir kumandan olarak sırasiyle Kefe, Kerç Ve Yenikale’ye girmişti (13 Temmuz 1771).
Az sonra Gözleve ve Sudak da düştü. Son bir çarpışmada se- rasker İbrahim Paşa da mağlup oldu ve esir edilerek Saint-Pe- tersburg’a götürüldü. Ediğe ve Yedisan Türkleri bir yıl evvel Rus hâkimiyetini tanımış, fakat daha sonra bir kısmı kaçarak ayrılmıştı. Ama onların kopmaları Rusların s.ür^tli bir zafer
(109) »Theatre de la guerre actuelle», s.
kazanmalarına sebep oldu. Daha sonra İstanbul’a sığınmış kırk- sekiz millet temsilcisi ve Selim Giray’ın iki oğlu da Saint-Peters- 1bourg’a geçerek, ؛bağımsızlık vaadeden II. Katerina’ya sadakat yemini etmişlerdi. Bu arada Dolgoruçki onların gelmelerini ve imparatoriçenin talimatını beklerken, alelacele, Şirinbeylerden Şahin Giray’ı Kırım Hanı ilân ederek tahta çıkarmıştı (110). Ga¬lip Rus kumandanının bu uygulamasından sonra Cengiz Han soyundan olan hanlar artık Osmanlı Prensi unvanmı 1taşıyama-yacaktı ve Rusya, Kınm’a bağımsızlık vaadetmekle, kendi çıka¬rı için isabetli bir karar vermiş bulunuyordu (111).
öte yanda, Kırım’ın Özi ve Kılburnu kalelerinin düşman tarafından zaptı, yarımadanın zaptı kadar kolay olmadı, özi’- nin kahraman muhafızı hazinedar Vezir Ah Paşa, kuşatmayı sürdüren düşmanı, kaçar gibi yaparak surların dibine kadar çekmiş, sonra da çok şiddetli bir top ateşine tutarak onlara bü¬yük kayıp verdirmiş ve Ruslar kuşatmayı kaldırmak zorunda kalmışlardı. Kılburnu muhafızı Abdullah Paşa da ayni başarıyı göstererek Rusları püskürtmüştü (31 Ağustos 1771 – 20 Cemazi- elevvel 1185).
Varna’da bulunan sadrazam, bu başarısından dolayı Özi muhafızına on bin duka mükâfat vermiş, ihtiyaçlarını karşıla¬ması için de üç yüz elli kese akçe göndermişti. Kılburun’u başa^ rıyla savunan Abdullah Paşa’yı da üç bin duka altını ile ödül¬lendirmişti.
BASİRETSİZ OSMAN EFENDİ
Kırım Hanı İstanbul’a gelince, Büyükdere’de Murad Efen- di’nin evine indi. Padişah, daha önce de vezirlerden biri olarak adı geçen, Thugut ve Zegelin ile yapılan müzakerelere katılan nişancı Osman Efendi’yi, Kırım meselesi hakkında tam bir bil¬gi almak için ,Han’a gönderdi.
(110) ‘ «Théâtre de la guerre actuelle», II, s. 193. Sietrzencewiz’in «Histoire de la Tauride»nde ‘Sahib’ ismi, ‘Sahim؛’ şeklini almış.
(111) Türkçe’de *serbestiyet’ hürriyet anlamına gelir. Diez (s. 97’de) bu deyimin yalmz o günlerde söylendiğini yazıyor. Türkçe’de ‘bağımsızlık’ anlamını (In¬dépendance anlamını) veren kelime ‘istiklâl’dir. «Vekâlet-i Mutlaka» deyimi ile ‘mutlak hâkimiyet’ anlatılmış olur.
ممبمم>■
،،يم
Osman Efendi akü bakamdan zayıftı, ama ه kendini çok ل^ل bir hatip, çok iyi bir diplomat sanıyordu. Oysa, anlaşılmaz üzün cümleleri gibi, fikirleri de pek karışıktı. Herhalde Allah, yıkılmasını istediği bir devletin hükümdarına böyle müşavirler verir, bu aptallara hükümdarın güvenini kazandırırdı (112),
Han ve onu himaye ^en Osman Efendi, Kırım’ın düşman tarafından işgalini «sadece kaderin bir oyunu» (113) şeklinde izahe’ftiler.
Han’ın gelişinden az sonra, Yenikale’nin hain kumandanı Abaza Paşa’nın kesik başı da, padişahın adaletinin bir delili ٠١٠- rak saraya getirildi ve orduya İbret olsun diye teşhir edildi, öte yandan padişah, kahramanca çarpışmasına rağmen Ruslara esir düşmekten kurtulamayan Diyarbekir valisi Abdülcelilzâ- de Mehmed Paşa’ya’ ulaştırılmak üzere, giyecek ve bir mikdar para gönderdi. Bu suretle onu teselli etmek istiyordu (114).
Osman Efendi, padişaha Kırım Hanı’nm akıbetinden dola- ya üzüntüsünü biraz olsun hafifletecek bir haber de vermişti ki bu, Volga kıyısındaki Ayuka’da Kalmuklarm ayaklanmış olma- lanydı. Bunlar Senbar’da Jeyk suyunu aşmış, kuvvete ؛başvu- rarak, Karakalpak’ların yaşadığı bölgeden geçen ^olda ilerle- yerek, kendilerine yeni bir yer arıyorlardı.
O sırada înat Kazaklarından سل temsilci ile Yedisan bo- yundan bir mirza İstanbul’a geldiler ve padişahtan, Baht Gi- ray’ın Kı^ak Türklerine Han olmasını istediler. Bu, padişaha gelecek için biraz ümit verdi. Kırım hanlığı OsmanlI hâkimiyetin- den çıkarken, şimdi Padişah, Kıpçak steplerine, Kuban, Kabar- tay, Çerkeş, Lezgi, Kalmuk, Kaytalk ve bütün Dağıstanlılara hük- medecek yeni bir han tayinini hayal ediyordu.
(112) Vâsıf ve Resmi Ahmet Efendi onun hakkındaki hükümlerinde Thugut’la bir* leşiyorlar. Resmî Ahmet Efendi şöyle diyor: «Fenn-i mugalata ve mubave■ rede nadlr-iil vücud ashabi Iaklaka ve şakşakan çenesine >>>٠ bir zat-j na mesud■•» Vâsıf ise (s. 167) onun, seferin başlamasından önce sadrazama sah• te kahraman eda$؛yie yazdığı mektuplarla alay ediyor, kendisini Han’ın hâmisi gibi gösterdiği bir mektupta §öyle bir cümle var: «Taraku taraku هه،ا ظ rezil!• (Yer açın, yer açın, han ¿eliyor!). Osman Efendi ile alay edenler, onun bu sözünü kendisine yönelterek şu şekle sokmuşlardır: «Fara- ka farakn,ههء؛ا rezid» (Dağılın, dağıbn, düşman geliyor!).
(113) §ive-i kader. Vâsıf¿ n, s. 169.
(114) Thugut’un raporuna göre yirmi üç bin iki yüz kırk dört kuruş.
Çıldır valisi Süleyman Paşa, damadının aracılığı ile, Gürcis¬tan kıralı Herakliüs ile temasa geçti. Herakliüs OsmanlIlardan ayrıldığına pişman görünüyor, tekrar onun hâkimiyetini kabul etmekte gecikmeyeceğini söylüyor, daha doğrusu bu intibaı ver* mek istiyordu.
Suriye tarafında ise olaylar Osmanlı Devleti lehine bir ge¬lişme gösteriyordu. Memlûklerin güçlü beylerinden Ali Bey, Su¬riye’nin büyük bir bölümünü işgal etmişti ama, çok güvendiği kayınbiraderi. Ebuzeheb’in ihanetine uğramış, Şam’dan Kahi- re’ye kaçmak zorunda kalmıştı (115). Şam valisi Osm&n Paşa, böyle tehlikeli bir adamın kaçmasını önleyemediği, onu yaka¬laması kolay olduğu halde ihmal gösterdiği için azledildi. Onun yerine eski Hotin vahşi Vezir Numan Paşa tayin edildi.
SADRAZAM AZLEDİLİYOR VE MUHSİNZÂDE İKİNCİ DEFA SADRAZAM OLUYOR
İşte bu sıralarda, sadaret mektupçusu yiğit insan Abdür- rezzak Efendi ile Vâsıf Efendi (116) birlikte İstanbul’a geldiler. Vâsıf Efendi, daha önce de söylediğimiz gibi, Ruslara esir düş¬tükten sonra, imparatoriçeden bir barış teklifi getirmişti ama bu teklifte imparatoriçenin imzası yoktu.
Divana dâvet edilen Abdürrezzak Efendi, cesaretle, ordu¬nun ne halde olduğunu, birliklerin kaçışını hiç saklamadan, ger¬çekleri olduğu gibi anlatmaya başladı. Fakat, Osman Efendi birden sözünü keserek, onu, padişaha saygılarını sunmayı unut¬makla itham etti.
Ayni akşam, padişah, Abdürrezzak Efendi’yi huzuruna ça¬ğırarak ona şöyle dedi؛
«…Efendi, bu sabah olacağını söylediğin şeyler oldu, o se¬filler İstanbul’a doğru kaçıyorlar. Şimdi, işi düzeltmek için sana göre ne yapılması gerektiğini de söyle».
Kaçanlar, Rusların Tulça’yı almalarından sonra, sadraza¬mın Babadağ’dan Hacıpazaroğlu’na çekmek istediği birliklerdi,
(115) Volney, Ali Beğ Tarihi risalesi, bölüm VII.
(116) Vâsıf burada kendisi için ‘felâketzede* deyimini kullanıyor. Bu, OsmanlIlar¬da kullanılan *fakir-ü hakir’ deyiminden daha iyidir.
oradan da Edirne’deki kış karargâhına geçmeyi Fakat Hacıpazaroğlu’nda halk ve gönüllüler sadrazamın niyeti- ni anlamış, itiraz ederek söylenmeye başlamışlardı. Bunlar, pa- şaların toplandığı evin önüne geldiler. Ellerinde tüfek ve kılıç- laria ve ؛hışımla, toplantının yapıldığı salona daldılar, sadrazama şöye bağırdılar: *Kırım’ı düşmana teslim ettin, şimdi de bura- larını mı, ؛bizim ülkemizi mi teslim edeceksin?»
Padişah işte bu olayı haber almıştı ve Abdürrezsak Efen- di’ye bu durumda ne yapılması gerektiğini soruyordu. Abdür- rezzak Efendi, sadrazama, Hacıpazaroğlu’ndan * emredilmesini tavsiye etti, üçüncü Mustafa da bu tavsiyeye uy- du. Serasker Abdi Paşa’ya bir emir göndererek kuvvetlerini Ka- rasu’ya geçirmesini, Dağıstanlı Ali Paşa’ya gönderdiği emirle de Köstence’ye geçmesini istedi.
Ayni gün, uzun zamandır ihmalkârlığı ve • – anlaşılan eski silahdar Sadrazam Mehmed Paşa’yı da azlet- ti (117) (11 Aralık 1771 – 4 Ramazan 1185) .
Yeni sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa idi ve bu mevkie ikinci defa getiriliyordu. Birinci ’ sadrazamlığı sırasında, Rusya’- ya savaş ilânının^ hazırlıkların tam olarak bitirilmesine kadar ertelenmesini 1tavsiye etmiş ve bu yüzden azledilmişti. Şimdi tehlikeli bir duruma giren işleri düzeltmek için padişah yine onu seçmiş bulunuyordu. Uzak ‘^rüşlü olması, Mora ayaklan- masını bastırması ve 0هس asayişi yeniden لمح8سثاف onun iti- barını arttırmıştı. Onun itirazına rağmen ilân edilen bu savaş- tan yine ve ancak onun yönetimi ile dahaaz zararlı çıkılabilirdi.
Muhsinzâde ikinci sadrazamlığında işe, bazı yararlı reform- lara el atarak başladı. Her şeyden önce, bozulan askerî disipli- ni yeniden kurmak gerdiğini düşündü. Soygun ve suiistimalle- ri en sert şekilde cezalandırdı. Babadağ karargâhını basan Rus- lar karşısında utanç verecek şekilde kaçan subayları idam et- tirdi (118) ٠
(117) Vâsıf, n, s. 186’da, Silahdar Mehmed Paga’nın azli dolayısiyle kendi kanaati• ni de belirterek tarihten hatırlatmalar yapıyor. Değerini daha önce ispat et* ولص bir kumandanın herhangi bir çarpışmada yenilmiş ،>lma.؟ını, azli için ye* terli sebep saymıyor. Eski devirde Frankların Gotlara yedi defa yenildikle• rini ve yedi ordu kaybettiklerini, ama Frank kiralının başkumandanı yine ‘ bu sebat sonunda tecrübe edinmiş kumandanın savasın 86* kizinci yılında kesin bir zafer kazandığını söylüyor.
(118) Vâsıf, c. n, s. 190 ve Thugut’un 16 Ocak 1772 tarihli rapora.
Vâsıf Efendi, esaretten kurtulduktan kısa bir süre sonra Rusçuk’tan Şumnu’ya geçerek Muhsinzâde’yi tebrik etti. Muh- sinzâde onun yüksek kültürlü, zarif ve akıcı bir üslûp salıibi olduğunu çok iyi‘ biliyordu. Onu divan-1 hümâyun hocalığına tayin etti. Bu tayinle ilgili beratı verirken, usule göre «seni ho- ca tayin ettik» demesi gerekirken, böyle dememiş, «seni yazar olarak tayin ettik» demiştir (119). Böylece, şimdi hoca-^ cihan denen ve divan efendisi olan hocaların, başlangıçta sadece bi- rer yazar, ama usta yazar olduklarını da hatırlatmış oluyordu. Hocalık, elçilik gibi görevleri yapanlara ricâl. idare işlerini yü- rüten yüksek memurlara ise genel olarak vezir denirdi. Birin? çilerin çok geniş kültürlü, büyük âlim olmaları, İkincilerin ise devlet yükünü taşıyacak güçte olmaları, diğer bir deyişle devlet hamalı olmaları gerekirdi ve öyle anılırlardı.
KARARGÂH ŞUMNU’DA
Muhsinzâde, ©nbeş gün içinde, Osmanpazarı, Şumnu (1^0), Selva ve Eskicuma dolaylarından onbin kişilik yeni bir kuvvet topladı. Bunları Tuna boylarına yerleştirdi. Ordu saflarını sık- !aştırmak gereğini duyduğu için de Hacıpazaroğlu’nda bulunan ¿arargâhı Şumnu’ya nakletmeye karar verdi. Birinci derecede ^^٥١ verdiği husus, birliklerin iaşesini temin etmek oldu. Bu maksatla Şumnu âyânma, yiyecek satm alması için yirmibeş bin kuruş gönderdi. Bundan sonra BosnalIlardan oluşan ve kendi yanında bulunan bin kişilik bir kuvveti, Rusçuk seraskeri İzzet Mehmed Paşa’nın emrine verdi. Daha sonra Karasu’ya gel- mesi emredilen Abdi Paşa’ya da, emrindeki tümenle Hacıpazar- oğlu’nda (Hacıoğlu Pazarı) kalmasını emretti. Böylece bu şe- hir halkının kuşku ve hiddetlerini de yatıştırmış oluyordu. Ken- disi de Şumnu’ya hareket etti (19 Aralık 1771 – 12 Ramazan
1185).
Genel olarak «Şuınla» adıyla anılan Şumnu şehri, denize uzanan Hemus dağının orta yerlerinde, yüksek bir tepenin ete- ğinde bulunduğu için önemli ve bu konumu ile meşhurdur. Bu-
‘(119) Vâsıf, C. II, s. 188’e göre cümle aynen ؛öyledir: ‘Seni ketebfeden efttük’.
(120) Bu şehrin asıl adı Şumna’dır. Fakat bazı eski haritalarda ve gazetelerde yan¬lış olarak Eski-Şumla şeklinde yazılmaktadır.
rası Balkanların savunması için en önemli mevki sayılıyordu. Bu şehir tâ ondördüncü yüzyılın başında Hayreddin Cendere- li’nin oğlu vezir-i âzam Ali Ağa tarafmdan işgal edilmişti. Fa- kat bu işgal kuvvet zoruyla değil, bu şehir halkı ile yapılan bir anlaşma ile olmuştu (121). ©nyedinoi yüzyılda Kethüda Halil Bey, eski surları genişleterek şehri büyütmüş ve buraya bir ca- mi yaptırmıştı (122). Zamanımızda, önce Kaptan-1 Deryâ, son- ra sadrazam ©lan Cezayirli Haşan Paşa da buraya bir cami yaptırmıştır. Cezayirli Haşan Paşa’nm türbesi, Şumnu’nun baş- lıca âbidelerinden biridir (123).
Muhsinzâde Şumnu’ya gelişinden az sonra, son harekâtta tamamen harap olan karargâhın görevlilerine, ikramiye kabi- 1صهض bin kuruş dağıttı.
MAKSUD GİRAY KIRIM HANI OLUYOR
Kırım’ın Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra «Han* unvanı sadece isim olarak, itibarî olarak vardı. Fakat ،yine de Bâb-ı ل1خ, Tuna’nın berisinde kalan Kırım Tatarlarına bir baş tayin etmeyi gerekli gördü. Kırım Türkleri ‘Han’ olarak Kırım Giray’m oğlu Baht Giray’ı tercih ediyorlardı. Fakat padişah, hanlığa Maksud Giray’ı, kalgaylığa Baht Giray’ı (124), nured- dinliğe ise Mehmed Giray’ı getirdi.
Yeni Han, Şumnu’ya giderek sadrazamı ziyaret etti. Sadfa- zam onu her zaman olduğu gibi törenle karşıladı ve ona onbeş
(121) Hicrî 789, milâdî 1387 yılında.
(122) Hicrî 1059 Cm. 1649). Bkz: Hacı Kalfa, Rumeli, s. 36.
(123) Şehrin, Weimar Coğrafya Enstitüsü tarafmdan yayınlanan plânında (t. 27, No. 55’te) .Cezayirli Haşan Paşa Tekkesi» adıyla bu âbide de yer alıyor. Bu haritada, coğrafya yıllıklarından ve Valsh’tan alınarak aynen verilen ta- rifler en iyisidir. Fakat *Le dictionnaire universel de géographie = Evren- sel Coğrafya Sözlüğü» adlı eserde önemli bir tarih hatası ile, Sadrazam Ali Cendereli I. Murad’m sadrazamı değil de II. Murad’ın sadrazamı olarak, bu şehrin fethini ise yine yanlış olarak 1385 yerine 1442 şeklinde göstermek^- dir. 1442’de sadrazam olan Ali Paşa değil, Halil Paşa idi.
(124) Ferran’ın «Polonya’nın üç Defa Paylaşılması» adlı tarih kitabında Bulchfc- Giray şeklinde yazılan ismin aslında Baht-Giray olması gerekir. Bu yazar ve «Histoire de la Cherosenes taurique = Kırım Tarihi»ni yazan Siestrenzce- wiz, Maksud-Giray’ın han oluşunu da bilmiyordu.
Hammer Tarihi« C: VIII. F.: 31
bin kuruş armağan etti. Maksud Giray az sonra onbin Kırım Türkünü toplayarak bir birlik kurdu. Fakat bunlara her ay otuzbeş bin kuruş ödendiği halde, bazıları birlikten ayrılıp şu¬rada burada soygun yapmaya başladılar:
REÎS-ÜL KÜTTAP ABDÜRREZZAK EFENDİ
Reis-ül Küttap Mehmed Recai Efendi ihtiyar ve hasta oldu¬ğu için, uzun zamandan beri görevini tam olarak yapamıyordu. Onun için emekliye sevkedildi ve yerine Abdürrezzak Efendi tayin edildi. Abdürrezzak Efendi bilgili, olduğu kadar yiğit, açık sözlü, sadık ve çalışkan bir insandı. Karargâhtan birkaç defa çok önemli görevlerle başkente gitmiş, padişahla görüşmüştü. Son gidişinde, padişaha, hiç çekinmeden ordunun acıklı duru-munu olduğu gibi açıklamıştı. Meşhur reis-ül küttaplardan Mus¬tafa Efendi’nin oğlu idi. Mustafa Efendi, Râgıp Paşa gibi sada¬ret mektupçusu iken Belgrad barışını imzalamış yetkililerden biri olmuştu. Râgıp Paşa’nın sadrazamlığı sırasında, Kethüda Kâşif Mehmed Efendi, meslekdaşırim oğlu Abdürrezzak’ı tez- kireci olarak teklif ettiği zaman Râgıp Paşa şu cevabı vermişti: «Babasına karşı dostluk vecibelerimi yerin© getirmem gerekti¬ğini unutmuş değilim. Himaye ettiğiniz bu gencin çok kabiliyet¬li ve çalışkan olduğunu da biliyorum. Fakat, boyu-bosu çok kü¬çük. İnsanların en az yarısı buna önem verirler. Bu durumu ile bir otorite sağlayamaz, itibar kazanamaz (125).. Divan’ı âleme hizmet için böyle bodur, dört köşe, kısa bacaklı bir adamı geti¬rirsem gülünç olurum. Bu görev oturaklı, boy-bos sahibi olma¬yı gerektirir (126).»
Türklerin uzun boya ne kadar önem verdiğini de gösteren sadrazamın bu sözleri, eski meslekdaşının oğluna memuriyet kapısını kapamıştı. Fakat Râgıp Paşa’nın ölümünden hemen
(125) Vâsıf şöyle diyor : *،Ancak inşatta auzf-11 devletten mâdud olan eesamet-1 vücuttan mahrum.،. (C. II, s. 195).
(126) Kendisi de kısa boylu bir insan olan Vâsıf, insanları akıllarına, kabiliyetle* rine göre değil de boylarına boslarına göre değerlendirmenin yanlışlığına işaret ediyor ve Kuran-1 Kerimden bir âyete çağrışım yaparak, Hz. Süley- man’m çak küçük olmasına rağmen karıncayı eline alması olayını iîaürlâ“ tıyor،
sonra, Abdürrezzak Efendi sırasiyle tezkireci, sadaret mektup¬çusu ve nihayet Reisefendi, yani Reis-ül Küttap olmuştu.
Belgrad valisi Halil Paşa, Karadeniz kıyılarım koruyacak ve Rusları Kırım’dan çıkaracak kuvvetler için serasker tayin edildi. Niğbolu muhafızı Kaymakam Ahmet Paşa ise Vidin se¬raskeri oldu. Vidin’in eski valisi Mehmed Paşa da Belgrad’a ta¬yin edildi.
Bir süre önce kasaları tamtakır görerek üzüntüsünden ve¬fat eden defterdar El-hac İsmail Efendi’den boş kalan bu göre¬ve maliye tezkirecisi getirildi, öte yandan, Kaymakam Ahmet Paşa Niğbolu’dan Vidin’e giderken yolda öldü. Dindar bir adam olarak bilinirdi ama içkiye de düşkündü. Onun için orduda hem evliya hem de serhoş lâkaplarıyla anılırdı. Sadrazam onun yerine Rusçuk serâskeri İzzet Mehmet Paşa’yı tayin etti, izzet Mehmed Paşa’nın yerine de Vezir Dağıstanlı Ali Paşa getiril¬di. Dağıstanlı, Rusçuk seraskerliği ile birlikte Silistre valiliği unvanım da aldı (127).
Ziştov beylerbeyi Arnavut asıllı Süleyman Paşa kendi ke¬sesinden yaptığı harcamalarla bin kişilik piyade ve altıyüz ki¬şilik süvari birliği kurmuştu. Bu hizmetinin mükâfatı olarak kendisine üç tuğlu vezir beratı verildi. Anadolu’da soygun ha¬reketine girişen ayaklanmış levendleri yola getirdiği için Kü¬tahya mütesellimi de ayni şekilde ödüllendirildi, ayrıca Emir-ül hacc’m ve Mekke şerifinin ricasiyle Cidde beylerbeyliğine geti¬rildi. Eski sadrazamlardan Topal Osman’ın oğlu, iki tuğlu bey¬lerbeyi oldu.
AVUSTURYA VE PRUSYA*NIN ATEŞKES İÇİN GAYRETLERİ
Şimdi burada, Avusturya ve Prusya’nın Bâb-ı Âli ile diplo¬matik müzakerelerini anlatmaya devam edeceğiz. Hatırlayaca¬ğınız gibi bu konuyu, Bâb-ı Âli ile Avusturya arasında gizli yar¬dım anlaşmasının imzalanmasından sonra kesmiştik. Bu konu-
(127) Yer değiştirme ve diğer tayinlerle ilgili listeyi Vâsıf Tarihi’nin 200, 204, 233
ve 234’ sayfalarında görebilirsiniz
yu, savaşın iki devlet arasında kesin bir barış için, ilk ateşkesin imzalanmasına kadar kesintisiz olarak anlatmak istiyoruz.
Söz konusu gizli yardım anlaşmasını ilk defa Ingiliz elçisi Lord Murray öğrendi. Bunu, Belgrad’a gönderdiği çok mikdarda para sayesinde başarmıştı. Bu elçi, idarenin çok bozulmuş ol- masından yararlanarak, anlaşmanın bir kopyasını da. elde e؛t- mişti. Ele geçirdiği belgenin çok önemli olduğunu anlayınca, bu- nu,’Berlin ve Saint-Petersbourg saraylarına da bildirdi.
ikinci Frederik, OsmanlI Devleti ile Rusya arasındaki sava- şın sona ermesini çok istiyordu. Çünkü, yapılan bir anlaşmaya göre Rusya’ya her yıl bir milyon ekü ödemek zorundaydı ve bu ödeme 0هنل ağır gelmeye başlamıştı. Onun için, Bab-1 Ali ile Vi- yana arasındaki anlaşma, onu, Imparatoriçe Katerina’dan daha az endişelendirdi. Frederik bu anlaşmanın Rusya’yı barışa mec- ؛bur edeceğini düşünüyor, Katerina ise, ayni anlaşmayı, kendi- sinin Frederik ile yaptığı yardım anlaşmasını yenilemek için bir gerekçe olarak görüyordu.
Kont Panin, Viyana elçisine verdiği bir n^ta ile, hüküjnda- rının, barış için daha önce ileri sürdüğü ilk iki şarttan vazgeç« tiğini bildirdi. Bu şartlar, Eflâk ve Boğdan prenslikleri ile Kırım Türklerinin bağımsızhğı şartları idi (128) (17 1771 س).
Ayni günlerde Prusya elçisi Zegelin de sadaret kaymaka- mına uzun bir muhtıra verdi. Bununla, tam yetkili bir Rus mu- rahhası ile tam yetkili bir Türk murahhasının Boğdan’ın bir şehrinde buluşarak gelecekteki barışın esaslarını tartışmala- rını Bâb-ı Âli’nin kabul etmesi, ؛buna rıza göstermesi isteniyor- du (129).
Bâb-ı Âli bu muhtıraya şu kısa cevabı verdi: «Eğer murah- has, çariçenin iki prenslik ile Kırım Hanlığı’nın bağımsızlığını istemekten vazgeçtiğini bildirecekse ve bu murahhas iki arabu- lucu devletin elçilerinin de katılacağı müzakerelerde tam yetki ile bulunacaksa, buyursun gelsin» (130).
(129) Bunu açıklayan belge Ferrand Tarihi’ndedir: c. I, s. 264•
(129) Traduzione della memoria presentata dal Sig. înviato di Prussia ء S.E. Cai• maçam, novembre 1771.
(130) Traduzione della memoria data della fulgida Porta al s. Înviato di Ru$؛؛ia questo di 3 dec. 1771. Thugut’un 3 Aralık tarihli raporu. Orijinalinin Türkçe kopyası Viyana Arşivi’ndedir.
Rusya ve Prusya tarafından yapılan Polonya’nın paylaşıl- masiyle ilgili tekliflere Avusturya’nın da kabul edilmesi, Viya¬na hükümetinin durumunu hem Rusya ve Prusya’ya karşı, hem de Bâb-ı Âli’ye •karşı tamamen değiştirmiş bulunuyordu. Prens Kaunitz (Kaniç) Avusturya’nın İstanbul’daki elçisine gizli yar¬dım anlaşmasiyle ilgili talimatını verdiği günlerde, PrusyalI Prens Henri Saint-Petersbourg’da idi ve II. Katerina’nın meş¬hur «Polonya koparılmaya hazırdır, el uzatıp almaktan başka yapılacak bir şey yoktur (131)» sözü, Avrupa’nın bütün saray¬larında yankılanıyordu. Bu söz, Polonya’nın paylaşılması fikri¬ni kuvvetlendiren ilk açıklama olmuştur. Zaten çok önce Zips (NOT: 9) sınır belirleme komisyonu toplandığı zaman, Avus¬turya Polonya’dan Zips bölgesindeki onüç köyü istemişti. Komis¬yona başka ülkelerden temsilci katılmamıştı.
Bir süre sonra Prusya ile Rusya arasmda gizli bir anlaşma imzalandı. Buna göre, kendisine Polonya topraklarının bir bö¬lümü vaadedilen II. Frederik, Avusturya Rusya’ya saldırdığı tak¬dirde, bu ülke ile savaşmayı kabul ediyordu (132). Daha son¬ra, Rusya ve Prusya, Polonya’nın paylaşılmasına Avusturya’yı da dâvet edince, Viyana bu ؛teklifi kabul etti. Bu yeni durum karşısmda da İstanbul’daki Avusturya elçisine yeni talimat ve¬rildi. Buna göre, Avusturya elçisi Bâb-ı Âli’yi bir kongrenin ve ateşkesin zaruretine ikna etmeye çalışacaktı,
KARADA VE DENİZDE ATEŞKES
Elçi Thugut ve elçi Zegelin (133), Bâb-ı Âli’ye bir nota vere¬rek, hükümdarları adına karada ve denizde ateşkes teklif etti¬ler. Böylece, Allah’ın yardımı ve kendi hükümdarlarının da gay¬reti ile barışın sağlanacağını bildirdiler (134).
(131) Ferrand, C. I, s. 142: Prens Henri Saint-Petersbourg’tan 30 Ocak’ta hareket etti. Prens Kaunitz’in tâlimatının ve yardım anlaşmasının tarihi ise 27 Ocak¬tır. Prens Kaunitz’e Ferrand ve Schoell tarafından yöneltilen ‘kötü niyetli ol¬ma’ suçlamasının bu tarihler karşısında haksızlığı anlaşılıyor.
‘(132) Wichmann ve Schoell’de bu konvansiyonla ilgili en küçük bir belirti ve keli¬me yok. Prens Kaunitz’in 22 Ocak 1772 tarihli tâlimatmda bu konu üzerin¬de uzun uzun duruluyor. 17 Şubat 1772 tarihli konvansiyondan önce Polonya’¬nın paylaşılması üzerinde mutabık kaldıkları anlaşılıyor.
(133) Kaunitz’in 22 Ocak 1772 tarihli tâlimatı.
(134) Thugut’un 17 Şubat 1772 tarifli raporu.
O güne kadar dost ülkelerin bütün arabuluculuk teklifleri¬ni reddeden Katerina, Viyana’daki elçisinin aracılığı ile, Avus¬turya imparatorunun arabuluculuk hizmetini kabul etmeye ha¬zır olduğunu bildirdi (135) . Avusturya ve Prusya elçilerinin sö¬zünü ettiğimiz notayı vermeleri bundan sonra olmuştur. Birkaç gün sonra bu elçiler feld-mareşal Homanzov’a, Bâb-ı Âli’nin ateşkes şartlarıyla ilgili isteğini bildirdiler (136). Ayni zamanda sadrazam, Rus generaline bir yazı ile, ateşkesle ilgili kararı al¬mak için yetkili kılındığını haber verdi (137).
Bâb-ı Âli, feld-mareşalin teklifini, yalnız bir noktayı istisna tutarak kabul ediyordu. Romanzov ateşkes süresini kongre sü¬resi ile sınırlıyordu. Sadrazam ise, kongre bir anlaşmaya var¬madan dağılsa bile ateşkesin dağılma tarihinden itibaren üç ay daha devam etmesini istiyordu (138). Sonunda, sadrazamla Romanzov, Bükreş’in hemen yakınında bulunan Yergöğü’ne bi¬rer murahhas göndermeye karar verdiler. Bâb-ı Âli-bu görev için divan hocası Abdülkerim Efendi’yi, Romanzov ise Simolin’i seçti (139). Karadeniz trafiği ve ateşkesin süresi ile ilgili bazı anlaşmazlıkların halli murahhaslara bırakılmıştı. Sadrazam ve feld-mareşal bu hususlarda mutabık olduklarını yazılı olarak bildirdiler (10 Haziran 1771).
Ateşkes,,, anlaşması on maddeden ibaretti (140) ve bütün Boğdan, Eflâk, Basarabya, Kırım, Kuban, Karadeniz, Akdeniz ve Adalar’da uygulanacaktı.
Rus donanmasının üslendiği Paros’ta (Nakşepare’de), Mart ayında, amiral Spiritov bir manifesto yayınlamıştı. Buna göre
(135) Kaunitz’in Thugut’a talimatı ve Ferrand, I, s. Kİ.
(136) Baron Thugut’un Kont Romanzov’a yazdığı ve Bâb-ı Âli’nin ateşkes isteğiy¬le ilgili 6 Mart 1772 tarihli mektubunun kopyası; feld-mareşal KontRoman- zov’un ortaelçiye yazdığı ‘Yaş, 13 Mart 1772’ tarihli ve ateşkes şartlarım bil¬diren mektubun kopyası.
(137) Thugut’un 17 Nisan 1772 tarihli raporu; sadrazamın 5 Zilhicce 1185 (10 Mart 1772) tarihli feld-mareşale yazdığı mektubun tercümesi.
(138) Ortaelçinin feld-mareşale yazdığı 11 Nisan 1772 tarihli mektubun kopması.
(139) Mareşal Romanzov’ün Sadrazama yazdığı mektubun İtalyanca tercümesi; Thugut’un 4 Mayıs tarihli raporu ve feia-mareşal Romanzov’un ortaelçiye yazdığı 28 Nisan tarihli mektup. Thugut’un 21 Mayıs 1772 tarihli raporuna da bakınız.
(140) Feld-؛mareşal Kont Romanzov’un sadrazama yazdığı mektubun İtalyanca terçümesi ve Thugut’un 3 Haziran 1772 tarihli raporu.
tarafsız ülkelere ait gemiler, Çanakkale Boğazı abluka altında bulunmasına rağmen erzak, mühimmat V8 silah dışında her türlü eşya nakledebileceklerdi (141).
Denizlerde ateşkes, Yergöğü’nde kabul edilen kara ateşke¬sinden altı hafta sonra, ünlü deniz paşası Ganim Hoca’nın oğlu olan Türk murahhası Mustafa Bey ile Rus amirali Spiritov ara¬sında imzalandı. Yergöğü’ndeki anlaşma gibi bu da on madde¬den oluşuyordu (142) (13 Temmuz).
Yergöğü müzakereleri sırasında Fransız elçisi Saint-Priest, ateşkesin Polonya’da da uygulanması için çok gayret etti (143). Fakat Bâb-ı Âli bu konuda çok soğuk davrandı. Elçi Thu- gut (144), Reisefendi ve Osman Efendi ile yaptığı gizli bir’görüş¬mede, Divan’ın Polonya’ya ve gizli yardım anlaşmasına karşı tutumunu anlamak istemiş ve Türk hükümetinin yeni durum¬lardan sonra Polonya’nın kaderiyle ilgilenmekten tamamen vaz¬geçtiğini anlamıştı. Padişahın murahhasları (145), ortaelçiye, Bâb-ı Âli’nin anlaşma gereği Avusturya’ya verdiği üç milyon kuruşluk yardımı geri istemeyeceğini, hattâ Rusya ile yapıla¬cak banş anlaşmasında Boğdan ve Kırım Osmanlı hâkimiyetin¬de kalırsa, gizli anlaşmanın beşinci maddesine de uyacakları¬nı, yani Avusturya’ya Küçük Eflâk’i terkedeceklerini, geri ka¬lan yedi milyon kuruşu ödeyeceklerini ve Avusturya gemilerini korsan saldırılardan koruyacaklarını bildirmişlerdi (146). Bu
(141) Ateşkes anlaşması, Vâsıf Tarihi, II, s- 208 ve 209’da aynen vardır. Fakat imza tarihini yanlış olarak 7 Safer (22 Mayıs) olarak gösteriyor. Doğrusu 26 Safer olacaktır.
(142) Thugut’un 4 Mayıs 1772 tarihli raporu; Martens Rec. IV,’ 70’te: Prens Alek- sandre Orlov’un ؛manifestosu, 1 Mayıs 1772. Rus amirali Spiritov’un manifes¬tosu (İtalyançası)• ٠
(143) Martens ve Wichmann tarihlerinde deniz savaşlarındaki ateşkesten söz edil¬miyor, fakat maslahatgüzâr Jenisch’in 3 Eylül 1772 tarihli raporuna bu an¬laşma da eklidir.
(144) Thugut’un 23 ve 26 Mart tarihlerinde yapılan gizli görüşmelerle ilgili rapora
(145) Bir kere daha anlaşılıyordu ki, Bâb-ı Âli artık Polonya meselesiyle pek az ilgilenmektedir ve Polonya ile ilgili olarak alınacak tedbirlere veya taleplere kolayca rıza gösterebilecektir. Thugut’un 8 ve 11 Mayısta yapılan gizli gö¬rüşmelerle ilgili raporu.
(146) Ferrand ve Schoell, gizli yardım anlaşmasından önceki müzakereler hakkın¬da bir bilgiye sahip değillerdi. Schoel (XIV, s. 417’de) şöyle diyor: «Avus¬turya Sarayı 6 Temmuz anlaşmasını onaylamadı». Oysa bu anlaşma geçi¬ci olarak askıda bırakılmış, ama mutabık kalındıktan altı hafta sonra Prens Kaunitz ve sadaret kaymakamının karşılıklı mektupları ile onaylanmıştır.
konferans ve bu konferansta konuşulanlar o kadar gizliydi ki, Bâb-ı Âli’nin temsilcileri İsmail Raif ve Osman Efendiler, ule- mâya bu anlaşmadan ve verilen üç milyon kuruştan hiç söz et- meyecek, ser verip sır vermeyeceklerdi. Onun içindir ki Osman- İl tarihinde bu anlaşma ile ilgili hiçbir belge yoktur.
Önemli devlet işlerinde ؛bu şekilde hareket çok yeni idi ve bu usulü Pera’ya (İstanbul’da sefaretlerin bulunduğu bugünkü Beyoğlu’na) ilk getiren Thugut olmuştur. Maslahatgüzâr ola- rak gelişinden az sonra, Türk yetkililerle birçok gizli görüşme talep etmiş ve yapmıştı. Bu görüşmeler geceleri bazen Osman Efendi’nin evinde, bazen padişahın Kuzguncuk veya Tarabya’- daki yazlık saraylarında oluyordu (147). Görüşmeler genel ola- rak güneşin batışından birkaç saat evvel başlıyor, sabahın üçü- ne, dördüne kadar devam ediyordu. Daha da uzarsa, bir afyon- keş olan Reis-ül küttap İsmail Raif Efendi buna dayanamıyor- du. Bu durumda afyonun dozunu arttırıyor ve onunla daha uzun zaman konuşmaları sürdürmek imkânsız oluyordu. Buna karşılık, meslekdaşı Osman Efendi yorulmak bilmeyen çok gay- retli bir insandı ve çok konuşuyordu. Fakat kongrede murahhas olması söz konusu edilince, bu işi tek başına kabul edemeyece- ğini söylemiş, şimdiye kadar müzakerelerde bulunan İsmail Ra- if Efendi’nin de kendisine refakat etmesini şart koşmuştu. îs-
(147) Thugut, 17 Şubat 1772 tarihli raporunda bu konuda şunları söylüyor: «..Ola- ğanüstü olaylar bugüne kadar görülmeyen şekilde, görüşmelerin gizli ya¬pılması usulünü getirdi ve benim durumumda büyük değişikliklere sebep d«* du. Özellikle şu son yıllarda, yağmurlu, fırtınalı gecelerde Boğaz’ı geçmek zorunda kaldım. Kılık değiştirerek, kâtillerin kol gezdiği karanlık sokaklar¬da dolaştım. Çevremi saran bütün tehlikeleri unutmak, Türkleri ziyaret et¬tiğim için başıma gelecek beklenmedik sıkıntıları göze almak, meseleleri on¬ların usulünce tartışmak, sınırsız bir sabır göstermek suretiyle çalıştım» Çünkü âdet ve usulleri bize uymayan bu milletle az bir şey yapabilmek an¬cak bu şekilde mümkün olabiliyor•.».
Thugut’un ayni raporunda, kongreye murahhas seçildiği için Prens Ka- unitz’e teşekkür ettikten sonra, onun bazı sorularına cevap veriliyordu. Prens ona Baron Bivizki’nin bir meslekdaş olarak, Jeniseh’in de maslahatgüzâr olarak atanmalaı ından memnun olup olmayacağını sormuş, Thugut ise, Ri- vizki’ye övgüler yağdırmasına rağmen rızasını belirtmemiştir» Çünkü onun «becerikli olduğu kadar da korkak olduğunu, kötü havalarda BoğazY geçme¬ye cesaret edemeyeceğim» söylemiştir. Ama Jeniseh’in tayinini hiç itirazsız kabul etmiştir, ‘ ٠
mail Raif tayinini kabul etmiş, onunla gitmeyi istiyor görün- müş, ama line de İstanbul’da kalmştı (1ص).
AVUSTURYA ELÇİSİ THUGUT VE ŞEYH YASÎNCİ TAM YETKİLİ MURAHHAS OLUYORLAR
Bâb-ı Âli, Rus murahhaslara Kont Greguar Orlov (149) ve onun müşaviri Aleksi Mihayloviç Obreskov’un Yaş şehrine gel- diklerini öğrenince, kendi murahhaslarını da göndermek üze- re harekete geçti. Birinci Türk murahhası yukarıda sözünü et- tiğimiz Nişancı Osman Efendi, İkincisi ise Ayasofya Gamii Kür- sü Şeyhi ve İstanbul kadılığı pâyesi de verilmiş olan Yasincizâ- de Osman Efendi idi. Yasincizâde, özellikle dini konuların tar- tışmasını üstlenecekti. Divan-1 Hümâyun hocalarından Küçük İbrahim Efendi de, bütün harcamaları karşılamak üzere def- terdar olarak onlara katılmıştı.
Thugut, daha önce de ortaelçi olarak, bu unvanı taşıyanla- ra mahsus bir törenle huzura kabul edilmişti. Şimdi, gereksiz masraf olmasın diye törensiz kabulünü istemişti. Aslında, şa- tafat ve gösterişin düşmanı olduğu için istiyordu merasim- siz kabul edilmeyi. Onun için temaslarını sadaret kaymakamı ile yapıyor, onun tarafından kabul ediliyordu. Prusya elçisi Ze- gelin de başlayacak kongre için tam yetkili murahhas seçilmiş- ti. Bu elçilerin ikisi de arabulucu olarak görüşmelere katıla- caklarını umuyorlardı, ikisine de birer samur kürkten başka, yol masraflarını karşılamak üzere yirmibeş biner kuruş veril- inişti (.150) (2 Haziran 1772).
Üçüncü Mustafa’nın tasarruf maksadiyle çıkardığı yeni ta- limatnâmeye göre, AvrupalI elçilerin olağanüstü kabullerinde, ancak birer kaftan giydirilecekti. Ama Avusturya ve Prusya el- çileri için bu kural bozulmuştu. Thugut’a da, Zegelin’e de birer samur kürk giydirildi. Benzer hallerde aynı karşılığın gösteril-
(148) Vâsıf, II, s. 319’da «Acayiplik• başlığı altında. Feld-mareşal Romanzov’un Sadrazam’a yazdığı 14 Mayıs 1772 tarihli mektubunun İtalyanca tercümesi.
(149) Capo supremo della Artiglieria di S.M.F.I. ajutante Generale. Capo del Cor- po dei Cavallieri di guardia, ecr.
(150) Vâsıf (n, s. 218 ve 219’^a): Yaklaşık olarak altmış iki bin beş yüz irank, diyor. Ayrıca Thugut’un raporu.
mesi istenmişti. Kısa bir süre sonra Bâb-ı Âli iki tsveç elçisine de ayni itibarı gösterdi. Biri ülkesine çağrıldığı için, veda ziya¬reti yapmak üzere huzura kabul edilmiş ve kendisine samur kürk giydirilmişti. Diğeri ise, aynı hediyeyi itimadnâmesini takdim için geldiği zaman almıştı. O zamanlar samur kürk giydirme¬nin Bâb-ı Âli için özel bir anlamı vardı: Samur kürk giydirmek, Avrupalı yüksek rütbeli diplomatların Bâb-ı Âli tarafından ke¬sin olarak akredite edildiğini, itimadnâmesinin kabul edildiği¬ni gösteriyordu.
Yakında başlayacak olan müzakerelerde arabulucu olarak hizmet vermeye çalışacak olan iki elçi, Şumnu’da, sadrazam tarafından merasimle karşılandılar ve hükümdarlarının mek¬tuplarını takdim ettiler. Sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa iki elçinin herbirine kırmızı bir ipek kese içinde otuz mis- kal (151) amber, yüz dirhem ağırlığında sarısabır, üzerleri mey¬ve dolu kıymetli siniler, şerbet dolu kıymetli vazolar hediye et¬ti. Birkaç gün sonra da onları müzakerelerin yapılacağı yere gitmeye dâvet etti.
Zegelin iki Türk murahhası ile birlikte hareket etti. Thugut ise birkaç gün daha bekleyerek, meslekdaşına Tuna kıyısında ye¬tişti. Jenisch, İstanbul’da maslahatgüzâr olarak kalmıştı.
Türk murahhası Osman Efendi’nin karakteri hakkmda yu¬karıda biraz bilgi vermiştik. Avusturya elçisinin bu kitabın ya¬zarına sık sık anlattığı bir olay, meslekdaşı Yasincizâde’nin ka¬pasitesi hakkında bir fikir verecek ve onun, Orlov, Obrdskov gi¬bi kurt Rus diplomatları ile mücadelede ne kadar zayıf kalaca¬ğını gösterecektir: Tuna boylarından Yaş şehrine kadar süren yolculuk sırasında, vaktini, elinden hiç bırakmadığı bir kitabı okuyarak geçirmişti. Thugut ise Türkçe ve Arapça’yı çok iyi bi¬liyor, çok kuvvetli bir hafızaya sahip bulunuyordu. Doğu mü¬elliflerinin eserlerini incelemeyi elli yıl önce bırakmış olmasına rağmen, Kur’an-ı Kerim’in ؛bütün surelerini ezlbere söyleyebili¬yordu. Kürsü şeyhi Yasincizâde’nin dikkatle okuduğu kitabın ne olduğunu merak etmiş, sormuş. Yasincizâde cevabında, Bâb-ı Âli’nin kendisini murahhas seçtiğine göre, böylesine önemli bir işde, sultanın güvenine lâyık olmak için hiçbir şeyi ihmal
(151) Bir miskal, birbuçuk dirhem ağırlığında idi.
etmemesi gerektiğini, onun için, AvrupalIların hak ve hukuk anlayışını oluşturan prensipleri öğrenmeye çalıştığını, böylece Rus murahhaslarının kurnazlıklarına ve ‘ aldanma-
dan daha başarılı bir mücadele verebileceğini söylemiş. Bu ce- vabı alınca, Thugut, şeyhin okuduğu kitabın Huğues Grotius’- un ya da Makyavel’in bir tercümesi olacağını zannetmiş. Fakat şeyhin okuduğu, kitabın Yeni Ahit’in bir tercümesi olduğunu hayretle görmüş.
Bir süre önce, padişahın hekimbaşısı Sub’hi Efendi, maşla- hatgüzâr Jenisch’ten tercüman Herbert’e, II. Frederik’in «As- kerlik Sanatı» adlı eserini tercüme etmesine izin vermesini pa- dişah adına rica etmişti. Herbert daha önce Boerhave’nin Af o- rizmalar’ını da tercüme etmişti. Padişahın bu isteği, onun mil- leti için hangi eseri okumasının faydalı olacağını çok daha iyi bildiğini, murahhasının ise diplomasi konusunda hangi eseri okuması gerektiğini bile bilmediğini çok iyi’ gösteriyor. Fakat Herbert, şimdilik işlerinin pek çok olduğunu bahane ederek, «As- kerlik Sanatı»nı Türkçe’ye tercüme etmesi teklifini reddetmiş- ti.
FOKŞAN KONGRESİ ١
Avusturya ve Prusya elçileri Rusçuk’a 26 Temmuz’da )geldi- ler. Burada onları serasker Ali Paşa derecelerine lâyık bir m e- rasimle karşıladi: Bu karşılama töreninden sonra da hep bir- likte müzakerelerin yapılacağı yer olan Fokşan şehrine ha- reket ettiler.
Az sonra, Türk ve Rus murahhasları arasında İlk görüşme oldu (19 Ağustos 1772 – 9 Cemazielevvel 1186) (152). Rus mu- rahhasları çadırlarına, galip durumda olmanın verdiği bir gu- rurla, büyük şatafat ve tantana ile geldiler. Bindikleri arabanın önünde bir hafif süvari bölüğü ve kıyafetleri çok süslü yüzel- li uşak yürüyordu. Arabanın gerisinde dört hizmet ekibi da- ha vardı.
Osman Efendi at üstünde ve sadece altmış kişilik hizmet ekibinin refakatinde geldi. Giyimi sade idi. üzerinde kakum
(؛®ل) Vâsıf yanılarak 7 Cemazielevvel diyor, doğrusu 9 Cemazielevverdir.
kürkle kaplı yeşil bir üstlük vardı. Ayırıcı özelliği ise altın bas- tonundan ibaretti (153) .
İlk görüşmede Prusya ve Avüstürya murahhasları dâvet edilmediler ve bu murahhaslar şaşkına döndü. Thugut, Rus mu- rahhaslarından bu konuda bir açıklama isteyince, Ruslar hiç- bir şey anlamamış göründüler. Rusya’nın bu iki devletten ara- buluculuk talep etmediğini, kendi tekliflerinin de kabul edilme- diğini, böyle bir yardım istemediklerini kesin olarak açıklamış bulunduğunu söylediler. Bu, hiç beklenmedik, çok can sıkıcı bir durumdu. Çünkü İki elçi İstanbul’dan Fokşan’a tantana ile gelmiş, arabulucu ^duklarını cümle âleme duyurmuşlardı. Şim- di ise onları k^ferans sal©nuna bile almıyorlardı. Bu durum Türk murahhasları da çok şaşırttı. Ama onlar iki elçiyi bırak- madılar. Onların fikirlerini almak için sık sık yanlarana geldi- ler.
İlk ؛toplantıda ateşkesin 21 Eylül’e kadar uzatılması karar- laştırıldı. ikinci görüşmede Rus murahhaslar, müzakerelerde üç hususun esas olarak kabul edilmesini ileri sürdüler: Birincisi, iki devlet arasında yeni anlaşmazlıklara yol açmamak için kar- şılıklı olarak bütün çabaların gösterilmesi idi. İkincisi, Türkle- rin anlaşmaları bozup savaşı başlattıklarına göre tazminat öde- meyi peşinen kabul etmeleri; üçüncüsü ise, her iki taraf için önemli sayılacak avantalar sağlayacak şekilde sonuçlandırıl- masına çalışmaktı.
Ruslar, birinci hususun tabii sonucu olarak Kırımlılara ba- ğımsızlık verilmesini istediler, ikinci şartları, Türkiye’de kıyısı olan bütün denizlerde ticaret serbestisi ve Rus tüccarların en imtiyazlı devletlerin tüccarları gibi himaye görmesi idi.
Türk murahhaslar. Kırımlıların OsmanlI devletinden kopa- rüması şartma şiddetle karşı çıktılar. Bunun, müslüman dini-
esasına da aykırı bir istek olduğunu söylediler. Çünkü pa- dişahın halife sıfatiyle bütün sünnilerin ruhanî reisi olduğunu؛ Hindistan, Buhara ve Fas gibi Sünnî ülketerde idarenin başka Sünnî prenslere verilmiş olmasının tek sebebinin, buraların
(153) Bu bilgiler belki ؛azla ayrıntı sayılır ama o andaki durumu, taraflın men- faallerini avunacakları zaman hangi halet-i ruhiyede olduklarını veya ola’ caklannı göstermekte idi. Essais de Geographie, Neufchatel, 1784.
uzaklığı olduğunu ileri sürdüler. Eğer padişah Kırımlıları yö¬netmekten vazgeçerse, halifelik sıfatının ona yüklediği sorum¬luluğu ihlal etmiş olacağını bildirdiler.
Murahhasların çok saygı gösterdiği ama Kont Orlov’un ara¬bulucu, olarak kabul etmediği Avusturya temsilcisi Thugut, red- dedilişi dolayısiyle mâruz kaldığı istiskal durumundan usta bir diplomat olarak sıyrılmasını bildi: Ancak kendisiyle ayni dere¬cede ve ayni yetkilere sahip murahhaslarla müzakere masasına oturabileceğini (154) açıkladı. Fakat, murahhasları, Avusturya ve Prusya saraylarının müzakerelere dostça katılmaları tekli¬fine (155) tam bir sükûtla karşılık vermeye devam ettiler.
Bu anlayışla hareket eden Thugut, Kont Orlov’un kendisi¬ne arabulucu olarak kabul edilmeyişinin sebeplerini açıklayan bir deklarasyon sunma teklifini؛ reddetti. Osman Efendi ise, el¬çinin hükümdarı tarafından müzakerelere katılmak için gerek¬li gayreti göstermemekle itham edilmesi ihtimaline karşı bir savunma gerekçesi ve himaye olması için bir sertifika vermesi teklifini de kabul etmedi. Fakat Osman Efendi Thugut’a bir no¬ta göndererek, iki elçinin konferansa alınmama sebeplerini bü¬yük bir samimiyetle ve ayrıntılı olarak anlattı. Osman Efendi bu notasında şöyle diyordu:
«…Rus murahhaslar, kendilerine verilen görev ve yetki bel¬gesinde, Avusturya ve Prusya saraylarının arabuluculuğu ve aktif olarak katılmaları konusunda tek bir kelime bulunmadı¬ğını (156), iki elçinin konferansa yardımcı olarak katılmaları¬nı kendi murahhaslık haklarına, ve amme hukukuna aykırı bul¬duklarını söylüyorlar (157)…»
Osman Efendi Kırımlıların bağımsızlık meselesini cansipe- râne ve bıktınncaya kadar çekişti. Bazen etkili konuşması ile
(154) Thugut’tın yetki ؛belgeleri, saraydan aldığı tâlimatlara ilişiktir.
(155) Rus yetki belgelerinin kopyası. Thugut’un 16 Ağustos 1772 tarihli raporu.
(156) Bu deyim Türkçe’ye «inzimam-ı himmet* şeklinde tercüme edilmişti.
(157) Söyle ifade edilmişti: «Beyn’ed düvel mütearif ve mütedavil olan kavanine muhalif…» Bu notanın tercümesi Thugut’un 16 Ağustos 1772 tarihli raporu¬na eklidir. Burada Osmanlı diplomatik lisanında ilk defa rastlanan bazı de¬yimler de yer alıyor: Istikşafi ma fi-z-zami; beri-z-zimmet; himem-i hak- kaniye… gibi.
Rus murahhaslarını susturdu (158), bazen de çok aşağıdan al¬dı. Ruslar ona dâhi ya da deli dememek için şöyle bir ifade kul¬landılar: «Osman Efendi şüphesiz çok zeki bir insan, ama bu zekâ ve düşünceleri pek anlaşılmıyor.»
Rus murahhaslar Kırım Türklerinin bağımsızlığı konusun¬daki son düşüncelerini Türk murahhasından yazılı olarak bil¬dirmesini istediler. Bunun üzerine Osman Efendi onlara ؛bir ül¬timatomla cevap verdi ki, bu yazı onun tumturaklı ama dağınık uslûbuna bir örnektir (159).
Osman Efendi ve meslekdaşı Bâb-ı Âli adına verdikleri ya¬zılı cevapta, Kırımlıların bağımsızlığına razı oluyor, idareleri¬ne karışılmayacağım, fakat Kırım Hanı’nın ve kadıların tayin¬lerinin padişah tarafından yapılmasını istiyorlardı. O ana ka¬dar harp tazminatı ödemeye hiç yanaşmadıkları halde, bu ce¬vapla Rusya’nın zararlarını karşılamak için Basarabya’dan bir kısım toprağın Ruslara bırakılabileceğini söylüyor, ama bura¬daki Tatarların da Kınmdakiler gibi hür ve bağımsız olmaları şartını ileri sürüyorlardı. Bütün bunların kabulü için de padi¬şahın onayı gerektiğini bildiriyorlardı.
Rus murahhaslar, buna, Avusturya ve Prusya murahhas¬larına hitaben yazılmış bir nota ile cevap verdiler. Kırım’ın ba¬ğımsızlığını Türk ültimatomundaki kısıtlamalara göre kabul edemeyeceklerini, çünkü bir toplumu yönetecek hükümdarı ya¬bancı bir devletin tayin etmesi halinde o toplumun.bağımsız sa¬yılamayacağını bildirdiler (160). Bu notaya başka bir nota da¬ha eklenmişti ki, bunda Osmanlı murahhaslarının Kırımlıların bağımsızlığını nasıl kısıtlamak istedikleri anlatılıyor ve impara- toriçenin barışın ilk şartı olarak Kırım’ın tam bağımsızlığını is-
(158) Vâsıf da onu Ahmet Resmi Efendi gibi tarif ediyor: Fenn-İ mugalata ve mu¬haverede yekta ve semt-i cedl-tt muarazada bir dahiye-i dehâ..,
(159) Thugut raporunda şöyle diyor: «..Rus murahhaslar Osman Efendi’nin karı¬şık üslûbunu anlamakta güçlük çektikleri bahanesiyle, ciddî bir incelemeden sonra cevap vermeleri için birkaç gün müsaade istediler. Bu notanın tercü¬mesi Thugut’un 5 Eylül 1772 tarihli raporuna eklidir.
(160) Şöyle demişti: «Şu hususu kesin olarak bildirmeyi görev sayarız ki, nasd adlandırılırsa adlandırılsın, bu şekil. Kırımlıların bağımsızlığı ile bağdaş¬maz. Eğer bir milletin hükümdarı başka bir devletin tebası ise ve hüküm¬dar olabilmesi o devletin tayini ve onayı ile. oluyorsa, o milletin bağımsız¬lığından söz edilebilir mi?»
tediğini, bu şart kabul edilmediği takdirde diğer konulan gö¬rüşmemek emrini aldıklarım belirtiyorlardı. Yine bu notaya, Kırımlıların hürriyet ve bağımsızlığını tespit edecek maddenin tasarısı eklenmiş bulunuyordu (161).
Türk murahhasları geri çağrılınca ve Kont Orlov da Yaş şehrine dönünce, feld-mareşal Romanzov sadrazama bir mek¬tup yazarak müzakerelerin kesilmesinden duyduğu üzüntüyü belirtti. Bu mektubunda, Kont Orlov’un Kırım meselesinde özel¬likle onun müslüman dininin kabul etmeyeceği şartlar ileri sür¬müş olmasını kınıyordu.
Gerçekten feld-mareşal Romanzov, Kont Orlov’a göre çok daha makul bir insandı. Orlov ise barış değil savaş istiyordu. Çünkü yeni bir sefer başlarsa kardeşi Aleksi Orlov Adalardaki Rus filosuna kumanda edecek, küçük kardeşi Teodor Karade¬niz filosunun amiralliğine tayin edilecek, kendisi de Kınm ku¬mandanlığına getirilecekti. OsmanlI Devleti’ne üç ayrı cepheden saldırmak, yüzyıllardan beri Avrupa’ya dilediğini yaptıran bu devleti dize getirmenin gururunu kardeşleriyle paylaşmak isti- yçrdu. Bu onun ihtirasla istediği bir şeydi. Romanzov, Prusya murahhası Zegelin’in ateşkesin uzatılmasiyle ilgili teklifini ka¬bul etmeyip böyle bir talebi imzalamadığı îçin Osman Efendi’- den de şikâyetçi idi.
VÂSIF EFENDİ ATEŞKESİN UZAMASINI SAĞLIYOR
Sadrazam, Romanzov’un bu mektubunu aldıktan sonra, ya¬kın gelecekte vakanüvis ve reis-ül küttap olacak divan hocala¬rından Vâsıf Efendi’yi feld-mareşal Romanzov’a gönderdi ve ondan ateşkesin altı ay daha uzatılmasını istedi. Vâsıf Efendi sadrazama veda edip yola koyulacağı zaman, çadırın önünde bekleyen Kethüda Resmi Ahmed Efendi, ona, ateşkesi uzatmak için her türlü fedakârlığı yapmasını, sadece on günlük bir uzat¬ma için bile fedakârlıktan çekinmemesini söyledi. Ne pahasına olursa olsun bu zamana ihtiyaç vardı. Osman Efendi’nin ka¬rargâha dönüşünden beri ordunun üçte ikisi firar etmişti, üçte biri ise firar etmek için fırsat kolluyordu.
(1ة (لء Eylül 1772 tarihli ٢٠٠».
Vâsıf Efendi Şumnu’dan Rusçuk’a yedi saatte ulaştı. Bura- da Dağıstanlı Ali Paşa’nın temin ettiği bir salla Tuna’nm karşı sahiline geçti. Vâsıf Efendi bu paşadan, askerlerinin Rusları tah- rik edecek bir harekette bulunmamalarını istemiş, paşa da ona, sadrazamın bu emrinden hoşlanmadığını söyleyerek ve Resmî Ahmet -Efendi’nin görüşünün aksini ileri sürerek şöyle demişti: «Askerlerimin sayısı çok, onların savaş isteklerini frenleyemi- yorum, sadrazam Tuna’yı geçmeme izin verirse, bu nehirden Ki- ov’a kadar bütün topraklan ele geçiririm.»
Yergöğü (162)’nde Vâsıf Efendi, Rus kumandanının emri- ne verdiği bir kaleşe (163) bindi ve Yaş şehrine hareket etti. Yergöğü’ne üç fersah mesafede, İstanbul’a dönmekte olan Türk murahhaslarıyla karşılaştı. Yolda, ‘Osman Efendi’nin bindiği arabaya sokularak, ona görevinin ne olduğunu özetledi. Osman Efendi de şöyle dedi: «Feld-mareşalin ateşkesi uzatmaya niyeti yo^, bu teşebbüs müslümanın şerefini zedelemekten başka bir işe yaramaz, imkânsız bir şeyi istemek, aşağılayıcı bir şekilde reddedilmeyi göze almaktır.»
Vâsıf, Osman Efendi’nin kendi görüşüne aykm olanlara hiç bağışlamadığın, nüfuzunun da geniş ؛olduğunu bildiği İçin, onun görüşlerine uyacağını söyledi. Gerekli görüyorsa göre^- ni yapmak için yoluna devam edeceğini, gereksiz görüyorsa kendisiyle birlikte karargâha döneceğini bildirdi. Vâsıf Efen- di’nin kendisine tâbi olmasından memnun kalan Osman Efen- di, ona, birlikte karargâha dönmelerini söyledi;
Dönüş yolunda Osman Efendi, meslekdaşı Yasincizâde’den dert yandı: «Müzakereler sırasında bana hiç yardımcı olmadı,» diyordu, «sadece kümes hayvanı tedarikinde işe yarıyor.» Bu şekilde konuşa konuşa Yergöğü yakınına gelmişlerdi. Osman Efendi, işaret parmağını ileri doğru uzatarak, «inanmazsan şu- raya bak» dedi. İşaret ettiği yerde, piliç dolu çok sayıda kafes vardı ve Yasincizâde bunlan banş müzakereleri sırasında topla- mıştı. Vâsıf, bir murahhasın bu basitlikte oluşundan utanç duydu.
(162) Diğer adları Giurgevo Ve Surska olan ‘Yergöğü’nö Hammer ,Yerköy’ şek- linde yazıyor ve ‘yer^kök’ şeklinde izah ediyor (Ç.N.).
(و6ل) Vâsıf, bindiği arabaya ‘kaleşka’ diyor. Bu, yarım karoserli küçük bir fay- tondur.
Bir saat kadar sonra Yergöğü ovasına gelmişlerdi. ل!هلم$ه Efendi, çadırında onu, Avusturya ve Prusya elçilerine, sadrazam, tarafmdan Ruslara ate§kesi uzatma teklif etmekle görevlendi- rilen hoca-yı divan olarak takdim etti. Sonra da Avusturya el- çişine, Romanzov’un bu uzatmayı kabule yetkisi olup olmadığı- nı ve bunu isteyeceğine inanıp inanmadığını sordu. Thugut ka- çamak bir cevap yerdi: «Romanzov hükümdarından gerekli yet- kiyi aldığına göre, ateşkesi uzatmaya yetkisi olmadığını söy- leyemem». Prusya Elçisi ise dobra dobra konuştu: «Efendi, ger- çekleri görmenize engel هوام ve sadece tahminlere dayanan inadınız daha ne kadar devam edecek? Bâb-1 Âli nin gönderdi- ği bir adamı görevini yapmaktan nasıl alıkoyarsınız? Bu teşeb- büsün başarılı olmayacağına sizi kim temin edebilir? Başarılı olursa, amaca ulaşılmış demektir. Başarılı olmazsa yine de bir faydası olur, düşmanın tavrını ve ordusunun durumunu anla- mış olursunuz. Bunu bilmenin hükümetinize sağlayacağı avan- ta؛a niçin mâni oluyorsunuz?»
Bu sözler karşısında Osman Efendi epeyce rahatsız oldu ve yüzünün ren؛gi değişti. Sonra Vâsıf Efendi’ye dönerek şöyle dedi: «Efendi, mademki böyle, gitmelisin, elçiler de böyle isti- yor. Gitmezsen beni kaybedersin.»
Vâsıf Efendi gitti ve feld-mareşal tarafından iyi karşılan- dı. Hemen o akşam, Obreskov’un (164) da katıldığı toplantıda ilk konuşmayı yaptılar.
Romanzov, sadrazamın mektubundaki barışçı ifadenin sa- mimiyetini biraz şüphe ile karşıladı Ve onun için de ateşkesin uzama süresinin yedi ay olmasını kabul etmedi. Sadece kırk gün uzatılmasını, bu güre içinde ateşkesin yedi veya sekiz ay uza- ؛tılması konusunda Petersbourg’tan, yani kendi hükümdarından bir cevap alınacağını söyledi. Hattâ bu hususta yazılı bir taah- hütnâme verebileceğini de bildirdi ve; kendisinin de böyle bir taahhutnâme vermeye yetkili olup olmadığını sordu. Vasıf Efen- di önce, sadrazamın bu kadar kısa bir süreye razı olmayacağı- nı sandığını söyledi, daha doğrusu o kanaatte imiş gibi görün- dü. Sonra da feld-mareşale bü konuda on güiı içinde kesin cevap
(164) Vâsıf burada Obreskov’u şöyle tarif ediyor : «Obreşkov, cihandide bir ٠١٠٠• lahata nazar eden pâyân bir şahıs olub…•
Hammer Talibi, C: VIIL F.: 32
verebileceğini söyledi. Obreskov, on günün az olacağına dikka¬ti çekti ve oniki gün olmasını tavsiye etti. Vâsıf bu tedbiri uy¬gun buldu.
Vâsıf Efendi, söz verdiği cevabı getirmek için ikinci gün Yaş şehrinden ayrıldı. Tekrar Rusçuk’tan geçerken, serasker Da¬ğıstanlı Ali Paşa ona, huzursuz bir çehre ile, teşebbüsünün so¬nucunu sordu. Vâsıf Efendi de «Dört-beş gün içinde Tuna’yı aş¬maya hazır oluh» cevabını verince, Dağıstanlı’nın yüzü sapsa¬rı oldu ve âde’tâ titreyerek şöyle dedi: «Efendi, bu imkânsız, Bos¬na birliklerinde dizanteri salgını var, asker sinek gibi ölüyor, geri kalanlar da göçmen kuşlar gibi yuvalarına dönüyorlar. Ka¬salar boş ve erzak yok. Allah aşkına sadrazama söyle, bana as¬ker, para ve mühimmat göndersin. Yoksa Rusçuk’u ancak bir mucize kurtarabilir!»
؛«Peki ama, birkaç gün önceki âsil gururunuza ne oldu? Haş- metmeaplanmn tavrındaki bu değişikliğin sebebi ne?» dedi Vâ¬sıf Efendi،
«Heyhat,» diye cevap verdi serasker, «buradan önceki ge¬çişinizde durumum bugünkünden farklı değildi. Fakat herke¬sin arasında başka türlü konuşamazdım, Osman Efendi’yi kız¬dıracak şekilde hareket edemezdim. Çünkü o her tarafta feld¬mareşalin ateşkesi beş gün bile uzatamayacağını, Rus ordusu¬nun hastalıktan kırıldığını, çıkacak ilk çatışmada bizim Hotin surlarına kadar kolayca ilerleyebileceğimizi söylüyor.»
Osman Efendi o sırada İstanbul yolunda idi ve padişah nez- dindeki itibarı yüzünden herkes ondan çekiniyordu. Razgrad’a gelince, Vâsıf Efendi’yi Nâil Paşa’nın kardeşi Bekir Bey karşı¬ladı ve teşebbüsünün sonucunu öğrenmek istedi. Çünkü o da Osman Efendi’nin her yerde, ateşkesin uzatılamayacağı yolun¬daki nutuklarını, gerek Rusçuk’u savunmak için, gerekse Tu- na’yı aşmak için bu şe؟hre gitmek gerektiğini durmadan tek¬rarladığını duymuştu/
Vâsıf Efendi sadrazamın karargâhına geceleyin ulaştı. Gün doğarken de sancak çadırına gitti ve orada sadaret kaymakamı ile reis-ül küttabı buldu. Oradan sadrazamın çadırma geçerek görevini başarı ile yaptığını ve bu arada Bekir Bey’in endişesi¬ni gidermek için de bir hayli güçlük çektiğini anlattı.
Sadrazam, Osman Efendi’nin. düşüncesiz teikinlerine rağ- men Vâsıf Efendi’nin yoluna devam etmesine, görevini başarı ile ■yapmasına o kadar memnun oldu ki ona nasıl teşekkür ede- ceğini bilemedi. Hemen üzerindeki bütün altınları ©na verdi. Ayrıca onu amedciliğe, yani mektupçübaşı yardımcılığına ter- fi ettirdi. Fakat Vâsıf, bu görevi ı^zun zamandır başarı ile yürü- ten, yaşı ilerlemiş olmasına rağmen devlete en iyi şekilde biz- met vermekte olan Nuri Efendi’yi kırmamak için amedciliği ka- bul etmedi. Sadrazamdan bu lûtfunu fırsat olursa daha başka şekilde kullanmasını rica etti.
Vâsıf Efendi sadrazamın yanından henü¿ ayrılmıştı ki, Muh- sinzâde maiyetindeki subaylardan 1birini göndererek ona Ana- dolu’da Karahisar yakınlarında büyük bir zeamet (165) verdi- ğini bildirdi (166). إ ,
Feld-mareşal Romanzov’un sadrazama kırk günlük ateşkes için mutabakatını bildiren mektubu divanda okundu. Ateşkes, divanda bulunan ‘herkes tarafından sevinçle kabul edildi. Sad- razam tarafından im^alânmış ateşkes anlaşmasının bir an ön- ٥٠ Rus karargâhına gönderilmesi kararlaştırıldı. Çünkü o sıra- da firar eden beş yüz yeniçerinin Çalık-Kavak muhafızını öl- dürdükleri haberi alınmıştı. Bunu duyan Osman Efendi, kendi- ni tutamayarak, «Böyle bir şey olacağına hiç inanmazdım» de- di. O zaman, onunla hiç geçinemeyen Yasinci Efendi ayağa kal- karak ce^ap verdi: «Sen zaten her zaman yanılırsın, senin saç- ma, kestirip atan her zaman menfi tavırlarına rağmen, Allah’ın seni ‘haklı çıkardığı ‘bir tek «iay yoktur!»
Bundan sonra divan dağıldı ٠ .
Üç hafta sonra, sadrazam Rus karargâhından yeni Mektup- lar aldı. Romanzov bu mektuplarında ^paratoriçenin istenen ateşkese razı olduğunu, Obreskov’un müzakereleri başlatmakla görevlendirildiğini, kongrenin yapılacağı şehrin Fokşan yerine
(165) Zeamet, yılda 20.000 aspros (çok küçük değerde akçe)’den fazla kir gel؛r temin ediyordu. Zeamet sahibi buna karşıhk savaş zaı«anmda istenilen sa- yıda bir süvari birliği çıkarır ve donatırdı.
(166) Vâsıf, I. Abdüiha،mid’in pad؛§ahlığmda ve sadrazam Muhsinzâde’nüı طس؛1ة- den sonra, Esma Sultan’ın tahriki ile •zeametin ondan alındığını esefle anla- tıyor.
Bükreş olmasına karar verildiğini bildiriyordu (ل? Ekim 1772 – 9Recebll85)…
BÜKREŞ KONGRESİ DE DAĞBLIYOIl
OsmanlI karargâhında ateşkes ilân edildikten sonra Muh- sinzâde’ barış görüşmeleri için yeni murahhaslar seçti. Başmu- rahhas olarak bu işlerde oldukça tecrübeli ve padişahın da gü- veiıini kazanmış bulunan reis-ül küttap Abdürrezzak Efendi’yi görevlendirdi. Başmuhasebeci Süleyman Penah Efendi ile si- lâhdar kâtibi Ataullah Bey de ona yardımcı tayin edildiler. Bey- likçi (yani Reisefendi’nin,muavini) Seyyid Mehmed, Hayri Efen- di murahhas .kâtibi؛ Vâsıf Efendi ise konferans kâtibi olarak görev aldılar. Bunlara da sadaret kâtiplerinden iki.kişi yardım- cı olacaklardı. Abdürrezzak Efendi’nin toplantıya, katılamadığı zamanlarda ona, birinci tezkireci İbrahim سأمه Efendi vekâ- le؛t edecekti. ‘
Bu defa, Avusturya, ve Prusya elçileri kongre veya konfe- ransa .dâvet edilmediler. Bunların Fokşan kongresine dâvetleri. Bâb-ı Âli’ye üçyüz bin kuruşa mal olmuştu. Bu elçiler İstanbul’- da kaldılar.
Padişahın da onayı ile tam yetkeli murahhas olan Abdür- rezzak Efendi, Şumnu’dan hareket ederek Rusçuk ve Yergöğü yoluyla Bükreş’e geldi (2 Kasım 1772 – 25 Receb م(185ل önce, başmurahhaslar tercümanlar vasıtasiyle birbirlerine iltifatlarını sundular. Sonra Obreskov Abdürrezzak Efendi’yi bizzat ziya- ret etti ve ‘hoşgeldiniz’ dedi. Reisefendi, Obreskov’u ziyaret ede- ceği günün arifesinde, ona, çok zengin koşumu ile güzel bir at hediye etti. Onunla gelen oğlu Ahmed Hamid Efendi de, Rus el- çişiyle Bükreş’e geien Romanzov’un oğluna güzel bir at gön- derdi. Romanzov’un oğlu ise atı getiren görevliyle Ahmed Ha- mid Efendi’yie kakum ve samür kürkler yolladı.
Murahhaslar il^ toplantıyı 20 Kasım (13 Şubat) günü yap- tılar. Hayri ve Vâsıf Efendiler aralarında işbölümü yapmışlar- di: Hayri Efendi Rus konuşmacıların, Vâsıf Efendi ise ههاللءه•. İl murahhaslarının konuşmalannı kaleme ‘
Yetki belgelerini teati ، eden murahhaslar önce ateşkesin uzaması konusunu ele aldılar. Abdürrezzak Efendi ateşkes süre-
sinin yedi veya sekiz ay olmasını istiyor, Huşlar iâe ancak bu- nün yansı kadar bir süreye razı oluyorlardı; Sonunda, bu süre- yi yakın yerler için dört a^ Gürcistan, Çerkezistan gibi uzak böl- geler için beş.ay olarak tespit ettiler. Abdülkerim Efendi ile Si- molin arasında imzalanan ; birinci ateşkesin bütün şartları bu ikinci anlaşma için de geçerliydi ve ate.şkeş 21 Mart’a kadar uzatılmış oluyordu. Bu yeni anlaşma da yazıldı, imzalandı, tea- ti edildi. ‘ , ‘ ^ ،
Bu anlaşmadın bir kopyası kendisine ulaştırılan sadrazam
o kadar memnun oldu ki, sevincinden, Vâsıf’m debimi ile (167) «silahlarını unutma çivisine astı ve bıraktı».
ikinci görüş؟tıede Obreskov, konuya Kırım’ın bağımsızlığı meselesi ile başlamadı. Çünkü, Fokşan görüşmesinde, kendisi ve Orlov müzakereye bu konu ile başlamışlardı ve bu konuya ta- kılıp kaldıkları . müzakereler kesilmişti. Obreskov, Kırım’m bağımsızlığmdaıi tek söz etmeden, harbi başlatanın Bâb-1 Âli olduğunu söyleyerek harp tazminatı taleplerini ortaya getirdi. Abdürrezzak, Efendi bu suçlamaya, Rusya’nın tehdit eden tutum ve hareketlerini hatırlatarak cevap verdi. Rus birlikleri barış halinde iken Balta’da Türklere saldırdığı ve ibırçok zarara se- bep oldukları için, Bâb-1 Âli’nin de’tazminat istemek hakkı ol- duğunu söyledi ve sözlerine ’■*şöyie devam ؛etti: «Harbe karar ve- ren hükümetlerin en az üç yıl hazırlık yapmaları âdettir. Fakat Bâb-1 Âli bu savaşa sebep olan Polonya meselesinde baskına uğ- radı. Üstelik, Rus sefareti bütün bu ‘durumların; barış yoluyla çözüme ulaştnılaçağı teminatını verdiği için OsmanlI devleti buna güvenerek harp hazırlığını ihmal etti, öyle ki,؛ ,ordusunun yiyeceğini bile hazırlamadı. Müslüman ordusunun Bender’e gel- diği zaman yiyecek sıkıntısı ‘çektiğini siz de biliyorsunuz. Bu şehrin halkı bizi, mademki Bâb-1 Âli hükümeti harbe karar ؛،^٢١٠, uzun zamandan beri erzak anbarlannı niçin ■doldur- madı, diye itham etti. Bunu herkes biliyor. Bizim bu ihmalimi- zin sebebi, Rusya’nm mütemadiyen tekrarladığı barış ümidine kapılmamızdır. Demek ki, harp tazminatı istemek Ruslardan çok ؛bizim !hakkımızdır.» ‘
Bu konuda uzun ve hararetli bir çekişmeden sonra öbres- kav, Fokşan’daki görüşmede olduğu ،gibi, konuyu sonuca ,bağ* lamadan başkatoir maddeyevgeçti. * أ
(190 Cümle söyle: «Alât-J harbiyeyi âvihtei ٦ «,.-,ل،هلإوس أ-ءوءإ؟اه
Murahhaslar bir süre, haftada iki gün düzenli olarak top¬lantılara devam ettiler. Düzenli toplantılardan başka, hararet¬
li ama sonuçsuz tartışmalarla geçen olağanüstü toplantılar da yapıldı. Nihayet Obreskov Türk murahhaslara on maddelik bir nota verdi ki bunda Rusların bütün istekleri yer alıyordu.
Bu on maddede özetle şunlar vardı:
1 — Bâb-ı Âli, kendisine karşı silahlı olarak harekete ge¬çen Boğdan ve Eflâk halkına yumuşak davranacak ve tam bir genel af ilân edecektir;
2 — Gürcistan’ın bütün kaleleri OsmanlIlara geri verile¬cek, fakat OsmanlIlar bundan böyle Gürcistan’dan köle alma¬yacak, köle ticareti yapmayacaklardır.
3 Bâ’b-ı Âli nezdindeki Rus elçileri huzura kabul ediliş¬lerinde, en yüksek derecede itibar göreceklerdir;
4 — Elçilerin servislerindeki bütün personel ve bunların tercümanları her türlü vergiden muaf tutulacaklardır;
5 —■ Dinini değiştirip müslüman olanlar, tercümanların hu¬zurunda kendilerine tekrar tekrar sorulduğunda, müslüman kalmakta ısrar ederlerse, Rusya elçileri bunları isteyemeyecek- lerdir;
6— Hırsızlık yapmış olan herhangi bir dönme, çaldığı şeyi iade etmek veya ödemek zorunda olacaktır;
7 — Büyük ve Küçük Kabartaylar Bâb-ı Âli tarafından Rus- lara bırakılacaktır;
8 — Kınm Hanı’nı gelecekte Kırımlılar seçecektir;
9 —■ Esirler karşılıklı olarak, fidye ödenmeden, mübadele esasina dayanmadan, teşekkür eder* tarzda iade edilecekler¬dir (168);
(168) Hiç fidye almadan bütün esirlerin serbest bırakılması üe ilgili protokol mad¬desi şöyle idi: «Bundan böyle yalnız Rus esirler değil, PolonyalIlar, Mol- davlar, Ulahlar, Gürcüler, Osmanlı eyâletlerinde bulunan her mezhepten esirler, Bâb-ı Âli nezdindeki Rus elçisinin ilk isteğinde serbest bırakılacak¬lardır». y
Rusya, işte bu cümledeki kelime oyununa dayanarak, Polonyalılan, Mol- davları, Ulahları, çeşitli hıristiyan mezheplerinden olanları himaye etme hakkına sahip olmuş, Bâb-ı Ali de bunu kesim olarak kabul etmiştir. Bir ülke-
10 — Son barış anlaşması (1643’te imzalanan), geleceği ol- madiği için, yürürlükten kaldırılacaktır.
Uzun ve hararetli çekişmelerden sonra Türk murahhaslar, on maddelik bu mutabakat belgesini imzaladılar. Obreskov bun- dan sonra, yavaş yavaş, Kırım’ın bağımsızlığı meselesini orta- ya atmaya başladı. Barışın olması veya olmaması ‘bu meseleye bağlı idi. Nitekim bu mesele büyük çekişmelere yol açtı. Sonun- da kısmen bir çözüme varıldı. Mutabık kalman noktalar şun- lardi: 1 — Kırım’daki bütün camilerde imamlar Cuma hutbele- rinde, eskiden olduğu gibi; padişahın admı zikredeceklerdir; 2 — Kırım Hanı’nı Kırımlılar serbestçe seçecek, padişah da se- çilen hana, hanlık beratlarını göndereceklerdir3 ؛ — Şer’i işleri yürüten Kırım ulemâsı, İstanbul kadısmdan (meşihat makamın- dan) izin alacaklardır.
Türk murahhasların kabul etmedikleri tek nokta, Kerç ve Yenikale’nin Ruslara terkedilmesiydi. Obreskov bu yerlerin Rus- lara, Reisefendi ise Kırımlılara verilmesi üzerinde ısrar edi- yorlardı. Görüşmelerin yeniden anlaşmazlıkla sonuçlanmaması için, murahhaslar hükümdarlarından son emirleri almak üze- re, müzakerelere kırkgün ara verildi.
Bu mühletin sonunda, yirmiyedinci oturumda, Obreskov, Türk murahhaslara, hükümetinin şartlarını bildiren yedi mad- delik bir ültimatom verdi (4-15 Şubat 1773). İmparatoriçe, Türk- lerin bu şartlan kabul etmeleri halinde, hakkı olan savaş taz- اصيهلل؛ااا istemekten vazgeçeceğini bildiriyordu, ültimatomda yer alan maddeler özet olarak şöyle idi:
1 — Rusya, Kırımlıların bağımsızlığım garanti eden devr let olarak kabul edilecek; Kerç ve؛ Yenikale Ruslara bırakılacak;
2 – Rus savaş ve ticaret gemileri Karadeniz’de ve Adalar ‘ (Ege’de) serbestçe dolaşabilecekler;
de diplomasinin zayıf olduğu zaman uğranılacak zararlı duruma bu olay bir örnek sayılabilir; gelecekte, iki devle، arasında, diğer devletleri müzakere¬lerden habersiz ve uzak tutarak yapılacak bir anlaşmanın, pek çok ül¬keyi çok önemli derecede ilgilendirebileceğini düşünmek gerekir. Böyle bir anlaşma yalnız Türk imparatorluğunun geleceğini değil, genel olarak bütün dünyanın geleceğini etkiliyor. Thugut’un Mayıs 1773 tarihli raporundan.
3 —• .هل’هلأله bütün , diğer kaleleri Kırımlılara verilecek;
4 —- Halen Ruslann elinde esir bulunan Boğdan voyvodası Greğor Gika .(Gregoire Ghika) ülkesine dönecek Ve prensliği- ni babadan oğula .geçer şekilde sürdürecektir, fakat İstanbul’a her üç yılda bir vergi yerecek، bu verginin mikdarı, Raguza prensliğinde olduğu gibi, bir yıllık gelirine eşit, olacaktır.
‘S-“ Rusya İstanbul’da devamlı olarak bir temsilci ielçi) bulundurabilecektir. ؛;
6 —.Kılburun tamamen ve her şeyi ile Ruslara .terkedile- çek, özi kalesi ise yıkılacaktır. ن
7 — OsmanlI devleti Rus hükümdarlarını Rusya padişahı olarak kabul edecek, 0لكه$ه ,هع împaratorluğu’nun tebası olan Yunanlıları {Ortodoksları) himaye hakkını Anılacaktır.
Reisefendi bu ağır şartlara itiraz etti. Bâb-1 Âli’nin bu mad- delerin bir tekini bile kabul etmeyeceğini, bunları kabui et- mektense. kanının. son damlasını akıtıncaya kadar savaşacağı- nı söyledi. Ama, Obreskûv’un da teklifine uyarak, görüşmeleri bü şekilde sona erdirmeden, şartları bir defa da Bâb-1 Âli’ye bildirerek talimat beklemeyi kabul etti. Bu maksatla, yardım- cısı Ataullah Bey’i Şumnu’daki kış karargâhında bulunan؛ sad- razama gönderdi. , ‘ ٠ ١’ –
Sadrazam divanı topladı. Divana bütün birliklerin paşaları da davet edildi. Ruslann yeni şartlariliı ؛bildiren notalan okun- du. Bu nota hakkında divanın ortak görüşü şü oldu؛
«Ruslann asıl gayesi Kerç ve Yenikale limanlarını ele ge- çirmektir, Diğer hususların hepsi mugalâtadır, safsatadır. Rus gemilerinin OsmanlI —— serbestçe dolaşmaları huşu-
sunda anlaşmaya varılabilir; Kırım’ı bugünkü karışık duru- munda bırakmaktansa bağımsızlığını kabul etmek daha iyidir ٣٠ zamanla bazı kayıplar tekrar elde edilebilir. Notadaki şart- larrn kabul edilmemesi halinde Rusların istediği elli bin kese tazminata temin etmek de mümkündür. Daha on yıl uzaması ihtimali olan bir savaştan sonra, daha avantajlı bir banş elde etmek de zor olacaktır.»
..Ataullah Bey divanın bu fikrini istanbu’a. ulaştırmakla gö- revlendirildi.
Divan-ı Hümâyun’un bazı üyeleri ve özellikle Osman Efen¬di, öne sürülen bu şartlara şiddetle itiraz ettiler ve uzun müza¬kerelerden sonra, şartların ve notanın reddine karar verdiler.
. Ataullah Bey bu cevabı alarak Bükreş’e hareket etti. Fakat karargâhta, sadrazamın yanından ayrılmadan önce, sadrazam kendisine gizli olarak, işi hemen bitirmemesini, görüşmeleri mümkün olduğu kadar uzatmasını tenbih etti.
Reis-ül küttap Abdürrezzak Efendi, Rusları bazı şartlardan vazgeçirmek için elinden geleni yaptı. Fakat, üç saat süren bir çekişmeden’ sonra Obreskov, !Bâb-ı Âli bu şartların tamamını kabul etmezse müzakerelere devam etmeyeceğini, zaten bu du¬rumda çekilme emri aldığını açıkladı.
Ertesi ؛gün, Abdürrezzak Efendi, Obreskov’u bir defa daha ziyaret etmeye karar verdi. Yanına Beylikçi Ataullah Bey’i ve Vâsıf Efendi’yi alarak Obreskov’un ikametgâhına, gitti,. Burada anlaşamadıkları- konularda eski görüşlerini tekrarlayarak bir¬kaç saat kaldılar, ama hiçbir anlaşma olmadı. Fakat, bir yeni¬lik olarak Obreskov, Bâb-ı Ali son şartlan kabul ederse, Türk- lerin, Taman kıyısında bir kale ya da müstahkem mevki yap¬malarına Rusya’nın karşı- çıkmayacağını bildirdi. Aksi halde müzakerelerin. tamamen sona ؛ereceğini, Bükreş’te sonuç alma¬dan daha uzun kalamayacağını, emrini yerine getirmediği için hükümdarını üzmüş olacağını söyledi.
Reis-ül Küttap Abdürrezzak Efendi’ye padişah da gizli bir mektup göndermişti. Bıında, .eğer Ruslar Kerç Ve؛ Yenikale’yi is¬temekten vazgeçerlerse؛ onlara yetmiş milyon kuruş tazminat teklif etmesine izin veriyordu (169) .
(169) Vâsıf, 15.000 kese yani 80،milyon kuruş olduğunu söylüyor, übreskov’un mek¬tubunda ise 70 milyon; olarak belirtiliyor: «Ayin 21’nde ikametgâhına git¬tim. Abdürrezzak Efendi bana, o günden önce Bâb-ı Âli’den kesin kararla ilgili hiçbir talimat ve malûmat almadığını söyledi. Ama o gün postacının kendisine bir ültimatom getirdiğini, bunda ؛ §unlarm bulunduğunu açıkladı: «işgal edilen bütün Osmanlı topraklarının geri verilmesi, Kırım’a; bağım- ،٠■؛; sizlik verilmesinden» Kerç, ve Yenikale’؛yi ve Karadeniz’de Rus donanması- . nm serbestçe dolaşmasını istemekten vazgeçmesi halinde, Rusya’ya yetmiş bin kese akçe para verilebilir» ٠ Ben ise cevabımda, bütün dünyanın hazine• ، – lerl.verilse Rus sarayımn şu dört esastan feragat etmeyeceğini bildirdim: r ı — Kmm’a, tekMfimde bildirdiğim şekilde, bağımsızlık verilmesinden; 2 ٠٠٠٠٠
Obreskov bu teklifi dinledikten sonra şöyle dedi:
؛«Sizi teinin ederim ki, iflas halinde sandığınız devletimiz, son notadaki dört şartı kabul etmeniz halinde, ayni mikdar pa¬rayı size derhal ve hiçbir zorluk çıkarmadan verebilecek durum¬dadır!.»
Bu dört madde, Kırım’ın bağımsızlığı, Kerç ve Yenikale’nin terkedilmesi, Kılburun’daki tahkimatın kaldırılması ve kalele¬rin yıkılması, ticaret serbestliği ile ilgili maddelerdi.
Reisefendi, Beylikçi ve Vâsıf Efendi bu cevap karşısında şaşırdılar, ümitleri iyice kınldı.
Hararetli geçen tartışmalardan birinde Türk murahhas, Ob- resköv’a, Pruth barışından, ؛bu ,barışta Türk paşasının I. Petro’- yu kurtaran cömertliğinden söz ederek şöyle demişti:
«Hükümdarınız Petro, en korkunç bir duruma düşürüldü¬ğü, ağaç kabuklarından başka yiyeceği kalmadığı zaman, Bâb-ı Âli onu öldürmek ya da esir almak yoluna gitmemişti. Sadece, Azak kalesini almakla yetinmişti. Siz Azak’ı geri verme vaadi¬ni de unuttunuz ve ancak yeniden ciddî bir harp tehdidi ile kar¬şı karşıya kalınca bu anlaşma hükmünü yerine getirdiniz. O taahhüdünüzü yerine getirmeyişiniz sizi kötü niyetli olarak suç¬lamamıza hak kazandırmıştı.»
Obreskov buna şu karşılığı verdi:
«Generaliniz Baltacı Mehmed Paşa, bu davranışı ile akıllı ve tedbirli olduğunu göstermiş bulunuyor. O, savaşmaktan baş¬ka hiçbir çaresi kalmayan bir orduyu buna mecbur etse؛ idi, ka-
Yenikale ve Kerç’in ve bunlara bağlı köy ve kasabaların alınmasından; 3 — Rus filolarının, her çeşit gemilerinin, bütün denizlerde hiçbir tahdide uğra¬madan serbestçe dolaşmasından; 4 Karadeniz iskelelerinde öbür devlet¬lerle serbestçe ticaret yapmaktan.
Ayrıca, ateşkes süresi sona erdiği, Bükreş şehri ise silah ve mühimmat deposu halinde bulunduğu için, burada hiçbir surette daha fazla kalınama¬yacağını söyledim. Bundan dolayı birbirimizden ayrılmaya, o Tuna’nın öbür yakasına geçmeye, ben Boğdan’da herhangi bir şehire gitmeye karar ver¬dik. Ama müzakereleri kesmeyecek, elçilik ulaklarının getirip götüreceği mektuplarla, taraflardan birinin kesin ve son sözünü bildirmesine kadar de¬vam edecektik..» (Obreskov’un ortaelçiye mektubu. Bükreş, 11 Mart 1773).
zanmış olduğu zaferi elden kaçıracağını anlamış bulunuyor• du (170) >
Ahdürrezzak Efendi Bükreş’ten ayrılmadan önce, Obres- kovla onun ikametgâhında son bir görüşme daha yaptı (171). Fakat bu da öncekiler gibi sonuç almamadan geçti. îki murah¬has birbirine veda etmeden, kabul edilmiş maddelerin onaylan« mış nüshalarını teati etmek üzere, Yergöğü adasında veya baş¬ka bir yerde buluşmak için anlaştılar (172) ٠
Reisefendi, sadrazamın karargâhına gitmek için, bütün ma¬iyeti ile, ilkbaharın ilk gününde Bükreş’ten aynldı (22 Mart
1772 – 28 Zilhicce 1186) ٠
Ateşkes süresi bitmişti. Şimdi yeniden savaşa hazırlanmak ،gerekiyordu. Bu arada Bâfo-ı Âli uzun bir beyannâme ile barış konferansının başarısızlıkla sona ermesinin sebeplerini Avru¬palI elçilere izah etti (173) .
Reisefendi’nin dönüşünden önce toplanan divan-ı hümâ¬yunlarda, Kerç ve Yenikale’nin verilip verilmemesi konusu uzun uzun tartışıldı. Banşı kurtarmak için padişah ve vezirler şart-
(170) Vâsıf, II, s. 245’te, buna benzer birçok konuşma olduğunu, ama bunların tarafları kızdırmaktan başka bir şeye yaramadığını söylüyor.
(171) Vâsıf bunu ‘nihayet-ül nihayet* şeklinde ifade ediyor.
(1?2) Obreskov, Thugut’a Bükreş’ten yazdığı 31 Mart 1773 tarihli mektubunda şöy¬le diyor: €٠.Abdürrezzak Efendi ile müzakereleri kesmemek hususunda yap¬tığım anlaşma sadrazam tarafından memnuniyetle karşılanmış ve istenil¬diği şekilde onaylanmıştır. Böylece yazışmalar devam edecek ve bu yazış¬mada söylenenler, yüzyüze söylenmiş, kongrede konuşulmuş gibi kabul edi¬lecektir. Buna göre, sayın elçi, bu meseleyi mutlu bir sonuca ulaştırmak üze¬re, bütün imkânlarınızı kullanmanız ve gayret göstermeniz için vakit geçmiş değildir».
Obreskov, iyi niyetli aracılar olarak gayretlerini devam ettirmek isteyen Thugut ve Zegelin ile sık sık yazışmak suretiyle haberleşmiş, fakat bunun bir yararı olmamıştır. Thugut ve Obreskov arasındaki yazışmaların belge¬leri Thugut’un raporlarına eklidir.
(173) Bâb-ı Âli’nin 16 Nisan 1775 (23 Muharrem 1187) tarihli bir beyannamesi Thu- gut’un 20 Nisan tarihli raporuna eklidir. Bu beyannâme, Rusya’nın ültima¬tomu ile birlikte, İstanbul’da akredite Avrupalı bütün elçilere dağıtılmıştır. Rus murahhası Obreskov’un tercüman Pini vasıtasiyle Osmanlı murahhası Reis-ül Küttap Abdürrezzak Efendi’ye verdiği (orijinali İtalyanca olan ve Türkçe tercümesi bulunan) metinde, Kırım’ın bağımsızlığı üzerinde durulu¬yor, ؛bu esasın kabul edilmesi halinde, bağımsızlığın sınırsız ve şart¬sız olarak tespiti isteniyor ve bu «sine qua non» şartı olarak ileri sürülüyor¬du. Thügut’un Nisan ayında yazdığı rapor. Avusturya İmparatorluk Arşivi.
lara razı idiler, ama ulemânın inatlarını yenemediler. Ulemâ bu iki mevkiin feda edilmesi pahasına barış istemiyor, bunlann Osmanlı devletinin elinde kalmasını, Kırım’ın bağımsızlığı me¬selesinden çok daha önemli görüyordu. Daha sonra devlet va- kanüvisi bu olayları anlatırken, Reisefendi Abdürrezzak’m kar¬deşi olan bir mollanın ağzından, o sırada ulemânın ne kadar güçlü, mutlak hâkim görünen ve tek başına yönetmeyi seven padişahın da gerçekte ne kadar güçsüz olduğuna dikkati çe¬kiyor.
İki kazaskerden biri, muhtemelen Mehmed Molla, padişaha körü körüne bağlı idi ve daha sonra şeyhülislâm olmuştu. îşte bu kazasker, bir.gün Reisefendi ile karşılaşınca ona şöyle dedi: «Kardeşin ne yapıyor? Padişahın ağzından bizzat duydum, eğer Abdürrezzak bütün şartlan kabul edip barışı sağlarsa devlete büyük bir hizmet etmiş olacağını, ama halk bu sonucu beğen- meyip homurdanmaya başlarsa, onu bütün ailesi ile birlikte adalara süreceğini söyledi.»’
Bu konuşmayı duyan Abdürrezzak Efendi, ondan beklene¬nin tersi bir tepki gösterdi. Adalara sürülmek korkusu karşı¬sında paniğe kapıldı, cezalandırmayı hiçe sayıp barış sorumlu¬luğunu üzerine alamadı.
SAHİB GİRAY, ALÎ BEY ve ŞEYH TAHİR
Silah seslerinin kesildiği, Bâb-ı Âli’nin Fokşan ve Bükreş’te banşı kurtarmaya çalıştığı dönemde, o mağlubiyetler arasında, padişah, Kırım’dan ve Mısır’dan bazı iyi haberler de almıştı. Ama bunlar, diğer cephelerdeki yenilgileri telâfi edecek kadar önemli değildi. Mısır’da Ruslann kışkırttığı Ali Bey isyan bay¬rağını çekmişti, öte yandan Kınmlılar. Han olarak Sahib Gi- ray’ı seçmiş, o da kalgaylığa Rusların Petersbourg’a götürdüğü kardeşi Şahin Giray’ı, nureddinliğe ise Bahadır Giray’ı (174) •getirmişti. Han’ın tahta çıkışından az sonra, Kınm ricâlinden
174) Muhsinzâde Mehmed Pasa’nm Osman Efendi ve Bucak Tatarlarından Hı-) padişaha sunduğu bir raporun ” Hıdıraga م1ل dıraga vasrtası -ظ 7 Ocak 1772’de)، başkent) ه؛’83لل Kırım’dan özi’ye, oradan da 2 Şevval •(tanbul’a geçmişti (Thugut’un 3 Şubat 1772 tarihli raporu
yüzelli kişi, padişaha bir mektup yazarak, Ruslara boyun eğ- dikleri, teslim oldukları için özür diliyor, kendilerini terketme- mesi için ricada bulunuyor, yalvarıyorlardı. Sonraki yıl, bir Rus generali çarın bir buyruğu ile Kırım’a gelip, Han’a, İsveç üze- rine yürüyecek on bin kişilik bir اال»م çıkarmasını emredince, hoşnutsuzlukları daha da artmıştı. Mirzalar Rus generaline, an- cal، kendi topraklarını savulmak için silâha sanlabilecekierini söyleyerek dileğini yerine getirçaeyince, Sâint-Petersbourg hü- kûmeti, zaman ve prtamm’ uygûn olmadığını da düşünerek, da- ha fazla ısrar etmedi.
Bu savaşın ‘başlamasiyle Rusya, OsmanlI devletine kuzey- den, güneyden, doğudan, batıdan, her taraftan saldırıya geç- inişti. Orduları Tuna’da, Kırım’da, Kuban’da, Gürcistan’da, Mo- ra’da sataşıyordu. Donanması Karadeniz’de, Akdeniz’de <iola- şı^<>r, Peloponez, Suriye, Mısır kıyılarını tehdit ediyordu.
Yukarıda adı geçen Ali Bey, Mısır’ın güçlü bir şeyh-ül be- led’i idi. Kardeşi Ebu Zeheb (لع7ل Şam’da ona karşı bir ayak- lanma tertip etmişti. Ali Bey ise, sadece kendi otoritesine daya- narak Mekke şerifini azletmişti. önce sahte bir fermanla Yen- bu’yu ele geçirmiş, Cidde’ye kendi adına bir muhaşsıl tayin et- miş, Suriye ve Mısır’da âyetler katarak ve Kur’an uslübunu taklide çalışarak beyannâmeler dağıtmaya başlamıştı له7وا. Bu beyannamelerle Bâb-1 Âli’nin Kahire ve Şam’daki valilerini suç- luyor,‘ halkı esaret boyunduruğunu atmaca, eskiden olduğu gi- bi Menilûklerin idaresinde bağımsız olmaya dâvet ediyor, kış- kırtıyordu. Akkâ’da Bâb-1 Âli’nin emirlerini’ hiçe sayan Şeyh Tahir, Ali Bey’in kendisi ile birleşmesi teklifini kabul etti. Böy- lece, Suriye ve Mısır, OsmanlI idaresine karşı birleşmiş oluyor- lardı. ‘:ن’.; ‘ ’■
.İsyanı bastırma ve âsileri tenkil emrini alan Şam valisi mağ- lup oldu Bu durumda للج Bey Mısır’ın bağımsızlığını sağladığı*
(175) ‘مسه Arapça’da ‘altm’ demektir; ‘zehab’ ise *adım* veya ,yürüyüş* anla- mına gelir. Şu Arapça vecize, aradaki farkı çok iyi anlatır:
Ustor zehebek ve zehabekve mezhebek.
Yani: Altınını, adımını ve mezhebini belli etme (sakla).
(176) Vâsıf, n, s. 217’de, bu bildirilerden birini, aynen naklediyor ki, bu daha
؛sonra Napolyon Bonapart’ın Mısır ve ‘Suriye’de dağıttığı kışkırtma bildirile-‘
rine örnek olmuştur.
m zannetti. Bundan sonra Bedevilerin şeyhi Hammam’m kuv¬vetlerini de kırmca Arabistan’ın fethine girişti. Daha sonra da Suriye’nin hâlâ padişahın emrinde ve ona bağlı olan bölümüne saldırdı. Bu ülke, kaderini her zaman Mısır’ın yanında yer al¬maya bağlamıştı. Şimdi ise devlet olarak güçlenmek istiyordu.
Bir Rus savaş gemisi Dimyat (177) açıklarında birkaç sivil gemiyi ele geçirmişti. Bu olaydan sonra Şeyh-ül beled Ali Bey, Rusya’nın Akdeniz donanmasına kumanda eden Kont Aleksi Orlov ile temasa geçti. İkisi arasında yapılan anlaşmaya göre, Rusya, Osmanlı devletine karşı girişeceği savaşta ona asker, si¬lah ve mühimmat vermeyi taahhüt ediyordu.
Şeyh-ül beled, kısa zamanda Gazze, Remle, Nablus, Kudüs, Yafa ve Sayda’yı ele geçirdi. Şam da kapılarını açmakta gecik¬medi. Ama bundan sonra yenilgiler başladı. Tam Osmanlı sı¬nırlarına doğru harekete geçmeye hazırlanırken, kayınbiraderi Ebu Zehefo de ona karşı harekete geçti. Bu rakibine yenilen Ali Bey Kahire’ye çekildi ve bu şehrin kalesine kapandı. Daha son¬ra da, hâzinesini ve haremini toplayarak, Suriye’de sadık dostu ve müttefiki Şeyh Tâhir’in (178) yanına gitti.
Şeyh Tâhir, Cezzar Ahmet Paşa’nın selefi idi. Cezzar Paşa, günümüzde, hem tiranlığı hem de Akkâ’da Fransız ordusuna karşı kahramanca savunmasıyla meşhur olan paşadır.
Ali Bey ve Şeyh Tâhir, Şam valisi Osman Paşa’nın ve onun müttefikleri olan Dürzilerin şiddetli baskısı ve kuşatması altın¬da bulunan Sayda’ya yardım için kuvvetlerini harekete geçir¬diler. Bu sırada Akkâ koyunda bir Rus filosu görüldü. Bunlar, isyan eden Şeyh Tâhir’e yardım için gelmiş gemilerdi. Tâhir, al- tıyüz kese para karşılığında, Rusların kendisiyle birlikte Say¬da’ya saldırmaları vaadini aldı. Şeyh Tâhir’in ordusu, Saffet ve Mütavelli’nin altı bin süvarisi ile Ali Bey’in sekiz yüz Mem¬lûk piyadesinden oluşuyordu. Türkler ve Dürziler de on bin sü-variden oluşan bir orduya sahiptiler. Ayrıca yirmi bin köylü¬yü de silah altına almışlardı.
Tâhir’in ordusu ile yaklaştığım öğrenen Osman Paşa, Say-
(177) Volney, Voyage adil eser, I, s. 8, bölüm; «Ali Beğ Tarihi*.
(178) Tâh؛!• (temiz) kelimesini Mısırlılar ‘dâhir’ seklinde telâffuz ederler ki bu da ‘parla؛؛, muhteşem’ demektir.
da kuşatmasını kaldırarak bu şehrin yakınında ve deniz kıyı- sında onları savaşa mecbur etti. Bir Rus firkateyni d© savaşın başladığını haber vermiş oluyordu. Dürziler dağılıp kaçtılar ve savaşı Şeyh Tâhir ile Ali Bey kazanmış oldu.,Rus filosu da Bey- rut’u bombalayarak üç yüz kadar evin yıkılıp yakılmasına se- bep oldu. Ebuzeheb’in vaadine, askerlerinin gelip başlarına geç- meşini istemelerine aldanan Ali Bey, Rusların yardım kuvve- tini beklemeden beşyüz îviemlûk askeri ve Osman Bey’in ku- mandasmdaki binbeşyüz Safed süvarisi ile yürüyüşe geçti (Ni- san 1773 – Muharrem 7ةات) .
Bu sırada Şeyh Tâhir Yafa ve Nablus’a yürüdü. Kendisin- den ayrılan bu şehirlerin halkını €ezalandırmak istiyordu. Yafa direndi ve kapılarını ancak ertesi yıl Şubat ayında açtı, öte yan- dan Ali Bey Salihiye önlerinde durup karargâh kurdu. Burada dörtyüz ki؟ilik bir Rus bölüğü onun kuvvetlerine katıldı.
Ebuzeheb’in öncü kuvvetleriyle yapılan ilk çarpışmayı Ali Bey kaybetti. Yeniçeriler önce tarafsız kalmış, sonra da Ebuze- heb’in safına geçerek Ali Bey’e hücum etmişlerdi. Ali Bey kade- rine razı olarak savaşa devam etti, mağlup oldu ve yaralandı. Yaralan yüzünden karargâhta kalmaya mecbur olmuş, Oaz- ze’ye çekilmedi reddetmiş, düşmanlarının çadırına kadar gel- melerini cesaretle beklemişti. Burada iki kurşun yarası daha al- masına rağmen, diz çöküp kendisini savunmaya çalıştı. Niha- yet yakalandı. Ebuzeheb, Murat Bey’e efendisinin genç ve gü- zel karısını vereceğini vaadetmişti (179). Ali Bey’i işte bu Mu- rad Bey esir aidi ve Ebuzeheb’in çadırına götürdü. Oradan da K^hire’ye götürülen Ali Bey, üç gün şpnra öldü, ölümü bir ri- vâyete ‘göre yaralan yüzünden, başka bir rivayete göre de ze- hirlenmesi yüzünden olmuştu.
Esirler arasında dört Rus subayı da vardı. Rusların diğer subay ve askerlerinin hepsi çarpışmada ölmüşlerdi. Ebuzeheb, Ali Bey’in kesik başı ile birlikte esir Rus subaylarını vali Ha- lil Paşa’ya, o da Memlûk Beyi’nin sadakatinin delili olarak İS” tanbul’a yolladı. İstanbul’da şeyhülislâm bir fetva ile Ali Bey’in
(179) Sir Sidney Sraith, 1801’de, bu kitabın yazarım, ٠ zaman «Memlûklerln Ana• sı> diye anılan bu kadına bazı armağanlar götürmesi için vazifelendirmiş- ti. Bu kitabın yazarı Yukarı Mısır’a gitmeye ve Murat Beğ’i de g؛؛rmeye ha- arlandığı sırada, Murat Beğ vebadan ölmüştü.‘
idamını meşrulaştırdı. Bu hüküm ulemâ arasında bir hayli iti¬raz gördü, fakat ordu kadısı Mehmed Molla tarafından hara¬retle tasvip edildi. Bütün bu gibi durumlarda olduğu gibi, bu durumda da padişah iradesinin devletin en büyük hükmü sa¬yılacağını söyledi. ‘
, Şeyh Tâhir’e gelince, o daha bir süre Bâb-ı Âli’nin emirle-؛ rini dinlemedi. Cesur ve müteşebbis bir âsi idi, fakat halefi Cez- zar (kasap) Paşa gibi bir tiran olmadı.
YENİ SEFER İÇİN SİLAHLANMA
Bükreş’te barış görüşmeleri yalnız padişahın ve vezirlerin arzusu hilâfına değil, Sadrazam’ın ve Abdürrezzak Efendi’nin de arzulan hilâfına sonuçsuz bırakılmıştı. Müzakerelerin ke¬silmesi ve başarısızlığa uğraması, yukarıda da söylediğimiz gi¬bi, ne pahasına olursa olsun Yenikale ve Kerç Kalelerini ter- ketmemek isteyen ulemânın inadı yüzünden olmuştur. Padişah, halkın enerjisini tahrik etmek için valilere ve birliklere hitaben bir beyannâme yayınladı. Bu beyannâme ile barışın sağlanması için gayretlerini arttırmalarını istedi, çünkü buna her geçen gün daha fazla ihtiyaç duyuluyordu. Bâb-ı Ali vezirleri, bütün imkânlarını kullanarak daha çok asker çıkardılar ve bunları silahlandırdılar. Böylece sadrazam tüfekli bin kişiden oluşan bir birlik, defterdar ikiyüz kişilik bir kuvvet, Reisefendi, Çavuş- başı, Sipahi ağaları ve silahdarlar da ellişer kişilik silahlı yeni kuvvetler çıkardılar. Bunların bütün masraflarını kendileri kar¬şıladılar. Cebeci, topçu ve toparabacı ağalarına gelince, bunla¬rın da her biri, bütün harcamaları kendi ceplerinden yaparak orduya yüzer kişilik asker ilâve ettiler.
Bu arada Akdeniz donanmasının kumandanlığı Moldovan- cı’nın yerine Deryâ Kaptanı olan Çanakkale seraskeri Haşan Paşa’ya verildi. Moldovancı ise ihtiyarlığı sebebiyle emekliye sevkedilerek Rodos’a gönderildi. Karadeniz filosunun kuman¬danlığına Kelleci Osman Paşa getirildi. Karadeniz filosu, her biri elli-altmış top ve dörtyüz levend taşıyan dört büyük, her biri otuz-kırk top ve ikiyüz levend taşıyan orta büyüklükte dört yelkenli, şebek denilen beş hızlı gemi ve çeşitli büyüklükte di¬
ğer kırk gemiden oluşuyordu (180) . Bu donanmanın amacı Kı- rım’ı geri almaktı, Fakat Kelleci Osman Kırım’ı almak İçin hiç- bir harekette bulunmadı. Çünkü padişahla divan üyeleri ara- smda Kırım’ın yeni seraskeri Devlet Giray’a verilecek emirler konusunda anlaşma olamıyordu, öte yandan Osman Efendi es- ‘ki projesi olan Kuban seferinde ısrar ediyordu.
Bâb-ı Âli Kırını ve Kuban’da duruma hâkim olamadan yaz gelip geçti. Canikli للم ?aşa ile Devlet Giray da, bütün yazı hiç- bir şey yapmadan Trabzon’da padişahın emirlerini bekleyerek geçiröiler. Bâb-1 Âli, Baht Giray ve Maksud Giray’dan da mem- nun değildi؛ Baht Giray’a güven sarsılmıştı. Maksud Giray ise bir senedir savunmakla görevli olduğu Rusçuk ve Niğbolu civa- rmda halka göz açtırmıyordu, üstelik, Baht Giray kumandan- lıkta kendisine ,tercih edildi di^e küsmüş, son anda sadrazamın karargâhını gizlice terkederek çiftliklerinden birine çekilmiş- ti (26 Nisan 1773) (181). Bu tavrına kızan padişah da onu Ta؛■ tarpazarcığı’na sürmüştü, .
Fokşan banş müzakereleri kesilir kesilmez, Rusların ni- yetinin Silistre, Hırsova arasından ve Balya Boğazı yakınların- dan ve daha aşağıda Tulça cidarından Tuna’yı geçmek olduğu anlaşılmıştı. Bunun üzerine, sadrazam, Silistre seraskeri Osman Pa§a’ya, Pazarcık،-seraskeft Âbdi’ Paşa؛ya ve Babadağ’ı سآهء inakla görevli beylerbeyi Çerkeş Paşa’ya, düşmanın harekâtı nı dikkatle takipetmelerini emretmişti. Fakat ne yazık ki as- kerlerin çoğu firar etmiş bulunduğundan, kıyı şehirlerindeki ^ütün halk Ruslar görünür görünmez Paza^cık’a kaçmıştı. Düş- man ■ Karasu’ya kadar geldi .,.ve Kara Kerman (I82)’daki tahkimat ye kaleleri yıktıktan sonra îsmail.şehrine çekildi. Ba- badağ ve Pazarcık arasında kalan kırk fersahlık (yaklaşık 200 km.) bir alanda yansın evlerden, çiğnenen ve yakılan ekinlerden başka bir şey görünmüyordu. ٢
Baht Giray, Babadağ ile Pazarcık’a eşit mesafede bulunan Karasu kış karargâhında idi: Karargâha doğru kaçanları dur-
(180) TKugut’un 1 Nisan 1773 tarihli rapora.
(101) Thugut’un Haziran 1773 tarihli raporu- ve Vâsıf Tarihi’nin 263. sayasında.
(182) Buturlin, Journal de Saint-Petersbourg, XVI, s. 142.
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 33
durup ,toparladı. Köylere dağılmış Rus beliklerine baskınlar dü- ?enledi, Rusların esir olarak arabalara doldurduğu kadın ve Ç0- cüklardan bir kısmını katardı.
RUSÇUK VE KARASU SAVAŞLARI
. Sadrazam Muhsinzâde, ordunun komuta kademesinde ba- zı değişiklikler yaptıktan sonra Şumnu’daki kış karargâhından ayrılıp sınıra doğrıi yürüyüşe geçti.
Vefat eden ordu kadısının yerine Galata kadısı Müftüzâde Ahmet Efendi tayin edildi. Yeniçeriağası’nın yardımcı paşası, yani ikinci ağa azledildi. Ağa Paşa buna sebep olarak ikiı^ci ağanın ağzının fena koktuğunu söyledi ama asıl sebep bu de- ğildi. Yardımçısmm çok zengin ve çok itibarlı oluşunu kıskanı- yordu. Onun yeline Yeğen Mehmed Ağa tayin edildi.
Bu harekâtta ilk zaferi OsmanlIlar kazandı ve bu Bâb-ı Âli İçin bir ümit oldu. Savaş, Rusçuk surları civarında cereyan et- mişti. Ruslar daha önceki başarılarından gurura kapılara؛k bu şehri de kolayca işgal «!edileceklerini sanmışlardı. Fakat Da- ğıstanlı Ali Paşa Rusçuk’un imdadına yetişmiş, Ruslan yenmiş- ti’.جآ top ele geçirildi ve bin kadar Rus askeri esir alındı. Esir- 1er arasında, Varşova’nın son elçisi ve Prens Pepnin’in küçük kardeşi de bulunuyordu. Bu esirin yarası tedavi edildikten son- ra İstanbul’a gönderildi ve orada Yedikule’ye hapsedildi (183).
Bu zaiere çok sevinen sadrazam, Rusçuk seraskerine samur bir kürk ile bir şeref kılıcı armağan etti, beylerbeyi ve öbür su- baylara da değerli elbiseler ve sarıklarına takmak üzere nişan- lar gönderdi, öte yandan, Karasu seraskeri Abdi Paşa’yı bu ,؛görevden alarak Misivri’ye gelmiş bulunan Sivas garnizonuna gönderdi. Abdi Paşa’nın yerine de Rumeli valisi ve Varna se-
(183) Thugut’un Haziran ayında yazdığı raporda esir sayısı bin beş yüz olarak, Les Essais de Géographie adlı eserde ise ءه bin olarak ^؛steriliyOT. Bu se- ferlerden birinde Répnin’in prenslerinden biri esir وللهها1ه ve diğer ٥٠ bin Rus esiri ile birlikte İstanbul sokaklarında yürütülmüşlerdi.’ Vâsıf ise, n. s. 253’te, bin iki yüz diyeceği yerde, yanlış olarak iki yüz diyor.. Buturlin ya- ralılann tedavisi ile ilgili hiçbir şey söylemiyor, ama Vâsıf, prensin, Reis- efendi’ye ait çadırda, sadrazamın emriyle ihtimam ve tedavi gördüğünü söylüyor.
raskeri Numan Pâşa’yı tayin etti. Numan Paşa zayıf bir insan olarak biliniyordu, gerçekten de öyleydi. Varna savunması da beylerbeyi Seyyid Ahmed Paşa’ya verildi. Numan Paşa yeni gö¬reve çağrıldığı zaman Varna’da yirmi bin kişilik bir orduya ku¬manda etmekteydi. Bu şehir Karasu’ya sadece yirmibeş fersah Uzaklıktadır.
RUSLAR SİLİSTRE VE VARNA’DAN ÇEKİLİYOR
Karasu yakınlarında karargâh kuran Baht Giray, ordusunu tehdit eden tehlikeyi sadrazama bildirmişti. Fakat, düşmanın taşanlarını boşa çıkarmak için gerekli tedbirlerin alınmasına fırsat kalmadan, Karasu’da, General Vaysman kumandasında¬ki Rus birlikleri, Baht Giray’m, Abdullah Paşa’nm ve Çerkeş Haşan Paşa’nın (184) kumandasındaki birliklere ani bir hücum yaptı ve Türkleri Pazarcık’a kadar çekilmeye mecbur etti. Ay- nca onaltı top ele geçirdi (7 Haziran 1773). Düşman generali bundan sonra feld-mareşal Romanzov’un Silistre’ye yaptığı hü¬cumu desteklemek için bu şehre doğru hareket etti. Romanzov Tuna’yı Silistre’nin altı fersah yakınındaki Balya’dan (185) geç¬mişti. Rus birliklerinin sağ kanadına general Stupişen, sol ka- nadma ise general Potemkin kumanda ediyorlardı.
Osman Paşa’nın karargâhından sevkedilen Türk kuvvetle¬ri Stupişen’in öncü kuvvetlerine geçit vermemek için şiddetle karşı koydular. Fakat düşman taktiği karşısında gayretleri bo¬şa gitti ve Osman Paşa Silistre’deşn çekilmek zorunda kaldı.
Bu sırada Karasu seraskeri Numan Paşa ile Osman Pa؛şa’nın öncü kuvvetlerinin kumandanı İbrahim Paşa’ya birer hattı hu- mâyun gönderen padişah şu kısa ve özlü emri verdi: «Eğer ha¬yatım lâzım ise, dağınık süvarilerini toplayıp Silistre’nin imda¬dına koşmalısın (186) .٠
(184) Bu harekâta gönüllü olarak katılan Avusturyah bir subayın hatıra defterin¬den: «1773 Yılında Türkiye’de Ruslar».
(185) Geçilen yer Balya Boğazı’dır. Buturlin «Gurobala» diyor M burası SÜistre’nin Werset uzağındadır.
(186) Vâsıf’a göre Karasu’da savaş meydanında ölen Rusların sayısı sekiz bindir. Buturlin ise sadece üç yüz kişi diyor. Vâsıf’a göre Türkler oniki, Buturlin’e göre ise ondört top kaybetmişlerdir.
BizanslIların ve Haçlıların «Dristra» dedikleri Silistre, derin hendeklerle çevrili yüksek bir müstahkem mevkidir. Bağlan, bahçeleri ve koruları çok güzeldir. Romanzov uzun zamandan beri buraya göz dikmiş bulunuyordu.
Rus ordusu Türk siperlerine doğru ağır ağır ilerledi. Kale çevresindeki hendekleri doldurmak için topladıkları çalı çırpı¬yı beşyüz arabaya doldurmuş, peşlerinden sürüklüyorlardı. Yet¬miş büyük top ve çok sayıda havan topu ile şehre aralıksız ateş etmeye başladılar ve hiç sönmeyen yangınlara yol açtılar. Os¬manlIlar bu şiddetli ateş karşısında siperlerinde altı saat kala¬bildiler ve sonra şehrin varoşlarına doğru çekilmeye başladı¬lar. Ruslar da varoşlara kadar geldiler. Burada çarpışma çok şiddetli bir şekilde tekrar başladı. Sonunda Ruslar sekiz bin ölü vererek çekilmek zorunda kaldılar. Bin kadar da yaralıları var¬dı.
Rusların bu saldırıda yenilerek geri çekilmeleri, serasker Os¬man Paşa ile Silistre muhafızı Seyyid Haşan Paşa’nın kahra¬manlıkları sayesinde olmuştur. Türklerin buradaki galibiyeti, bütün bu harekât boyunca kazanılmış en parlak zaferlerden biridir. Vakanüvis Vâsıf Efendi (187) bunu bütün ayrıntıları ile anlatır. Silistre müdafaası, savaşm içinde bulunan Mahmud Efendi’nin bu konuda bir eser vermesine sebep olmuştur (188).
Romanzov’u yenmesi Osman Paşa’ya ‘gazi’lik unvanından başka, bir samur kürk (ki bu üstün başan simgesidir), bir şe¬ref kılıcı kazandırmıştır. Ayrıca kendisine bin kuruş (beşyüz altın) ödül verilmiştir. Sadrazam, kahramanlık gösteren asker¬lere dağıtılmak üzere «çelenk» denilen dörtbin gümüş nişan ve üçbin tüy nişan göndermiştir.
(187) Bu konuda Vâsıf şöyle diyor: «£ğer müsJüman asker¡ kapah bir yerde de- ğilse, pek gereği gibi savaşmıyordu.
(188) Bu eserin xni. cildinde *Kaynaklar’ (No.. 18) tablosuna bakınız.
KAYNARCA SAVAŞI
Romanzov Silistre’den geri çekilirken, Karasu seraskeri Nu• man Paşa Kaynarca’ya geçmişti ve niyeti Romanzov’un Tuna’* nın öbür yakasına geçmesini önlemekti: Ordusunu üçe bölen
– Romanzov, Numan Paşa’nm birliklerini dağıtmak ve Babadağ yolunu açmak görevini general Vaysman’a verdi. Vaysman şid¬detli bir saldırıya geçti. Fakat Türkler düşman ordusunun düze¬nini bozup ikiye ayırdılar. Bunun üzerine geriden gelen Rus takviye kuvvetleri boşluğu kapadılar. Çök şiddetli geçen bu çarpışmadan Ruslar galip çıktı. Yirmibeş Türk topunu ele geçir¬diler. Fakat bu galibiyet onlara çok pahalıya mal oldu. General Vaysman bir gülle isabetiyle ölüm derecesinde yaralandı.
Yine o sıralarda Ruslar, Rusçuk yakınında da yenilgiye uğ¬radılar. Türklere bu galibiyeti kazandıran, yukarıda adından söz ettiğimiz Dağıstanlı Ali Paşa oldu.
Sadrazam, iki ajanı vasıtasiyle, Dağıstanlı Ali Pâşa’nın bir¬liğinde subaylar arasında birlik olmadığını, bu bölünmenin as¬kerlere de sirayet etmek eğilimi gösterdiğini öğrenmişti. Onun için Dağıstanlı Paşa’yı buradan alıp, Rusçuk’un sadece üç fersah (onbeş km.) yakınındaki Mardin Birliği’ne nakletti (21 Temmuz 1773). Onun yerine tayin edilen Yenişehirli İsmail Paşa’ya da derhal görev mahalline gitmesi emredildi.
Kaynarca’da Numan Paşa’nın bozguna uğramasından son¬ra, Dağıstanlı. Ali Paşa, Karasu dolaylarını savunmak için Ha- cıköy’e geçmişti. Yeniçeri Ağası da ağalık görevinden alınmış, Çanakkale’nin savunması ile görevlendirilmişti. Burada bulunan Gazi Haşan Paşa ise sadrazamın karargâhına çağrıldı.
Vidin valisi Ahmet Paşa da serasker unvanını aldığına gö¬re, şimdi Osmanlı ordusuna yedi serasker (başkumandan) ku¬manda ediyordu. Bunların ikisi Karadeniz ve Akdeniz Kaptan Paşaları, diğer beşi ise Tuna boyunda Silistre, Pazarcık, Kara¬su, Rusçuk ve Vidin’de bulunan seraskerler idi.
Bütün orduya «serdar-ı ekrem» sıfatiyle kumanda eden sadrazam, Vidin seraskerine Kalafat’tan Kalla’ya gitmesini, bu bölgede üslenen birlikleri toplayıp Rusçuk seraskerine sevket- mesini emretti. Rusçuk şeraşkşri Yergöğü’nü geri almaya çalış؟.-
çaktı. Sadrazam, Tuna boylarında ه güne kadar görülmemiş bu serasker sayısiyle de yetinmeyip, onlara yardımcı olarak, saray görevlileri sıfatiyle yüksek rütbeli subaylar da tayin etti. Rus- çuk seraskerinin yanına ‘bu şekilde verilen yüksek rütbeli su- bay, Rusçuk âyânı Seyyid Haşan Paşa idi. Dağıstanlı Ali Paşa İle subayları arasındaki fikir ayrılıklarını sadrazama haber ve- ren o idi. Buna karşılık kendisinin de serasker olacağını ümid ediyordu. Fakat sadrazam ona üç tuğlu paşa unvanı ile Rusçuk kumandanlığını vermekle yetindi, karasu seraskeri Numan Pa- şa’nm yardımcılığına ise. Kaynarca bozgunundan sonra, Ça- vuşbaşı El-hac ispir Ağa verildi, ispir Ağa Numan Paşa’ya üç bin gönüllü getirdi.
Numan Paşa Hırsova’yı geri almak için bir süre sonra Rus- lara saldırdı ama mağlup oldu. Bu defa sadrazam onun yerine Hacıköy’de bulunan Dağıstanlı Ali Paşa’yı getirdi. Ali Paşa ve Silistre seraskeri Osman Paşa yeniden terfi ettiler. Birincisi Bosna Valisi, İkincisi ise Rumeli Valisi unvanlânnı da aldılar. Silis’tre kumandanı Haşan Paşa da özi valisi oldu (13 Ekim
1773 – 26 Receb 1187). Bu değişiklikler olurken karargâha bin altı yüz elli kese akçe gönderilmiş bulunuyordu. Bu para, kış karargâhına geçmek üzere olan birliklerin ihtiyaçları için har- canacaktı.
Bu sırada Romanzov, karargâha çekilmeden önce, harekâ- tı, Tuna’nın sağ yakasında Türklere ağır bir darbe indirerek bi- tirmeye karar verdi. Bu maksatla Prens Dolgoruki’ye Hırsova yakınlarından Tuna’yı’ geçmesini, general Un’gem’e ise Baba- dağ’dan Karasu’ya ilerlemesini emretti, iki generalin birlikleri Kara-Murat köyü yakmlarmda birleştiler ve Karasu yakınında- ki Türk siperlerine hücum ettiler. Bu çarpışmada Türkler mağ- lup oldular ve her şeyi düşmana bırakarak çekildiler.
Anadolu Valisi Ömer Paşa ile Çavuş’başı ispir Ağa esir düş- tüler. Dağıstanlı Ali Paşa kalan birlikleriyle Pazarcık’a geldi. Pazarcık halkının bir kısmı Şumriu’ya, bir kısmı da Balkan dağ- larına kaçmışlardı. Bir Rus tümeni Türk birliklerini takip ederek Pazarcığ’a kadar geldi. Burada zayıf bir direnme-ile karşılaştı ve şehri zaptetti. Fakat sadece onbeş top ve iki havan ele geçirdi- ler ki bunlar da işe yaramaz hale gelmişlerdi. Kaçamadan şe- hirde; kalan ihtiyarlan ve kadınlan hiç acımadan katlettiler.
ölümden kurtulanları da çamurlar , içinde ve işkence ederek sü-rüklediler. Barbarlığın, vahşetin en şiddetlisini gösterdiler.
Ungera ve Dolgoruki’nin tümenleri tekrar bir araya gel¬dikten sonra, biri sol yöne giderek Varna’yı kuşattı, İkincisi ise Şumnu’ya giden sağ yolu tuttu.
O ana kadar Şumnu’daki karargâhında hareketsiz duran sadrazam, düşmanın kendi üzerine geldiğini öğrenince savaş meclisini topladı. Mecliste, muktedir bir kumandanın Karasu ve Pazarcık bozgununda dağılan birlikleri toplaması, seraske¬rin ihmalini telâfi edecek tedbirlerin alınması fikirleri ortaya atıldı. Yorulmak bilmeyen Abdürrezzak Efendi ise, Rusların üzerine yürüyerek ilerlemelerini durdurmayı teklif etti. Bu fi¬kir hazır bulunanlar tarafından oybirliğiyle kabul edildi. Bunun üzerine Abdürrezzak Efendi yanına Vâsıf Efendi’yi, Filibe Müf¬tüsü Nasuh Efendi’yi ve hemen hemen hepsi kendi adamları olan dört yüz kişiyi alarak karargâhtan ayrıldı.
Abdürrezzak Efendi öncü Rus kuvvetleri tarafından işgal edilen Kozluca yoluna gelince, civara dağılmış bazı kuvvetleri topladı ve hiç gecikmeden hücuma geçti. Düşmanı mağlup ede¬rek Pazarcık’a doğru ilerlemeye devam etti. Ruslar küçük bir birliğin değil de büyük bir ordunun hücuma geçtiğini sanarak paniğe kapıldılar, malzeme ve silahların büyük bir kısmım ■bı¬rakarak kaçmaya başladılar. Vâsıf Efendi şehire girdikleri za¬man, et dolu kazanların hâlâ kaynadığını, etlerin yan pişmiş durumda olduğunu görmüştü.
Pazarcık’ı alan Abdürrezzak •Efendi, general Urgen’in ku-mandasındaki ‘altı bin piyade ve üç bin süvariden oluşan diğer
– ؛birliğin Varna’yı kuşatmaya başladığını öğrenmişti. Gerçekten de Ruslar, Varna’nın iki.-üç kilometre yakınındaki Kadıköy’e gelmiş, şehire üç taraftan saldırıyorlardı (21 Ekim 1773 – 4 Şaban 1187). Fakat hiçbir başarı sağlayamadılar. Çünkü Karadeniz filosunun kaptanı Vezir Kelleci Osman Paşa o sırada Varna açık¬larında idi. Kethüdasının emrine verdiği’altı yüz kalyoncu ve bin beş yüz levendi karaya çıkarmış, Varna’nın imdadına gön¬dermişti. Kendisi de gemileriyle limana kadar sokulmuş, Hıris¬tiyan mahallesinin yakınında, Rus filosunun muhtemel baskı¬nına karşı tedbir almıştı.
Rus kuvvetlerinin sol kanadına kumanda eden general Rei” ser (Rayzer) ile sağ kanadına kumanda eden Prens Anhalt* Bernburg, deniz tarafından hücuma geçtiler. Fakat gemilere sal- dırmak için ne tutuşturuculan vardı ne de iskeleleri. Ağır bir yenilgiye uğrayarak çekilmekten başka çare bulamadılar. Türk- ler altı top, yüz kadar mühimmat arabası ele geçirdiler. Rus- lar üç yüz هاة vermişti. Yaralı sayısı da.çoktu. Ama Rus asker- leri yine de Hıristiyan mahallesine girebilmişti. Burada da tu- tunamayıp, dört toplarını daha bırakarak, «Voyvoda tabyası» denilen bir tabyanın koruması altında, yakın bir köye kaçmış- lardı. Mevzilendiği yerden sürülüp çıkarılan Dolgoruki, savaş meydanında bin beş yüz ölü bırakarak Karasu ve Babadağ yo- lunu tuttu (1891. General Ungern’e gelince, o, deniz kıyısını ta- kip ederek, Balçık, Kavama ve Mangalya’dan geçip İsmail şeh- rine çekildi.
ÜÇÜNCÜ MUSTAFA’NIN ÖLÜMÜ
Dağıstanlı Ali Paşa’nm Karasu’da mağlup olması İstanbul’- daki vezirler arasında büyük bir üzüntü yarattı. Padişah uzun zamandan beri tehlikeli bil- hastalığa yakalanmıştı. Ona ger- çe^, yani mağlubiyeti söylemeye kimse cesaret edemiyordu. Nihayet, Şeyhülislâm Mehmed Molla, padişaha gerçeği söyle- mek görevini üstlendi. Emir-ül ümerâ olan bu yüksek şahsiyet, şeyhülislâmlığı iki buçuk aydan beri ve vezirlerle tam bir uyum içinde yapmaktaydı. Selefi Mirzazâde ise hep savaştan yana idi ve Sultan artık barış taraftarı olduğu için gözden düşmüş bu- lunuyordu. Aslında kamuoyu şeyhülislâmlık için Dürrizâde’yi istemekteydi (190). Daha önce iki defa şeyhülislâmlık yapan bu liyakatli insan sert tabiatlı idi, ta^iz vermezdi. Bu karakterinden dolayı vezirler onu istemediler. Bu vasıfta bir İnsan divan-1 hü- mâyunda pek istenmiyordu. Yakın bir geçmişte ulemânın tas- vip etmediği bir fetva, yani Memlûk beyi Ali Bey’in idamını
(وما) Bu sayı Vâsıf’a göredir (II, s. 277). Buturlin sekiz yüz kişi olduğunu söylü- yor. Vâsıf’a göre Ruslar Varna önlerine 4 Şaban (21 Eikim)’’da, Buturlin’e göre ise 29 Ekim’de geldiler. ■..؛•،.
(190) Thugut .3 Eylül tarihli raporunda şöyle diyor: Dürrizâde kabul edilmedi, çünkü meziyetleri arasında sert tabiatlı, disiplinli oluşu da vardı ؛ki bu da vezirlerin pek hoşuna gitmedi.
meşrulaştıran bir fetva vermiş olmasına rağmen, Mehmed Mol¬la tercih edilmişti. ; ؛ ‘ ‘ ؛”•
Yumuşalt tabiatlı ve nüfuzlu şeyhülislâm; padişaha ordu¬nun Karasu’da mağlup olduğunu söyleyince, çektiği açılar yü¬zünden zaten hırçınlaşan Sultan hiddetle bağırdı؛ «Seraskerleri¬min beceriksizliklerinden bıktım artık, kalkıp Edirne’ye gide¬ceğim!» ‘ ، , ._>؛■ , _ •؛v ■؛ ; ١ .
Ayni gece sadaret kaymakamını ve “Reisefendi’yi dâvet ede¬rek onlara Etline’ye gitme kararını açıkladı. Fakat bunlar Sul- tan’m ordunun bulunduğü yere gitmesinin önce divânda tartı¬şılmasını istedikleri için, ertesi gün divan toplandı.
Bu defa ulemâ da vezirlerle ayni düşüncede idiler. Mevcut şartlar altında padişahın karargâha gitmesinin karışıklıklara sebep olacağını, hele sağlık durumu dikkate alınırsa ,bunun hiç de. iyi olmayacağını bildirdiler. Sonuç olarak, padişahın, hare¬keti sağlık durumunun tamamen düzelmesine kadar ,ertelendi.
Bu sırada, Fokşan’a ikinci murahhas olarak gönderilen, son derece basit bir insan olan, fakat dürüstlüğünden dolayı padişa¬hın çok sevdiği Şeyh Yasincizâde vefat etti ve padişah buna çok üzüldü. Bazı bâtıl inançlara ve yüdız falma kapılan padişah, Ya- sincizâde’nin ölümünü kendi ölümünün yaklaştığına, bir işaret saydı. Eskiden, İkinci Selim ve Üçüncü Murat da öleceklerini anlamışlardı. II. Selim kendi yaptırdığı bir hamamın yanması¬nı, III. Murat ise saraydaki köşklerden birinin camlan kınlın-, ca duyduğu şangırtılı gürültüyü, ölümlerine işaret saymışlardı ve öyle de olmuştu. : . • ٠ . .
Üçüncü Mustafa’ hastalığı açığa vurulduktan sonra ancak bir ay yaşayabildi. Zaten uzun zamandan, beri nezle ve gripten muzdaripti ve doktorlar bu hastalığı tam olarak tedavi edeme¬mişlerdi. Ama asıl hastalığı bazılarına göre vücudunun su top¬laması, diğer bazılarına göre de kalbinde polip bulunması idi ve bil durum son zamanlarda daha şiddetli olarak ortaya çık¬mıştı. ■ .. . .. .. .
Sultan Üçüncü Ahmet’in oğlu olan Sultan Üçüncü Musta¬fa’nın padişahlığı yaklaşık onyedi yıl sürdü. Bu sürenin uzunlu¬ğu, onun zalim ve korkunç bir hükümdar olmadığını gösterir. Fakat talihsizdi. Büyüye, mağribli kâhinlere, Mısırlı astrolojist- lere yani yıldız falcılarına çok inanırdı ve bu da onu, ilminin ve politikasının yanılmazlığına inanmak gibi gülünç durumlara düşürüyordu. Astroloji merakı o kadar fazla idi ki, elçi olarak gönderdiği Resmî Ahmet Efendi vasıtasiyle Prusya kıralı Fre- derik Il’den bir de astrolog (müneccim) istemişti. Ayni uzmanı Fas sultanına yazdığı bir özel mektupla da istemiş ve şöyle de¬mişti: «…Bu müneccim, halka gece ve gündüzün en uygun, en uğurlu saatlerini gösterecektir. Tabii bu, Kutsal Kitabımızın ce¬vaz verdiği ölçüde olacaktır, çünkü bütün sırları, bütün ilimle¬ri bilen ancak Allah’tır.»
En uygun zamanı seçmek için başvurduğu çare belki gülünç¬tü ama, her işi için en uygun zamanı araştırma hiç de gülünç sayılmamalıdır. Yöneticiler için söylenen en iyi vecizelerden bi¬ri, hiç şüphesiz, bir Yunan filozofunun söylediği şu vecizedir: «Zamanı tanımayı öğren» (Ya da, «uygun zamanı iyi seç»).
Üçüncü Mustafa’nın kehanete, yıldız falına merakı vardı ama, o, müsbet ilimleri de ihmal etmiş değildir. Her yıl Rama¬zan geceleri fıkıh âlimlerini toplar, âyetler ve hadisler üzerinde tartışma açardı. Onun el sanatı olarak öğrendiği şey de zevkli •bir insan olduğunu göstermektedir. Hz. Muhammed, Incil’de adlan geçen en büyük hükümdarlar olan Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın birer meslekleri olduğunu söyler, onlar gibi herkesin bir şey öğ¬renmesi gerektiğini buyururdu. Hz. Davud zırh yapar, Hz. Sü¬leyman ise sepet örerdi. Hz. Peygamber’in buyruğunu yerine ge¬tirmek için, Osmanlı şehzadeleri de küçük yaştan itibaren bir sanat öğrenirlerdi. Üçüncü Mustafa ciltçiliği seçmişti. Bu bakım¬dan, terlik yapmayı öğrenen Üçüncü Osman’dan çok daha fark¬lı yapıda bir insandı.
Üçüncü Mustafa birçok âbide yaptırmıştır ki bunlar onun hem dindarlığının, hem de mimarî zevkinin delilleridir: Üskü¬dar’da annesinin hatırasına yaptırdığı bir caminin yaşatılması (vakfiyesi) için muazzam gelirler bağlamıştı. Lâleli Camii ya¬kınında bir medrese, fakirler için bir aşhâne (imarethâne) ve ■bir de türbe yaptırmıştır. Sultan İkinci Mehmed tarafından yap-
tınlan ve depremde ağır hasar gören camii (Fatih Camii’ni) o tamir ettirdi. Yenikapı dışında, genişliği 7200 metre, uzunlu^ 14.000 metre 0عهل yeni bir mahalleyi yaptıran da odur. Maale- sef, onun bu yapıcılığı, bu eserleri, imparatorluğunun çöküşü ile kayboluyor, unutuluyordu. Bu çöküşe, yeteneği ve gerekli ener؛isi olmadığı halde devleti kendi başına yönetmek hırsı ve ulemâya rağmen Rusya’ya savaş ilân etmesi sebep olmuştur.
Üçüncü Mustafa ile ilgili çözümlenmemiş bir mesele de, tah- ta tâiip olan kardeşini zehirletip zehirletmemiş’ olmasıdır. Çağ- daş elçilerin raporları ve sadrazam Bahir Mustafa Paşa’nuı bi- yografisini anlatan eser, kardeşinin ölümünden onu sorumlu tu- tuyor. Tarih onu 1bu konuda suçlamıyor, çünkü delil yok; fa- kat, devletin ve milletin başına gelenlerin onun yüzünden oldu- ğunu söylüyor. Bu bakımdan o, kendisinden önce tahta oturan iki Mustafa ve onun üçüncü halefi olan Dördüncü Mustafa (ل91ل ile ;birlikte, bahtsızlar ve mutsuzlar arasında sayılmaktadır. Dör- düncü Mustafa, tahta, Sultan Ma’hmud’un (192) emriyle boğu- larak öldürülen amcasının kanlı cesedi üzerinden geçerek otur- muştu. Dördüncü Mustafa, tahta çıkmış ya da tahtta gözü olan ve hepsi felâkete uğrayan ©niki Mustafa’nın sonuncusu idi.
I. ABDÜLHAMİD’İN TAHTA ÇIKIŞI
Üçüncü Mustafa’nın yerine tahta, Üçüncü Ahmet’in oğlu Birinci Abdülhamid geçti. Babası öldüğü zaman henüz beş ya¬şında olan Abdülhamid, o zamandan beri, yani tam kırküç yıl,. sarayda kapalı kalmıştı. Ne bir iş-idare tecrübesi vardı, ne de dünyayı tanımıştı. Sadece Osmanlı Devleti’nin tarihini okumuş¬tu , devlet dizginini çok zayıf ellere bırakmıştı. Tahta çıkıp ile¬ri gelen zevatın tebriklerini kabul ettikten sonra, bir hattı şe¬rifle, sadrazamın, kalamiyye ve askeriyyeden olan divan ve sa-
(191) Andreossy, Constantinople et Bosphore (İstanbul ve Boğaziçi) s. 5’te söyle’ diyor: «iy. Mustafa, dehâsı da karakteri de olmayan bir padişah idi. Da- nısmanlannı dinlemezdi». •
(192) Yine ^dreossy, s. 13’te: Sultan Mahmud’u bu mukadder emri imzalamak zorunda bıraktı ve emir o 06ءة yerine getirildi»..
ray üyelerinin görevlerinde kalacaklarını bildirdi. Sonra da, ye- ni hakkedilen sadaret mührünü başmabeynci vasıtasiyle karar- gâha gönderdi (193).
Tahta çıkışının altıncı günü geleneğe uyarak Eyüp Sultan türbesini ziyaret etti ve kılıç kuşandı. Yeni padişaha refakat edenler arasında herkes hiyerarşideki sırasını almıştı: En baş- ta orduyu temsil’eden paşalar, onların ardında ulemâ geliyordu. Sonra çuhadarlar, nişancılar ve sarayın çeşitli hizmet erbabı vardı. Kortejde kılavuz çavuş ile subaşı ve asesbaşı, sipahi ça- vuşları ve silahdarlar, divan üyeleri, tımar üyeleri yani gedikli çavuşlar, müteferrikalar; yeniçeri ağaları, tezkirecileri, sancak-1 şerif muhafız bölüğünden altı süvari, topçular, cebeciler, nakli- yeciler, iki cebeci ve nakliyeci paşası, tersane emini ^e maiyeti, yeniçeri, sipahi ve silâhdarların subayları yer alıyordu. Bunlar- dan sonra da müderrisler, şeyhler, oniki hümâyun camiinin imamları, mollalar, divan üyeleri olan hoca-yı cihan, darphane emini, defter emini, arpa emini, üç defterdar, nişancıbaşı, Istan- bul kadısı, naki’b’ül şerif, iki kazasker, kaptan-1 deryâ ve yar- dımcı paşası, çavuşlar emini, mektupçu, sadaret kâtipleri, tez- kireci, reis-ül küttap, sadaret kethüdası, çavuşbaşı, sadaret kay- makamı ve şeyhülislâm yer alıyordu. Bunların da ardında bü- yük ve küçük imrahorlar, seyislerin yedeğinde götürülen ta- kımları zengin işlemeli ^e eyerlerine asılmış kalkan ve kılıçlar bulunan padişaha ait oniki at, solaklar, peykler, bostancıbaşı vardı.
Sultanın iki yanında ve ardında rikâbdarlar, silahdarlar, tülbenddar, i’brikdar, kara harem ağası ve yazıcıları, otuz kese akçe yüklenmiş sekiz katırın önünde başdefterdar vardı. Bu pa- ralar, toplanan kalabalığa saçılacaktı. Sultanın bindiği salta- nat arabasına altı at koşulmuştu. Dört katırın taşıdığı bir tah- tırevan ve muzika-yı hümâyun ‘
Bu törende ilk defa askerlere cülus bahşişi dağıtılmadı. Bu- na sebep olarak da savaş yüzünden kasaların boşalmış olduğu ileri sürüldü ki, yakında ölen bazı çok zen؛gin devlet, ricâlinin mirası padişaha intikal etmiş olmasına rağmen bu doğru idi (194). Mısır’dan Ebuzeheb, Ali Bey’in mirası olarak dört bin
(1وو) Thugut’un ء Ocak 1774 tarihli raporundan.
(موا) Thugut’un 4 Nisan tarihli raporundan، kese göndermişti. Eski kazasker Moldovancı Paşa da bin beş yüz kese miras bırakmıştı. Ömer Paşa’nın ve Karasu’da Rusla- ra esir düşen çavuşbaşının keselerinde sultanın mührü bile he- nüz açılmamıştı. Oysa bu paralar onlara hâzineden, askere er- zak temini için giderilmişti. Akkâ şeyhi Tâhir Efendi de, Ak- kâ ve Sayda eyâletlerinin valiliği babadan oğula geçecek şekil- de kendisine verilmesi şartiyle, senede yedi bin kese ödemeyi taahhüt ediyordu, öte yandan Karadeniz seraskeri Kelleci Ömer Paşa da vefat etmiş ve muazzam serveti padişaha kalmıştı.
٠ günlerde kamuoyunu en çok ilgilendiren mesele, damad paşalardan, yani sadaret kaymakamı Melek Mehmed Paşa ile Sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa’dan hangisinin padişaha daha çok nüfuz edebilecekleri idi. Sadrazamın eşi olan Azime Sultan ile kaymakamın eşi olan Zeynep Sultan padişahın kız kardeşleri idiler ve uzun zamandan beri birbirlerini kıskanıyor ve kin duyuyorlardı.
Reis-ül küttap İsmail Efendi bü makamda kalabilmek için büyük fedakârlık yapmış, iki kardeşi barışt^mak için muaz- zam bir servet ödemişti. Zeynep Sultan küçük kardeş olduğu için ablasına büyük paralar ödemek zorunda kalmıştı. Padişah büyük kardeşi daha çok sevdiği için onun nüfuzu daha da art- mıştı.
Sultan I. Abdülhamid’in yaptığı en önemli değişiklik, şey- hülislâm Şerifzâde Molla Mehmed Efendi’yi azletmek ve onun yerine Dürrizâde Efendi’yi getirmek oldu. Böylece Dürrizâde bu yüksek mevkie üçüncü defa gelmiş bulunuyordu. Fakat çok yaş- İl olduğu için kısa bir süre sonra bu görevden ayrılmak zorun- da kaldı ve onun yerine Sadrazam tvaz Mehmed Paşa’nın oğlu Yahya Efendi (195) tayin’edildi.
Kaymakam Melek Mehmed Paşa (NOT: 10) sadrazamın te- siriyle Bâb-ı Âli’den uzaklaştırıldı ve donanma paşası oldu. Pa- dişah onun yerine Yeniçeriağası Süleyman Paşa’yı tayin etti ki, bu paşaya aşırı sertliğinden dolayı kurucu lâkabı verilmişti. Fakat Süleyman Paşa bu yeni görevinde ancak birkaç hafta kalabildi ve azledilerek yerine sadrazamın karargâhından gel-
Hammer’in ‘Yahya İrendi’ dediği şeyhülislâm،« ‘îvmep&ğ&zâde İbrahim (وم1)
.(.Ç.N؛ Efendi’ olması gerek
miş olan Abdullah Paşa tayin edildi. Nişancıbaşı İbrahim Efen- di ile Çavuş’başı Abdülkerim Efendi de azledildiler. Abdülke- rim Efendi, feld-mareşal Romanzov ile ateşkes imzalanmasında görev almış ve daha sonra Saint-Petersbourg’a elçi olarak gön- derilmişti. ikisi de reis-ül küttap İsmail Efendi’nin adamı idiler. Reis-ül küttaplığa getirilen Lâleli Mehmed Efendi de az sonra bu görevden alındı ve üzengi ağasının yanında içişlerine bak- inak üzere kethüdalığa getirildi. Eski sadrazam Kabakulak’m oğlu Süleyman Bey ise ikinci defterdar rütbesine terfi ettirile- rek, yeni padişahın tahta çıkışını bildirmek üzere Viya^a’ya özel elçi olarak gönderildi (1ةو) .
Geleneğe göre, hükümdarların tahta her çıkışında sarayın hekimbaşısı da değişirdi. Bu âdete uyularak Hekimbaşı Meh- med Arif Efendi, Edime Kadısı sıfatiyle büyük mollalar derece- sine yükseltildi ve yerine başka bir Mehmed Efendi tayin edil- di (197). Bu sırada Birinci Müneccim Halil Efendi vefat etti. Onun yerine ikinci Müneccim Abdullah Efendi, Abdullah Men- di’nin yerine ise yıldız ilmindeki bilgisi Belhli Ebu Maşer’den az olmayan Musazâde Efendi tayin edildiler. Son bir değişiklik de tercümanlar arasında oldu. Bâb-ı Âli tercümanı Scarlat Kara- ca Aleko’nun yerine, akıllılığı ve dürüstlüğü ile tanınan ipsi- lanti getirildi.
BİRİNCİ ABDÜLHAMİD’İN GÜÇSÜZLÜĞÜ
Birinci Abdülhamid, tahta çıkışından on gün sonra, Gök- su çayırında top atış manevralarında hazır bulundu. Burada, Baron dö Tott’un talebelerinden olan ve «süratçi» olarak adlan- dırılan topçu talebeleri çok süratli ateş etme hüneri gösterdik- leri İçin, silahdar, onların kumandanlarına duka altını dolu kü- çük bir kese armağan etti. Bundan birkaç hafta sonra Galata sarayını ziyaret eden sultan, burada tam altı saat binicilik gös- terilerini ve cirit oyunlarını seyretti.
Padişah, bir emirle divan-1 hümâyunun haftada iki defa toplanmasını istedi. Üçüncü Mustafa devrinin sonlarında bu
(أمحل) Vâsıf, II, s. 285. Yetki belgeleri Viyan؛، Arşivi’ndedir.
(137) Hekimbaşı sarayın önde gelen ricâlinden biridir. Tıp ve eczacılıkla uğraşan- lar da onur،؛اه؛هااءه altındadırlar.
âdet hemen hemen unutulduğu için böyle bir hareket gerekliy- di. Abdülhamıd’in idare ile ilgili fikirleri, daha doğrusu bu ko- nuda hiçbir fikri olmayışı, onun faydalı bir denetim yapması- na imkân vermiyordu. Prusya elçisinin barışla لللة1ن bir danış- ma yazısına verdiği cevap buna güzel bir örnektir (198). Par- lak ümitlere kolayca kapılan bir mizaçta olan elçi Zegelin, Türk- lere Rusya ile banş yaptırabileceğini sanıyor, sadece Kıl’burun’- daki tahkimatın kaldırılması şartiyle barışın gerçekleşeceğine inanıyordu. Bu tasan sadrazara ve diğer vezirler tarafından da benimsendi ve onlar tarafından fikri alınmak üzere padişaha sunuldu. Fakat, padişah tasanyı şöyle bir notla geri çevirince pek şaşırdılar: «Sanırım böyle bir teklife cevap bile verilmez, hem zaten bu konuda ne cevap verilebilir ki?»
Kaymakam ve Reisefendi ile mutabık kalarak ve dine aykı- rı olmayacak şekilde bu teşebbüse bir cevap vermesi gerekirken, padişah tam ‘bir suskunluk içine girmişti. Bunun üzerine tasa- n sadrazama gönderilmiş, o da bunu feld-mareşal Romanzov’a bir yazı ile bildirmişti. Romanzov da verdiği cevapta böyle bir tasandan haberi olmadığını söyledi (199) .
KABİNEDE DEĞİŞİKLİK
Bir süre sonra, Thugu’t ve Zeigelin’le gizli gece görüşmeleri- nin yapıldığı sırada tanıdığımız Rikâbdar İsmail Arif Efendi bu görevinden ayrıldı ve başdefterdar oldu. Onun yerini ise Recai Mehmed Efendi aldı. Defterdarlıktan alınan Osman Efendi T’rab’• zon valiliğine verilmişti (200). Da’ha sonra ve bir hayli müca- dele ile istanköy muhafızlığını alabilmişti,
Darüssaade Ağası (Kızlarağası), Bâb-1 Âli’nin işlerine ka- rışmak istediği için iyice gözden düşmüştü. Nüfuzlu darüssaade- ağası Bekir Efendi’nin idamından beri hiçbir darüssaade ağası devlet işlerine karışmaya cesaret edememişti. Onu, müslüman- lar içiiı yeryüzü cenneti ama azledilen hadımların başı için bir
(198) Thugut’un raporundan/
(199) Vâsıf, II, s. 202’de: لم.ء kaziyeden katiyyen haberi olmadığını. » ifade edi-
(200) Thugut’un 6 Mart tarihli rapon’
cehennem sayılan Mısır’a sürdüler (201). Recai Mehmed Efen¬di ise reisefendiliğe getirilişinden bir ay sonra ve üçüncü defa azledildi. Bu azle sebep, hafıza zayıflığı ve unutkanlık idi. O kadar unutkan olmuştu ki, bir konuşmanın sonuna geldiği za¬man, başta söylediklerini unutuyordu. Bu da onun dışişleri gi¬bi önemli bir mevkide baş olmasını imkânsız kılmaya yeter bir sebepti. Bu mevkiden alınıp çavuşbaşılığa getirildi. İsmail Raif Efendi de tekrar reisefendiliğe yani reis-ül küttaphğa tayin edil¬di. İsteği üzerine padişah ona yardımcı olarak nişancıyı da ver¬di. Ondan evvel o makamın işleri onunla kaymakam arasında paylaşılıyordu.
Eski kaymakam Melek Mehmed’in eşi Zeynep Sultan ölün¬ce, padişah olan kardeşine ön bin kese para miras kaldı. Bu pa¬ranın bir .kısmı imrahor Hacı Mustafa Paşa vasıtasiyle sadraza¬mın karargâhına, öbür kısmı da Vidin seraskeri İzzet Ahmet Paşa ile Rusçuk seraskeri Cezayirli Haşan Paşa’ya gönderildi. Cezayirli Haşan Paşa, evinin geçimine gereği kadar yardım ede¬meyecek kadar fakirdi. Onun için, Üçüncü Mustafa’nın ölümün¬den az evvel, Çanakkale’den Rusçuk’taki birliklerin seraskerli¬ğine çağrıldığı zaman kendisine yetmiş beş bin kuruş verilmiş¬ti (202). Bu iki seraskerden başka, karargâhtaki Reis efendi (İs-tanbul’daki Reisefendi dışişlerini ona vekâleten yürütüyordu. Kaymakam da İstanbul’da sadrazamın vekili gibiydi). Abdür¬rezzak Efendi Babadağ yakınlarında, bir birliğe kumanda et¬mekteydi. Sadrazam ise Şumnu’daki karargâhından ayrılma¬mıştı. . –
İşte bu sırada bir Rus generali karargâha gelerek, Roman- zov’dan getirdiği mektuplarla Sultan Abdülhamid’in tahta çı¬kışını tebrik etti ve Romanzov adına yeni barış teklifleri sundu. Romanzov, Avusturya ve Prusya elçilerine de birer mektup ya¬zarak barış anlaşmasını imzalamaya yetkili olduğunu, şadra-
(201) Mısr-1 Dareyn, yani ‘iki âlemin Mısjr’ı’ veya ‘Tabiatta benzeri olmayan bir yeryüzü cenn^’. 1800 yılında ingiüzlerin yardımı ile Mısır’a dönen sadrazam Yusuf Ziya’nın mühründe şu cümle yer alıyordu: «Allahım٠١٤ ظ؛ menzili ya؛k- laşınca, Yusuf, iki Mısır’ın azizi olacaktır». Burada, Hz. ‘ YÜ- ٠® Allah katına ؛ا؛ ok menzili yaklaşmış olması • da imâ ediliyor. Ayrıca ‘Aziz’, ‘değerli, şerefli’ anlamlarına.. gelir. İlk Mısır ” ismi de سملا،ءءم’yani‘ءس’idi.
(202) Vâsıf (s. 189) ve Cezayirli Haşan Paşa Tarihi. .
zama, Bükreş müzakerelerinin kesilmesinden önce mutabık ka¬lman maddeler esas.alınarak yeni bir barış teklifi yaptığını bil¬dirdi (203).
Thugut ve Zegelin, barışa yardımcı olmak için Romanzov ve Obreskov’a yazmaktan geri kalmamışlardı. Hiç olmazsa şek¬lî olarak tercümanlarını sadrazamın karargâhına göndermek is¬tediler. Fakat sadrazam, yakında Tuna’yı aşıp Rusları püskürt¬mek üzere harekete geçeceği gerekçesiyle bu isteklerine olumlu cevap vermedi (204) .
KONT PULAVSKİ
Ayni günlerde- Polonya Konfederâsyoıİu’nun temsilcisi Ko- sakovski iki subayla birlikte’sadrazamın karargâhına gelmişti. Bunlar sadrazama, yakında. Kont Pulavski’nin geleceğini bildir¬diler. Sadrazam da onları İstanbul’a gönderdi. Fakat bunlar İs¬tanbul’da huzura kabul edilmediler. O güne kadar konfederas¬yonu himaye eden Fransız elçisi bile onlarla görüşmek istemedi.
Raguza’dan çağrılan Prens Radzivil (Racul) de İstanbul yo¬lundaydı. Pulavski’nin Bâb-ı Âli tarafından Cumhuriyet’in (Po¬lonya Konfederasyonu’nun) elçisi olarak kabul edilmesinden do-
(203) Feld-mareşal Kont Romanzov’un, 29 Nisan 1773’te ortaelçiye yazdığı mek¬tup: «…Bu konuda sadrazamla yazışıyorum. Ona, son Bükreş görüşmele¬rinde murahhasların mutabık kaldıkları maddeleri esas olarak kabul et¬meyi ve âdil bir şekilde yeniden ele almayı, barışı gerçekleştirmek için karşılıklı olarak mümkün olan bütün. kolaylıkları göstermeyi teklif ettim،.
Thugut’un bu mektuba verdiği 7 Haziran 1773 tarihli cevapta ise şunla■■ ‘ n okuyoruz: «…Barışla ilgili şartlara gelince, ekselânslarına bütün söyleye¬bileceklerim şudur: Sadrazam, gerek devletinin menfaatleri ve gerekse şahsî arzusu olarak samimiyetle barışı istiyor;, buna güvenmenizi ısrarla ifade etmek, istiyorum. Korkulması gereken şey, hukuk adamlarının inatla¬rı ve ileri gelen bazı saray mensuplarının entrikalarıdır. Sayın Zegelin ile birlikte işleri düzeltmek, engelleri kaldırmak için mümkün olan her şeyi yapmaya elbette gayret edeceğim. Ekselansları daha özel bir ilgi gösterir ve işaret verirlerse, müzakerelerin devamında kullanılacak daha emin usul ve çarelerin seçimi için katkıda bulunabiliriz.
(204) 16 Rebiülevvel 1188 tarihli bu mektubun tercümesi Thugut’un 3 Haziran 1774 tarihli raporundan. .
Hamraer Tarihi, C: VIII. F.: 34
layı çok memnundu. İkisi de savaştan önce Bâb-ı Âli’nin ع0ءل- federasyon mareşali Çemi’yi ayni sıfatla kabili etmiş olmasını düşünerek, şimdi de ayni şekilde kabul edileceklerini umuyor- lardı. Fakat yanıldılar. Pulavski, OsmanlI ordusu Şurtmu’daki karargâhım terkedince Edirne’ye kaçtı, oradan da Rodos’a sür- gün edildi. Eskiden, Macar ayaklanmasının öncüsü ve ayakla- nanlann lideri Rakoczi ve taraftarları da son ümitlerini orada yitirmişlerdi. Fakat durumu iyi öğrenen Pulavski faydasız baş- vurmalarla ve boş projelerle vakit geçirmektense Amerika’ya etmeye karar verdi. Orada onu başka mücadeleler bekliyordu.
Prusya ve Avusturya elçilerinin Bâb-ı Âli’yi Polonya tem- sililerinin hayalî vaadlerine karşı uyarmalarına da gerek kal- mamıştı. Çünkü, Bâb-ı Âli artık savaşı bitirmekten başka bir şey düşünmüyordu. Padişah, sadrazam, vezirler ve ordu ne pa- hasına olursa olsun barış istiyorlardı. Bu düşüncede olmayan yalnız ulemâ idi. Onlar, Kerç ^e Yenikale’nin feda edilmesiyle yapılacak bir barışı İslâm prensiplerine aykırı ve devletin gele- ceğini tehdit edici görmekteydiler. Onların itirazı ve inadı yü- zünden, beşinci defa sefere geçilmesi emri verildi.
14 Nisandan itibaren, sadrazam, Şumnu karargâhına tuğ- larrnı dikmeye başlamıştı. Bu vesile ile mevlütlar okunuyor, Bu- hara geleneğine uygun İlâhiler sö^leniyo^lu.
PAZARCIK VE KOZLUCA’BA BOZGUN
Karargâhta yapılan büyük bir toplantıdan sonra, Reis-ül küttap Abdürrezzak Efendi’nin, birliğini alıp ileri hareket et¬mesi ve Rusları Hırsova’dan çıkarması kararlaştırıldı. Naili Ah¬met Ağa da, kaçanlar olursa durdurmak, yollarını tutmak için Edirne’ye gönderildi. Ispanakçı Mehmed Paşa Asya’dan yedi bin kişilik bir kuvvet getirdi. Bu olaylar olurken, Fokşan görüş¬melerine katılmış görevlilerden biri olan Osman Paşa Istanköy- d©m adalara çağrıldı. Osman Paşa Bodrum’a çıkarma yapmak isteyen bir Rus filosunu, üç yüz ölü verdirerek püskürtmüştü. Amiral Orlov, Kerme (Gökova) körfezinin girişinde olan bu şeh¬ri ikinci defa ele geçirmek istemişti. Bu ikinci teşebbüsünde kay¬bı birinci teşebbüsündeki kadar büyük olmadı. İlk çıkarma te- şefobüsünde binlerce: ölü, yedi top, on bin kilo barut ve çok mik¬tarda eşya (205) bırakarak çekilmek zorunda kalmıştı.
Rusların Asya kıyılarında ikinci çıkarma harekâtının da başarısızlıkla sonuçlanması İstanbul’da sevinç yaratmıştı. Ama bu sevinç az sonra azalmaya, yerini üzüntülere bırakmaya baş¬ladı. Çünkü Osmanlı ordusu Tuna boylarında darbe üstüne dar¬be yiyordu.
Mühsinzâde Mehmed Paşa Hırsova’yı kurtarmayı düşünür¬ken, Ruslar Pazarcık tarafından yeni bir saldırıya seçmişlerdi. ؛Abdûrrezzak Efendi’nin öncü kuvvetleri Pazarcık’m yardımına koştular ama, general Kamenski’nin kuvvetlerine mağlup oldu¬lar. Kamenski ertesi gün Uşenli’de birliklerini General Suva- rov’un birlikleriyle birleştirdi ve yirmibeş bin kişilik bir kuvvet¬le Osmanlı ordusunun Kaynarca’daki üslerine hücum etti. Türk- ler buradan her istikamete dağıldılar ve yirmidokuz top düşma¬nın eline geçti. Bunlann arasında büyük bir kale topu da var¬dı ki Ruslar bunu bir yıl önce Silistre kalesini dövmek için ge¬tirmişler, ama Türklere bırakıp kaçmak zorunda kalmışlardı. Rus askerleri daha çabuk kaçabilmek için bu topa koşulu atla¬rı çözmüş ve onlara binmişlerdi. Vâsıf bu olayı gözleriyle gör-düğünü, kendisiyle beraber bin kişinin de buna şahit olduğunu söylüyor. Fakat ö sırada Türklerin şaşkınlığı o derece artmış, kendilerine güvenleri o derece sarsılmıştı ki; bu topun savaşta ele geçirildiğine inanmadılar, paşalarının onu Ruslardan satın almış olabileceklerini düşündüler. ■ ■ ، : –
Kozluca savaşında esir düşenler arasında mabeynci Tur¬han Ağa da vardı. Baht Giray’la ■birlikte Reisefendi, Kozluca hattının ilerisine giderek askerin cesaretini arttırmak istemiş, kitle halinde çekilen yeniçerilerin karşısına geçip onlarla konuş¬muştu: ‘ :■>٠ ..
«— Arkadaşlar, mukaddes cihaddan niçin kaçıyorsunuz?
«—Yaralıları taşıyoruz.»
٠— . Bir yaralıyı taşımak için iki kişi yetmez mi? Her yaralı için elli kişinin gelmesine ne lüzum var? Fazlalıklar geriye, sa¬vaş meydanına dönsün, ben de sizin önünüzde yürüyeceğim؛»
(205) V&sı؛, II, s. 268’de, «be؟ bin» kişi olduğu söyleniyor• ٠
ن—Boş konuşuyorsun,» dedi yeniçerilerden biri, «talih ter- sine dönerse önce sen kaçıp kurtulursun, çünkü sen athsm, biz
^مه^م
٠- Allah göstermesin, sizi asla terketmem؛» diye bağırdı Reisefendi, «isterseniz atımdan iner, sizin gibi ya^a yürürüm.*
Reisefendi sözlerini henüz bitirmişti هل, bir tüfek sesi konuş- mayı kesti. Nutukla vakit kaybetmemek için uzaktan ona nişan almışlardı. Bu, korkunç bir kargaşaya, çatışmaya yol açtı. Abdür- rezzak Efendi’nin maiyetinden bazıları öldürüldü, kendisi de ’ ancak, kendi askerlerinden kaçarak kurtuldu.
Abdullah Paşa’nın çarpışmada yaralanan askerlerinden bir kısmı Balkanları aşıp Karlnalbad’a kaçtılar. Düşman süvarisi ئ- rafından takip edilen diğer bir kısmı da Şumnu yolunu tuttu- lar ve karargâha bozgunu bildirdiler. Ayni anda serasker Da- ğıstanlı Ali Paşa’dan gelen bir yazı, düşmanın Kozluca’dan Şum- nu’ya hareket ettiğini, hattâ Yenipazar’a gelmiş bulunduğunu 1bildiriyordu (25 Haziran 1774 ٢٠ 15 R©biülahır 1188).
Sadeoe sekiz bin kişilik bir kuvveti bulunan sadrazam, sal- dınya uğradığı takdirde en şiddetli bir şekilde karşı koymak için tedbir almaya başladı: Bütün birliğin Şumnu yakmmda hazırlanmış siperlere sokulması, kumandanlığının da karargâ- ha gelmiş bulunan Dağıstanlı Ali Paşa’ya verilmesi kararlaştı- nldı. Süvari birliği ise düşmanı hırpalayarak ateş hattına çe- kecekti.
Kozluca çarpışmasmda, ilk kaçanlar Abdürrezzak. Mendi’- nin süvarileri idi. Askerinin ve Şumnu halkının cesaretini art- tırmak için gayret ediyordu. Evvelce alınmış olan bir karara gör», şehri savunmak için erkekler siperlerdeki askerlere katı•،■ lacak, aileleri de şehir içinde ve onların koruması altında kala- caklardı. Firar edenler için en ağır cezanın verileceği ilân edil- mişti.
Sadaret kethüdasmm kâtibi Nüzhet Efendi şehirden ayrıl- mak ٦٢٠ karısını da götürmek istemiş, bunun için karışma erkek elbisesi •giydirmişti. Fakat, erkek elbisesi giydirilen kadın şehir kapısmda nöbetçilerin dikkatini çekti ve durduruldu. Bîr oda- ya götürüp şüpheli kişinin cinsiyetini öğrendiler. Bu duruma
hiddetlenen askerler kılıçlarına sarılıp hem kadını, hem koca- «■”١ orada öldürdüler.
Nüzhet Efendi öldürücü أءه1وصه yemeden önce, kadının E^sefendl’nin bir kölesi, kendisinin de onun adamı olduğunu bağırarak söylemişti ama, bu sözler nöbetçileri yatıştıracağı yerde daha da hiddetlendirdi, Abdürrezzak Efendi için de düş- manlık duymalarına sebep oldu. Toplanıp, onu da öldürmek için çadırına gittiler. Subaylardan biri durumu öğrenip Reis- e؛؛endi’ye h^ber vermişti. Bunun üzerine Abdürrezzak Efendi sancak-ı şerifin konduğu çadıra saklandı. Ayaklanan ولآء Re- isefendi’nin çadınnı işgal ve yağma ettikten sonra saklandığı yeri de öğrendiler ve onu bulmak için bu kutsal yere koşup git- tiler (206).
Sadrazam, sancak-1 şerif çadırına, Arnavutlardan oluşan ؛bin silahlı yerleştirmişti bile. Çadıra yaklaşan kalabalık onların ateş etmeye hazır beklediklerini görünce dağılıp gitti. A’bdür- rezzak Efendi’ye gelince, süvari paşalarının himayesinde Şum- nu’dan ayrılmak zorunda kaldı ve İstanbul’a döndü,
İstanbul’da bu olay öğrenildiği zaman, Reisefendi’ye Şehir- ملآ^ةءل durması için emir gönderildi. Ama bu emir gelmeden o şehre girmiş, gizlice yazlık evine geçmişti. Sultan onu bulduğu yerde idam ettirmek istiyordu, fakat bazı dostlarının araya gir- mesiyle Kütahya’da hapis cezasiyle yetindi, kardeşi Aşir Efen- di’yi ise Bursa’ya sürdü (207).
Abdürrezzak Efendi İstanbul yolunda iken general Kamens- ki Yenipazar’dan ayrılmış, Şumnu’ya top menziline kadar SO- kulmuştu. Sadrazamm siperler؛n gerisinde beklediğini görünce, onu kuşatma altında ،ةأسا،لآ ve İstanbul yolunu kapatmaya karar vşerdi (208) . Bu maksatla üç gün içinde sol kanat kuvvet- lerini yayarak, Yenipazar tarafmdan Şumnu’ya hâkim bütün tepeleri işgal etti.
General 9abor؛avski’nin kumandasındaki birlikler, Balkan- larda Çalıkavak geçidini savunmakla görevli eski Sekbanbaşı
(206) Thugut’un 30 Haziran 1774 tarihli raporundan.
(207) Buturlin, Saint-Peterstoourg Jurnali, XVI, s. 156.
(208) Buturlin Vâsıf için ‘Serasker* diyor, oysa o ‘muhafız* rütbesinde idi.
Yusuf Paşa’yı mağlup etti. Bu geçit İstanbul yoluna çıkıyordu (3-14 Temmuz).
Kamenski, Şumnu önlerine gelişinin yedinci günü ordusu¬nu üçe ayırdı. Bunların üsleri Yenipazar-Şumnu yolundaki Bu¬lanık köyü ile, Şumnu’dan Varadin’e giden yolun üzerinde bu¬lunan Kazanlar köyü arasındaki alanları doldurmuş oluyordu, öte yandan General Miloradoviç, iki alayını, Şumnu’jru geçtik¬ten sonra Kamçı ırmağına dökülen küçük çayın karşısına ge¬çirdi. Böylece, Türklerle AvusturyalIlar arasında imzalanan ilk banş anlaşmasının ve Türklerin İkinci Viyana kuşatmasının yıldönümü olan 14 Temmuz 1774 gününden itibaren, sadrazam, Ruslar tarafından tamamen kuşatılmış bulunuyordu.
Rus ordusu Kamçı ırmağı kıyısına kadar ilk defa gelmiş¬ti. Eski adı Pamisos olan bu ırmak, ondördüncü yüzyılda Bi¬zans’ın sınırını oluşturuyordu. Bu ırmak güzel Hemus vadisini sulayarak, Varna’nın güneyinde Karadeniz’e dökülür.
Kozluca savaşından birkaç gün sonra, feld-mareşal Roman- zov ile Obreskov (209), Prusya elçisi Zegelin’e bir mektup ya¬zarak, sadrazamdan aldıkları yazıya göre, banş görüşmelerini başlatmak için ön teklif sunmaya hazır olduklarını bildirmiş¬lerdi. Buna göre, Kırım Türkleri ile ilgili olarak, Ruslar müslü- man diniyle uyuşmayan hiçbir şart ileri sürmeyeceklerdi; fa-kat, fethedildiği halde hükümdarlarının geri vermeye hazır ol¬duğu bunca yere karşılık, Kalburun, özi, Kerç ve Yenikale’yi is¬tiyorlardı. Mektuplarının sonunda, sadrazamın bu tekliflerini reddetmesine üzüldüklerini de söylüyorlardı.
Fakat, Ruslar Şumnu önlerine gelince ve sadrazamın ordu¬su ؛burasını kitle, halinde terketmeye başlayınca, tehlike büyü¬müştü. Muhsinzâde, karargâhta *süvari mukabelesi» olarak ko¬nuk gibi bulunan bir Rusça tercümanını acele yanma çağırttı ve feld-mareşalin gönderdiği son mektubu tercüme ettirdi. O günlerde mektupçular, yazıcılar gibi, Bâb-ı Âli tercümanı da yok olmuştu. Bazılan Karinabad’a kaçmış, bazdan da Edime tarafına gitmişlerdi. Ama artık, birçoklarının yaptığı gibi, feld-
(2،©) 9 Haziran tarihli bu iki mektup, Thugufun raporuna eklidir.
mareşalin mektubunu hafife almamak, onu bir hezeyandan iba¬ret görmemek gerekiyordu (210).
Bu mektubun tercümesini okur okumaz, maiyetindeki su¬baylardan birini feld-mareşalin karargâhına gönderdi ve bir ateşkes talep etti. Bir yandan da vazifelerini terkedip giden me¬murların yerini doldurmaya çalıştı. Sadaret kethüdasının bi¬rinci yardımcısı Nahifi Efendi’yi beylikçi, yani reis-ül küttap vekili tayin etti, birinci yardımcılığına da Berrî Efendi’yi getir¬di. Halimi Efendi’nin damadı Şehrî Efendi, sadaret kethüdası¬nın mektupçusu oldu.
Romanzov, sadrazama verdiği cevapta ateşkes talebini red¬dediyor, kendisine tam yetkili murahhaslar gönderilmesini is¬tiyordu. Bunun üzerine Muhsinzâde, Abdürrezzak Efendi’nin yerine reisefendiliğe Münib Efendi’yi çağırdı ve ona, murahhas olarak feld-mareşale gitmesini teklif etti. Fakat Münib Efendi bu görevi tek başına yapmak istemeyince, kethüda Resmî Ah¬in ed Efendi’yi nişancı rütbesiyle birinci murahhas, Münib Efen¬di’yi de ikinci murahhas olarak seçti.
KAYNARCA BARIŞI
Sadrazam büyiik divanı toplayarak mevcut şartlar karşı¬sında düşündüğü tedbirleri açıkladı. Divanda bulunan herkes, ateşkes sağlanmamış olsa bile murahhas göndermeyi gerekli ve faydalı buldu. Çünkü, şartlar ne kadar ağır olursa olsun, devletin şimdi en muhtaç olduğu şey barışın sağlanması idi. Fik¬rini söylemesi istenen Müftüzâde Ahmet Efendi, «Barış eskiden Ebdürrezzak Efendi’ye teklif edilen şartlarla imzalanırsa meşru olacaktır»dedi.
iki murahhas, Şumnu’dan feld-mareşalin karargâh kurduğu Kaynarca’ya hareket ettiler. Yeniçeri mektupçubaşısı Lâleli Mus¬tafa Efendi ise, ordunun bütün vezirleri ve paşaları tarafından im7.fl.la.nan bir yazıyı padişaha sunmak için İstanbul’a doğru yo-
(210) Vâsıf, n, s. 304’de: ،..Mareşalin mukaddema tevarüd eden mektubu, baa hezeyan ve terehatten ibaretdür deyü nazar ve tercümesine itibar olunma¬dığından…•.
la çıktı. Bu yazıda son olaylar ve ordunun acınacak durumu ol¬duğu gibi anlatılıyor, padişahın divanda alman karan onayla¬ması isteniyordu.
16 Temmuz günü, iki Türk murahhası Rus temsilci Prens Pepnin ile ilk toplantıyı yaptılar. Görüşmeler uzun sürmedi. Bükreş konferansında tespit edilen esaslar üzerinde yedi saat süren bir tartışmanın ertesi günü anlaşmaya varıldı ve barış sağlandı. Fakat Ruslar imzalı nüshayı dört gün geciktirerek an¬cak 21 Temmuz’da gönderdiler. Çünkü 21 Temmuz Pruth anlaş¬masının imzalandığı gündü. Büyük Petro’nun (Deli Petro’nun) bugün Türklerin durumuna düşerek imzalamak zorunda kaldı¬ğı ve utanç verici buldukları anlaşmayı, şimdi ayni güne, Rus zaferini simgeleyen bir barışa rastlatmak suretiyle unutturmak istiyorlardı. Feld-mareşal Romanzov’un anlaşma yeri olarak Kay- narca’yı seçmesi de tesadüf değildi. General Vaysman Kaynar¬cada vurulmuştu ve Romanzov, zaferinin sonucu olan anlaş¬mayı, silah arkadaşlarının kanlarını döktükleri yerde yapıyor¬du.
Kaynarca barışı yirmisekiz madde idi، Aynca iki gizli mad¬de vardı ki bu maddelere göre OsmanlI Devleti üç yıl içinde Rusya’ya dört milyon ruble ödemeyi, Rusya ise hiç gecikmeden Adalar Denizi’ndeki (Ege’deki) adaları taihliyeyi taahhüt ediyor¬lardı (NOT: 11).
Türk murahhası Resmi Ahmet Efendi «Hülâsait’ül itibar» ad¬lı eserinde, bu iki madde ile ilgili olarak sadrazamm murahhas¬lara önce yirmi bin ruble için izin verdiğini, sonra kırk bin rub¬leye çıktığını söylüyor. Diğer yirmisekiz madde, evvelce Fok- şan ve Bükreş müzakereleri sırasında tartışılan ve kabul edi¬len maddelerdi. Bu maddelere göre Kırım, Basarabya ve Ku- ban’daki Tatar Türklerine siyasî bağımsızlık veriliyor, dinî ba-kımdan ise Osmanlı sultanlarına bağlı kalıyorlardı. Rus ordu¬su tarafından zaptedilen bütün eyâlet, şehir, köy ve kaleler Kı^ nm Hanı’na terkedilecek, fakat Kerç ve Yenikale limanlan Huş¬larda kalacaktı.
Ruslar Boğdan, Eflâk, Basarabya, Gürcistan, Mingreli ve Adalar’da işgal ettikleri yerleri Türklere iade edecek, fakat Kü¬çük ve Büyük Kabartay, Azak ve Kılburun Rusların olacaktı; Esirler karşılıklı olarak ve hiç fidye alınmadan serbest bırakı¬
lacak, Akdeniz’de Rus gemilerine giriş ve ticaret serbestliği ta- mnacak, yolcuların ve özellikle Kudüs’e gidecek hıristiyan ha- cılann güvenliği sağlanacaktı. Bu,, elçiler, konsoloslar ve tercrü- manlar için iyi bir anlaşma olacaktı. Bundan böyle Bâb-1 Âli Boğdan ve Eflâk’teki tebaaya daha âdil davranacak, Rus hüküm- darının ‘imparator’ unvanını kabul edecekti.
Bu anlaşmaya göre, imparatoriçenin İstanbul’da CPera’da) bir kilise yaktırmasına, Osmânlı sınırlan içindeki hıristiyan te- baayı himaye etmesine, kiliseleri korumasına izin verilecekti. Ve nihayet, bu barış anlaşmasından önce Osmanlı Devleti ile Rus- ya arasmda imzalanmış bulunan banş anlaşmalarından yalnız 1700’de yapılan Azak anlaşması yürürlükte kalacaktı. Bütün di- ğer anlaşmalar, özellikle de Belgrad anlaşması iptal edilip yok sayılacak, gelecekte iki imparatorluk arasındaki ilişkilerde Kay- narca banşı esas alınacaktı.
Bu savaşın başlamasının asıl sebebi olan Polonya’dan hiç söz edilmiyordu. Yine bu savaşta Türeler, o tarihe kadar hiç görmedikleri bir mağlubiyete uğramış bulunuyorlardı Î211).
KAYNARCA BARIŞI İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER
Şimdi, Osmanlı imparatorluğu’nun Kaynarca Banşı ile so- na erecek olan altıncı devrinin sonlanna gelmiş bulunuyoruz. Sanınz aşağıdaki düşünceleri belirtmemizin yeri ve zamanı gel- iniştir. .
Karlofça Banşı Türk istilâlarının sona erişini, her zaman fâtih olan Osmanh Devleti’nin Avrupa’da gücünün kırılışını be- lirler. Bununla beraber, bu son dönemde bu devletin, bazı ba- kımlardan yine de büyüdüğünü gördük. Fakat bu başarılar ge- çici idi. Asya’da İran’ın paylaşılması sonucu topraklarını büyüt- müştü. Avrupa’da ise Avusturya ve Rusya’ya kabul ettirdiği avan^lı İİ£İ banş imzalamıştı ki bunlar Pruth ve Belgrad an- laşmalandır. •آ■
(211) «Bu anlaşmada Polonya’dan hiç söz edilmemesi Rusya için en büyük ba- sarı olmuştur. Sava؛؟n başlamasına sebep bu devlet idi ve simdi onun ad، bile anılmıyordu, üstelik, Polonya’nın adı geçen daha önceki anlaşmaların hepsi iptal edilmişti.» Ferrand, Q, s. 249•
Bu devirde altı padişah hüküm sürdü. Bunların birincisi ile sonuncusunun, yani ikinci Mustafa ile üçüncü Mustafa’nın de- virleri, devletin en bahtsız, en felâketli devirleri olmuştur, ikin* ci Mustafa devrinde yeniçeriler ayaklamış ve onu tahttan in- dirmişlerdi. üçüncü Mustafa devrinde ise daha büyük bir fe- lâketle karşılaşılmış, yani Rusya ile yapılan savaş, en ağır şart- ların kabul edildiği Kaynarca anlaşması ile sonuçlanmıştır.
Bu de^rde üçüncü Osman ve Birinci Abdülhamid sadece ismen var olmuşlar, hiçbir büyük veya faydalı işde tesirleri ol- mamıştır. Buna karşılık üçüncü Ahmet ve Birinci Mahmut bir- çok bakımdan övgüye değer işler yapmışlardı. Faydalı bazı mü- ^seseler kurmuş, milletin kalkınması ve medeniyet yolunda ilerlemesi için gayret göstermişlerdir. Bu dercin karanlık tablo- sunda, devleti üçüncü Ahmet adına yöneten sadrazam İbrahim Paşa ile her taraftan çökecek duruma gelen imparatorluğu ayakta tutan son büyük sütun olan Koca Râgıp Paşa, iyililderi unutamayacak iki dâhi olarak görünürler.
Bu iki sadrazam, Bâb-1 Ali’ye büyük vezirler yetiştirmeye de gayret etmişlerdir. Meselâ, siyasî kariyerine Viyana elcisi olarak başlayan Reis-ül küttap Mustafa Efendi, stokholm ve Saint-Petersbourg elçiliği sırasında kendini gösteren sadrazam Mehmed Said Paşa bunlar arasındadır. Bunların devlete kazan- dırdığı Rakoczi ve Bonneval gibi yabancılar da başarılı işler görmüşler, her yerde yardımcı ve müttefikler arayıp bulmuşlar-
Bâb-ı Ali’ye, Villeneuve, Porter, Obreskov, Penkler ve Thu- gut gibi kabiliyetli ve tecrübeli elçilerin tesirleri de olmuştur (NOT: 12). Devletin eski Fransa elçisi Mehmed Çelebi ح Ma- car dönmesi İbrahim (Müteferrika) tarafından matbaanın لط- rulması, âsi bir Macar’ın oğlu olan Baron dö Tott tarafından ge- tirilen savunma tabyalarındaki yenilikler, İsveç’le imzalanan ittifak anlaşması, OsmanlI Devleti ile Rusya arasında İran’ın paylaşılması anlaşmasına Fransa’nın müdahalesi, Fransız elçisi- nin Polonya yaranna olarak OsmanlI ve Rusya’nın aralarını aç- ma gayretleri. Sultan Mustafa’nın diğer devletleröen önce ٨٦٢٧$• turya’ya Polonya’yı paylaşma teklifi, Avusturya ile imzalanan yardım anlaşması, bu altıncı devrin önemli olaylarıdır.
Bütün bu olaylar Avrupa diplomasisinin, onsekizinci yüz- yılın başından beri kaoslar arasında sesini duyuran ama sende¬
leyerek yürüyen Osmanlı Devleti’nin kaderi üzerindeki etkisi¬nin gittikçe arttığını göstermektedir. Bazı reform tohumlan bu devirde ekilmiş, bazı yeni müesseseler, meselâ nizam-ı cedit adıyla tanınan müessese, daha sonra bu gelişmenin bir sonu¬cu olarak kurulmuştur.
Fakat, maalesef, bu denemeler devleti güçlendirmiyordu, çünkü hep yarım kalıyor ve çöküşü hızlandırıyordu. Devlet’i bu duruma düşüren dış etkilerin en büyüğü, Kaynarca banşı an¬laşması ile üstünlük sağlayan Rusya olmuştur (212).
Ulemânın her çeşit idari çarkı harekete geçirerek olanca gücüyle Rusya ile bu şartlarla banşa karşı çıkması büsbütün sebepsiz bir inat değildi. Gerçekte bu banş, dışandaki bütün kötülüklerin birikiminin bütün ağırlığı ile Türkiye üzerine düş¬mesini başlatan bir banş olmuştur. İçeride yönetimin zayıf ve hatalı oluşu da, çöküşü hızlandıran diğer sebeplerdir.
Osmanlı Devleti aleyhine böylesine kötü şartlarla imzala¬nan bu banşın sonuçlarından en çok sorumlu tutulan sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa’dır (NOT: 13). Bu sadrazamın asker¬lik konusunda çok kabiliyetsiz olduğu birçok defa görülmüştür. Her ne pahasına olursa olsun banş imzalamak istemesi, bunun için birinci murahhas olarak güvenilir olmaktan çıkmış bir dip¬lomat olan dönme Resmî Ahmet Efendi’yi göndermesi, herkesin bildiği zayıf taraflarıydı (213).
Banşın imzalanmasından hemen sonra Muhsinzâde Meh¬med Paşa azledildi. Zaten uzun zamandan beri hasta idi ve son zamanlarda hastalığı epeyce ağırlaşmıştı. Azledildikten sonra ancak onbeş gün yaşadı. İstanbul’a dönerken, Karinabad kasa¬basına gelince birdenbire fenalaşmış ve ölmüştü. Bu durumda
(212) Bu anlaşmanın imzalanmasından ondört ay önce, Thugut onun nasıl sonuç¬lanacağını açıkça görmüştü. Şöyle diyordu: «..Gelecekte büyük durum de- ğişikliklerine belki tesadüfler tesir edecektir, ama korkulur ki bugünkü mü¬essif olay Bâb-ı Ali lehine sonuçlanmayacaktır. Bu durum kısa bir süre da- ha devam edecek, sonra, Osmanlı İmparatorluğu gerek savaşta, gerd؛؛ ba¬rışta Ruslara boyun eğmek zorunda kalacaktır.* (Thugut’un 3 Mayıs 1773 tarihli raporundan).
(213) Dönme Ahmed Resmî Efendi’nin böyle bir insan olduğunu Diez bilmiyordu. Onun, yazdığı tarih kitabında. Mora Rumlarının ayaklanmasından hiç söz etmeyişini, Ru،m dönmesi olmasına değil de, bu olayda bulunmayışına bağ¬lıyordu.
her zaman olduğu gibi zehirlendiği de rivâyet edildi. Bunu dü- şündürecek sebepler yok değildi. Eğer millet ona, utanç verici Kaynarca barışmm hesabını soracak olursa, Muhsinzâde de bu- na nza gösteren, izin veren İstanbul’daki vezirleri itham ede- bilirdi (214) (NOT: 14).
Bu anlaşmanın, Türklerin önem vo anlam verdikleri «yedi» sayısı ile ilgili yanlan da vardır ve şüphesiz bu bir tesadüftür. Anlaşma yedi ية’هء süren müzakereden sonra imzalanmış, ye- dinin dört katı olan yirmisekiz maddede tamamlanmıştır. Fakat öte yandan, bu anlaşmanın Vaysman’ın vurulduğu şehirde ve Prufch anlaşmasının yıldönümünde imzalanması asla tesadüf değildir. Rus generalleri ve murahhasları bu tarihi, o olayların intikamı olsun diye tespit etmişler ve müzakere yerini de ayni düşünce ile seçmişlerdi.
Bu savaş başlarken de kötü olaylar meydana gelmişti. San- cak-ı şerifle geçit resmi yapılırken dost bir devletin elçisi hal- kın kötü muamelesine, saldırısına maruz kalmıştı. Çıkarılan bir fetva ile Boğdanlılann, Eflâklilerin ve PolonyalIların malla- n ve canlan al^abileceği söylenmişti. Şimdi imzalanan banşa göre, Boğdanlıları, Eflâklileri, Osmanlı tebaası olan bütün Hıris- tiyanlan ve kiliseleri Osmanlı devletinin en büyük düşmanı olan bir devlet, yani Rusya himaye edecekti.
Kadarca banşı, Türkiye’nin kaderine tesir etmesi bakı- mından, Karlofça barışı ile Edime banşı arasında yer alır. Kar- lofça banşı ile Kaynarca banşı arasında imzalanan diğer bü- tün anlaşmalar, tıpkı Kaynarca banşı ile Edime banşı arasında imzalanan Ziştov ve Bükreş anlaşmalan gibi önemsiz kalır.
Kaynarca banşının Karlofça banşından farkı şudur: Rusya, Karlofça banşını, Avusturya, Polonya ^e Venedik’le birlikte, Ingil- tere ve Hollanda’nın arabuluculuğu ile imzalamıştı. Kaynarca banşı için ise, ayni devlet, AvrupalIların bütün arabuluculuk tekliflerini reddetmiş, Osmanlı Devleti ile ‘ şart-
larrnı kabul ettirmişti.
Rusya, bu sistemden zamanımıza kadar hiç vazgeçmedi. Çarkoselo saramda Romanzov Saduniski ve Orlov Çeşmenski
(214) Muhsinzâde Mehmed Pasa, 26 Cemazielevvel ]4) هول Ağustos 1774)’de vefat için lâkaplar verilmiş, anıtlar ve büştler dikilmişti ama, impa- ratoriçe Katerina ve Rus devlet adamları da, bütün arabulucu¬luk tekliflerini reddederek banşı yalnız kendi şartlanyla kabul ettirdikleri için «Kaynarca» lâkabını haketmiş oluyorlardı.
Karlofça barışı, esasında fatih bir millet olan Türklerin is¬tilâlarına son veren, onlan kendi tabii sınırlarında tutan bir banştı. Kaynarca banşı ise, Kınm’a bağımsızlık vererek, Özi, Kılburun, Yenikale ve Kerç kalelerini Ruslara bırakmakla, Os¬manlI Devleti’ni de bu düşmanının insafına bırakmış oluyordu. •Bu banş, tekrar ediyoruz, Türkiye’yi yıpratan sayısız felâketle¬rin sebebi olmuştur, imparatorluğun hiç değilse Avrupa’da çö-küşünü başlatmıştır.
Yatağmı değiştirip kendisine yeni bir yol ؟،çan nehir, kar¬şısına çıkan engelleri yıkar, toprağı aşındınr. Bu durumda asıl sebebi istilâcı dalgalarda değil, onlan uzun süreden beri yeni bir yol bulmaya medbur eden tıkanmalarda ve başka kuvvet¬lerde aramak gerekir.
Kaynarca banşı daha sonra imzalanacak Edime barışı ile onun getireceği sonuçların asıl sebebi olmuştur. Edirne banşı ve sonuçlarının bütün tohumları Kaynarca barışında ekilmiştir.
ONALTINCI CİLDİN SONU
NOTLAR ve AÇIKLAMALAR, ONALTINCI CİLT
Yetmişbirinci Kitap
(NOT: 1) Zolota؛ PolonyalIların kullandığı bir para birimi idi.
(Osmanlı Devleti Polonya ile ticari ilişkiler kurun¬ca bu para Türkiye’de de geçmeye başladı ve gümüş zolotalar basıldı). Artık• zolota basılmıyor, eski zo¬lota ise 35 para değerinde işlem görüyor. Bugün (yani 1831’de), İstanbul’da, para konvansiyonuna göre karşılık değeri 294 olan şu paralar geçmekte¬dir:
Altın 40 kuruşluk: 1 florin ve 24 kreuzere eşit (1 kuruş = 40 para; 1 para = 3 aspros).
Altın 20 kuruşluk: 3 florin ve 45 kreuzer.
Altın 10 kuruşluk: 1 florin ve 21,5 kreuzer. Gümüş 5 kuruşluk: 4,75 kreuzer.
2,5 kuruşluk: 2,25 kreuzer.
! kuruşluk (veya 3 aspros) :1,5 kuruş.
Fakat bu’gün bunlardan baZılan hükümet ta-rafından tedavülden kaldırılmış bulunuyor. Tica¬rette (alış-verişte) yalnız şu paralar kullanılıyor:
1 altın aynalı ٠= 44 kuruş,
Çifte aynalı = 88 kuruş,
. 1 ؛altın Mahmudiye =42,5 ؛؛ kuruş,
Yarım Mahmudiye = 21,25 kuruş,
Fındıklı Mahmudiye = 24 kuruş,
İstanbullu (İstanbul dukası) = 19 kuruş,
Yarım İstanbullu = 9,5 kuruş.
Çeyrek İstanbullu = 4.75 kuruş,
Onikilik =12 ؛ kuruş,
Yarım onikilik = 6 kuruş,
Çeyrek onikilik = 3 kuruş, i Mısırlı (Mısır’da basıldığı için) = 17 kuruş, Yarım Mısırlı = 8,5 kuruş,
Çeyrek Mısırlı — 4,25 kuruş,
1 Zincirli (zincirli duka) = 2,5 kuruş,
ل gûmtiş yüzlük (Selimiye’nin yüzde biri ر =
9,5 kuruş.
أ beşlik (Mahmudiye’nin beşte biri) = 9 kuruş,
İkilik ,= 9 kuruş.
Mısır Paşası’nın hicri 1223’te (m. 1808’de) bas- tırdığı Mısır altınının değeri 10 kuruş idi, bugün ise ?,ع kuruş «liyor.
1 dirhem ağırlıktaki Tunus altını = 24 kuruş.
1 yaldız (Venedik dukası) = 33 kuruş ve 10 para (Hollanda ve Kremintz altınları da ayni de- ğerdi),
*Karakuş’ denilen 2 florinlik Avusturya impara- torluk eküsü = 14.5 kuruş.
ء arslan kuruş (arslanh kuruş) = 40 para.
31 Ekim 1829’da kullanılmakta olan paralar ve değerleri işte böyleydi. Fakat y^i ay sonra (Haziran 1830’da) ع^هء değeri 3©9’a düşmüş bulunuyordu (ya- ni 294 birimle elde edilen 309 birimle elde edilir ol- muştu).
Ağırlık ölçülerine gelince: İstanbul’da 1 okka 400 dirheme veya 48 onsa eşitti. 1 Ons, 8,33 dirhem ağır- İlgındadır. Eczacılıkta ‘ons’ ve ‘yaram ons’ birimleri kullanılıyordu. Yarım on® 4 dirheme eşitti. Buna gö- re eczacılıkta 1 libre, 24 ons ve 94 dirheme eşittir. Bu- günkü kurda (1831’de) okka 340 dirhemdir.
Hoca yı Cihan: Vâsıf’ın adlarından sözettiği dört mü- ellif, okumuş bütün Türk, İranlI ve Araplar arasında çok bilinen ünlülerdir. Homeros, Virgilius, <؛؛içeron ve Tacitus bizde ne kadar çok biliniyorsa, o müellifler de o ülkelerde o kadar ؟ok bilinirler. Bu konuda bir،• kaç söz söylemek gerekli ve yeterlidir:
Sözünü ettiğimiz dört ünlüden biri olan Harez- mi (٠), asıl adı Abdülkasım Mahmud bin Ömer Ez-
(٠) Asıl مه Ebu Abdullah Muhammed bin Musa el-Harezmi (730-850) olan Türk asıllı ünlü matematikçi ile karıştırılmamalıdır. Hammer’in sözünü ettiği Ha- rezmî bizde daha çok *Zemahşerî’ aıdıyla bilinir (Ç.N.).
Zemahşeri olan ünlü bilgin ve edibtir Mekke’de uzun süre kaldığı için ‘Carullah = Allah’a yakın* lâ’kafoıy- la da ى1اس. Hicri S38 Cm. 1143) yılında Gürcan’da ve-
أهء etmiştir. Eserleri şunlardır:
• El-Keşşaf an Hakaikrt-Tenzil (Gökten în- dirilen Hakikatleri Açıklayan) adlı ^؛^٥١
bir Kur’an tefsiri,
٠ Esasu’l Bclâgra. (Güzel SÖZ söyleme esaslan),
• Rebiü’l-Ebrar (Doğruların İlkbaharı) adlı bir
٠ Ki^uü’l-Faik (geleneksel ilimlerin yorumu-
nu yapan, açıklayan kitap),
‘ ٠ El Müfret ve’l-Müellef fi’n-Nahiv (Nahiv üs-
tüne ayrıntılı bilgiler),
• Enmûzec (atasözleri),, El-Müsteksi (beğeni- len yazı örnekleri), …
• EI’Kıstas CSibeveyh’in mısraları üstüne yo- rumlar), ؛
• Mukaddemetu’l-Edeb (Edebiyata giriş),
• Nasayihül-Kibar (Büyükler© nasihatler),
٠ Atvak-ez-zeheb (Altın gerdanlıklar),
٠ El-Kilem en-nevabı (Veciz sözler). Bu eser Schultenş tarafından ‘Anthlogia sentantia- rum’ adıyla tercüme edilmiştir.
. ٠ Şakayıku’n-Nâme fl hakayıku’n-Numan
■ (dogmatik ©ser)ء
٠ El-Minhac (doğru yol)., ve diğer bazı ilmi eserler,
Metinde adı geçen Bediüzzaman, I. Süleyman’- m hükümdarhğı döneminde yaşayan ve İstanbul’- da ölen Iranh Şöhzâde değildir (Ona da B^iüzza- man denmiş idi). Bizim sözünü ettiğimiz, şair Bin Yahya Bin Ebulfadl Ahmet Bin El-Hüseyn Bin Yah- ya Bin Said El-Hamadanı’dir. Hicrî 398’de (m. 1007) ölmüştür. Bu müellif bayümış, öldü zann^iierek diri diri ؛gömülmüş, mezarında kendine •gelerek çır- püımış, açlığını gidermek için kendi kolunu kemir-
١’- Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 35
miş, ama mezardan çıkamadığı, kimsenin dikkati¬ni çekemediği için ölmekten kurtulamamıştır.
Hoca-yı Cihan Ibn Halikan ise, Dekkan şahı Mu- hammed Behmen’in ünlü veziridir. Düşmanlarının entrikaları ve-iftiraları sonunda şahın emriyle, hic¬ri 886’da (1481) seksen yedi yaşında iken idam edildi. İran’ın en büyük yazarı idi. Menaziru’l inşa ve Riyaz-ı inşa adlı nesir sanatına ait eserlerinden başka çok beğenilen bir ‘İran mektupları koleksi¬yonu’bırakmıştır.
Hamadanî, Naftazanî ve Curcanî. Bu isimler, büyük edito olarak sık sık örnek gösterilirler. Ak- kermanlı Mehmed de ikinoi ‘bir Taftazanî veya ikin¬ci bir Curcanî sayılmıştır. Bu iki âlimin hayatları ve eserleri üzerine burada kısa bir bilgi vermek yerinde olacak. Bunlar Ibn Halikan’dan sonra ya¬şadıkları için onun Meşhurlar Tezkiresi’nde yer al¬mıyorlar. AvrupalI şarkiyatçılar tarafından da çok az bilinirler. Sylvestre de Sacy (ünlü Fransız şar¬kiyatçısı) bile Chrestomathie (Klâsiklerden Seçme¬ler) adlı eserinde Curcanî’yi ‘Cihanî’ olarak gös¬termiştir.
Sadeddin Mesud Bin Ömer Taftazanî, Kadı Fah- reddin’in oğludur. Timur Han’ın (Aksak Timur’un) çağdaşı olan Kudbeddih ve Azaeddin’den ders al¬mıştır. Büyük bir fatih olan Timur, onun ilmine hayran kalarak himayesine almış ve Küçük Asya’¬nın (Anadolu’nun) fethine çıkarken kendisiyle bir¬likte gelmesini rica etmiştir. Daha sonra Semer- kan’t’a dönen Taftazanî, hicri 791’de (m. 1389) ora¬da ölmüştür. Fakat nâşı Serhas’a getirilmiş, kendi¬si için yaptırılan türbeye gömülmüş ve bu türbe zi- yaretgâh halini almıştır.
Taftazanî hicri 722 (m. 1322) yılında Taftazan’- da doğmuş, henüz onaltı yaşında iken Şerhü’l-Tas- rifü’l-Izzi (îzzi’nin Tasrifinin Yorumu) adlı eseri¬ni yazmıştır. Bundan on yıl sonra El-Mıftah (Anah¬tar) adli eserini vermiştir ki bunda, Sekkaki’nin Miftahü’l Ulûm adlı ‘büyük ansiklopedisinin anah¬tarına, bu eseri anlama kolaylığına sahip olmanın önemini anlatır. Dört yıl sonra Şerhü’r-Risaletü’ş-
Şemsîye (Şemsî Risalesi Yolumu) adlı kitabı ile yine bir yorum kitabı olan Tenkih’i yazdı. Harezm’- de kaldığı dönemde (h. 768, m. 1366) El-Irşad (Yol Gösterme) adlı eserini meydana getirdi. H. 784 (m. 1382) yılında Semerkant’ta Makassid adlı yorum kitabım bitirdi. 789 (m. 1387) yılında El-Miftah’m üçüncü cildini tamamladı. Herat’ta Hanefi Fetva- lan’nı, Serhas’ta fıkıhla ilgili eserini, Semerkant’ta Kur’an Tefsiri’ni yazdı. Öldüğü zaman yetmişbir yaşında bulunuyordu. Miftah yorumcusu olan Taf- tazanî’nin rakibi, Ali Bin Muhammed Bin Ali Eş* Şerifü’l-Curcanî idi.
Cürcanî, daha çok «Seyyid Şerif» adıyla tanı¬nır. Bu isim onun Hz. Peygamber sülâlesinden ol¬duğunu belli eder. Hicri 740’ta (m. 1339) Curcan şehrinde doğdu. Timurlenk onun Taftazanî ile yap¬tığı bir münazarada ilmini takdir etmiş ve destek¬lemiştir.
Curcani’nin elli kadar eseri vardır ve bazıları şunlardır-, El-îzi’nin- tasavvufî görüşünü yorumla¬yan Mevakıf, Nasireddin Tusî’nin Teerid adlı ese¬rini şerh eden bir kitap, Keşşaf ve Kutbeddin’in eserlerinin yorumlan, Feraiz (Farzlar) adlı eseri, karakterlerin gerçek mânalarını anlatan bir eser, çeşitli tarifleri bulunduran Tarif at adlı diğer bir eser.. Baron Sylvestre de Sacy hu eserlerden bazı örnekler vermiştir.
Curcanî, hicri 816 (m. 1413) yılında, Şiraz’da, yetmiş altı yaşında öldü.
Sadrazam Râgıp Paşa’nin adaşı olan Râgıp-İs- fahanî, Râgıp El-İsfahanl adıyla tanınır. Kısaca Mu- hazarat denilen Muhazaratü’l-üdeba ve muhavera- tü’ş-şuara ve’l-Bülâga adlı büyük eserin müellifi-dir. Ediblerin yazdıklarına, şair ve hatiplerle ko¬nuşmalarına dairdir. Güzel konuşma kurallarını gösteren Efaninül-Belâga, Kur’an’da geçen kelime¬leri açıklayan Müfredat, Gazaiî’nin çok övdüğü ve istifade ettiği Şeriat adlı eserleri de vardır.
. Gazali hicri 505 (m. 1111) yılında öldüğüne gö¬re, Râgıp Isfahanı ■Hicrî beşinci asırda yaşamış ol¬malıdır.
Ünlü bir tarihçi olan Vessaf, daha çok «Ves- safü’l-Hazret» adıyla bilinir. Babasının adı Fazul- lah’tır. İran’da hüküm süren Moğol imparatorlu* ğu’nun yedinci hükümdarı olan Gazan Han zama- nında yaşamış ve eser vermiştir, ünlü eserinde Mengü Han’ın hükümdarlığından başlayarak, hic- rî yedinci asrın ikinci yarısına ve milâdi onüçüncü yüzyıla ait en önemli olayları anlatır. Bu tarih ki- tabı güzel uslübu ile de meşhurdur ve müellifini, ünlü tarihçi Gazneli Mahmud’dan üstün tutulması- m sağlamıştır. Vessaf’ın Asya’da çok bilinen beş cildlik bu eseri Avrupa’da hemen hemen hiç bilin- iniyordu. Eserin adı Teczâ’t-ül Emsar ve Tecidü’l- âsar’dır. Bu eserine hicri 699 im. 1299)’da başlamış ve 711 (m. 1311) yıhnda, Hüdabende’nin hükümdar- hğı zamanında bitirmiştir. Meşhur Reis-ül küttap Şirvanlı Ebu Bekir Çölümü h. 1136, m. 1725) bu eserin bilinci cildini yorumlayan bir kitap yazmış- tır. Gülşen-i Hülefâ (Halifelerin Gül Bahçesi)’ضه müellifi ve Arabşah’m yazdığı Timur Tarihi’nin Nazmizâde, İstanbul’da Vessaf Tarihi’- nin iki cildini yorumlayarak yayınlamıştır. Ayrıca bu müellif, anlaşılması güç deyim ve kelimeleri açıklayan çok değerli bir lügat de yazmıştır. 1174- de (m. 1760) İbrahim Hanif Efendi de ayni eser için bir açıklama yazmış, 1161 (m. 1746)’de ölen Mevlâna Nailî Ahmet Efendi ise, Ebu Bekir Şirva- nî’nin kaldığı yerden Vessaf’ın diğer tercüme ve açıklamasını tamamlamıştır.
Vessaf, Türklerin ve İranlIların Tacitus’u sa- yılır. Ebu Bekir, Nâilî ve Nazmizâde’nin onun ta* rihini açıklayan ve yorumlayan eserleri ve yine Nazmizâde ve Hanîf Efendi’nin lügatleri ile İbni Haldun’un kavram açıklamaları, Türkiye ve İran’- da en mükemmel tarih ve siyaset araştırmaları olarak kabul edilir. Devlet adamlarının yetişmele- ri için de bu eserlerin okunması ve incelenmesi ye- ter sayılır, . ‘
İstanbul’da matbaanın kuruluşundan itibaren yüz y^ içinde yayınlanan kitapların listesini vermiştik. اس؛ de, matbaanın Mısır’a girişinden sonra Ka- hire’de yayınlanan eserleri bildirmek istiyoruz:
I د İtalyanca-Arapça sözlük. Hicri 1238 (1823).
2-— Don Raphael’e ithaf edilen boyama sa- . natı ile ilgili ؛bir eserin tercümesi (1825).
3 — Bombaların fırlatılmasiyle ilgili bir eser. Bulak, Rebiülahırl259 (Mart 1843).
4 — Ahmet Efendi’nin Kanunnâme’si. Recep 1238 (Mart 1823) . Yedi yü sonra İstanbul’da ayni eserin ikinci baskısı yapıldı. Bu ikinci baskının ta- rihi belirtilmemiştir.
5 — Teliiisü’l-Eşkâl: Tamanlı Hüseyin Rıfkı ta- rafından yazılan bu eser h. 1215 (m. 18هه) yılında İstanbul’da basılmıştı. Ramazan 1239 (Mayıs 1824)’ da Kahire’de ikinci baskısı yapıldı.
6 — Ecrümiye؛ imam Muhammed Bin Davud Ez-Zanaci tarafından yazılmış, Arapça’daki edat- lan anlatan bir risale. Bulak, Ramazan 1239 (Ma- yısl824). .
7 —- Cevhere-i Behiye^i AJunediye fl şerhi’l-va- şjyetn-Muhammediye. 1804’de İstanbul’da yayın- lanmış olan bu eser Zilhicce 1825) ه24ا)’ta Bulak’- ta, Ahmed Efendi’nin, Birgivi’nin dinî risalesi için yaptığı yorumla birlikte ikinci defa yayınlandı.
8 Kanunnâme-i Bahriye-i Cihadiye؛ Fran- sızca’dan Reglement de la marine adlı eserin ter- cümesi. Kitapta basıldığı, yer Ve tarih belirtilmemiş.
و — Talimnâme-i Topçigân-1 Cihadiyes Donan- ma topçularının talimatnamesi olan bu kitap da
Fransızca’dan tercüme edilmiştir.
10 — Talimatnâme-i Piyadegân؛ Bir piyade ta- limatnâmesi olan bu kitap, Zilhicce 1239 (Temmuz – 1824)’da Bulak’ta basılmıştır.
II — Kanun•! Rabii Orta Talimi Beynindedir
– (Çadırların kurulmasiyle ilgili dördüncü kanunnâ- me): Muharrem 1250, (Eylül 1824), Bulak.
12 — Talimnâme-1 Piyadegândan Kanuıı-u Ha-
mis (Piyade talimi ؛Çin beşinci talimatnâme) : Mu- harrem 1241 (Ağustos 1825), Bulak.
13 — Mecmuatü’l-Mühendisin (Geometri Mec- muası). Tamanlı Hüseyin Rıfkı’nın yazdığı bu ki- tap İstanbul’da basılmıştı. Cemazielâihır 1240 (1825) yılında Bulak’ta yeni baskısı yapıldı.
14 — Usul-Ü Hendese (Geometri Usulleri), în- gilizce’den tercüme edilen bu kitabın müellifi Bonny
Castle’dır. önce İstanbul’da, sonra bazı resim-şekil ilâvesiyle Bulak’ta basılmıştır.
15 — Arap Edebiyatından Seçmeler: İki bölüm- den oluşuyor. Birinci bölümde edebî örnekler, ikin- çişinde ise mahkeme yazılan ile ilgili formüller yer
16 —.Cevheretü’l-Tevhîd (Birlik Cevheri)؛ Ta- savvufla ilgili Arapça ve manzum bir esordir. Bu- lak, Cemazielevvel 1241 (Aralık 1825).
17 — Es-Sullemu’l-muvarrik yurakka bihi II- ؛اهسل’هااا! Felsefe ilmi ile ilgili bu eser, Arapça ve manzum olarak yazılmıştır. Cemazielâhır 1241 (Şubat 1826).
18 — Riyazul-kuteba ve hıyâzuT-udeba (Ya- zarların Bahçeleri ve Ediblerin Havuzları): Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın eski kâtibi Hayret Efendi’nin büyük bir edebi derlemesidir. Bu eser sekiz bahçeye (sekiz bölüme) ayrılır. Eserin adı, İranlI Hoca-yı Cihan’ın Riyâzu’l-lnşa adlı meşhur kitabından mülhemdir. Sekiz bahçeye (sekiz bölü- me) ayırması da, ‘Sekiz Cennet’in bir tahlilidir. Bİ- rinci bahçede Bâ’b-1 Âli’ye hitap eden dilekçeler, İkincisinde Dar-üs-Saade ağasına ve sarayın diğer ileri gelenlerine yazılan mektuplar؛ üçüncüsünde sadrazama yazılmış raporlar; dördüncüsünde şey- hülislâma yazılmış raporlar; beşincisinde vezirle- re, beylerbeyilerine, büyük mollalara hitap eden mektuplar; altmcısmda kazaskerlere, müderrislere ve diğer kanun adamlarına hitap eden yazılar; ye- dincisinde kethüdalara, mabeyncilere, voyvodala- ra, mütesellimlere hitap eden mektuplar; sekizin- çişinde çeşitli vesilelerle yazılmış buyrultular yer alır. Eser Bulak’ta, Sefer 1242 (Eylül 1826)’de, Ha- bib Efendi’nin idaresinde, küçük formalar halinde yayınlandı.
……. Kahire’de basılan eserlerin en önemlisi hiç şüp-
hesiz budur. Çünkü bu eserde devletin en önde ge- !enlerine hitap ©den pek çok yazı vardır. Bunların hepsi ya kitabın müellifi tarafından ve kendi ^٤- zindan, ya da, yine kendi kaleminden olmakla be- raber, efendisi olan Mısır Valisi adına yazılmıştır. Bunlardan başka bu eserde genel valinin, onun oğ- lu İbrahim Paşa’nın ve Ziya Paşa’nm, Şakir Paşa’- nm Esma Sultan’a, İkinci Mahmud’un gözdesi has- odabaşısına, merhum Kaptan-1 Deryâ Hüseyin Pa- şa’ya yazılan mektuplar yer alıyor. Vahabîlerin re- isi Abdullah Bin Suud’un Kahire ve İstanbul’a giri- şi de anlatılıyor. Ayrıca şu kişilere hitap eden mek- tuplar da var: Şeyhülislâm Abdullah ve Arapzâde Efendiler, Kalender Paşa, Salih Paşa, Fevzi Paşa, Râ^p Paşa, Alaeddin Paşa, Galip Paşa; Şam, Girit, İzmir, د, Şelânik, Modon, Istanköy, Tunus, Ce- zayir, Trablus, Sayda, Cidde, Kandiye, Rumeli, Tır- hala, İçel, Hanya, Kütahya, Limni, Çirmen, Eğriboz, Hüdavendigâr, Kastamonu, Karahisar, Tekke, Sı- vas. Mora, Anadolu, Bolu ‘ mutasarrıfları؛
ulemâdan en tanınmış olanlar ve Paşa Kapısı’nda- l،i vezirler.
19 — Kanunnâme-i Saııi: Piyadeler için ikinci kanunnâme. Arapça olan لاط eser Bulak’ta, Rebiü- lâhır 1242 (Kasım 1826)’de basıldı.
20 — Türkçe-Farsça Manzum Deyimler Sözlü* ğü. Rebiülâhır 1242 (Kasım 1826). Bulak. Küçük formalar halinde.
21 — Usulu’l-maarif fî cevhi tasfîf-i sefâin-i Donanma fi tedbir-i harekâtiha: Savaşta gemilere verilecek taktik düzenleme ile ilgili bu kitap, Bu- lak’ta, Rebiülâhır 1242 (Kasım’ 1826) ’de, küçük for- malar, halinde yayınlanmıştır ve onüç resim (şe- kıl) vardır.
22 “ Miftahu’d-dürriye fî isbâtl’l-kavânîn ed-
deriye (Tam Farsça’yı Öğrenme Kurallarmın Anah- tan) adlı bu gramer kitabi da. Bulak’ta, Kasım 1826’- da basılmıştır.
,23— Profesör Vacca’nın İtalyanca’dan Arap ça’ya çevrilen bir eseri: Büyük formalarla, iki cilt. Bulak, Kasım 1826.
24 — Mukaddes CUıad’da Vazifeler adlı Arap- ça eser. ءآل&لداة Cerftazielevvel 1243 (Aralık 1826).
25 — Şerhü’l Ecrümiye؛ Hicri 723 (m. 1232)’de ه6لة Şeyh es-Senhâcî-i Ecrümi’nin dilbilgisiyle il- gili kitabı. Bulak, Cemazielevvel 1242 (Aralık 1826).
26 “ Kitabu’I-iltikati’l-ezhâr fi mehâsini’l-ez- kâr (Şiir Güzelliklerinin Bezekleri): Arapça aşk Şİİ- rinden örnekler veren bu kitap da Bulak’da basıl- dı, Cemazielâhır 1242 (Ocak 1827).
27 — Siyasetnâme،i cihadiye-i Osman Nuri’nin donanma mensuplarını ilgilendiren ka- nunla ilgili kitabı. Bulak، Şevval 1242 (Mayıs 1827).
28 — Bedû’J-inşâ ve’s-sıfat fi’l-mukâtebat ve’l* murâselati Çok tutulan bir Arap müellifi olan Me- rii Bin Yusuf Bin Ebübekr Bin Ahmed el-Mukad- des’in, güzel yazı yazma sanatıyla ilgili eseri. Bu- lak, Zilkâde 1242 (Haziran 1827).
29 — Kanunnâme؛ Nureddin Osman tarafm- dan Fransızca’dan çevrilmiştir. Bulak, Receb 1243 (Şubat 1828).
30 — Birinci Kanunnâme؛ Ahmet Halil Efen- di’nin 4 numarada bildirdiğimiz kitabının ikinci baskısı. Bulak, Şevval 1245 (Mart 1830) .
31 — Mehâsinül-âsâr ve hakaiku’l-ahbâr (Gü- zelliklerln izleri ve Gerçeklerin Bilinmesi): Tarih- çi ص’ىةس İstanbul’da hicri 1166 (m. 1725) yılında yayınlanan kitabının yeni baskısı. Bulak, Cemazi- elevvel 1243 (Aralık 1827).
^2 — Lâyihatu’l-fellah fi ta’lîm’iz-Ziraat ve’n* necâh؛ Ziraatle uğraşanlara faydalı bilgiler öğre- ؛ten Arapça bir kitap. Bulak, Receb 1245 (Şubat 1830).
33 — Dürri Yeikta؛ Benzeri olmayan tek inci anlamına gelen ve Hz. Peygamber’i imâ eden ki- tap. Hanefi imamların en önemli hikmetli sözlerini ve Hanefî mezhebini anlatıyor. Yazan bilinmeyen bu kitap daha önce İstanbul’da 243ل (I827)’de ba- silmişti. Yeni baskısı Bulak’ta, Şaban 1245 (Şubat 1830) ’de yapıldı.
34 — Tuhfe-i Vehbi (Vehbi’nin Armağanı): Bir Türkçe lügat olan Vehbi’nin bu eseri önce 1798’* de İstanbul’da basılmıştı. Bulak, Şaban 1245 (Şu- bat 1830).
85 — Arapça Grameri؛ Birinci baskısı îstan- bul’da 1818’de, ikinci baskısı Rebiülevvel 1244 (Ey- lül 1828)’de Bulak’ta yapılan bu eserde şu bölüm- ler yer ahyor: 1. Mihrah (sentaks), yazan: Ali Bin Mesudj 2. m. Yazarı: İzzeddin Bin İbrahim Ez-Zen- can; و. Maksudî 4. Bina5 ؛. Fiil çekimi tabloları. îs- tanbul baskısında geçmiş zaman kipi yoktu.
36 — Tarih-i Rus (Rusya Tarihi). Castera’nın bu eseri Türkçe’ye Yakovaki Argiropulo tarafından
tercüme edilmiştir. Bulak, Ramazan 1244 (Mart 1829).
37 — 1830 Yılı Takvim1 ;؛ Ramazan 1240.
38 “ Mısır Gazetesi؛ Arapça ve Türkçe olarak, iki gün, üç gün, bazen daha uzun aralıklarla Kahi- re’de yayınlanıyor.
Makalâtu’l-cevheriye ale’l-Makamat el-Harîriye؛ Medineli Hayreddin Bin Taceddin îlyâs’m, Harîri’- طه hikâyeleri, şiirleri ve makaleleri üzerine söy- lenmiş güzel sözlerdir. Hicrî 1226 (1714) yılında ya- zılmıştır. Naili Mustafa tarafından tercüme edilen ilk onbeş şiir Sadrazam İbrahim Paşa’ya ithaf edil- miştir. Hamidî’nin şiirlerini Tercüman Şeyh de ter- cüme etmiştir 1178 (1764). Ibni Seydun’un mektup- lan’nı ise 1133 (1720)’de Kara Halilzâde Mehmed Said Efendi tercüme etmiştir؛ îbni Haşim’in Sulva- nu’l-Muta adlı eserini tercüme eden de ^٧٢ 1085 (1674)’de ölen Şair Nabi Tuhfetu’l-Emsal’i tercüme etmiş’tir■ (Bu şair, daha sonraki dönemde ya$a^an ve 1712’de ölen ‘büyük şair Nabi değildir).
Surubu’l-Emsai (Eski Meseller). Edirneli Derviş Haşan Efendi tarafından 1080 (1669)’de Türkçe ya- zilmiş eski ata^özleridir. Hacı Kalfa’nın babası olan Hanif Efendi de 1175 (1761)’de ayni adı taşıyan bir eser vermiştir. Yine ayni konuda, fakat Arapça olarak, şair Kudsî de bir kitap yazmıştır.
(NOT7 ؛) O dönemde yazılan diğer eserler şunlardır:
Camiu’l-hikâyat: Hikâye derlemesi olan bu ki¬tabın bir adı da Duru’l-meknûn fîl-fulki’l-mâşhun*-
dur. 1146 (1733) yılında ölen Abdüllâtif Efendi ta¬rafından yazılmış, Sadrazam İbrahim Pâşa’ya it¬haf edilmiştir.
İşarat fîl-edebiyat1763) 1177 ؛) ,de ölen vakanü- vis Hakim Efendi’nin edebiyatla ilgili bir eseridir.
(NOT8 ؛) Bayezidzâde’nin damadı olarak tanınan ve 1099 (1687) yılmda ölen Mehmed Bin Halil, îbni Malik’- in Kafiye adlı eserini yorumlayan Şami’nin kitabı¬na şerh yazmış, yeni açıklama getirmiştir. Ayni eser için daha çok Hacı Çelebi adıyla meşhur olan Mehmed İsmet Efendi de bir risale yazmıştır. Bu müellif 1150 (1737) yılmda öldü.
1166 (1647) yılmda ölen Seynizâde Hüseyin Efendi, Birgivi’nin yeni AvamiTini (nahiv ilmine dair kitabını) yorumladı ve bu eser 1220 (1805) yı¬lında İstanbul’da yayınlandı. Seynizâde, 1218 (1803) yılında Birgivi’nin İzhar adlı eserini de yorumla¬mıştır. 762 (1360) yılında ölen İbni Hişam’ın nahiv ilmine ait eserini yorumlayan da odur.
1133 (1720) ’de ölen Nazmizâde Murteza El-muğ- niu’l-Iebib an kutubi’I-ma’rib adlı bir eser verdi. 1153 (1740)’te ölen Edirneli Şeyh Ali Rıza ise Muğ- ni Çerperdi’yi yorumladı. Dönemin benzer diğer eserleri şunlardır:
Bir lügat de yazmış olan Şururî’nin Cevaliki adlı metni için Murribat adlı bir risale; 139 (1338) ’- da ölen İbni Halib’in uzun bir tefsiri olan Mutavvel için bir risale; Taftazanî’nin Telhis’i için bir tefsir ki bu eser, 774 (1372)’de ölen Sekaki’nin Miftahu’l- Ulûm adlı meşhur eserinin bir bölümüne ait açık¬lamadan başka bir şey değildir. Fetullah Efendi’nin oğlu olan ve 1103 (1691) yılında ölen Osman Efen¬di’nin Mutavvel için yazdığı şerh. İbrahim Vahdi- nin, Taftazanî’nin uzun ve kısa mısralarını yorum- layan eseri. Ali Paşa’nın 1145 (1732)’de İbni Malik¬in eseri için yazdığı Teshil adlı kitap. 1095 (1683) yılında ölen Şeyhülislâm Debbağzâde’nin Taftaza-
nî’ye ait Terkibu’l-Cemil (Güzel Terkipler) adlı ki- tabına, Tertib-i Cemil (Güzel Tertipler) هلألل،اا yaz- . dığı yorum kitabı.
(NOT: 9) Bu konuda yazılan eserler şunlardır;
Şerhu Mefâtihi’d-dürriye fl îsbati’l-kavânln ed* deriye (Farsça’nın Kuralları îçin înoi Anahtarlar) adlı, Şeyh Sivasî tarafından yazılan eser. Mustafa Hüsameddin Nakşibendî’nin 1163 (1749)’de yazdığı Risale-i şerh-i istiare-i Farsi (Farsça’daki Deyimle- rin Açıklaması) adlı inceleme kitabı.
(NOT: 10) 1175 (l761)’de ölen Süleymaniye Kütüphanesi mü- dürü Ebubekir Nusret’in Saîb Divanı yorumu. Va- kanüvis Mehmed Hakim’in 1160 (1747)’da yazdığı Şevket Divanı’nın tercümesi. Urfî Divanı ise, 1130 (1717)’da Derviş Ömer, 1070 (1659)’de Şeyh Meh- med İbrahim Telli El-Vehbi ve 1095 (1683) sonlan- na doğru tarihçi Nişancı Abdurrahman Paşa tara- fmdan tercüme ve tefsir edilmiştir.■
(NOT: 11) Kadı Abdülbaki Efendi, Köprülümde Abdullah Pa- şa Kasidesi için 1114 (1702) ’de bir kitap yazmıştır. Ayni kaside için açıklama yapan diğer bir müellif de 1138 (1725)’de Ölen Fetva Dairesi emini Selim Efendi’dir. 1143 (1730)’te ölen Şeyh Abdülgani Nab- lusi Mazhariyet’i, vakanüvis Mehmed Hakim ise Kaab Bin Şukeyr’in kasidesini tercüme etmiş ve açıklamışlarda. Tarihçi Abdi Paşa, Tuğraî’nin ها- mîye’sini, İmam Osman Efendi ise 1155 (1743) yı- lında Nuniye’yi tercüme ve tefsir ettiler. Bu eser için Sultan Mahmud zamanında kitap yazan bir müellif de Müderris Kara Davud Efendi’dir.
(NOT: 12) Safayi, Salim ve Bursa Müderrisi tarafından yazı- lan şuara tezkirelerinden ecelce söz etmiştik. Dev- hatü’l-Meşayih adlı eser, 1157 (1744)’de Süleyman Sadeddin Mustakimzâde tarafından yazılmıştır ve şeyhülislâmların biyografilerini ihtiva eder. Tuhfe- tu’l-Mustafaviye’de ise Şehrizâde Mehmed Said ta-
• rafından yazılmış kaptan-1 deryaların biyografileri vardır. Bu müellif «sadrazamlar tezkirecisi» olarak da tanmır. Devhatü’l-Hattatin (Hattatlar Bahçesi)
‘ Suyolcuzâde Mehmed Necib’in eseridir. Atrâbu’l- âsâr fî tezkere-i urefâi’l-edvâr (Musikişinaslar Adı-
na Dikilen Güzel Âbideler) adlı ve musikişinasların biy©^*afilerini anlatan tezkire ise Şeyhülislâm Esad Efendi tarafından 1127 (1715) ’de yazılmıştır.
(NOT: 13) Bu eserler arasında sunlar da yer alır؛
Menasihul-Hac (Hac Usulu, yani M&kke, Me- dine, Kudüs gibi kutsal yerleri ziyaret vazifesi ^e hacı ١٢^^٠ için ziyaret usulü). Bu eser 1176 (1756)’” da. Sadrazam Said Mehmed Paşa’nın oğlu Suud Bey tarafından yazılmıştır.
Tuhfetu’l-Lebid (Şair Le؛bid’in Armağanı), Teb- riz’in türbelerini anlatır. 1138 (1725) yıhnda yazıl- ؟niştir.
Lâl-i Mustafa fi fureti’l-Mustafa (Medine Ziya- retinde En Saf Yakut). Bu şehrin tarihini, babasının adını aynen taşıyan Hanif Efendi yazmıştır.
Neticetü’l-fîkr fi haber-i Medine Seydi’l-Beşer (Hz. Peygamber Şehri Medine Hakkmdaki Bilgile- rin Neticesi) adlı eserin müellifi Şeyh Muhammed Bin Abdullah El-Abbasî’dir. 1176’da (1762) Sultan Hamid’in arzusu üzerine yazılmıştır..
Fazall-i Şam (Şam’ın Fazijetleri) adlı eserin müellifi îbni Abdürrezzak» lâkabı ile anı-
lan Şeyh Abduırahman Bin İbrahim tarafından 1130 (1717)’da yazılmıştır.
(NOT: 14) Vâsıf, s. 224’de bunlardan bazılarını sayar, işte bir
tanesi؛
Biz hatt-ı dil-keş-i Kalem i Sun’i görmüşüz
Hayrân-ı nakş-1 hame-i Behzâd olur muyuz?
Olsak hezâr zahmile me’yûs-1 afiyet
Menmun-ıإ’صاآ mermi؛؛m-i hasâd olur muyuz?
Tâ bilmedikçe kayd-1 rehâdan halâsımız
Mağrur-ı dâm-1 şive-i ،sayyâd olur muyuz?
Yetmişikinci Kita^
İNOTi 1) (Hammer, kitabın bu «Notlar ve Açıklamalar» ‘bö- lümünde, Türk sefirinin Frederik Il’ye takdim et- tiği hediyelerin İtalyanca yazılmış listesini veriyor)
(NOT: 2) (Notların bu bölümünde, onbir maddelik anlaşma*
nın İtalyanca metni yer alıyor)
(NOTل3 ؛ Sadrazam Mustafa Paşa’nm Branicki’ye yazdığı ve. sonra geri aldığı Fransızca mektuptan:
‘ «…Divan-1 Humâyun tercümanı vasıtasiyle al- dığımız bilgi ve açıklamalara göre elçi şöyle demek- tedir: Ma]’e»teleri, Rusya impara’toriçesi ve Prusya kıralı, Poniatavski adlı bir Polonya senyörünü Po- lonya tahtına lâyık görmektedirler. Bütün davra- nışlan, bu senyörü Polonya tahtına çıkarmak niye- tinde olduklarını gösteriyor. Bu iki sarayın Varşo- va’da toplanacak büyük Diyet’de bu niyetlerini ka- bul ettirmek için, PolonyalIların hak Ve hürriyet- lerine karşı gelerek şiddete başvuracakları kuvvet-
li bir ihtimaldir. Bunlar Polonya’da, Bâb-ı Âli’nin Rusya ve Prusya ile ayni görüşte olduğu yalanını yaymışlardır ve bu rivâyet, dostlarımız olan Polon- yalıları şüpheye düşürmüştür. Dalarımız, Bâb-ı Âli’nin, Poniatovskı’nin Polonya tahtına çıkmasına karşı olup olmadığmı öğrenmek istiyorlar. Siz de bu şüpheleri ortadan kaldırmak için, Bâb-ı Âli’nin bu konudaki görüşünü ve niyetini açık-seçik belirt- meşini istiyorsunuz.
Size yazmak şerefine nail olduğum iki mek- tuptan başka, Polonya’nm geçici hükümdarı aziz ve muhterem dostumuz Vladislas Alex. Pom. Lu- binski’ye yazmak şerefine nail olduğum mektupla da, Bâb-ı Âli’nin görüş ve temennileri açıkça anla- tılmıştı. Bugüne kadar Bâb-ı Âli’nin ؛görüşleri sa- mnz tarafınızdan açık olacak anlaşılmıştır. Bunun- la beraber, şüpheleri, ortadan kaldırmaV maksadiy- le, Şevketlû Efendimizin görüşlerini, bu hakşinas hükümdarın gayesini, size bir defa daha bildirmek- ten şeref duyarım:
PolonyalIlar hak ve hürriyetlerini kullanarak kırallannı kendi aralarından seçmelidirler Ve bu kıral bir yabancı değil, bir PolonyalI olmalıdır. Par dişah Hazretleri PolonyalIların eski’hak ve hürri- yetlerinin asla ihlâl edilmemesini arzu ediyorlar.
Bu görüşümüz, Bâb-ı Âli nezdindeki Prusya, Rusya, Avusturya ve Fransa elçilerine tarafımız- dan bildirilmiş, her birine konu ile ilgili bir muhtı- ra verilerek, hükümdarlarına yazmalan, Bâb-ı Âli’-
nin bu yönde müşterek hareket etme arzusunu bil¬dirmeleri istenmiştir.
1Size, bu mektubu getirecek olan elçi vasıtasiy- le, malûmatınız olsun diye, ayni mektubun bir kop¬yasını veriyorum. Bâ’b-ı Âli’nin Polonya tahtı ile il¬gili görüşlerini eski mektuplarımızdan ve bu mek-tubumuzdan ve adı geçen muhtıradan öğrenebile¬ceksiniz. Şevketlû Padişahımızın, PolonyalIların es¬ki haklarının korunmasını, kırallıkta asayiş ve hu، zurun sağlanmasını, dostumuz Polonya Cumhuriye- ti’nin hak ve hürriyetlerine sahip olmasını, buna karşı gelinmemesini arzuladıklarını bir kere daha ifade ederiz..
Banş ve huzur, doğru yolda yürüyenlerin ol¬sun.
İstanbul’da yazıldı ve imzalandı.
Samimi dostunuz.
İmza؛ Mustafa»
Bu mektubun bir bölümü daha sonra şu şekil¬de değiştirildi؛
«Bâb-ı Âli, Polonya ile arasında eskiden beri var olan ve Karlofça ‘barışından sonra Cumhuriyet ile de devam ettirilen kuvvetli dostluk bağlan ve anlayış içinde, bu dost ülkenin hak ve hürriyetleri¬ne saygılıdır. Şurası iyi bilinmelidir ki, karşılıklı dostluğa aykırı bir tavır alınmadıkça, Bâb-ı Âli, dostunun huzur, hak ve hürriyetlerine olan saygı¬sını titizlikle sürdürecektir. Bu husus, açıklıkla ve kararlılıkla her yerde ifade edilmiştir. Şevketlû Pa¬dişahımızın görüşleri de budur.»
«…Bâb-ı Âli, Polonya Cumhuriyeti’nin bütün hak¬larının, hürriyetlerinin, anayasasının ve toprakla¬rının korunmasından yana olduğunu, hiçbir devle¬tin bunlara tecavüz etmesini istemediğini bildirmek lûtfunda bulunmuştur. Buna benzer teminatın ba¬zı komşu devletler tarafından da verilmiş olması bütün vatanseverlerin barış ve hürriyet ümitlerini arttırmıştı. Fakat bu vatanseverler bugün ümitle-rinin söndüğünü büyük bir üzüntü ile görmekte¬dirler.
Polonya Diyeti, hürriyetle bağdaşmayan bir tarzda ülkemizde bulunan yabancı birlikler tara¬fından dağıtılmıştır. Diğer bazı birlikler de, bir yan¬dan Litvanya’ya, öte yandan başkente doğru iler¬lemektedir. Bunların bir kısmı civardaki mevkileri tutmuş durumdadırlar ve yakında toplanması ge¬reken diyet için tehlike teşkil etmektedirler. Yaban¬cı kuvvetler çekilmedikçe diyet toplanamayacaktır. Bu birliklerin çekilmesi için Rusya’nın Varşova’da¬ki elçisine yapılan müracaatlar bugüne kadar bir sonuç vermedi. Onun için doğrudan doğruya Rus- , ya imparatoriçesine başvurmaktan başka çare kal¬mamıştı. Şu günlerde başkentte toplanan Cumhu- riyet’in başlıca üyeleri de bunu yapıyor, imparato- riçeye başvuruyorlar. Cumhuriyetin korunmasiyle ilgilenen diğer devletlere, özellikle Bâb-ı Ali’ye de başvurmuş bulunuyorlar. Bâb-ı Âli’nin yüce gönül¬lü, âdil ve haksever oluşu, vatanlarının kurtanlma- , sı için canlarını ve mallarını feda etmeye hazır olan Polonya halkına, onun yardım edeceği ümidini art¬tırıyor.
; 13 Nisan 1764
Başpiskoposluk Sarayı, Varşova»
‘ İmzalar؛
KRASİNSKİ؛ Kamaniçe Piskoposu؛ BRANİCKİ, Krakova valisi ve general؛ JOSEPH ANDRE, kont Zaluski, Kiovi Piskoposu؛ ANTOİNE PRÎMO JABLO- . NOVSKİ, Posnan valisi; JEAN DE HULTEN, Minsk valisi; GOSTANİCKÎ, Siradie valisi; POTOCKİ, Kio- ‘ nie valisi: LUBOMİRSKİ, Lublin valisi; BÎELÎNS- Kİ, Saray mareşali; SAPÎENA, Polock valisi; TAL- BONOVSKİ, Novûgrod valisi; ADAM BRZOSTOVS- , Kİ, Polock kumandam; ALEKSANDER DZİERZİC- , . ٠ ،J ؛KÎ، Bjczezin kumandanı; GLEMBOCKÎ, Crusvica ku¬mandam. • .
, Başsekreter yerine Saray başmühürdârı
GABRİELINNOSTA POTOCK ; ■ tarafından görülmüş ve gönderilmiştir.
(NOT: 5) Tarafımızdan, hükümetine bildirmesi için Rus el¬çisine verilen muhtıranın kopyasıdır. Bu muhtıra
daha sonra Prusya, Fransa, Avusturya elçilerine tercümanları vasıtasiyle verilmiş v© hükümetleri¬ne bildirmeleri istenmiştir. Bu kopya da, Polonya mareşali çok muhterem dostumuza bugün yazılan mektuba eklenmiştir.
«…Bâb-ı Âli’nin, Polonya sarayının eski hak ve hürriyetlerinin hiçbir yabancı devlet tarafın¬dan ihlâl edilmemesi gerektiği yolundaki ؛görüşleri, kısa bir süre önce, dostumuz olan muhterem elçiye bir muhtıra ile bildirilmiştir. Polonya kiralının, Po¬lonya Cumhuriyeti’nin yapacağı bir seçimle Polon¬yalIlar arasından seçilmesi, kiralın bir PolonyalI olması, asla bir yabancının kıral yapılmaması gö¬rüşünden yanayız. Bununla beraber, bazı çevreler-den alınan bilgilere göre, Polonya’da kargaşalığa yol açacak şekilde, birlikler harekete geçirilmiştir. Bu ülkede, bazı devletler tarafından desteklenen bir kişinin kuvvet zoruyla kıral yapılmak istendiği öğrenilmiştir. Bunun doğruluk derecesi tam olarak bilinmemekle beraber, Fransa, Avusturya ve Prus¬ya elçilerinin herbirine bir muhtıra verilmiş ve bu¬nu hükümetlerine bildirmeleri istenmiştir. Bu muh¬tıra ile Bâb-ı Âli, PolonyalIların eski haklarının ko¬runmasını temenni eder ve buna saygı duyar. Di¬ğer devletlerin de saygı duymalarını ve Polonya kıralı olarak bir PolonyalInın seçilmesinden hiçbir rahatsızlık duymamalarını diler.
Muhterem dostumuz elçiye de bu konuda no¬ta verilmiştir.
12 Nisan 1764»
Sadrazam Mustafa Paşa’nın Polonya mare؛ aline ve diğer senyörlere yazdığı mektubun tercümesinden (Âdet olduğu üzre tarihsiz) :
«Mesih milletinin ulularının ilticagâhı olan azim-üş-şan Isa dininin ululan, Polonya’nın büyük generali Kamaniçe Piskoposu, Riovie Piskoposu, Posnan valisi, Minsk valisi, Siradie valisi, Cujavil valisi, Kionie valisi, Cumhuriyet mareşali, Folin va¬lisi, Litvanya generali ve valisi, Folock muhafızı, Polonya mühürdarı, Crusvica muhafızı olan, son¬larının pek hayırlı olmasını dilediğimiz samimi dost- lanmıza؛
Ekselanslarına, en kusursuz, en samimi ve هء- venli dostluğumuzu ifade ve takdimden sonra, Bâb-ı Ali nezdindeki çok muhterem elçileri vasıtasiyle gönderdikleri, yapılan işleri bildiren muhtıra ni- teliğindeki, Polonya tacı ile لللج’لل durumu anlatan ve bizi bu endişe verici durumdan muttali kılan mektubunuzu aldığımızı dostça bilgilerinize suna- rız.
Herkesin malûmudur ki, Karlofça anlaşmasm- dan beri dostumuz Polonya Cumhuriyeti ve eyâlet- leri, Bâb-ı Ali tarafından hiçbir şekilde endişe edi- lecek, can sıkacak bir durumda bırakılmamıştır. Bâb-ı Âli, dürüstlüğü, dikkatli oluşu ile, karşılıklı dostluğu zedeleyecek en ufak bir ihmal gösterme- miş; iyi komşuluk gereği olarak, haleflerimizi de örnek alarak, dostumuza, ne en yakın komşusu Ta- tar Türklerinden, ne de Bâb-ı Âli’ye tâbi diğer bü- tün eyâletlerden hiçbir zarar gelmemesi için, ayni itina gösterilmiştir. Bâb-ı Âli’nin bu ilgi Ve tavrını hesaba kattıkları için, Polonya’ya komşu diğer dev- letlerin de ona bir zarar vermekten çekindikleri açıkça görülmektedir. Görüş ve kararlan kati olan şevketlû, kudretlû, yüce padişahımız, mutlu hü- kümranlığında, Polonya eyâletlerinin Bâb-ı Âli ta- rafından hiçbir suretle endişeli, üzüntülü durum- lara düşürülmemesini ister. İnsanî ve cömert duy- gulan ile Polonya tebaasının tam bir güvenlik ve huzur içinde olmasını arzu eder. Faziletiû hüküm- darımız, Polonya kiralhğmın halkmı oluşturan ni- ce Allah kullarının iyiliğini, onun hürriyetini, be- kâsmı diler.
PolonyalIların ve tebaalarının iyiliği için gayret ز eden, Polonya milletinden olan bir kiralın oybirli- ği ile seçilmesi çok önemliydi. Bu görüş ve duy^ı- lar içinde olan şevketlû padişahımız, Polonya tah- tına yabancı bir kıralm seçilmesini asla arzu etme- mektedir. Bu görüşünü Polonya’nın komşularına ve Bâb-ı Âli’ye dost olan devletlere, bu devletlerin baş- kentteki elçileri vasıtasiyle bildirmiştir.
Dostumuz Polonya Cumhuriyeti,, şevketlû padi- şahımızın bu iyi duygularına, görüşlerine ve te-
Hammer Tarihi, C: VIII. ٢.: 36
mennilerin© çok dikkat etmediği için, Polonya hâl- kı kendini hiddete kaptırarak, zıd görüşlü iki par¬tiye bölündü. Bu partilerin her biri bir başka tarafa dayanıyor, öyle görülüyor ki, ülkelerini yabancıla¬rın ellerine teslim etmekle kendi ailelerini de mah¬vediyor, en aşın iftiralara maruz kalıyorlar. İleri görüşlü ve sağduyu sahibi olmayan insanların bu hareketi ve bu gidişi, tedbirli ve kararlı insanların hareketi olarak kabul edilemez. Çünkü hiçbir ya¬bancı, millet yararına, bir milliyetçi kadar gayret gösteremez. Bunun için de, Polonya tahtına bir ya¬bancı oturduğu anda, bunun sonucu olarak, bu ül¬keye yabancı askerler gelecektir. PolonyalIların hak ve hürriyetleri kısılacak ve zamanla tamamen kal¬dırılacaktır. Ülkede her türlü kargaşa görülecek¬tir, Halkı ezilecek, müesseseler! yıkılacaktır. Bu du¬rumda komşulan da onun hürriyetine saygı duy-mayacak, eyâletlerine saldıracak ve sonunda bu kırallık PolonyalIlar için tamamen yitirilmiş ola¬caktır.
İşte o zaman Polonya Cumhuriyeti, şaşkınlık ve pişmanlıklar içinde düşmanlarına karşı gülünç ve acıklı duruma düştüğünü, yalnız onlara hizmet etmiş olduğunu görecektir. Tarihte, bölünen her imparatorluğun yıkıldığını ve halkının gece kuşla¬rına av olduğunu görmüyor muyuz?
Polonya Cumhuriyeti, devletin, bütün eyâletle¬rinin refahını yürekten diliyorsa, halkm huzurunu arzu ediyorsa, banş içinde yaşamak istiyorsa, hmç duymaktan vaz؛geçmeli, kin ve garez tohumlarını yok etmeli ve bütün PolonyalIlar samimi olarak bir-leşme yollarını aramaktan başka bir şeyle meşgul olmamalı; oybirliğiyle, milletin içinden, irken ken¬dinden olan, halkm ve vatanın gerçek dostu, hâ¬misi olacak bir kıralı seçmelidirler. Eğer bu hırsı, bu bölünmeyi devam ettirirlerse, tahta bir yaban¬cıyı kıral olarak oturturlarsa, komşu devletlerin bu fırsattan yararlanmalarına sebep olacaklardır. Bu suretle meydana gelecek olayların çok zararlı et¬kilerine maruz kalacak olan Polonya devleti yıkı¬lacak, tebaası dağılacak ve onlann akılsızlıklarının kurbanı olacaklardır.
Dostumuz Polonya Cumhuriyeti, kurtuluşunu samimi olarak arzu ediyor, karşı karşıya bulundu¬ğu felâketleri önlemek istiyorsa, eyâletlerini kar-gaşalıklardan, anlaşmazlıklardan korumalı, kurtar-malıdır. Eğer, olayları bugün olduğu gibi kendi akı¬şına bırakır, bir yabancının kıral seçilmesini önle¬mezse, buna çok pişman olacakdır.
Cumhuriyet, hangi tarafı tutacağını kendisi bi¬lir. Bâb-ı Ali’nin bu öğütleri gerçek dostluğun ica¬bıdır. Bâb-ı Ali, Karlofça anlaşmasının hükümleri¬ne, Polonya’nm hak ve hürriyetlerine saygıdan baş¬ka bir şey düşünmez. Elçiniz vasıtasiyle elinize ula¬şacak olan bu mektubun duygu ve düşüncelerimi¬zin samimiyetini belirtmekten başka bir gayesi yoktur:
Temenni ederiz ki, bu mektubu alınca, dostu¬muz Polonya Cumhuriyeti, Bâb-ı Âli’nin samimi ar¬zularına, Polonya’nın iyiliğini düşündüğüne yü¬rekten inansın. Bu önemli mesele üzerinde düşün¬celerini olgunlaştırsın ve sonunda pişmanlık duya¬cağı bir tarafı tutmasın.
Barış ve huzur, doğru yolda yürüyenlerin ol¬sun.
Samimi dostunuz, îmza: Mustafa»
(NOT: 7) Vergennes’den General Kont Branicki’ye
İstanbul, 27 Ağustos 1764
«Ekselânslarının bana yazmakla şeref verdik¬leri 2 Temmuz tarihli mektuplarını cevaplandırır¬ken, Osmanlı Devleti’nin Polonya meseleleriyle il¬gili tutumunu çok yetersiz şekilde anlattım. O za¬man tutumu çok açık değildi. Şimdi daha iyi ‘bili¬niyor ve ben aldığım bilgileri ekselânslanna sun¬mayı gerekli görüyorum.
Ekselânslarınâ son defa şeref duyarak bildir¬diğim gibi, Bâb-ı Âli ilk beyannâmelerine sadık ka¬lıyordu. Polonya’nın hürriyetinin korunmasiyle il¬gileniyordu. Prensip olarak arzu ettiği bu hürriye¬ti esas mesele olarak alması ve korumak istemesi
وه imkânsız değildi. ٠ zaman başlayan ve şimdi de hummalı bir şekilde sürdürülen ¿aklıklar bize bu ihtimali düşündürmekteydi.
Fakat, Osmanlı Devleti’nin düşüncesi bu de- ğildir. Kısa bir süre önce Reisefendi bizim başter- cümanla uzun bir görüşme yapmıştı. Reisefendi, Polonya ile ilgili görüşlerini ilk beyannâmelerinde yeteri kadar açıkladıklarını, anlaşma hükümlerine göre bu kırallığın işlerine karışmak istemedikleri- ni söylemiş, ülkeyi bölen iki partiden birini tutar- sa prensiplerine aykırı davranmış olacağını bildir- miş. Ekselânslanna ve ona bağlı planlara yardım etmeyip, bölünmenin çok kötü sonuçlar getirece- ğini, Polonya’ya, birliği sağlamak için bütün gücü ile gayret göstermesini tavsiye etmiş. Reisefendi anlatmaya devam ederek, geçen Haziran’da ekse- lânslarına mezhep ayrılıklarının tehlikeli sonuçla- rmı bildiren mektubu yazdığı sırada, ayni uyan için bir mektup da karşı tarafa yazdığını söylemiş ve ayni öğütleri vermiş.
Bizim baştercümanımız bu vesile ile Reisefen- di’^e, doğm olduğu kadar da kuvvetli gerekçeler- le, içerde banş ve birliği sağlamanın yalnız ekse- lânslanna bağlı bir durum olmadığmı, ama, ekse- lânslannın asıl ve sürekli gayesinin bu olduğunu anlatmaya çalışmış. Ekselânslannm yabancı güç- ler tarafından tezgâhlanan komplolara maraz kal- dıklarını, iyi niyetlerine destek bulamadıklarını, meşru otoriteye dayanmaktan başka çareleri ol- madiğini anlatmış. Fakat, bu haysiyetli ve haklı ^rüşlere karşı partinin itibar etmediğini, daha birçok gerçeği söylemiş. Reisefendi de cevap ola- rak, Rusya’nın Polonya’ya asker soktuğunun doğ- ru olduğunu, ama bunun kırallık içindeki tehlikeli zıtlaşmayı önlemeye matuf olduğunu her zaman açıkladığını, Cumburiyet’in hak ve hürriyetlerine müdahaleyi asla düşünmediğine, Polonya’da kıral seçiminin serbestçe yapümasını ve bunun bir Po- lonyalı olmasını arzu ettiklerine, kendilerinin hiç- bir aday göstermeyeceklerine dair Bâb-ı Âli’ye te- minat verdiklerini bildirmiş.
• Prosya elçisi de ayni anlama gelen bir beyan- nâme yayınladı.
Efendim, bu konudaki bütün düşünceleri say- mak gereksiz olur: Bunlar kendilisinden anlaşıl- maktadır. Bu yeni deklarasyonun akıbetini anla- mak için daha öncekileri hatırlamak yeterli ola- çaktır. Her şey gösteriyor ki, Rusya, destekliği adayın Polonya tahtma oturması için, şiddete baş- vurmayı gerektirmeyecek tedbirleri almış görünü- yor. Fakat, Bâb-ı Âli’nin dikkatini en çok uyarma- sı gereken hususlar Polonya Cumhuriyeti’nin eski anayasaya verdiği zararlar olsa gerekir ki, bunla- nn anayasayı tamamen değiştirmesinden korkar. Fakat bu, burada henüz hissedilmemiş gibi görü- nüyor. Bâb-ı Âli, iki anlama gelecek teminatı ko- layca kabul eder görünse de, olaylar apaçık orta- ya çıkınca kabul etmesi zordur. Olaylar çok ciddi gelişir, kötüye gidiş hızlanırsa, bunu vaktinde ön- lemeye çalışacaktır.
Aydınlanması gereken çeşitli konular hakkın- da Reisefendi’den aldığım yeni bir mesaj, beni, ek- selânslarma vakit kaybetmeden ikinci defa bilgi vermeye, Bâb-ı Âli’nin düşünce ve arzularını bil- dirmeye şevketti. Ekselânsları mümkün olduğu ka- dar çabuk bilgi edinsin, maalesef kesin olan bir durumu öğrensin, kendi durumu için uygun ted- birleri alsın diye, sınıra bir yeniçeri göndermeye karar verdim. Ben, Bâb-ı Âli ile ayni teşvik ve da- veti yapacak bir kanaate sahip değilim. Her zaman vatan sevgisi, haysiyet ve sağduyu ile hareket eden ek$elânslan, bu tehlikeli durum karşısında ne ya- pacaklarını benden daha iyi bilirler.
Polonya ile ilgili meseleler karşıcında pasif tu- tumumı pek kolay açıklayan Bâb-ı Ali’nin, çok ge- niş çaplı a$kerî hazırlıklannın sebebini izah etmek kolay değildir. Çok kalabalık askerî birliklerini Bo- ristan ve Turla nehri kıyısında topladığına hiç şüp- he y^k. Belki Polonya’nın yabancı birliklerle dol- duğunu ve Rusların Yeni Sırbistan’daki tahkimat- ¡arını güçlendirdiklerini gördüğü için, kendi sınır- lannı korumak üzere tedbir almayı da gerekli gör- müştür.
İNOT: 8) Kitabın «Notlar ve Açıklamalar» bölümünde, im- paratoriçenin mektubunun Lâtince melali yer ah- yor.
(NOT: 9) Bu konuda. 17 Mart 1766 tarihli ve İskenderiye’den yazılmış İtalyanca mektubun kopyası, kitâbın «Not¬lar ve Açıklamalar» bölümünde yer alıyor.
(NOT: 10) Savaş ilânından önce teati edilen aşağıdaki belge¬lerin hepsi Viyana İmparatorluk Arşivi’nde bulun¬maktadır.
1. Takrir, yani Bâb-ı Âli’nin, Rus elçisi Obres- kov’dan Rus ordularının Varşova’yı işgal etmele-
, riyle ilgili açıklama yapmasını istemek için yazdı¬ğı muhtıra. Zilkade 1180 (Mart 1767) tarihini taşı¬yor.
2. Obresjiov’un yukarıdaki takrire cevap ola¬rak yazdığı muhtıra.
3. Obreskov’un bir muhtırası, Bunda, Rusya ve Prusya birliklerinin Polonya’ya sadece Polonya¬lIların hürriyetlerini korumak için girdikleri, bun¬dan Bâb-ı Âli ile olan dostluğun hiçbir zarar gör¬meyeceği anlatılıyor (Mart 1767).
4. Obreskov’un bir muhtırası. Bunda, Rusya’¬nın Kırım’a bir konsolos tayini ile ilgili talebine ce¬vap isteniyor. 21 Mart 1767.
5. Obreskov’un bir notası. Bununla، Orel’de ka-rantina kurma çalışmalarını durdurma işini üze¬rine alamayacağım bildiriyor. Bâb-ı Ali tercüma¬nı, bu çalışmaların durdurulması şârtiyle Kınm’a konsolos göndermelerine müsaade edileceğini bil¬dirmişti. Zilkade 1180 (Mart 1767).
6. Bâb-ı Âli’nin, özi yakınlarında tahkimat ya-pılmasını ve Kabartay’da Osmanlı sınırlarının te¬cavüze uğramasını protesto eden notasına Obres¬kov’un cevabı. Haziran sonu 1767. ٠
7. Reisefendi’nin Obreskov ve Zegelin ile yap¬tığı müzakerelerin protokolü (Mart 1767).
8. Zegelin’e, Rusların Brahicki ve Radziwil (Ra- cul) ’un emrindeki PolonyalIlara karşı giriştikleri savaşla il؛gili olarak verilen nota. Mart 1767.
9. Bâb-ı’ Âli’nin Zegelin’e, Pest’de birkaç bin AvusturyalInın toplandığını bildirmek için verdi¬ği nota. Mayıs 1767.
, 10. Obreskov’un. 21 Temmu2 1767 tarihinde, Gürcistan’da meydana gelen olaylarla ilgili niuhtı-
rası. Bunda Rusya’nın isyan eden Gürcülere yardım etmek niyetinde olmadığını, mevcut kaleleri saye¬sinde savunmaları için yabancıların yardımına ih¬tiyaç duymayacakları anlatılıyor.
11. Zegelin’in ayni konuda bir muhtırası. Bun¬da, Bâb-ı Âli’nin arzusuna uyarak Obreskov’la gö¬rüştüğünü, ama müsbet hiçbir şey elde edemediği¬ni bildiriyor.
12. Obresköv’un 1 Ağustos 1767 tarihli bir no¬tası. Bunda, Reis-ül küttap’la bir görüşme talep edi¬liyor.
13. Zegeİin’in bir notası. İzmir’de açılan Prusya konsolosluğuna verilmek üzere, Rusya il© Bâb-ı Ali arasında imzalanan anlaşmanın bir kop¬yası talep ediliyor. Rebiülevvel 1181 (Ağustos 1767).
14 ve 15. Brognard’ın iki muhtırası. Bunlarda, Erdel çobanlarının koyun sürülerini Eflâk merala¬rında otlatmasına karşı çıkan Eflâk prenslerinden Avusturya’nın şikâyetleri yer alıyor.
16. Bâb-ı Âli’nin yukarıdaki şikâyetlere cevabı (Ağustos 1767).
17. BâJb-ı Âli’nin yukarıdaki şikâyetlere ceva¬bı. öbreskov bu cevabında, bu yenilemenin 1686’da yapılan anlaşmanın 31. maddesine dayandığını bil¬diriyor ve Bâb-ı Âli’yi asılsız haberlere önem ver¬mekle itham ediyor. Cemazielevvel 1181 (Ekim 1767).
18. Zegelin’in bir muhtırası؛ Bâb-ı Âli’nin ar¬zusu üzerine, Fas Sultam’na gelen bir İngiliz elçi¬sinin gerçek misyonunu •anlamak için elinden ge¬len her şeyi yaptığım ve III. Jorj’un bu ülke hüküm-darından 10.000 kişiyi İngiltere emrine vermesini talep ettiğini,’ bu kuvveti Tatuan kıyısına göndere¬ceğini, karşılığında Fas hükümdarına 16.000 kese para vaadetmiş olduğunu öğrendiğini bildiriyor. Zegelin ayrıca Bâb-ı Âli’nin İngiliz elçisine başvur¬masını da rica ediyor (Kasını 1767).
19. Polonya kiralının, Rusya ile yenilenen an¬laşmaya dair manifestosunun tercümesi.
20. Obreskov’un bir notası. Padişahın, Boğdanf-
da altı papazın kışkırtmalarıyla ilgili şikâyetlerini hükümetine ilettiğini bildiriyor. Reoeb ayının SO- nu 1181 (Aralık 1767).
21. Obreskov’un, Ru§ hükümetinin yukarıda- ki olaydan hiç haberi olmadığını bildiren cevabı 21أ Mart 1767).
22. Rus birliklerinin Polonya’da giriştikleri şiddet hareketleriyle ilgili açıklama isteyen Bâb-ı Âli’ye Obreskov’un cevabı. Elçi bu cevabında, hü- kümdarının bu şekilde hareket etmekle Polonya’- da sükûneti sağlamayı, güçlü ama kötü niyetli ba- zı kişilere karşı kırallığı korumaya çalıştığını iddia ediyor (Aralık 1767).
23. Zegelin’in bir notası. Boğdan’da Prusya kı- ralı hesabına ait satın alınmasiyle ilgili (Aralık 1767).
24. Bâb-ı Âli’nin, Rusların Karadağlı âsilere ,yardım ettikleri konusundaki şikâyetlerine Obres- kov’un cevabı. Elçi Obreskov bu cevabında, konu ile ilgili olarak Saint-Petersbourg’tan kurye bekledi- ğini bildiriyor (Şubat 1768).
25. Bâb-ı Âli’nin Bosna valisine, bu eyâlette- ki yirmibeş kazadan asker toplanmasiyle ilgili em- ri. Bu yerlerin adları şöyle: Tuzla (Zvomik), Saray, Taşhca, Koniça, Derbend, Ezlâk, Gracanice, Mem- lehateyn, Nişte, Kamengrad ve Bihke, Bastacık, Ye- nipazar ve Birgusta, Beretul, Kostanice, Yayca, Bu* hur, Akhisar, I>ugina, Banyaluka, Heluna, Nova- sel. Serince, Çelebizan, Gölhisar, Brezor, Lipoşka, îmoka, Çaniça (Mart sonlan 1768).
26. Bâb-ı عثه’لله Boğdan’daki kışkırtmalarla ilgili şikâyetlerine Zegelin’in cevabı Zegelin bu ce- vabında, Rusya’nın, barışı istemekle beraber sava- şa da hazır olduğunu bildiriyor . (Mart 1768).
27. Zegelin’itt ؛kendisine sorulan bir mesele hakkında Bâb-ı Âli’ye cevabı. Bâb-ı Âli, Rusya’nın Prusya ile imzaladığı anlaşmaya uygun olarak, Prusya kiralından 20.000 kişilik bir kuvvet isteyip
istemediğini ve Krayova üzerine yürüyüp yürüme¬diğini soruyordu. Ze؛gelin bu konuda bir şey ■bilme¬diğini, fakat bu olay doğru ise, bunun iki devlet arasında imzalanan ittifakın tabii bir sonucu oldu¬ğunu söylüyor (Nisan 1768).
28. Obreskov’un bir şikâyeti: Alexis Yukarof*- un Yaş şehrinde, Bâb-ı Âli’nin müsaadesiyle, kendi¬sine haber verilmeden casusluk suçuyla idam edil¬mesini protesto ediyor (Nisan 1768).
29. Obreskov’un bir cevabi: Bâb-ı Âli’nin Rus askerlerinin Hotin’e yaptıkları baskının ordudaki disiplinsizlik yüzünden mi yoksa hükümetinin has- mani ؛bir tavrından mı ileri geldiğini tercüman va- sıtasiyle sorması üzerine, konu ile ilgili hi؟foir bil¬gisi olmadığım, doğru ise bile Rus ordusundaki di¬siplinsizlikten değil, konfederasyon birliklerinin tah¬rik ve aşın hareketlerinden ileri gelmiş olabilece¬ğini iddia ediyor (Nisan 1768).
30. Ze’gelin’in ayni konu ile ve Avusturya İm¬paratoru Jozef H’nin seyahatiyle ilgili bir notası. Konfedere kuvvetlerinin 19 Mart’ta, Vaynotza yakı¬nında bir Kazak birliğine rastladığını, çarpıştığını, Hotin kalesine kadar kaçtıklarını, 150 kişinin öldü¬ğünü, tutuklanan Tatar Türklerinin, Bar ordusunda kendilerinden beş yüz kişinin bulunduğunu açıkla¬dığını söylüyor. İmparator Jozef’in seyahati ile il-gili olarak da, onun, en iyi generallerinden olan Lascy ve Landon ile birlikte, Türkiye ile olan sınır¬larını teftiş etmek maksadiyle seyahate çıktığını bildiriyor (Mayıs sonu, 1768).
31. Bâb-ı Âli’nin bir isteğine Zegelin’in verdi¬ği cevap. Bâb-ı Âli, Frederik Il’den, Silezya’da em¬lâki bulunan Malta şövalyelerinin ele geçirdiği bir müslüman gemisi için tazminat ödemeye razı edil¬mesini ve Sen-Jan mezhebine mensup olanlann Os¬manlI donanmasına zarar verecek harekette bulun¬maması için teminat vermesini istiyordu. Zegelin cevabında, yirmibeş yıl önce Prusya’nın Sîlezya’yı fethettiği zaman el koyduğu emlâki sözkonusu ede¬rek müdahalenin hiçbir fayda vermeyeceğini söy¬lüyor (Mayıs sonlan 1768).
32. Obreskov’un Bâb-ı Âli’ye bir cevabi: üze- rinde bulunan dört mektuptan casus olduğu anlaşı- lan Demetrios Çernakopras adlı tüccarın Yaş şehrin- de ؛tutuklanmasiyle ilgili. Bu mektuplar Rus yöne- tidiler tarafından Boğdan yöneticilerine yazılmıştı ve onları vatanlarını bırakıp Rusya’ya kaçmaya teş- vik ediyordu. Obreskov cevabında bu mektupların kendisine verilmesini, Çernakopras’m hapishanede tutulmasmı istiyordu (Haziran 1768) .
33. Bâb-ı Âli’nin bir muhtırası. Bunda Zege- lin’e şöyle deniyor: Elçi Obreskov, kendisinin de katıldığı konferansta, Rusya’nın birliklerini Polon- ya’ya sokmakla bu kırallığı boyunduruk altına al- mak niyetinde olmadığını, onu bozgunculara karşı korumayı amaçladığını söylemesine rağmen, daha yakında Benezkoviç, Suluz ve Biala şehirlerini iş- gal etmişler ve yağmalamışlardır. Bu olaylar doğ- ru ise, Bâb-ı Âli, Polonya’nın komşusu ve dostu ol- düğü için, Tatar Türklerini Konfederasyon’un yar- dımına gönderecektir (19 Temmuz 1788).
34. Obreskov’un muhtırası. Bunda, Rusya’nın kötü niyetli düşmanlanna arka çıkıldığı iddia edi- liyor. Hükümdarının Polonya’yı işgâle hazırlandığı bahanesiyle Kırım Hanı’na bu ülkeye ‘girmesi emri verildiğinden haberi olduğunu söylüyor. Bu olayı doğrulayacak yeni bilgileri beklediğini, söylenen- ler doğra ise harbin kaçınılmaz olacağını ve kendi- sinin İstanbul’dan anılmaya hazır olduğunubildi- riyor (Ağustos 1768).
35. Branicki’nin Hotin muhafızı Halil Paşa’ya yazdığı *Biala, 7 Ağustos 1768’ tarihli mektubu. Ta- yini ile ilgili haberi bildiriyor.
36. Bâb-ı Âli’nin Zegelin’e gönderdiği muhtıra. Bunda,. Kiate Skarlati’nin el konulan parası iade edilmezse, kiralın akredite bir elçisi olarak kabul edilemeyeceği bildiriliyor (4 Ekim).
37. Zegelin’in Bâb-ı Âli’ye cevabı. Skarlati’nin altınlarına, kıratlığın kanunları gereği el konduğu- nü ve kendisinin bu kanunları değiştirmeyi muk- tedir olmadığını bildiriyor (6 Kasım 1768) .
38. Obreskov’un muhtırası. Hükümdarından aldığı, barış veya savaşa karar verdirecek bir yazı¬yı sunmak için sadrazamdan gizli görüşme talep ediyor (Ekim 1768).
39. Bender’de ele geçirilen Rus belgeleri hak¬kında Bâb-ı Âli tercümanının sadrazama raporu. Belgeler arasında Teodor Vaynakof’un Obreskov’a hitaben yazılmış mektupları, Kiov kumandanı ge¬neral Aleksander’in Kırım Hanı’na, Dübazar voy-vodasına v.s. hitaben yazılmış mektupları vardı.
40. Bâb-ı Âli’nin Zegelin’e gönderdiği muhtıra. Karadağlı âsiler arasında Prusyalı subayların bu¬lunduğu, Rusya’dan da yardım gördükleri haberiy¬le ilgili.
41. Zegelin’in cevabı. Yukarıdaki haberin asıl¬sız olduğu, kiralın şeref ve haysiyetine aykırı olan böyle ,bir davranışın imkânsızlığı bildiriliyor ve böy¬le bir şey varsa,.bunların ancak ordudan firar edip oraya gitmiş subaylar olabileceğini söylüyor.
42. Bar Konfederasyonumdan sadrazama gön¬derilen mektup (8 Mart 1768).
43. Bâb-ı Âli’nin Kamaniçe Başpiskoposu’na yazdığı mektuba cevap olarak Krasinski’den gelen mektup.
44., Konfederasyon mareşali Krasinski’nin ‘Lamberg, 1 Mayıs 1768’ tarihli bir mektubu. f
45. ؛ Hotin Paşası’na gönderilen PolonyalI mu¬rahhaslara verilen talimat (Bar, 4 Haziran 1768).
46. Bâb-ı Âli’nin, Rusya’ya savaş ilânından he¬men sonra Konfederasyon’a gönderdiği mektup. Bu, yedi ay önce, Polonya’nın padişaha şikâyetleri¬ni bildiren muhtırasına cevap teşkil ediyordu (Ce- mazielevvel 1182 – 19 Eylül 1768).
47. Sadrazamın Obreskov’un kabulünü anla¬tan belge (6 Ekim 1768). ^
48. Bâb-ı Âli’nin manifestosu.
49. Asya ve Avrupa’daki eyâletlere asker top¬lamalarını emreden bildiriler;
(NOT: 11)؛ (Kitabın «Notlar ve Açıklamalar» ؛bölümünde, Bar Konfederasyonu’na ait mektupların ve raporların İtalyanca nüshaları yer alıyor)
(NOT: 12) Rus elçisi Obreskov’un 6 Ekim 1768 günü Sadrazam tarafından kabul edildiğini anlatan belge (Belge tarihi, 6 Ekim 1768):
Divan-ı Hümâyun’un önemli bir toplantısın¬dan iki ‘gün sonra, Rus elçisi sadrazamın huzuruna dâvet edilmişti. Ayın 6’smda, sabahleyin, büyük merasimle geldi. Muhafızı olan dört yeniçeri, ye¬dekçe götürülen, ikisi Fransız usulü, diğer ikisi de Türk usulü takımlarıyla donanmış dört at, şata¬fatlı özel kıyafetleriyle yirmi kadar uşak, elçiliğe mensup dört tercüman, iki sıra halinde elçinin önünde ilerliyorlardı. Elçinin yanında maiyetinden birkaç kişi daha vardı. Saat onbire doğru bu dü¬zende Paşa Kapısı’na gelince, misafir odasmda is- tirahate alındılar ve yarım saat kadar bekletildiler. Elçi misafirhaneye, sadrazamın büyük görüşme sa¬lonuna kendisiyle beraber gelmek isteyenlerle bir¬likte girdi. Sadrazamın divan odasmda ileri gelen vezirler de vardı ki, bunlar bu tür kabullerde hep bulunurlardı. Ayrıca, sadarete ve saraya mensup pek çok görevli salonu ve bahçe yollarını doldur¬muştu.
Elçinin, sadrazama, bu mevkie tayini dolaylsiy- le bir tebriknâme hazırladığı, bunu ve iki impara¬torluk arasmda karşılıklı anlayış ve dostluk bağla¬rını güçlendirmekten söz eden hükümetinin verdiği talimata göre yazılan mektubu okuyacağı biliniyor¬du. Tabii, sadrazam, neler söyleneceğini de bili¬yordu.
Fakat sadrazam, böyle durumlarda genel ola¬rak tevazu ile, ağırbaşlı ve vakur hareket etmek âdetleri olduğu halde, gururlu olmaktan ziyade kü¬çümseyen, horlayan bir tavır almıştı. Elçinin hisle¬rini ve düşüncelerini anlatmasına vakit bırakma¬dan, yüksek sesle ve sert bir şekilde konuşmasını keserek şöyle dedi:
«Mösyö, ben sizi buraya, uzun zamandan ؛beri sürüncemede kalan bir meseleyi sona erdirmek için
؛ çağırdım: Konferansa ؛gerek yok. Reisefendüerîe ard arda ^٤ görüşme yaptınız. Görüldü ki. mak- şadınız her zaman aldatıcı vaadlerle bizi oyalamak- tır. Hiçbir vaadinizi yerine getirmediniz…»
‘Böyle dedikten sonra göğsünden bir kâğıt Ç1- kardı. Bunda, elçi ile ©smanlı veziri arasında 1764’ de yapılan görüşmelerde mutabık kalınan bazı maddeler, tarihler yazılıydı. Bunu gösterip konuş- masına devam etti:
*Nişancı Paşa ؤئ şu maddelerde anlaşmamış mıydınız (maddel©ri saydı) ve bilhassa, Polonya’da, çok kısa bir süre için, toplan olmayan en çok yedi bin kişilik bir birlik bulunduracağınızı söylememiş miydiniz? Ama bugün otuz bin kişiden fazla bir سلا bulundurmuyor musunuz?»
«Doğru,» dedi elçi, ¿şartlar daha fazla bulun- durmamızı gerektirdi.»
«Peki, bugün kaç asker var?»
«Yirmi beş bin kadar.»
Bunun üzerine sadrazam: ‘
«Pekâlâ, hainî Pekâlâ, yalancı!» diye bağırdı. «؛Böylece sadakatsizliğini, güvenilir kişi olmadığını itiraf etmiş olmuyor musun? Size ait olmayan 1bir ülkede askerlerinizin yaptığı zulümden Allah ve insanlar huzurunda hicab duymuyor musun? Top- larinız sınırlanmızda Kırım Hanı’nm saraylarından birini tahrip etmedi mi?» ء
Elçi, hükümetini savunacak sözler söylemek için ağzını açıp bir şeyler mırıldandı ama konuş- masına izin verilmedi. Sadrazam devam etti ؛
*Bütün bunları bir . yana bırakalım, birlikleri- niz Polonya’dan ne zam’an çekilecek?»
«îşieri biter bitmez.»
«İstediğimiz cevap bu değil, bana askerlerinizin Polonya’yı terkedeceklerine dair gerçek bir teminat mektubu 1 iipso faöto) verebilir misiniz? Müttefik- lerihiz olan ülkelerin elçilerini sözlerinizin şâhidi ve kefili olarak gösterebilir misiniz?» ‘
«En açık ؛bir şekilde ve mümkün olduğu kadar kuvvetli olarak hükümetime yazarım… Prusya el¬çisi sanırım kefil olabilir…»
«Beni anlamak istemiyorsunuz,» dedi sadra¬zam, «mesele yazmak ve sonra cevap beklemek de¬ğil. Ben şimdi kesin bir taahhüt ve bütün mütte¬fiklerinizden garanti istiyorum. Müttefiklerinizi bi-liyorum, tek müttefikiniz Prusya, değil.»
«Benim bütün yapabileceğim, bu elçileri, Po¬lonya’daki meseleler halledilir halledilmez, oradaki bütün birliklerimizi çekeceğimize dair şâhit ve ke¬fil göstermektir, bundan fazla ؛bir şey vaadede- mem.»
«Pekâlâ öyleyse, size bildiririm ki, şevketlû, kud- retlû, yenilmez padişahımız, Allah’ın şan ve zafer¬lerini dâim kıldığı Yüce Efendim, bu şartlar altın¬da size savaş ilân etme durumundadır, öbür daire¬ye geçip onun emirlerini ؛bekleyin!»
Elçi, hiç cevap vermeden hemen misafir odası¬na geçti. Orada birkaç dakika bekledikten sonra, Bâb-ı Ali tercümanı, sadrazamın istediği taahhüt- nâmeyi verip veremeyeceğini bir defa daha sordu. Elçi de bunun imkânsız olduğunu söyledi. Bu ce¬vap kendisine ulaştırılan sadrazam, Reisefendi’ye görüşmenin tutanağını yazdırdı ve saraya gönderdi.
Bu muamele ve gerekli formalitelerin tamam¬lanması öğleden sonra saat üçe kadar sürdü. Saat üçte Padişah’ın cevabı Paşa Kapısı’na gelince, sad¬razam gerekli emirleri verdi. Bundan sonra sadra¬zamın muhafız birliğinin kumandanı olan müşir ağa, Rus elçisinin muhafızlığına verilen yeniçerile¬ri çağırdı ve onlara, elçi ile işlerinin bittiğini, gide¬bileceklerini söyledi. Elçinin şuraya buraya dağıl¬mış uşakları bir salona alındı ve yeni bir emre ka¬dar orada kalacakları söylendi. Yedekte getirilen atlar ise elçiliğe geri gönderildi. Bundan sonra, ter¬cüman ve teşrifatçıefendi, elçiye Padişah’ın emrini iletmekle görevlendirildiler. Buna göre, elçi ve baş- tercümanı Yedikule’ye gönderileceklerdi. Elçi bu karara uyacağını bildirerek artık kendisine bir şey söylenmemesini istedi. Çünkü o andan itibaren res-
. mî görevinden ayrılmış sayıldığını, hiçbir şey ya-pamayacağını söylüyordu.
Elçi, maiyetinden birkaç kişinin daha kendisiy¬le kalıp kalamayacağını sordu. Kendisine, seçeceği on kişiyi alabileceği söylendi. O da diğer iki tercü¬manını, sekreterini ve yedi uşağını aldı. Geriye ka¬lanlar küçük rü’tbeli iki subayın refakatinde Pera’- ya (sefaretlerin bulunduğu bugünkü Beyoğlu sem¬tine) gönderildi. Bunlardan hemen sonra da kendi atma binen elçi, maiyetinden onbir kişi ile, bütün şehri katederek (ki bu bir saat sürdü) Yedikule’ye getirilip hapsedildi. Onları oraya, müşir ağanın em- ‘ rinde bir yeniçeri müfrezesi götürmüştü.
(NOT: 13) Rusya’ya savaş ilânım bir beyannâme ile duyuran Bâb-ı Ali, bu beyannâmeyi bütün Avrupa elçilerine dağıtmıştı. Hammer, kitabının «Notlar ve Açıkla¬malar» bölümünde, beyannâmenin İtalyanca nüs¬hasını tam olarak yayınlıyor.
(NOT: 14) (Sadrazamın, Polonya Çumhüriyeti’ne 17 Cemazi- elevvel 1182 [28 Ekim 17681 tarihinde yazdığı mek- . tubun tercümesinden) :
Nasıralı uluların ilticagâhı hıristiyan milletinin, azim-üş-şan senyörlerine …Sonraları selâmet, ha¬yırlı, müreffeh olsun…
Behder ve Hotin paşaları vasıtasiyie, Bâb-ı Âli’¬ye altı-yedi ay önce gönderdiğiniz açık ve kesin bel¬gelerle, Polonya’nın ateş kıralı Ogüst’ün vefatından sonra, Rusların topraklarınıza keyfî olarak girme¬lerinden bizi haberdâr ettiniz. Polonya milletinin hürriyeti aleyhine seçim işlerine karıştıklarını bil¬dirdiniz. Rusların, bu seçimde kendi adayını kazan¬dırmak için baskı yapmakla yetinmeyip, uzlaştırma bahanesiyle çok sayıda asker soktuklarını, bu bir¬likleriyle ülkede karışıklıklara, her türlü aşınlıkla- ، ra, kıratlığın eski müesşeselerini alt-üst etmeye se¬bep olduklarını duyurdunuz. Direnenleri katlettik¬lerini, mallarını, paralarını yağmaladıklarını، bildir¬diniz. Bütün bu olanlardan dolayı da, Bâb-ı Ali’den, yakın komşuluğun gereği olarak halkınızı maruz kaldığı ‘horlanmadan kurtarabilecek tek güç olan
yüce padişahımızdan, bizi de mutlu edecek ilgi ve kuvvetli himayesini rica ettiniz.
Karlofça barışından beri Bâb-ı Âli’nin Polonya¬lIlara karşı iyilik ve sevgi duygulan ile hareket et¬tiğini, Osmanlı ordusunun ve sınırınıza çok yakm olan âlicenab Kırım Hanı’nın Polonya topraklanna en küçük bir tecavüzde bulunmadığını, böylece, Polonya halkının hiçbir sıkıntıya maruz bırakılma¬dığını’ belirtmek gereksiz olur.
Osmanlı devleti ile Rusya arasında hicrî 1133 yılında imzalanmış Pruth banşınm ilgili maddele¬rine göre, Polonya 1topraklarında Rus birlikleri asla bulunmayacaktı. Mecbur kalman hallerde ve elde olmayarak bazı Rus birlikleri Polonya toprakları¬na girmiş olsa bile, buradan derhal çıkacaklardı. Hiçbir suretle PolonyalIların hak ve hürriyetlerine tecavüz etmeyeceklerdi. Hicri 1152’de, yine Bâb-ı Âli ile Rusya arasında imzalanan dostluk anlaşma¬sında da, yukarıdaki maddeler olduğu gibi «in statü quo» kabul edilmişti. Buna göre Rusların Polonya topraklanna çok sayıda asker sokmaması, orada uzun süre kalmaması, Polonya Cumhuriyeti ve halkının da huzur içinde yaşaması gerekirdi.
Bununla beraber, şevketlû padişahımızın emir¬leriyle sadrazam tarafından, bölünme sırasında, dostça iki mektup yazılmıştı. Bunlar, ateş kiralın halefini seçmekle ilgiliydi. Polonyalılan birliğe, an¬laşmaya, kırallannı kendi aralarından oybirliği ile seçmeye dâvet ediyordu. Eğer reylerini bir yaban¬cıya verirlerse, bunun, yabancı devletlerin askerleri¬ne kapılarını açmak olacağını, bu askerlerin Cum- . huriyet’i sıkıntıya sokacaklarını, halkın hürriyetle¬rini ihlâl, hattâ yok edeceklerini, devleti temelinden yıkacaklarını bildiriyordu.
PolonyalIlar, Bâb-ı Âli’nin ülkelerine yabancı askerleri kabul etmemeleri yolundaki tavsiyelerini, Polonya’yı Rüs istilâsına maruz bırakmamak, Cum¬huriyet’! korumak niyetini pek anlayamadılar. Ger¬çekleri göremeyerek bölündüler. Zaman zaman uz¬laşma, yatıştırma ,bahanesiyle Rus birliklerinin ül-kelerine girmesine müsaade ve onlan dâvet etmek¬
le, uyuşmazlıkların artmasına, felâketlerin büyü- meşine sebep oldular. Bugün yabancı askerlerin topraklarına girmesinin sonucu olan acılan yaşı- yorlar.
Rus birliklerinin Polonya’da uzun zaman kal- malan Bâb-ı Ali ile Rusya arasında imzalanan ve yukarıda belirtilen sürekli dostluk anlaşmalarına aykırı olduğuna göre, bu yetmiyormuş gibi, bu Ü1- kenin OsmanlI sınırlannda olaylar çıkarmasının, Balta’ya kadar gelerek düşmanlığım göstermesinin ne kadar kabul edilmez olduğunu ve ne üzücü SO- nuçlar doğuracağını göstermiyor mu?
Yukarıda sözünü ettiğimiz anlaşmalarda, Os- manii devletinin ve Rusya’nın eyâletlerinde taraf- lardan birinin zararına bir ola^ meydana geldiği za- man, bunun derhal dostça halledilmesi için her şeyin yapılması öngörülüyordu. Buna ؛göre, Bâb-ı Ali, bu olayların verdiği zararlan Rus elçisine bildirdi ve hükümetine bildirmesini istedi. Sırf dostluk anlayı- şı ile ve yıllarca olumlu bir tavır bekledi. Muhtelif zamanlarda Rusları Polonya’yı tahliye etmeleri için sıkıştırınca, orada sadece 6.000 süvari ve 1000 Ka- za^ askeri bulundurduklarını, top ve mühimmat bu- lundurmadıklannı, bunların da Cumhuriyet’in em- rinde ve onun talebi üzerine orada olduklarını, ya- kında çekilmeklerim taahhüt ettiklerini söylediler. Bunu açıkça ve yazılı olarak bildirdiler.
Daha sonra Rus elçisi yaptığı açıklamalarla, ba- zen filan zamanda, bazen filan konferanstan son- ra, Polonya’yı tahliye edeceklerini tekrarladı, yet- ki belgesine dayanarak teminat verdi. Hükümeti- nin ağzından, görünüşte çok ciddi olarak vaadleri- nin onaylandığını söyledi. Fakat, Polonya’daki Rus birliklerinin hareketleri onun yalanlarını meyda- na çıkanyordu. Bâb-ı Âli artık ona inanmaktan çok uzaktı. Sırf iyi niyetle, olaylın biraz zamana bira- kıyordu. Fakat artık oyunlarına gelmeyeceğini, ya- lan beyanlarına inanmayacağını, sahtekârlıklarına göz yummayacağını açıkça bildirdi.
Bâb-ı Âli, işte bunun için, Polonya’ya, ülkenin
Hammer اناا؛ه C: VIII. F.: 37
yeni لس tarafından gönderilen elçiye karşılık olarak bir elçi göndermedi. Yeni kiralın elçisini, iş- te bunun için, bir yıl snurda bekletti. Böylece Os- manii Devleti’nin, selefinin ailesiyle mukayese edi- lemeyecek bir aileden gelen, Saksonya prensi ile ayni seviyede * imkân bulunmayan, asim-
da küçük bir subaydan başka biri olmayan yeni kı- ralı Polonya tahtma lâyık görmediği anlatımı؟ olu- yordu.
Rus sarayı böyle bir tutumun gayesini İliç an- lamadı ve) bunun getireceği scnuçlan göremedi. Asıl taşanlarından başka bir şey düşünmediği için, Bâb-ı لله ile imzaladığı anlaşmalara aykın hareket etmenin sonuçlannı da anlayamadı.
Balya’daki hasımâne davranışlara rağmen, yi- ne de İstanbul’daki Rus elçisi ile anlaşmak istedik ve llükümetinin böyle davranmasının dostlukla bağ- daşıp bağdaşmadığım sorduk. Bütün bunların an- laşmalann açıkça ihlâli olduğunu söyleyerek açık- lama istedik. Bir cevap vermediler, sükût etmekle anlaşma hükümlerini hiçe saydıklarını itiraf et- miş oldular. Bundan sonra da, elçi, Ru$ya’nm Po- lonya’da asayişi sağlayıncaya kadar (yani Polon- yalılann hürriyetlerini tamamen yok edinceye ka- dar) askerlerini çekmeyeceğini bildirdi. Bunun üze- rine bu elçi, başlıca hizmetçileriyle birlikte, eski bir geleneğe ‘^re, «Yedikule» denilen mahalle nakle- dildi. Kutsal fetvaya uygun olarak ve Bâb-ı Ali ulu- larmın, sultanlar sultanı, kudretli imparatorların en haşmetlisi, şevketlû yüce efendim, velinimetim, Dârâ kadar muhteşem, İskender gibi kahraman padişahımız, Rusya’ya, onun süriiler kadar çok or- dulanna karşı ‘Mukaddes Cihad’ ilân etmeye ka- rar verdi. Haklı olduğu için ve Allah’ın yardımı ile, bütün gücünü ortaya koyacak ve önümüzdeki ilk- baharda inşallah, Ruslara, yıllardan beri anlaşma- lara aykın hareket ettikleri için hakkettikleri ceza- yı verecektir.
Siz ki Polonya Cumhuriyeti’nin ürelerisiniz, dostumuz ve iyi komşumuzsunuz, vatanınızı, mille- tinizi, mallarınızı ve şerefinizi korumak, Rus zul- münden, sizi yıllardan beri inleten bu yabancının
zulmünden kurtulmanız için, cesaretle silaha sarıl-manızın zamanı işte şimdidir. Rus birliklerini top-raklarınızdan çıkarmak, kötü emellerini engelle¬mek, vatanınızı huzur ve refaha kavuşturacak ye¬ni bir kıral seçerek intikam almak size düşüyor. İşte şimdi gözünüzü açıp, Bâb-ı Ali’nin sevgi dolu nasihatleriyle dâvanızı bilerek hareket etmelisiniz.
Âlicenab Kırım Hanı ile, serasker Paşa, Ben-‘ der ve Hotin valileri, sınırdaki kumandan ve subay¬larımızla ve Boğdan Prensi ile işbirliği yapar, uyum ؛ içinde hareket ederseniz, Bâb-ı Âli’ye devamlı ola- : rak haber ulaştırırsanız, kırallığmızın ihtişam ve kudretini kazandırmak için gereken cesaret ve gay¬reti göstermiş olursunuz.
Size bu dost mektubunu işte bu maksatlarla yazdık. Onu size …… ulaştıracaktır. Kabulünden
memnuniyet duyacağımız bu mektubu alınca, bi¬zim en iyi dostlarımız olan sizler, Rusya’nın ülke¬niz için ne kadar kötü emeller beslediğini, Bâb-ı Ali’nin önceki nasihatleri ve son karan ile ne ka¬dar lehinize hareket ettiğini dikkate alarak hare¬ket ediniz. Bâb-ı Âli, kendisinin ne kadar haklı, sa¬mimi, ve sizin lehinize hareket ettiğini, Rusya’nın da ne kötü emeller beslediğini anlayacağınıza, va¬tanınızı kurtarmak için canla başla gayret edece¬ğinize inanmaktadır. *
(NOT: 15) Bâb-ı Âli’nin, Avusturya’ya, Silezya’nın verilmesi ve Saksonya elektörünün Polonya tahtına oturtul¬ması ile ilgili teklifine, Brognard bir muhtıra ile cevap vermiştir. Bu muhtıranın îtalyancası, kitabın aslında «Notlar ve Açıklamalar»,bölümünde yer âlı-
:■ .. v. yor• .؛ ,
(NOT: 16) Şeyhül Beled Halil Bey ve Yeniçeriağası Giritli Meh- med Çavuş ’un Fransız tüccarlanna yaptıklan bas¬kılarla il’gili bir mektubun îtalyancası, kitabın as¬lında «Notlar ve Açıklamalar» bölümünde yer alı¬yor. :
(NOT: 17) Mısır’da Seyhül Beled Halil Bey ve Hüseyin Keş- keş’in faaliyetleri ile ilgili İtalyanca bir mektup, ki¬tabın aslında «Notlar ve •Açıklamalar» bölümünde yer alıyor.
Yetmişüçüncü Kitap
أا Bâb-1 Âli tercümanlarından birinin bir raporu (Ara- İlk ortası 1768):
Bâb-ı Âli’nin emriyle, Yeni Sırbistan’daki Eli- zabedgr،>d, Arkangelgrod ve Mikael’grod kaleleri- ni tetkik ediyorum. Yeni Sırbistan onbeş yıl kadar önce Ruslar tarafından meskün hale getirilmiş bir eyâlettir. Topraktan yapılmış olmasına rağmen ^ok muhkem bir tabya. Rampaları o kadar geniş ki, iki araba yanyana kolayca geçebilir. Bu kalelerin Os- manii sınırlarına uzaklığı, haritaların tetkikine ve buradan gelen sözüne inanılır birkaç adamın ifa- desine göre şöyle: Elizabedgrod özi’ye sadece yir- mibeş fersah mesafede. Arkangel ise otuz ve Mi- kaelgrod kırk fersah mesafede bulunuyorlar.
Elizabedlgrod Bender’e aşağı yukan kırk, Ar- kangelgrod ve Mikaelgrod işe elli fersah uzaktadır- lar.
Hotin’den hareket ettikten sonra Dinyester (Turla) nehri geçiliyor ve Polonya vilâyetinden Ni- emirov kalesine otuz saatte varılıyor. Oradan on- iki saatlik bir yürüyüşle Oman kalesine ulaşılıyor. Bu kale Polonya sınırındadır ve Arkangelgrod’a se- kiz saatlik mesafededir. Arkangelgrod ise Hotin’e elli fersah mesafede. Eğer ordu, saydığım su yolla- rından birincisini tutarsa, verimli, yiyeceği bol bir ülkeye ulaşacaktır. Fakat ’birçok dereyi geçmek ge- rekecek.
Elizabedgrod ve Mikaelgrod kalelerine gelin- €e, bunlar Hotin’e altmış fersah mesafede bulunu- yorlar. Aksu ırmağı kıyısında bulunan Balta şehri özi vilâyetinin biraz yukansındadır ve Kırım Ha- nı’nın bir hasıdır. Bu şehir Arkangelgrod’a ondört, Elizabedgrod’a ؟öne ondört, Mikaelgrod’^ ise yir- midört fersah uzaklıktadır.
Söz konusu üç Rus kalesi birbirlerinden on-on- له. fersah —■ ve Yeni Sırbistan’da yer alır- lar. Burası düzlük, çok sayıda köyü olan bir yerdir. Sınırlan Polonya ^kraynası’ndan başlar, Dinyeper
(özi) nehrine kadar uzanır. Bu nehrin kıyısında Zaporog Kazaklan yaşar ve sayılan çoktur.
. Yukanda sözünü ettiğimiz köyleri çevreleyen fundalıklar arasında çok geniş otlaklar da vardır ve Şuralardan birçok dere akar. Fakat ülkede or- man azdır■ م o yüzden bir çöl telâkki edilir. Kö^lü- ler ancak kendilerine yetecek kadar buğday eker- ler.
Elizatoedgrod, Arkangelgrod ve Mikaelgrod, Ki- ov şehrine otuz ve kırk fersah mesafede bulunur- lar.
(NOT: 2) Kitabın aslında, «Notlar Ve Açıklamalar» bölümün- de, Osmanlı Devleti’nin Polonya seferi ile ilgili ola- rak yayınladığı ve elçilere dağıttığı 1beyannamenin İtalyanca¿! yer alıyor.
(NOT: 3) Reisefendi ve Nişancı’nm, sadrazamın emriyle Ma- jesteleri Avusturya İmparatoru’nun ve Majesteleri Prusya Kıralı’nm elçilerine 1/2 Aralık 1770 gecesi okuduklan beyannâmedir. Fransızca olarak kaleme alınmıştır:
V Bâb-ı Âli, Rus sarayının Petersboıırg’da, majes- teleri Prusya kiralının elçisine, arabuluculukla ilgi- li olarak, asıl gayesi iki devleıt arasında özel ‘görüş- melerle banşı sağlamak olan cevabî yazısının muh- tevasından haberdardır. Bâb-ı Âli, konuyu iyice dü- şünüp müzakere ettikten sonra, Viyana ve Berlin saraylarının elçilerinden, Osmanlı Devleti’nin savaş halinde bulunduğu hıristiyan bir devletle özel gö- . rüşme yapmasına anayasasının hiçbir şekilde ce- vaz vermediğini bildirmelerini istemiştir. Bunun için, hem Osmanlı Devleti’nin hem de Rusya’nın dostları olan iki devleti arabulucu olarak seçmiştir. Divan-1 Hümâyun’da oybirliği ile alman ve Yüce Sultan’m onayladığı bir kararı değiştirmesine imkân olmadığı için, Bâb-ı Ali şu hususlarda ısrar ediyor:
buluculuğu ile ve başka herhangi bir devletin صل- tılmaması şartiyle müzakerelere girişebilir.
• Bâb-ı Ali, arabulucu ظل saraym, kendi duy- gu ve düşüncelerini Rus sarayına anlatacaklarını ve Rusya’ya bunu kabul ettirmek için ellerinden geleni yapacaklardı ümit eder.
• Bâb-ı Âli samimi olarak barış istemekte dir. Rusya da ayni düşüncede olduğunu bildirdiği- ne göre, bu devletin, له sarayın arabuluculukları- nı kabul etmede hiçbir güçlük çıkarmayacağmı da ümit eder. Bütün beklentilere rağmen Ru$ya tek- lif edilen iki devletin arabuluculuklarını kabul et- memekte ısrar ederse, bu iki devimin, hangi tara- fm engel çıkardığmı ve hangi tarafın dostluğuna daha çok güvenmeleri gerektiğini anlayacakları- nı da ümit eder._
• Rusya’nın goriişmelerde ilk madde olarak öne sürdüğü Rus elçisi Obreskov’un serbest bira- •kılması meselesine gelince, Bâb-ı Âli bunu reddet- memiştir. Bu maddenin şimdiye kadar niçin yeri- ne getirilmediği de Majesteleri Prusya Kıralı’na de- falarca anlatılmıştır. Bâ’b-1 Âli yine de beyan eder ki: Rusya Devleti barışın tesisi için harekete g^er ve iki devletin arabuluculuğunu kabul ederse, Rus elcisi derhal serbest bırakılacaktır.
• Bâb-ı Âli, arabulucu iki devletin, majeste- leri Rus imparatorundan, adı geçen elçi Obreskov’u tam yetkili murahhas tayin etmesini istemelerini de rica eder. Böylece, Obreskov ve arabulucular, is- tanbul’da, müzakerelere kısa zamanda başlayabi- lirler. Ama Rusya bir kongre toplanmasında ısrar ediyorsa, Bâb-ı Âli, Obreskov’u, sınıra kadar, şe- ref ve haysiyetine halel gelmeden ulaştırmayı ve serbest bırakmayı vaadeder. Bununla beraber, sa- vaşa sebep olan meseleleri kimse ondan daha iyi bilmediği için, Rus hükümeti onu yetkili murah- haslarından biri tayin ederse, Bâb-ı Âli memnun olacaktır.
Yukarıda zikrolunan Bâb-ı Âli’nin iki veziri İReisefendi ve Nişancı) , arabulucu iki devletin el- çilerinden, bu deklarasycnu özel bir kurye ile müm-
kün olduğu kadar kısa bîr zamanda Rus sarayına göndermelerini, kısa zamanda kesin bir cevap ve¬rilmesi için ısrar etmelerini rica eder. Böylece, Bâb-ı Ali de, barış çalışmalarım mı yoksa savaşı mı de¬vam ettireceği yolunda bir karara varacaktır.
4) Avusturya İmparatorluk sarayı ve Osmanlı Dev¬leti, iyi komşuluk bağlarının ve sürekli barışın sağ¬lanması için samimiyetle çalışmayı her zaman gö¬rev bildiklerinden, karşılıklı menfaatlerin korunma¬sı, dostluk bağlarının güçlenmesi için her çareye başvurmaktan geri kalmamışlardır. Ama tam bu sırada Bâb-ı Âli ile Rusya arasında meydana gelen bazı olaylar yüzünden çıkan ve devam eden savaş, milletlerin huzur ve refahını sekteye uğratmış bu¬lunmaktadır. Bunun üzerine iki saray (Osmanlı ve Avusturya sarayları), anlayıiJbi^ği^iÇHîde^üîtiük^ lanndan, gengl_huzur-içih son derece zararlı ola- cakJbiK^âİeti,” Osmanlı Devleti’nin haysiyetli tutu- ~muna uygun bir şekilde, barışı tesis etmek suretiy¬le önlemeye karar vermişlerdir.
Bu maksatla, en kısa zamanda uygulanacak, hayırlı ve mutlu sonuçlar getirecek bir anlaşma im¬zalamayı uygun görmüşlerdir. Bu anlaşmanın bir an önce gerçekleşmesi için, Bâb-ı Âli, halen Ana¬dolu kazaskeri ekselâns Atıf Mehmed Emin Efendi ile Reis-ül. Küttap’a vekâlet eden Raif İsmail Bey ve Nişancı Seyyid Osman Efendi’den oluşan bir murahhas heyeti kurmuştur. Majeste Avusturya imparatoru da bu görevi Bâb-ı Âli nezdindeki elçi¬si François Thugut Chevalier’ye vermiştir. İki ta¬rafın murahhasları teamüle uygun olarak yetki belgelerini teati ettikten sonra müzakereler başla¬mış, birbirini takip eden toplantılar sonunda, Ce- nab-ı Hak’ın izniyle, aşağıdaki beş madde üzerin¬de anlaşmışlardır:
Birinci madde؛ Osmanlı Devleti, Avusturya İm- paratorluğu’na, savaş hazırlıklarım karşılamak üzere, her biri beş yüz kuruşluk yirmibin kese para verecektir. Bu anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra dört bin kese sınıra gönderilecek, geriye ka¬lan onaltı bin kese de, gizlice ayni yoldan ayni yere, taksitler؛؛h؟،lmde ulaştırılacaktır. Paranın tamamı
sekizer bin keselik iki taksitte ve sekiz ay içinde ödenmiş olacaktır. Gizliliğe riayet yüzünden meyda¬na gelecek bir aylık gecikme için herhangi bir taz¬minat söz konusu olmayacaktır. Avusturya sarayı ve murahhaslar, yapacakları müzakerelerde uygun görürlerse, gizli bazı meselelerin halli için, Bâb-ı Âli tarafından kendilerine iki-üç bin kese para verile¬cektir.
İkinci madde: Bâb-ı Âli, cömert ‘ davranışının ve İmparator tarafından da çok iyi bilinen iyi ni¬yetinin bir delili olarak, kendi arzusuyla, Eflâk’in, Erdel, Banat ve Tem eş var sınırları içinde kalan, bir taraftan Tuna, öbür taraftan Oltu nehirlerine ula¬şan bölgeyi Avusturya’ya armağan edecektir.
■■’-■■•■—-،٠■- Üçüncü madde؛ Yıllardan beri sınırda olay çı-
kârdıklan ve Avusturya topraklanna tecavüzde bu- lunduklan ve gelecekte de böyle_ olaylara sebep ver-memeleri için, barıştan sonra sınırlar Avusturya lehine yeniden tespit edilecektir.
Dördüncü madde: Avusturya tebaalılar, bütün Osmanlı topraklarında serbestçe ticaret yapacak ve her bakımdan himaye göreceklerdir. Özellikle, bun¬dan böyle, müştera (gümrük) vergisinden kurtula¬caklardır. Gelecekte Avusturya sarayı, Bâb-ı Âli nezdindeki elçileriyle, ticareti arttırmak ve kolay¬laştırmak konusunda yeni tekliflerde bulunursa, bu teklifler dikkate alınacak؛ iki devlet arasındaki sı¬kı dostluk çerçevesi içinde, karşılıklı menfaatlere uygun olarak kabul edilecektir. Bundan başka Bâb-ı Ali, karşılıklı menfaat gereği, Cezayir, Tunus, Trab¬lus, Berberi ,beylerine de kefil olacak, Avusturya bayrağı taşıyan gemilerin serbest ticaretine engel olunması halinde müdahale edecek ve gemileri sal¬dırılardan koruyacaktır.
Mukabil taahhüdü bildiren beşinci madde« Ma-jesteleri Avusturya imparatoru, yukanda dört mad¬dede zikrolunan hususlara, iyi komşuluk duygula¬rıyla karşılık olarak, gerek görüşme yoluy^Mrerek- se silaha başvurarak, Osmanlı Devl^ti’ne ait iken Rusya tarafından işgal edilen jkaleleri, eyâletleri, topraklan iade ettirmeye>~ç#lışacaktır. Bu savaşın
؛ – çıkmasına sebep olan Polonya Cumhuriyeti’nin ba- ğımsızliğına ve hürriyetlerine hiçbir halel getirme- -den imzalanacak barışın, 1739 Belgrad barışında- ، ki esaslara uygun olmasına çalişacaktır. Zamanın şartları elverdiği ölçüde, Bâb-1 Âli’nin de kabul ede- bileceği şartlarla, onun aleyhine mahzurların orta- dan kaldırıimasiyle tesis edilecektir. Ayrıca, Ma- ١ jesteieri Avusturya imparatoru,. Rusya’nın oyala- ma. bahanelerine müsaade etmeyecektir. Barışı en- gelleyen bütün sebepleri mümkün olduğu kadar ça- buk ortadan kaldıracak, genel huzuru sağlayacak bir barış için çal^a(؛:aktır. Bu inançla ve yukarıda- ki- maddelerde belirtilen hükümlerin yerine getiril- mesi için, Türkçe yazılmış ve yetkili Kaymakam Vezir Mehmed Paşa tarafından imzalanmış nüsha- sı ile,teati etmek üzere, biz, majestelerinin verdiği yetkiye dayanarak,’bu anlaşmayı imzaladık, arma- mızın mührünü bastık.
‘■ ‘ – ■ İstanbul, 16 Temmuz 1771
؛ ÎLvS.JFrançoisdeThugut
(NOT: 5) . Ferrand’m «Polonya’nın üç Defa Paylaşılması» a,dlı , ‘ tarih kitabı ne kadar değerli olursa olsun, birçok
■■■ه’ hataları vardır. Bu hatalar daha çok, yalnız Fran- ‘ ^ız kaynaklarmdan yararlanarak yazdığı Avustur- ya’nm politikası ile ilgili konulardadır, üstelik, Fran- sız kaynaklannda da mevcut olan bazı olayları ses- gizce geçiştirmiştir. Meselâ, Choiseul dükü Osman- İl Devleti ile bir deniz ittîfak^kurmak için sürekli çaba harcamış, Ai’guillon dükü de. dışarıdan bu it- tifaka. Prusya kıralı II. Frederik’i dahii’etmek için çalışmış, قهم reddedilmiştir. Bu konuda Ferrand ؛ (C.I., s. 97’deO şöyle diyor:
‘ ,ب.-‘• «…O tarihten’ (1770) itibaren, Türkçe konuşan
ر’ ، ve İstanbul’u çok iyi bilen, hükümeti tarafından da çok becerikli ,olarak kabul edilen Thugut, divanın ~،؟،،_،-^ ‘-”karşi|îna^buyük bir ustalıkla iki •ayn konuda an- laşmayı birden çıkardı: Bunun birincisi, gerekirse … .. arabuluculuğa Prusya kiralını da katmak; diğeri de, eğer Avusturya Türklerle bir ittifak kurarsa, ؟ ر,ransa’yı ittifaktan uzaklaştırmak…» .
te Thugut, Fransa’nın arzu ettiği deniz ittifakını engellemek için hiçbir teşebbüste bulunmamıştır.
İkincisi, Prens Kaunitz, 1770’de, Türkiye ile bir it¬tifak kurmayı henüz düşünmüyordu. Bundan do¬layı da Thugut bu konuda herhangi bir talimat al¬mış olamazdı. Çünkü, yardım anlaşmasiyle ilgili olarak aldığı talimat 27 Ocak 1771 tarihini taşı¬yordu. Ve nihayet üçüncü hata, Thugut’un, Prusya elçisinin arabulucu olarak katılması hususunda,
Bâb-ı Âli yetkilileriyle hiçbir müzakerede bulunma¬mış olmasıdır. Neisse’de İmparator Joseph ve kıral . Frederik II ile yaptığı görüşmeden sonra aldığı ta¬limata sadık kalarak, onun katılmaması için de hiç¬bir teşebbüste bulunmamıştır.
Ferrand 104. sayfada şöyle diyor:
«..Obreskov, yaklaşık kırk yıldan beri oturdu¬ğu Türkiye’yi çok iyi biliyordu..»
Obreskov, Yedikule’de iken yazdığı hatıratında bu ülkede onsekiz yıl kaldığını belirtmektedir. Fer- ؛
rand, kitabının 155. sayfasında da şunları yazıyor: ؛
«Kuanitz, Türklerle yapacağı ittifakın Ruslarla ya- j
pacağı ittifaktan daha avantajlı olacağına inanı- yordu.» Oysa söz konusu olan bir ittifak değil Jbir-— yardım anlaşması idi ve gayesi Rusya’yı banş yap¬maya ve Avusturya’nın arabuluculuğunu kabul et¬meye zorlamaktı. 233. sayfada ise şöyle diyor: «..Ob¬reskov serbestti.^Semlin’e götürülmüş olması bile •bu meselede Avusturya’nın tesirini gösteriyordu.»
^.. Prusya ve Ingiltere sefirlerinin ısrarlı talepleri¬ne rağmen Obreskov’u serbest bıraktıranın Thugut olduğu çok doğru. Fakat, Obreskov’un Semlin’e gön¬derilmesi Bâb-ı Ali’nin isteği üzerine olmuştur. Çün¬kü Bâb-ı Âli, Obreskov’un Türk karargâhından geç- ‘ mesi halinde, onun serbest bırakıldığını gören as- ! kerler arasmda hoşnutsuzluk yaratacağından ve – ؛ bazı homurdanmalara’sebep olacağından çekiniyor- ~ ٦ du. 286. sayfada şunları yazıyor: «Divan, 6 Temmuz ‘ 1 anlaşmasmda oyuna geldiğini, yirmi bin kese pa¬ranın boşa gittiğini gizlemedi.» Sonra şu notu var:
«Dört bin keseden başka para ödendiğini gösteren hiçbir ize rastlamadım.» iki cümledeki hüküm de yanlıştır. Çünkü Bâb-ı Ali bir süre sonra iki biiı
kese daha ödedi. Daha ilerde ise «Basarabya’daki Yedisan aşireti» diyeceği yerde, «Basse Arabıa’daki Diedsan aşireti» diyor ٢٠١.
Ferrand, çok önemli bir hata da, 474. sayfada şöyle demekle yapıyor: *Bâb-ı Ali, Sadrazam Os- man Efendi ile Abdülkerim’i göndermişti ki bunlar ateşkesi görüştüler.», Osman Efendi sadrazam de- . ‘ ğil nişancıbaşı idi, İstanbul’dan onunla birlikte gön- derilen meslekdaşı ise Abdülkerim değil, Ayasof- ya şeyhi Yasincizâde idi. o zaman sadrazamlık ma- kamında Muhsinzâde Mehmed ?aşa bulunuyordu.
«Şahin Giray Cbu rakibin adı)…» diyor. Fakat Bâb-ı Ali tarafından tayin edilen Devlet Giray’ın rakibi, «Şahin» değil, «Sahib» idi. Şahin onun kay- gayı idi ve Ruslar tarafından Petersbourg’a götü- rülmüştü.
250. sayfada ise pragmatik görüşünü ileri SÜ- rüyor: «Kendisine bu kadar pahalıya mal olan, hiç- bir fayda sağlamayacağı, bilinen, uygulama zama- nını ve şeklini tamamen Avusturya’ya bırakan bir anlaşmanın hiçbir işe yaramayacağını nasıl gör- medi? Hiç olmazsa ■gizlice Fransa’yı bundan niçin haberdar etmedi? Petersbourg’u biraz şüphelen- dirdiği takdirde, Rusya’yı barış şartlarına daha ko- lay razı edebileceğini nasıl hissetmedi¿..»
Bu soruların cevabını. Sultan’m bizzat yönet- me, müzakereye katılacakları bizzat seçme tutku- ,•، sunda aramak gerekir. İstanbul’da Reisefendi’ye ve-
kâlet eden İsmail Raif ve Osman Efendi, çok gayret- li insanlardı. Fakat bunlardan birincisi bir afyon- keş idi, İkincisi ise kendisini çok bilgili ve büyük gö- rüyordu. Ulemânın dahi bilmediği bu konuda tam bir gizlilik •gerekiyordu. B^le bir yardım anlaşma- smm varlığını hissettirecek en ufak gevezelik, mev- kilerini kaybetmelerine sebep olacaktı. Daha son- ra AvusturyalIlara üç milyon verildiği duyulursa,
. kelleleri de‘giderdi; ’ ؛
Bu . savaş İÇİİ1 Bâb-ı Âli’yi tahrik etmiş olan Fransa bu yüzden itimad uyandırmıyordu. İngiliz sefiri Murray’ın siyasi iftiralafı da bu şüpheyi art- tırmıştı. Meseleleri ve Türkçe’yi iyi bilen Thugut
(٠) Basse Arabia, Aşağı Arabistan anlamına geliyOT• (Ç.N.)
İse Bâb-ı Âli’nin tam güvenini kazanmıştı. Saint- Priest de bunu şu sözleriyle doğrulamaktadır: «On- lan, güvenilir bir insan olduğuna inandırmıştı..»
(NOT: 6-7) îki tarafm da gerçek dostu olan Efendim Kıral Haz- retleri, mevcut anlaşmazlık ve huzursuzluk başlar başlamaz Rusya’nın teklif ettiği arabuluculuk gö- revini kabul etmiş, Bâb-ı Âli de, kiralımın arabulu- culuğunu kabul etmekle, genel huzuru ve banşı is- t ediğini göstermiştir. Kıral Efendimiz, en uygun ve en emin çarelere ‘başvurarak, her çeşit iyi temkin- lerle, foanştmcı görevini yerine ؛getirmek için bü- ؛tün gayretini göstermektedir. Bâb-ı Âli, çok dürüst ve bu konuda iyice aydınlanmış olduğundan, kıra- lımın böyle kararlı bir gayret içinde olduğunu ka- bul edecektir.
Kıral Hazretleri, bugüne kadar Rusya’dan bek- lenmeyen bir ilgi görmüştür. Çünkü, hükümdan- mm büyük ‘başarılan bu sarayın gözlerini kamaş- tırmıştır ve ona tam olarak itimad edilmektedir. Fakat hükümdarım, mevcut şartlar altmda, en ma- kul yolu bularak bilgelikl؟ hareket etmeyi tercih ediyor؛ bu güzel işi, Bâb-ı Âli’nin şerefine halel ge- tirmeyi önleyecek bütün ؛tedbirleri alarak yürüt- mek istiyor ve bu niyetle hareket ediyor.
(Prusya elçisinin Bâb-ı Âli’ye verdiği bir muh- tiranın tercümesi, Mart 1771)
(NOT: 8) Bâb-ı Âli’nin Polonya ile ilgili bir deklarasyonu (Avusturya elçiiiğinin baştercümanı tarafından ya^ pılan tercümenin özeti) :
Osmanlı Devleti ile Polonya arasında aktedilen Karlofça Banşı’nın maddelerine tam olarak uyul- makta, bütün PolonyalIlar kendilerine gösterilen il- gi ve saygı ile tam bir güven ve huzur içinde yaşa- maktadırlar. Fakat, gelişen olaylar ve şartlarla ka- çınılmaz şekilde meydana gelen bu müessif savaş, PolonyalIlar için de felâket sebebi oldu. Polonya kı- rallığınm bazı senyörlerinden (ki bunlar ülkenin en dürüst, en güvenilir kişileridir ve devletin selâ- meti için fikir birliği içindedirler) aldığımız bilgi- lerden, bazı cumhuriyetçilerin kendi vatanlarının aleyhine hareket ettiklerini, savaşı ve الااا؛لاأل körük-
lediMerinİ öğrenmiş bulünuyorüz. Bu kişilerin yan¬lış tutumlarını belirtmek için Bâb-ı Âli bir manifes- •to yayınlamış, bununla hem onlar hem de bütün Polonya ikaz edilmiştir. •
■ Bu manifesto1, onun nefretle karşılanması için çok yanlış yorumlandi. İyiyi kötüden, yararhyı za¬rarlıdan ayıracak idrake sahip olmayan kimseler¬de şüphe uyandırmaya çalıştılar. Zayıf insanların
— bu ■manifestodaki inceliği ve gerçekleri anlamasına engel oldular. Oysa bu ٢ manifesto, insaniyetin ve po¬litikanın gerçek ilkelerine göre bir kısım insanları
’ sakinleştirmek, bir kısmini da başkalarının yanlış ؛telkinlerine karşı uyarmak gayesini güdüyor, ba¬rış ve huzurdan başka hiçbir şey amaçlamıyor, bü¬tün biı felâketlerin, çok tehlikeli sonuçlara ulaştı¬racağı mâlum olan yanlış yollara sapmaktan ileri geldiğini gösteriyordu..
. ;- İyi niyet ve dürüstlüklerinden şüphe edilmeyen, vatanlarının selâmetinden başka bir şey düşünme¬yen saygıdeğer kişiler,; kendilerini Osmanlı Devle-
: ti’nin şefkatli kucağına attılar. Amme huzurunun da onlara؛ duyulanmerhamet hislerinden dolayı fe- da edildiğini söylemek, gerekmez.
…Bütün Polonya Cumhuriyeti’nin ve bu cum¬huriyetin bütün fertlerinin, Bâb-ı Âli’nin merhame¬ti ve himayesi altında olduklarını bütün dünyaya bildirmek zaruret olmuştur… Onları korkutan, iç-
. lerine kuşku dolduran yanlış telkinlere rağmen, bü- yük-küçük ama iyi niyetli her PolonyalInın, Yüce -Padişah’ın* en -samimi, en ciddi desteğine inanması
– gerekiir. Şevketlü padişah bugün bütün gücü ile PolonyalIların iyiliği için harekete geçmiştir. Gele-
■■ ^cekt© de kesin şekilde onlarla beraber olacaktır.
Bu deklarasyonla, Bâb-ı Âli’nin duygu ve dü¬şüncelerini belirtmesinin, herkesin gözüne tutma¬sının bir görev olduğuna inanıyoruz.
Muharrem ayının ortası ve Hicrî 1185 yılı.
Herbert’in tercümesi: 24 Haziran 1771.
9)؟ Pressburğ Sarayı’ndan Zips valisine gönderilen bir ihtamâmenin Lâtince metni, kitabın aslında, «Not-
lar ve Açıklamalar» bölümünde yer alıyor.
(NOT: 10) Burada, ayni adı taşıyan ikinci büyük sadrazam olan Melek Mehmed Paşa (Tnın hayatı ve yöne¬timi hakkında kısa bir bilgi vermek istiyoruz. Me¬lek Mehmed Paşa da, IV. Murad’ın 14 yaşındaki kı¬zı ile evlenen öteki Mehmed Paşa gibi, bir sultan¬la evlenmişti.
Yine burada, Kont Racsinski’nin Voyage pit- toresque de Constantinople (Güzel İstanbul Seya¬hati) adlı kitabındaki bazı yanlışlan düzelteceğiz.
Melek Mehmed’in babası, Bosna’da doğmuş olan Kaptan-ı Deryâ Fındıklı Süleyman Paşa’dır. Meh¬med Paşa «melek» lâkabını genç yaşta iken almış¬tı. Bir melek kadar güzel, yakışıklı olduğu için ver¬mişlerdi bu lâkabı. 14 yaşından itibaren, kaptan-ı deryâ olan babasının himayesinde, hicri 1148 (m. 1735) yılında gemi kaptanı sıfatını almış ve eğitim görmüştür. Daha sonra tersane kethüdası, 1165 (m. 1751) yılında ise beylerbeyi unvanını da alarak Kap¬tan Paşa oldu. Bundan bir yıl sonra üç tuğlu vezir derecesine terfi ederek, III. Osman’ın tahta çıkışı¬na kadar bu görevde kaldı. Bu padişah zamanında görevden alındı ve 1169 (m. 1755) yılma kadar İs- tanköy’de sürgün hayatı yaşadı.
Bu tarihte, vezirlik rütbesi tekrar verilerek Se- lânik valiliğine tayin edildi, m. Mustafa zamanın¬da ise nişancılığa tayin edildi ve sadrazamdan dul kalan Zeynep Sultanla evlendi. 1172 (m. 1755)’de önce Yanya valiliğine tayin edildi, sonra İstanbul’a davet edilerek ikinci defa nişancılığa getirildi ve kubbealtı veziri (divan üyesi) oldu. 1177 (m. 1765) de Vidin valiliğine, ertesi yıl Belgrad valiliğine ta¬yin edildikten sonra İstanbul’a döndü ve padişahın saraylarından birinde ikamet etti. Bu, Râgıp Paşa zamanında verilmeyen bir imtiyazdı. Râgıp Paşa,
،padişahın diğer damatlarını kıskanıyor ve isten- bul’dan ıızak tutuyordu.
Daha sonra Anadolu valiliğine tayin edilen Me- lek Mehmed Paşa, Sadrazam Mustafa Bahir Paşa’- nın ölümünden sonra, geçici, olarak sadaret kayma- kamlığı (sadrazama vekâlet) yaptı. Yeni sadrazam gelinceye kadar bu görevde bir ay kaldı. Bundan sonra önce Aydın valisi, 1179 (m. 1765) ’da ise Ru- meli valisi oldu.. Ertesi yıl ikinci defa Kaptan Pa- şalığa getirildi ama ayni yıl azledildi. Kısa bir süre Şonra tekrar nişancı oldu ve bu görevde altı yıl kal- dı. Rusya savaşı sırasmda, sadrazam seferde oldu- ğu süre içinde sadaret kaymakamlığı yaptı. I. Ab- dülhamid ^ahta çıkınca bu görevden alındı ve üçün- cü defa Deryâ Kaptanı oldu.
Kaynarca barışından ve eşi Zeynep Sultan’ın ölümünden sonra, murahhas heyetinin başı olarak Hotin’e gönderildi. Buradan dönünce tekrar Belg- rad muhafızı oldu ve orada Yamakların isyanını bastırdı. Bti başarısından dolayı mükâfat olarak kendisine Mora muhassıllığı da verildi. Kısa bir SÜ- re muhassıllığı Gazi Haşan Paşa’^a dededen Me- lek Mehmed Paşa, bu defa Eğriboz muhafızı oldu ve Arnavut isyanını bastırmak için Tep şehrine yü- rüdü. 1195 (m. 1701) yılmda Kahire valisi tayin edil- di. Bir yıl sonı*a tekrar Belğrad’a geçti.لئ yıl son- ra, ayni görevle Kandiye (Girit)’ye gitti. Burada 1198 (1783) yılma kadar kaldıktan sonra muhasıl olarak Mora’ya geçti. Ertesi yıl Bender muhafızı, sonra Vidin muhafızı oldu ve burada Paşaoğlu Ömer’i görevden uzaklaştırdı. Paşaoğlu Ömer’in oğ- lu, III. Selim zamanmda OsmanlI tarihinde en çok kan dökülmesine sebep olan meşhur âsilerden biri oldu.
■ Sadrazam Yusuf Paşa, bir yangından sonra bü- tün malını kaybeden Melek Mehmed Paşa’yı, Ru- meli’de evlâd-1 fâtihandan vergi toplamak olan mu- hasıllık görevinden aldı ve onu Sakız adasına sür- dü.
آه. Selim, vezir rütbesiyle onu tekrar Kandiye muhafızlığma tayin etti. 1206 (m. 1791) yılmda, Me- lek Mehmed Paşa’ya şahsî düşmanlık besleyen Sad- razam Yusuf Paşa da azledildi ve Melek Paşa sad-
– razam oldu. Fakat padişah, beklenmedik bir sıra¬da, 29 Rebiülevvel 1209 (24 Ekim 1794) Pazar günü sadaret mührünü geri aldı. Sadrazamlığı iki ؟al, se¬kiz ay ve yedi gün sürmüştü.
III Selim, Melek Paşa’nın, Ayşe Sultan’dan sa¬tın aldığı Ortaköy’deki sarayında (yalısında) otur¬masına müsaade etti. Burada, ölüm tarihine kadar, yedi yıl oturdu. 16 Şevval 1216 (m. 19 Şubat 1802) tarihinde, geceleyin vefat etti. Mezarı, karısı tara¬fından inşa ettirilen Soğukçeşme Camii’nin avlu- sundadır. ‘
Sadrazamlar tezkirecisi Cavid, onun âdil, yu¬muşak huylu, herkesin saygısını kazanmış büyük bir şahsiyet olduğunu söylüyor. AvrupalI elçiler de ayni görüşte birleşiyorlar. ,
Eşi Zeynep Sultan 1774’de ölmüştü ve Melek Mehmed Paşa tekrar evlenmişti. Bu ikinci evlilik¬ten üç erkek çocuğu dünyaya geldi ki, bunlardan biri olan Abdülkadir Bey 1776’da doğdu ve halen kazaskerdir. Abdülkadir Bey dünyaya geldiği za¬man babası 55 yaşında idi, Kont Racsinski’nin yaz¬dığı gibi 95 yaşmda değildi.
(NOT11 ؛) Kaynarca Banşı’na eklenen özel hükümler (bkz: Martens, «Anlaşmalar», C. II, s. 287):
Madde 1؛ Bu ayrı madde ile, Bâb-ı Âli, savaş tazminatı olarak Rusya’ya onbeş bin kese, yani ye- dibuçuk milyon kuruş ödemeyi taahhüt eder, ki bunun Rus parası ile tutan dört milyon rubledir. Bu para üç yıl içinde, üç taksitte ve şu şekilde öde¬necektir: Birinci ؛taksit 1 Ocak 1775’te, ikinci taksit
1 Ocak 1776’da, üçüncü taksit ise 1 Ocak 1777’de. Her taksit beş bin kese olacak ve Rus elçisine veri¬lecektir. Rusya bu paranın ödenmesi için herhangi bir teminat isterse, Osmanlı Devleti istenen temina¬tı verecektir. Bâb-ı Âli, bu maddenin hükümlerine, iki devlet arasında imzalanan anlaşmada^yer almış¬çasına, kelimesi kelimesine uymayı taahhüt eder.
Buna dayanarak bu belgeyi imzalıyor ve müh-rümüzü basıyoruz.
Kaynarca, 11 Temmuz (Rus takvimine göre 21 Temmuz) 1774. : /
Madde II؛ Bugün imzalanan banş anlaşmasının XVII, maddesinde Rus donanmasının Ege adaları- ; nı üç ay içinde tahliye etmesi kararlaştırılmışsa da, ‘ iki devlet bununla ilgili olarak şu hususlarda muta¬bık kalmışlardır: XXIV. maddeye göre bir ertele- : me söz konusu olmadığı için, her iki devlet yine bu
XXIV. maddenin gereği Rus donanmasının adalar¬dan bir an önce ayrılmasını kabul ettiklerinden, söz konusu donanmanın ayrılmasını çabuklaştırmak üzere, Bâb-ı Âli bu donanmanın ihtiyacını elinden geldiği kadar karşılamayı vaadeder. Bu maddenin hükmüne de, anlaşmada yer almışçasına uyulması zorunludur. .
Kaynarca, 10 Temmuz 1774.
(NOT: 12) Burada, olayların şahidi ve becerikli bir diplomat olan Baron de Thugut’un kendi devrinde geçen olay¬lar üzerinde doğru ve sıhhatli görüşlerini belirten raporlarından bazı bölümler sunuyoruz؛
3 Eylül ١774 tarihii rapordan؛
■ «Şüphe götürmeyecek bir şekilde acıklı bir saf- , haya giren olaylar karşısında, ekselânslannm hak
, sahibi ülkelerle ticaret, Tuna üzerinde ,ve Karade-
■ niz’de seyrüseferle iligili müşahedelerinden, bilge-
i lik taşıyan uyanlarından yararlanmak için henüz harekete geçemedim. ‘
Katolik dirii, yararına olacak sonuçlar almak ، üzere de bir teşebbüste bulunmadım. Teşebbüste
bulunursam hiçbir sonuç elde edemeyeceğimi de anlamış bulunuyorum. Çünkü, zamanından önce teşebbüse geçmemek gerektiğine inanıyorum. Bu ırieseleler ne kadar önemli işe, ekselânslan, şimdi te¬şebbüse geçmemenin de o kadar faydalı olacağını elbette bileceklerdir. Çünkü, zamansız yapıldığı için hiçbir sonuç vermeyecek ,olan bu teşebbüsler, za¬manında teşebbüs edildiği zaman, alınacak olumlu , ; ؛* ، sonuçlan da engellemiş olacaktır. – ■؛ .؛
V Majestelerinin başarıları•• için bu tedbirlerin ge¬rektiğine inanıyorum. . ‘؛ J
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 38
Bundan başka, anlaşmanın özel bir maddesiy¬le, hıristiyan mezhepleri himaye hakkı Rusya’ya ve¬rilmiş؛ öte yandan, iddiaya göre, Rusya, hıristiyan devletler arasında Karadeniz’de yalnız kendisinin serbestçe ticaret yapmasını istemektedir. Bu konu¬da da zamansız bir teşebbüste asla bulunmamayı faydalı görüyorum. Bu kararların kötü yanlan iyi¬ce anlaşılınca, teşebbüse geçtiğim zaman mücadele daha kolay olacaktır. Rusya ile Osmanlı Devleti arasmda yapılacak ve hak sahibi diğer devletlerin aleyhine olacak bir özel deniz ticaret anlaşmasını engellemek, Katolik mezhebinin Doğu’da yok edil¬mesine veya baskı altında tutulmasına yol açabi¬lir. Üstün zekâ ve idrak sahibi ekselâhslan elbet bu hususu da düşüneceklerdir.
Her iki konuda ekselanslarının son emirlerini beklerken, bana söylediğiniz tedbirlerden, yani Os¬manlI Devleti’ni müstakbel saldınlardan korumak maksadiyle Tuna ağzmda bir kale inşa etmek vs. gibi projelerden, şimdilik Bâb-ı Âli’ye hiç söz et¬memeyi uygun görüyorum. Bu projeler, bu impara¬torluğun kısa bir süre önce maruz kaldığı tehlikeli durumlardan evvel gerçekleştirilseydi, şüphesiz çok yararlı olurdu. Fakat, ekselânslan artık barış şart* lannı bildiklerine ‘göre, şimdi, Avusturya ve Osman¬
lI İmparatorluklarının daha önce yaptıklan teda¬füi ve’tecavüz! (savunma ve saldırma amaçlı) itti¬faklarının Kaynarca Banşı ile tamamen değişmiş durumda olduğunu, Bâb-ı Ali’yi kurtarmak hâlâ mümkün ise, bunun için başka tedbirler düşünmek gerektiğini de bilirler.
Son anlaşma şartlarına göre, Rusya bir taraf¬tan Kınm yanmadasının doğusunda bir bölümü, Yenikale’yi ve özellikle de çok değerli olan Kerç li¬manını, Dinyeper (özi) ağzının iki kıyısını ele ge-çirmiş bulunuyor. Bundan başka, Rusya, yalnız Don nehri ağzmdaki Azak kalesini değil, güzel Tagon- rok limanım savunmak için de bölgeyi tahkim et¬meyi düşünüyor. Aynca, bu bölgede sanayi odunu yetiştiren gür orman, demir, kenevir ve gemi yap¬mak için gerekli her şey bol olduğu için, yakında Kerç limanında, oniki-onbeş büyük gemiden ve di-
ğer gemilerden oluşacak büyük bir filo kurması zor olmayacaktır. Yeni ele geçirdiği diğer yerlerde de birçok’küçük gemi yapabilecektir. –
Rusya’nın yeni aldığı bu topraklarda, otuz-kırk bin kişiden oluşacak bir orduyu daima hazır bu- lunduracağ* kesindir. Bunlar, gerek bugüne kadar Ukrayna- sınırlarını korumak için topladığı milis- lerden, gerekse başka yerlerden kolayca temin edi- lecektir. Bundan da şu sonucu çıkarabiliriz: Gele- çekte Rusya hep hâkim durumda bulunacaktır. Sa- int-Petersbourg hükümeti istediği ve uygun gör- : düğü zaman, olağanüstü bir silahlanmaya lüzum kalmaksızın, Karadeniz kıllarına inebilecek; yeni sınırı Kerç’ten hareket ederek, rüzgârın da yardı- mı ile, yirmi bin kişilik bir orduyu, otuzalto ilâ kırk- se^iz saat içinde, İstanbul sürlannm önlerine kadar getirebilecektir. ٠ zaman, ortodoks mezhebinin 1İ- derleriyle daha önce anlaştıklar! gibi birlikte hare- ket edecekleri de şüphesizdir. ٠ zaman padişaha, Rusya’nın harekete geçtiğini haber alır almaz, sa- rayını terkedip Asya içlerine kaçmak ve Doğu im- paratorluğu’nun tahtını daha ‘güçlü birine bırak- maktan başkabir şey kalmayacaktır.
Başkent istilâ edilince, hıristiyan mezhebinden olanlar teröre iştirak edecek, kolayca ve kaçınılmaz , şekilde Rusya’ya tabi olacaklar; bütün adalar, Ana- dolu’nun kıyılan, tâ Adriatik kıyılarına kadar bu devletin eline geçecekti^. Dünyanın her bölgesin- den daha verimli olan bü çok zen^n topraklar, ora- lara sahip olan Rusya’yı öyle kalkındıracak ve yük- seltecektir ki, bu devlet, tarihin anlattığı eski çağ- ların efsanevi zenginliklerini, ihtişaminı geride bı- Takacak, daha üstün olacaktır.
– Gelecekte, bu büyük ihtilâl, bir hafta gibi ki-
sa bir zamanda, sessizce.،ve büyük hazırlıklara İh- tiyaç duyulmadan Karadeniz tarafından başlatıla- bilir ve kısa zamanda sonuçlandınlabilir.
Bundan böyle, Rusya’nın harekât sahası ola- rak Dinyester (Turla) Ve Tuna kıyılarını seçmesi düşünülemez Çünkü sınırlarından bu kadar uzak- ta yapacağı bir savaş zor.ve pahalı olacağı gibi, le-
* hine de sonuçlanmayabilir. Fakat yeni sınırından.
her zaman ve iki gün gibi kısa bir zamanda hare¬kete geçerek ve Karadeniz’e inerek, başkentin sur¬larına hücum edebilir.
Rusya’nın gelecekte savaş alanı olarak Tuna ve Dinyester kıyılarını tercih etmemesi için başka se¬bepler de var. Bugüne kadar Rusya’nın gerçek çı¬karı, Tuna boylarında fethettiği yerleri elinde tut-masını pek gerektirmiyordu. Bundan sonra böyle bir endişesi olmayacaktır. Çünkü yeni anlaşma, ona, Karadeniz kıyılarında çok daha önemli fetihler için imkân vermiş bulunuyor.
Rusya, bu devleti bir hamlede tamamen işgal edip orada kalmayı düşünmez. Gelecekte, Osmanlı Devleti’nin devrilmesiyle eyâletlerinin, sınır komşu¬su Avusturya İmparatorluğu ile paylaşılır hale gel¬mesini bekleyecektir. Rus hükümeti, Avusturya’nın pay alarak sınırını genişletmesine pek ses çıkarma¬yacaktır؛ çünkü, Avusturya’nın Bosna’yı, Sırbis¬tan’ı alması bazı bakımlardan çok önemlidir ama, onun elde etmek istediği diğer Osmanlı toprakla¬rı yanında bunun pek önemi olmayacaktır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz eyâletlerde yalnız müslümanlar ve katolik olmayan, diğer hıristiyan mezhebinden olanlar yaşamaktadır. Müslümanlar AvusturyalIlara katlanacaktır, fakat Rusya impa-ratorluğunun çok yakın olduğunu gören ortodoks- lar o tarafa göç edeceklerdir. Göç etmezlerse, ita¬atsizlikleri Avusturya için sürekli sıkıntı verecek¬tir. Bu yüzden, Avusturya’nın bu topraklan işgali, imparatorumuzun kuvvetini arttıracağı yerde za¬yıflamasına sebep olacaktır.
Bütün bu sebepler dikkate almırsa, ekselânsla- rınm Tuna ağzmda bir kale inşasını gereksiz bula- caklannı sanıyorum. Çünkü, Rusya lehine olan bu anlaşmanın hükümleri, bu savaşın Rusya’nın Tu- na’da yaptığı son savaş olduğunu şüphe kalmaya¬cak şekilde göstermektedir, öte yandan, Karade¬niz Boğazı’nda yapılacak tahkimat, maalesef Os-manlI Devleti’ne en ufak bir güven vermeyecektir. Fransız albayı Baron dö Tott’un yaptırdığı tahkima¬tın geçmişte belki bir faydası olurdu. Başkenti to¬
pa tutarak kargaşa yaratacak kadar, çok asker ta¬şımayan küçük bir filoyu belki durdurabilirdi. Fa¬kat bugün bu tabyaların hiçbir önemi yoktur. Çün¬kü Rusya, yeni ele geçirdiği yerlerden çök sayıda askeri kolaylıkla nakledebilir. İstanbul Boğazı’nın kapatılması da başkenti pek kurtaramaz. Çünkü Ruslar, Osmanlı Devle ti’nin Avrupa yakasındaki topraklarına birçok noktadan çıkabilirler.
İşin çök daha, nazik ve tehlikeli yanı şu ki, ar- .tık Bâb-ı Ali’nin bekası, gelecekte, diğer devletle¬rin hiçbirine bağlı olmayacaktır. Çünkü Rusların yeni aldıkları yerlerde biraz daha güçlendikten son¬ra, ki bu da hiç uzun sürmez, İstanbul’u almak için hücuma geçmeleri gün meselesi’ haline gelebilir. Rusya ansızın saldırıya geçerek, saldın haberi da¬ha öbür devletlerin sınırına bile ulaşmadan, Istan* bul’u ele geçirebilir.
Bu kısa “raporla, imzalanmış’ bulunan müessif anlaşmanın bugün ve gelecek için arzettiği sayı¬sız kötülüklerin hepsini anlatamamış isem de, ek¬selanslarının talimatla:rına cevap vermek için, bu imparatorluğun durumunu kısaca bildirmeyi görev saydım. • • .
Bu ştcıklı durum karşısında ne yapılabileceği¬ne, durumu telâfi için hangi çarelere başvurulabi¬leceğine, ekselânslan yüksek dirayetleriyle karar vereceklerdir. •،;
Bâb-ı Âli, anlaşmanın gerçek hükümlerini hiç kimseye açıklamamakta,- gizlemekte devam ediyor. Bu tuhaf ؛tutumunu mazur göstermek için de, ba¬zen, murahhaslan Resmî Ahmed Efendi ve Münib İbrahim Efendi’nin dönmelerini beklediğini, bunla- nn açıklama yapacaklarım söylüyor, bazen de hiç inandıncı olmayan başka şeyler söylüyor.
Bâb-ı Âli’nin bu tutumu, bu kadar aşağılayıcı bir anlaşma imzaladığı içih duyulan utançtan mı, yoksa gerçek şartlann duyulması halinde herkesçe zararlılığı” anlaşılacağından؛ tepkileri bir süre da¬ha geciktirmek için yapılan gizli، bir – anlaşmadan mı ileri geldiği bilinmiyor’Bu ısrarlı suskunluğun, Sancak-ı Şerifin uzun zamandan beri İstanbul’a
dönmemiş olmasından halkın galeyana gelmesiyle, vezirlerin kendi akıbetlerinden korkmalarından ile- ri geldiği de düşünülebilir.
Bu anlaşma hakkında her şeyi bilmiyorsak da, bildiğimiz kadarından şu sonucu çıkarabiliriz: Bu anlaşmanın hükümleri Rus diplomatlarının bece- rikliliğini, ortaya koyuyor. Bu anlaşmanın
ustaca yazılmış maddeleri, Osmanlı Devleti’ni bu- günden itibaren bir çeşit Rus eyâleti haline getire- bilecektir. Saint-Petersbourg sarayı bu eyâletinden istediği parayı, askeri v.s.’yi alabilecektir. Gelecek- te Rusya, Bâb-ı Ali’ye, kanunlarmı dikte ettirecek ve padişaha bunları kabul ettirmek için imkânla- ra sahip olacaktır. Belki birkaç yıl daha bu işleri padişah adma yürütecek, zamanı gelince de idare- yi kesin olarak ele alacaktır.
(NOT: 13) Baron Thugut’un 18 Temmuz 1774 tarihli raporun-
Burada korkunç bir kargaşa hüküm sürüyor. Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın mantıksız, becerik- siz yönetimiyle imparatorluğu sürüklediği savaşın başladığı günden beri görülen bu kargaşa, hiçbir zaman bu dereceye ulaşmamıştı. Hükümetin ka- biliyetsizliği ve zayıflığı, felâketleri telâfi edecek tedbirleri almaktan âciz oluşu, müzakereleri yürüt- ine işinin Rus silahlarının tehdidi altında bulunan ve bunun tesiri altında kalan ödlek sadrazama ve- rilmiş olması ve bütün diğer sebepler şunu göste- riyor: Ruslar, bilinen ustalıklarıyla bu defa her za- mankinden daha aşın şartladı ileri süreceklerdir ve bunda şüphe yoktur. Türkleri Kerç ve Yenikale’yi bırakmaya, parâ olarak harp tazminatı ödemeye, Rus dcnanmasınuı serbest dolaşmasını kabule zor- layacak, genel olarak banş şartlarını dikte ettire- çeklerdir.
Bana göre, kabulünde güçlük çıkarılacak tek husus, و’لاآألاؤ bağımsızlık verilmesi meselesidir. 8هةسم0ي إآ i’srarla direnen ulemâyı buna razı etmek pek kolay olmayacaktır. Fakat artık meselenin lâf- la halledilme safhası geçtiği ^çin, Ruslar bu meşe- leyi de ortaya atacak, Bâb-ı Ali’yi fazla korkutma-
yacafe cümleler kullanarak şü veya bu şekilde ve emellerine uygun olarak halletmekte güçlük çek- meyeceklerdir. öte yandan, Rusların, dindaşları olan Yunanlıların hâmisi olarak kabul edilmesi talebi- ne Reisefendi anlamsız bazı beyanatlarla karşılık vermeye çalışıyorsa da, bana göre Rus murahhas- lan bu konuda da istedikleri tavizi koparacaklar-
Bu gidişten, katolik olmayan mezheplerin ior- tödoksların), Doğu’da, katoliklere karşı üstünlük sağlayacaktan sonucunu çıkarırken, büyük bir üzüntü duyuyorum. Ekselanslarının geçen yılın 6 Ağustos ve ة Kasım tarihlerinde yazmak lûtfunda bulundukları bu konudaki emirleri de unutmuyo- rum. Gayretlerimde hemen hemen hiçbir başan sağlanmayacağına inanmasam, çoktan teşebbüse geçmiş olurdum.
Olaylar bugün öyle bir hal almış bulunuyor ki, bu anda bizim müdahalemizin Bâb-ı Ali ile daha sonraki olayla^ yönlendireceği ilişkiler üzerinde hiçbir tesiri olamaz. Bu sıkıntılı durumdan nasıl kurtulacağımı bilemiyorum. Bu konuda erken ya- pılacak bir teşebbüsten hiçbir başan ümit etmiyo- rum. Rusların kendi yararlarına kurnazca bir yo- rum getirmesini önlemek için dayanaksız teşebbüs- lerimi nere^® kadar götürebileceğimi bilemiyorum.
Thugut’un 3 Ağustos 1774 tarihli raporundan:
Bazı durumlar ortaya çıktıkça, şaşkmhğım art- tıkça, sadrazamın hangi cüretle sırf korkaklığı ve şahsi görüşleri yüzünden devletin selâmetini hiçe saydığını, feda ettiğini anlayamıyorum. Canikli Ali Paşa, yazdığı mektuplardan birinde, Kırım’a yar* dun için harekete geçmesi gerekirken, hi^ir şey yapmadan beklemesine, gecikmesine ve bu suret- le Rus generallerine daha rahat edecek fırsatı ver- meşine mazeret olarak, sadrazamdan yazılı emir gelmediğini ileri sürüyor.
Muhsinzâde’nin herkesçe bilinen ve asla mazur görülmeyecek bû tutumu, utanç verecek bir anlaş- mayı kabul etme noktasında bulunması, kellesinin uçurulmasma sebep olacaktır. Bunda hiç kimsenin şüphesi yoktur. Onun en korkunç cezaya çarptmi-
ması, kötü idaresiyle devletin geleceği için hazırla- dığı kötülükleri y،>k etmeyeceği doğrudur ama, ta- savvur edilemeyecek kadar pasif Ve zayıf olan bir hükümdarın da yapabileceği bir ş^ olmadığı bir gerçektir.
Son felâketler ve bunun sonucu olarak halkın duyduğu büyük üzüntü, onu eğlence >e sefahatten ancak birkaç gün alıkoydu. Bu durumda kalmca da, o büyük gururu bir andâ korkaklığa, bayağılı- ğa dönüşüverdi, öyle ki, uiemâya bizzat başvurup, barışın gerekli olduğuna dair bir fetva çıkarılma^ sim istedi. Ulemânın barışa nihayet razı olduğu haberi saraya uJaştırıiınca, hükümdarlık gurur ve şerefini bir yana bırakarak,’bir kutlama şenliği ya- pılmasmı emrettik Halk bunu büyük bir rezâlet sa- yarak tepki gösterirken, o,- müzik sesleri arasında bu fetvam tasdik etti. Bu fetva ki, yakında Bâb-ı هله’للخ siyasî varlığına son verecek niteliktedir.
14) Elçi Thugut’un İ7 Ağustos 1774 tarihli raporundan:
Tefessüh etmişliğin bu inanılmaz delillerine, esaslarından sapmış ve bozulmuş kötü idareyi de ilâve edersek, diyebiliriz ki, bu Doğu imparatorlu- ğunun yıkılışını, Rus silahlarından çok bu kötü ida- re, bu boz^muşluk hazırlamıştır. Bu ‘bakımdan, Os- inanlıların siyaset sahnesinden çekilmeye hazır ha- le gelmeleri, ayni akıbete uğrayan başka devletle- re göre, en az acınacak bir durumdur. Maalesef bu imparatorlukta şimdi cereyan eden olayların, gele- çekte bütün devletlerin politikaları üzerinde çok büyük etkisi olacak, sonu gelmeyen ■kargaşalıkla- ra, sıkıntılara yol açacaktır.
İÇİNDEKİLER
ALTMIŞSEKİZİNCİ KİTAP… . . … 7
Villeneuve .. 7
Bonneval . … .. ..٠ … … … … 8
İsveç’le Tedafüi ve Taarruzî (Savunma ve Saldırı) İttifakı
Anlaşması … … … .. … ،٠ ٠. … … . 9
Fransa^ve Napoli ile Ticaret Anlaşması … ……. 9
Mengii-Giray’m Ölümü … •••١٠•• • •• •:• 10
Sultan Tarafından Bir Kütüphane Tesisi … … … … 10
İstanbul’da Ayaklanma … ٠٠. … … … … … … … …… 11
Veziriâzam’ın Azledilmesi , .. •٠ •٠•• 11
İki İmparatorluk Hükümetiyle Yapılan Barış Anlaşmasının
Uygulanmasında Ortaya Çıkan Güçlükler … .. 12
Kont Ulefeld; Türk Elçisi Viyana’da … 13
Tercüman Ghika’nın İdâm Edilmesi … … .J … …٢… … … … 21
Avusturya ve Rusya ile Anlaşma ؛… ‘•… ٠ ..Y …٠ … .. … … … 22
İran Elçilik Heyeti … … … … … … . . … … … … … … 26
Medine’ye Gönderilen Hediyeler … … … … … … 30
Göktaşları … … . ■Y;Y. .^ … … ٠.. 31
Romanzoff• -… .. … ٠…* … … … … … 32
Fransa ve Napoli’de Elçilikler … … .*YY.. Y.’ ٠ … …٠..’. 32
Moria’da Kurbantaşı Örtüsü ، * *.. .٠ .. . …….٠٢%.. ………… … 33
v, Türk Robinson Cruşoe V. . YY i, v.. —; Y;”… … … … 34
‘■*٤ Yangınlar … … … … .٠*. … … … … … Y. 35
*Veziriâzam’ın Azledilmesi ..v… … … 35
Sultan Tarafından bir îmârethane Kurulması … … .. … ٠.. 37
Düğün … … … … … … ..37 … … … … ؛
Nâdir Şah Bağdad Önünde : . ;Y i 38
Veziriâzam Düştü … … … Y. ٠… •Y.-•. Y … … … .:. … Y40 ؛
Bosna’da Sınırlandırma■٠ … Y. … … … … 41
Fransa, İsveç, Polonya ve Rusya ile Münasebetler’ … .٠. … … 42
Bonneval Y.; ..V .1. ‘٠٠٠ … … .YY.. .Y … … … 45
Nâdir Şah• Musul’u Boşuna Kuşatiyop… :Y .Y … 47
؛ Teşrifat Efendisi’nin Başı Tehlikede ..Y … … … vf: … … … Y. 49 Râgıb’m Kahire, Kesriyeli’nin Erzurum Valiliklerine Atanmaları;
٠ Serasker İran Üzerine Yürüyor … C..O.. … Y.، 51 … ..؛
Kesriyeli’nin Görevi YY ؛Y Y. … .YY.. Y.. … … ..Y 56
Karfc Kuşatmasının Kalkması 56
Hindistan Elçilik Heyeti 57
Aracılıkla Alâkalı Anlaşma 58
Penkler ve Bonneval ٠٠. 60
Erivan Savaşı, Yeğen Mehmed Paşa’mn Ölümü 63
Savaş Hazırlıkları ve Elçiler … … … 64
Şeyhülislâm Pirîzâde’nin Azledilmesi 67
Kızlarağası’nın Ölümü … … … … 68
Nâzırlıkta Değişiklikler 70
İnşâatlar … :. … … 70
Veziriâzam Esseyyid Haşan Paşa’mn Düşmesi … … :.. … … … 71
Bir Hıristiyanlık Propagandacısının îdâmı :. … … 73
Büyük Tetkikci … ٠٠. 75
Iran Prensi… … … … 76
Fransa’nın Teşebbüsü … … … … … … … … 81
Bonneval’ın Ölümü … .،. 82
Rusya ile Barış Anlaşmasının Yenilenmesi … .., 84
Avusturya Barış Anlaşması Süresiz Uzatıldı .’. … … … … … 85
ALTMIŞDOKUZUNCU KİTAP … … 88
Hırka-i Şerif Dairesi … … … … 88
Veziriâzam’ın Azli ve Yerine Seyyid-Abdullah Paşa’nm
Atanması … … … … … … ..٠ 91
Nâdir Şah’ın Ölümü … … … 93
Olağanüstü Yetkili Elçi Kesriyeli’nin İran’a Dönüşü … … … … 94
Memlûklerin Katliâmı … 96
Birçok Valinin Atanması … … … … … … 98
M. De Desalleurs . … … … … … … … 99
Hatti Mustafa Murahhas Olarak Viyana’da … 102
Evlenmeler, İnşâatlar ve Kitâbeler … … … 104
İstanbul ve Bağdad’da İsyan … .; … .٠. … … … 104
İran ve Napoli Elçilikleri … … … … … … 107
Kırım Hanı’nın Ölümü … … … 110
Vezirlerin Atanma ve Değiştirilmeleri … … … … … … 110
Şeyhülislâm Esad, Nâilî ve Bıçakçılar İmamının Ölümleri; … … 112
Tabiat Olayları … … … … .., … … 114
Kesriyeli, Pirizâde ve Reisefendi Mustafa’nın Ölümü 114
Bedeviler Arasında Abdulvehhab Tarafından Gerçekleştirilen
İslâmiyet’te Reform Hareketi … … … ٠٠٠ … … ٠-،. … … … 118
Bu Mezhep Adamının Doktrini … … … … … … … … 121
Arabistan’dan Felâket Haberleri … .a … .٠٠٠ … ٠٠ 126
Bir Para Hâzinesinin Keşfi … … 127
Eflâk Prensi, Şeyhülislâm ve Veziriâzam’ın Azilleri … … … … 129
Yeniçeriağası Sarayının ve Sarayda Bir Köşkün İnşâatı … … … 130
Bir Hind Elçisinin Gelişi … … … … … … … … 132
İran Olayları … … … … … ٠٠٠ “٠٠٠ *•٠٠٠‘ ٠٠. .٠٠ … … … 133
d’Aix-la-Chapelle Barışı Üzerine Bâb-ı Âlî’nin Görüşü … 135
İstanbul’daki Avrupa Devletleri Elçilerinin Gayretleri … 136
Kışlalar, Sayfiye Köşkleri ve Kalelerin İnşâsı … … 139
İç Karışıklıklar … … … … … … … … … : … 142
Deniz Olayları … … … … … 145
Veziriâzam’m Azli ve Kızlarağası’nın İdâmı … … … … … … 147
Deprem ve Kasırga … … … … … … … … … … 150
Yunanlıların Ayaklanmaları … 150
Bâb-ı Âlî Tercümanları ve Voyvodaların Değiştirilmesi … … … 152 Fransız, İsveç Elçilerinin ve Bir Danimarka Murahhasının
Gayretleri … … ;٠ ٠ ^ ;.. ..1 … … … … … … … … … 154
Venedik ve Raguza … … … … … … … … … 156
‘Polonya ile Muhaberât … … … … … … … … 157
Yeni Sırbistan ve Kabarta’da Anlaşmazlık Çıkması 158
Gürcistan ve Irak Olayları … … … … … … !.. … 159
Sultan’ın İnşâatları ve Ziyaretleri … .V. … … … 167
Galata Sarayı Kütüphânesinin Açılması … … … ..V… 168
Deprem …. … ■■■•.■ … … … … I.. !.. 169
Birinci Mahmud ve Şeyh Yusuf’un Ölümü… … … .;. 171
YETMİŞİNCİ KİTAP … … . … … … 173
III. Osman’ın Tahta Çıkışı ……………… … … … 173
Şeyhülislâm ve Veziriâzam’m Azli … … … … … 174
Hekimoğlu Ali Paşa’mn Vezâretiuzmâ Makamına Getirilmesi
ve Azliyle Yerine Nâilî Abdullah Paşa’nın Getirilmesi … … … 176
Reisefendi’nin Kabalığı … … … … … … … … … 181
İstanbul’da Yangın … … … … … … 182
Veziriâzam Nişancı Ali Paşa’nın İdâmı … … … … … 182
Mısır ve Ermenistan’da Karışıklıklar … … … … … 183
Cezayir Beyi’nin Öldürülmesi … … … … ٠!. 185
Avusturya, Rusya, Polonya ve Ingiltere Elçilikleri ve Prusyâ’dan
;.٠ Bir Murahhasın GelişL… … … … … ……… … … … … 185
Nuri Osmanî Câmii … … 189
Bir Göktaşının Görünmesi … … … 190
Veliyeddin’in Kabalığı ٠٠. … … … … 191
İki Veziriâzam’ın Birbirini Takiben Değişmesi …… … 192
Sultan Osman’ın ve Ünlü Kişilerin Ölümü … … … … … … 195
Notlar ve Açıklamalar … … … … … … … … … … … … 199
YETMİŞBİRİNCİ KİTAP … ٠٠. . .. 279
III. Mustafa’nın Tahta Çıkışı ٠٠ .٠. … 279
Danimarka ile Anlaşma … … … … 283
Prusya’nın Dostluk Anlaşması Teklifi … ؛ 285 …
Şeyhülislâm ve Kaptan Paşa’nın Azilleri; Dar-üs-Saade
Ağaşı’nın İdamı … … … … … … 287
Ragıp Paşa’nın Padişahın Kız Kardeşiyle Evlenmesi … 291
Sürgün Edilenlerin İstanbul’a Dönüşleri ٠•• … ••• 295
Bazı Elçilerin Dönüşü ٠. 296
Hekimzâde Ali Paşa’mn Ölümü … … …٠… … … 297
Hac Seferlerinde Güvenliğin Sağlanması İçin Alınan
Tedbirler ;.. … … 299
Abdullah Nailî Paşa’nm Ölümü … … … 300
Hibetullah Sultan’m Doğumu … … … … … … 301
Kırım Ham’mn, Boğdan ve Eflâk Voyvodalarının, Bâb-ı Ali
Tercümanının ye Reisefendi’nin Azil ve Değiştirilmeleri 303
İlmi Bir İnceleme .. … 305
İzmit’te Bir Kanal İnşaatı İçin Çalışmalar .; … … … 306
Sultan Mustafa’nın Güvenlik Teşkilâtı … … … … 309
Arabistan ye Mısır’da Asayişin Sağlanması .. … 309
Şam’da Bir Caminin Tamiri ve İstanbul’da Yeni Bir Cami
Yapılması … 311
Defterdar Halimi Paşa ve Şeyhülislâm Asım Efendi’nin
Ölümleri … 312
İmar Hareketleri … … 312
Askeri Talim ve Manevralar 313
Bazı Meşhur Âlimlerin Ölümü … … 315
İranlıların Bossuet’si Sayılan Vessaf Efendi …… 318
İçeride Karışıklık … … … … 318
Kürk Sefası ve Afyonkeşler … .. … 320
Prusya ile Dostluk Anlaşması J .٠. … … /.. 322
Prenseslerin Doğumu … … … 326
Meşhur Adamların Ölümü … …٦..-.. .:. … … 327
Şeyhülislâm ve Kaptan Paşa’nın İki Defa
Değiştirilmeleri. … … … … … … … … … … 329
Onsekizinci Yüzyıl Osmanlı Edebiyatına Toplu Bakış ‘1i.. … … 332
Osmanlı Devleti’nin Son Ünlü Sadrazamının Yönetimi … 337
YETMİŞİKİNCİ KİTAP … 342
Hâmid Hamza Paşa’nın Altı Ay Süren Sadrazamlığı … … … 342
Aziller ve Yeni Tayinler … … … … … … … … … .7. 344
Bahir Mustafa Paşa Sadrazam Oluyor … … 345
Ölenler “Kâmil” ve “Sinek” Paşalar 347
Kaptan Paşa ve Sadrazam, Padişah’a Damad Oluyorlar … … … 347
(19) Sadrazam Râgıp Paşa hükümdara bu mektupları şu vesilelerle yazmıştı :
(2) Vâsıf s. 228’de, Tott ise I. s. 134’de, o zamanki para birimlerini söyle bildi* rıyorlar: 1 kuruş 3 liraya: zolota, iki lira beş meteliğe; 1 para 6 mangıra;
(9) Diez, Hasan’ın, hac kafilesinin öncü kuvvetlerinin kumandanı meşhur Çeteci Abdullah Paşa’nm yardımcısı olduğunu bilmediği için (s. 108), 4Çeteci9 keli-mesini yanlış olarak *yeğen* (beau-frère) şeklinde tercüme ediyor،
(Hammer de ‘yeğen* kelimesini *yardımcı® kelimesi ile karıştırıyor.
Çevirenin notu)
(İD) Saint – Petersburg jurnaline göre bu tarih 19 Nisan değil, 9 Nisanadır.
(11) *Yamak’ kelimesi *el işçisi* anlamına gelir, fakat *haydamak* kelimesinden türediği söyleniyor ki, onun da mânâsı *akıncı, çapulcu, haydut* demektir، (Aslında «yamak» kelimesinin Osmanlı devlet teşkilâtındaki anlamı, ye» ni çeri ٠ topçu ve humbaracı ocaklarındaki asker adaylarıdır. Bunlar sınır ka-lelerini bekler ve fethedilen yerler kendilerine yurtluk olarak serilirdi« Ç. N.)
(12) Buturlin’in yazılarında ve l55؟’te Petersburg’ta yayınlanan «Türkiye ile Rus¬ya Arasında Savaş, 1769 Harekâtı» adlı eserde, ona, «Kahraman» yerine «Ka¬raman» demekle yanılgıya düşüyorlar. O, Karaman valisi değil, Selanik va¬lisi idi ve adı da Hasan’dı- «Kahraman» sıfatı ona şeref unvanı darak ve¬rilmişti.
(13) Yukarıda, 12 numaralı dipnotunda belirttiğimiz kitapta, yanlış olarak ‘Abaza’ yerine ‘Abazi* deniyor.
(14) Vâsıf, c. n, s. 6.
(15) Enverî. Bu eserin XIII. cildinde tamamlayıcı bilgiler’vardır. Vâsıf (C. I,, s. 367 ve C. II, s. 3’te) onun özetinden söz ederken, anektodları ve resmî yazıları unuttuğunu söyleyerek kendisini methediyor. AvrupalI tarihçiler onun düşüncesine uymak zorunda değiller.
(16) Bâb-ı Âli’ye hitaben yazılmış tkına benzer bir muhtıra Brognard’m 1 Aralık 1768 tarihli raporuna eklidir. Bu yazı Pruth ile Dinyester (Turla) arasında yü¬rünmesini, sonra Yaş ve Falcı’dan geçilmesini tavsiye ediyor. Pruth kıyısını
‘ takip eden birinci yolda her tarafta bataklık, göl bulunduğunu, on fersah daha kısa olan ikinci yolda ise bunların bulunmadığım bildiriyor.
(17) Vâsıf, H, s• 10. Resmî Efendi’ye göre ise 27 Muharrem.
(18) Giiftar-j garaib-i nlg&r, (Vâsıf, II, s. 11).
(19) Düşmenin înân-ı âzinıetiıü irhâ (Vâsıf, II, s. 11)،
(20) «،Talıîr» kelimesinin anlamı «temiz, saf»tır. Resmî Efendi ona «TaJhir m tahir» yani «temiz olmayan Tahir» diyor*
(21) «Ben mübşirim». Sadrazamın kendi âdinin mânâsı ile ilgili olarak yaptığı bu kelime oyununu Diez anlamadığı için onu yanlış yorumluyor، «Mübşir»in mânâsı «iyi haber veren, müjde veren» demektir. Sadrâzam «ben mübşirim» derken, «hükümdara ancak mutlu, sevindirici haber verebilirim» demek is-tiyor.
(22) Tam olarak «Âltıncık»tır (Vâsıf, II, s» 56).
(23) Her gün yüz yirmi beş kilo (?) arpa (rakamın bir sıfırı unutulmuş olsa ge¬rek), altı bin dokuz yüz çuval uns dört ym bin kilo peksimet (Vâsıf, II» s, 17).
• Bâb-ı Âli, sadrazam tarafından evvelce de General Kont Romanzov’a bildirdiği gibi, Rusya ile özel müzakerelere hiçbir suretle girişemez.
• Rusya ile ancak, Majesteleri Avusturya İm- . paratoru’nun ve Majesteleri Prusya Kıralı’nın ara-
• ء Burada üç büyük hata birden yapıyor: Gerçek-