OSMANLI’DA RAMAZAN

OSMANLI’DA RAMAZAN

Ramazan-ı Şerif kamerî (ay esasına dayanan) ayların dokuzuncusudur. Mukaddes kitabımız Kur’ân-1 Kerîm’in bu ayda indirilmeye başlaması ve farz olan oruç ibadetinin bu ayda yapılması sebebiyle Müslümanlar Ramazan-ı Şerife daha fazla hürmet gösterirler ve bu ayda dinî hususlarda daha dikkatli olurlar. Aynı şekilde ecdadımız Osmanlı zamanında da bu aya büyük ehemmiyet verilmiş. On Bir Ayın Sultanı en iyi şekilde karşılanıp yaşanarak uğurlanmaya gayret gösterilmiştir. Biz de geçmişe dönüp, eski Ramazanlarda nelerin yapıldığını deryadaki bir damla misali anlatmaya çalışacağız. Bu sayede günümüzle geçmişimizi mukayese etme şansı bulmuş olacağız. Osmanlı’da Ramazanı Şerifi anlatırken mevzuyu ikiye ayırdık: Osmanlı sarayı ile saray dışında yaşanan Ramazan ayı.

Ramazan Ayı ilan Ediliyor

Fıkhî olarak, Ramazan-ı Şerifin başlayabilmesi için ayın hilal şeklinde görülmesi şarttır. Bunun için hilal gözlenmeye başlanır. Görüldüğü takdirde bu durum şahitler ve kadı huzurunda “re’ye’l ayn” teyit edilir. Kadı da buna dair bir belge hazırlar ve sadrazam vasıtasıyla padişaha iletirdi. Hilâl, Şabanı Şerifin 29’unda görülürse ertesi gün Ramazan-ı Şerif ilan edilirdi. Hilal görülmezse 30 gün tamamlanır, ondan sonraki günün Ramazan-ı Şerif olduğu halka ilan edilirdi. İstanbul’da hilalin görüldüğü haberi Süleymaniye Camii kandilcilerine haber verilir, buradan diğer minareler de kandillerini yakarlar, aynı şekilde mahalle aralarında çocukların peşine takıldığı davullarla bekçiler tarafından ertesi günün Ramazan-ı Şerif olduğu ilan edilirdi.

Sarayda Ramazan

Osmanlı sarayında öteden beri Ramazan ayma büyük ehemmiyet verilir, Ramazan başlamadan önce büyük hazırlıklar yapılırdı. Saray mutfağı olan Matbah-ı Âmire’de de hummalı bir çalışma başlayarak mevsimine göre en güzel yemekler hazırlanarak sarayda ikram edilirdi.

Ramazan-ı Şerifin başladığı sadrazam tarafından padişaha arz edildikten sonra yatsı vakti güzel sesli müezzinler ve hafızlar tayin edilir, salât u selam ve güzel kıraatler eşliğinde teravih namazı kılınır, ertesi gün de oruca başlanırdı.

Asırlarca Devam Eden Huzur Dersleri

Ramazan-ı Şerif ayında padişahların huzurunda yapılan huzur dersleri önemli yer tutardı. Padişahın da hazır bulunduğu bu derslere kısaca “Huzur Dersleri” veya “Huzûr-ı Hümâyûn Dersleri” denilirdi. Huzur dersleri Sultan Üçüncü Mustafa Han devrinden itibaren sistemleştirilmiş ve derslerde müderrisle beş muhatap bulunması usulü getirilmiştir. Daha sonra adet fazlalaşmıştır.

Dersler Ramazan-ı Şerifin ilk günü başlar ve sekizinci günü sona ererdi. Bu derslerde Kur’ân-ı Kerim’den ayetler okunur ve tefsir edilirdi. Bu sekiz dersin her birine meclis denirdi. Sahasında mütehassıs âlimler, padişahın maiyeti ve devlet ricali ile birlikte büyük yekûn teşkil ederdi. Bu dersler devletin sonuna kadar devam etmiştir.

Sultan Üçüncü Murad bayram namazına giderken

Sultan Üçüncü Murad bayram namazına giderken

 

Sultanın Hırka-i Şerif Ziyareti

Sarayda yapılan en önemli merasimlerden biri de Hırka-i Şerif ziyaretiydi. Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır’ı fethiyle İstanbul’a getirilen kutsal emanetler, Topkapı Sarayı’nda Hasoda’ya yerleştirilmişti. İçlerinden en mühimi de Hırka-i Şerif ti. Ramazan-ı Şerifin 15. günü saray erkânı ve sultan, Hırka-i Saadet Dairesi’ni ziyaret ederdi. Bu ziyaretten önce daire, gülsuyuna batırılmış süngerlerle büyük bir itina ve hürmet ile temizlenirdi.

Ziyaret günü, hırkanın sarılı olduğu kat kat bohçalar padişahın huzurunda tekbirler eşliğinde açılır ve herkes teşrifat sırası ile ziyaretini yapardı. Bu ziyaret sırasında Hırka-i Saadet’in üzerine, her bir ziyaretçi için daha önceden hazırlanmış destimâl denilen mendil büyüklüğündeki tülbentler ¿f konulur ve ziyaretçi bu Bk tülbenti öperdi. Hırka-i Şerif e temas etmiş bu destimaller de ziyaretçilere hediye edilirdi. Bu gelenek saltanatın ilgasına kadar devam etmiştir.

Sıcağın Şiddeti

Günümüzdeki gibi Ramazan ayının sıcak yaz günlerine rastladığı bir günde, Sultan İkinci Bâyezid İstanbul mesirelerinden birine çıkar. İkindi namazı kılındıktan sonra iftar vaktini beklemek üzere sultanın huzuruna oturulur. Akşam namazı kılındıktan sonra sultanla birlikte iftar yemeği yenilecektir. Güneş ağır ağır batmaktadır. Gerçekten uzun ve sıcak bir gündür. Devrin büyük âlimlerinden Molla Ali Çelebi, bekledikçe uzayan zaman karsısında güneşin hareketinin yavaşlığına kinaye, sultanı tebessüm ettiren şu sözü söyler: “Sıcağın şiddetinden güneş bile hareket edemiyor!”

Konaklar da Devlet Ricalinin ikramları

Devlet ricali kendi ikametgâhlarında iftar davetleri verirlerdi. Misafirler iftara kısa bir süre kala konağa gelirler, birkaç dakika kala da kendileri için hazırlanan iftariyelikler gelirdi. Ezanın okunması ile birlikte davetliler iftarını açardı. Ramazan ayı yoksulları gözetip, yardımlaşma, dayanışma ve ikram etme ayıydı.

Bu nedenle hali vakti yerinde olan konakların kapısı herkese açık olurdu. Civar halkı gelir ve kendileri için kurulan sofralarda iftarını açardı. Hastalar, yaşlılar da unutulmazdı bu ayda. Çevre muhitlerde fakir fukaralar araştırılır, evlerinden çıkamayanlara yemekler gönderilirdi. Yemekten sonra sıra bülbül sesli hafızlara ve müezzinlere gelirdi. Akşam namazı gibi teravih de cemaatle konakta kılınırdı. Namazdan sonra aşr-ı şerifler okunur, şerbetlerler ikram edilirdi. Bundan sonra isteyen müsaade alıp ayrılırdı. Padişahların da devlet ricalinin iftarlarına katıldıkları olurdu. Mesela Sultan İkinci Mahmud Han Şeyhülislam Dürrizade’nin iftarına katılmıştır. Aynı şekilde devlet adamları da Ramazanın 15’inden sonra, tayin edilen bir günde Babıâli’de iftara giderlerdi. Bu âdet zamanla teşrifata da girmiştir. Daha sonra bu iftarlar sadrazam konaklarında yapılır olmuştur. Babıâli’deki bu iftardan bir gün sonra da Şeyhülislam’m konağına gidilirdi. Ramazan-ı Şerifin 21. akşamı da padişah sadrazama iftariye kahvaltısı ile yemek yollardı.

sadrazanın verdiği bir iftar yemeği

sadrazanın verdiği bir iftar yemeği

Osmanlı Halkının Ramazan Heyecanı

Ramazan-ı Şerif in yaklaşmasıyla birlikte halkta bir kıpırdanma başlar; evler temizlenir, Ramazanlık gıdalar hazırlanır, iftariyelik zeytin, peynir çeşitleri tedarik edilirdi. Ramazan-ı Şerifin ilanı ile birlikte küçük büyük herkes birbirini tebrik ederdi. Bir ay boyunca büyük camilerin bahçesine sergiler kurulurdu. Gün içerisinde sakin olan sokaklar geceleri canlanırdı. Sahurdan sonra sokaklar tekrar tenhalaşırdı. Bu durum Ramazan ayma mahsustu. Diğer aylarda geceleri Osmanlı toplumunu sokakta görmek mümkün değildi; çünkü Osmanlı’da gece alışkanlıkları yoktu. Halk arasında da saray veya konaktakiler kadar olmasa da, iftar ziyafetleri verilir, teravih vakti büyük camilere akın edilirdi. Ramazan-ı Şerifin diğer bir özelliği de ay boyunca Kur’ân-ı Kerîm’in baştan sona bir kişi tarafından okunup dinleyenler tarafından takip edilmesi usulüdür ki buna mukabele denir. Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) bu yana yapıla gelen mukabele, Osmanlı halkı tarafından da çok önemsenmiştir. Diğer taraftan teravih namazları her gün 1 cüz okunmak suretiyle hatimli mukabeleli olarak da kılınırdı ki bu usulle günümüzde de kılınmaktadır. Ramazam Şerif te kabir ve türbe ziyarederi yapılır; özellikle son hafta Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerinin türbesi ziyaret edilirdi.

Medrese Talebeleri Cerre Çıkıyor

Bu ayda ilim tahsil eden medrese talebeleri Receb-i şeriften itibaren 3 aylık bir izine çıkarlar ve bu zaman zarfında da memleketlerinde veya kendilerine ihtiyaç duyulan herhangi bir yerde camilerde, mescitlerde cemaati irşad ederlerdi. Bu mübarek ay boyunca talebeler cemaate teravih namazı kıldırır, mukabele okur, vaazlar verir, okumayı bilmeyenlere Kur’am Kerîm’i öğretirlerdi. Ramazam Şerifin sonunda da halk, aralarında toplamış oldukları para, yiyecek, giyecek gibi hediyeleri talebelere verirdi. Böylece talebeler eksikliklerini tamamlama fırsatı bulurlardı. “Cerre çıkma” denilen bu usul II. Meşrutiyet’ten sonra ortadan kalkmaya başlamıştır.

1

Ramazan Ayında Çifte Maaş

Osmanlı Devleti’nde memur ve askerler başta olmak üzere devlet erkânına, Ramazam Şerif te maddî sıkıntı çekmemeleri, daha çok hayır ve hasenatta bulunmaları için hem maaşlarının bir bölümü Ramazan’dan önce veriliyor hem de “Bayramiyye” ya da “Ramazaniyye” adı ile çift maaş tahsis ediliyordu. Sıkıntılı günlerde bile devlet bazı maddî zararları göze alarak “Ramazandan evvel çalışanlara maaş verilebilmesi için hâzinede mevcut Osmanlı tahvillerinden kâfi miktarının satılması veyahut rehin verilmesi” gibi riskli ekonomik kararlar bile alabilmişti. Bu da mümkün olmazsa, Sultan İkinci Abdülhamid’in çoğu zaman yaptığı gibi, bazı vazifelilerin Ramazaniyyesi bizzat padişah tarafından “ceyb-i hümayundan” Ramazan atiyyesi olarak ödenmişti.

Hurma ile iftar

Hurma ile iftar yapmak sünnettir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hurma ile iftar ederdi. Enes b. Mâlik (r.a.) “Peygamber Efendimiz (s.a.v.) akşam namazım kılmadan önce birkaç yaş hurma ile iftar ederdi. Yaş hurma bulamazsa kuru hurma ile onu da bulamazsa birkaç yudum su ile iftar ederdi.” demişlerdir.

1

Osmanlı Sarayında Bayram Merasimleri

Ramazanı Şerifin başlangıcı gibi sonunda da, hilalinin görülmesi ve bu hadisenin de şahitler huzurunda teyit edilip, hazırlanan ilamın sadrazam tarafından padişaha arz edilmesi gerekiyordu. Hilalin görülmemesi durumunda Ramazam Şerif 30 gün sayılır ondan sonraki günün bayram olduğu ilan edilirdi. Osmanlı Devleti’nde bayram merasimleri çok büyük ehemmiyet ve itina ile yapılırdı. Bunların başında sarayda icra edilen merasimler gelirdi.

Fatih Sultan Mehmed Han tarafından kanun haline getirilen bayramlaşma merasimlerinin belli usûl ve kaideleri vardı. Namazın kılınacağı yerden bayramlaşma merasimine; hediye ve ihsanların dağıtılmasına kadar bu kaideler tesbit edilmiştir.

Padişah sabah namazını Topkapı Sarayı’nda Hırka-i Saadet Dairesi’nde kıldıktan sonra kapısı önünde kurulan tahta oturur, sonra orada hazır bulunan imam ve hatipler birer aşr-ı şerif okurlardı. Hazînedarbaşı tarafından bunlara hediye ve caizeleri verilir, ardından mehter çalmaya başlardı. Bu esnada oradakiler “Ve hemîşe bunun emsâli eyyama erişmek nimeti müyesser ola” diye alkış (dua) tutarlardı. Duacı çavuşlar da hep bir ağızdan duaya başlarlardı.

Padişahın bayramını tebrik edecek olanların isimleri önceden tespit edilirdi. Bu kimseler sabah namazından sonra saraya gidip Kubbealtı’nda toplanırlardı. Teşrifâtî Efendi, Silahdar Ağa vasıtasıyla Sünnet Odası’nda oturan padişaha durumu arz ettikten sonra padişah da Arz Odası’ndan çıkıp tahta hümâyûn önüne gelir, tahta otururdu. Nakibüleşraf Efendi ellerini kaldırıp bir dua okuduktan ve etek öptükten sonra huzurdan çıkardı.

Enderûn ağaları da yüksek sesle “Aleyke avnullâh” (Hazret-i Allâh’m yardımı üzerine olsun) derlerdi. Bayramlaşma merasiminin ardından Teşrifatçı Efendi, merasimin bittiğini padişaha arz etmesinden sonra padişah ayağa kalkar, sağ koluna kızlar ağası girer, birkaç adım sonra sadrazam onun yerini alır, daha sonra onun da yerini Silahdar Ağa alırdı. Padişah, Hasoda’ya geçer ve hazırlığını yaparak bayram namazına giderdi.

OsmanlI'nın ihtişamını gösteren bayram alayları sadece halk değil, yabancı devlet adamları ve seyyahlarca da ilgi ile takip edilirdi

OsmanlI’nın ihtişamını gösteren bayram alayları sadece halk değil, yabancı devlet adamları ve seyyahlarca da ilgi ile takip edilirdi

Bayram Alayı

Padişahlar bayram namazını ekseriyetle Ayasofya veya Sultanahmed Camii’nde kılarlardı. Padişah gelip önceden hazırlanmış olan ata binince Kapıcıbaşılar, Çavuşbaşı, Mîrâlem, Çavuşlar ve Rikâb-ı Hümâyûn solakları dışındaki devlet erkânı da atlarına binerek padişaha refakat ederlerdi. Buna “Bayram Alayı” denirdi. Bu alayla saraydan çıkılarak camiye varılırdı. Sipâh ve silâhdâr ağaları önceden camiye varıp Sultanahmed Camii’nin Atmeydanı tarafında selâma dururlardı. Sadrazam da padişahı yer öpmek denilen bir selâmlama ile karşılardı. Bu sırada Dîvân-ı Hümâyûn çavuşları alkış tutarlardı. Alkış bugünkü gibi ellerin çarpılmasıyla değil, “Padişahım çok yaşa”, “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var”, “Ömrünüz uzun olsun” gibi sözlerle yapılırdı. Sadrazam ve yeniçeri ağası namaz kılınacak olan mahfil’i hümâyûna kadar padişaha refakat ederlerdi. Bu günde kapıcılar kethüdâsının padişahın seccadesini önceden camiye götürmesi bir gelenekti. Bayram namazından sonra sadrazam, vezirler ve diğerleri dışarı çıkıp, atlarına biner ve muslukların önünde padişahı selâmlamak için beklerlerdi.

Padişah mahfil kapısından çıkarken alkışlanırdı. Sadrazamın olduğu tarafa bakınca hepsi birden eğilip selâm verirlerdi. Sadrâzam yedekçilerin önüne geçer ve bilinen düzen içinde alayla saraya gidilirdi. Padişah, vezirler ve diğer devlet adamları ile birlikte Ortakapı’dan geçip saraya girdiği zaman bayram alayı sona ererdi. Yeniçeri erleri de çorba içmeye koşarlardı.

Padişah, alayla camiden döndükten sonra Hasoda önüne hazineliler tarafından kurulan tahta oturur ve burada da bir bayramlaşma merasimi icra edilirdi. Bu tebrik merasimi saray halkı ile bayramlaşmak üzere tertip edilirdi. Saray ve çevresinde bayram bu şekilde geçerken halk da birbirini ziyaret eder, çocuklar için mahalle aralarında rahatça eğlenebilecekleri oyun parkları kurulurdu.

RAMAZAN SÖZLÜĞÜ

Ramazan ayı dinî bir hüviyet taşımakla birlikte kültürümüzü ve edebiyatımızı da etkilemiş ve birçok deyim ve âdetin oluşmasına zemin hazırlamıştır. İşte onlardan bazıları:

Baklava Alayı: Ramazan-ı Şerifin 15. günü Yeniçeriler Matbah-ı Amire’de hazırlanan baklava tepsilerini bir alayla alırlar ve bölüklerine götürürlerdi. Bu merasime “Baklava Alayı” denilirdi. Ertesi gün de aynı alayla tepsiler saraya iade edilirdi.

Bayramiye: Divan edebiyatında bayramı anlatan ve ondan bahseden şiirlere Bayramiye, diğer adıyla “ıydiye” denir. Diş Kirası: İftar davetine katılan konuklara iftar sonrası verilen paradır. Osmanlı devrinde zengin köşk veya konaklarda civar halkı için de sofralar hazırlanır, kim gelirse gelsin içeriye alınırdı. Misafirler iftarını yapıp teravih namazına gitmek için kalktıklarında konak sahibi kadife kese içerisine koyduğu altın veya gümüş paralar diş kirası olarak verirdi. İlk defa Fatih Sultan Mehmed Han’ın sadrazamı olan Mahmud Paşa tarafından uygulandığı sanılan bu âdet gereğince iftara katılanlar dişlerini davet sahibinin zevkine kiralamış oluyorlardı. Diş kirası denilen bu hediyenin zarif gerekçesi her ne kadar davedilerin o gece zahmet edip gelerek, hane sahibinin sevap kazanmasına vesile olması gibi sunulsa da aslında amaç bu sebeple muhtaçlara yardımda bulunmak, onları sevindirmektir.

İftar Topu: İftar vaktinin geldiğini bildirmek üzere atılan toptur. Günümüzde Anadolu’nun bazı yörelerinde hâlâ yaşayan bir gelenek halinde varlığını sürdürmektedir. İftar topu bütün bir şehre iftar vaktini bildirmek amacıyla Ramazanlarda kale burçlarından ya da şehrin en yüksek tepesinden atılırdı. Burçlar yüksek olduğu için, oralardan atılan topun sesi daha çok yerden duyulabilirdi. Bu durum Tanzimat’la birlikte yasaklanmış sadece deniz kıyısında askerî gemi olan yerler ile kale şehirlerine top aülması için izin verilmiştir.

İftariye: İftar vakti ezan okunduktan sonra oruç açmak için hazırlanmış olan iftarlık yiyeceklere, iftar tabağına denir. Küçük tabaklarda hurmalar, reçeller, peynirler, zeytinler ve benzeri yiyecekler bulunmaktadır. Ezanın okunmasından sonra dua edilir ve iftariyeliklerle oruç açılır. Sonrasında cemaade namaz kılınır ve asıl sofraya geçilirdi.

İtikâf: Ramazan ayının son on gününde bir mescitte veya o hükümdeki bir yerde itikâf niyetiyle ikamet etmektir. (îtikâf bir müekked sünnettir. Bir beldede Ramazân-ı Şerifin son on gününde hiç kimse itikâfa girmez ise, o belde halkının tamamı sünneti terk etmiş olur.) îtikâfta kalbi dünya işlerinden tamamen boşaltıp, kendisini Mevlâ’ya teslim etmek ve Allâhü Teâlâ’nm evinde ona ibadete devam etmek vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye hicretlerinden irtihallerine kadar hiç terk etmeden her sene Ramazan-ı Şerif ayının son on gününde îtikâf yapmışlardır.
Küpecik: Kütahya taraflarında hâlâ yaşamaya devam eden bir gelenektir. İftar ile yatsı ezanı arasında aynı sokağın çocukları genelde 5-6 kişi bir araya gelerek kapı kapı dolaşır, bahşiş toplarlardı. Bahşiş toplama esnasında çocuklar küpecik şarkısını söyledikleri için bu isimle anılır. Bahşiş olarak genelde para verilse de paranın yerine fıstık, leblebi, şeker verildiği de olur.

Mahya: Ramazanda ve mübarek gün ve gecelerde iki ya da daha fazla minareli camilerde iki minare arasına asılan kandillerle ışıklandırılmış yazılar. Osmanlı’da ilk kandil Sultan İkinci Selim Han devrinde (1566-1574) Regaip ve Mevlit geceleri yakılmıştır. Mahyanın başlangıcı ise Sultan Birinci Ahmed devrine (1613-1617) kadar uzanır. Bundan sonra kandillerde ve Ramazan ayında camilerde mahyalar kurulması bir gelenek haline gelmiştir.

Oruç Vermek: Henüz oruç tutma yaşma gelmemiş küçük ama arada bir de olsa oruç tutmaya gücü yeten çocukları oruca alıştırmak için büyüklerin bahşiş karşılığında küçüklere oruç tutturma geleneğidir. Buna göre dede, amca, dayı, teyze, hala gibi büyükler çocuklara kendileri için tutmak üzere oruç siparişi verirler. Oruç tutan küçük çocuk akşam iftar vakti yaklaştığında kendisine oruç siparişi veren büyüğün evine giderek elini öper bahşişini alır ve sözde onun için tuttuğu orucu ona devreder ve iftar sofrasının özel misafiri olarak o evde iftar açar. Bu usul, çocukların severek ve isteyerek oruca başlamalarında çok önemli rol oynar.

Oruç Satmak: Ramazan ayında, küçük çocukların tuttukları ilk orucu büyüklerine satması geleneğine verilen addır. İlk defa oruç tutmaya başlayan küçük çocuklara orucun değerini anlatmak ve onlarda hoş bir anı bırakmak için onların ilk tuttukları oruç büyüklerden birisi tarafından satın alınırdı.

Ramazaniye: Mevlit, siyer, hilye, miraciye gibi klasik edebiyatımızın bir türü olan Ramazaniye’ler Ramazan ayma dair şiir ve hikâyelerden oluşur. Devrin şairleri bu ayda Ramazaniye isimli kasideler yazarak başta padişahlar olmak üzere devrin önde gelenlerine sunarlardı.

Ramazan’da Sosyal Hayat Canlanırdı

Ramazan ayında, selâtin camilerinin avlularına ve özellikle Eyüp Sultan, Fatih Sultan Mehmed, Sultan Beyazid, Ayasoiya camilerinin avlularına sergiler kurulurdu. Bu sergilerde tesbihçiler teşbihleri, sahaflar çeşit çeşit nefis mesâhif-i şerifeleri, el yazması ve nüshası çok değerli ve nadir olan nefis kitapları geçici olarak avluya getirdikleri camlı dolaplara koyarlardı. Gelenlerin oturması için, cami avlularında geçici olarak dükkân sekline sokulan yerlerde sanat eseri çiniler, çok hoş ve tuhaf eşyalar, nefis şallar, kumaşlar teşhir edilirdi. Bir tarafta da çorbalara ekmek için çeşidi baharadar; iftarda oruç açmak için hurmalar, çeşit çeşit renkli şekerler; çeşit çeşit simitler, çörekler, en âlâ Ramazan pideleri yer alırdı. Cami avluları rağbet gören ürünlerle, İslâmî değerlere uygun şekilde donatılmış olurdu.

Sadaka-i Fıtır (Fitre)

Sadaka-i fıtır, Ramazan-ı Şerifin sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka en az nisâp miktarı (80.18 gr. altın veya ona denk miktarda) bir mala sahip bulunan her Müslüman’ın vermesi vacip olan bir sadakadır. Orucun kabulüne, ölüm anının sıkıntılarından ve kabir azabından kurtuluşa vesile olan bu sadaka; yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram neşesinden onların da istifâde etmelerine bir yardımdır. Bu cihetle sadaka-i fıtır, insani bir vazifedir. Fitreyi bayram namazından sonraya bırakmak mekruhtur. Güzel olan, namazdan evvel verilmesidir

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*