wiki

PÂDİŞÂH

PÂDİŞÂH; Osmanlı Devletinde hükümdara
verilen en meşhur ünvan. On dördüncü ve on
beşinci asırlarda Osmanlı hükümdarları, İslâmî
bir niteliği olan sultan ünvânı ile berâber, örfî hükümdarlık
(töre) sıfatlarını ifâde eden resmî ünvân
olarak “bey” ve “han”, kullandılar. Osman
Gâzi ve Orhan Gâzinin adı kaynaklarda Osman
Bey ve Orhan Bey olarak geçmektedir. OsmanlI
hükümdârları hâkimiyet ve nüfûzlarının temeli
olarak gâzi, sultânü’l-guzât ve’l-mücâhidîn
(mücâhitlerin ve gâzilerin sultânı) ünvânmı
da benimsediler. Bütün ünvanlarına bu gâzi sıfatını
eklemeye îtinâ gösterdiler ve gâzi hükümdâr
olarak anıldılar. Devletin kuruluş dönemlerinde
Osmanlı hükümdarları büyük hükümdar
mânâsında “Hüdâvendigâr” ve hünkâr
ünvânmı da kullandılar. Sultan Birinci Murâd
Han bu ünvânı ile meşhûr oldu. Hüdâvendigâr
ünvânı Osmanlılann Anadolu’daki diğer beyler
üzerinde hâkimiyet kurmaya başlamalarının bir
işâreti olarak kabul edilir.
Osmanlı pâdişâhlarının adının başına dâimâ
“Sultan” ve sonuna da “han” kelimesi gelmektedir.
Halk arasında ise, en fazla hünkar ve
pâdişâh isimleri söylenmiştir. Sultan tâbiri sonraları
Osmanlı pâdişâhlarının erkek evlatlarına,
kızlarına ve hattâ pâdişâh vâlideleriyle âilelerine
kadar şâmil olmuştur. Sultan ünvânı pâdişâhın
erkek çocuklarında ismin evveline, kızlarda ise
ismin sonuna geliyordu. Sultan Selim, Sultan
Mehmed, Ayşe Sultan, Fatma Sultan gibi. Pâdişâh
vâlidelerine Vâlide Sultan ve zevcelerine
de Haseki Sultan, Hürrem Sultan denilmekteydi.
Sadrâzam pâdişâha takdim ettiği telhis ve
takrirlerinde sultan tâbiri kullanılmayıp, onun
yerine pâdişâhım denilmekteydi. OsmanlIlarda
hükümdardan başka hiçbir kimseye verilmeyen
tek ünvan hünkar tâbiridir. Pâdişâhın
tuğra ve fermanlarında adının yanına mutlaka
tek veya çok terkiplerden yapılan sıfatlar bulunurdu.
Bunlar Nişan-ı şerîf-i âlişân, Mektûbi
meveddet-üslûp, Ahidnâme-i izzet-nümûn,
Ahidnâme-i hümâyûn, Nâme-i hümâyûn-ı izzet
ve saâdet-meşhûn, Nâme-i hümâyûn messeret-
makrûn, Nâme-i hümâyûn-ı izzet makrûn,
İltifât-nâme-i pâdişâhî, Nâme-i şerîf, Hattı
şerîf, Nâme-i saâdet-ünvân, Hatt-ı hümâyûn,
Emr-i pâdişâhî, Emr-i şerîf, Hükm-i şerîf, Emri
münîf-i vâcibül ittibâ’, Tevkî-i refîi- hümâyûn,
Ahd-i şerîf, Ahd-i hümâyûn, Fermân-ı celîlülkadr,
Fermân-ı hümâyûn, Fermân-ı beşâret-
ünvân.
Osmanlı pâdişâhlarının çok mühim hâllerde
yazdıkları nâmelerde, yabancı hükümdârlara
gönderdikleri ahidnâmelerde; hâkimiyet ve salâhiyet
sâhalarını belirten ünvanlar kullanılırdı.
Bunlardan, Kânûnî Sultan Süleymân Hanın
1553’te Leh Kralına verilen Ahidnâme-i hümâyûndaki
ünvan:
“Ben ki Sultan-ı salâtin-i zamân burhân-ı
havakin-i avân tâc-bahş-i husrevân-i cihân zıllullâhi’l-
meliki’l-mennân Akdeniz’in ve Karadeniz’in
ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Şam
ve Halep ve Karaman ve Rûm’un ve vilâyet-i
Azerbaycan ve Van’ın ve Budin ve Tameşvar vilâyetlerinin
ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medîne’nin
ve Kudüs’ün ve Halilü’r-Rahmân’ın, külliyen
diyar-ı Arab’ın ve Yemen’in ve Bağdât ve
Basra ve Cezâyir vilâyetlerinin ve dahi nice
memleketlerin ki âbâ-i kirâm ve ecdâd-ı izâmım
-enarallâhü berâhinehüm- kuvvet-i kahire ile
fetheyledikleri ve cenâb-ı celâlet-meabım dahi
tiğ-ı âteşbâr şimşîr-i zafernigârım ile fetheylediğim
ince diyârın sultânı ve pâdişâhı hazret-i
Sultan Bâyezîd oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan
Süleyman Şah Han’ım…”
Osmanlı pâdişâhlarının örfî selâhiyetleri,
İslâm hukûkuna muhâlif olmamak şartıyla, eski
Türk telâkkileriyle Orta Doğu’daki telâkkilerin
birleştirilerek ortaya konulan Osmanlı sentezidir.
Kısaca Osmanlı pâdişâhı, Osmanlı târihinin
bir mahsulüdür. Fâtih devri târihçilerinden
Tursun Bey, Târih-i Ebü’I-Fetih adlı eserinin girişinde,
pâdişâhların sâhip olması gereken husûsiyetleri,
selâhiyetleri geniş şekilde açıklamaktadır.İslâm Hukûku’nun tatbiki ve yayılması da,
pâdişâhın vazifeleri cümlesindendi. Buna bağlı
olarak pâdişâhların hâkimiyet sahası, İslâm dîni
ile sınırlandırılmıştı.
Osmanlı Devletinin târihi boyunca İslâm
Hukûku, devletin bütün icrâ faaliyetlerini murâkabe
etmiştir. Yapılacak bütün önemli işler,
Şeyhülislâmın fetvâsına dayanılarak icrâ edilmiştir.
Kânûnî Sultan Süleymân Han vefât ettiğinde
devrindeki çeşitli konularda aldığı Şeyhülislâm
Ebüssü’ûd Efendinin fetvâlarının beraberinde
defnedilmesini istemiştir.
Osmanlı pâdişâhlarına diğer imparatorlarda
bulunan bâzı fevkalâde özellikler verilmemiştir.
Pâdişâh, ne Japon imparatoru gibi “Güneşin
oğlu”, ne de Firavun gibi “tanrı” idi, sâdece “Allahü
teâlânın âciz bir kulu” idi. Cumâ namazlarından
sonra pâdişâha:
“Gururlanma pâdişâhım, senden büyük Allah
var!” diye bağıran halk, ona âciz bir kul olduğunu
hatırlatırdı.
Târih kitaplarında ve teşkilâtla alâkalı eserlerde,
pâdişâhlığın Allahü teâlâ tarafından verilen
çok mesûliyetli büyük bir vazife olduğu belirtilirdi.
Bu emânetin, ahâliye iyi muâmele, orduya
bakım, memleketin muhâfazası ve dîn-i İslâma
hizmetle korunacağı yazılıdır.
Pâdişâhların gelirleriyse başlıca iki kaynaktan
gelirdi. İlki yapılan gazâlardaki ganimetlerin
beşte biriydi. Bu gelir harplerin mağlûbiyetle
neticelenmeye ve gerilemeye başlanıldığı devirlerden
îtibâren büyük ölçüde azalmıştır. Diğer
önemli gelir kaynağı da kendilerine tahsis edilen
haslardan elde edilenlerdi. Bu gelirler saray ve
askerin masraflarına ve bayındırlık eserlerine
harcedilirdi. Oturdukları saraylar ve eşyâları
devlet malı idi. Pâdişâhlar sâdece tasarruf hakkına
hâizdiler.
Altı yüz seneden fazla Türklerin ve Müslümanların
lideri durumunda olan pâdişâhlık müessesesi,
Türkiye Cumhûriyetinin kurulmasıyla
ilga edilmiştir. 23 Nisan 1920’de pâdişâhın
yetkilerinin, Büyük Millet Meclisine devredildiği
îlân edilmiş, 30 Ekim 1922 ve 2 Kasım
1922 tarihli Büyük Millet Meclisi kararları ile
de pâdişâhlık tamâmen ilga edilerek, sâdece
halifelik Osmanlı âilesinin uhdesinde kalmıştır.
3 Mart 1924 târihinde “Hilâfetin ilgası ve Hanedân-
ı Osmânî’nin Türkiye Cumhûriyeti memâliki
hâricine çıkarılmasına dâir kânun” ile
de halifelik ilga edilerek, Osmanlı hânedânına
mensup bütün âile fertleri yurt dışına çıkarılmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir