peygamber den (O’NDAN ÖNCE )
(O’NDAN ÖNCE )
Bahçıvansız bir bahçe, ıslâh edilmemiş, sulanmamış bir arâzi düşünelim; yabani otlar, dikenler, ısırganlar sarmıştır. Böyle bir tarlaya girmiş olsanız, çıktığınızda pıtıraklan, dikenleri elbisenize sarılmış, dikenlerini vücudunuza batmış bulursunuz. Böyle bir yerin ziraate elverişli hale gelmesi için, önce derinden derine yabâni otların, ayrıkların kökü kazılır. Toprak bunlardan temizlenmeyince, sağlıklı ürün almak mümkün değildir.
Su görmemiş, katılaşıp taş olmuş toprağın bellenip kazılarak yumuşatılması, keseklerin kırılması, sonra üzerinin tırmıkla düzeltilmesi, sonra da fidanların incitmeden, kırmadan itinayla dikilmesi ve can suyu verilip, ilk etapta her gün, daha sonra belirli aralıklarla sulanması, gübrelenmesi, zararlı böceklerden korunması ve kurtulması için ilâçlanması, çıkan yabâni otlardan arındırmak, toprağı havalandırmak için çapalanması gerektiğini bütün çiftçiler bilir. Ölü arzın dirilişine gerekli olan ıslâhat tedbirleri, taşlaşmış kalpler için daha elzem değil midir?
Resûlûllah (sav), altı yüz sene peygamber gelmemiş, gönülleri çöle dönmüş; yanlış itikadlann ayrık otları gibi gönül arâzilerini istilâ ettiği, vahiy yağmuruyla sulanmamış, bahçıvan yüzü görmemiş bir ; kavme gönderilmiş. ‘Babalan uyarılmamış olan bir kavmi uyarasın . diye, çünkü onlar gaflet içindedirler’ (Yâsin, 6)
Hem aklı, hem gadabı, hem şehveti olan insan başıboş, mürebbisiz olunca, akıl nimetini gadabm ve şehvetin esiri yapar. Artık o insandan her şey beklenir. Bediüzzaman’ın ‘Vahiyle beslenmemiş bir akıl, başta çöreklenmiş bir yılandır’ sözünün muhâtabı olur. O zaman insanın hayvanlık, yırtıcılık vasfı öne çıkar. Menfaati uğrunda yapamayacağı hile, desise, kötülük yoktur. O devir, Akif’in,
‘Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta,
Dişsiz mi bir insan; onu kardeşleri yerdi’
?•
mısralanyla anlattığı ortam…
Güçsüzler, zayıflar, dullar, yetimler, fakirler, köleler o günlerde hep f; zulüm ve işkence altında ezim ezim eziliyordu.
Kadiiun, bir çöp kadar değeri yoktu. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerken babaların yüreği sızlamaz, şerefini kurtarmış bir kahraman ’ edâsıyla kavmine dönerdi.
ı‘ Zorbalar, güçlüler, zâlimler işkence makinesi hâline gelmişlerdi. Yeryüzünde ilk kurulan ev mukaddes Kâbe, müşrik putları arasında ‘ kurtarıcısını bekliyordu. Etrâfında çırılçıplak tavaf eden hayâsızlardan nefret edercesine mahzun ve mükedderdi.
, Gasp edilen mallar, kıyılan canlar, tarumar edilen namuslar, yağma ¿dilen haklar, haksız yere akıtılan kanlar, sarhoş edilen akıllar, ku-,’ JOarla yıkılan yuvalar, mahzun yürekler, zayıf bilekler, gözyaşları bir İü dinmeyen gözler, korkudan lâl olmuş diller, asırlardır lisân-ı hal kalleriyle bir imdad, bir kurtarıcı bekliyordu.
Çileleri dolmuştu, sabırları taşmıştı; gözyaşlarını silecek, yaralarım > saracak, dertlerine dennan olacak bir merhamet kucağım bekliyorlardı. Bunun için Yüce Mevlâ, ‘Mü’minlere tevâzu kanatlannı aç’ (Şuarâ, 215) buyurdu.