PSİKİYATRİ HASTALIKLARI VE TEDAVİLERİ ?

Geçmişte yıldızlarla insanların psikolojik yaşamları arasında yakın bir bağ olduğuna inanılırdı. Bu inanç belki de her ikisinin derinliğinden ve karmaşıklığından kaynaklanmıştır.

Geçmişte yıldızlarla insanların psikolojik yaşamları arasında yakın bir bağ olduğuna inanılırdı. Bu inanç belki de her ikisinin derinliğinden ve karmaşıklığından kaynaklanmıştır.

28.1. PSİKİYATRİ: İnsanoğlu, düşünebilme yeteneği ve zekasının kendisine sağladığı yeterlikler ölçüsünde sosyal çevresiyle uyum içinde, yaşamın gerçekleriyle birlikte yaşar, psikolojik yönden kendi gereksinimlerini karşılar. Kişi, yukarıda sözünü ettiğimiz düşünebilme yeteneği ve zekası aracılığıyla kendi iç dünyasıyla sosyal çevre arasında dinamik, gerçekçi bir uyum kurar. Bu uyumun, değişik nedenlerden kaynaklanan akıl hastalıkları sonucu bozulmasıyla ortaya çıkan sonuçları ve bu sonuçları yaratan akıl hastalıklarını inceleme, tedavi etme ve önleme, “Psikiyatri bilimi”nin çalışma alanına girer.
28.2. PSİKİYATRİNİN TARİHİ: Bütün tarih boyunca, akıl hastaları, değişik zamanlarda, değişik toplumlarda çok farklı bir biçimde değerlendirilmiştir. Zaman zaman ermiş, ulu kişi olarak görüldükleri gibi, cadı, büyücü vs. olarak da nitelen924
miş, çeşitli işkencelere uğramışlardır. Akıl hastasının tıbbın konusu olması 16. yy’da başlayan bir eğilim olarak karşımıza çıkar. Gerçek anlamda psikiyatri 18. yy’da Fransız psikiyatrist Pinel’le başlar. Önceleri akıl hastalıklarının diğer hastalıklar gibi organik kökenli, yani beynin belli bir biçimde hasarlanmasma bağlı olduğu düşünüldü. Ancak günümüzde, akıl hastalıklarında psikolojik-sosyal etkilerin önemli bir rol oynadığı anlaşılmıştır. Bu gelişmeyi önemli ölçüde Freud’a borçluyuz.
28.3. BİLİNÇ: Bilincin ne olduğu konusu günümüze dek çeşitli bilim dallarında tartışılmış olmakla birlikte, henüz bu konuya yeterli bir açıklık kazandırılamamıştır. Günümüzde en çok kabul edilen görüşe göre bilinç, kişinin kendisini ve çevresini bilmesi ve bu bilgisinin farkına varmasıdır.psikiyatri

28.4.BİLİNÇDIŞI: Kişinin tüm yaşantıları, arzuları her an bilinç alanında değildir. Freud bilincin daha derinlerde “bilinçdışı” adını verdiği ve kişiliğin kabul edemediği istek ve arzularından oluşan bir yapının varlığını ileri sürmüştür.
28=5. LİBİDO: Libido konusu da çeşitli biçimlerde ele alınmış ve açıklaması yapılmış bir kavramdır. Biz burada yalnız en çok kabul edilen yaklaşımlardan söz edeceğiz. “Libido” terimi ilk kez Freud tarafından kullanılmıştır. Bu terim genellikle yalnız organik cinsellik olarak ele alınmaktadır. Oysa Freud libidoyu “Bir nesneye yönelik nicel bir sevgi” olarak tanımlamıştır. Oyleki libidonun tümü değil, yalnız bir bölümü cinsel bir^şmeyi amaçlamıştır. Daha geniş kapsamlı bir yaklaşımla libidoyu, yaşama gücünü doğuran ve onu destekleyen bir psikolojik enerji olarak tanımlayabiliriz.
28.6. PSİKANALİZ VE PSİKANALİTİK TEDAVİ: Psikanaliz ve psikanalitik tedavi Freud tarafından bulunmuştur. Psikanaliz başlıca iki görüşten kaynaklanmıştır. Bunlardan ilki “Determinizm” görüşüdür. Bu görüşe göre psikolojik olaylar ve bunları yansıtan davranış biçimleri birbirlerinden bağımsız olmayıp, hepsinin bir ya da birçok hazırlayıcı psikolojik nedenleri vardır. Psikanaliz yönteminin uygulanması sonucunda, herhangi bir psikolojik bozukluğun, kişinin ruhsal derinliklerinde yatmakta olan ana nedenleri ortaya konulur. Psikanalizin kaynağını oluşturan ikinci görüş, insanın psikolojik yaşamında bilinçli süreçlerin bilinçsiz psikolojik süreçlere oranla
çok az bir yer kapladığı düşüncesine dayanır. İnsanın bilinçdışmda oluşan birçok psikolojik olayların, onun bilinçli yaşamını etkilediği bir gerçektir. Özetleyecek olursak, psikanalize “Determinist bir yaklaşımla kişinin psikolojik yapısının bilinç, bilinçdışı düzeylerine kadar incelenmesidir” diyebiliriz. Psikanalitik tedavi, psikanaliz yönteminin hastaya uygulanmasıyla ondaki bozuklukların kaynaklarına inip, bunları tanıyıp, bozuklukların özelliklerine göre hastaya iyileşmesi için yardımda bulunma yoludur.

ArtiK ne olduklarını biliyorlar

ArtiK ne olduklarını biliyorlar…

28.7. KİŞİLİĞİN KURULUŞU: Freud insan kişiliğinin kuruluşunu birbirini etkileyen üç ayrı katmanda incelemiştir. Bunlardan en alttaki katmana “İd”, en üst katmana “Süperego” ve ortadaki katmana da “Ego” adını vermiştir. “İd” (iç ben) tümüyle kişinin bilinçaltına aittir. Psikolojik enerjinin, başka bir deyişle libidonun işlenmemiş, ham ve içgüdüsel yapıdaki kaynağını oluşturur. İd kişiliğin en ilkel, frenlenmemiş, denetlenmemiş ve sosyal gerçeklerle bağdaştırılmamış yanıdır. İd hiçbir denetim kabul etmeksizin her istediğini elde etmek herşeyi isteyip uygulamak ister. Freud idi iki bölüme ayırmakta, bunlardan birine “Eros”, diğerine de “Thanatos-Destrudo” demek- tedir“Eros”bilinçsiz kişiliğin yapıcı, yaratıcı, haz verici, haz alıcı yanlarıyla cinsel güdü ve davranışlarını içermektedir. ‘ ‘Thanatos-Destru- do” ise bilinçsiz kişiliğin yıkıcı, yok edici, saldırgan ve öldürmek isteyen yanını yansıtır. “Ego” (ben)’, kişiliğin sosyokültürel etkiler altında düzenlenmiş, toplum tarafından kabul edilebilir sınırlar arasına yükseltilmiş yanıdır. Ego bilinçli bir benliktir, isteklerini denetleyebilen, yönlendi- rebilen ve bu isteklerini dış dünyanın gerçekleriyle bağdaştırabilen bir benliktir. Ego, içgüdüsel dürtülerle, başka bir deyişle idle dış dünyanın gerçekleri arasında yer almaktadır. Çoğu sonradan öğrenilmiş olan düşünüş ve davranış biçimleriyle ego, idi kontrol altına alıp, kişinin dış dünyayla sağlıklı ilişkiler kurmasına yardım eder. “Süperego” (üst ben) ise, kişiliğin en son gelişen ve en üst tabakasını oluşturan bölümüdür. Süperego, idin dışında gelişir ve egoyu denetler. Ahlaki değer yargılarını, idealleri, inançları ve yanlış-doğru kavramını içerir. İnsan benliğinin erkek çocuklarda ise penis bir haz duyma organı olarak farkedilmiş, tanınmıştır. Bu devrede çocuk kendi cinsel organını görmeye, onu göstermeye başkalarının cinsel organlarını görmeye ve onlarla kendininkini karşılaştırmaya yönelmiştir. Bu tür gösteriye dayanan davranışlar, özellikle erkek çocuklarında belirgindir. İşte bu dönemde erkek çocuk iki ayrı cinsiyet arasındaki cinsel organ farkını görür. Erkek çocuk kızlarda penisin bulunmadığını gördüğünde, bunu bir kastrasyon olayına (kastrasyon psikiyatride penisin kaybedilmesi, kesilmesi anlamına gelir) bağlar, kız çpcukları ise kendilerinde penisin bulunmayışını bir eksiklikmiş gibi hissederler. Kastrasyon düşüncesi erkek çocuklarda bir cezalandırılma, kötülük etme yöntemi olarak yerleşir. 5-6 yaşlarından sonra ise fallik devre daha da bilinçlenir, artık çocuk cinsel davranışlar hakkında daha bilinçlenmiştir, orgazm düşüncesini kavramaya başlamıştır. Böylece çocuk erişkin anlamda bir cinsellik devresine girmiş olur. Bu devreye “Genital devre” denir. Fallik devrenin en belirgin döneminde, erkek çocuklarda anneye karşı bir cinsel yakınlık duygusu ortaya çıkar. Buna “Oidipus kompleksi” denir. Kız çocuklarında ise bunun tam tersi, yani babaya karşı bir cinsel yakınlık doğar. Buna ise ‘‘Elektra kompleksi” denir. Erkek çocuk annesinin sevgisini babasından çaldığı düşüncesindedir, artık babası onun rakibidir, bu nedenle de babasının onu cezalandırmak için gelip erkek çocuğunun, yani kendisinin penisini keseceğine inanmaktadır. İşte bu inanç erkek çocukta “Kastrasyon kompleksi”nin doğmasına neden olur. Her insanın geçtiği bir dönem olan Oidipus devresi erkek çocuğun babasıyla kız çocuğun annesiyle kendini eş tutması, onlarla özdeşleşmesi ile çözümlenir. Bu dönem başarı ile aşılama

Oidipus kompleksi

Oidipus kompleksi

histeri, fobi, homoseksüalite, çeşitli sapıklıklar ortaya çıkar. Fallik ve genital devrelerinin 7 yaş dolaylarında tamamlanmasıyla birlikte, çocuğun psikoseksüel gelişiminde bir duraklama olur. Artık çocuk okula başlamıştır, dış dünyayı tanımaya çalışmaktadır. 11 yaşına kadar sürmekte olan bu devreye “Latent devre” denir. Bu devreden sonra 11-14 yaşları arasında yaşanan bir “Puberte” (ergenlik) devresi ve bunu izleyen 14-18 yaşları arasında bir “Adolesans” (erginlik) devresi yaşanır. 18 yaşından sonra ise “Olgunluk” devresi başlar. Artık psikoseksüel gelişme tamamlanmıştır. Gerçek anlamıyla heteroseksüel cinsel ilişkiler, genellikle latent devreden sonraki dönemlerden birinde başlar. Bu başlangıcı belirleyen pek çok etken vardır. Örneğin kültürel, dinsel, ailevi ve daha pek çok etkeni burada sayabiliriz.
28.9. KOMPLEKS: Süperegonun baskısıyla doyuma varılmasına izin verilmeyen libido dürtüleri, diğer bir deyişle baskı altına alınmış, .frenlenmiş olan id bölümü, kişinin komplekslerini oluşturur. Kompleksler tıpkı heııüz oluşmamış, fakat yer kabuğunu sürekli zorlayan yanardağlara benzer, kişinin günlük yaşamı ile sürekli çatışma halindedir, bu çatışma bilinç altında sürdürülmektedir ve tıpkı bir yanardağda olduğu gibi kabuğun zayıf bir noktasından patlayabilir. Kabuk çatladığında, yani süpereogunun yeterli baskıyı ve kontrolü sağlayamadığı durumlarda bilinçaltının bastırılmış idleri, yani kompleksleri kişinin bilinç düzeyine yükselirler ve birtakım simgesel anlatımlarla doyurulmaya başlanırlar. Bilinci saran kompleksler asıl biçimlerinden farklı olarak günlük yaşama yansımaları nedeniyle, gerçek bozukluğun gizlenmesinin yarattığı sorunu psikanaliz yönteminin uygulanmasıyla çözümleyebilirle olanağı doğmuştur. Dil sürçmelerini bazı kekemelikleri, bazı düşleri,kişilik bozulmalarını ve daha pek çok şeyi bilinçaltmdaki komplekslerin değişik türlerde günlük yaşama yansımış biçimleri olarak gösterebiliriz.

Bir süblimasyon örneği: Matador ve kurbanı

Bir süblimasyon örneği: Matador ve kurbanı

28.10.BİLİNÇALTI SAVUNMA MEKANİZMALARI: Önceki bölümde bilinçaltmdaki komplekslerin sürekli süperego ile çatışma halinde olduğuna değinmiştik. Kişi zaman zaman kendini etkileyen değişik psikolojik sarsıntılara, baskılara uğrayabilir, bunun yanı sıra bir yandan süperegonun baskısı, diğer yandan idin bilinçaltmdan sürdürdüğü baskılar kişinin psikolojik dengesini tehlikeye sokar, onu psikolojik sıkıntılara sürükleyebilir. Her insanın sık sık karşılaştığı bu durumlardan kişinin psikolojik dengesinin zarar görmemesi için birtakım psikolojik savunma mekanizmaları doğal olarak kurulmuştur. Çeşitli savunma mekanizmalarından söz etmeden önce, şunu belirtelim; bu mekanizmalar son derece insancıl davranışlar olup, kişinin günlük yaşamını aksatmadıklarında hiçbir kötü etkileri ve anlamları yoktur. Ancak bazı durumlarda psikiyatrik belirtilerin oluşumunda rol oynarlar. Şimdi bu mekanizmaların bazılarını inceleyelim

1) Hayal kurma: Kişinin gerçekleştiremediği ya da gerçekleşmesi olanaksız birtakım istek ve ‘arzularını gerçekleşmiş gibi hayal edip, böylece kısmi bir psikolojik doyuma varmasıdır. Hayaller, nesnel gerçeklerle yoğurulduğunda çok olumlu sonuçlar yaratırlar.

2) Kompansasyon (telafi): Kişinin birtakım gerçek ya da hayali eksikliklerini başka yeteneklerini
geliştirerek giderme yolunu seçmesidir.

3) Süblimasyon (yüceltme): Bazı içgüdülerin bilinç tarafından reddedilmesiyle, bu içgüdülerin bilinçsiz olarak yönlerinin değiştirilip bilinç tarafından kabul edilir biçimlere dönüştürülmesidir. Örneğin saldırgan güdülerin avcılık sporu biçimine dönüştürülmesi gibi.

4) Konversiyon (çevirme): Bilinçaltmdaki bazı çatışmaların çeşitli bedensel rahatsızlıklar biçiminde kendilerini ortaya koymalarıdır. Histerik bir hastanın bacaklarında felç varmış gibi davranması, bir konversiyon örneğidir. Burada dikkat edilecek nokta şudur; hasta bir felçli gibi davranmakla birlikte aslında felçli değildir. Konversiyon belirtileri nörolojik hastalıkları anımsatan “Açıklanamayan belirtilerdir”. Bunlar arasında felçler, bilinçsizlik, ses kısıklığı, idrar etme güçlüğü, yürüme güçlüğü, hissizlik, körlük sayılabilir. Ancak burada; sinir sistemi muayeneleriyle herhangi bir hastalık bulgusu bulunmamaktadır.

5) Rasyonalizasyon(akılcıllaştırma): Kişinin doğru ve haklı bulmadığı, fakat yine de gerçekleştirdiği bir davranış, düşünüş ya ua bir duygudan dolayı hissettiği rahatsızlıktan egosunu korumak amacıyla gerçekleştirmekten kendini alamadığı davranış, düşünüş ve duyuş biçimlerine birtakım akılcı ve çoğu kendi kontrolü dışında olan nedenler ileri sürmesidir. Örneğin rakibine yenilen bir sporcunun ‘‘Zaten hakem taraf tutuyordu” demesi, bu tür bir rasyonalizasyon örneğidir. Bazı atasözleri de rasyonalizasyon örneğidirler, bir malı benzerlerinden daha pahalıya alan bir kişinin “Pahalıdır vardır bir hikmeti, ucuzdur vardır bir- illeti’’ deyişini kullanması gibi.

6) Disosyasyon (çözülme): Bazı kişilerde istenmeyen gerçeklerden kurtulmak amacına yönelmiş olarak, kişiliğinin bütünlüğünü koruyamaması durumudur. Bu durumlarda kişi, geçici olarak kişiliğini parçalara ayırmıştır, kendisiyle ilgili pek çok şeyi unutmuştur, kabul edilmeyen gerçek kişinin egosunun dışında ikinci bir kişilik biçiminde tutulur ve kişi kimi zaman bilinçsiz olarak bu ikinci kişiliğine bürünür ve bu kişiliğe göre davranır. Uyurgezerlik, iki ruhlu insan tipleri, bazı bellek kayıpları, bilinçsiz kaçma olayları bu türden disosyasyon örnekleridir. Kişinin egosu dışında gelişen ikincil kişilik bu insanın egosunu korumayı amaçlamıştır. Ego, tamamen bozulmamış olarak kalabilir.

7) Denial (inkâr): Bilinç tarafından kabul edilmeyen herhangi bir şeyin inkâr edilmesi, kabul edilmemesiyle kişinin o konuyla ilgili psikolojik çatışmalardan bir ölçüde kurtulmasını sağlayan bir savunma mekanizmasıdır. Örneğin savaşta asker olan oğlunu kaybeden bir babanın bu durumu kabullenmeyip, postacının sokaktan her geçişinde oğlundan gelen mektup olup olmadığını sorması bir inkâr mekanizmasıdır.

8) Regresyon (gerileme): Psikolojik çatışmalar katlanılamayacak bir düzeye erişip, kişinin uyumunu bozacak olursa, o insan artık günlük yaşamın çok yönlü, karmaşık ilişkilerine uyum göstermeyecek bir duruma düşer. İşte bu durumda kişi kolayca uyum gösterebileceği daha geri davranış biçimlerine geri döner. Bunun en sık yaşadığımız biçimi, bazı isteklerimizin yerine getirilmediği durumlarda gösterdiğimiz birtakım çocuksu kızgınlıklar ya da saldırganlık biçimindeki tepkilerdir. Şizofrenik hastalarda gerileme biçimindeki savunma mekanizmaları ön plana çıkmıştır.

9) Fiksasyon (saplanma): İnsan her yönden olduğu gibi, psikolojik bakımdan da yaşamı boyunca bir gelişme süreci içindedir. Psikolojik gelişme sürecinin herhangi bir basamağında takılıp kalınması durumuna “Fiksasyon” denir. Fiksasyon psikolojik gelişimi durduran bir etkendir. Örneğin Elektra ya da Oidipus kompleksi devresine saplanan kişilerin bir türlü evleneme- diklerini görürüz.

10) Projeksiyon: Kişinin doğru bulmadığı, beğenmediği, kabul edemediği özelliklerini başka bir kişiye ya da kişilere yüklemesi durumudur. Böylece kişi kızgınlığını kendisine değil, başkalarına yöneltir. Formsuz oluşu nedeniyle birçok sayı kaçıran bir basketbolcunun karşılaşma sonrası takım arkadaşlarını formsuzlukla, kulüplerini sevmemekle suçlaması bir projeksiyon örneğidir.

11) Deplasman (yer değiştirme): Bilinçaltındaki rahatsız edici bir düşünce, duygunun yerine daha kabul edilebilii bir duygunun, düşüncenin konmasıdır. Örneğin bir katilin bilinçaltındaki suçluluk duygusunun ellerinin kanlı ve kirli olduğu düşüncesiyle yer değiştirmesi, bukişinin durmaksızın ellerini yıkaması bir deplasman örneğidir.

12) îdentifikasyon (özdeşim): Kişinin bir başkasının özelliklerini, davranışlarını kendi egosuna aktarması olayıdır. Örneğin bir karate filmini seyreden bir çocukta oluşan identifikas- yon sonucu, günlük davranışları arasına birtakım karate figürleri serpiştirmesi gibi.
28.11.PSİKİYATRİK BOZUKLUKLARA GENEL BİR BAKIŞ VE BUNLARIN SINIFLANDIRILMASI: Bilindiği gibi insan beyni kişinin yaşam ile uyumunu, ona adaptasyonunu sağlayan, kişinin çeşitli psikolojik gereksinmelerine yanıt bulan duygu düşünce ve davranışların karar denetim ve eşgüdüm merkezidir. Beynin, değindiğimiz bu karar denetim ve eşgüdüm süreçlerindeki geçici, kalıcı ya da tekrarlayıcı bir bozukluk, kişinin günlük yaşama olan uyumunu bozacaktır. Bozulan bu uyum mekanizmaları ise en hafifinden en ağırına kadar değişen çeşitli psikiyatrik tablolar biçiminde kendilerini ortaya koyacaklardır. Psikiyatrik hastalıkları çeşitli biçimlerde sınıflama olanağı vardır. Biz burada yaygın olarak kabul edilmiş olan Dünya Sağlık Orgütü’nün (WHO) sınıflamasını veriyoruz: Psikiyatrik hastalıklar:

1) Nörozlar

2) Kişilik bozuklukları ve diğer nonpsikotik bozukluklar

3) Psikozlar

4) Psikofizyolojik- Psikosomatik bozukluklar

5) geçici psikolojik durum bozuklukları. Nörozlar oldukça selim bozukluklardır.

Nörotik bir hasta genellikle yaşamın gerçekleriyle bağlarını koparmamıştır.-Kendisini sürekli tedirgin eden ve zaman zaman çok ağır biçimlere erişen rahatsızlığının farkındadır. Herşeye karşın, günlük yaşamını, üstlenmiş olduğu sorumluluklara yanıt verecek biçimde yaşamayı hastalığının çok ağır seyrettiği dönemler dışında, başarıyla sürdürebilir. Psikozda ise hastanın düşünce, “davranış ve kişiliğindeki bozukluklar, onun günlük yaşamın olağan isteklerine bile yanıt verebilme yeteneğini bozmuştur. Hasta adeta bir uyum güçlüğü içindedir. Bu nedenle hastanın normal bir insanın psikolojik gelişim sürecinin daha alt basamaklarına geri döndüğü, adeta bu alt basamaklara sığındığı ve uyumunu o düzeylerde kurduğunu görürüz. Kişilik bozukluklarında ise hastalarda kökleşmiş ve uyumu bozuk davranış biçimleri vardır. Alkolizm, cinsel sapmalar bu sınıfa girer. Psikofizyolojik ve psikosomatik bozukluklar ise, insan psikolojisiyle insan vücudu arasındaki ilişkiye bağlı olarak psikolojik bir rahatsızlığın kendisini bedensel bir rahatsızlık biçiminde ortaya koymasıdır. Mide ülseri, astma bronşia- lis, bazı baş ağrıları, impotans, erken boşalma ve daha pek çok hastalık psikosomatik hastalıklar grubuna girmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: Konversionda da, psikolojik bazı çatışmaların, bedensel bazı belirtilerle ortaya çıktığını söylemiştik. Bu durumda hasta sözgelimi felçli gibi davranabilir, felçli olduğuna inanabilir. Ancak burada, yapılan muayenelerde felçli olmadığı görülür. Halbuki psikosomatik hastalarda yakınmayla ilgili organik bozukluğu çeşitli klinik ve laboratu- var yöntemleriyle ortaya koyabiliriz. Örneğin, ülser yakınmasıyla gelen psikosomatik bir hastada mide filmi çekildiğinde ülseri görebiliriz. Geçici psikolojik durum bozuklukları kötü bir psikolojik uyarı sonucu kişide görülen geçici bozukluklardır. Bu kişiler, uyan öncesinde ve bozukluk sonrasında tamamen normaldirler. Uyarı yinelendiğinde, psikolojik rahatsızlık da yineleyebilir. Bu tür bozukluklara ve uyarılara günlük yaşamımızda sık sık rastlarız.
28.12.NÖROZLAR: Nörozları başlıca sekiz çeşit olarak inceleyebiliriz. Bunlar; 1) Sıkıntı nörozu 2) Histerik nöroz 3) Psikastenik nöroz 4) Nörastenik nöroz 5) Depresiv nöroz 6) Depersonalizasyon nörozu ve 7) Hipokondriak nörozlardır. Nörozlarm günümüzde tıp çevrelerince çok benimsenmiş olan oluşum mekanizması şöyledir: Bilindiği gibi id düzeyindeki ilkel cinsel ve saldırganlık dürtüleri, süperego tarafından baskı ve denetim altıha alınarak, bu ilkel dürtülerin yalnız dış dünya tarafından kabul edilebilir olanlarının, ego bilinç düzeyine yükselmelerine izin verilir. Nörozlarda ise süperego tarafından baskı altına alınmış olan bu ilkel güdüler, bilinç ve ego düzeyine yükselmek için olduklarından farklı ve dış dünya tarafından yasaklanmamış kılıklara bürünürler. Sözü edilen bu olay çocukluk çağında oluşur. İşte bu yaşlarda çocuk yasaklanmış bir dürtüyü kendi egosuna, bilinç düzeyine değişik bir kılıkta yansıtmayı, yükseltmeyi öğrenir .Yasaklanmış olan dürtü ile süperego arasında bilinçaltı düzeyde süregelen psikolojik çatışmalar, çocuk tarafından çözümlenemediğinde çocuk bu ilkel dürtüyü ego düzeyinde simgeleyen davranış biçimini sahnelemek zorunda kalır. Bilinçaltındaki bu çatışmalar her uyarıldıklarında çocuk aynı biçimde, egosuna »yansıtmış olduğu ilkel dürtünün değiştirilmiş anlatımıyla yanıt verir. Örneğin annesi tarafından biraz olsun yaramazlık yapması yasaklanmış bir çocukta (burada anne ve dolayısıyla onun koyduğu yasaklar süperegoyu simgelemektedir), zamanla anlamsız korkuların geliştiğini görebiliriz. İlerki erişkin yaşlarında, çocukluk yaşlarındaki bu psikolojik çatışmalar yeniden uyarılacak olunursa, tıpkı çocukluk döneminde olduğu gibi yasaklanmış “dürtülerin, değiştirilmiş biçimleriyle ego ve davranış düzeylerine yükseltildiği görülür, diğer bir deyişle erişkin insanın çocukluk dönemindeki bazı tepki biçimlerine geri döndüğü gözlenir.
28.13.SIKINTI NÖROZU: Nörozlarm yaklaşık % 80’nini sıkıntı ve depresiv nörozlar oluşturur. Bu hastaların tüm yaşamları boyunca sıkıntıya ve çeşitli kuruntulara eğilimli oldukları görülür. Bu hastalarda kabuslar, bir türlü kesin bir ortama oturtulamayan endişe ve korkular, sarsılmış bir özgüven ve çabuk sinirlenir bir kişilik yapısının varlığı saptanır. Hastalarda sıkıntı hali sürekli normal yerine getirmeyi denemişlerdir. Freud döneminde histeri geniş ilgi görmüştür. Freud ile Charcot, Paris’te histeriyi hipnotizma ile tedavi etmeye çalışmıştır. Histerik nörozlar kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür. Histerik hastaların duygularında dengesizlikler ön plandadır. Nefret ve sevgi, dostluk ve düşmanlık gibi birbirinin karşıtı olan duyguların aşırı biçimlerde yansıtıldığı ve bu duyguların sık sık birbirleriyle yer değiştirdikleri görülür. Aşırı sevinç gösterilerinin hemen ardından, ağlama ve keder gösterileri sahnelenebilir. Hastalar genellikle bütün davranışlarında aşırılıklara kaçarlar ve bu davranışlar genellikle kalabalık yerlerde belirginleşir. Hasta, bu aşın davranışlarıyla adeta çevrenin ilgisini üstüne toplamak isteyen şımarık bir çocuk gibidir. Histeriklerin bu kişilik yapılarından daha önemli olan özellikleri ise, bu hastaların sürekli konversiyon (çevirme) tipinde bir psikolojik savunma mekanizmasına sığınmış olmalarıdır. Örneğin, felçli olmamakla birlikte, bir felçli gibi davranırlar. Histerik nörozlarm oluşum mekanizması, diğer bir deyişle psikodinamik açıklaması ise, bu hastaların id düzeyindeki ilkel güdülerini yeterli bir süperego denetimine alamadıkları, bu nedenle dış dünyaya uyamadıkları ve oldukça güç olaylar ve psikolojik uyarılar karşısında onlarla sağlıklı bir savaşıma girmek yerine, geriye çekilip bir konversiyona sığındıkları biçimindedir. Hastalardaki psikolojik enerji fiziksel belirtilere dönüşmüş ve böylece konversiyon tablosu ortaya çıkmıştır. Örneğin hasta görme alanının belli bir bölümünü görmez, fakat bu körlüğü açıklayan hiçbir sinir sistemi bozukluğu ortaya konamaz ya da hasta vücudunun belli bir bölgesinde ağrı hisseder. Hasta bu ağrıyı gerçekten hissediyordur, fakat ağrıyı yaratan bir etkene rastlanamaz.

Histerik nöroz

Histerik nöroz

Histerikler sık sık intihara kalkışırlar. Fakat bunların çoğu gösterişten ileri gitmez. Bu hastaların bir diğer özellikleri ise olağanüstü öyküler uydurup, bu öykülerde kendilerini başrolde göstermeleridir. Bazı hastalar kişilik içinde son derece doğal davranışlarda bulunurlar, bazıları ise nöbetler sırasında bilinçsiz olarak yolculukfora çıkarlar, hatta çeşitli suçlar bile işleyebilirler. Böyle bir hasta günlerce sürebilen bir histerik nöbetten kurtulduğunda, kendisini başka bir kentte ya da karakolda bulabilir ve yaptığı yolculuğun ya da işlediği suçun farkında değildir. Başlıca iki çeşit histerik nöroz tanımlanmıştır, bunlardan ilkine “Konversiyon tipi”, İkincisine ise “Disosyatif tip” denir. Konversiyon tipi histerikler hareket ve duyu ile ilgili hastalık tabloları tanımlarlar. Örneğin, hasta bacaklarının tutmadığını, ellerinin hissetmediğini, gözlerinin görmediğini ve buna benzer değişik hareket, duyarlık ve duyu kusurlarından yakınır. Hasta bunların gerçek olduğuna inanır. Ancak dikkatli bir muayene ile doktor gerçek bir tablo karşısında olmadığını anlar. Konversiyon tipi histerik belirtilere kadınlarda erkeklere oranla daha sık rastlanır. Disosyatif tip histeride ise belirtiler hastanın bilinciyle ilgilidir. Hasta nöbetler sırasında asıl kimliğinden değişik bir kimliğe bürünebilir, yukarıda belirttiğimiz gibi bilinçsiz yolculuklar yapabilir, suçlar işleyebilir, uyurgezerlik ve unutkanlık gibi belirtiler gösterebilir. Disosyatif tiplere erkek ve kadınlarda eşit sıklıkta rastlanır. Histerinin en etkin tedavisi psikoterapidir. Burada hastânm bilinçaltmdaki çatışmasının tanınıp çözümlenmesine ve hastanın kişilik yapısının geliştirilmesine yardım edilmesi yoluna gidilir.

İnsan yaşadığı çevreden sürekli olarak etkilenir: çevrenin sakinliği onu da sakinleştirir.

İnsan yaşadığı çevreden sürekli olarak etkilenir: çevrenin sakinliği onu da sakinleştirir.

28.15. PSİKASTENİK NÖROZ: Psikatenik; zonu fikirler (obsesyon), korkular (fobi) ve alıkomıla- mayan davranışlar (kompulsiyon) hastalığıdır. Bu hastalarda kendilerini bir türlü kurtaramadıkları saçma düşüncelere, korkulara ve bozuk davranışlara rastlanır. Psikasteninin bilinçaltmdaki çatışma ve komplekslerin, hastalardaki irade zayıflığı nedeniyle yukarıda değindiğimiz psikastenik belirtiler biçiminde kendilerini ortaya koymalarından kaynaklandığı düşünülmektedir. Psikastenik belirtiler genellikle 20 yaş dolaylarında ortaya çıkmaya başlar. Hastalık genellikle tedaviye dirençli ve müzmin ^ (kronik) seyreder. Kişilik olarak bu hastaların çalışkan, zeki, dikkatli, sorumluluklarının bilincinde, çekingen ve yarışçı oldukları görülür. Çok gelişmiş, aşırı derecede cezalandırıcı bir süperegoları vardır. Belki de kişiliklerindeki irade zayıflığının oluşmasına, bu aşırı süperego baskısı katkıda bulunu- yordur. Psikastenik hastalar her ne kadar gün içinde korkular, zorlu, saçma fikir ve davranışların etkisinde sürekli tedirgin yaşarlarsa da, uykularında herhangi bir bozukluk görülmez. Yatağa girdiklerinde gün içindeki korkularından uzaklaşmışlar, adeta huzura kavuşmuşlardır. Fakat sabah uyanır uyunmaz yeniden korku ve sıkıntıların pençesine düşerler. Zorlu fikirler (obsesyon),psikasteninin en özgün bulgularından biridir. Hastalar saçma olduklarını bildikleri halde, bazı fikirlere saplanmışlardır. Bu fikirlerden kurtulmak için çaba harcarlar, fakat bu çabalar sonuçsuz kalır. Örneğin, hasta kısa bir süre sonra ölecekmiş düşüncesine saplanır ya da dua ederken akima açık saçık düşünceler gelir ya da düşüncelerini sayısız mistik sorularla oyalar ve bunlara bir türlü yanıt bulamaz. Kompulsiyonlar ise hastanın, onları yapmaktan kendisini bir türlü alıkoyamadığı davranışlardır. Hasta bu davranışların saçma, yanlış ve hatta bazılarının suç olduğunu bilmektedir. Örneğin, bazı kişiler belirli şeyleri kendilerine uğur ya da uğursuzluk sayarlar. Örneğin, evden her çıkışlarında kapıya iki kere vururlar ve eğer bunu unutacak olsalar günlerinin kötü geçeceği düşüncesindedirler. Bazı hastalar ise sayılarla uğraşırlar örneğin, herhangi bir caddedeki dükkanları, dükkanlardaki vitrinleri, vitrinlerdeki mankenleri saymadan edemezler. Çeşitli sayılan birbiriyle toplayıp çarpma ve bu gibi matematik işlemleri durmaksızın yinelerler. Bazı hastalar ise aşırı bir simetri düşkünüdürler (simetromani), her şeyin simetrik olmasını isterler. Çalma hastalığı (kleptomani) da psikastenik hastalardandır. Bu kişiler gereksinim duymadıkları halde, çalma duygularını yeneme- yip birçok şeyi çalarlar. İmpulsiyonlar içinde en son olarak dipsomanilerden söz edeceğiz. Bu hastalar çoğu kez alkolik olarak değerlendirilirler. Dipsoman bir hasta yalnız alkole değil, içilebile- cek herhangi bir şeye tutkundur. Hastalık krizi geldiği zaman hasta içilecek ne olursa olsun o an içmek ister; krizi geçene kadar. Dipsomani nöbeti gece geldiğinde ve hasta evinde içecek bir şey bulamazsa evinden dışarı fırlar ve içebileceği bir şeyler arar. Dükkanlar kapalı ise, bildiği bir dükkanın kilidini kırarak içeri girmeye çalışır, bulduğu içki şişesinin ise kapağını açmaya çalışmadan şişenin ağzını kırıp içmeye başlar. Hasta herhangi bir içkiyi kriz sırasında peş peşe içerken büyük bir keder, tedirginlik ve hatta utanç içindedir. Hastalar genellikle başkalarının gözünden uzakta içmeye çalışırlar. Halbuki alkolikler, yalnız alkollü içkilere tutkundurlar. Gece içki bulamadıklarında sabahı beklerler ve içkilerini içerken gayet rahattırlar. Bir genelleme yapılacak olunursa, alkolik, alkollü içkisini keyifle ve bardaktan içer, halbuki bir dipsoman herhangi bir içkiyi ızdırap içinde, peşpeşe ve şişeden içer. Psikasteninin bir diğer görülüş biçimi ise anlamsız saçma korkulardır (fobi). Hasta korkusunun anlamsız olduğunu bilir. Ondan kurtulmak ister, fakat bir türlü bu korkulardan uzaklaşamaz. Psikastenik korkuların oluşum mekanizması bilinçaltı savunma mekanizmalarından olan “Deplasman” (yer değiştirme) ile açıklanır. Buna göre hasta bilinçaltmdaki psikolojik çatışmasını bilinç düzeyindeki korkularla yer değiştirerek ortaya koyar. Çeşitli korku türleri vardır, biz burada yalnız bazılarını vereceğiz.

 

Yoğun kentleşme nedeniyle buralarda yaşayan insanlar sinirsel baskı altında olurlar. Büyük kentlerde gürültünün olmadığı, insanları kent geriliminden uzaklaştıran, geniş yeşil alanlar çoğaltılmalıdır.

Yoğun kentleşme nedeniyle buralarda yaşayan insanlar sinirsel baskı altında olurlar. Büyük kentlerde gürültünün olmadığı, insanları kent geriliminden uzaklaştıran, geniş yeşil alanlar çoğaltılmalıdır.

Akrofobi – yüksekten

korkma Agorafobi – meydandan açıklıktan korkma

Klostrofobi – kapalı yerlerden korkma

Jinekofobi – kadından korkma

Grafofobi- yazıdan korkma

Hidrofobi – sudan korkma

Hematofobi – kandan korkma

Logofobi – konuşmaktan korkma

Mizofobi – kir ve tozdan korkma

Nozofobi – hastalıktan korkma

Fotofobi – ışıktan korkma

Talasofobi – denizden korkma

Tanatofobi – ölümden korkma

Zoofobi – hayvandan korkma
Burada mizofobiden kısaca söz edelim. Hastalar hem kirli olmaktan korkuyorlardır, hem de kirli olduklarına ilişkin zorlu bir fikir (obsesyon) taşıyorlardır. Bu hastaların durmaksızın defalarca yıkandıklarını, kirlenme korkusuyla hiçbir yere dokunmadıklarını ve hatta banyodan hiç çıkmadıklarını görebiliriz. Bu davranışların temelinde hastanın bilinçaltında yatan bir suçluluk duygusu en sık rastlanan nedenlerdendir. Korkular konusunda son olarak şunu söyleyelim. Korkular doğal biçimleriyle herkeste rastlanabilen ve kişinin savunmasını amaçlayan davranış biçimleridir. Bunlar kişinin yaşamını etkileyecek düzeylere ulaştıklarında, hastalık olarak değerlendirilirler. Günlük yaşamda en sık rastlanan psikastenik belirtilerden biri de “Tereddüt obsesyonu”dur. Hasta çoğu hareketlerinde tereddüt içindedir.
Sobayı söndürüp söndürmediğini, sokak kapısını kapayıp kapamadığını, havagazım söndürüp söndürmediğini, ütüyü prizden çekip çekmediğini kesin olarak bilmiyordur. Bu işlemleri sık sık kontrol eder. Aslıda bütün bu işlemler, gereği gibi hasta tarafından yapılmıştır, çünkü bu işlemlerin çoğu beyin tarafından otomatik olarak gerçekleştirilir. Bu hastalar tereddütlerinde o kadar ileri giderler ki, örneğin evinden dışarı çıktığında, belki de henüz caddeye bile çıkmadan birkaç kez evine geri dönüp kapısını kontrol eder, fakat birkaç adım sonra yeniden tereddüt etmeye başlar ve böylece hasta bir türlü evinden uzaklaşamaz. Psikastenilerin tedavisi, uzun süreli psikanalitik tedaviyle gerçekleştirilir, fakat daha önce de belirttiğimiz gibi bu hastalık tedaviye oranla dirençli, müzmin seyreden bir rahatsızlıktır.
28.16. NÖRASTENİK NÖROZ: Genellikle erkeklerde görülen bir hastalıktır ve sıklıkla ağır bedensel ve zihinsel yorgunluklar sonrası ortaya çıkarlar. Hastalar halsizlik, güçsüzlük, unutkanlık, düşüncelerini bir konu üzerine yoğunlaştır a- mama, cinsel güçsüzlük, uykusuzluk yakınmalarıyla doktora giderler Nörastenik kişiler adeta hastalık hastasıdırlar. Sürekli hastalık kuruntuları içindedirler ve kendilerinde pek çok hastalık bulunduğuna tanırlar. Doktora başvurduklarında avuçlarında , ^dilerinde bulunduğunu zannettikleri hastalık v belirtileri liste biçiminde içeren bir kağıt bulundururlar. Bu hastaların tedavisinde de psikanaliz yöntemi

 

Cinsel vöneliş bozukluklarına iki örnek

Cinsel vöneliş bozukluklarına iki örnek

başarılı sonuçlar vermektedir. Bunun yanı sıra ılık duşlar, temiz havada sakin yürüyüşler, dinlenme, dengeli beslenme, düzenli hafif sportif etkinlikler ve çeşitli hobiler hastanın iyileşmesine olumlu katkılarda bulunur.
28.17. KİŞİLİK BOZUKLUKLARI VE DİĞER NONPSİKOTİK BOZUKLUKLAR: Bu başlık altında, birçok psikiyatrik hastalık toplanmıştır. Biz burada yalnız cinsel bozuklukları, alkolizmi ve diğer uyuşturucu maddeler alışkanlıklarını gözden geçireceğiz.
28.18. CİNSEL BOZUKLUKLAR: (Bu konuyu okumadan önce “Psikoseksüel gelişme ” bölümünü okuyunuz). Bilindiği gibi normal bir insan, psikoseksüel gelişimini “Oral”, “Anal”, “Fallik” ve “Genital” dönemlerden geçerek olgunlaştırır. Olgunluk devresinde de tam olarak heteroseksü- el, yani karşı cinsten bir insanla cinsel ilişkilere başlar (heteroseksüel ilişkilerin başlangıç dönemi sosyokültürel etkenlere bağlı olarak değişikliklere uğramaktadır). Kişi normal psikoseksüel gelişimi sürecinde çoğu psikiyatristler tarafından sosyal çevrenin olumsuz etkisine dayandırılan bazı koşullandırmaların etkisiyle, belirli dönemlerde takılabilir ya da bazı psikiyatrik hastalıklarda olduğu gibi kişi psikoseksüel gelişimin alt basamaklarına gerileyebilir. Böyle durumlarda, gerek kadın gerekse erkeklerde çeşitli cinsel
sapmalar ortaya çıkar. Genellikle kabul edilen görüşlere göre cinsel sapmaların temelleri çocukluk çağında atılmaktadır. Cinsel sapmaları başlıca dört gruba ayırabiliriz. Bunlar sırasıyla: 1) Cinsel yöneliş bozuklukları – cinsel obje bozuklukları 2) Cinsel uyarı bozuklukları 3) Cinsel anlatım bozuklukları 4) Cinsel isteğin şiddetindeki bozukluklar.
28.19. CİNSEL YÖNELİŞ BOZUKLUKLARI CİNSEL OBJE BOZUKLUKLARI: Burada gerek kadın gerekse erkek, cinsel isteklerini karşı cinsten, yaşayan, yakın akraba olmayan bir insana çevirmemiştir. Bu gruptaki bozuklukları şöyle sıralayabiliriz: Homoseksüellik: Cinsel ilişkilerde karşı cinsten değil, kendi cinsinden insanları seçen kimselerdir. Kadın homoseksüeller için “Lesbien” terimi de kullanılır. Bazı homoseksüeller dış görünüş ve davranış olarak tamamen gerçek cinsiyetlerine uygundurlar. Bazıları ise giyim ve davranışlarıyla karşı cinsi taklit ederler. Kimi homoseksüeller karşı cinsle de normal cinsel ilişkide bulunurlar. Homoseksüel ilişkilerde daha saldırgan olan kişinin, genellikle aktif rolü üstlendiği görülür. Homoseksüel kişi normal koşullarda cinsel doyum için kendi cinsinden olanı seçer. Hapishane, kışla, yatılı okullarda görülen bazı homoseksüel ilişkileri, klasik homoseksüellikten ayrı olarak değerlendirilmesi önerilirse de, bu davranışların gizli kalmış bir homoseksüelliğin koşullarının zorlamasıyla ortaya çıkması biçiminde de ele alınabilir. Homoseksüelliğin tedavisi son derece güçtür, hastanın bu tedaviye gerçekten istemesi tedavinin başarı şansını artırır. înfantoseksüellik: Çocukları cinsel obje olarak kullanmadır. İnsest: Yakın akrabalar arasındaki cinsel ilişkilerdir. Bu ilişkilerin yakınlık derecesi baba ile kız, anne ile oğul arasında olabilir. Çok olmamakla birlikte, bu tür ilişkilere rastlanır. Otoseksüellik: Kişinin mastürbasyonla kendi kendisini doyuma ulaştırmasıdır. Cinsel objenin olmadığı, hatta cinsel obje olduğu halde cinsel ilişkinin yerini almaması durumunda normal kabul edilmekle birlikte aşırı kendini tatmin etme olayına “narsisizm” denir. Bu,kişinin kendi vücuduna adeta aşık olduğu durumlarda görülür. Psikosek- süel gelişimin otoerotik devresinde, çocuklarda narsistik eğilimler belirgindir. Çocuk kendisini aynada seyretmekten çok hoşlanır, özellikle çıplak seyretmekten, elbiseleri değiştirilirken hare- ketleri aynadan izler. Çocuğun psikoseksüel gelişiminde bu narsistik devreye takılması, sözünü ettiğimiz otoseksüelliğin en önemli nedenidir. Bazı vakalarda ise çevreyle sağlıklı ilişkiler kurama- manın etken olduğu görülür. Bestioseksüellik: Zoofilia olarak da bilinen bu sapmada, cinsel obje olarak hayvanlar seçilir. Burada kişi, kendisini heteroseksüel cinsel ilişki için yetersiz bulmaktadır ve hayvanlarla cinsel ilişkide bulunmaktadır. Nekrofili: Cesetlerle cinsel ilişkide bulunmadır.
28.20. CİNSEL UYARI BOZUKLUKLARI: Fetişizm: Cinsel uyaran olarak, normal karşı cinsin bütünlüğünün yerine, onun vücudunun bir parçası ya da kullandığı giyim eşyalarından biri ya da karşı cinsin belli bir duruş tarzı ve biçiminin algılandığı durumlardır. Fetiş bir iç çamaşırı, ayakkabı, çorap, ayak, bacak, boyun gibi karşı cinse ait pek çok şey olabilir.

Transvestizm: Karşı cinsin giyim biçiminin benimsenmesi ve makyajın karşı cinste olduğu gibi yapılmasıdır.

Heterokromofili: Yalnız kendi renginden olmayanlarla cinsel ilişkiye girebilme durumudur. Narsisizm: Kendi kendine, kendi vücuduna ve aşık olma durumudur.
28.21. CİNSEL ANLATIM BOZUKLUKLARI: Cinsel oralizm ve analizm: Cinsel oralizm, cinsel amaçlarla ağzın cinsel organ üzerine uygulamasıdır, cinsel analizm ise yine aynı amaçla homoseksüel ya da hetoroseksüel biçimde anusun kullanılmasıdır. Cinsel üretralizm: Cinsel amaçlarla üretraya çeşitli nesneleri sokmaktır., Mazohizm ve sadizm: Kişinin cinsel doyuma ulaşması için ilişki sırasında acı çekmesinin gerekli olduğu durumlardır. Sadizmde ise kişi cinsel ilişki sırasında karşısındakine acı çektirerek cinsel haz duyar. Pornografi: Açık saçık yayın ve filmler izleme ve izletme merakıdır. Frotörizm: Cinsel uyarılmanın yabancı bir kimseye sürtünmekle uyarılması durumudur. Genellikle ortaokul çocuklarında görülür ve en çok toplu taşıt araçlarında gerçekleştirilir. Voyörizm: Yabancı kişileri gözetlemek yoluyla cinsel doyum aranmasıdır. Eksibizyonizm: Kadının vücudunu tümüyle çıplak göstererek, erkeğin ise özellikle cinsel organını tanımadığı bir kadına göstererek cinsel haz duyması durumudur.

Eksibizvon eğilimi günlük giyime Kadar yansıyabilir (sol)

                                                                                         Eksibizvon eğilimi günlük giyime Kadar  yansıyabilir(sol)

28.22. CİNSEL İSTEĞİN ŞİDDETİNDEKİ BOZUK- LUKLAR: Cinsel aversiyon : Cinsel isteğin tamamen kaybolması ya da psikolojik nedenlerle cinsel ilişkide bulunamama durumudur. Bu durum kadınlarda görüldüğünde “Frijidite”, erkeklerde görüldüğünde ise “İmpotans” adını alır.
Eksibizvon eğilimi günlük giyime Kadar yansıyabilir (sol) Cinsel hipoversiyon: Kadın ve erkek cinsel isteğin azalması durumudur. Cinsel hiperversiyon: Cinsel isteğin arttığı durumlardır. Cinsel isteğin şiddetindeki değişiklikler sanıldığı- nm aksine, bedensel nedenlerden çok psikolojik nedenler sonucu ortaya çıkarlar.
28.23. ALKOLİZM: İnsanlığın en büyük sosyal sorunlarından biri de “Alkolizm”dir. Alkolizmi “kişinin önleyemediği bir alkol alma isteğiyle, umulan etkiye ulaşabilmek için gitgide artan miktarlarda alkol alma gereksinimi doğuran ve alınmadığı zaman kişide zaten varolan çeşitli psikolojik ve bedensel bozukluklara yenilerinin bir nöbet gibi eklenmesine yol açan alkol tutsaklığı” olarak tanımlayabiliriz. Alkolizmin özelliklerine geçmeden önce alkolün vücut üzerindeki etkilerini ve alkol metabolizmasını inceleyeceğiz. Alkolün vücut üzerindeki etkileri başlıca merkezi sinir sistemi, kalp-damar sistemi, sindirim sistemi ve böbrekler üzerindedir. Kalp-damar sistemi üzerindeki etkileri genellikle yanlış değerlendirilir. Alkolün kalbin koroner damarlarını genişletici bir etkiye sahip olduğu söylenirse de, elektrokardiyografi incelemeler bu görüşü desteklememektedir. Kalp hastasının prekardial ağrısının alkol alındıktan sonra azalması koroner damarların genişlemesiyle1 değil, alkolün beyni etkileyerek lıer türlü ağrıya karşı duyarlığı azaltmasına bağlı olduğu düşünülmektedir. Alkol derideki damarları genişleterek, deride kızarıklığa ve sıcaklık duygusuna yol açmaktadır. Soğuk havalarda alkolün verdiği sıcaklık aslında çok zararlı ve aldatıcıdır, çünkü genişlemiş olan deri damarlarından fazla miktarda ısı kaybedilir, bu da alkol alan kişinin bir süre sonra daha fazla üşümesine, aşın soğuklarda donmasına yol açar. Alkol mideden asit salgılanmasını artırır, öte yandan mide iç yüzünü koruyan mukusu da bozar. Bu iki etkisi, midede ülserlerin oluşmasını kolaylaştırır. Alkol alındığında fazla idrar yapılmasının nedeni iki mekanizmayla olmaktadır. Bunlardan ilki, alkolün sıvı olması nedeniyle vücuda fazladan sıvı alınmış olması, İkincisi de alkolün antidiüretik hormon salgılanmasını azal – tarak, böbreklerde daha çok idrar hazırlanmasına neden olmasıdır. Alkolün beyin üzerindeki etkisi ve bunun sonjucu olan davranış bozuklukları, onun beyindeki üst merkezlerin beynin alt merkezler üzerindeki frenleyici etkisini azaltmasına bağlıdır. Alkolün kandaki miktarı arttıkça, neden olduğu psikolojik ve davranış bozuklukları da ağırlaşır. 100 mİ. kandaki alkol miktarı 150 mg. olduğunda, sarhoşluktan söz edilebilir. Kandaki alkol düzeyi 150 mg.’a kadar olan kişilerdeki psikolojik ve davranış biçimini şöyle özetleyebiliriz. Alkol almış kişi kendisini güçlü ve neşeli hisseder, her şeyi yapabileceğine inanır, bol bol konuşmak ister,, her konuda büyük bir otoriteymiş gibi konuşur kendi fikirlerini savunur, sorunlara çözümler bulur, en güç işler bile kendisi için basittir. Sözünü ettiğimiz bu duruma kısaca “Öfori” denir. Hasta sık sık sarhoş olmadığını yalnız biraz keyiflendiğini ileri sürer. Yürüyüşü dengesizdir, yalpalayarak ve bacaklarını birbirinden ayırarak ağırlık merkezini genişletmiş bir biçimde yürür, elleri titremektedir, bakışlarını bir

2

noktaya sabitleştiremez, kolayca ağlayabilir, gülebilir, küfür edebilir, kavga çıkarabilir, birtakım cinsel eksibizyonist davranışlarda bulunabilir. Kandaki alkol miktarı 200 mg.’ın üstüne çıktığı durumlarda bulantı, kusma, sıkıntı, bilinçaltının bilinç düzeyine kolayca çıkması ve dengesizlik belirtilerinin ağırlaşması görülür. Kandaki alkol düzeyi 300 mg’.m üstüne çıktığı durumlarda, artık hastanın bilinci ileri derecede bulanmıştır, solunum düzeni bozulmuştur. Saldırganlık, sızma ve prekoma görülebilir. 100 mİ. kanda alkol 400 mg. düzeyine erişecek olursa, kan basıncı düşer, solunum felci gelişir, hasta komaya girer ve gelişen bir şokla hasta kaybedilir. Alkol sindirim sisteminden hızla emilir ve kana karışır. Emilim hızı çeşitli etkenlere^ bağlı olarak değişikliğe uğrar. Midede özellikle yağlı ve proteinli besin maddeleri bulunduğunda, alkolün emilimi daha yavaş ve az olmaktadır. Buna karşılık boş bir mideden alkol büyük bir hızla emilip, kişiyi sarhoşluğa götürebilir. İçilen içkinin alkol yoğunluğu da emilim üzerine etkilidir. En kolay emilen alkol yoğunluğu % 10-30 arası olanlardır. Çok yoğun alkollü içkiler mide mukozasını uyaracaklarından, alkol emilimi azalır. Örneğin alkol yoğunluğu yüksek olan viski, alkol yoğunluğu % 20 olan şaraptan daha az emilir. Buna karşılık şarap en çok emilen içkiler arasındadır. Sindirim sisteminden emilerek kana karışan alkol, vücutta yakılarak su, karbondioksit ve enerjiye dönüştürülür. 100 gr. alkol 700 kalori verir. Kana karışan alkolün en fazla % 10’luk bir bölümü ter, solunum havası ve idrarla değişikliğe uğratılmadan atılır. Vücut içinde alkolün yakılmasını sağlayan en önemli organ karaciğerdir. Alkol alındıktan kısa bir süre sonra kandaki lipid miktarı yükselir. Alkolik kişilerde kanın lipid düzeyi sürekli yüksektir. Bu yükselişlerin nedenleri çeşitli mekanizmalarla açıklanmıştır. Alkol alındıktan kısa süre sonra hiperlipemi (kan lipid düzeyinin yükselmesi) gelişmesi, alkolün vücutta sempatik sinir sistemini uyararak norepinefrin salgılanmasını artırmasına bağlıdır. Norepinefrin bilindiği gibi yağ depolarından lipidin kana karışmasına neden olur, bu da karşımıza bir hiperlipemi tablosu, çıkarır. Hiperlipemi alkolik kişilerde karaciğer işlevlerinin bozulmasına neden olur. Uzun süre alkol kullanan kişilerde gelişebilecek olan hastalıkların başında siroz, kronik gastrit ve çeşitli nöropsikiyatrik bozukluklar gelir. Alkolün öldürücü dozuna karşı tolerans gelişmez, sarhoş edici dozuna karşı da tolerans gelişmez. Ama uzun süre alkol kullanmış olan kişiler, adeta sarhoşluğu öğrenmişlerdir ve kendilerini daha az ele vermeyi becerebilmektedirler. Alkolizmin psikolojik ve bedensel belirtileri: Alkolik kişi düşünebilme yeteneğinde gerilemiş, entellektüel yeteneği zayıflamıştır. Ahlak bakımından çöküntü içindedir, sorumluluklarından kaçıy ordur, bencil ve kıskançtır. Bir konu üzerinde yoğunlaşamaz, mesleğinde ve ‘ öbür yeteneklerinde geriler, belleğinde zayıflama belirgindir. Alkolik kişi sorunlarından, sıkıntılarından kurtulabilmek amacıyla içer. Adeta zorluklardan kaçıp, alkolün gerçek olmayan dünyasına sığınır. Alkoliklerin gece uykusu düzensizdir, sık sık kabuslar görürler, kas ağrıları ve kas kramplarıyla uykuları bozulur ve kısalır. Sabah uyandıklarında mide bulantıları ve kusma olabilir. Yüz ve gözleri şişmiştir, derileri incelmiş, kılları azalmıştır. Ellerinde belirgin bir titreme vardır. Yukarıda değindiğimiz psikolojik ve bedensel bozukluklara bir süre sonra alkol psikozları eklenir.
28.24. ALKOL PSİKOZLARI: Çeşitli alkol psikozları vardır. Bunlardan bazıları alkolizm sırasında görülürler ve alkolün bırakılmasıyla birlikte gerilerler. Bazıları da alkolik kişinin alkol bulamadığı zamanlarda ortaya çıkarlar.Alkolik psikozların bazıları aşağıda verilmiştir. Alkol bunaması: Uzun süre alkol kullananlarda, alkolün beyin hücrelerini dejenere etmesine bağlı olarak, ilerleyici özellikte bir unutkanlık, bunama ve entellektüel çöküntü gelişir. Delirium tremans: Alkoliklerde bazen alkol alınırken, bazen de alkol kesildiğinde ortaya çıkan bir tablodur. En belirgin özellik görme ve işitme ile ilgili halüsinasyon ve illüzyonlardır. Aslında bir takım var olmayan sesler işitir, cisimler, varlıklar görür; bunlar halüsinas- yonlardır. Örneğin hasta, birinin kendisiyle
konuştuğunu zanneder, onun konuşmalarını işitir. Çevresinde birtakım hayvanlar, böcekler ve insanlar gördüğünü ileri sürer. Halüsinasyonları, genellikle kendisini tehlikeye sokacak özelliktedirler. Örneğin hasta birinin kendisini tehdit eden sözlerini işitir ya da aslında o an orada var olmayan bir timsahın kendisine saldırmak üzere olduğunu görür. İllüzyonlar o an orada var olan varlikları yanlış değerlendirme biçiminde kendini gösterirler. Örneğin hasta yerde durmakta olan bir elektrik kordonunu yılana benzetir ve kendisini onun saldırısından korufnaya çalışır ya da herhangi bir sesi kendisine yönelik bir saldırganın tehdit edici sözleri olarak algılar. VVernicke halüsinozası (alkolik halüsinoz): Bu tablonun en belirgin özelliği hastada belirgin bir bilinç kaybı olmaksızın, işitme ile ilgili illüzyon ve halüsinasy onların bulunmasıdır. Var olmayan seslerin işitilmesi biçiminde olan halüsinasyonlar ve varolan sesleri değişik biçimde algılama biçiminde olan işitme illüzyonları daha çok hastayı tehdit edici özelliktedirler. Örneğin hastanın kulağına “Yarın seni öldüreceğim” gibi bir ses gelir ve hasta büyük bir panik ve korku içine yuvarlanır. Hastanın bilinci yerindedir ve işittiği sözleri anlatabilir.

Korsakof psikozu: Daha çok kadın alkoliklerde görülür. İleri dönemlerinde hastalık tam bir bunama biçiminde kendini gösterir. Korsakof psikozunda başlıca üç bozukluğa rastlanır. Bunlar bellek kaybı, orientasyon bozukluğu ve konfabülasyon denilen bozukluklardır. Bellek kaybı “Anterograd amnezi” denilen biçimdedir. Hasta çok yakın geçmişi anımsayamamaktadır. Örneğin birkaç saat öncesini, hatta birkaç dakika öncesini anımsayamaz, buna karşılık eskiyi anımsayabilir. Hasta birtakım öyküler uydurur. Bu öykülerde eski anılarına da yer vermiştir, bu duruma konfabülasyon denir. Orientasyon bozukluğu büyük ölçüde anterograd amneziye bağlıdır. Bu hastalarda çeşitli felçler de gelişebilir.

Alkolik epilepsi (alkolik sarası): Uzun süre alkol kullananlarda ve alkolden ani olarak kesilen alkoliklerde sara (epilepsi) nöbetleri görülebilir. Saralı kişilerde alkolün, sara nöbetlerini sıklaştırdığı görülür.

Tedavi: Hafif sarhoşluklar kahve, çay içmekle, temiz havada yürümek ya da başka kas hareketleriyle, kusmakla pratik olarak kısaltılabi- lirler. Ama ciddi sarhoşluklarda en yakın hastaneye başvurmak gerekir. Bu yapıfamazsa ani alkol zehirlenmesine bağlı olarak kişi hayatını kaybedebilir.Burada önemle belirtmek istediğimiz nokta şudur ; sarhoşluğun neden olduğu ölümlerin çoğu alkol zehirlenmesi değil, alkol almış olan kişinin neden olduğu çeşitli kazalara ve özellikle trafik kazalarına bağlıdır. Alkoliklerin tedavisi psikiyatri kliniklerinde zor ve uzun uğraşılar sonucu gerçekleştirilebilmektedir. Burada hastanın alkolden kurtulmayı gerçekten istiyor olması, iyileşme şansını yükseltmektedir.
28.25. TOKSİKOMANİLER: Kişiye ve topluma zararlı, keyif verici bir madde kullanma alışkanlığına toksikomani denir. Hasta umduğu etkiye ulaşabilmek için, zamanla dozu artırmak zorundadır ve alıştığı keyif verici maddeyi elde edebilmek için bütün olanaklarını kullanır. Toksikoman keyif verici maddeye karşı fiziksel ya da psikolojik bir bağımlılık içine girmiştir. Bu maddeyi bulamadığı zamanlar çeşitli psikolojik ve bedensel rahatsızlıklar içine yuvarlanır. Keyif verici maddelere karşı gelişen bağımlılıklar başlıca iki biçimde olur. Habitüasyon (alışkanlık): Burada bağımlılık yalnız psikolojiktir. Başka bir anlatımla, eğer hasta narkotik maddeyi bulamazsa bedensel bozukluklara değil, yalnız psikolojik bozukluklara yuvarlanır. Addiksiyon (iptila): Narkotik maddenin alınamadığı durumlarda, psikolojik bozuklukların yanı sıra, bedensel rahatsızlıkların da ortaya çıktığı uyuşturucu madde tutsaklığı biçimidir. Burada görülen bedensel rahatsızlıklara “Abstinans” belirtileri denir. Toksikomaniyi yaratan nedenler: Kişiyi uyuşturucu madde tutsağı olmaya yönelten çeşitli nedenler ileri sürülmüştür. Bu nedenlerde ortak olan yan şudur; hepsi de bedensel, psikolojik ve sosyal hastalıklardır. Psikolojik olarak toksikomanlar ego ve süperego bakımından yeterince gelişmemiş, psikoseksüel gelişimin anal ve narsistik döneminde., takılmış, iradesi zayıf, isyankar, psikopatik ya da nörotik yapıda kişilerdir. Toksikomani yaratan nedenlerden biri de, ağrılı hastalıklarda ağrıyı dindirmek için kullanılan morfine ya ağrı kaynağının giderilememesi ya da bir süre bu maddeye alışması sonucu tutsaklığın gelişmesidir. Kullanılan morfindir. Ağrı kaynağının tıbben kaldırılamaması sonucu, hasta uzun süre morfin kullanmak zorunda kalabilir. Bu da hastada morfine karşı tutsaklık yaratabilir. Bazı vakalarda hasta kendisine tıbbi amaçlarla uygulanan morfini tanıdıktan sonra ve eğer psikolojik yapısı da buna uygunsa, morfin ya da öteki keyif verici maddelere alışmaktadır. Bazı toplumlardatoksikomaniotoplumunkültürününbir parçası olacak biçimde yaygın kabul görmüştür. Bu durumu sosyal bir hastalık olarak ele almayı doğru buluyoruz. Özetleyecek olursak toksikomani bir hastalık, toksikoman da psikiyatrik hastadır.
28.26. AFYON (OPİUM), MORFİN, KODEİN: Afyon “Papaver somniferum” adındaki bitkinin meyvelerinden elde edilir. Afyon % 10 oranında morfin ve % 0.5 oranında da kodein içerir. Morfinin başlıca etkisi, ağrıyı kaldırmasıdır. Bu etkisini ağrı duyma eşiğini yükselterek sağlamaktadır. Ağrı duygusunu kaldırıcı özelliği nedeniyle, tıpta özellikle kansere bağlı giderilemeyen ağrılarda, bazı şiddetli nöralji vakalarında kullanılır. Morfin ağrı duygusunu kaldırmasının yanı sıra, hastaya “Öfori” denilen bir iyilik, rahatlık duygusu da verir. Hastanın uykuya dalmasını sağlayabilir. Bu etkilerinin yanı sıra başka bazı etkileri de vardır. Beyin sapındaki solunum merkezini baskı altınaalır. Düşük dozlarda solunum derinliğini azaltırken, yüksek dozlarda ölümle sonuçlanan solunum durmasına neden olur. Morfinin ağrı kesici, öforik ve solunumu baskı altına alma etkilerine karşı tolerans gelişir. Böylece morfinman kişilerde normal kişilere oranla morfinin öldürücü dozunun yüksek olduğu görülür. Morfin midenin hareketlerini tembelleştirerek ve pilor kasının kasılmasını artırarak, midedeki besinlerin bağırsaklara geçişini geciktirir. Bağırsak hareketlerini azaltıp, bağırsaklardan algılanan dolgunluk duygusunu ortadan kaldırarak kabızlığa neden olur. Morfin bilinen en şiddetli kabızlık yapıcı maddedir. Safra kanallarının duvarlarında bulunan düz kaslar morfinin etkisiyle kasılırlar. Bu durum ağrı uyandırıcı olmakla birlikte, morfinin ağrı kesici etkisi nedeniyle oluşan ağrı hasta tarafından hissedilmez. Buradan da anlaşılacağı gibi, aslında morfin ağrıyı ortadan kaldırmaz, yalnız ağrı duygusunu yok eder. Morfinin etkisi geçtiği zaman, giderilememiş olan ağrı kaynağı kendisini yeniden hissettirmektedir. Morfin bronş duvarlarındaki düz kasların kasılmasına neden olur. Astım (astma bronşialis) hastalarında morfin, ölüme neden olabilmektedir. Özellikle miyokard infarktüsü geçirmiş olan hastalara, hastalığın ilk günlerinde morfin verilerek hastanın ağrı duygusu ve bundan kaynaklanan panik baskı altına alınır. Bunun yanı sıra, hastanın akciğer ödemini de hafifleterek kalbin çalışmasını ve solunumu rahatlatır. Yüksek dozda morfin uygulaması halinde, merkezi sinir sisteminde vazomotor merkezleri baskı altına alınır. Morfin gözbebeğini genişletici etkiye de sahiptir. Antidiüretik hormonun salgılanması, morfin tarafından çoğaltılabilir. Öte yandan morfin idrar kesesinin sfinkter kasını kasılmaya yönelterek işeme güçlüğüne neden olabilir. Morfin vücutta oksijen kullanımını azaltır. Kan şekeri, vücuda morfin verildikten sonra normalin üstü düzeylere çıkar. Verilen morfinin yaklaşık % 90’ı idrar içinde atılır. Morfinin ağrı kesici, öforik ve solunum merkezini baskı altına alıcı özelliklerine karşı kolaylıkla ve hızla tolerans gelişir. Hasta aynı şiddetteki ağrıyı duymamak için, gün geçtikçe artan dozlarda morfine gereksinim duyar. Ama bir ya da iki haftalık bir morfinsiz dönem sonrası tolerans yeniden ilk düşük doz düzeyine düşer. Bunu bilmeyen morfinmanlar »çeşitli nedenlerle bir süre (bir ya da iki hafta) morfine ara verdikten sonra, yeniden morfin aldıklarında önceki yüksek dozu uyguladıklarında, morfin toleransının gerilemiş olması nedeniyle solıinum felcinden ölürler. Morfinin bazı etkilerine karşı gelişen toleransın, sinir sistemi hücrelerinde gelişen bir hücresel toleransa bağlı olâfrğjtı düşünülmektedir. Abstinarts sendromterı – Kesilme belirtileri: Morfin ve ileride değineceğimiz eroin tutsağı bir hasta, bu maddeleri 8-12, saat kullanmayacak olursa abstinans sendıomiarı dediğimiz ilaçtan kesilme belirtileri ortaya çıkar. Bu belirtiler 36-78

Eroin

Eroin

saat süreyle toksikomanda izlenir. Bu belirtileri ortaya çıkış sıralarıyla şöyle özetleyebiliriz. Önce hastada göz yaşarması, esneme, burun akıntısı ve terleme gözlenir. Daha sonraları titreme nöbetleri, gözbebeğinde genişleme, sinirlilik, kas krampları, uykusuzluk, bulantı, kusma, sırt ve bacak ağrıları, çarpıntı ve yüksek tansiyon, saldırganlık gibi çeşitli ruhsal bozuklukların geliştiği görülür. Abstinans sendromları ölümle sonuçlanabilirler. Toksikomanilerin tedavisi birçok psikiyatri kliniklerinde ve özel kuruluşlarda gerçekleştirilmek- tedir. Kodein ağrı kesici ve öksürük giderici özellikte bir ilaçtır. Tolerans ve alışkanlığa daha zor ve geç neden olur. Sindirim sistemi ve gözbebeğin ağrı ve sakinleştirici etkileri morfine oranla daha azdır.
28.27. EROİN: Şiddetli tutsaklık oluşturan bir sentetik afyon türevidir. Çok kuvvetli ağrı kesici ve öfori yaratan bir ilaçtır. Etkileri morfine benzer, ama ondan daha şiddetli bir biçimde etki eder. Eroine karşı çok daha hızlı tolerans gelişir ve tolere edilen doz biraz aşılırsa ölüm gelişebilir. Eroin alışkanlığı en zor tedavi edilen toksikomani- lerdehdir.
28.28. ESRAR (MARİJUANA): Esrar, hint keneviri (Kannabis sativa) denilen bir bitkiden elde edilir. Alkol, morfin ve eroin gibi bedensel tutsaklık yapan bir madde değildir. Yani hasta bu maddeyi bulamadığı zaman, abstinans sendromlarmda değindiğimiz bedensel bozukluklara sürüklenmez. Ama esrara karşı psikolojik tutsaklık gelişir. Ağrı kesici özelliği yoktur, yalnız öfori ve halüsinasyon yaratıcı özelliktedir. Hasta kendisini mutlu ve rahat hisseder, sesler, görüntüler daha hoş ve ilginç olarak algılanır, zaman ve uzaklıklar daha uzun olarak kavranır, hasta hayallere dalar. Ama bazen de esrar almış olan kişi bir panik, korku, gerginlik içine sürüklenir.
28.29. KOKAİN: Kokain, “Eritroksilon koka” adlı bitkiden elde edilen, tolerans ve bedensel tutsaklık yaratmayan bir maddedir. Kokain yüzeysel anestezik ve öforizan bir maddedir. Kokain alındığı zaman, kişide bir güven duygusu yaratır. Yorgunluk duygusu azalır, beynin çalışması kolaylaşır, * konuşma ve hareketler çoğalır. Ama ilacın etkisi son bulduğunda, ağır bir yorgunluk ve huzursuzluk duygusu ortaya çıkar. İlaç uzun süre ve yüksek dozlarda kullanıldığında, psikolojik belirtiler gelişir. ^Kişi kuşkucu bir karakter kazanmıştır. Vücudunun böcekler tarafından kaplandığını ileri sürer,
Kokain çeşitli korkulara sürüklenir.
28.30. UYKU İLAÇLARI (HİPNOTİKLER) ALIŞKANLIĞI – TUTSAKLIĞI: Uyku ilaçları yanlış ve sürekli kullanıldıklarında, alışkanlık oluştururlar. Tıbbi dozlarda alındıklarında, sakinleştirici ve uyku getirici etkileri vardır. Düşünme, konuşma ve heyecanlar yavaşlar. Zehirleyici dozlarda alındıklarında baş dönmesi, çift görme, ‘hareketlerde’düzensizlik ve bulanık görme gibi belirtilere neden olurlar. Solunum merkezini baskı altına alıp ölüme yol açarlar. İlaca düşkün kişi, ilacı bulamadığı zaman uykusuzluk, karın ağrıları, bulantı, kusma, halsizlik, sıcaklık duygusu, zihinsel bulanıklık ve tedirginlik gibi rahatsızlıklarla karşılaşır. Uyku ilaçlarına karşı bedensel ve psikolojik tutsaklık ve tolerans gelişir. Bu ilaçlara karşı gelişen tutsaklık hastanelerde tedaviyle giderilebilir.

28.31. ANFETAMİN ALIŞKANLIĞI: Anfetamin büyük ölçüde psikolojik tutsaklık ve tolerans yaratan bir ilaçtır. Hasta gitgide artan dozlarda ilaca gereksinim duyar. Anfetamin alındığında, kişinin zihinsel çalışmaları kolaylaşır, kendine olan güveni artar, uykusu kaçar, iştahı kapanır. Yüksek dozda anfetamin alındığında çarpıntı, göğüste baskı duygusu, baş ağrısı, Abaş dönmesi, bulantı, kusma, rahatsız edici duygular ve anlama-kavrama kusurları görülür. Anfetaminin yanlış kullanımı sonucu “Anfetamin psikozu” gelişebilir. Anfetamin tutsaklığı da hastanelerde tedavi edilebilir.
28.32. LSD (LİSERJİK ASİD DİETİLAMİD) ALIŞKANLIĞI: LSD psikolojik tutsaklık ve tolerans yaratan bir maddedir. İlaç alındığı zaman renkli hayallere neden olur, güçlülük ve mutluluk duyguları yaratır. Uzun süre kullananlarda entellektüel yetenekte gerileme ve konuşma bozuklukları görülür.
28.33. PSİKOZLAR: Psikozları altı başlık altında inceleyeceğiz. Bunlar sırasıyla; 1) Şizofreni 2) Paranoya 3) Manik depresif psikoz 4) Mani 5) Melankoli ve 6) Yaş dönümü melankolisidir.
28.34. ŞİZOFRENİ: Şizofreni, düşünce, heyecan, irade, kişilik ve davranış bozukluklarıyla seyreden bir hastalıktır. Hasta dış dünyanın gerçeklerinden kopmuştur, adeta kendisinin yaratmış olduğu bir dünyada yaşamaktadır. Başka bir anlatımla, bu yalancı dünyasına kapanmıştır. Bu duruma “Otizm” denir. Hastanın kişiliği dağılmış, yıkılmıştır. Hastalık genellikle ergenlik çağında ortaya çıkar. Kadın ve erkeklerde hemen hemen aynı sıklıkta görülür. Her toplumda bu hastalığa rastlanır ve ortalama sıklığı % 0.2-0.5 arasında olduğu düşünülmektedir. Hastalığın nedeni olarak pek çok etken gösterilmiştir. Ama bunlardan hiçbiri tek başına yeterli açıklamayı getirmemiştir. Bu konuda kesinlik kazanmış olan bulgu şudur; anne ya da babası şizofrenik olan bir çocuğun ilerki yaşamında bu hastalığa yakalanma riski oldukça yüksektir. Örneğin hem annesi hem de babaşı şizofrenik olan çocukların bu hastalığa yakalanma riskleri % 50 olarak bildirilmiştir. Bu da şizofreninin kalıtım yoluyla ilerki kuşaklara aktarılabileceğini göstermektedir. Şizofreninin belirtilerini düşünce bozuklukları, irade bozuklukları, heyecan bozuklukları ve ambivalans olmak üzere dört ana grup altında inceleyeceğiz. Düşünce bozuklukları: Hastanın düşünceleri arasındaki ilişkiler kopmuştur, düşünceleri çözülmüştür. Bunun sonucu olarak konuşma bozulmuş, karmakarışık bir durum almıştır. Hasta konuşmalarında belirli bir konuyu işleyemez, konudan konuya geçer, saçma sapan mantık yürütür, kendisine sorulan sorulara ilgisiz yanıtlar verir. Buna yandan konuşma denir. Hasta konuşurken, yeni yeni anlamsız sözcükler uydurur. Bu duruma neologizm denir. Konuşmalarında kur944
muş olduğu cümleler bir bütün olarak anlam taşımaz. Cümleler anlamlı, ama birbiriyle ilgisi bulunmayan sözcüklerden kurulmuştur. Bu duruma sözcük salatası denir. Hastalar bazı düşüncelerini simgelerle açıklama yoluna giderler. Bu duruma da sembolizasyon denir. Bazı hastalar aniden susarlar ve sorulara yanıt vermezler. Buna neden olarak, düşüncelerinin baskı altına alınmış olduğunu ileri sürerler. Bu duruma düşünce blokajı denir. Hastaların çoğunda düşüncelerin metafizik, mistik ve felsefi konular üzerinde yoğunlaştığı görülür. Düşünceler mantık kurallarına uymaz. Bu duruma mantıksızlık iabzürtidft) denir. İrade bozuklukları: Şizofrenlerin iradeleri yıkılmış, karar verme yetenekleri kaybolmuştur. Herhangi bir konuda karar verip girişimde bulunamazlar. Herhangi bir karara^varmaksızın ya da herhangi bir iş yapmaksızın günlerce yataktan kalkmazlar, iç dünyalarına kapanıp haftalarca öylece düşünürler. Bu biçimde kendi iç dünyalarına kapanmalarına otizm denir. Şizofrenideki bir başka irade kusuru da “Negati- vizm”dir. Hasta kendisine verilen yemekleri yemez, çevresindeki kişilerin isteklerini yerine getirmez, sorulara yanıt vermez, konuşmaz. Konuşmama durumuna mutizm denir. Bazı hastalar ise kendisine sorulan bir soruyu aynen yineler. Buna “Ekolali” denir. Bazı hastalar da “Ekopraksi” durumu gösterirler. Burada hasta kendisine söylenen hareketi aynen yineler. Bazı hastalar karşılarındaki kişilerin mimiklerini taklit ederler. Bu duruma ekomimi denir. Bazı hastalar uzun süre durmaksızın belirli bir hareketi yineleyip dururlar. Buna kinetik stereotipi denir. “Akinetik stereotipi”de hasta belirli bir hareketsizlik durumunu korur. “Flexibilitas karea” denilen durumda hasta, kendisine verilen en zor duruşu bile bir heykelmiş gibi korur. Bazı hastalar kendilerinin dış etkiler altında olduklarını, bütün düşünce, konuşma ve davranışlarının dışardan kontrol edildiğini, düşünce, konuşma ve hareketlerin kendilerine ait olmadığını ileri sürerler. Bu duruma “Pasivite fenomeni” denir. Heyecan bozuklukları: Şizofrenik hastalarda heyecan bozuklukları çeşitli biçimlerde ortaya çıkar. İndiferans morbit denilen durumda, hastanın heyecanları körelmiştir. Çok üzücü ya da çok sevindirici bir olaya karşı hiçbir tepki ortaya çıkmaz. Hasta üzüntü ya da sevinç duymaz. Bazı hastalarda öfke, korku, örotizm ve kontrolsüz neşe gibi ilkel heyecanlar tabloya egemendir. Ambivalans: Hastalar birbirinin tersi düşüncelere sahiptirler. Örneğin hasta hem ölmeyi ister, hem de hayatı sevdiğini söyler. Şizofrenik hastalarda korkulara da rastlanır. Şizofreninin basit, heberfrenik, katatonik ve paranoid olmak üzere başlıca dört klinik biçimi vardır. Basit şizofreni: 18-25 yaşları dolaylarında ortaya çıkan bu şizofreni tipinde, heyecan bozuklukları ön plandadır. Bu hastalarda tam bir entellektüel çöküntü görülebilir.

Heberfrenik şizofreni: 15-25 yaşlan arasında ortaya çıkar. Burada düşünce bozuklukları ve ambivalans ön plandadır. Bu hastalarda sık sık nedensiz evden ya da hastaneden kaçma olayları saptanır. Heberfrenik hastalar hareketli ve bazen de saldırgandırlar. Katatoni: Katatonik hastalara genellikle 18-25 yaşlan arasında rastlanır. Heberfreniklerin aksine, katatonikler hareketsiz ve donuk hastalardır. Hasta katatgni nöbeti sırasında vücudunu belirli bir biçimde uzun süre tutar, tükürüğünü yutmaz, idrar ve dışkı gereksinimlerini gidermez. Eğer sondayla idrar etmeleri sağlanırsa, katatoni- nöbetinin çözüldüğü görülebilir. Katatoni nöbeti çözüldüğünde hastalar saldırganlaşabilirler. Paranoid şizofreni:Daha çok 25-30 yaşları arasında görülür. Burada hezeyanlar ve halüsi- nasyonlar ön plandadır. Hezeyan gerçekte olmayan şeylere inanmak gerçeğe uymayan fikirler üretmektir. Hasta düşmanlarının olduğunu, takip edildiğini, kendisinin peygamber hatta Tançı olduğunu söyleyebilir. Halüsinasyon gerçekte olmayan şeyleri algılamaktır. Bu görme, işitme, koku, dokunma vs. olabilir. Hasta Tanrıyla konuştuğunu, onu gördüğünü söyleyebilir. Tedavi: Şizofrenik hastaların hastanelerde kontrol altında tedaviye alınmaları gerekir. İlaç tedavileriyle yüz güldürücü sonuçlar elde edilmiştir.
28.35. PARANOYA: Paranoya, hezeyanlarla özellenen bir hastalıktır. Paranoya konusunu incelemeden önce “Hezeyan” terimini gözden geçirmeyi uygun buluyoruz. Bilindiği gibi kişi, kendisinde ve çevresindeki olayları mantık süzgecinden geçirerek onlardan doğru sonuçlar çıkarır. Kişinin bu yeteneği bozulduğunda, ortaya çıkan durumlara hezeyan (delusion) denir. Hezeyanlar değişik açılardan sınıflanabilir. Örneğin bazı hezeyanlar “olası, fakat gerçek olmayan” özelliktedir. Örneğin hasta kendisinin petrol kuyularına sahip olduğunu, ama rakip firmaların her -zaman kendisini baltaladıklarını öne sürebilir. Burada petrol kuyularına sahip olma durumu olasıdır, ama doğru değildir. Bir başka hezeyan da “olanaksız ve doğru olmayan” özelliktedir. Örneğin bir hasta kendisinin “Süper- men” olduğunu, istediği zaman uçabileceğini ve dünyayı tüm kötülüklerden kurtarmaya geldiğini söyleyebilir. Burada süpermenlik olanaksızdır, kurtarıcılık da doğru değildir. Asalet, kıskançlık, megalomanik, suçluluk ve şehvet hezeyanları ve daha pek çok hezeyan çeşitlerine rastlanabilir. Hezeyanları “Sistematik” ve “Sistematik olmayan” biçimde ikiye ayırabiliriz. Sistematik hezeyanlarda hasta göstermiş olduğu hezeyanlar üzerine ısrar eder, her zaman aynı hezeyanı savunur. Sistematik hezeyanlara paranoyada rastlarız. Sistematik olmayan hezeyanlarda, hasta değişik hezeyanlar gösterir. Bu duruma paranoid şizofrenide, alkol paranoyasında, bunaklarda rastlanır. Yukarıda da değindiğimiz gibi paranoya değişmeyen, yani sistematik ve kronik (müzmin) hezeyan945
larla özelleşir. Hasta hezeyanlarını kanıtlamak için çeşitli deliller ileri sürer. Paranoyaklar genellikle zeki kişilerdir ve hayatta zekalarına uygun düşecek ölçüde başarı elde edememişlerdir. Paranoyaklar daha çocukluk dönemlerinden bu hastalığa adaydırlar. Bu hastaların çocukluk dönemlerinde hırçın, geçimsiz, inatçı, kinci, arkadaşlarıyla geçinemeyen, okulda sık sık disiplin sorunları yaratmış oldukları görülür. Paranoya vakaları ilaç ve telkin tedavisiyle belli ölçülerde düzeltilebilmektedir.
28.36. MANİ: Mani, neşe ve hiddet biçimindeki hezeyanların anormal, aşırı düzeylere ulaşmasıyla özellenen bir psikozdur. Hasta öfori dediğimiz nedensiz bir iyilik duygusu içindedir. Çok konuşur (logore), çok yazar (grafomani), kendisini güçlü ve varlıklı görür (megalomani), cinsel isteklerinde ve çalışmalarında artma olur (eroto- mani) ve çok hareketlidir. Biyolojik çalışmaların çoğunda artma göze çarpar. Ama bu artış sağlıklı bir artış değildir. Örneğin hastalar çok konuşurlar, çok hızlı bir fikir akışına sahiptirler, ama konuşmanın bütününde belirli bir konu bütünlüğü yoktur, gereksiz ayrıntılar üzerinde çok durulmuştur. Mani nöbetler halinde ortaya çıkar ve her mani nöbeti yaklaşık 2-8 ay sürer. Çeşitli ilaçların yardımıyla mani vakalarında başarılı tedaviler gerçekleştirilebilmektedir.
28.37 . MELANKOLİ: Melankolide hastalar, maninin tam tersi olarak aşın bir keder, sıkıntı ve durgunluk içindedirler. Hastalar intihar düşüncesine çok yakındırlar. En acımasız yöntemlerle intihar etmiş birçok melankoli vakası vardır. İntihara neden olan düşünce ve duyguları şöyle özetleyebiliriz. Hâsta iyileşmeden ümidini kesmiştir. Bu hayatı daha fazla yaşamak istemez. Ağır bir suçluluk duygusu içindedir ve hastalığını yakınlarına da bulaştırma korkusunu taşımaktadır. Bu durumda tek kurtuluşu ölümde bulur. Melankolik hastalar adeta canlılıklarını, enerjilerini kaybetmişlerdir. Çevreyle ilgilenmezler, konuşmazlar, çok ağır hareket ederler, günlük basit işleri bile yapamayacaklarını düşünürler. Kendilerini bitkin hissederler. Sabah yataktan güçlükle kalkarlar ve özellikle sabahları kederleri çok fazladır, sürekli bilmedikleri bîr suçun suçluluğunu duyarlar, omuzlari çökük, yüzlerinde kederli bir görünüm vardır. Bu görünüm nedeniyle, hastaların iki kaşı arasında omega harfine benzeyen bir kırışıklık görülebilir (melankolik omega). Melankoli de,mani gibi nöbetler halinde gelen bir hastalıktır. İntihar riskinin çok yüksek olması nedeniyle hastaların kesinlikle hastaneye yatırılmaları ve tıbbi tedavi görmeleri gerekir.
28.38. YAŞ DÖNÜMÜ MELANKOLİSİ: Genellikle menopoza girmiş 45-55 yaşları arasındaki kadınlarda görülmekle birlikte, andropoza girmiş 55-60 yaşlarındaki erkeklerde de görülebilir. İlerlemiş yaslarda yalnız kalma, çeşitli başarısızlıklar da yaş dönümü melankolisine neden olabilirler. Klinik olarak ruhsal bir çöküntü,sinirlilik,birtakım hezeyanlar, sıkıntı hali ve kişilik değişiklikleri sık rastlanan belirtilerdir. Hastalığın tedavisinde çeşitli yöntemlerle çok başarılı sonuçlar elde edilebilmektedir.
28.39. MANİK-DEPREŞİP PSİKOZ (SİKLOFRENİ): Manik – depresif psikoz bir heyecan bozukluğu hastalığıdır ve kendisini mani ya da melankolik depresyonlar biçimindeki nöbetlerle ortaya koyar, Hastalık bazen mani, bazen melankoli bazen de hem mani hem de melankoli tablolarını ön planda gösteren nöbetler biçimindedir. Manik – depresif psikoz daha çok orta ve ileri yaşlarda görülür. Kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha sık görülür. Mani biçimi nöbetler daha erken yaşlarda ortaya çıkar, ama melankoli nöbetleri herhangi bir yaşta daha sıktır. Hastalığın kalıtsal olarak aileden çocuklara geçebildiği gözlenmiştir. Eğer anne ya da babadan birinde bu hastalık varsa, çocuğun da hastalanma riski % 15 kadardır. Eğer hem anne hem de baba hastaysa, bu risk % 50 oranına yükselmektedir. Manik depresif psikozda başlıca iki çeşit bozukluk vardır. Mani tipindeki bozuklukta heyecanlar
neşe ve niddet yönünde, hastalık düzeyinde bir aşırılığa erişmiştir. Melankoli tipindeki heyecan bozukluğunda hasta ağır bir keder içine sürüklenmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gibi bazı durumlarda mani ve melankoli tablolarının her ikisi de hastada görülmektedir.
28.40. PSİKOSOMATİK HASTALIKLAR: Her ne kadar birbirinden bağımsızmışlar gibi görünürlerse de, kişinin psikolojik dünyasıyla bedensel işlevleri arasında yakın bir ilişki ve güçlü bir bağlantı vardır. Bu yakın ilişki sonucu birçok psikolojik bozukluk kendisini bedensel bozukluklar biçiminde ortaya koymaktadır. Başka bir anlatımla, bazı bedensel hastalıklar psikolojik nedenlerden kaynaklanmakdadır. Psikiyatrinin psikosomatik bölümü, aşağıda belirttiğimiz hastalıkların oluşum mekanizmalarını ve tedavilerini psikolojik yapıyla beden arasındaki ilişkiyi gözönüne alarak inceler. Psikosomatik hastalıkları kısaca aşağıdaki biçimde sınıflayabiliriz.

1) Kalp – damar hastalıkları: Bazı yüksek tansiyonlar, migren, damar spazmı, paroksizmal taşikardi, vazomotor bozukluklar.

2) Solunum sistemi hastalıklan.-Astma (Bronşial astma)

3) Sindirim sistemi bozuklukları: Bazı kabızlıklar ve kusmalar, kronik gastrit, mide ülseri, bazı şişmanlıklar, kolitis ülseroza, bazı iştahsızlıklar.

4) Eklem ve kas hastalıkları: Kas krampları, kas ağrıları, romatoid artrit, fibrozit. 5) Genital ve idrar yolları bozuklukları: Cinsel iktidarsızlık, gece işemeleri, amenore.

6) Deri bozuklukları: Ürtiker,kaşıntılar,psoriazis.

7) Hormonal bozukluklar: Hipertiroidizm.

8) Sinir sistemi bozuklukları:Uykusuzluk, bazı baş ağrıları, bazı baş dönmeleri, migren.

9) Göz bozuklukları: Kronik blefarit, nistagmus, konjuktivit. Psikosomatik hastalıkların, kalıtım yoluyla kazanılmış bir duyarlık ortamı üzerinde geliştiği düşüncesi, yapılan istatistik çalışmalarıyla desteklenmiştir. Bunun yanı sıra, Adler kişinin çocukluk yaşında geçirmiş olduğu hastalığın ilerki yaşlarda ortaya çıkacak olan bir psikosomatik hastalığın çeşidini belirlediği görüşündedir. Örneğin kişi, eğer çocukluk döneminde herhangi bir deri hastalığına yakalanmışsa, bu kişi ilerki yaşlarında eğer psikolojik bir gerilim içine düşecek olursa, bu kişide psikolojik kökenli bir deri hastalığı ortaya çıkabilir. Psikosomatik hastalıklarda psikoanaliz tedavisiyle çok başarılı sonuçlar elde edilebilmektedir.
28.41. İNTİHAR: İntiharı, kişinin kendisine yönelttiği saldırgan, zedeleyici, yok edici bir eylem olarak ele alabiliriz. En çok manik depresif psikozda görülür, bunun yanı sıra yaşdönünıü melankolisi, alkolik ve şizofrenik depresyonlarda, ağır bedensel hastalıklarda ve depresyonda da görülme riski yüksektir. İntihar girişiminde bulunan kişiler kesinlikle psikiyatrik inceleme ve tedavi altına alınmalıdırlar.
28.42. DEPRESYON: Depresyonu, gerçek ya da hayal edilen bir kayıp karşısında kişinin aşırı bir keder ve ruhsal çöküntüye sürüklenmesi olarak tanımlayabiliriz. Kişinin özgüveni kaybolmuştur, sevgi, neşe ve yaratıcılık duyguları azalmış ya da yok olmuştur, yakınlarına karşı düşmanca duygular taşımaktadır, aynı duyguları kendisine de yöneltmiştir, ölme düşüncesine çok yakındır, bu yakınlık ağır bir suçluluk duygusuyla birliktedir, günlük normal işlerini aksatır ve çeşitli davranış bozuklukları gösterir. Depresyon içinde olan hastaların psikiyatrik tedavi altına alınarak normal hayata dönebilme- lerine yardımcı olmak gerekir.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*