Düşünce Ülkesinin
RASLANTILARI YÖNLENDİREN GÜÇLER
Yeni bir sozcuk öğrenirsiniz ve izleyen hafta, onun öç ayrı
yerde görürsünüz. Yıllardır görmediğiniz eski bir okul ar-
kadaşınızı düşünürken telefon çalar, sizi arayan O’dur. Dr
X ile görüşmeyi umarak bir kogreye gidersiniz, bir de bakar-
siniz ki, havaalanından bindiğiniz otobüste yanınıza oturan
Dr. X değilmi?
Raslantılar Yaşam onlarla dolü. Nereden gelirler? Ne
anlama gelirler* Steîarı kontrol edebilir miyiz?
Bu tür raslantıtar, ünlü İsviçreli psikolog C.G. jung’un – –
çok ilgisini çekmiş ve 1930’da onları tanımlamak için eşza-
manlılık (synchronicity) terimini bulmuştu. Böyle bir eşzamanlılığa örnek olarak da aşağıdaki olaylar zincirini nakletmişti: ten şaşırtıcı olduğu söylenebilir mi?
Herhangi bir Mösyö Deschamps’a çocukluğunda Orle- Raslantılan gözlemimizde, her zaman, bir ölçüde önyar- ans da otururken Mösyö de Fortgibu adında biri bir parça, gılarımız da etkili olur. Örneğin kolunuz alçıdaysa, aynı du- “plum-pudding” (üzüm ve baharatlı Noel yortusu pudingi) rumdaki kişilere daha çok dikkat edersiniz. HeryerxJe gözü- ikram etmiştir. Mösyö Deschamps, 10 yıl sonra bir Paris res- nüZe, kolu veya bacağı alçıya alınmış insanlar çarpar. Bu bir toranında “plumpudding” görür ve bir parça ister. Fakat eşzamanlılık mıdır, yoksa yalnızca dünyaya bakış açınızda basit hemasılsa son “plum-pudding” Mösyö de Forgibu tarafın- bir değişiklik mi?
dan ısmarlanmıştır. Yıllar sonra Mösyö Deschamps, bir yjne (je bazen, yaşamın, yalnız ortalamalar kanunuyla “plum-pudding” partisine davet edilir. Pudingini yerken, o açıklanabilecek olanlara oranla daha sık anlamlı raslantılar seranda tek eksiğin Mösyö de Fortgibu olduğunu düşünmekte- gediğini hissederiz. Bunlar için nicel (quantitative) bir öl- dir. Tam o sırada kapı açılır ve ömrünün son günlerini yaşa- çüm; diyelim ki bir eşzamanlılık indeksi (synchronicity in- yan, çok yaşlı bir adam girer içeri: Mösyö de Fortgibu adne- dex) geliştirmenin bir yolu bulunsa, oldukça ilginç birşey or- si şaşırmış ve yanlışlıkla partinin ortasına düşmüştür.” taya çıkardı. Böyle bir indeks, tipik bir insanın yaşamındaki İstatistiksel açıdan, belli sayıda raslantı ile karşılaşılabi- farklı olaylar arasındaki ortalama ilişki miktarını veren bir leceğinin beklenmesi doğaldır. Gece gündüz devamlı rulet sayı olurdu. Eğer kişi, puan cetvelinde 0 ile J00 arasında oynarsanız, oynadığınız bütün bahisleri kazanacağınız bir ak- bir tahmin yapmak zorunda kalsaydı, her insanın eşzamanlı- şam gelecektir. Fakat genellikle birini düşündüğünüz sırada, hk indeksi ortalama 3 olurdu. Bu, küçük; fakat önemli bir
O size telefon etmez. Bir keresinde aramasının ise gerçek- puandır.
Jung, eşzamanlılığı hiçbir zaman ölçmeye kalkışmamasına rağmen, bu fikri açık ve düzgün bir şekilde savunmuştur.
Jung, “Anlamlı raslantıUr tümüyle şans eseridir.” demiştir.
“Fakat, anlamlı düzenlemeler olarak kabul edilmeleri, sayıları arttığı; birbirine uygunluk oranlan büyüdüğü ve kesinleştiği ölçüde mümkündür.”
tşzamaniılığı şaşırtıcı kılan, bu olguda, zaman ve mekanımızı idare eden gizli bir gücün varlığını hatıra getiren, belirli sebep-sonuç bağlantısı bulunmayan ve dikkati çekecek ölçüde benzer olayların sözkonusu olmasıdır. Bu tasarımın güzel bir örneği, Steven Spielberg’in, Elliott adındaki 10 Ya- Şekil I ’de görüldüğü gibi böyle bir planda, zaman dikey şındaki bir çocukla dostluk kuran sevimli küçük uzaylı bir hat olarak gösterilirken; uzay, üzerinde küçük objelerin E.T.’den söz eden modem klasiğinde bulunabilir. Olağanüs- ileri ve geri hareket ettiği tek bir yatay çizgi olarak gösterilir, tü fiziksel güçlere sahip görünen E.T.’nin zihni, Elliott’unki Bu ^gramı aşağıdan yukarıya okuduğumuzda, sebep- ile bağlantı halindedir. Bir sahnede, E.T. televizyonda ro- sonuç bağlantısını açıkça görürüz. A objesi, birbirinden ay- mantik bir film seyrederken, Elliott okulda hoşlandığı kızla nlarak uzaklaşan, B ve C ile gösterilen iki objeye ayrılır. Eğer kavga etmektedir. Birden iki imaj (Elliott ve kızın, televiz- A, iki ikiz amibe bölünen bir amipse, B ve C ikizdirler: Or- yondaki kadın ve erkeğin hayalleri) aynı geştalt’ta (geştalt) tak^bir nedene, doğduklan objeye kadar izlenebilirler, çakışırlar ve televizyondaki erkek oyuncu kadın oyuncuyu Diğer taraftan, Şekil 2* de görülen eşzamanlı olayda, iki öperken, Elliott sınıfta kız arkadaşını öper. farklı obje, B ve C, aynı anda bölünürler; ne B, ne de C,
Acaba, E.T. TV gösterisini algılarken Elliott’un gerçek bir diğerinin bölünmesine neden olur. Sadece ikisi aynı anda duygularını mı değiştiriyordu? Yoksa Elliott ve E.T.’nin, ay- aynfırlar.
nı deneyimi değişik biçimlerde yansıtan bağlantılı bir siste- Sebep ve sonuç, zamanda, ayrılan dikey modeller (pat- min parçalan olduklannı söylemek mi daha doğra olur? tems) oluştururlar, eşzamanlılık, bu modelleri birbiriyle uyum Bir gömş, E.T.’nin Sebep-sonuç bağlantısı yoluyla, Elli- içinde yatay bir düzl’ m üzerine yerleştirir. Şekil 3’te görül- ottun sınıfında olanlan değiştiren bir çeşit “zihin ışım”na düğü gibi, her iki fenomen de işbaşındayken, yaşamın karak- sahip olduğu yolundadır. Raslantıya ilişkin diğer bir bakış açı- teristiklerini oluşturan karmaşık modeller gelişir, sına göre ise, Elliott ve E.T.’nin hareketleri arasında, ne- 19. Yüzyıl Alman filozoflanndan Arthur Schopenhauer’e densel olmayan bir uyum vardır. göreÖ“Raslantı, nedensel olarak bağlantılı olmayan olayla-
Bu kurçu filmde doğru olan, tabii ki ikinci görüştür. El- nn aynı anda ortaya çıkmasıdır… Eğer zaman içinde gelişen liott rolündeki aktör ve E.T.’yi canlandıran robot -kukla ay- her nedensel bağlantıyı, Yer küre üzerinde bir meridyen olarak nı deneyimi yaşamışlardır, çünkü filmin yapımcısı Steven Spi- gözümüzde canlandırırsak, aynı anda oluşan olaylan, enle- elberç; böyle olmasını istemiştir. Spielberg, filmi bu özel eş- min paralel daireleriyle gösterebiliriz… Bir insanın yaşamın- zamanlılığı kapsayacak biçimde düzenlemiştir. Filmdeki eş- daki tüm olaylar, düzenli bir biçimde, esas itibariyle farklı zamanlılığın yapımcı tarafından düzenlenmesi gibi, dünyamız- iki tur ilişki içinde yer alırlar: İlk olarak, doğal sürecin nes- daki anlamlı raslantılann açıklamasının da zaman ve uzayın nel nedensel ilişkisi içinde; ikinci olarak ise, yalnızca onu ya- dışında bulunması muhtemeldir. Film ve romanlarda, konu- şayan bireyle bağlantılı olarak var olan ve onun, içeriği mu- nun dikey gelişmesini tamamlayıcı, yatay bir yapı oluşturan hakkak önceden, (bir oyundaki sahnelerin yazarın öyküsü ta- anlamlı raslantılara sık sık rastlanır. Aynı nedenle, dünya- rafından saptanması gibi) belirlenen düşleri kadar öznel bir mızdaki eşzamanlılıklar, uzay-zamana sanatsal nedenlerle yer- ilişki içinde. Bu iki tür ilişki de bir arada, aynı anda buljunur leştirilmiş bir çeşit yatay yapı olarak düşünülebilir. ve aynı olay, tümüyle farklı iki zincirin halkası da olsa, iki
sinde de tam yerini alır; böylece bir bireyin kaderi, aynen diğerininkine benzer ve herbiri aynı zamanda, bir yandan kendisine yabancı bir dramda rol alırken, bir yandan da kendi öz dramının kahramanı olur. Bu bizim kavrayış gücümüzü aşar ve ancak önceden oluşturulmuş harikulade bir uyumun erdemi ile izah edilebilir….”
Birinci sınıf bir evren, güzel ve ilginç bir dünyâ olabilmek için, iki tür uzay-zaman örneklemesinin kanşımım içeriyor olmalıdır. Fakat bunca eşzamanlılığı kim oluşturdu? Bütün o derin anlam kimin eseri?
Bu somlara birçok kişinin yanıtı “TanrC’ olacaktır. Gerçekten, Tanrının varlığına geleneksel üç kanıttan biri, mükemmel bir sanat eseri olan evrenin büyük bir usta tarafından Yapıldığını ileri süren, “Varlığın eserle kamtlanması’- ’dır. Fakat bu sonuç kaçınılmaz değildir. Kuantum-mekaniği dünya görüşüne göre, dünyayı olay olay, an an yaratan biz- ieriz. Evren bir anlamda, kendi karakterleri tarafından yazılmış bir kitap, kendi hayalleri tarafından düşlenen bir rüyadır.
Fakat eşzamanlılığın bilimsel açıdan doğrulanması arzu edilir. Jung bu gereksinimi duyarak, 1952’de eşzamanlılık üzerine bir yazı hazırlarken, kuantum-mekaniğin dışlama prensibini bulan Fizikçi VVolfgang Pauli ile birlikte çalışmıştır: “nedenselliğin mutlak gücüne olan kökleşmiş inanç, zihinsel zorluklar yaratmakta ve nedensiz olayların varlığını veya olabilirliğini imkansız olarak göstermektedir.’’ Öyleyse eşzamanlılıklar, maddenin bir kuantum durumundan diğerine nedensiz ve beklenmeyen bir şekide geçişinden daha akıl almaz değlidir.
Fakat jung’un meseleye yaklaşımı mecazi düzeyde kalıyordu. Bizler bilimin bize eşzamanlılığın gerçek mi ya da yalnızca bir hayal mi olduğunu söylemesini isteriz. Şaşırtıcı yanıt, kuantum mekaniğin eşzamanlı olaylan yalnızca kabul etmediği, üstelik onları gerekli bulduğu yolundadır. Asıl ilhamını “Einstein-Podolsky-Rosen Paradox” (EPR) olarak bilinen kuantum mekaniği paradoksundan alan bu sonuç, I982’de kesinlikle ortaya konulmuştur.
EPR çelişkisi, aşağıdaki şekilde işleyen bir düşünce de-
Kendinize benzeyen kişileri hemen farkedersiniz.
neyidir. Kuantum mekanikçileri iki parçacığın önceleri ‘birbirine yakın olduğunu, ayrılıp ne kadar uzağa giderlerse gitsinler birbirlerini etkilemeye devam ettiklerini tahmin etmektedirler. Şimdi biz, Einstein’in relativité teorisinden biliyoruz ki, hiçbir sinyal ışıktan daha hızlı hareket edemez. Şekil 2’ye döndüğümüzde, bir sinyalin birinden diğerine atlaması için bir yol olmadığına göre, B’nin C’yi, ya da C’nin B’yi etkilemesi mümkün değildir. Einstein’in bakış açısına göre bu bir çelişkidir. B ve C, uyumlarını sağlayacak hızlılıkta sinyal alışverişinde bulunamasalar da, uyum içinde hareket ederler.
Einstein bir yönüyle, çok determinist bir düşünürdü. Eşzamanlılığın Fiziğe alınmak için fazla mucizevi bir fenomen olduğunu düşünmüş, B ve C’nin eşzamanlı hareketinin nedeni olabilecek, minik iç saatler gibi “gizli değişkenler’’in varlığını kabul ederek, EPR paradoksunun vargılarından kaçınmaya çalışmıştır.
A, B ve C’nin amip oldukları bir durumda, bu bakış açısı doğrudur. Eğer A, B ve C’yi oluşturmuşsa, aynı anda oluşan B ve C gerçekten eşzamanlı değildir. Aynı anda açan iki çiçek eşzamanlılık anlamına gelmez; bu daha çok, genel bir gizli nedenin; bitkilerin iç biyolojik saatli ortak atasının varlığına kanıt teşkil eder. B ve C amipleri uyum içinde olgunlaşırlar. çünkü aynı DNA’ya sahiptirler. Şekil 2 için Einstein, B ve C foton ve elektronlar kadar basit olsalardı bile, onlann eşzamanlı hareketini açıklamak için yine de bazı içsel yapıların, gizli değişkenlerin bulunabileceğini ileri sürmüştür.
Kuramcı John S. Bell I964’te, kuramsal olarak, Einstein’in öngördüğü şekilde gizli değişkenlerin gerçekten var olduğunun düşünülmesi durumunda, bazı deneysel sonuçların “Bell eşitsizliği* *ne uyarak olağandışı bir istatistiksel kalıba dökülmesi gerektiğini kanıtlamıştır. Öce yandan, eğer gizli değişkenler yoksa, bu durumda aynı deneylerin Bell eşitsizliğine aykın sonuçlar vermesi beklenir. Bu tür deneylerin ilk serisi 1970’lerde Berkeley, Harvard ve diğer üniversitelerde