Rİ YÂ

9— hastalıklarının, ya’nî kötü huyların mühimleri¬nin Kalb altmış aded olduğunu bildirmişdik. Bunlardan dokuzun- cusu riyâdır. Riyâ, birşeyi olduğunun tersine göstermekdir. Kısaca, gösteriş demekdir. Âhıret amellerini yaparak âhiret yolunda olduğunu göstererek, dünyâ arzûlarma kavuşmak demekdir. Kısaca, dünyâ kazancına dîni âlet etmekdir. İbâdet¬lerini göstererek, insânların sevgisini kazanmakdır. [Sözleri veyâ ibâdetleri riyâ ile olan kimsenin, din bilgisi varsa, buna (Münâfık) denir. Din bilgisi yoksa, buna (Din yobazı) denir. Fen bilgisi olmayıp da, kendisini fen adamı tanıtıp, kendi görüşlerini, fen bilgisi olarak söyleyip, müslimânları aldat-mağa, bunların dinlerini, îmânlarmı bozmağa çalışan İslâm düşmanlarına (Zındık) veyâ (Fen yobazı) denir. Din yobazla¬rına ve fen yobazlarına aldanmamalıdır.] Riyâ, ancak mülci’ olan ikrâh yapılınca câiz olur. İkrah, bir kimseyi istemediği şeyi yapmağa zorlamak demekdir. Ölümle veyâ bir uzvunu yok etmekle zorlamağa (Mülci’ ikrâh) denir. [Zâlimlerin, eşkiyânın işkence yapmaları da, mülci’ ikrâh olur.] Bu zeman, zorlanan işi yapmak zarûret olur. Habs etmekle ve dövmekle zorlamağa hafif ikrâh denir. Hafif ikrâh karşısında kalan kimsenin riyâ yapması câiz değildir. Riyânın zıddı, aksi (İhlâs) dır. İhlâs, dünyâ fâidelerini düşünmeyip ibâdetlerini yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapmakdır. İhlâs sâhibi, ibâdet yaparken başkalarına gös¬termeği hiç düşünmez. Bunun ibâdetlerini başkalarının gör¬mesi ihlâsma zarar vermez. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet et! Sen görmiyor isen de, O, seni görmekdedir) buyuruldu.
Başkalarının sevgisine ve medh etmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmak, riyâ olur. İbâdet ile olan riyâ bundan dahâ fenâdır. Allahü teâlânın rızâsını hiç düşünmeden yapılan riyâ, hepsinden dahâ fenâdır. İbâdet yaparak Allahü teâlâ- dan dünyâ menfe’atlerini istemek, riyâ olmaz. Yağmur düâsına çıkmak böyledir. îstihâre yapmak da, böyledir. Ücret ile imâm- lık, hatîblik, mu’allimlik yapmak, sıkıntıdan, hastalıkdan ve fakîrlikden kurtulmak için âyet-i kerîmeler okumak da, böyle¬dir denildi. Bunlarda hem ibâdet, hem de menfe’at niyyetleri bulunmakdadır. Ticâret maksadı ile hacca gitmek de böyledir. İbâdet niyyeti hiç bulunmazsa riyâ olurlar. İbâdet niyyeti çok 
-i sû’), yâ’nî kötü din adam¬ları denir. Bunların gideceği yer, Cehennemdir. Herkesin yanında sünnetlere uygun olarak, Şöhret için va’z vermek, nasihat etmek, kitâb yazmak da riyâ olur. Va’z, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker demekdir. Münâkaşa etmek, başkalarından üstün görünmek ve övünmek olur. Riyâdan korkarak ibâdeti terk etmek câiz değildir. Allahü teâlânın rızâsı için nemâza durup, nemâzı bitirinceye kadar hep dünyâ işlerini düşünürse, nemâzı sahîh olur. Şöhrete sebeb olacak şekilde giyinmek de riyâ olur. Din adamlarının, temiz, kıymetli elbise giymeleri lâzımdır. Halk, insa¬nın görünüşüne bakmakdadır. Bunun için, imâmların, cum’a ve bayram günleri zînetli elbise giymeleri sünnetdir.
için ilm öğrenmek de, riyâ olur. Dünyâlık elde etmek, ya’nî mal, mevki’ elde etmek için ilm öğrenmek emekdir. Niyyet, ibâdete başlarken yapılır. Dahâ önce, meselâ bir günolursa, sevâb hâsıl olur. İbâdetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyyeti ile olursa, yine riyâ olmaz ve çok sevâb olur. Ramezan orucunu’ tutmakda riyâ olmaz. Allahü teâlânın rızâsı için nemâza başlayıp, sonradan hâsıl olan riyânın zararı olmaz. Riyâ ile yapılan farzlar sahîh olur. İbâdet borcu ödenmiş olur ise de, sevâbı olmaz. Et ihtiyâcını karşıla¬mak niyyeti ile, kurban kesmek câiz olmaz. Allahü teâlâ için ve bir insan için birlikde niyyet ederek kurban kesmek câiz değildir.
Allahü teâlânın rızâsı için olmayıp, yalnız hacdan, gazâdan gelen için ve gelen emîri, re’îsi karşılamak için kesilen hayvan leş olur. Kesmesi ve yimesi harâm de, riyâ olur. Riyâ harâmdır. Allahü teâlâ için olan ilm, Allahü teâlâdan korkmağı an¬dırır. Kendi ayblarını görmeğe sebeb olur. Şeytanın aldatmasına mâni’ olur. İlmini dünyâ kazancına, mâla ve mevkı’e kavuşmağa vâsıta eden din adamlarına (Ulemâyalnız iken ise, edeblere \ uymıyarak yapılan ibâdetler, riyâ olur. Onbirinci maddenin sonuna bakınız!
Yapılan ibâdetin sev âbını, ölü veyâ diri başkasına hediyye etmek câizdir. Hac, nemâz, oruç, sadaka, Kur’ân-ı kerîm, mevlid okumak, zikr ve düâ okumak sevâblarını başkasına hediyye etmek, hanefî mezhebinde câizdir. Bu ibâdetleri ücret karşılığı, pazarlık ederek yapmak câiz değildir. Allahü teâlâ için okuyup, verilen hediyye kabûl edilir. Mâliki ve şâfi’î mezheble- rinde, sadaka, zekât ve hac gibi mâl ile yapılan ibâdetlerin sevâbını hediyye etmek câiz olup, nemâz, oruç ve Kur’ân-ı kerîm okumak gibi bedenle yapılanları câiz değildir. Hadîs-i |
şerîfde, (Kabristandan geçen kimse onbir ihlâs sûresi okuyup, sevâbını kabrdekilere hediyye ederse, meyyitler adedince sevâb verilir) buyuruldu. İbâdetlerin sahîh olması için, Allahü teâlânın rızâsı için yapmağa niyyet etmek lâzımdır. Niyyet, kalb ile olur. Yalnız söylemek ile niyyet edilmiş olmaz. Kalb ile birlikde olmak şartı ile söyliyerek niyyet etmek câiz olur denildi. Kalb ile niyyet, söz ile niyyete benzemezse, kalbdeki niyyete bakılır. Yalnız yemin etmek böyle değildir. Yemin etmekde, söz esâs- dır. İbâdetlerde niyyetin söz ile yapılacağını bildiren hiçbir hadîs-i şerif ve haber mevcûd değildir. Dört mezhebin imâm- ları da bildirmemişdir. Niyyet, ibâdet yapmağı kalbe getirmek, hâtırlamak değildir. Allahü teâlâ için yapmağı irâde etmek, istemek d önce yapılırsa, niyyet olmaz. Buna emel, arzû, va’d denir. Hanefî mezhebinde oruca niyyet etmek zemânı, bir gün evvel, güneşin batmasından başlayarak, ertesi gün, (Dahve) vaktine, ya’nî öğle vaktinden bir sâ’at evveline kadardır.
Başkalarının günâha girmemeleri için, bir kimsenin mubâhları terk etmesi iyi olur. Fekat sünnetleri, hattâ müste- hâbları terk etmesi câiz olmaz. Meselâ gîbet yapmamaları için, misvâk kullanmağı, sarık sarmağı, başı açık gezmeği, merkebe binmeği terk etmek iyi olmaz. Misvâk, misvâk ağacının veyâ zeytin, dut ağaçlarının dalından kesilen bir çubukdur. Bir parmak kalınlığında, bir karış uzunluğundadır. Kadınların misvâk yerine sakız çiğnemeleri de câizdir. Misvâk bulamayan, baş ve şehâdet parmaklarını dişlerine sürer. Bişr-i Hâfî “rahime-hullahü teâlâ”, sokakda başı açık olarak yürürdü.
Günâh işleyecek kimsenin, bu günâhdan vaz geçmesi, Allahü teâlâdan korkduğu için veyâ insânlardan hayâ etdiği için, yâhûd başkalarının yapmasına sebeb olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alâmeti, o günâhı gizli olarak da işlememekdir. İnsânlardan hayâ etmek, onların kötülemele¬rinden korkmak demekdir. Başkalarının günâh işlemelerine sebeb olmak, yalnız yapmakdan dahâ çok günâhdır.Başkaları¬nın bu günâhı işlemelerinin günâhları da, kıyâmete kadar bun¬lara sebeb olana yazılır. Bir hadîs-i şerîfde, (İnsan günâhını dünyâda gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyâmet günü, bu günâhı kulla¬rından saklar) buyuruldu. Herkese vera’ sâhibi olduğunu bildir¬mek için günâhını saklamak ve gizli olarak devâm etmek, bu hadîs-i şerîfe dâhil değildir. Riyâ olur.
81 — İslâm Ahlâkı — F: 6 
İbâdetlerini başkalarına göstermekden hayâ etmek câiz değildir. Hayâ, günâhlarını, kabâhatlerini göstermemeğe denir. Bunun için, va’z vermekden ve emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmakdan [din kitâbı, ilmihâl kitâbı yazmakdan ve satmakdan] ve imâmlık, müezzinlik yapmakdan, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumakdan hayâ etmek câiz değildir. (Hayâ îmândandır) hadîs-i şerifinde hayâ, kötü, günâh şeyleri göster¬mekden utanmak demekdir. Mü’minin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lâzımdır. Bunun için, ibâdetlerini sıdk ile ihlâs ile yapmalıdır. Buhârâ âlimlerinden birisi, sultânın oğullarının sokakda abes oyun oynadıklarını gördü. Elindeki asâ ile bun¬lan dövdü. Kaçdılar. Babalarına şikâyet etdiler. Sultân, bunu çağın]), sultâna karşı çıkanın habs olacağını bilmiyor musun dedi. Âlim, cevâb olarak, Rahmâna karşı çıkanın Cehenneme gideceğini bilmiyor musun dedi. Sultân, emr-i ma’rûf yapmak vazifesini sana kim verdi dedi. Âlim, seni kim sultân yapdı cevâbını verince, beni halîfe sultân yapdı dedi. Beni de, halîfe¬nin Rabbi vazifelendirdi dedi. Sultân, sana Semerkand şeh¬rinde emr-i ma’rûf yapmak vazifesini veriyorum dedikde, ben de kendimi bu vazifeden azl etdim cevâbını verdi. Bu cevâbına hayret etdim, emr olunmadan, izn verilmeden vazife yapdığını söyledin. İzn verilince de, azl olunmanı istiyorsun dedi. Sen izn verince, sonra azl edersin. Rabbimin verdiği vazifeden beni kimse azl edemez dedi. Bu söz üzerine sultân, dile benden istediğini vereyim dedi. Gençlik hâlimi bana getir dedi. Bu iş elimden gelmez deyince, bana bir fermân yaz da, Cehennem¬deki meleklerin re’îsi olan Mâlik, beni ateşde yakmasın dedi. Bunu da yapamam deyince, benim öyle bir sultânım var ki, herşeyimi ondan istiyorum. Her dilediğimi ihsân etdi. Bunu yapamam hiç demedi, dedi. Sultân, beni dü’âdan unutma diye¬rek serbest bırakdı.
Hadîs-i şerîfde, (Başkalarına gösteriş için nemâzını güzel kılan, yalnız olduğu zeman böyle kılmıyan, Allahü teâlâyı tahkir etmiş olur.) ve (Sizde bulunmasından en çok korkduğum şey, şirk-i asgara yakalanmanızdır. Şirk-i asgar, riyâ demekdir.) ve (Dünyâda riyâ ile ibâdet edene, kıyâmet günü, ey kötü inşân! Bugün sana sevâb yokdur. Dünyâda kimler için ibâdet etdin ise, sevâblannı onlardan iste denir) ve (Allahü teâlâ buyuruyor ki, benim şerikim yokdur. Başkasını bana şerik eden, sevâblannı ondan istesin. İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlâs
ile yapılan işleri kabûl eder.) buyuruldu. İbâdet, Allahü
f nûr-i dîde-i uşşak, teâlânın rızâsına kavuşmak için yapılır. Başkasının muhabbetine, ihsâ- nına kavuşmak için yapılan ibâdet, ona tapınmak olur. Allahü teâlâya ihlâs ile ibâdet etmemiz emr olundu. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlânın birliğine îmân edenden ve nemâzı ve zekâtı ihlâs ile yapandan Allahü teâlâ râzı olur) buyuruldu. Resûlullah «sal- lallahü aleyhi ve sellem” Mu’âz bin Cebeli “radıyallahü teâlâ anh”, Yemene vâlî olarak gönderirken, (İbâdetlerini ihlâs ile yap. İhlâs ile ya¬pılan az amel kıyâmet günü sana yetişir.) ve (İbâdetlerini ihlâs ile ya¬panlara müjdeler olsun. Bunlar hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karan¬lıklarını yok ederler) ve (Dünyâda harâm edilmiş olan şeyler mel’- ûndur. Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir.) buyuruldu. Dünyâ ni’metleri geçicidir. Ömrleri pek kısadır. Bunları ele geçirmek için dînini vermek ahmaklıkdır. İnsânlarm hepsi âciz¬dir. Allahü teâlâ dilemedikçe, kimse kimseye fâide ve zarâr yapamaz. İnşâna Allahü teâlâ kâfidir.
Allahü teâlâdan korkmalı, O’nun rahmetinden ümmîdi kesmemelidir. Ümmîd, recâ, korkudan çok olmalıdır. Böyle olanın ibâdetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun dahâ fazla olması, ihtiyârlarda recânın dahâ fazla olması lâzımdır denildi. Hastalarda recâ fazla olmalıdır. Korkusuz recâ ve recâsız korku câiz değildir. Birincisi emîn olmak, İkincisi ümmîdsiz olmakdır. Hadîsi kudsîde, (Kulumu, beni zan etdiği gibi karşıla¬nın) buyuruldu. Zümer sûresindeki elliüçüncü âyet-i kerîmenin meâl-i âlîsi, (Allah bütün günâhları afv eder. O gafûrdur, rahimdir) dir. Bun¬lardan, recânın fazla olması lâzım geldiği anlaşılmakdadır, (Allah kor¬kusundan ağlayan, Cehenneme girmez) ve (Benim bildiğimi buseydi¬niz, az güler çok ağlardınız) hadîs-i şerifleri de, havfın, korkunun fazla olması lâzım geldiğini göstermekdedir.
Aşk dır aşk dır, sâlike, refık-u bur ak.
Aşk, divâne eyler inşânı, kesmek için, alâkadan anı.
Oldu zîrâ, te’alluk-ı dünyâ, mâni’-i üns-i hazret-i Mevlâ.
Abd olan aşka9 şâh-ı âlem olur, aşk derdîle, şâa-ü hurrem olur.
-M- 
TÛL-İ EMEL
, yâ’nî kötü din adam¬ları denir. Bunların gideceği yer, Cehennemdir. Herkesin yanında s9— hastalıklarının, ya’nî kötü huyların mühimleri¬nin Kalb altmış aded olduğunu bildirmişdik. Bunlardan dokuzun- cusu riyâdır. Riyâ, birşeyi olduğunun tersine göstermekdir. Kısaca, gösteriş demekdir. Âhıret amellerini yaparak âhiret yolunda olduğunu göstererek, dünyâ arzûlarma kavuşmak demekdir. Kısaca, dünyâ kazancına dîni âlet etmekdir. İbâdet¬lerini göstererek, insânların sevgisini kazanmakdır. [Sözleri veyâ ibâdetleri riyâ ile olan kimsenin, din bilgisi varsa, buna (Münâfık) denir. Din bilgisi yoksa, buna (Din yobazı) denir. Fen bilgisi olmayıp da, kendisini fen adamı tanıtıp, kendi görüşlerini, fen bilgisi olarak söyleyip, müslimânları aldat-mağa, bunların dinlerini, îmânlarmı bozmağa çalışan İslâm düşmanlarına (Zındık) veyâ (Fen yobazı) denir. Din yobazla¬rına ve fen yobazlarına aldanmamalıdır.] Riyâ, ancak mülci’ olan ikrâh yapılınca câiz olur. İkrah, bir kimseyi istemediği şeyi yapmağa zorlamak demekdir. Ölümle veyâ bir uzvunu yok etmekle zorlamağa (Mülci’ ikrâh) denir. [Zâlimlerin, eşkiyânın işkence yapmaları da, mülci’ ikrâh olur.] Bu zeman, zorlanan işi yapmak zarûret olur. Habs etmekle ve dövmekle zorlamağa hafif ikrâh denir. Hafif ikrâh karşısında kalan kimsenin riyâ yapması câiz değildir. Riyânın zıddı, aksi (İhlâs) dır. İhlâs, dünyâ fâidelerini düşünmeyip ibâdetlerini yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapmakdır. İhlâs sâhibi, ibâdet yaparken başkalarına gös¬termeği hiç düşünmez. Bunun ibâdetlerini başkalarının gör¬mesi ihlâsma zarar vermez. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet et! Sen görmiyor isen de, O, seni görmekdedir) buyuruldu.
Başkalarının sevgisine ve medh etmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmak, riyâ olur. İbâdet ile olan riyâ bundan dahâ fenâdır. Allahü teâlânın rızâsını hiç düşünmeden yapılan riyâ, hepsinden dahâ fenâdır. İbâdet yaparak Allahü teâlâ- dan dünyâ menfe’atlerini istemek, riyâ olmaz. Yağmur düâsına çıkmak böyledir. îstihâre yapmak da, böyledir. Ücret ile imâm- lık, hatîblik, mu’allimlik yapmak, sıkıntıdan, hastalıkdan ve fakîrlikden kurtulmak için âyet-i kerîmeler okumak da, böyle¬dir denildi. Bunlarda hem ibâdet, hem de menfe’at niyyetleri bulunmakdadır. Ticâret maksadı ile hacca gitmek de böyledir. İbâdet niyyeti hiç bulunmazsa riyâ olurlar. İbâdet niyyeti çok 
-i sû’), yâ’nî kötü din adam¬ları denir. Bunların gideceği yer, Cehennemdir. Herkesin yanında sünnetlere uygun olarak, Şöhret için va’z vermek, nasihat etmek, kitâb yazmak da riyâ olur. Va’z, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker demekdir. Münâkaşa etmek, başkalarından üstün görünmek ve övünmek olur. Riyâdan korkarak ibâdeti terk etmek câiz değildir. Allahü teâlânın rızâsı için nemâza durup, nemâzı bitirinceye kadar hep dünyâ işlerini düşünürse, nemâzı sahîh olur. Şöhrete sebeb olacak şekilde giyinmek de riyâ olur. Din adamlarının, temiz, kıymetli elbise giymeleri lâzımdır. Halk, insa¬nın görünüşüne bakmakdadır. Bunun için, imâmların, cum’a ve bayram günleri zînetli elbise giymeleri sünnetdir.
için ilm öğrenmek de, riyâ olur. Dünyâlık elde etmek, ya’nî mal, mevki’ elde etmek için ilm öğrenmek emekdir. Niyyet, ibâdete başlarken yapılır. Dahâ önce, meselâ bir günolursa, sevâb hâsıl olur. İbâdetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyyeti ile olursa, yine riyâ olmaz ve çok sevâb olur. Ramezan orucunu’ tutmakda riyâ olmaz. Allahü teâlânın rızâsı için nemâza başlayıp, sonradan hâsıl olan riyânın zararı olmaz. Riyâ ile yapılan farzlar sahîh olur. İbâdet borcu ödenmiş olur ise de, sevâbı olmaz. Et ihtiyâcını karşıla¬mak niyyeti ile, kurban kesmek câiz olmaz. Allahü teâlâ için ve bir insan için birlikde niyyet ederek kurban kesmek câiz değildir.
Allahü teâlânın rızâsı için olmayıp, yalnız hacdan, gazâdan gelen için ve gelen emîri, re’îsi karşılamak için kesilen hayvan leş olur. Kesmesi ve yimesi harâm de, riyâ olur. Riyâ harâmdır. Allahü teâlâ için olan ilm, Allahü teâlâdan korkmağı an¬dırır. Kendi ayblarını görmeğe sebeb olur. Şeytanın aldatmasına mâni’ olur. İlmini dünyâ kazancına, mâla ve mevkı’e kavuşmağa vâsıta eden din adamlarına (Ulemâyalnız iken ise, edeblere \ uymıyarak yapılan ibâdetler, riyâ olur. Onbirinci maddenin sonuna bakınız!
Yapılan ibâdetin sev âbını, ölü veyâ diri başkasına hediyye etmek câizdir. Hac, nemâz, oruç, sadaka, Kur’ân-ı kerîm, mevlid okumak, zikr ve düâ okumak sevâblarını başkasına hediyye etmek, hanefî mezhebinde câizdir. Bu ibâdetleri ücret karşılığı, pazarlık ederek yapmak câiz değildir. Allahü teâlâ için okuyup, verilen hediyye kabûl edilir. Mâliki ve şâfi’î mezheble- rinde, sadaka, zekât ve hac gibi mâl ile yapılan ibâdetlerin sevâbını hediyye etmek câiz olup, nemâz, oruç ve Kur’ân-ı kerîm okumak gibi bedenle yapılanları câiz değildir. Hadîs-i |
şerîfde, (Kabristandan geçen kimse onbir ihlâs sûresi okuyup, sevâbını kabrdekilere hediyye ederse, meyyitler adedince sevâb verilir) buyuruldu. İbâdetlerin sahîh olması için, Allahü teâlânın rızâsı için yapmağa niyyet etmek lâzımdır. Niyyet, kalb ile olur. Yalnız söylemek ile niyyet edilmiş olmaz. Kalb ile birlikde olmak şartı ile söyliyerek niyyet etmek câiz olur denildi. Kalb ile niyyet, söz ile niyyete benzemezse, kalbdeki niyyete bakılır. Yalnız yemin etmek böyle değildir. Yemin etmekde, söz esâs- dır. İbâdetlerde niyyetin söz ile yapılacağını bildiren hiçbir hadîs-i şerif ve haber mevcûd değildir. Dört mezhebin imâm- ları da bildirmemişdir. Niyyet, ibâdet yapmağı kalbe getirmek, hâtırlamak değildir. Allahü teâlâ için yapmağı irâde etmek, istemek d önce yapılırsa, niyyet olmaz. Buna emel, arzû, va’d denir. Hanefî mezhebinde oruca niyyet etmek zemânı, bir gün evvel, güneşin batmasından başlayarak, ertesi gün, (Dahve) vaktine, ya’nî öğle vaktinden bir sâ’at evveline kadardır.
Başkalarının günâha girmemeleri için, bir kimsenin mubâhları terk etmesi iyi olur. Fekat sünnetleri, hattâ müste- hâbları terk etmesi câiz olmaz. Meselâ gîbet yapmamaları için, misvâk kullanmağı, sarık sarmağı, başı açık gezmeği, merkebe binmeği terk etmek iyi olmaz. Misvâk, misvâk ağacının veyâ zeytin, dut ağaçlarının dalından kesilen bir çubukdur. Bir parmak kalınlığında, bir karış uzunluğundadır. Kadınların misvâk yerine sakız çiğnemeleri de câizdir. Misvâk bulamayan, baş ve şehâdet parmaklarını dişlerine sürer. Bişr-i Hâfî “rahime-hullahü teâlâ”, sokakda başı açık olarak yürürdü.
Günâh işleyecek kimsenin, bu günâhdan vaz geçmesi, Allahü teâlâdan korkduğu için veyâ insânlardan hayâ etdiği için, yâhûd başkalarının yapmasına sebeb olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alâmeti, o günâhı gizli olarak da işlememekdir. İnsânlardan hayâ etmek, onların kötülemele¬rinden korkmak demekdir. Başkalarının günâh işlemelerine sebeb olmak, yalnız yapmakdan dahâ çok günâhdır.Başkaları¬nın bu günâhı işlemelerinin günâhları da, kıyâmete kadar bun¬lara sebeb olana yazılır. Bir hadîs-i şerîfde, (İnsan günâhını dünyâda gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyâmet günü, bu günâhı kulla¬rından saklar) buyuruldu. Herkese vera’ sâhibi olduğunu bildir¬mek için günâhını saklamak ve gizli olarak devâm etmek, bu hadîs-i şerîfe dâhil değildir. Riyâ olur.
81 — İslâm Ahlâkı — F: 6 
İbâdetlerini başkalarına göstermekden hayâ etmek câiz değildir. Hayâ, günâhlarını, kabâhatlerini göstermemeğe denir. Bunun için, va’z vermekden ve emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmakdan [din kitâbı, ilmihâl kitâbı yazmakdan ve satmakdan] ve imâmlık, müezzinlik yapmakdan, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumakdan hayâ etmek câiz değildir. (Hayâ îmândandır) hadîs-i şerifinde hayâ, kötü, günâh şeyleri göster¬mekden utanmak demekdir. Mü’minin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lâzımdır. Bunun için, ibâdetlerini sıdk ile ihlâs ile yapmalıdır. Buhârâ âlimlerinden birisi, sultânın oğullarının sokakda abes oyun oynadıklarını gördü. Elindeki asâ ile bun¬lan dövdü. Kaçdılar. Babalarına şikâyet etdiler. Sultân, bunu çağın]), sultâna karşı çıkanın habs olacağını bilmiyor musun dedi. Âlim, cevâb olarak, Rahmâna karşı çıkanın Cehenneme gideceğini bilmiyor musun dedi. Sultân, emr-i ma’rûf yapmak vazifesini sana kim verdi dedi. Âlim, seni kim sultân yapdı cevâbını verince, beni halîfe sultân yapdı dedi. Beni de, halîfe¬nin Rabbi vazifelendirdi dedi. Sultân, sana Semerkand şeh¬rinde emr-i ma’rûf yapmak vazifesini veriyorum dedikde, ben de kendimi bu vazifeden azl etdim cevâbını verdi. Bu cevâbına hayret etdim, emr olunmadan, izn verilmeden vazife yapdığını söyledin. İzn verilince de, azl olunmanı istiyorsun dedi. Sen izn verince, sonra azl edersin. Rabbimin verdiği vazifeden beni kimse azl edemez dedi. Bu söz üzerine sultân, dile benden istediğini vereyim dedi. Gençlik hâlimi bana getir dedi. Bu iş elimden gelmez deyince, bana bir fermân yaz da, Cehennem¬deki meleklerin re’îsi olan Mâlik, beni ateşde yakmasın dedi. Bunu da yapamam deyince, benim öyle bir sultânım var ki, herşeyimi ondan istiyorum. Her dilediğimi ihsân etdi. Bunu yapamam hiç demedi, dedi. Sultân, beni dü’âdan unutma diye¬rek serbest bırakdı.
Hadîs-i şerîfde, (Başkalarına gösteriş için nemâzını güzel kılan, yalnız olduğu zeman böyle kılmıyan, Allahü teâlâyı tahkir etmiş olur.) ve (Sizde bulunmasından en çok korkduğum şey, şirk-i asgara yakalanmanızdır. Şirk-i asgar, riyâ demekdir.) ve (Dünyâda riyâ ile ibâdet edene, kıyâmet günü, ey kötü inşân! Bugün sana sevâb yokdur. Dünyâda kimler için ibâdet etdin ise, sevâblannı onlardan iste denir) ve (Allahü teâlâ buyuruyor ki, benim şerikim yokdur. Başkasını bana şerik eden, sevâblannı ondan istesin. İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlâs
ile yapılan işleri kabûl eder.) buyuruldu. İbâdet, Allahü
f nûr-i dîde-i uşşak, teâlânın rızâsına kavuşmak için yapılır. Başkasının muhabbetine, ihsâ- nına kavuşmak için yapılan ibâdet, ona tapınmak olur. Allahü teâlâya ihlâs ile ibâdet etmemiz emr olundu. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlânın birliğine îmân edenden ve nemâzı ve zekâtı ihlâs ile yapandan Allahü teâlâ râzı olur) buyuruldu. Resûlullah «sal- lallahü aleyhi ve sellem” Mu’âz bin Cebeli “radıyallahü teâlâ anh”, Yemene vâlî olarak gönderirken, (İbâdetlerini ihlâs ile yap. İhlâs ile ya¬pılan az amel kıyâmet günü sana yetişir.) ve (İbâdetlerini ihlâs ile ya¬panlara müjdeler olsun. Bunlar hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karan¬lıklarını yok ederler) ve (Dünyâda harâm edilmiş olan şeyler mel’- ûndur. Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir.) buyuruldu. Dünyâ ni’metleri geçicidir. Ömrleri pek kısadır. Bunları ele geçirmek için dînini vermek ahmaklıkdır. İnsânlarm hepsi âciz¬dir. Allahü teâlâ dilemedikçe, kimse kimseye fâide ve zarâr yapamaz. İnşâna Allahü teâlâ kâfidir.
Allahü teâlâdan korkmalı, O’nun rahmetinden ümmîdi kesmemelidir. Ümmîd, recâ, korkudan çok olmalıdır. Böyle olanın ibâdetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun dahâ fazla olması, ihtiyârlarda recânın dahâ fazla olması lâzımdır denildi. Hastalarda recâ fazla olmalıdır. Korkusuz recâ ve recâsız korku câiz değildir. Birincisi emîn olmak, İkincisi ümmîdsiz olmakdır. Hadîsi kudsîde, (Kulumu, beni zan etdiği gibi karşıla¬nın) buyuruldu. Zümer sûresindeki elliüçüncü âyet-i kerîmenin meâl-i âlîsi, (Allah bütün günâhları afv eder. O gafûrdur, rahimdir) dir. Bun¬lardan, recânın fazla olması lâzım geldiği anlaşılmakdadır, (Allah kor¬kusundan ağlayan, Cehenneme girmez) ve (Benim bildiğimi buseydi¬niz, az güler çok ağlardınız) hadîs-i şerifleri de, havfın, korkunun fazla olması lâzım geldiğini göstermekdedir.
Aşk dır aşk dır, sâlike, refık-u bur ak.
Aşk, divâne eyler inşânı, kesmek için, alâkadan anı.
Oldu zîrâ, te’alluk-ı dünyâ, mâni’-i üns-i hazret-i Mevlâ.
Abd olan aşka9 şâh-ı âlem olur, aşk derdîle, şâa-ü hurrem olur.
-M- 
TÛL-İ EMEL
ünnetlere uygun olarak, Şöhret için va’z vermek, nasihat etmek, kitâb yazmak da riyâ olur. Va’z, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker demekdir. Münâkaşa etmek, başkalarından üstün görünmek ve övünmek olur. Riyâdan korkarak ibâdeti terk etmek câiz değildir. Allahü teâlânın rızâsı için nemâza durup, nemâzı bitirinceye kadar hep dünyâ işlerini düşünürse, nemâzı sahîh olur. Şöhrete sebeb olacak şekilde giyinmek de riyâ olur. Din adamlarının, temiz, kıymetli elbise giymeleri lâzımdır. Halk, insa¬nın görünüşüne bakmakdadır. Bunun için, imâmların, cum’a ve bayram günleri zînetli elbise giymeleri sünnetdir.
için ilm öğrenmek de, riyâ olur. Dünyâlık elde etmek, ya’nî mal, mevki’ elde etmek için ilm öğrenmek emekdir. Niyyet, ibâdete başlarken yapılır. Dahâ önce, meselâ bir günolursa, sevâb hâsıl olur. İbâdetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyyeti ile olursa, yine riyâ olmaz ve çok sevâb olur. Ramezan orucunu’ tutmakda riyâ olmaz. Allahü teâlânın rızâsı için nemâza başlayıp, sonradan hâsıl olan riyânın zararı olmaz. Riyâ ile yapılan farzlar sahîh olur. İbâdet borcu ödenmiş olur ise de, sevâbı olmaz. Et ihtiyâcını karşıla¬mak niyyeti ile, kurban kesmek câiz olmaz. Allahü teâlâ için ve bir insan için birlikde niyyet ederek kurban kesmek câiz değildir.
Allahü teâlânın rızâsı için olmayıp, yalnız hacdan, gazâdan gelen için ve gelen emîri, re’îsi karşılamak için kesilen hayvan leş olur. Kesmesi ve yimesi harâm de, riyâ olur. Riyâ harâmdır. Allahü teâlâ için olan ilm, Allahü teâlâdan korkmağı an¬dırır. Kendi ayblarını görmeğe sebeb olur. Şeytanın aldatmasına mâni’ olur. İlmini dünyâ kazancına, mâla ve mevkı’e kavuşmağa vâsıta eden din adamlarına (Ulemâyalnız iken ise, edeblere \ uymıyarak yapılan ibâdetler, riyâ olur. Onbirinci maddenin sonuna bakınız!
Yapılan ibâdetin sev âbını, ölü veyâ diri başkasına hediyye etmek câizdir. Hac, nemâz, oruç, sadaka, Kur’ân-ı kerîm, mevlid okumak, zikr ve düâ okumak sevâblarını başkasına hediyye etmek, hanefî mezhebinde câizdir. Bu ibâdetleri ücret karşılığı, pazarlık ederek yapmak câiz değildir. Allahü teâlâ için okuyup, verilen hediyye kabûl edilir. Mâliki ve şâfi’î mezheble- rinde, sadaka, zekât ve hac gibi mâl ile yapılan ibâdetlerin sevâbını hediyye etmek câiz olup, nemâz, oruç ve Kur’ân-ı kerîm okumak gibi bedenle yapılanları câiz değildir. Hadîs-i |
şerîfde, (Kabristandan geçen kimse onbir ihlâs sûresi okuyup, sevâbını kabrdekilere hediyye ederse, meyyitler adedince sevâb verilir) buyuruldu. İbâdetlerin sahîh olması için, Allahü teâlânın rızâsı için yapmağa niyyet etmek lâzımdır. Niyyet, kalb ile olur. Yalnız söylemek ile niyyet edilmiş olmaz. Kalb ile birlikde olmak şartı ile söyliyerek niyyet etmek câiz olur denildi. Kalb ile niyyet, söz ile niyyete benzemezse, kalbdeki niyyete bakılır. Yalnız yemin etmek böyle değildir. Yemin etmekde, söz esâs- dır. İbâdetlerde niyyetin söz ile yapılacağını bildiren hiçbir hadîs-i şerif ve haber mevcûd değildir. Dört mezhebin imâm- ları da bildirmemişdir. Niyyet, ibâdet yapmağı kalbe getirmek, hâtırlamak değildir. Allahü teâlâ için yapmağı irâde etmek, istemek d önce yapılırsa, niyyet olmaz. Buna emel, arzû, va’d denir. Hanefî mezhebinde oruca niyyet etmek zemânı, bir gün evvel, güneşin batmasından başlayarak, ertesi gün, (Dahve) vaktine, ya’nî öğle vaktinden bir sâ’at evveline kadardır.
Başkalarının günâha girmemeleri için, bir kimsenin mubâhları terk etmesi iyi olur. Fekat sünnetleri, hattâ müste- hâbları terk etmesi câiz olmaz. Meselâ gîbet yapmamaları için, misvâk kullanmağı, sarık sarmağı, başı açık gezmeği, merkebe binmeği terk etmek iyi olmaz. Misvâk, misvâk ağacının veyâ zeytin, dut ağaçlarının dalından kesilen bir çubukdur. Bir parmak kalınlığında, bir karış uzunluğundadır. Kadınların misvâk yerine sakız çiğnemeleri de câizdir. Misvâk bulamayan, baş ve şehâdet parmaklarını dişlerine sürer. Bişr-i Hâfî “rahime-hullahü teâlâ”, sokakda başı açık olarak yürürdü.
Günâh işleyecek kimsenin, bu günâhdan vaz geçmesi, Allahü teâlâdan korkduğu için veyâ insânlardan hayâ etdiği için, yâhûd başkalarının yapmasına sebeb olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alâmeti, o günâhı gizli olarak da işlememekdir. İnsânlardan hayâ etmek, onların kötülemele¬rinden korkmak demekdir. Başkalarının günâh işlemelerine sebeb olmak, yalnız yapmakdan dahâ çok günâhdır.Başkaları¬nın bu günâhı işlemelerinin günâhları da, kıyâmete kadar bun¬lara sebeb olana yazılır. Bir hadîs-i şerîfde, (İnsan günâhını dünyâda gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyâmet günü, bu günâhı kulla¬rından saklar) buyuruldu. Herkese vera’ sâhibi olduğunu bildir¬mek için günâhını saklamak ve gizli olarak devâm etmek, bu hadîs-i şerîfe dâhil değildir. Riyâ olur.
81 — İslâm Ahlâkı — F: 6 
İbâdetlerini başkalarına göstermekden hayâ etmek câiz değildir. Hayâ, günâhlarını, kabâhatlerini göstermemeğe denir. Bunun için, va’z vermekden ve emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmakdan [din kitâbı, ilmihâl kitâbı yazmakdan ve satmakdan] ve imâmlık, müezzinlik yapmakdan, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumakdan hayâ etmek câiz değildir. (Hayâ îmândandır) hadîs-i şerifinde hayâ, kötü, günâh şeyleri göster¬mekden utanmak demekdir. Mü’minin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lâzımdır. Bunun için, ibâdetlerini sıdk ile ihlâs ile yapmalıdır. Buhârâ âlimlerinden birisi, sultânın oğullarının sokakda abes oyun oynadıklarını gördü. Elindeki asâ ile bun¬lan dövdü. Kaçdılar. Babalarına şikâyet etdiler. Sultân, bunu çağın]), sultâna karşı çıkanın habs olacağını bilmiyor musun dedi. Âlim, cevâb olarak, Rahmâna karşı çıkanın Cehenneme gideceğini bilmiyor musun dedi. Sultân, emr-i ma’rûf yapmak vazifesini sana kim verdi dedi. Âlim, seni kim sultân yapdı cevâbını verince, beni halîfe sultân yapdı dedi. Beni de, halîfe¬nin Rabbi vazifelendirdi dedi. Sultân, sana Semerkand şeh¬rinde emr-i ma’rûf yapmak vazifesini veriyorum dedikde, ben de kendimi bu vazifeden azl etdim cevâbını verdi. Bu cevâbına hayret etdim, emr olunmadan, izn verilmeden vazife yapdığını söyledin. İzn verilince de, azl olunmanı istiyorsun dedi. Sen izn verince, sonra azl edersin. Rabbimin verdiği vazifeden beni kimse azl edemez dedi. Bu söz üzerine sultân, dile benden istediğini vereyim dedi. Gençlik hâlimi bana getir dedi. Bu iş elimden gelmez deyince, bana bir fermân yaz da, Cehennem¬deki meleklerin re’îsi olan Mâlik, beni ateşde yakmasın dedi. Bunu da yapamam deyince, benim öyle bir sultânım var ki, herşeyimi ondan istiyorum. Her dilediğimi ihsân etdi. Bunu yapamam hiç demedi, dedi. Sultân, beni dü’âdan unutma diye¬rek serbest bırakdı.
Hadîs-i şerîfde, (Başkalarına gösteriş için nemâzını güzel kılan, yalnız olduğu zeman böyle kılmıyan, Allahü teâlâyı tahkir etmiş olur.) ve (Sizde bulunmasından en çok korkduğum şey, şirk-i asgara yakalanmanızdır. Şirk-i asgar, riyâ demekdir.) ve (Dünyâda riyâ ile ibâdet edene, kıyâmet günü, ey kötü inşân! Bugün sana sevâb yokdur. Dünyâda kimler için ibâdet etdin ise, sevâblannı onlardan iste denir) ve (Allahü teâlâ buyuruyor ki, benim şerikim yokdur. Başkasını bana şerik eden, sevâblannı ondan istesin. İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlâs
ile yapılan işleri kabûl eder.) buyuruldu. İbâdet, Allahü
f nûr-i dîde-i uşşak, teâlânın rızâsına kavuşmak için yapılır. Başkasının muhabbetine, ihsâ- nına kavuşmak için yapılan ibâdet, ona tapınmak olur. Allahü teâlâya ihlâs ile ibâdet etmemiz emr olundu. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlânın birliğine îmân edenden ve nemâzı ve zekâtı ihlâs ile yapandan Allahü teâlâ râzı olur) buyuruldu. Resûlullah «sal- lallahü aleyhi ve sellem” Mu’âz bin Cebeli “radıyallahü teâlâ anh”, Yemene vâlî olarak gönderirken, (İbâdetlerini ihlâs ile yap. İhlâs ile ya¬pılan az amel kıyâmet günü sana yetişir.) ve (İbâdetlerini ihlâs ile ya¬panlara müjdeler olsun. Bunlar hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karan¬lıklarını yok ederler) ve (Dünyâda harâm edilmiş olan şeyler mel’- ûndur. Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir.) buyuruldu. Dünyâ ni’metleri geçicidir. Ömrleri pek kısadır. Bunları ele geçirmek için dînini vermek ahmaklıkdır. İnsânlarm hepsi âciz¬dir. Allahü teâlâ dilemedikçe, kimse kimseye fâide ve zarâr yapamaz. İnşâna Allahü teâlâ kâfidir.
Allahü teâlâdan korkmalı, O’nun rahmetinden ümmîdi kesmemelidir. Ümmîd, recâ, korkudan çok olmalıdır. Böyle olanın ibâdetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun dahâ fazla olması, ihtiyârlarda recânın dahâ fazla olması lâzımdır denildi. Hastalarda recâ fazla olmalıdır. Korkusuz recâ ve recâsız korku câiz değildir. Birincisi emîn olmak, İkincisi ümmîdsiz olmakdır. Hadîsi kudsîde, (Kulumu, beni zan etdiği gibi karşıla¬nın) buyuruldu. Zümer sûresindeki elliüçüncü âyet-i kerîmenin meâl-i âlîsi, (Allah bütün günâhları afv eder. O gafûrdur, rahimdir) dir. Bun¬lardan, recânın fazla olması lâzım geldiği anlaşılmakdadır, (Allah kor¬kusundan ağlayan, Cehenneme girmez) ve (Benim bildiğimi buseydi¬niz, az güler çok ağlardınız) hadîs-i şerifleri de, havfın, korkunun fazla olması lâzım geldiğini göstermekdedir.
Aşk dır aşk dır, sâlike, refık-u bur ak.
Aşk, divâne eyler inşânı, kesmek için, alâkadan anı.
Oldu zîrâ, te’alluk-ı dünyâ, mâni’-i üns-i hazret-i Mevlâ.
Abd olan aşka9 şâh-ı âlem olur, aşk derdîle, şâa-ü hurrem olur.
-M- -i sû’), yâ’nî kötü din adam­ları denir. Bunların gideceği yer, Cehennemdir. Herkesin yanında sünnetlere uygun olarak, Şöhret için va’z vermek, nasihat etmek, kitâb yazmak da riyâ olur. Va’z, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker demekdir. Münâkaşa etmek, başkalarından üstün görünmek ve övünmek olur. Riyâdan korkarak ibâdeti terk etmek câiz değildir. Allahü teâlânın rızâsı için nemâza durup, nemâzı bitirinceye kadar hep dünyâ işlerini düşünürse, nemâzı sahîh olur. Şöhrete sebeb olacak şekilde giyinmek de riyâ olur. Din adamlarının, temiz, kıymetli elbise giymeleri lâzımdır. Halk, insa­nın görünüşüne bakmakdadır. Bunun için, imâmların, cum’a ve bayram günleri zînetli elbise giymeleri sünnetdir.

için ilm öğrenmek de, riyâ olur. Dünyâlık elde etmek, ya’nî mal, mevki’ elde etmek için ilm öğrenmek emekdir. Niyyet, ibâdete başlarken yapılır. Dahâ önce, meselâ bir günolursa, sevâb hâsıl olur. İbâdetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyyeti ile olursa, yine riyâ olmaz ve çok sevâb olur. Ramezan orucunu’ tutmakda riyâ olmaz. Allahü teâlânın rızâsı için nemâza başlayıp, sonradan hâsıl olan riyânın zararı olmaz. Riyâ ile yapılan farzlar sahîh olur. İbâdet borcu ödenmiş olur ise de, sevâbı olmaz. Et ihtiyâcını karşıla­mak niyyeti ile, kurban kesmek câiz olmaz. Allahü teâlâ için ve bir insan için birlikde niyyet ederek kurban kesmek câiz değildir.

Allahü teâlânın rızâsı için olmayıp, yalnız hacdan, gazâdan gelen için ve gelen emîri, re’îsi karşılamak için kesilen hayvan leş olur. Kesmesi ve yimesi harâm de, riyâ olur. Riyâ harâmdır. Allahü teâlâ için olan ilm, Allahü teâlâdan korkmağı an­dırır. Kendi ayblarını görmeğe sebeb olur. Şeytanın aldatmasına mâni’ olur. İlmini dünyâ kazancına, mâla ve mevkı’e kavuşmağa vâsıta eden din adamlarına (Ulemâyalnız iken ise, edeblere \ uymıyarak yapılan ibâdetler, riyâ olur. Onbirinci maddenin sonuna bakınız!

Yapılan ibâdetin sev âbını, ölü veyâ diri başkasına hediyye etmek câizdir. Hac, nemâz, oruç, sadaka, Kur’ân-ı kerîm, mevlid okumak, zikr ve düâ okumak sevâblarını başkasına hediyye etmek, hanefî mezhebinde câizdir. Bu ibâdetleri ücret karşılığı, pazarlık ederek yapmak câiz değildir. Allahü teâlâ için okuyup, verilen hediyye kabûl edilir. Mâliki ve şâfi’î mezheble- rinde, sadaka, zekât ve hac gibi mâl ile yapılan ibâdetlerin sevâbını hediyye etmek câiz olup, nemâz, oruç ve Kur’ân-ı kerîm okumak gibi bedenle yapılanları câiz değildir. Hadîs-i |

şerîfde, (Kabristandan geçen kimse onbir ihlâs sûresi okuyup, sevâbını kabrdekilere hediyye ederse, meyyitler adedince sevâb verilir) buyuruldu. İbâdetlerin sahîh olması için, Allahü teâlânın rızâsı için yapmağa niyyet etmek lâzımdır. Niyyet, kalb ile olur. Yalnız söylemek ile niyyet edilmiş olmaz. Kalb ile birlikde olmak şartı ile söyliyerek niyyet etmek câiz olur denildi. Kalb ile niyyet, söz ile niyyete benzemezse, kalbdeki niyyete bakılır. Yalnız yemin etmek böyle değildir. Yemin etmekde, söz esâs- dır. İbâdetlerde niyyetin söz ile yapılacağını bildiren hiçbir hadîs-i şerif ve haber mevcûd değildir. Dört mezhebin imâm- ları da bildirmemişdir. Niyyet, ibâdet yapmağı kalbe getirmek, hâtırlamak değildir. Allahü teâlâ için yapmağı irâde etmek, istemek d önce yapılırsa, niyyet olmaz. Buna emel, arzû, va’d denir. Hanefî mezhebinde oruca niyyet etmek zemânı, bir gün evvel, güneşin batmasından başlayarak, ertesi gün, (Dahve) vaktine, ya’nî öğle vaktinden bir sâ’at evveline kadardır.

Başkalarının günâha girmemeleri için, bir kimsenin mubâhları terk etmesi iyi olur. Fekat sünnetleri, hattâ müste- hâbları terk etmesi câiz olmaz. Meselâ gîbet yapmamaları için, misvâk kullanmağı, sarık sarmağı, başı açık gezmeği, merkebe binmeği terk etmek iyi olmaz. Misvâk, misvâk ağacının veyâ zeytin, dut ağaçlarının dalından kesilen bir çubukdur. Bir parmak kalınlığında, bir karış uzunluğundadır. Kadınların misvâk yerine sakız çiğnemeleri de câizdir. Misvâk bulamayan, baş ve şehâdet parmaklarını dişlerine sürer. Bişr-i Hâfî “rahime-hullahü teâlâ”, sokakda başı açık olarak yürürdü.

Günâh işleyecek kimsenin, bu günâhdan vaz geçmesi, Allahü teâlâdan korkduğu için veyâ insânlardan hayâ etdiği için, yâhûd başkalarının yapmasına sebeb olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alâmeti, o günâhı gizli olarak da işlememekdir. İnsânlardan hayâ etmek, onların kötülemele­rinden korkmak demekdir. Başkalarının günâh işlemelerine sebeb olmak, yalnız yapmakdan dahâ çok günâhdır.Başkaları­nın bu günâhı işlemelerinin günâhları da, kıyâmete kadar bun­lara sebeb olana yazılır. Bir hadîs-i şerîfde, (İnsan günâhını dünyâda gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyâmet günü, bu günâhı kulla­rından saklar) buyuruldu. Herkese vera’ sâhibi olduğunu bildir­mek için günâhını saklamak ve gizli olarak devâm etmek, bu hadîs-i şerîfe dâhil değildir. Riyâ olur.

81 —                        İslâm Ahlâkı — F: 6

 

İbâdetlerini başkalarına göstermekden hayâ etmek câiz değildir. Hayâ, günâhlarını, kabâhatlerini göstermemeğe denir. Bunun için, va’z vermekden ve emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmakdan [din kitâbı, ilmihâl kitâbı yazmakdan ve satmakdan] ve imâmlık, müezzinlik yapmakdan, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumakdan hayâ etmek câiz değildir. (Hayâ îmândandır) hadîs-i şerifinde hayâ, kötü, günâh şeyleri göster­mekden utanmak demekdir. Mü’minin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lâzımdır. Bunun için, ibâdetlerini sıdk ile ihlâs ile yapmalıdır. Buhârâ âlimlerinden birisi, sultânın oğullarının sokakda abes oyun oynadıklarını gördü. Elindeki asâ ile bun­lan dövdü. Kaçdılar. Babalarına şikâyet etdiler. Sultân, bunu çağın]), sultâna karşı çıkanın habs olacağını bilmiyor musun dedi. Âlim, cevâb olarak, Rahmâna karşı çıkanın Cehenneme gideceğini bilmiyor musun dedi. Sultân, emr-i ma’rûf yapmak vazifesini sana kim verdi dedi. Âlim, seni kim sultân yapdı cevâbını verince, beni halîfe sultân yapdı dedi. Beni de, halîfe­nin Rabbi vazifelendirdi dedi. Sultân, sana Semerkand şeh­rinde emr-i ma’rûf yapmak vazifesini veriyorum dedikde, ben de kendimi bu vazifeden azl etdim cevâbını verdi. Bu cevâbına hayret etdim, emr olunmadan, izn verilmeden vazife yapdığını söyledin. İzn verilince de, azl olunmanı istiyorsun dedi. Sen izn verince, sonra azl edersin. Rabbimin verdiği vazifeden beni kimse azl edemez dedi. Bu söz üzerine sultân, dile benden istediğini vereyim dedi. Gençlik hâlimi bana getir dedi. Bu iş elimden gelmez deyince, bana bir fermân yaz da, Cehennem­deki meleklerin re’îsi olan Mâlik, beni ateşde yakmasın dedi. Bunu da yapamam deyince, benim öyle bir sultânım var ki, herşeyimi ondan istiyorum. Her dilediğimi ihsân etdi. Bunu yapamam hiç demedi, dedi. Sultân, beni dü’âdan unutma diye­rek serbest bırakdı.

Hadîs-i şerîfde, (Başkalarına gösteriş için nemâzını güzel kılan, yalnız olduğu zeman böyle kılmıyan, Allahü teâlâyı tahkir etmiş olur.) ve (Sizde bulunmasından en çok korkduğum şey, şirk-i asgara yakalanmanızdır. Şirk-i asgar, riyâ demekdir.) ve (Dünyâda riyâ ile ibâdet edene, kıyâmet günü, ey kötü inşân! Bugün sana sevâb yokdur. Dünyâda kimler için ibâdet etdin ise, sevâblannı onlardan iste denir) ve (Allahü teâlâ buyuruyor ki, benim şerikim yokdur. Başkasını bana şerik eden, sevâblannı ondan istesin. İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlâs

ile yapılan işleri kabûl eder.) buyuruldu. İbâdet, Allahü

f nûr-i dîde-i uşşak, teâlânın rızâsına kavuşmak için yapılır. Başkasının muhabbetine, ihsâ- nına kavuşmak için yapılan ibâdet, ona tapınmak olur. Allahü teâlâya ihlâs ile ibâdet etmemiz emr olundu. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlânın birliğine îmân edenden ve nemâzı ve zekâtı ihlâs ile yapandan Allahü teâlâ râzı olur) buyuruldu. Resûlullah «sal- lallahü aleyhi ve sellem” Mu’âz bin Cebeli “radıyallahü teâlâ anh”, Yemene vâlî olarak gönderirken, (İbâdetlerini ihlâs ile yap. İhlâs ile ya­pılan az amel kıyâmet günü sana yetişir.) ve (İbâdetlerini ihlâs ile ya­panlara müjdeler olsun. Bunlar hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karan­lıklarını yok ederler) ve (Dünyâda harâm edilmiş olan şeyler mel’- ûndur. Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir.) buyuruldu. Dünyâ ni’metleri geçicidir. Ömrleri pek kısadır. Bunları ele geçirmek için dînini vermek ahmaklıkdır. İnsânlarm hepsi âciz­dir. Allahü teâlâ dilemedikçe, kimse kimseye fâide ve zarâr yapamaz. İnşâna Allahü teâlâ kâfidir.

Allahü teâlâdan korkmalı, O’nun rahmetinden ümmîdi kesmemelidir. Ümmîd, recâ, korkudan çok olmalıdır. Böyle olanın ibâdetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun dahâ fazla olması, ihtiyârlarda recânın dahâ fazla olması lâzımdır denildi. Hastalarda recâ fazla olmalıdır. Korkusuz recâ ve recâsız korku câiz değildir. Birincisi emîn olmak, İkincisi ümmîdsiz olmakdır. Hadîsi kudsîde, (Kulumu, beni zan etdiği gibi karşıla­nın) buyuruldu. Zümer sûresindeki elliüçüncü âyet-i kerîmenin meâl-i âlîsi, (Allah bütün günâhları afv eder. O gafûrdur, rahimdir) dir. Bun­lardan, recânın fazla olması lâzım geldiği anlaşılmakdadır, (Allah kor­kusundan ağlayan, Cehenneme girmez) ve (Benim bildiğimi buseydi­niz, az güler çok ağlardınız) hadîs-i şerifleri de, havfın, korkunun fazla olması lâzım geldiğini göstermekdedir.

Aşk dır aşk dır, sâlike, refık-u bur ak.

Aşk, divâne eyler inşânı, kesmek için, alâkadan anı.

Oldu zîrâ, te’alluk-ı dünyâ, mâni’-i üns-i hazret-i Mevlâ.

Abd olan aşka9 şâh-ı âlem olur, aşk derdîle, şâa-ü hurrem olur

  • hastalıklarının, ya’nî kötü huyların mühimleri­nin Kalb altmış aded olduğunu bildirmişdik. Bunlardan dokuzun- cusu riyâdır. Riyâ, birşeyi olduğunun tersine göstermekdir. Kısaca, gösteriş demekdir. Âhıret amellerini yaparak âhiret yolunda olduğunu göstererek, dünyâ arzûlarma kavuşmak demekdir. Kısaca, dünyâ kazancına dîni âlet etmekdir. İbâdet­lerini göstererek, insânların sevgisini kazanmakdır. [Sözleri veyâ ibâdetleri riyâ ile olan kimsenin, din bilgisi varsa, buna (Münâfık) Din bilgisi yoksa, buna (Din yobazı) denir. Fen bilgisi olmayıp da, kendisini fen adamı tanıtıp, kendi görüşlerini, fen bilgisi olarak söyleyip, müslimânları aldat­mağa, bunların dinlerini, îmânlarmı bozmağa çalışan İslâm düşmanlarına (Zındık) veyâ (Fen yobazı) denir. Din yobazla­rına ve fen yobazlarına aldanmamalıdır.] Riyâ, ancak mülci’ olan ikrâh yapılınca câiz olur. İkrah, bir kimseyi istemediği şeyi yapmağa zorlamak demekdir. Ölümle veyâ bir uzvunu yok etmekle zorlamağa (Mülci’ ikrâh) denir. [Zâlimlerin, eşkiyânın işkence yapmaları da, mülci’ ikrâh olur.] Bu zeman, zorlanan işi yapmak zarûret olur. Habs etmekle ve dövmekle zorlamağa hafif ikrâh denir. Hafif ikrâh karşısında kalan kimsenin riyâ yapması câiz değildir. Riyânın zıddı, aksi (İhlâs) dır. İhlâs, dünyâ fâidelerini düşünmeyip ibâdetlerini yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapmakdır. İhlâs sâhibi, ibâdet yaparken başkalarına gös­termeği hiç düşünmez. Bunun ibâdetlerini başkalarının gör­mesi ihlâsma zarar vermez. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet et! Sen görmiyor isen de, O, seni görmekdedir) buyuruldu.

Başkalarının sevgisine ve medh etmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmak, riyâ olur. İbâdet ile olan riyâ bundan dahâ fenâdır. Allahü teâlânın rızâsını hiç düşünmeden yapılan riyâ, hepsinden dahâ fenâdır. İbâdet yaparak Allahü teâlâ- dan dünyâ menfe’atlerini istemek, riyâ olmaz. Yağmur düâsına çıkmak böyledir. îstihâre yapmak da, böyledir. Ücret ile imâm- lık, hatîblik, mu’allimlik yapmak, sıkıntıdan, hastalıkdan ve fakîrlikden kurtulmak için âyet-i kerîmeler okumak da, böyle­dir denildi. Bunlarda hem ibâdet, hem de menfe’at niyyetleri bulunmakdadır. Ticâret maksadı ile hacca gitmek de böyledir. İbâdet niyyeti hiç bulunmazsa riyâ olurlar. İbâdet niyyeti çoksıkıntıdan, hastalıkdan ve fakîrlikden kurtulmak için âyet-i kerîmeler okumak da, böyle­dir denildi. Bunlarda hem ibâdet, hem de menfe’at niyyetleri bulunmakdadır. Ticâret maksadı ile hacca gitmek de böyledir. İbâdet niyyeti hiç bulunmazsa riyâ olurlar. İbâdet niyyeti çok

 

-i sû’), yâ’nî kötü din adam­ları denir. Bunların gideceği yer, Cehennemdir. Herkesin yanında sünnetlere uygun olarak, Şöhret için va’z vermek, nasihat etmek, kitâb yazmak da riyâ olur. Va’z, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker demekdir. Münâkaşa etmek, başkalarından üstün görünmek ve övünmek olur. Riyâdan korkarak ibâdeti terk etmek câiz değildir. Allahü teâlânın rızâsı için nemâza durup, nemâzı bitirinceye kadar hep dünyâ işlerini düşünürse, nemâzı sahîh olur. Şöhrete sebeb olacak şekilde giyinmek de riyâ olur. Din adamlarının, temiz, kıymetli elbise giymeleri lâzımdır. Halk, insa­nın görünüşüne bakmakdadır. Bunun için, imâmların, cum’a ve bayram günleri zînetli elbise giymeleri sünnetdir.

için ilm öğrenmek de, riyâ olur. Dünyâlık elde etmek, ya’nî mal, mevki’ elde etmek için ilm öğrenmek emekdir. Niyyet, ibâdete başlarken yapılır. Dahâ önce, meselâ bir günolursa, sevâb hâsıl olur. İbâdetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyyeti ile olursa, yine riyâ olmaz ve çok sevâb olur. Ramezan orucunu’ tutmakda riyâ olmaz. Allahü teâlânın rızâsı için nemâza başlayıp, sonradan hâsıl olan riyânın zararı olmaz. Riyâ ile yapılan farzlar sahîh olur. İbâdet borcu ödenmiş olur ise de, sevâbı olmaz. Et ihtiyâcını karşıla­mak niyyeti ile, kurban kesmek câiz olmaz. Allahü teâlâ için ve bir insan için birlikde niyyet ederek kurban kesmek câiz değildir.

Allahü teâlânın rızâsı için olmayıp, yalnız hacdan, gazâdan gelen için ve gelen emîri, re’îsi karşılamak için kesilen hayvan leş olur. Kesmesi ve yimesi harâm de, riyâ olur. Riyâ harâmdır. Allahü teâlâ için olan ilm, Allahü teâlâdan korkmağı an­dırır. Kendi ayblarını görmeğe sebeb olur. Şeytanın aldatmasına mâni’ olur. İlmini dünyâ kazancına, mâla ve mevkı’e kavuşmağa vâsıta eden din adamlarına (Ulemâyalnız iken ise, edeblere \ uymıyarak yapılan ibâdetler, riyâ olur. Onbirinci maddenin sonuna bakınız!

Yapılan ibâdetin sev âbını, ölü veyâ diri başkasına hediyye etmek câizdir. Hac, nemâz, oruç, sadaka, Kur’ân-ı kerîm, mevlid okumak, zikr ve düâ okumak sevâblarını başkasına hediyye etmek, hanefî mezhebinde câizdir. Bu ibâdetleri ücret karşılığı, pazarlık ederek yapmak câiz değildir. Allahü teâlâ için okuyup, verilen hediyye kabûl edilir. Mâliki ve şâfi’î mezheble- rinde, sadaka, zekât ve hac gibi mâl ile yapılan ibâdetlerin sevâbını hediyye etmek câiz olup, nemâz, oruç ve Kur’ân-ı kerîm okumak gibi bedenle yapılanları câiz değildir. Hadîs-i |

şerîfde, (Kabristandan geçen kimse onbir ihlâs sûresi okuyup, sevâbını kabrdekilere hediyye ederse, meyyitler adedince sevâb verilir) buyuruldu. İbâdetlerin sahîh olması için, Allahü teâlânın rızâsı için yapmağa niyyet etmek lâzımdır. Niyyet, kalb ile olur. Yalnız söylemek ile niyyet edilmiş olmaz. Kalb ile birlikde olmak şartı ile söyliyerek niyyet etmek câiz olur denildi. Kalb ile niyyet, söz ile niyyete benzemezse, kalbdeki niyyete bakılır. Yalnız yemin etmek böyle değildir. Yemin etmekde, söz esâs- dır. İbâdetlerde niyyetin söz ile yapılacağını bildiren hiçbir hadîs-i şerif ve haber mevcûd değildir. Dört mezhebin imâm- ları da bildirmemişdir. Niyyet, ibâdet yapmağı kalbe getirmek, hâtırlamak değildir. Allahü teâlâ için yapmağı irâde etmek, istemek d önce yapılırsa, niyyet olmaz. Buna emel, arzû, va’d denir. Hanefî mezhebinde oruca niyyet etmek zemânı, bir gün evvel, güneşin batmasından başlayarak, ertesi gün, (Dahve) vaktine, ya’nî öğle vaktinden bir sâ’at evveline kadardır.

Başkalarının günâha girmemeleri için, bir kimsenin mubâhları terk etmesi iyi olur. Fekat sünnetleri, hattâ müste- hâbları terk etmesi câiz olmaz. Meselâ gîbet yapmamaları için, misvâk kullanmağı, sarık sarmağı, başı açık gezmeği, merkebe binmeği terk etmek iyi olmaz. Misvâk, misvâk ağacının veyâ zeytin, dut ağaçlarının dalından kesilen bir çubukdur. Bir parmak kalınlığında, bir karış uzunluğundadır. Kadınların misvâk yerine sakız çiğnemeleri de câizdir. Misvâk bulamayan, baş ve şehâdet parmaklarını dişlerine sürer. Bişr-i Hâfî “rahime-hullahü teâlâ”, sokakda başı açık olarak yürürdü.

Günâh işleyecek kimsenin, bu günâhdan vaz geçmesi, Allahü teâlâdan korkduğu için veyâ insânlardan hayâ etdiği için, yâhûd başkalarının yapmasına sebeb olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alâmeti, o günâhı gizli olarak da işlememekdir. İnsânlardan hayâ etmek, onların kötülemele­rinden korkmak demekdir. Başkalarının günâh işlemelerine sebeb olmak, yalnız yapmakdan dahâ çok günâhdır.Başkaları­nın bu günâhı işlemelerinin günâhları da, kıyâmete kadar bun­lara sebeb olana yazılır. Bir hadîs-i şerîfde, (İnsan günâhını dünyâda gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyâmet günü, bu günâhı kulla­rından saklar) buyuruldu. Herkese vera’ sâhibi olduğunu bildir­mek için günâhını saklamak ve gizli olarak devâm etmek, bu hadîs-i şerîfe dâhil değildir. Riyâ olur.

81 —                        İslâm Ahlâkı — F: 6

 

İbâdetlerini başkalarına göstermekden hayâ etmek câiz değildir. Hayâ, günâhlarını, kabâhatlerini göstermemeğe denir. Bunun için, va’z vermekden ve emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmakdan [din kitâbı, ilmihâl kitâbı yazmakdan ve satmakdan] ve imâmlık, müezzinlik yapmakdan, Kur’ân-ı kerim ve mevlid okumakdan hayâ etmek câiz değildir. (Hayâ îmândandır) hadîs-i şerifinde hayâ, kötü, günâh şeyleri göster­mekden utanmak demekdir. Mü’minin, önce Allahü teâlâdan hayâ etmesi lâzımdır. Bunun için, ibâdetlerini sıdk ile ihlâs ile yapmalıdır. Buhârâ âlimlerinden birisi, sultânın oğullarının sokakda abes oyun oynadıklarını gördü. Elindeki asâ ile bun­lan dövdü. Kaçdılar. Babalarına şikâyet etdiler. Sultân, bunu çağın]), sultâna karşı çıkanın habs olacağını bilmiyor musun dedi. Âlim, cevâb olarak, Rahmâna karşı çıkanın Cehenneme gideceğini bilmiyor musun dedi. Sultân, emr-i ma’rûf yapmak vazifesini sana kim verdi dedi. Âlim, seni kim sultân yapdı cevâbını verince, beni halîfe sultân yapdı dedi. Beni de, halîfe­nin Rabbi vazifelendirdi dedi. Sultân, sana Semerkand şeh­rinde emr-i ma’rûf yapmak vazifesini veriyorum dedikde, ben de kendimi bu vazifeden azl etdim cevâbını verdi. Bu cevâbına hayret etdim, emr olunmadan, izn verilmeden vazife yapdığını söyledin. İzn verilince de, azl olunmanı istiyorsun dedi. Sen izn verince, sonra azl edersin. Rabbimin verdiği vazifeden beni kimse azl edemez dedi. Bu söz üzerine sultân, dile benden istediğini vereyim dedi. Gençlik hâlimi bana getir dedi. Bu iş elimden gelmez deyince, bana bir fermân yaz da, Cehennem­deki meleklerin re’îsi olan Mâlik, beni ateşde yakmasın dedi. Bunu da yapamam deyince, benim öyle bir sultânım var ki, herşeyimi ondan istiyorum. Her dilediğimi ihsân etdi. Bunu yapamam hiç demedi, dedi. Sultân, beni dü’âdan unutma diye­rek serbest bırakdı.

Hadîs-i şerîfde, (Başkalarına gösteriş için nemâzını güzel kılan, yalnız olduğu zeman böyle kılmıyan, Allahü teâlâyı tahkir etmiş olur.) ve (Sizde bulunmasından en çok korkduğum şey, şirk-i asgara yakalanmanızdır. Şirk-i asgar, riyâ demekdir.) ve (Dünyâda riyâ ile ibâdet edene, kıyâmet günü, ey kötü inşân! Bugün sana sevâb yokdur. Dünyâda kimler için ibâdet etdin ise, sevâblannı onlardan iste denir) ve (Allahü teâlâ buyuruyor ki, benim şerikim yokdur. Başkasını bana şerik eden, sevâblannı ondan istesin. İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlâs

ile yapılan işleri kabûl eder.) buyuruldu. İbâdet, Allahü

f nûr-i dîde-i uşşak, teâlânın rızâsına kavuşmak için yapılır. Başkasının muhabbetine, ihsâ- nına kavuşmak için yapılan ibâdet, ona tapınmak olur. Allahü teâlâya ihlâs ile ibâdet etmemiz emr olundu. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlânın birliğine îmân edenden ve nemâzı ve zekâtı ihlâs ile yapandan Allahü teâlâ râzı olur) buyuruldu. Resûlullah «sal- lallahü aleyhi ve sellem” Mu’âz bin Cebeli “radıyallahü teâlâ anh”, Yemene vâlî olarak gönderirken, (İbâdetlerini ihlâs ile yap. İhlâs ile ya­pılan az amel kıyâmet günü sana yetişir.) ve (İbâdetlerini ihlâs ile ya­panlara müjdeler olsun. Bunlar hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karan­lıklarını yok ederler) ve (Dünyâda harâm edilmiş olan şeyler mel’- ûndur. Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir.) buyuruldu. Dünyâ ni’metleri geçicidir. Ömrleri pek kısadır. Bunları ele geçirmek için dînini vermek ahmaklıkdır. İnsânlarm hepsi âciz­dir. Allahü teâlâ dilemedikçe, kimse kimseye fâide ve zarâr yapamaz. İnsana Allahü teâlâ kâfidir.

Allahü teâlâdan korkmalı, O’nun rahmetinden ümmîdi kesmemelidir. Ümmîd, recâ, korkudan çok olmalıdır. Böyle olanın ibâdetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun dahâ fazla olması, ihtiyârlarda recânın dahâ fazla olması lâzımdır denildi. Hastalarda recâ fazla olmalıdır. Korkusuz recâ ve recâsız korku câiz değildir. Birincisi emîn olmak, İkincisi ümmîdsiz olmakdır. Hadîsi kudsîde, (Kulumu, beni zan etdiği gibi karşıla­nın) buyuruldu. Zümer sûresindeki elliüçüncü âyet-i kerîmenin meâl-i âlîsi, (Allah bütün günâhları afv eder. O gafûrdur, rahimdir) dir. Bun­lardan, recânın fazla olması lâzım geldiği anlaşılmakdadır, (Allah kor­kusundan ağlayan, Cehenneme girmez) ve (Benim bildiğimi buseydi­niz, az güler çok ağlardınız) hadîs-i şerifleri de, havfın, korkunun fazla olması lâzım geldiğini göstermekdedir.

Aşk dır aşk dır, sâlike, refık-u bur ak.

Aşk, divâne eyler inşânı, kesmek için, alâkadan anı.

Oldu zîrâ, te’alluk-ı dünyâ, mâni’-i üns-i hazret-i Mevlâ.

Abd olan aşka9 şâh-ı âlem olur, aşk derdîle, şâa-ü hurrem olur.

-M-

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*