Genel

Roma Üniversitesi Arkeoloji

Roma Üniversitesi Arkeoloji Prefesörü Paolo Matthiae’nin başkanlığında bir arkeoloji ekibi 1965 yılında, alanı 50 hektar ve yüksekliği 15 metre olan tepeye ilk kazmayı vurmuşlardır. Bu kazı aynı zamanda tarım ve çobanlıkla kıt kanaat geçinen yoksul Madrih köyü sakinlerine de refah getirmiş oluyordu. Şöyle ki, 15 yıldanberi her yılın Sonbaharında 10 hafta süre ile burada yapılan kazılarda çalışanlar için bu uğraş, kendilerine göre iyi bir gelir sağlamaktadır.

Kazılar bütün bilim dünyasında büyük heye­can yaratmıştır. £bla: krallığı l.ö. 2300, va da 2250 yıllarında Akkad kralı Karam-sin tarafından istilâ edilmiş (1) ve bu sırada kral sarayı da yanmıştır. Daha sonraları harabemi üzerine şehir yeniden yapılmış ve nihayet l.ö, 1650 yılında, yani Roma’nın kurulmasından 900 yıl önce, henüz bilinmeyen düşmanları tarafından Ebla tümiyle yıkılmış, bundan sonra da krallık ve başkent Ebla, binlerce yıllık uykusuna dalarak unutulup gitmiştir.

Sümer, Akkad ve Babil arşivlerinde Ebla adi geçmekle birlikte Ebla’nin nerede ve neresi olduğu şimdiye kadar anlaşılamamış ve hatta

 

 

 


 


 

 

 

 

1965 yılında yayımlanan Fischer’in Dünya Tari­hinin Eski Yakındoğu’ya ait birinci cildinde üç yerde adı geçen Ebla’nin bir yerinde Suriye’nin Kuzeyinde, öteki iki yerinde ise Yukarı Fırat’ta olduğu yazılmaktadır (2).

Ebla’da kazı yapılmasında ilk girişim 1955 yılında bir rastlantı olarak bulunan bir belirtiden cesaret alınmasiyle olmuş ve asıl kazılara 1965 yılında başlanmıştır (3). Her yıl büyük heves ve çaba ile sürdürülen kazılarda ilk önce çivi yazısiyle yazılmış 41 kil tablet bulunmuş, fakat en büyük buluş 10. ve 11. kazılarda, yani 1975 lerde sağlanmıştır.

Şöyle ki, 15.000 çivi yazılı tabletten oluşan büyük bir arşiv bu kazılarda meydana çıkarılmış­tır. Arkeologlara göre bu arşiv değer bakımından daha önce Boğazköy’de, Ebla’nin 100 kilometre batısındaki Ugarit’te ve 400 kilometre doğu kuzeyindeki Mari’de bulunmuş olan arşivlerle eşdeğerdedir (3).

Çivi yazılı bu kil tabletler 40 X 40 santimetre çapındadır ve sarayın 3,4 x 5,2 metre büyüklü­ğündeki bir odasında saray arşivi olarak bir odada tümüyle dolu ve muntazam olarak istif edilmiş iken, sarayın yanması sırasında çivi yazılı tabletler sağlam olarak küller arasında kalmıştır.

 

Tabletlerde kralın kâtibi “dub-zu-zu” nun imzası bulunmaktadır. Zengin bir ticaret ve memur devleti (4) olan Ebla sarayında kralın kâtibi fil dişi kalemle kralın emirlerini yastık biçimindeki kil tabletlere geçirmiş not defteri olarak kullandığı bu tabletleri de sonradan daha büyük arşiv tabletlerine işlemiştir. Bunlar arasın­da krala verilen hediyeler ve hatta dağıtılan un miktarları dahi yazılmış olanları vardır (1).

Tabletteki yazılar çivi yazısı olmakla birlikte, Prof, Matthiae ekibindeki çivi yazısı uzmanı Sebati Mascoli bu çivi yazısı hâzinesinin dilini çözmeğe başlayınca, tabletlerdeki dilin Sümerce olmayıp başka bir dil, yani Sümer dili ile Akkad, Ugarit ve eski İbrani dili karışımı bir Bati Sami dili benzeri, daha doğrusu bir Ebla dili olduğunu görmüştür. Böylece tabletlerdeki dilin, ilk çağın binlerce yıllık geçer dili olan Sümerce ile karışık bir dil olduğu anlaşılmıştır.

Bu arada, tabletler arasındaki ve dünyanın ilk “sözlük” ü olarak sayılan bir tablet listesinde Eblaca yazılı kuş, taş ve yer adlarının Sümerce karşılıkları bulununca, yazıların çözülmesi kolay­laşmıştır. Bundan sonra eski yazılar uzmanı

 

 

 


 

 

 

 

İtalyan Prof. Giovanni Pettinato kademeye girerek yazıları çözmüş ve bu buluşunun heye­canı içinde, tabletlerdeki Sodom, Gomora, İsmail, Davud ve İbrahim gibi adlara rastlayınca erken bir yargıya kapılarak, Amerikalı Tevrat uzmanı Noel Freedman’a bu adlardan söz etmiş, bu da Amerikan ve Ingiliz gazetelerinde sansas­yon bir haber olarak yayımlanmış ve hatta bir Amerikan Tevrat Dergisinde de bu haber yer alarak, Tevrat’da geçen Hz. İbrahim’in nihayet var olduğunun kanıtlandığı biçimde yorumlan­mıştır.

Oysa Tevrat’ın en eski bölümleri dahi, Ebla tabletlerinden 1500 yıl sonralara rastlamaktadır.

Bu yorumlardan, Yahudilerin anayurdunun Ebla, yani Suriye olması olasılığı biçimindeki yorum­lama Suriye’de büyük tepki ve kızgınlık yaratmış, özellikle Suriye Eski Eserler Müzesi Müdürü Dr. Afif Banmasi’nin tepkisi şiddetli olmuş ve bu biçimdeki yorumlarla arkeolojik buluşların yanlış değerlendirildiğini ve böylece Yahudilerin Suri­ye’ye karşı iddiaları bulunduğunun anlaşıldığını ve bu tezin yanlış olduğunu Şam’da çıkan Teşrin Gazetesinde yayımlamıştır (2). .

Arkeolojik ve tarihsel bir araştırmanın, bu tartışmalarla yanlış yöne itildiğini gören ve istemeyerek neden olduğu bu gelişme karşısında

 

telâşa düşen ve İtalyan arkeologlarına verilmiş bulunan kazı izninin geri alınmasından korkan Prof. Pettinato hemen ve büyük bir telaşla: Ebla’- lıların hiç bir suretle İsrailoğullarının ataları olduğunu gösterecek bir kanıt olmadığı yolunda bir açıklama yapmıştır. Ancak bu açıklama ve Suriyelilerin suçlamaları, New York Times ve Wall Street Journal gibi ünlü gazetelerde Suriyelileri yeniden suçlamaya neden olmuş ve bu gazeteler, çivi yazılarını okuyan uzmanların Suriyeliler tarafından baskı altına alındıklarını yazmışlardır. Hatta “Biblical Archeology Review” gazetesi, bulunmuş olan tabletler arasında, numaralanmış ve üzerinde Tevrat’da geçen adların ve yerlerin yazılı bulunduğu bir tabletin kaybolduğunu İddia etmiş ve bu arada bir de öldürme olayından söz ederek, bu öldürülen kimsenin milletlerarası Ebla tercüme komitesin­den bir Amerikalı üyenin dostu olduğunu iddia etmiştir.

Daha sonra Suriyelilere karşı yapılan bu suçlamaların yersiz olduğu ve öldürülen kimse­nin Ebla ile hiç bir ilgisi bulunmadığı ve hatta daha ilginç olarak da Papalığın Tevrat Enstitüsün­den gönderilen ve konu ile ilgili yazıda söz konusu tabletin kaybolmadığj ve ayrıca o tab­letteki yazının metal alaşımı ile ilgili bilgiler olduğu ve Tevrat’da geçen yerler olmadığı bildirilmiştir.

Böylece bütün bu tartışmaların yersiz olduğu anlaşılmış ve bu Yahudilerin Suriyelilerin ataları, ne de bunun tersinin varid olduğu ortaya çıkmıştır. Ancak şu nokta anlaşılmıştır ki, o çağlarda her iki bölge sâkinleri o tarihlerde ortaklaşa bir kültürün temelini oluşturmuşlar­dır ve bu konuda Ebla da önemli bir rol oynamış­tır. Bu arada Ebla’yı bulan Prof. Matthiae de: Ebla arşivi İ.ö. 2400 ile 2250 yılları arasında meydana getirilmiştir, Tevrat’ın en eski bölümleri ise bu tarihlerden ancak 1000 yıldan fazla bir zaman sonra yazılmıştır, demektedir.

Ne çare ki, bilimsel konular dahi bazan amaçlarından saptırılarak politik yönlere yönel­tilmektedir. Ancak özet olarak denebilir ki, Ebla’ da bulunan tabletlerden büyük bir kısım ticaret ve idare ile ilgili konular olmakla birlikte, tabletler arasında çok değerli —hatta bazıları eşi bulunmayan— hukuksal, tarihse], matema­tiksel, literatür ve sözlük konularında vesikalar bulunmaktadır. Bunlar arasında yukarıda sözü edilen Sümer-Ebla’ca “sözlük” de eskilik ve eski Sami dilinin hece biçimindeki yazılışı bakımın­dan Sümerce’nin daha iyi anlaşılmasına katkısı olduğu gibr, bu tabletlerin değerlendirilmesi ve aynı zamanda Sümerlerin oluşturdukları eski yakın doğu kültürüne ve özellikle Mezopotamya çivi yazısına yeni ışıklar tutacaktır (3).

(1)   Stem, 11.10.1979.

(2)   Bottero, Jean 1965, Fischer Welgeschichte: Die Altorientalischen Reiche I. Vom Paläolidkum bis zur Mitte des 2. Jahrtausendes, Fischer Bücherei, Frankfurt a/M.

(3)   Frankfurt Allgemeine Zeitung (Literaturteil) 13.11.1979.

(4)   Bilim ve Teknik 1978, Sayı 118 ve 131.

 

 

 

BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ ENSTİTÜSÜ * Rektörlüğüne bağlı olarak kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştır.

Enstitünün amacı, Türk – İslam uygarlığındaki bilim ve teknoloji ile ilgili yayın, veri ve belgeleri toplamak, incelemeler, araştırmalar yapmak, bunları yaymak ve öğretmektir.

Bu ilke doğrultusunda, Enstitünün yapmak istediği işler şunlardır:

  1. Konu ile ilgili belgelerin yerlerini belirlemek ve bu belgelerin fişlerinden birer kopyayı Enstitü Envanter Arşivinde bulundurmak,
  2. Konu ile ilgili araştırmaların, araştırmacının kendi imzası altında olmak koşulu ile, Enstitüce telif hakkını satın almak ve yayınlamak,
  3. Bugüne kadar incelenmemiş tarihi tesis ve yapıları, teknik yönleri ile incelemek ve tanıtmak,
    1. Bir Teknik Müze kurmak. Bu müzede başlangıcından bugüne kadar ki teknolojik gelişimi sergilemek,
    2. Bir Bilim ve Teknoloji Tarihi Kitaplığı kurmak.

Bu konuda yapılacak kitap, araç ve gereç bağışlarının, gerek Kitaplığın, gerekse Müzenin kurul­masında büyük yardımları olacaktır.

Yukarıda kısaca belirtilen çalışma alanları ile ilgilenecek kişi ve kurumlar, Enstitü adresinden ayrıntılı bilgi alabilirler.

Bilim ve Teknoloji Tarihi Enstitüsü

İstanbul Teknik üniversitesi Taşkışla, Oda No. 219 / İstanbul

4 Enstitüsü Yönetmeliği Resmi Gazete’nin 7.7.1979 gün ve 16689 no.’lu sayısında yayınlanmış ve Prof. Dr. Kâzım Çeçen başkanlığında çalışmalarına başlamıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir