İslâm âlimlerinin büyüklerinden. Süfyân bin Sa’îd bin Mesrûk el-Kûfî’nin künyesi, Ebû Muhammed veya Ebû Abdullah’tır. 95 (m. 713) senesinde Küfe’de doğdu, 161 (m. 778; de Basra’da vefât etti. Tebe-i tâbiînin büyüklerindendir. İlmini, zamanındaki büyük âlimlerden öğrendi. Hadîs ve fıkıh ilminde yüksek derecede olup müctehid idi. Mezhebi zamanla unutuldu. Cüneyd-i Bağdâdî, Hamdûn Kassar bunun mezhebinde idiler. Hadîs, fıkh, tefsîr ve tasavvuf gibi ilimlerde zamanın eşsizlerindendi. Haramlardan kaçıp, şüpheli şeyleri yapmamakta nihâyete erenlerdendi. Edeb ve tevâzuda (alçak gönüllülükte; benzeri azdı. Cami’ ul-kebîr, Câmi-ussagir ve Ferâiz isimli kitapları meşhûrdur. Mekke-i mükerremeye gittiği zaman halk başına toplanır, bilmedikleri anlayamadıkları hususları sorarlardı. Hepsine teker teker cevap verir, müşküllerini hallederdi. Hafızası çok kuvvetli ve fevkalâde idi. “Hâfizam, kendisine tevdi ettiğim hiçbir şeyde bana ihânet etmedi” buyurdu. Ya’ nî öğrendiğim hiçbir şeyi unutmadım demek istedi. Yirmi yıl geceleri uyumadı ve
abdestsiz gezmedi, ölümü hatırladığında kendinden geçerdi. Kime rastlasa “Ölüm gelmeden önce ona hazırlan” derdi. Hz. Süfyân-ı Sevri’nin annesi O’na hamile iken bir gün dama çıkıp komşuya ait bir turşuyu ağzına koymuştu. Bunun üzerine henüz ana rahminde bulunan Hz. Süfyân, kafasını şiddetle annesinin karnına vurdu. O anda annesi, yediği turşu>u komşudan izinsiz aldığını hatırlayıp, komşuya koştu. Onunla helâllaştı. Süfyân- ı Sevrî ana karnında bile haram lokmayı kabûl etmeyip, hep helâl lokma ile büyüdü. Hz. Süfyân-ı Sevri’nin gençliğinde sırtı kamburlaşmıştı. Sebebini sordular. Onlara “Üç üstâda talebelik yaptım. Hepsi de zamanının en âlimleriydi. Ölüm zamanında üçü de dünyâdan îmânsız olarak gittiler. Ben onların hâlini görünce, korkudan omurga kemiğim eğrildi. Hele üstâdımın birine uzun seneler hizmet ettim, talebelik yaptım. Hiç bir edebi terkettiğini görmedim. Dünyâdan âhırete göçeceği zaman başucunda irMm. Gözünü açıp, “Ey Süfyân! Bana ne olduğunu görüyor musun?” dedi. Ben de “Ey üstâdım, kendinizi nasıl buluyorsunuz?” dedim. O, “Beni dergâhından kovuyorlar, kabûl etmiyorlar. Sen buradan git, bize lâyık değilsin diyorlar” dedi. Sonra Hz. Süfyân, yanındakilerden Kur’ân-ı kerim istedi ve elini kitabın üzerine koyarak, “Şâhid olunuz ki o, bu mus- haftan ve içinde bulunanlardan nasipsiz öldü. Yahudi dînini seçti ve can verdi. Allahü teâlâ dilediğini yapar” dedi. Bir defa devrin halifesiyle namaz kılıyordu. Halife namaz kılarken sakalıyla oynuyordu. Hz. Süfyân; namazdan sonra, “Ey Halife! Namaz kılarken lüzumsuz hareket yapılmaz. Yarın kıyâmet günü böyle kıldığın namazları paçavra gibi yüzüne çarparlar” buyurunca Halife, “Biraz yavaş konuş etraftakiler duyacaklar” dedi. Hz. Süfyân, “Eğer, böyle önemli bir mes’eleyi izâh etmezsem, dînin emrini yerine getirmemiş olurum. Bu ise bana yakışmaz” buyurdu. Bu söz halifeye çok acı geldi. Halife, kendisine başkalarının da söz söyle- yememesi için darağacının kurulmasını ve âleme ibret için asılmasını emretti. Darağa- cının kurulduğu gün, Hz. Süfyân, yanında Hz. Fudayl bin Iyâd ve Hz. Süfyân bin Uyeyne olduğu halde uyuyordu. Bu iki büyük, onun asılacağını öğrenmişlerdi. Birbirlerine “Asılacağını uyanıncaya kadar bildirmiyelim” derken işitti ve “Ne konuşuyorsunuz?” buyurdu. Onlar da durumu Hz. Süfyân-ı Sevrî’ye anlattılar. O da, “Ben yaşamağa hevesli bir kimse değilim. Fakat, dünyâda yarım kalan, yapmam lâzım gelen işler var” buyurdu. Gözleri dolu dolu oldu ve “Ey Allahım! onları şiddetli bir cezâya çarptır” diye duâ etti. Daha duası biter bitmez sarayın kubbesi çöktü. Halife
Kay r av an ’da Mescid-i a ’zam minaresi.
A islim ilimleri Ansiklopedisi 3 7 7
SÜFYÂN-I SEVRİ
3 7 8 İslâm İlimleri Ansiklopedisi
Ca’fer ve adamları altında kalarak can verdi. O iki büyük zât, “Bu kadar çabuk kabûl olunan bir duâ işitmedik” dediler. O zamanın en büyük alimlerinden Hz. tmâm-ı a’zam, Süfyân-ı Sevrî, Hz. Mıs’âr bin Kedam ve Hz. Şüreyk, halife tarafından kadı ta’yin edilmek isteniyordu. Lâkin bunlar bu mes’ûliyetli işten çekiniyorlardı. Halife Mensûr bunları yanına çağırttı. İmâm-ı a’zam (r.a.; yolda giderken arkadaşlarına buyurdu ki, “Neticenin nasıl olacağını size tahmin edeyim mi? Ben yolunu ve çâresini bularak, Süfyân firâr ederek ve Mıs’âr kendini deli göstererek bu işten kurtuluruz. Şüreyk kadı olur.” Nihâyet yolda giderlerken, Süfyân-ı Sevrî (r.a.; “Kadı ta’ yin edilen kimse, bıçaksız boğazlanmıştır” hadîs-i şerifini düşünerek kaçtı, bir vapura sığındı. “Beni gizleyiniz zîrâ beni öldürecekler” buyurdu. Onlar da kendisini gizlediler. Böylece kadı olmaktan kurtuldu, tmâm-ı a’zamın buyurduğu gibi Şüreyk kadı oldu. Birisi Süfyân-ı Sevrî’ye (r.a.) iki altın gönderdi ve “Babam sizin dostlarınızdan ve talebelerinizden idi. Bu iki altın, onun bana mirâs bıraktığı helâl paradandır. Lütfen kabûl ediniz” dedi. Hz. Süfyân-ı Sevrî bu altınları çocuğuna verip geri götürmesini emretti. Şöyle buyurdu “Onun babasıyla olan dostluğum ve muhabbetim Allah için idi” dedi. Çocuğu, altınları iade edip gelince babasına, “Ey babacığım! Bizi çoluk çocuğumuz var, paraya da ihtiyâcımız vardı. Bu durumda, siz yine o altınları kabûl etmediniz” deyince O da, “Ey oğlum! Sen yemeyi, içmeyi düşünüyorsun. Ben, Allah için olan muhabbeti verip de, kıyâ- mette zararını göreceğim dünyâ sevgisini düşünüyorum” buyurdu. Bir zaman yanında bir kimse ile berâber Mekke’ye gidiyorlardı. Hz. Süfyân yolda hep ağlıyordu. Yanındaki kimse O’na, “Günahların sebebi ile mi ağlıyorsun?” dedi. Hz. Süfyân, “Günahlarım çoktur. Lâkin beni en fazla korkutan ve ağlatan şey acaba îmânımı muhafaza edebilecek miyim? korkusudur” buyurdu. Mekke’ye vardılar. Hac esnasında bir genç, Allah korkusuyla öyle bir “Allah” dedi ki, dayanamadı düşüp vefât etti. Hz. Süfyân-ı Sevrî bu hâli görünce, gencin cesedinin yanına geldi ve “Dört defa hac yaptım. Bunların sevâbım senin rûhuna hediyye ettim. Sen de bu söylediğin “Allah” sözünden meydana gelen sevâbı bana versen” deyince gencin cesedinden “Verdim’’ sesi duyuldu. Süfyân-ı Sevrî’ye (r.a.; o gece rü’yâsında şöyle denildi: “Sen çok kâr ettin. Eğer bu aldığını bütün Arafat’ta bulunanlara taksim etsen, hepsi zengin olurlardı.” Birisi şâhid olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatıyor: Bir seher vakti zemzem kuyusunun yanında oturuyordum. Bir kimse geldi.
Kuyudan bir kova doldurup çekti, içti. Kalanını bırakıp gitti. Yüzünde örtü olduğu için kim olduğunu da anlıyamadım. Kovada kalan artığını içtim. Tadı bâdem ezmesi gibiydi. O âna kadar o lezzette bir şey içmemiştim. Bir seher vakti yine aynı yerde oturuyordum. Yine geldi, kovayı doldurup kuyudan çekti ve içip gitti. Artığını içtim. Tadı bal şerbeti gibiydi. Geri döndüm gitmişti. Başka bir sefer yine böyle oldu. Bu sefer tadı şekerli süt gibiydi. Elbisesinden sıkıca tuttum, “Allah için söyle kimsin?” dedim. O, “Ben hayatta olduğum müddetçe kimseye söylemiyeceğine söz ver” dedi. Ben de kabûl ettim. “Ben Süfyân-ı Sevrî’ yim” dedi. Mahlûklara karşı çok şefkatliydi. Bir- gün çarşıda kafeste ötüp duran bir kuş gördü. Satın alıp salıverdi. Bu kuş her gece evine gelir namaz kılarken onu seyrederdi. Ba’zan da omuzuna konardı. Vefât ettiğinde yine geldi. Bulamayınca kabrine gidip üstüne kendini attı ve orada öldü. O esnada bir ses işitildi ki, “Allahü teâlâmn mahlûkuna olan aşırı merhametinden dolayı, Süfyân’a Allahü teâlâ çok merhamet etmiştir.” Birgün elinde bulunan bir ekmekten hem kendisinin yediğini, hem de yanında bulunan bir köpeğe yedirdiğini gördüler. “Niçin böyle yapıyorsunuz?” diye soranlara “Sabaha kadar beni bekliyor, ben de namaz kılıyorum” cevâbını verdi. Hz. Süfyân, sâde yaşamayı sever, aza kanâat eder, fakirlere çok itibâr gösterirdi. Süfyân-ı Sevrî (r.a.; dünyâlık ele geçirmek için devlet adamlanna hizmet eden birine bu halden uzaklaşmasını, Allahü teâlâya ibâdet etmesini tavsiye etti. O kimse, “Ailemin geçimi ne olacak?” diye sorunca Hz. Süfyân, “Sübhanallah! Kendisine âsi olduğun hâllerde bile nzkını kesmeyen Allahü teâlâ, kendisine itâatkâr olduğun zaman rızkını vermez mi?” buyurdu. Hz. Süfyân, birisiyle birlikte evin kapısında duruyordu. Önlerinden, süslenmiş bir adam geçti. Arkadaşı, bu adama bakarken, Hz. Süfyân mâni olup, “Eğer sizler bakmamış olsanız, böyle isrâf yapmazdı. Bunun isrâf günahına siz de ortak oluyorsunuz” buyurdu. Birgün arkadaşları, “Ey Süfyân! Güç ve tâkatınızın üzerinde ibâdet ve nefsinizle mücâdele ediyorsunuz. Nefsinize biraz merhamet etseniz yine murâdınıza erersiniz” dediler. Hz. Süfyân-ı Sevrî “ Ey kardeşlerim! Âlimlerden duydum ki, “Kıyâ- met günü Cennet ehli Cennete girip, makamlarına vardıklarında bir nur görürler. Öyle ki o nur Cennetin yedi katını dahi aydınlatır. O kimseler zannedecekler ki, bu nur Allahü teâlâmn cemâlinin nûrudur. Onun için secdeye kapanırlar. Sonra
SÜFYÂN-I SEVR!
Allahü teâlâ tarafından bir ses gelir “Siz başınızı secdeden kaldırın. Bu nur, Allahü teâlânın cemâlinin nûru değildir. Bir hûri’ nin, sâhibinin yüzüne karşı güldüğünde meydana gelen ve bu kadar yükselen nurdur” bu hûrileri isteyenler kınanmazlarsa, Rabbini istiyenler nasıl kınanabilirler:’’buyurdu. Birisi gelip dedi ki “Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerifinde buyuruyor ki: “Çok et yenen bir hâne halkından Allahü teâlâ nefret eder.” “Buradaki hâne halkından murâd nedir?” Süfyân-ı Sevri (r.a.> “Gıybet edenlerdir. Çünkü gıybet edenler başkalarının etini yerler” buyurdu. Süfyân-ı Sevri’nin (r.a.) talebelerinden birisi sefere çıkacak olsa, ona, “Eğer gittiğiniz yerlerde, satılık bir ölüm görürseniz onu benim için satın alınız” buyururdu. Vefâtı yaklaştığında çok ağlıyordu. “Ölmeyi çok arzû ediyordum. Lâkin şimdi ölümümün nasıl olacağını bilemediğim için çok korkuyorum. Bu sefere çıkmak gâyet güçtür. Başka seferlere çıkmak gibi, bir âsâ ve bir su kabı yetmiyor” deyince, dostları kendisine, “Cenneti beğeniyor musunuz?” diye sordular. Bunlara cevâben “Siz ne söylüyorsunuz? Benim gibi birine, hiç Cenneti verirler mi?” buyurdu. Bir zaman Süfyân-ı Sevri hazretleri hastalandı. Mütahassıs bir hıristiyan doktor getirdiler. Doktor muayene edeceği şahsın müslümanların büyüklerinden ve evliyâ- sından olduğunu duymuştu. Hz. Süfyân gelen doktor ile tıp ve diğer ilimler üzerinde bir süre sohbet etti. Gelen şahıs, tabib olmasına rağmen Süfyân-ı Sevri’nin tıp üzerine verdiği ma’lûmat, hiç duymadığı, bilmediği şeylerdi. Hayretler içinde kaldı. Daha sonra muayene etti. Muayeneden sonra dedi ki, “Sizin akciğeriniz ve böbrekleriniz tamamen çalışmaz durumda olup, korkudan ciğerleriniz parçalanmış. Bu hâliyle bir insanın yaşaması imkânsızdır.” Hz. Süfyân “Allahü teâlâ herşeye kâdirdir” buyurdu. Bunun üzerine hıristiyan doktor, “Bir dinde, tıbben yaşaması mümkün olmayan bir insanın yaşaması, o dînin yanlış bâtıl olmadığına açık delildir.” deyip hemen orada kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu. Devrin halifesi bunu duyunca, “Ben sandım ki, doktor hastanın yanına geldi. Meğer hasta doktora gönderilmiş” dedi. Süfyân-ı Sevri (r.a.ı Basra’da hastalandı. Karnı ağrıdığından devamlı abdesti bozuluyordu. Abdestsiz ölmek korkusuyla o gece altmış defa abdest aldı ve hasta hâliyle hep namaz kıldı. Vefâtı yaklaştığında Hz. Abdullah bin Mehdî’ye “Beni yatağımdan indirip, yüzümü yere koyunuz. Çünkü vakit tamam oldu” buyurdu. Hz. Abdullah, Süfyân-ı Sevri’nin yüzünü toprağa koyup, dostlara
haber vereyim diye dışarı çıktığında, herkesin hazırlanmış olarak beklediklerini gördü. “Size kim haber verdi?” deyince, hepsi de, rü’yâda haydi kalkın. Süyfân’ın cenâze namazına hazırlanın” diye bir ses işittik dediler. Ba’zılan içeri girdiler. Hz. Süfyân, son anlarını yaşıyordu. Yastığının altından içinde bin altın bulunan bir kese çıkardı.. “Bunu sadaka olarak dağıtın” buyurdu. Orada bulunanlar hayret edip, “Allah! Allah! Bu zât, dünyâ malına kıymet vermez, yanında dünyâlık bulundurmaz, hattâ dünyâlık olan hediyeleri de kabûl etmez idi. Bu kadar para biriktirmesinin hikmeti nedir?” diye birbirlerine sordular. Söylediklerini işitince buyurdu ki, “Bu para ile dinimi ve bedenimi korudum. Şeytan elbisen ve yiyecek şeylerin yok, bunlar için dünyâlık kazan” diye ne kadar vesvese vermiş ise, her defasında “İşte altın” diyerek bu altınları gösterdim ve onu başımdan def ettim. Bu altınlan ona karşı silâh olarak kullandım.” Bundan sonra kelime-i şehâdeti söyledi ve rûhunu teslim etti. Vefât ettiği gece, “Vera’ ve dinde hassasiyet sâhibi olan Süfyân vefât etti” diye bir ses duyuldu. Vefâtından sonra kendisini rü’yâda görenler, sordular ki “Efendim, mezar daracık bir yerdir. Hem karanlık hem de yalnızlıktır. Buna sabretmeniz nasıl mümkün oluyor?” Cevâbında, “Benim mezarım Allahü teâlânın izni ile çok genişledi ve Cennet bahçelerinden bir bahçe oldu ki, o bahçede Cennet kuşlan ötüşüyorlar” buyurdu. Dostlanndan biri kendisini rü’yâda görüp, “Allahü teâlâ sana nasıl muamele eyledi?” diye sordu. Cevâbında “Allahü teâlâ bana öyle ihsânda bulundu ki, iki adımda Cennete vardım” buyurdu. Diğer bir kimse, Hz. Süfyân’ı Cennette nûrdan kanatlarla uçmakta olduğunu gördü. “Bu dereceye nasıl kavuştun?” diye sordu. “Dînin emirlerine uymakta çok hassas olmakla kavuştum” buyurdu. Rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden ba’ zılan: “Herşeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur. ” “Her tanın hergün sadaka vermesi lâzımdır.” Eshâb-ı kirâm “Ey Allahın Resûlü! Buna kimin gücü yetebilir?” diye sordular. Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdular ki: “Müslüman kardeşinize selâm vermeniz sadakadır. Hastasını ziyaret etmeniz sadakadır. Cenâze namazını kılmanız sadakadır. Yoldan ona eziyet veren şeyi kaldırmanı-: sadakadır…” “Meyyit mezara konup, mezar başındakiler dağılırken, onların ayak seslerini işitir. ”
\
“insanların arasına karışıp da onların eziyetlerine sabreden m ü’mın, in sanlara karışmayan ve eziyetlerine sabretmeyen kimseden daha hayırlıdır. ” Hadîs-i şerif
Islâm alimleri Ansiklopedisi 3 7 9
SÜFYÂN-I SEVRl
Rahatta Hassan kulesi.
“Allah.il teâlâ ni’metlerini kulunun üzerinde görmeyi sever.” “Allahü teâlâ sizin suretlerinize, bedenlerinize bakmaz. Ancak O sizin kalblerinize bakar.” “Hilâli gördüğünüz zaman oruç tutunuz. Hilâli gördüğünüz zaman iftar ediniz (Bayram yapınız). Eğer hava bulutlu olursa sayıyı otuza tamamlayınız. ” “Sahur yemeği yiyiniz, zîrâ sahur yemeğinde bereket vardır.” “İşçiye, alnının teri kurumadan hakkını veriniz.” “Sehâ (cömertlik; kökü Cennette, dalları dünyâda olan bir ağaçtır. Kim dünyâda bu ağacın dallarına tutunursa, bu dal onu Cennete götürür. Buhl (cimrilik) de kökü Cehennemde, dalları dünyâda olan bir ağaçtır. Kim dünyâda bu dallara tutunursa, bu dal onu Cehenneme götürür. ” “Sabah namazını aydınlık zamanına (güneş doğmadan önceki ¡bırakınız, çünkü bunun sevabı daha büyüktür.” “Misvak, ağız için temizlik ve Allahü teâlânın rızâsına sebebtir.” Buyurdu ki: “Büyük bir kalabalık, bir yere toplansa ve biri, içinizden akşama kadar kim yaşayacak, bilsin dense, kimse bilemez. İşin şaşılacak tarafı şurasıdır ki, eğer o kimselere “öyleyse, ölüm için gerekli hazırlığı yapan, ayağa kalksın dense kimse ayağa kalkmaz. Bu gafletten kurtulmağa çalışmalıdır.” “Zühd, yamalı elbise giymek, arpa ekmeği yemek değil, dünyânın faydasız şeylerine gönül bağlamamak ve uzun emel sâhibi olmamaktır.” “Para, mal ve mülk, kişinin zâhid olmasına mâni değildir. Dünyâlığı bulunmayan da zâhid sayılmaz. Dünyânın faydasız şeylerine aşın düşkünlük olup olmadığı araştı- nlıp, ona göre hüküm verilir. Bir kimsenin elinde dünyâlığı vardır. Fakat Zâhiddir. Bir kimsenin de dünyâlığı yoktur. Lâkin zâhid değildir. Mal, insanın silâhı gibidir. Ya’nî, insan canını sıhhatini, dînini ve şerefini mal ile korur.” “Bir kimse, hep ölümü hatırlar, ömrünü ölüme ve ondan sonraki hayata hazırlan- makla geçirirse, kabri Cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Ölümü hiç hatırlamaz, gafletle günleri geçerse, onun kabri Cehennem çukurlanndan bir çukur olur.” “Bir kimsenin, duâ ederken yalmz kendisine duâ edip, ana-babasına ve diğer müslümanlara duâ etmemesi, Kur’ân-ı kerîm okumayı bildiği halde hergün en azından yüz âyet okumaması, câmiye girdiği halde iki rek’at olsun namaz kılmadan çıkması, kabristandan geçtiği halde mevtâ- lara selâm vermemesi, bir yerde yalnız ola
rak yaşıyorsa, Cuma günü şehre geldiği halde Cuma namazı kılmaması, bulunduğu beldeye bir âlim geldiği halde, onun ilminden hiç istifâde edememesi, bir kişi ile dost olduğu halde ismini öğrenmeden aynl- ması, bir tanıdığı kendisini da’vet ettiği halde da’vetine gitmemesi, gençlik çağı büyük bir fırsat olduğu halde o zamanını boşa geçirmesi, kendisi tok ve komşusunun aç olduğunu bildiği halde, ona bir şeyler vermemesi o kimsenin gafletindendir.” “Rızâ Allahü teâlânın takdir ettiğine şükrederek kabûl etmektir.” Birisi sana gelip “Sen ne mübârek bir zâtsın” dese, bir başkası da “Sen ne kötü ve aşağı bir kimsesin” dese, sana birinci söz ikinci sözden daha hoş geliyorsa, anla ki fenâ bir kimsesin.” “Edeb öğrenilmeden ilim öğrenilmez.” “Para, eskiden sevimsizdi. Ama şimdi mü’minin kalkanıdır.” “Harama düşmemek, zarûrî ihtiyaçla- nm temin etmek için, elinde dünyalık bulunmasının zaran yoktur.” “Kendini iyi tanı. O zaman, hakkında söylenenler sana zarar vermez.” “İlmine ve ameline güvenerek, bu hâliyle kendini din kardeşlerinden üstün zanneden kimsenin ilmi de ameli de zâyi olmuştur.” “Lüzumsuz yere konuşan zelil olur.” “İlim öğrenmenin ilk şartı, susmak ve edepli olmaktır. İkinci şartı, dikkatle dinleyip ezberlemektir. Üçüncü şartı, öğrendiği ile amel etmektir. Dördüncüsü de, öğrendiği ilmi başkaianna öğretmek, herkese yaymaktır.” “Kötü işler hastalıktır. Âlimler ise hastalıklara ilâçtır. Âlimler bozulur, kötü işlere bulaşırsa, hastalan kim iyileştirecek?” “İlim, Allahü teâlâdan korkmak ve ona ibâdet etmek için öğrenilir.’ “İlim öğreten birini buldukça öğrenmeye devam ederiz.” “Haram para ile sadaka veren, câmi yaptıran, hayrat yapan kimse, kirlenmiş elbiseyi idrar ile yıkayan kimseye benzer ki, daha çok pislenir.” “Ana-babaya, helâl ve mubah olan işlerde itâat edilir. Haram ve şüphelilerde değil.” “Bir kimse Allahü teâlânın bütün emirlerini yerine getirip kalbinde az bir dünyâ sevgisi bulunsa, kıyâmet günü herkesin huzûrunda “Bakın bu filân oğlu filân kimsedir. Bu Allahü teâlânın kendisine, sivrisineğin kanadı kadar kıymet vermediği dünyâya gönül verdi” diye nidâ edilir. Bu hâlden dolayı öyle mahcûb olur ki, yüz etleri dökülecek gibi olur.” “Bu zamanda helâl lokma yemek zorlaştı.” “İyi ve kötü amellerin kendilerine mahsus kokuları vardır. İyiliğin kokusu çok
3 8 0 İslâm alimleri Ansiklopedisi
s ü f y A n-i SEVRl
hoş, kötülüğün kokusu ise, rahatsız edicidir. Kalbde kötülük yapmak için bir meyil olduğu anda kokusu, insanın yanındaki meleklere gelir. İyilik durumunda da iyi kokuyu hemen alırlar. Nasıl ki o melekler, sizi hiç rahatsız etmiyorlarsa, siz de onlan rahatsız etmeyin.” “Yemeklerini toplu olarak bir sofrada yiyen ev halkına meleklerin duâ ettiğini duydum. Bunlara Allahü teâlâ rahmet eder.” “Bir din kardeşin seni ziyârete geldiği zaman ona, “Yemek yer misin? karnın aç mı? Bir şeyler getireyim mi?” diye sorulmaz. Hemen bir şeyler hazırlanıp getirilir yemezse kaldırılır.” “Sende olmayan meziyetleri söyliyerek seni medheden kimse, hiç şüphe yok ki, sende olmayan günahı söyleyerek seni kötüler.” “Ölüm her an gelebilir. Yarına kadar yaşayabileceğini zanneden bir kimse ölüm için hazırlıklı değildir. Allahü teâlâya yapılan ibâdetler, ölümü hatırlamaya işârettir. Günah ve kusur olan işler de, ölümü unutmuş olmanın alâmetidir.” “Dîni ve îmânı hakkında “Sonum ne olur?” diye söğüt yaprağı gibi titremiyen kimsenin sonu tehlikelidir.” “Allahü teâlâdan korkmakta, emirlerini yapmakta, ibâdet etmekte ve O’nun yasak ettiklerinden sakınmakta İmâm-ı a’ zamdan daha üstün kimse görmedim.” “Ey insan! Senin bütün sermâyen, dünyâdaki bir kaç günlük ömründür. Bu günler mutlaka gelip geçecek, hattâ bir çoğu geçti. O halde hiç olmazsa geride kalanlarının kıymetini bil.” “Kişinin Allahtan korkmak, haramlardan uzak durmak, şüphelilerden sakınmak ve sabırlı olmak gibi güzel huylara sâhip olması, ilmi, Allah rızâsı için öğrendiğinin alâmetidir.” “Allahü teâlâ, sevdiği bir kuluna hiçbir zaman düşman olmaz. Düşmanını da hiçbir zaman dost edinmez.” Süfyân-ı Sevrî’nin nasihati: Ey kardeşim! Her zaman ve her yerde, doğru ol. Yalan, sözünde durmamak, emâneti yerine getirmemek gibi kötü huylardan çok sakın. Yalancı ve sözünde durmıyanlarla düşüp kalkma. Çünkü böyle kimselerle berâber olmak, günaha sebeb olur. Yine, sözlerinde ve işlerinde riyâdan sakın. Çünkü riyâ (gizli; şirktir. Ucub’dan da kendini muhafaza et. Ucub, yaptığı ibâdetleri, iyilikleri beğenerek bunlarla övünmektir. Ucub bulunan amel, Allahü teâlânın katında makbûl değildir. (Fakat bunların Allahü teâlâdan gelen ni’metler olduğunu düşünerek sevinmek, ucub olmaz.; Sen, dînini, dîni üzerine titreyen (Sünnet-i seniyye’ye bağlı, ilmiyle amel eden( âlimlerden öğren. Çünkü, dîninde
sağlam olmıyan, ilmiyle amel etmiyenlerin hâli, hasta olup, kendisini tedâvîden ve kendine bir çâre bulmaktan âciz olan tabibin hâline benzer. Böyle bir tabîb, insanların hastalıklarını, nasıl teşhis edip, iyileştirir? Onlara nasıl ilâç tavsiye eder? Çünkü o kendisi hastadır. İşte dîni üzerine titremiyen, ilmiyle amel etmiyen bir kimse, senin dînine îmanına zarar gelir diye nasıl titrer? Ne derecede titizlik gösterebilir? Aziz kardeşim! Dînin, senin etin ve kanın yerindedir. Kendin için ağla. Kendine merhamet et. Sen kendine aramazsan, başkası hiç acımaz. Senden dünyâ sevgisini giderip, âhırete hazırlık için teşvik eden kimselerle oturup, kalk. Dünyâ işine dalıp, âhıreti unutanlarla düşüp kalkma. Çünkü onlar senin dînini, i’tikâdını ve kalbini bozarlar, ölümü çok hatırla. Geçmiş günahlarından dolayı çok istigfâr et. (Allahü teâlâdan af ve mağfiretini iste.; Kalan ömrün için, Allahü teâlâdan seni muhafaza etmesini iste. Aziz kardeşim! Güzel edep ve güzel ahlâka iyi sarıl. Cemâate muhalefet edip, onlardan ayrılma. Çünkü hayır, cemâat iledir. Fakat, cemâat dünyâya dalıp, dünyâlarını mâmur etmeğe çalışıyorlarsa, onlara uymazsın. Dîni hakkında senden bir şey soran her mü’mine, yardımcı ol. Onlara yol göster. Onlara nasîhatta bulun. Allahü teâ- lânın beğendiği bir işte, seninle müşâvere eden (sana danışan; bir kimseden hiçbir şeyi gizleme. Bir mü’mine hıyânet etmekten çok sakın. Kim bir mü’mine hıyânet ederse, Allahü teâlâ ve Resûlüne (s.a.v.; hıyânet etmiş olur. Mü’min bir kardeşini Allahü teâlâmn rızâsı için sevdiğin zaman, canını ve malını ondan esirgeme. Münakaşa ve mücâdele de yapma. Haksızlık edip günaha girebilirsin. Her yerde sabırlı ol. Sabır, hayra ve iyiliğe, bunlar ise Cennete götürür. Hiddet ve gadabtan da kendini muhafaza et. Bunlar, inşam kötülüğe çeker. Kötülükler ise Cehenneme götürür. Âlimlerle münâkaşa yapma. Kıymetini düşürürsün. Âlimlerin yanına gidip gelmek rahmettir. Âlimlerle irtibatı kesmekten Allahü teâlâ râzı olmaz. Âlimler Peygamberlerin (a.s.) vârisleridir. Zühde (Dünyâya rağbet etmemek; sanl ki, Allahü teâlâ sana çok şeyler ihsân etsin. Vera’ya (Şüphelilerden sakınmağa) yapış ki, hesâ- bın kolay olsun. Seni şüpheye düşüren şeyleri bırakıp, şüpheye düşürmiyen şeylere sarılırsan günaha düşmekten kurtulursun. İyiliği emret, kötülükten alıkoy, Allahü teâ- lânın sevdiği kul olursun. Fâsıklan sevme. Böyle yaparsan, şeytanları kovmuş olursun. Dünyâda, kavuştuğun şeylerden dolayı sevinci ve gülmeyi azalt, Allahü teâ- lânın nezdinde kıymetin olur. Âhıretin için alış, dünyân için Allahü teâlâ kâfi olur, çini, kalbini güzelleştirirsen, Allahü teâlâ
\ İslâm İlimleri Ansiklopedisi 3 8 1
\
SÜFYÂN-I s e v r î
3 8 2 lsUm İlimleri Ansiklopedisi
da dışını güzelleştirir. Hatâların günahların için ağla, Refik-i a’lâ ehlinden olursun. Allahü teâlâdan gâfil olma. Çünkü Allahü teâlâ senden gâfil değildir. Allahü teâlânın senin üzerinde haklan vardır. Onlan yerine getirmen gerekir. Bu vazifelerden gâfil olma. Kıyâmet gününde onlardan hesâba çekileceksin. Vekar ve i’tidâl sâhibi ol. Bir işin âhıretin için muvâfık, uygun olduğunu görürsen, ona yapış. Eğer âhıre- tin için muvâfık değilse, dur, ona yapışanların ne yaptıklannı ve ondan nasıl kurtulduklannı gör. Hemen acele etme. Allahü teâlâdan, âfiyet (sıhhati dile. Âhı- retle alâkalı bir işe yöneldiğin zaman, senin ile onun arasına şeytan girmeden önce, acele edip onu hemen yap, geciktirme! Çok yeme, yerken de niyetsiz ve isteğin olmadan yeme. (Yemeği, sağlık ve sıhhat ve âfiyet sâhibi olup, daha iyi ibâdet ve tâat yapabilmek niyetiyle ye.; Karnım şişirme, Allahü teâlâyı zikredip, anmana mâni olur, însanlann elindekine düşkün olma. Çünkü bu insanın dînine zarar verir. însanlann elindekine rağbet etme. Çünkü bu kalbi katılaştınr. Dünyâya düşkün olma! Dünyâya düşkün olmak, kıyâmet günü insanın ayıbını ortaya çıkanr. Kalbi ve cesedi, günah ve hatâlardan annmış, eli zulümden uzak, kalbi kin, hîle ve hıyânetten kurtulmuş, karnı haramdan boş olan kimselerden ol. Haram kazanç ile beslenen vücut Cennete giremez. Gözünü insanlardan çevir. İhtiyâcın olmadan yürüme. Boş yere, sebebsiz konuşma. Senin olmayan şeyi alma. Kalan ömrün için, acaba dînime ve âhıretime bir zarar gelir mi diye kork, bunun hüzün ve endişesi içerisinde ol. Allahü teâlâya tâatta (beğendiği işlerde; bulunan sâlih bir müslümana buğzetme. Büyük küçük herkese merhametli ol. Akra- bân ile alâkayı kesme. Sana gelmeyene, sen git. Akrabân, seninle alâkayı kesseler de, sen kesme. Sana zulmedeni affet. Peygamberler (a.s.; ve şehidlerle berâber olursun. Çarşıya fazla girme. Çünkü çarşıda (çoğunlukla; iyi olmıyan şeyler görülür. Çarşıda fazla kalma. İhtiyâcını gör ve ayni. Oruca devam et. O, kötülük kapısını kapalı tutar. İbâdet kapısını açar. Az konuş, kalbin yumuşak olur, katılaşmaz. Ekseriyetle suskun ol, vera’ sâhibi olursun. Dünyâya hırslı olma, hasedci olma, anlayışın sür’atli olur. Herkesi kötüleyici ve suçlayıcı olma, insanlann dilinden kurtulursun. Şefkatli ve merhametli ol, herkes seni sever. Allahü teâlânın yaptığı taksime râzı olup, nzkmdan memnun olursan, gönlü zenginlerden olursun. Allahü teâlâya tevekkül et. Kuvvetli olursun. Dünyâ ehli ile onlann dünyâ menfaatleri üzerinde münâkaşa etme, o zaman seni, Allahü teâlâ ve insanlar sever. Mütevâzi (alçak gönüllü; ol, sâlih amelleri tamamlamış olursun. Acırsan, her şey sana acır.
Kıymetli kardeşim! Günlerini, gecelerini ve saatlerini boşa geçirme, âhıretine hazırlık yap. Allahü teâlânın nzâsını kazanmaya bak. Bu da, Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle olur. Kıymetli kardeşim! Cömert ol. Bununla Allahü teâlâ, sana hesabım kolay yapar. Çok iyilik yap. Kabrinde sana arkadaş olurlar. Haramlardan sakın. îmânın tadını duyarsın. Takvâ ve vera’ ehli (Haramlardan ve şüphelilerden uzak duran; ile oturup kalk. Allahü teâlâ âhıretini iyi yapar. Dînin ve âhıretin husûsunda, Allahü teâlâdan korkan kimselerle istişâre et, onlara damş. Hayırlı işlerde acele et. Allahü teâlâ, seninle ma’siyet (günah olan ve kötü şeyler; arasına perde yapar. Allahü teâlâyı çok an, Allahü teâlâ seni dünyâya düşkün yapmaz. ölümü çok hatırlarsan, Allahü teâlâ, sana dünyâ işini hafif kılar. Cennete kavuşmağa arzulu olursan, Allahü teâlâ seni beğendiği işleri yapmağa muvaffak kılar. Cehennemden korkarsan, dünyâ musibetleri sana hafif ve kolay gelir. Cennet ehlini seversen, kıyâmet günü onlarla berâber olursun. Günah işliyen ve kötülük yapanlan sevmezsen, seni Allahü teâlâ sever. Müslümanlardan hiç kimseye kötü söz söyleme. Hiçbir iyiliği hor görme. Açıkta ve gizlide ilk işin Allahü teâlâdan korkup, yasakladığı şeylerden sakınmak olsun. Allahü teâlâdan şöyle kork: ölmüşsün, kabirde başına gelenleri görmüşsün, sonra kıyâmet kopup diriltilmişsin, sonra haşr olup, Allahü teâlâmn huzûrunda durmuş dünyâda yaptıklanndan hesâba çekiliyorsun, bu, sıradaki sıkıntılarla karşılaşıyorsun, sonra Cennet ve Cehenneme gidiyorsun. Eğer Cennete gidiyorsan, ebedî ni’metlere kavuşuyorsun, Cehenneme gidersen, çeşit çeşit azaplar göreceksin ve orada olup, kurtulma da yok. İşte bütün bunlan görüp, başına bir musîbet gelmesinden nasıl korkuyorsan, Allahü teâlâdan da öylece kork.
1) Târih i Bağdâd cild-9, sh-151 2) Hilyet-ül-evliyâ cild-6, sh-356; cild-7, sh-3 3) Vefeyât-ül-a’yârı cild-2, sh-386 4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-6, sh-381 5) Tezkiret-iil-evliyâ sh-120 6) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1067 7) Tehzib-üt-tehzîb cild-4, sh-111 8) Fâideli Bilgiler sh-48, 158, 430 9) Vehhâbiye Nasihat sh-129 10) Kıyâmet ve Âhıret sh-110 11) Fihrist sh-225 12) el-Cevâhir-ul-mudiyye cild-1, sh-250 13) Risâle-i Kuşeyri sh-51, 286, 290, 294, 532, 624 14) Keşf-ill-mahcûb sh-231 (urdu tercemesi) 15) Eshâb-ı Kirâm sh-392 16) Tabakât-iil-kübrâ cild-1, sh-47 17) Câmiu-kerâmet-il-evliyâ cild-2, sh-27 18) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-203 19) Sıfat-üs-safue cild-3, sh-147 20) Kevâkip-üd-düriyye cild-1, sh-115
SÜFYÂN-I SEVRÎ
02
Oca