Sultan Üçüncü Osman

Sultan Üçüncü Osman

Sultan Üçüncü Osman

Sultan Üçüncü Osman

Sultan üçüncü Osman
ALTMIŞSEKİZİNCİ KİTAP
Villeneuvc. — Bonneval. — İsveç’le tedafüi ve ta- * arruzî (savunma ve saldırı) ittifakı anlaşması، — Fransa ve •Napoli ile ticaret anlaşması. — Mengli- Girayln ölümü. — Sultan tarafından bir kütüphâ- ne tesisi. — İstanbul’da ayaklanma. — Vezirlâzam*-» m azledilmesi. — İki imparatorluk hükümetiyle ya¬pılan barış anlaşmasının uygulanmasında ortaya çıkan güçlükler. — Kont Ulefeld; Türk elçisi Viya- na’da. — Tercüman Ghika’nm idâm edilmesi. — Avusturya ve Rusya ile anlaşma. — îran elçilik he¬yeti. — Medine’ye gönderilen hediyeler. — Göktaş¬ları. — Romanzoff. — Fransa ve Napoli’de elçilik» ler٠*Moriâ’da kurbaütaşı örtüsü.. -— Türk Hobin- son Crusoe. — Yangınlar. — Veziriâzam’m azledil¬mesi، — Sultan tarafından bir imarethane kurul¬ması. — Düğün. — Nâdir Şâh Bağdad önünde. —٠ Veziriazam düştü. — Bosna’da sınırlandırma. — Fransa» İsveç, Polonya ve Rusya ile münasebetler.
— Bonneval. — Nâdir Şâh Musul’u boşuna kuşatı-yor.•—’Teşrif ât Efendisinin başı tehlikede. — Râ- gib’m Kahire, Kesriyeli’nin Erzurum valiliklerine atanmaları; serasker îran üzerine yürüyor. ٠— Kes¬rî yelî’nüı görevi. — Kars kuşatmasının kalkması. — Hindistan elçilik heyeti. — Aracılıkla, alâkalı anlaş¬ma. — Pcnkier ve Bpnnevai. — Erivan sa?a؟ı; Ye~ ؟en Mehmed Paşa’nm ölilmfi. — Savaş hazırlıkları ve elcilikler، — Şeyhülislâm Pirizâde*nin azledilme- si. — Kızlarağası’nın ölümü. ٠ Nazırlıkta değişik¬likler. — İnşâatlar.. — Veziriâzam Esseyyid Haşan Paşa’nm düşmesi. — Bir hıristiyanlık propaganda¬cısının idâmı. — Büyük tetkikçL — İran prensi. — Fransa’nın teşebbüsü. — BonnevaPin ölümü. ٠— Rusya ile barış anlaşmasının yenilenmesi. — Avus¬turya barış anlaşması süresiz uzatıldı.
VILLENEUVE
RANSA’nın aracılığı ve teminatı altında gerçekleştirilen ve Bâb-ı ■Alî’ye üstün imkânlar kazandıran Belgrad Ba¬rışı, bu çifte açıdan, Osmanlı ve Fransız diplomatik yıl¬lıklarının kaydettiği en parlak olaylardan biridir. Fransa’nın
OsmanlI imparatorluğunun meseleleri üzerindeki tesiri, »e da* ha önce, ne de bu olaydan sonra hiçbir zaman bu ölçüde kesin olmamıştır ٢٠ M. de Viüeneuve’ün önemli görevi, ”
Türkiye ile diplomatik münasebetleri tarihinin belirttiği en• unutulmaz olaydır. İngiltere yüz yıl önce Polonya ile Bâb-t Âlî arasında bir banş andl،؛،şmasının gerçekleşmesinde ilk defa aracılık görevini üstlenmişse de, hıristiyan devletler arasında Fransa, Avrupa’nın bir diğer devletiyle OsmanlI لاخ»أجهكهءسل arasında anlaşma maddelerinin insan haklarına uygun bir şe- ةهل؛آل uygulanmasına müdâhalede bulunan ¥6 bunu teminat al• tına almış ilk devlet oluyordu. Olağanüstü ®İçi olarak parlak bir ünvana lâyık görülen Vüleneuve, ٠ dönemde çeşitli Avrupa hû” kûmetleri tarafından أ1خ ل-لآةو ile girişilen bütün müzâkerel.erin. aynı zamanda ruhu, vasisi ve rehberiydi.
BONNEVAL
Onun yanında, hıristiyan devletler l؛arşı$ında OsmanlI im- paratorluğunun en faal memuru Bonneval yer alıyordu. Fran~ sızlara has cerbezeliği ve sözünü sakınmaması yüzünden, en ufak bir tenkide bile tahammülü olmayan ¥eziriâzanı Yeğen; Mehmed Paşa’yı kızdırmış ve Kastamonu’ya sürgüne gönderil- mişti. Paşa’nm makamından ayrılmasından kısa bir süre sonra; İstanbul’a ^girilmişti. Kızlarağası tarafından himaye edilmeyen Bonneval, açıksözlülüğünü ihtimâl hayatimle ödedi. Sürgüne gönderilmesine, enirindeki bombacıların ücretlerini almak için sultana şamatalı bir şekilde başvurmalarını engellememesi se~ beb olarak gösterilmişti؛ fakat gerçek sebeb, Veziriazam Yeğen Paşa’nın ona karşı duyduğu kindi (1). Yeğen Mehmed Paşa’dan sonraki Veziriâzam döneminde devlet işlerinde peniden görev aldı, fakat her zaman aynı başarıyı gösteremedi. Bunun sebebi, Ftansız elçisi Villeneuve ile çatışmış olmasından ötürü ona plân Ve düşüncelerinin tatbikinde bir yardımcıdan çok bir engel gö- züyle bakmasıydi; yalnız siyasi menfaatleri birleştiğinde, çabuk ve emin bir netice elde etmeleri müşterek gayretlerinin mükâ- fatı oluyordu. Bunun birkaç misâli olmakla beraber, bu açıkla- maya dayanarak, sadece birini, bütün kudretlerini birleştirdik” leri İsveç müzâkerelerini zikredebiliriz. م
(I) s. Cont., f. 895.
İSVEÇ’LE TEDAFÜİ VE TAARRUZ؛ ؟SAVUNMA VE SALDIRI) İTTİFAKI ANLAŞMASI
İsveçli nazırlar Hoepken ve Carlson, devletlerinin Rusya ile yaptığı banş anlaşmasının imzalanmasını beklemeden, onu imza sırasında haberdâr etmek üzere Bâb-ı Âlî ile bir savun¬ma ve saldırı ittifakı anlaşması gerçekleştirmek istiyorlardı. Ve- ziriâzam, Villeneuve’ün tesiriyle, İsveç’le bir anlaşma imzala¬mağa hazırdı. Bununla beraber, İsveç murahhasının ısrarlı mü¬racaatlarına rağmen, haber İstanbul’a geldiği gün anlaşma im-zalandı. Dokuz maddeden oluşan bu dostluk ve ticaret anlaşma¬sında yeni bir müeyyide yer alıyor ye buna göre iki taraf, Rus¬ya tarafından saldırıya uğradıkları takdirde birbirlerine yar¬dım taahhüdünde bulunuyorlardı (2) (20 Ocak 1740).
FRANSA VE NAPOLİ İLE TİCARET ANLAŞMASI
Bu savunma ye saldın ittifakı, Bâb-ı Âlî ile bir Avrupa dev¬leti arasında gerçekleştirilen ilk anlaşmadır. Zira, Kanunî ile I. François arasında yapıldığı ileri sürülen anlaşma, esasında sadece bir dostluk ve ticaret anlaşması idi (3). Rus elçisi Vişni- akof, tercümanı aracılığıyla bu anlaşmanın Rusya üzerinde se beb olduğu hoşnutsuzluğu Veziriâzam’a bildirdi ve tamahkâr¬lığı ile tamnan Reisefendi’ye anlaşmanın tasdikine mâni olma¬sı için dörtyüz kese para gönderdi. Reisefendi, tercümana: «Her şeyi sevdiğim kadar parayı da severim, fakat, muvafık olana saygı göstermek gerek. Bu hususta Rusya’nın isteğini yerine ge¬tirebilmek için imkân görmüyorum.» cevabını verdi. Rus elçisi, Fransız elçisi Villeneuve’e hükümdarı adına yirmibeşbin ruble ve Saint-Andre nişanını verdi, fakat bu cömertliğin Fransız po¬litikasının değişmesi bakımından hiçbir tesiri görülmedi. Rus elçisi Vişniyakofa Rus Çariçesinin İmparatoriçe ünvaniyle ta¬nınması, sınırların tesbiti işinin bitirilmesi, büyük elçilikler teş¬rifat meselelerinin ve İsveç’le yapılan ittifakın geri bırakılması hususlarını Bâb-ı Âlî ile müzâkere etmek görevi verilmişti. Vil- leneuve, her ikisi de para açgözlüsü olan Reisefendi ile Bâb-ı Âlî tercümanını Vişniyakofun rüşvetçiliğine karşı uyarmak gay-
(2) Laugier’ye bakınız, II, p, 383, anlaşma metni.
(3) Flassan hataya düşerek anlaşmanın tarihini 1535 olarak göstermek¬tedir.
retint göstermekten geri kalmadı. Napoli elçileri Finochetti (Fi- noşetti) ve Rumiti, altının cazibesi ve Bonneval’in gayretleri sayesinde Bâb-ı Âlî ile bir dostluk anlaşması imzalama^ başar- dılar. Bu hareket Fransa ve deniz devletleri tarafından iyi kar- şılanmadı. Napolili elçiler kendi imzalı anlaşma metinlerini ve- rip Türkçe metni alacakları sırada, Villeneuve, Sultan’m kuzey Afrika beyliklerine karşı verdiği teminat ve dokunulmazlık be- lirten maddeleri kaldırmak imkânını buldu. Yirmibir madde- den oluşan bu anlaşmanın imzalı nüshaları Veziriâzam tarafın- dan tertiplenen muhteşem bir huzura kabul töreninde taraflar arasında teâti edildi (14 Nisan 1740 -17 Muharrem 11S3)-Fran- sız elçisi, yapılan birçok toplantıda Bâb-ı Âlî ile Fransa arasın- daki imtiyazların yenilenmesini müzâkere etti: imtiyazlar Mı- sır savaşının yürürlüğünü durdurduğu ve yeniden bir barış عه- !aşmasına dönüştürülen yirmidört maddelik kesin bir dostluk ve ticaret anlaşmasına çevrildi; son banş anlaşması bugün de OsmanlI imparatorluğu ile Fransa arasındaki münasebetleri dü- zenlemektedir (30 Mayıs 1740 – 4 Rebi’ulevvel 1153).
MENGLÎ-GİRAYIN ÖLÜMÜ ■
Kırım hanı Mengli-Giray Belgrad anlaşmasından kısa bir süre sonra öldü ve yerine eski kalagay olan kardeşi Selim-Girây geçti. Bu münasebetle, şarkî söylemekdeki yetenekler؛ yüzünden kendisine Naat-I ‘Damadı vcva ةاماص؟;لهةنه، damadı lakabı ta- kılan ve evvelcu Veziriazam Yeğen Mehmed ?aşa tarafından devlet işlerinden uzaklaştırılmak istenen maslahatgûzân Mus- tafa Ağa resmî görevinden azledildi (4).
SULTAN TARAFINDAN BİR KÜTÜPHÂNE TESİSİ
Dışarıda barışın sağlanması OsmanlI İmparatorluğu içinde şenlikler ve ziyafetlerle kutlandı. Veziriâzam, Sultan’ı Bahan- ye yazlık sarayında ağırladı; kendi sarayı birbiri peşi sıra çıkan iki yangında س haline geldiğinden saray, yakınında bulunan eski veziriâzamlar sarayına yerleşmek zorunda kalmıştı. Sul- tan. Avasofva Camii’nde, kendisi tarafından ve içinde diğer nâ-
(٠) Supbi, 70 ve وإكه¥ .ئ؟ olarak Rusya ile barış anlaşmasını ancak 1740 Şubatında imzalanmış gösteriyor. Oysa 28 Aralık 1739’da imza- lanıp teâti edilmiştir.
dir eserler arasında Halife Osman ve Halife Ali’nin kûfî yazı ile yazdıkları iki ve o dönemin nesih yazıda üstad Yakut’un üç ese¬rinin bulunduğu kütüphaneyi ziyaret etti,
İSTANBUL’DA AYAKLANMA
Kapdan-ı deryâ Süleyman Paşa tarafından yapımı tersane* ye emredilen filo, bir bölümü Kaptan Paşa’nın Sultan’dan izin aldığı Sahil Köşkü, bir bölümü Beşiktaş’da Barbaros türbesi önünde, bir bölümü de Yedikule hisarı önünde demirledikten sonra yelken açıp harekete geçti 30؛ Nisan 1740 – 3 Safer 1153). Yine bu döneme doğru erginlik çağma varan sultanlar evlendi¬rildiler؛ Safiye sultan o sırada İstanbul’da bulunan eski Cidde valisi Bekir Paşa؛ Saliha sultan Belgrad valisi vezir Ali Paşa; Ayşe sultan Mora vergi müstahsili Ahmed Paşa’ya nikâh edildi¬ler. Bu vesileyle yapılan düğünler, beklenmeyen bir halk ayak¬lanması yüzünden son derece sönük geçti. Savaşın ve şiddetli kışın yükselmelerine yardımcı oldukları yiyecek fiyatlarından şikâyetçi olan bir kalabalık, dükkânların çoğunu yağmaladıktan sonra, kepenklerin kapatılmasını bağırarak eskiciler ve kazan¬cılar çarşısından dışarıya çıktı (6 Haziran 1740 – 11 Eebiul’evvel 1153). Kâğıthane tarafında bir gezintide bulunan Veziriazam, maiyyetindeki adamlarım silahlandırdıktan sonra hemen şehi- re döndü, Yeniçeriağası vezir Haşan, milise kayıtlı birkaç yüz ameleyi alelacele silahlandırdı; Sultanbayezid Camii önündeki Yeniçeri karakolunun albayı, kaçışan Yeniçerilere fena halde çıkıştı. Patırdı her ne kadar yatıştırıldıysa da, Sultan’m, çavuş- başıdan aldığı bilgi üzerine ayaklanmanın belirtileri ortaday¬ken kendisine şehirde asayişin tamam olduğunu bildiren Veziri¬azam’a güveni kalmadı.
VEZİRİAZAMIN AZLEDİLMESİ
Şehirdeki asayiş durumunu düzelteceğinden ümidi kesen Kızlarağasının telkinleriyle, Mühr-i Hümâyûn Nişancı Ahmed Paşa’ya verildi (23 Temmuz 1740 – 28 Rebiul’evvel 1153) . Şehir¬de asayişin yerinde olduğunu Veziriâzam’a yanlış olarak bildir¬diği için, çavuşbaşı görevinden almargk İran’dan gelen elçiye karşılayıcı olarak gönderildi. Azledilen Veziriâzam ise Padi-^ şah’m damadı Bekir Paşa’nın yerine Cidle valiliğine atandı; fa¬kat bundan vazgeçilerek Bâb-ı Âlî’ye çağırıldı ve Canâe’ye ku¬mandan olarak gönderildi. Sultan’m bir emirnamesiyle, İstan¬bul’daki yedi askeri birliğin (Yeniçeri, sipahi, silâhdar, topçu, top arabacısı, humbaracı) ağalarına Veziriâzam’ın şehrin asa¬yişine gereken dikkati göstermediği için ceza olarak azledildi- ği, asâyişe yeni Veziriazamla birlikte önem vermeleri bildirildi. Böyle bir emirname o zamana kadar Osmanlı İmparatorluğunda görülmüş değildi, fakat bu emirnameden itibaren bir gelenek halini aldı. Böylece, bu emirnameler yoluyla Sultan, devletteki en önemli değişiklik üzerine tab’asına bilgi vermiş oluyordu. Şurası da belirtmeğe değer ki, Sultan’m hatt-ı şerifi ülkenin va¬lilerine, eyâlet eşrafına, ulemâya, divân âzalarma, bu konularda önemi olmayan halka değil de, sadece ve özellikle İstanbul’da yerleşik durumda bulunan silahlı kuvvetlere gönderiliyordu. Despotizmle idare edilen ülkelerde, eski Roma’da pretoriyen mu-hafızların imparatora iktidar vermeleri gibi, ordu ve payitaht hükümdâra iktidarı vermektedir. Dediği dedik olan hükümda¬rın ancak kendi uydulariyle ilişkileri vardır.
İKİ İMPARATORLUK HÜKÜMETİYLE YAPILAN BARIŞ ANLAŞMASININ UYGULANMASINDA ORTAYA ÇIKAN GÜÇLÜKLER
Yeni Veziriazam, Özi ve Nissa’nın alınmalarından sonra Kâhya Osman’ın başının vurulmasına sebeb olan Cafer Paşa’- nın oğluydu. Eski Cidde valisi Bekir Paşa’mn himayesiyle dev¬let hizmetine girmiş, İmparatorluk müşiri rütbesine kadar iler¬lemiş ve Baş Kapu-Ağası (Başmâbeyinci) olmuştu. Rusya’ya karşı savaşın başlangıcında, özellikle özi’nin takviyesi husu¬sunda, kaymakamı olduğu Aydın’da Sanoğlu ve avenesinin ayak¬lanmasında büyük gayreti görülmüştü. Veziriâzamlığa getiril¬diği sırada Kubbe vezirleri arasında bulunuyordu (5). Makama getirilmesinden bir gün önce, İsveç kralı XII. Charles’m anlaş¬ma gereğince geri kalan borcuna karşılık olmak üzere gönderi¬len İsveç savaş gemisi İstanbul limanına girmişti. Bütün belir-
(5) Veziriazamların. Biyografileri, Mehmed Said. Bu yazara göre yeni Veziriâzam çeşitli ilimlerde hayli yetkili bulunmaktadır. F&kat, Avusturya İmparatorluk Arşivleri’nde bulunan bir rapora inanmak gerekirse Veziriâzam okuma-yazma bilmemektedir.
(6) Kont Sinzendorf’un Villeneuve’e gönderdiği, Avusturya İmparatorluk Arşivleri’nde bulunan 30 Mayıs 1740 tarihli mektup. «Türklerin Or- sova karşısındaki tepeieri geri vermeği reddetmeleri barış anlaşma¬sının 5. maddesine doğrudan aykırıdır. Neipperg’in başlangıçtan itibâren Türklerin Sava’dan en ufak toprak taleplerini ve Sırbistan’¬ın ancak Tuna kavşağından başlayacağı yolundaki görüşlerini açık¬ça reddetmekte çok haklı olduğu görülüyor. Esklavoni Sırbistan’dan tamamiyle ayrıdır. Neipperg barış konferansında Syrmie (Zemun)’yi Sırbistan’ın parçası olarak zikrettirdi ise yanılmıştır; Sava’mn beri¬sindeki her yer Syrmie’dir, fakat, diğer taraftan, Sırbistan’ın bir parçası Unna nehrine doğru girmektedir. Sabaz bu parçada bulun¬maktadır ve bu parça Drina’da nihayet bulmaktadır, Neipperg’in yetkisi olmadan verdiği bu bölüm üzerinde, bu şartlar altında İm¬parator da aksini ileri sürecek değildir.»
ıun değiştirilmesi hususunda ısrar ettiler؛ barış anlaşmasında OsmanlI sınırının bu dağların eteğinden başladığı belirtildiği halde, Eski-Orsova karşısındaki tepelerin kendilerine teslimi hususunda da aynı ısrarı tekrarlarlar; nihayet, Belgrad yakı- aındaki Velik Ostrova adasının, anlaşma ile Avusturya’ya اتآ” rakılmış olduğu halde, istedikleri toprak bölümüyle birleştiril- mesi hususundaki taleblerini inadla savundular; oysa bu ada Sırbistan’dan ziyade Banat’a daha yakın düşmektedir. Villeneu- ve’ün tavsiyesi üzerine Veziriâzam, neticelendirilmesini hızlan- dırmak maksadiyle Bosna ve Vidin valilerini sınırlârjn belirlen- mesi çalışmalarına nezâret ,etmekle görevlendirdi. Temmuz ayında, son Avusturya elçisi kont Wirmond’un damadı olan Avusturya elçisi kont Ulefeld kalabalık bir maiyyetle İstanbul’a geldi {^! Temmuz 1740) (7). Elçinin karşılanması beklendiği gibi olmaktan uzak kaldı. Elçilik alayını süslemek için kendile- rinden binek atlan göndermelerini istediği yabancı elçilerin her biri bir mazeret ileri sürerek isteğini yerine getirmekten yan çizdiler. Fransız elçisi İstanbul’a girdiğinde Villeneuve’ün haiyli ilerisinde yer alan çavuşbaşı, kont Ulefeld’in sağında yer aldı. Bu diplomat tarafından yapılan itirazlara ve Bâb-ı ثلخ’tarafın- dan evvelki elçi kont Wirmond’a uygulanan teşrifatın tekrar- !anacağı taahhüt edilmiş olmasına rağmen birşey değişmedi. Elçi, çavuşbaşının sağına geçmek istediğinde, çavuşbaşı gelip onun arkasında yer aldı ve böylece çavuşbaşının Fransız elçi- sinin önünde olması gibi, elçinin çavuşbaşının önünde yer al- ması durumu meydana geldi. Çavuşbaşı elçi ile aynı masada yemeğe otumiak da istemedi. Bu çan sıkıcı olaylar, kont Ulefeld’e verilen ve yirmiiki maddeden oluşan tâlimâtta önceden hesaba
(7) Son görevi saray tercümanlığı olan elçilik kâtibi Heinrich de Penk- ler; tercümanlar: Sele$coviz, Momars, Elias, Linski; oniki tercüman yardımcısı, Baumejster, Preyner, Bianchi, Mandaller, Sachi, Echtin- ger, Greitter, Augustin, Moaska, Schmid, Selescoviz’in oğlu olan Baumeister, râhip, elçilik kâtibi, oniki elçilik süvarisi, kont،Goes, Saint Julien, Kotulinski, Brandeis, Hamilton, Hohenfeld, Hardegg, Bertold, Pereny, Beleredi, Wicques, L. Gramb; otuz uşak; oniki mu- hafız; oniki iç hizmetkâr• bir musiki takımı; oniki silâhşor; bir veznedar; bir saatçi; bir istihkâm yüzbaşısı; teğmen Schade ve k&- tip Kempelen, ki bunların ikisi, biri, Fransızca, diğeri Lâtince olarak elçiliğin günlüğünü tutacaklardı (bu ؛٧٤ metin imparatorluk Saray Kütüphânesi’nde bulunmaktadır); bir doktor; bir seyis؛ iki arşivci ve iki ulak.
katılıp yer almamıştı (8). Elçi Ulefeld, ayrıca, Fransa elçisi Ville&euve’ün aracılığından başlayarak Neipperg’in anlaşmayı imzalamasına kadar geçen olaylarla alâkalı sayısı yüzaltmışa varan gizli vesika hakkında da talimat almıştı (9) ٠ İstanbul’a getirdiği hediyeler, Sultan, Valide sultan, yedi Kubbe veziri, Reisefendi ve Şeyhıilislâm’a gönderilen gümüş vazolar, ayna ve tablo çerçevelerinden oluşuyordu (NOT٠٠(! ؛
Viyana’ya gönderilen Türk elçisi, bu şehir© dokuzyüz yirmi- iki kişiden ,oluşan bir maiyyetle 10؛) geldi، Ayrıca, yüzotuzdo»
(8) 1 — Belgrad banş anlaşması konusunda; 2 — bunun tasdiki İmstju sunda elçiliğe ?erilen görev; 3 — elçiler mubâdelesi için Schmettau ta* rafından tâyin edilmiştir; 4 — güven mektubu; 5 •*— eğer Türk elçisin¬de Avusturya hükümeti Başkanma verilmek üzere Sultanin mektu¬bu yoksa, Avusturya elçisi de* Veziriâzam’a sadece hükümet Başka- mmn mektubunu verecek, İmparatorun mektubunu vermeyecektir: 6._ eski elçi kont Wirmondya uygulanan teşrifata uyulacaktır; 7 — Zemlin’e kadar karadan, sonra deniz yoluyla gidilecektir; 8 — anlaş¬manın imzalı metinlerinin teatisi sırasında Fransız elçisine hahşe- dilen şerefleri araştırmak; 9 — pelerinle huzura çıkmak emri; 10 — anlaşmanın XI. maddesinde savaş esirleri hakkında yakılanlara uy¬gun davranmak; 11 — Eoma katolik ruhani savunucusu olarak im¬paratorun himâyesindeki fransisken ve teslisci tarikatlarının huku-
– kunun korunması; 12 — kuzey Afrika ve Dülsinelilere karşı güven elde etmek; 13 ٠٠ Belgrad Barış Anlaşmasfnda ticaret anlaşması yer almadığından konsolosluk ve şehbenderlikler kurulmasına karşı çık¬mak; 14 — sınırların belirlenmesi meselesi; 15 — diğer devlet elçi» leriyle iyi münasebetler yürütmek; 16 — Osmanlı İmparatorluğuna bağlı prensliklerle onların casusları aracılığı ile münasebetler kur¬mak; 17.— teb’alarm şikâyetleri; 18 — Csaky, İlleshazy ve Csai’nin sınırlardan uzaklaştırılmaları; 19 — ölüm hükmü hariç, elçinin ma» iyyeti üzerinde adil hükümler verme hakkı; 20 — hediyeler; 21 — her hususta bilgi toplamak maksadiyle casuslar kullanmak; 22 — geri tarafı elçinin iz’an ve becerisine bırakılmıştır.
(9) Avusturya İmparatorluk Arşivlerimde bulunan bu talimat otuziki sayfa kadar tutmaktadır. Bunlarla birlikte bulunan yüzaltmış par« çanın altmışdokuzuncusu kont Neipperg’in tarihini ihtivâ etmek« tedir* Bu Belgrad barışı tarihi ve kont Seekendorf, Wallis ve Neip- perg tarafından işlenen hatalar, Moser tarafından yayınlanan Belg¬rad barı$ anlaşmasında elçilere gönderilen emirnamede yer alanla¬ra esasda benzemektedir.
(10) Maiyyetinde bulunan en önemli görevliler şunlardı: Hazinedar; si- lahdâr; mühürdar; çuhadâr; oda uşağı; kahyâbey; divaneîendi, elçilik kâtibi; çavuşbaşı; kapucular kâhyası, başmâbeyinci; selâma- ؛ası; divân çavuşu; alay çavuşu; konakçıağa; zahiretciağa; teymeli-
tilerden altın kârşılığtnda elde edilmiş olan yeni Veziriâzam, geçmiş anlaşmaya rağrnen, Bâb-i Âli’nin bahis konusu savaş gemisini borç ödeme karşılığı olarak kabul edemeyeceğini bil- dirdi’ (19 Temmuz). Bununla beraber, Rus elçileri Cagnoni ve Vişniyakof, Çariçe’nin irnparatoriçe unvanı almaması ve İsveç’le imzalanan ittifak konularında bütün gayretlere rağmen en ufak bir başarı elde edemediler؛ bu konuda hoşnutsuzluklarım belirttiler. İran’a gönderilen Türk elçisine sınırdan sonra bir Rus generali refakat edeceğinden, elçiyle sınıra kadar gidecek dian ?aşa’nm da eşit rütbede yâni üç tuğlu olması talebinde bu- !undular ve bu talebleri müsait karşılandı. Elçiyi Bender’e ka- dar götüren Paşa, onu şehirde misafir ederek samur bir hil’at verdi. Elçilerin değişimi’ Dinyeper doğusundaki Salia ‘kıyıların- da gerçekleştirildi; özi civarı sınır tesbiti işi komiserlere havâr !e edildi ve esirler azar azar serbest bırakıldılar; zirâ, İstanbul’- daki son patırdıda halkın feverânı bu konuda ihtiyath davran- mak lüzumunu ortaya koymuştu. Bâb-ı Âli’nin kont Rumanzof- un olağanüstü elçi ve prens Repnin’le Nepluieffin sınp• belir- lenmesi komiseri olarak ,atanmalarını öğrenmesi, Azak tahki- matının sökülmesindeki gecikmeden duyduğu endişeye son ver- ■di؛ Bâb-ı Âlî, Ali Paşa’yı Rumeli Beylerbeyliği payesiyle Viyana elçiliğine atamış ve Paşa, düzen!enen gösterişli bir törenle gü- ven mektubunu almıştı. Avusturya’nın elçi tâyini işi, anlaşma- nıh uygulanmasında çıkan çeşitli güçlükler yüzünden gecik- mişti; Avusturya hükümeti, aracı elçi.yasıtasiyle anlaşmayı tat- bikle görevli Türk komiserlerin anlaşmaya aykın taleblerde bu- Ilınmalarından şikâyetçi oldu Belgrad tahkimatının yıkılması durdurulmuştu; bunun sebebi, Türklerin anlaşmayı ihlâl hare- ketleri Avusturya hükümetinin dokunulmazlıkla alâkalı taleb- lerine yol açmış olmasıydı. Bâb-ı Âli, Villeneuve’ün de ihtiyath aracılığının ek!enmesiyle Avusturya hükümetini tatmin etmek için tartışma konusu olan Eski-Orsova’da onbir köyü Avustur- ya’ya iâde etmeğe karar verdi.
KONT ULEFELD؛ TÜRK ELÇİSİ VİYANA’DA
Avusturya e!çisi ScJımettau, Türklerin Orsova’nm üç veya ‘ dört fersah üstündeki Mehadia vadisinde Czema’nm sularını Bella’nm mansabına ulaştırmak için kazdıkları kanal konusun- da şikâyette bulunması hususunda Villeneuve’e mektup yazdı;
kanal, anlaşma maddesinde belirtildiğinden hayli uzakta kazıl-maktaydı؛ Avusturya elçisi, Türkler Eski-Orsova’yı ellerinde tut¬maktan ve kanalı kazmaktan vazgeçtikleri takdirde kendilerinin de tazminat talebinde bulunmaktan vazgeçeceklerini Fransız elçisi Villeneuve’e bildirmişti. Villeneuve, Türk mühendislerinin Czerna’nm yatağını tamamiyle değiştirmek imkânına sahip bu¬lunmadıkları ve kanalın nehir kıyısındaki köylere vereceği za¬rarı önleyemeyecekleri hususundaki beyanlarına dayanarak ko¬nuyu Bâb-ı Âlî’ye bildirdi. Bununla beraber Veziriâzam Oğuz Mehmed Paşa kanalın açılmasına fazlasiyle taraftar olduğun¬dan, mesele sınır tesbiti komiserlerine havale edildi. Komiserler sınıra hareket ettiler ve Avusturya elçisi olarak atanan kont Ulefeld’e İstanbul’a gitmesi emri verildi. Fakat Reisefendi Bel- grad’ın AvusturyalIlar tarafından boşaltılmasından önce Türk elçisi gönderilmesini uygun bulmadı. ,
Bu olaylar cereyan ettiği sırada, Avusturya Başvekili kont Siiizendorf Villeneuve’ün aracılığıyla Bâb-ı Âlî’ye yeni bir tek-lifte bulundu؛ bu teklife göre, Avusturya İmparatoru, Bâb-ı Âli, Drina ile Unna arasındaki bir toprak bölümünü kendisine bırakmağa razı olduğu takdirde, Syrmi (Zemun) sahrasını Os¬manlIlara vermeği taahhüd ediyordu; teklifte belirtildiğine göre, bu bölüm Sırbistan’dan daha çok Esklavoni’ye aitti. Fakat, Sch- mettau kendisine yazdığı mektupta bunu bildirmiş olduğundan, meseleyi sınır tesbit komiserlerinin kararına bırakmanın daha doğru olacağına hükmetti (6). Komiserler Avusturya komiseri feld-mareşâl vekili Guadagni ile yaptıkları toplantılarda, Os¬manlI tarafı tatbiki imkânsız olduğu halde Czerna’nın yatağı-kuz deve, yetmiş katır ve dokuzyüz at da eşya taşıyıcı ve biaek olarak getirilmişti. Türk elçisinin mübalâğalı talepleri oldu, ön- ce, topçu generaii Schmettau, Belgrad seraskeri vezir Ali Paşa, sınırdaki Türk birlikleri kumandam Ali Paşa’nın hazır bulun- duklan mübadele sırasında, Türk elçisi Sava nehri üzerinde bulunan gemiye binmek istemedi ve Schmettau, ısrarla baskı yapmak zorunda kaldı (10 Haziran 1?40). Viyana’ya varmadan önce son konaklama yeri olan Schwechat’da, genellikle bütün OsmanlI elçilerinden istenen, kendilerinden önceki elçilerin uy- duklan muameleye riâyet gösterecekleri taahhüdünü verdiği halde, Viyana’ya giriş günü gelip çatınca, kendisini merdiven önünde bekleyerek ikamet sarayına götürecek olan saray ma- reşalmin ayağına kadar gitmeyi kabul etmedi; bu yüzden Viya- na’ya giriş gününü ertelemek zorunda kalındı (ه Ağustos رم4?ل. Bu işde aracı olduğu zannma kapıldığı Fransız elçisi Mirepoix’- ıun açıklamalanna bakarak nihayet taahhüdünü uygulamaya razı oldu؛ fakat uygulamaya gelince yine reddetti. Günlük iâşe masrafı olarak kendisine beşyüzaltmış. kuruş verildi (11); bu günlük iâşe masrafı İstanbul’daki Avusturya elçisinin aldığın- dan yüzaltmış kuruş fazlaydı. OsmanlI elçisine verilen günlük paraya odun ve yem masrafları dâhil değildi. OsmanlI elçiliği, Viyana’da Site-Leopold’a yerleştirildi. Oniki han, yüzon dâire ve yirmibir oda emrine verildi. Yolda elçiye saray tercümanı, saray meclisinden bir komiser, saray idaresinden bir komiser ve bir mabeyinci refakat etti. Elçinin imparatorun huzuruna çıkmasına sıra gelince teşrifât konusunda yeni bir güçlük or- taya çıktı: Elçi, imparatoran üzerindeki elbisenin eteğini öpmek ve güven mektubunu tahtın yarandaki masanın üzerine bırakıp geri çekilmek istemedi; elçi, mektupları imparatorun eline ver- inekte ısrar etti. Artık huzura kabulün imkânsızlığına ve Bâb-ı
agas masraf ağası; odun emini; silâhşor, seyis; vekilharç; mirâhur; saraçbaşı; serbanbaşı; akkianbaşı; tüfekçibaşı; seyislerbaşı; saka- başı; nalbandbaşı; sancakcıbaşı, alemdar; mehterhanlar, din adam¬ları; iskemleağası; kaftanağası; kapucularbaşüar (mâbeyinciler); kahveci; şerbetçi; helvacı; berberbaşı; tütüncübaşı; lülecibaşı (çu¬bukçu); mataracıbaşı; kapıcılar; aşçılar; ekmekçibaşı.
<11) Beşyüzaltmış kuruşun karşılığı altıyüzseksen florindi; dolayısiyle kuruş bir florin ve oniki kreuzer ediyordu.
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 2
Âlî’ye olayın bildirilmesine karar verilmişti ki, Fransız elçisi- nin gönderdiği bir pusulanın kendisine okunması, OsmanlI el- çişini, kendisinden önceki meslekdaşlannın davranışlarına uy- mak hususunda iknâ etti. Bu arada imparatorluk meclisi ¿e birkaç toplantı yaparak teşrifât meselelerini karara bağla- dı (!،). Elçi, muhteşem, bir saray arabasiyle imparatorun huzu- runa çıkmak üzere tercüman ve saray komiserinin refakatinde elçilik binasından hareket etti (23 Ağustos 1740) . Elçi, meclis؛ salommda İmparatorun huzuruna alındı. Salona yalnız elçi, ter- cümanı ve maiyyetinden 0لءلاع seçkin görevli alindi; üzerinde İspanyol tarzı bir manto ve başmda şapka bulunan İmparator altın bir sâyebânın altında oturmuştu; arkasında muhafız bir- liginden ileri gelen subaylar, solunda imparator-adına tercüma■* na cevap veren Başvekil yardımcısı bulunuyordu. Türk elçisi vezir olmadığı ve Rumeli Beylerbeyi pâyesinde bulunduğu hal- de, ehram biçiminde kallavi ve etrafında vezirlere mahsus al- tın şerit bulunan bir kavukla görülüyordu. Hediye olarak im- paratora eşya ve mücevherat olarak sayılamayacak kadar çok hediye sundiı. Bunların arasında maroken çadırlardan, gümüş ve altın süs eşyasından Acem halılarına, yine altın ve gümüş- ten at koşumlarına kadar her şey vardı. Bu eşyaların çokluğu karşısında elçinin o kadar büyük bir deve ve katır kervanım beraberinde getirmesinin sebebi aklaşılıyordu. Zümrüd, yakut, inci ve sonsuz denilebilecek kadar bol altın parıltısı Avusturya İmparatorluğu sarayım âdeta sönükleştirmişti. Mücevherlerin yanında halı denince, Türk elçisi bunların yalnız bir nev’inden elli parça getirmişti. İstanbul imalathanelerinde dokunmuş altın işlemeli kumaşlar parça olarak yüzlerceydi. Hediye edilen atlar da cins ve renk olarak meraklıları âdeta büyülemişti. Elçinin sunduğu amberin ağırlığının üçyüzelli miskal olduğunu söyle- mek bile hediyelerin ihtişamı hakkında bir fikir verebilir. Türk elçisinin mâsrafı Avusturya imparatorluğuna yüzbin florine maloldu.
belirlenmesiyle ilgili müzâkereler Fransız elçisi“ nin aracılığıyla devam etmekteydi ve İstanbul’daki Avusturya elçisi kont Ulefeld, Türkler Eski-Orsova üzerindeki tepelerin ve
(12) Bu mecliste İmparatorluğun bUtiin yüksek rütbeli seçkinleri bulu¬nuyorlardı.
şehrin arazisiyle Belgrad önünde bulunan adanın kendilerine teslimi hususunda ısrar ettiklerinden güç bir durumdaydı. Bu hususta Avusturya elçisi kont Ulefeld, Bâb-ı Âlî’nin anlaşma¬nın maddeleri yerine kendi arzularım geçerli saydığı itirazım ileri sürüyordu (13). Reisefendi, sınır anlaşmasının bu üç mad¬denin ayrılarak gerçekleştirilmesini, bunların daha sonra bir ek anlaşmayla çözümlenmesini istiyordu. İtirazının haklılığına inanan Ulefeld bu görüş karşısında tutumunu değiştirmedi (14) (31 Ağustos 1740). Veziriâzam’ın bu hususdaki kesin görüşü şu şekilde belirdi؛ Sınır tesbiti komiserleri, Sırbistan ve ihtilâflı olan adayı bir kenara bırakarak Tuna’dan çalışmalarına baş¬layacaklar ve Orsova’ya sıra geldiğinde, Czema’nın yatağı ta¬mamiyle değiştirilmemişse (Anlaşma değiştirilmesi şartını ge¬tiriyordu؛ Eski-Orsova imparatoruna ait olacaktı. Czerna’mn yatağının değiştirilmesi projesi, Osmanlı mühendislerinin ve Bâb-ı Âlî’iıin bütün siyâsetinde sınırsız bir tesiri olan Reisefen¬di Mustafa’nın garib bir teşebbüsleriydi. Bununla beraber, ka¬nal açılması fikri Reisefendi’nin değildi؛ bu düşünce son Veziri¬âzam Oğuz Mehmed Paşa’nındı. Fakat, Reisefendi, gerek Vezi- riâzam’a hoş görünmek, gerekse bu teşebbüse ayrılan paranın bir kısmına konmak maksadiyle bu düşünceye hemen sahip çık¬mıştı.
Avusturya elçisi Ulefeld’in Reisefendi’ye verdiği ikibin duka ve büyük bir elmas da onu pençesine alan rüşvet susuzlu¬ğunu doyuramadı. Kanal’ın açıldığı İstanbul’da öğrenilince Bâb-ı Âlı bunu Avrupa devletleri elçilerine son derece önemli bir olay olarak bildirdi. Kendisinden önceki Veziriâzam tarafın¬dan neticesiz bir teşebbüs olarak başlatılan kanal işinin bir işe yaramayacağına kaani olan yeni Veziriâzam, bunun kendisine karşı yenilmez bir kin beslediği Reisefendi’yi devirmeğe vesile olacağını düşünerek devam edilmesine ses çıkarmadı. Veziriâ- zam’a böyle hareket etmesi tavsiyesinde bulunanlardan biri, Kırım’da Kefe’deki karargâhın eski imamı, sınır tesbiti işini çok dar ve son derece şahsî bir görüşle «Faydalı Tedbirler» adlı
<13) Laugier, II, s. 175. «Ulefeld son derece doğru bir görüşe dayanıyor-
(14) • Laugier, II, s. 177. «Göstereceği yumuşaklığın Türkleri daha gururlu ve, isteklerinde daha inatçı olmalarına yarayacağım bilen elçi ilk talebinde ısrar gösterdi.»
eserinde kısmen ele almış bulunan mevkuf atçı yardımcısı ve sınır tesbiti komiseri, eski bir müderristi (15).
Bu olaylar sırasında İmparator VI. Charles’m ölümünün kont Ulefeld tarafından yürütülen müzâkereler üzerinde olum¬suz tesiri görüldü. Genellikle her saltanat değişmesinde Avus¬turya küçük elçileri elçi ünvanı alıyorlardı; fakat Ulefeld elçi unvanına zaten sahip ،bulunduğundan, Macaristan ve Bohemya kraliçesinden sadece güven mektupları aldı. Fakat, Bâb-ı Âlî onun elçilik ünvanını taşıması konusunda güçlükler çıkardı. Bu durumda, Bâb-ı Âlî güçlük çıkarmakla bir şey elde edemezdi. Güven mektuplarını reddedemeyeceği gibi, huzura kabul hak¬kını da reddedemezdi. Fakat maksadı, diğer Avrupa devletleri¬nin durumuna bakarak davranışını tâyin etmek bakimından vakit kazanmaktı. Ulefeld, bu konuda ve sınırların tesbiti ko¬nusunda VeziriâzamTa bir görüşme yaptı (13 Şubat 1741). Elçi, Orsova karşısında dil biçimindeki arazi ve Sırbistan sınırının Drina nehri kıyılarına kadar gelmesi için seksene doksan geniş¬liğinde bir arazi verdi. Bu hususta VI. Charles’m ölümünden be¬ri hükümetinden herhangi bir talimât almamış olan Fransız el¬çisiyle mutabık kaldıktan sonra, Bâb-ı Âlî’ye bir ültimatom ver¬di. Ültimatomda, Czema kanalının açılışından başlayarak Ef-lâk’ı Banat’dan ayıran ve Orsova sınırım belirleyen muvazi bir hat talebinde bulundu. Bu hat Eflâk’ı Banat’dan ayıran ırmağa kadar uzanacak ve ayrıca Orsova sınırını da belirtmiş olacak, Bosna sının Karlofça anlaşmasında belirlendiği şekilde kala¬caktı. Görevinin resmen tanınması konusunda, Ulefeld, güven mektuplarını elçilik kâtibi Penkler’le Veziriazam’؛؟ göndermek zorunda kaldı. Veziriâzam vesikalann alındığına dair elçiye
(16) hitaben bir makbuz verdikten sonra, İmparatorun son mek¬tubuna Sultan’ın cevabının elçi Ali Paşa tarafından Viyana’da
<15) Tedbirâtı Pesendide, VII. ئهلل؛ء doğrulayıcı açıklamalar veren kı- sımlarına bakınız. Burada bahsettiği diğer eserleri: Tebriz’de imam- lığı sırasında (Hekimoğlu Ah Paşa idaresi dönemi), 1148’de (1735) uğradığı felâketler; bu eser, ünlü Şeyhülislâm Abdülaziz Efendi’nin Sıhhatnâme’sinin bir taklididir, diğerleri Destiari tahdid-il huduâ, isbâtııl hukuk, Mevarid cemiyül mezâhib, yâni mezheplerin birleş- meşini ele almaktadır.
. <16) Laugier, II, s. 234 ve 237’de Ulefeld’in mektubuna ve Veziriâzam’m cevabına bakınız.
doğrudan hükümete verileceğini bildirdi؛ elçi Ulefeld’e gelince, vedâ için huzura kabul edileceği hususunda bilgi edinilmesini istedi. Elçi Ulefeld, ihtilaflı dil biçimindeki araziyi Drina nehri kıyılarına kadar vermeğe razı olarak Banat’la alâkalı talebleri- ni tekrarladı ve bunlar da kabul edilmediği takdirde, başka hiç¬bir tâviz vermemekte kararlı olduğunu bildirdi. Reisefendi’ye ve sadık yardımcısı Bâb-ı Âlî tercümanına beslediği kinin tesirin¬den hiçbir zaman kurtulamayan Veziriazam, her ikisini de mah¬vetmek için bu fırsatı kaçırmadı؛ Her ikisinin de açgözlülükleri ve Fransız elçisinin sözünden çıkmamaları yüzünden müzâke¬releri sürüncemede bırakarak neticeye varılmasını engelledik¬lerini ileri sürdü. Reisefendi azledilerek hapse atıldı ve Kütah¬ya’ya sürgüne gönderildi (5 Şubat 1741 – 19 Zilkade 1153).
TERCÜMAN GHIKA’NIN İDÂM EDİLMESİ
Bâb-ı Âlî tercümanına gelince, 15 gün süren (17) bir tutuk-luluktan sonra saray köşkü önünde idâm edildi; Fransız ve Avusturya elçilerinin, tercümanın suçsuz olduğu yolundaki mü-dâhaleleri idamını çabuklaştırmaktan başka bir şeye yarama¬dı. Rüşvetçi olduğu kadar intikamcı da olan Bâb-ı Âlî tercüma¬nı Ghika, Hollanda elçiliği birinci tercümanı Karaca’yı mahvet¬mek için yemin etmiş ve azledilen patriki evinde saklamıştı. İdâm edilmesi bunlardan birini korkunç bir düşmandan kur¬tarırken, patrikin de güvenliğini ortadan kaldırmıştı. İdâm edi¬len Ghika’nın yerine Jean Gallimachi Bâb-ı Âlî tercümanlığına atandı. Tercümanın idamının ertesi günü, ulemâ ileri gelenle¬rinin ve askerî birlik komutanlarının katıldıkları bir büyük di¬vân toplandı; Avusturya İmparatoru ile mutabık kalınarak ka¬rarlaştırılan sınırlar hakkmdaki yeni düzenleme okundu ve tasvib edildi. Prusya ordusunun Silezya üzerine yürüdüğü ha¬beri, Avusturya’yı, her ne kadar haksız da olsa Osmanlı taleb- lerine gözyummak zorunda bıraktı.
(17) İmparatorluk Arşivi’nde Ulefeld, Fawkener ve Calceotı’un raporları¬na bakınız. Bu raporlara ve Suphi’nin tarihinde laf taşımak ve rüş¬vetle satın alınmakla suçlamasına (f. 187) rağmen, tercüman Ghi- ka’nın gerçek idam sebebi üzerindeki şüpheler ortadan kaldırılmış değildir.
AVUSTURYA VE RUSYA İLE ANLAŞMA
Yeni Reisefendi, İmparatoriçenin içinde bulunduğu şaşkın¬lık ve telâştan yararlanarak Unna’ya kadar uzanan toprak di¬limi ve civardaki arâziden ayn olarak Eski-Orsova’nın Türkle- re teslimi üzerinde ısrarla durdu (2 Mart 1741). Bunun üzerine, dört maddelik bir anlaşma imzalandı؛ bu anlaşmaya göre, Kar- lofça anlaşmasının getirdiği sınırlar Unna’ya kadar yeniden geçerli sayılıyor؛ Tuna üzerindeki tarafsız ada Velik Ostrova yan yarıya paylaşılıyordu. Sava nehrindeki Bohemyenler ada- siyle. Tuna’daki Pavizza, Kızılova ve Hisarca adaları Türklerde kalıyordu (18).
Rusya, Bâb-ı Âlî’ye karşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avus-turya’nın nüfuzlunu kırmak için împaratoriçe Marie Th6r6se’in içinde bulunduğu vahîm durumdan yararlanmak için kullandı¬ğı diplomatik incelik sistemini uyguladı (19). Prens Repnin, İm¬paratoriçenin Çerkeş adası karşısında inşâ etmeğe ek anlaşma¬nın III, maddesiyle hak kazandığı yeni kalenin çevresi tamamla¬nıncaya kadar, Azak tahkimâtımn yıkılmasını erteledi. Peşin¬den de kaleyi Çerkes’de değil, Azak’dan sekiz fersah mesafede inşâ etmek istedi؛ yahut kale bu şehirden en çok dört fersah uzaklıkta yer alacaktı. Rus elçileri Cagnoni ve Vişniyâkof’un Reisefendi ile yaptıktan bir toplantıda, Türkler, Ruslar tarafın¬dan bahis konusu edilen esirlerin serbest bırakılması, Rus Ça-
, (18) Bu anlaşma (konvansiyon) için Laugier’de, II, s. 372’ye bakınız; ya’
. zar anlaşmanın tarihini yanlış olarak 5 Mayıs olarak vermektedir ki, bunun 2 Mart olması gerilmektedir. Bu anlaşma Sistow andlaşma- sının II. maddesinde ve Suphi’de bütün olarak yer almaktadır. Ule- feld tarafından Türklere verilen tâvizler kendisinin hükümetinden aldığı tâlimatın sınırlarını aşmaktadır ve kendisi de Filibe’den gön- derdiği 19 Mayıs 1741 tarihli mektubunda iki hatasını açıklamakta- dır; şöyle ki: Hırvatistan’a, ait olan beş kasabadan oluşan idare merkezini Esklavoni’ye tâbi gibi mütalea etmiş, Belgrad yakımnda- ki Yıldızlıkale’ye gelince, bu ^alenin nerede olduğu hakkında bilgi- si olmamıştır; böylece; Belgrad anlaşması tarihi, esaslarının belir- lenmesinden 2 Mart tarihli tamamlayıcı anlaşmaya kadar, müzâ- kerecilerin ihmâl ve kabiliyetsizliklerini ortaya koymaktadır.
(رول «Rusya,،: Bâb-ı Âlî’ye karşı bu devletin Avusturya’ya iıygulaâıgl d؛ -«؟ lambaçlı ypllari savsaklama politikasını uyguluyor, üzerinde muta- bık kalınmış ma4deleri uygulamayı reddederek müzâkereleri belir- siz maddeler üzerine doğru çekiyordu.» Laugier, n, s. 180.
riçesine İmparatoriçe ünvanmın tanınması ve inşâ edilecek ka¬lenin yeri gibi meselelere cevap vermeden, Azak tahkimâtının yıkılmasını istemekle yetindiler (24 Kasım 1740). .
Zâten Türk ve Rus tarafları, iki tarafın elçilerinin takibede- cekleri, pâyitahta götürecek olan yollar üzerinde anlaşmaya varmışlardı. Aynca, elçilerin bütün masraflarının karşılıklı ola¬rak iki devlet tarafından ödenmesi hususunda da anlaşmışlar¬dı. Türk elçisi kendisi için zarurî ihtiyaç maddesi saydığı eşya¬nın bir listesini düzenlemişti; bunun temin edilmesi, yekûn ola¬rak günde binaltıyüz rubleye maloluyordu. Rus elçisi Ruman- zofun istekleri daha da mübalâğalıydı (20); zira, Rus elçisi, Türk elçisinin ihtiyaç listesini hicvetmek istemiş, bü bakımdan düzenlediği listede ihtiyacı olarak her gün için şampanya, Bergonya şarabı, Macar Tokay şarabı ve amber, san-sabır ik¬sirlerine yer vermişti. Elçinin iksirini yapılmasını istediği san- sabır çiçeği Bucak bozkırlarında nadir bulunuyordu. Veziriâ- zam, bu ilste karşısında kont Ulefeld’e ait ihtiyaç listecini göz¬den geçirdi ve kont Rumanzof’un listesini, Rus elçisi ile Avus¬turya İmparatorluğu elçisi arasında bîr fark bulunması gerek-tiğini ]belirtmek için, biraz indirimli olarak tasdik etti (21). Rus Çariçesi Katerina’nın ölümü ve Rusya’da karışık durum, kont Rumanzof’u, Bâb-ı Âlî karşısında Avusturya elçisinin içinde bulunduğu elverişsiz vaziyete soktu. Yeşilköy (San Stefano)’- den ayrılmadan, katıldığı kendisine ait teşrifâtı düzenlemek maksadiyle yapıl؟uı birkaç toplaiıtıdan sonra, muhteşem bir törenle başkent İstanbul’a girdi (28 Mart 1741). Politikasının başlıca âletleri olan Reisefendi’nin azlinden ve Bâb-ı Âlî tercü-
– maninin idâm edilmesinden sonra, tesiri hayli azalan Fransız elçisi Villeneuve’e gelince, yerine atanan marki de Castellane’- m gelişini sevinçle karşıladı. Yeni elçiyle anlaşma içinde, Rus- ■ 1ar tarafından Azak tahkimatının yıkılması v6 Dinyeper’in sağ kıyısının sınır olarak kabulünde, Türkler tarafından Rus esirle¬rin serbest bırakılması hususunda yeni barış anlaşmasının uy-
(20) Fransa’nın Saint-Petersbourg’daki elçisi Chetardie,.19 Mart 1740 ta- rihinde Rumanzof’un Türkiye elçiliğine atandığımı Villeneuve’e bil- diriyordu.
<2İ) Laugıer, II, s. 207, ,ülefوه. OsmanlI devletinden günlük masraf ölar rak 60 kuruş aldığını söylüyor ki yanlış;. bu rakam dörtyüz altmıştır, Rmrianzof ise dörtyüz kuruşalıyordu.* ülefeld’in raporundan.
gulanmasına karşı çıkarılan engelleri ortadan kaldırmakla uğ¬raştı. Bâb-ı Âli, Rusya’ya imparatorluk unvanının tanınmasının sadece bir nezâket eseri olacağım ve Azak tahkimatının yıkıl¬masıyla barışın uygulanmasının teminat altına alınacağını ve imparatorluk unvanının tanınması için bunun ilk şart olduğu¬nu iddia ediyordu. Fransız elçisi Villeneuve Rusya’nın taleple¬rini destekledi; ülkesine hareketinden önce düzenlenen muhte¬şem huzura kabul töreninde, Belgrad anlaşması için vermiş ol¬duğu teminâtın imzalı nüshasını sundu (16 Nisan 1741); buna Avusturya ile Bâb-ı Âli arasında imzalanan 2 Mart tarihli ek anlaşmanın teminatçılığını belirten vesikayı da ekledi; o za-mana kadar Marie-Thérèse’in Macaristan kraliçeliği henüz ta¬nınmamış olduğundan, bu vesikayı vermeği reddetmişti. Elçi kont Rumanzof Reisefendi ile yaptığı bir görüşmede, Reisefen- di, Berda ve Mius ırmaklarının mansapları arası da dâhil olmak üzere, Méotide denizi kıyısı iskân edilmemesi, Azak kalesi tah- kimâtınm sökülmesi ve yeni kalenin Azak’dan münasib bir me¬safede inşâsı şartiyle imparatorluk pâyesinin tanınmasına razı oldu. Nihayet, iki taraf arasında Azak tahkimâtınm sökülmesi ve Çariçe Elisabethe Petrowna’mn Bâb-ı Âlî’ce împaratoriçe sı- fatiyle tanınması hususlarında anlaşmaya varıldı. 2 Mart ta¬rihli anlaşmadan sonra Avusturya ve Osmanlı İmparatorlukla¬rı, Banat ve Sırbistan arasında Sava ve Unna nehirleri boyun-ca, Transilvanya ve Eflâk arasında sınır hatlannı, atanan komi¬serler vasıtasiyle ve yeni düzenlemelere giderek belirlediler (22). İstanbul’da Reisefendi Ragıb’la kont Rumanzof arasında yapı¬lan özel bir anlaşma Rusya’nın menfaatlerini düzene koydu (7 Eylül 1741)؛ bu anlaşma (konvansiyon) gereğince, Azak ka¬lesi tahkimâtınm yıkılması, bu kaleden otuz fersah mesafede yeni bir kalenin inşâsı, Zaporoglar üzerinde Rusya’nın hâki-miyeti ve Çarların İmparator sıfatiyle Bâb-ı Âlî tarafından ta¬nınması kararlaştırıldı ve bu tammaya kesinlik kaydı eklendi. Böylece, Avusturya’dan daha çok Rusya’nın çıkarma olan Bel¬grad anlaşmasının özel anlaşmalarla (konvansiyonlarla) kabul
(22) Transilvanya sınırları 28 Haziran 1741’de belirlen(}،. Viyana impa- ratorluk Arşivleri. Hermanstad’da bulunan bu sınırlamanın tarihçisi, ©rgu kendisini bayrete düşüren bir kiliseyi tasvir etmektedir (VIL elidin delilendirici parçalarına bakınız). Bu pasaj, Hormayr’ın ta- rlbî vesikalarında tercüme edilmiştir.
edilmesi ve yürürlüğe konması için iki yıllık bir zaman geçme¬si lâzım geldi. Hıristiyan devletlerden öğrendikleri diplomasi sanatı OsmanlIlarda gözle görülürcesine bir mükemmellik ka¬zanmış ve bu sanat şimdi hıristiyan devletler aleyhine bir silah olarak kullanılır hale getirilmişti (23). Zamanın yüksek bir ze¬kâ, adalet aşkı ve AvrupalI temsilcilere karşı takdirle dolu Ve¬ziriazamı, onlara ziyafetler verecek kadar yakınlığını ileri gö¬türmüştü; kendisinden sonra gelen veziriazamlar, bu ziyafet¬leri istisnaî olarak ve yalnız elçiler için düzenler olmuşlardı (24). Evvelce İran, Avusturya ve Rusya ile anlaşmalar imzalanması sırasında olağanüstü yetkili murahhas olarak gördüğümüz Ve¬ziriazam gibi ileri zekâ sahibi Reisefendi Ragıb, aynı zamanda sağlam eğitimi ve itidali ile de ünlüydü; ayrıca Veziriazamla fevkalâde anlaşıyordu; zira selefi Reisefendi Mustafa gibi ne açgözlü, ne de iş karıştırıcı değildi. Bu Reisefendi Mustafa, ken¬disinden, andlaşma maddesinde belirtilen şekilde Czerna neh¬rinin yatağının değiştirilmesini ihtar eden kont Ulefeld’e, ek anlaşmaların (konvansiyon) kendisine nehrin döküldüğü yer¬lerin değil, ancak kaynağından başlanarak değiştirmek ameli- yesini yüklediğini bildiriyordu؛ Daha az aldatıcı görünen yenil¬giler, Türklere, onları Osmanlı İmparatorluğunun başkentinde sun’i bir şekilde; inşâ ettikleri diplomatik tiyatro sahnesinde kuklalar gibi oynatan İsveç, Napoli elçileri ve Bonneval ta¬rafından telkin edilmişlerdi (25). Bununla beraber, bu yaban-
(23) Hollanda elçisi Calceon, 28 Ağustos 1740 da Başvekili Fagel’e şunları yazıyordu: «Efendim, beklenmedik anda ortaya müzâkereleri gizlice yapılmış anlaşmaların çıktığını söylemekte haklısınız; anlaşma yap¬mak sanatının İstanbul’da en yüksek derecesine vardığı görülüyor; bunların sadece hıristiyan devletlere yanıldıklarını anlatmak gibi bir faydası var; tabiî buna anlaşmayı yapan hıristiyan devlet de dâhil.» .
(24) 24 Kasım 1741’de Fawkener ve Rbbinson’a, 17 Kasım 1741’de Napoli elçisi Finochetti’ye ve. İspanyol maslahatgüzarı Carpinstero’ya.
(25) Belgrad barışı üzerine Finochetti’nin 20 Ocak 1740 tarihli raporu: «Vezire hangi şartlarla olursa olsun derhal barış yapılması emri verildi. Bu emir, beş ulak gönderilmek suretiyle tekrarlandı. Buna rağmen barış anlaşması ancak Belgrad’m tesliminden sonra imza» landı ve bu husus öğrenildiğinde hayrete sebeb oldu. Çünkü itürk- ler Belgrad’ı zaptedecek durumda değillerdi. Fransa elçisi İsveç’le ittifaka karşı olmadığından, Bâb-ı Âlî kont Bonneval’in tavsiyele¬rinden yararlanarak ittifakı neticelendirmeyi başardı ve anlaşma
cılar, hükümetlerinin .politikasına getirilen değişikliğin farkına varmayarak, VI. Charles’ın ölümünden hemen sonra İmparato- riçe Marie-Therese’e karşı düşmanca manevralara giriştikle¬rinden bu konuda hükümetleri tarafından uyarıldılar. Bonne- val tarafından Zürich ve Beme protestanlanm yerleştirme pro¬jesi, Neufchâtel’deki Prusyalı yüksek maliyeci tarafından da tatbikatta desteklendiği halde gerçekleşemedi (26) .
İRAN ELÇİLİK HEYETİ
Veziriâzamlığı süresince Ahmed Paşa Avrupa devletleri temsilcileriyle tam âhenk içinde bir münasebet sürdürdü ve onlara karşı son derece nâzik davrandı. Aslında Nâdir Şah’m tehdid edici tavn da Bâb-ı Âlî’nin böyle bir politika takibetme- sini gerektiriyordu. Bütün kuvvetlerini Nâdir Şâh’a karşı top¬lu bir halde bulundurmak için, Belgrad andlaşmasiyle eklerini acele yürürlüğe koymak zorundaydı. Hatırlanacağı gibi, özel anlaşmalar Avusturya ve Rusya ile yapılmıştı. Diyarbekir, Rak- ka, Halep, Adana ve Anadolu valiliklerini geçtikten sonra Bel- . grad’dan dört-beş bin kişilik bir maiyyetle İstanbul’a gelen İran elçisinin şehre girişi, herkes hükümetin savaş tasavvurlarının farkında olduğundan, büyük ölçüde bir intibâ edinilmesine vesile teşkil etti. Eski defteremini Halil, elçiyi karşılamak üzere bir muhafız birliğinin başında Fenerbahçe’ye gönderilmişti; hare¬keti sırasında kendisine yol boyunca elçinin sağında yer alması emri verilmişti; fakat elçi buna hiçbir suretle razı olmadı. Bu¬nun üzerine kendisini muhafaza ile görevli komiser, elçiyi ye¬mek yemek üzere tutmaları gerekenden başka bir yoldan gitti; fakat elçi kendisine verilen yemekleri de yemedi ve biraz ek¬mek ve yoğurt yemekle yetindi. Beş gün sonra (5 Mart 1741-17 Zilhicce 1154), elçinin getirdiği filler sallar üzerinde Beşiktaş’a geçirildiler ve elçinin kendisi Üsküdar’da göz kamaştırıcı bir kârşılarjmadan sonra deniz yoluyla Eyüb’e gitti. Orada, maiy-
Belgrad’da barış esaslarını imzalayan Cagnoni’nin gelişine kadar gizli tutuldu. Cagnoni şimdi hesabı kapamak” ve S. Andrâ’nuı emri¬ni elmaslar halinde Fransa elçisi Vileneuve’e sunmak üzere bura¬da bulunuyor.»
(2b) Müşterek adı verilen bir mektupta, Prusya kralının Neufchatel’de- Ki maliyecisi, Zürich ve Berne kantonları teb’alarının Türkiye’de is¬kân edilmeleri plânının bir kenar» bırakıldığını bildiriyor.
yetinde bulunan iki hanla, önceki yıldan itibaren Nâdir şah tarafından Türkiye’ye gönderilmiş olan Oğuz Ali hanla birlik¬te gümrükler müdürünün çiftliğine yerleştirildi (27). Eyub’de karaya çıkışı sırasında bütün çavuşların ilerisinde bulunan ça- vuşbaşı tarafından karşılandı; karşılayıcıları arasında süvari Paşalarıyla geçit resmi kumandanları da bulunmaktaydı (11 Märt 1741-23 Zilhicce 1154) (28). Elçinin Veziriazam tarafın¬dan huzura kabulünde, İmparatorluk tarihçisi Suphi Efendi ge¬lip kendisini merdiven başında karşıladı. Kendisine şeref hil’ati giydirileceği sırada, Veziriâzam’ın huzurunda onun elinden bu seçkinlik belirleyici hediyeyi kabul edemeyeceğini bildirdi. Bir yıldan beri İstanbul’da bulunan Oğuz Ali han, iki han ve elçi¬nin vak’anüvisine (tarihçisi) kakım ve samur kaftanlar giydi¬rildi, daha alt görevlerde bulunanlara sâde kaftanlar ihsân edil¬di. Beş gün sonra divana ve Sultan’m huzuruna kabul olundu (30 Mart 1741 -12 Muharrem 1154) (29). Sarayın ana giriş ka¬pısından itibaren divan salonu istikametinde, sol tarafta yirmi¬den fazla binek atı sıralanmıştı. Bunlar Sultan’ın atlarıydı ve bunların koşum takımlarındaki elmas ve diğer değerli taşlar etrafı parıltılar içinde bırakıyordu; yan taraflarındaki kalkanlar da paha biçilmez taşlarla süslenmişti; örtüleri ve başlıkları in¬cilerle işlenmişti; dizginleri ve özenğileri saf altındandı; bun- larin süvarileri üstüvâne biçimi kavuklar giymişlerdi.
Sultan’m muhafızları, altın işlemeli miğferleri, altından do¬kunmuş elbiseleri, rüzgârda dalgalanan pelerinleriyle, ellerinde
(27) Suphi, f. 190, 22 Zilhicce’nin bir cumartesi günü olduğunu söylüyor.- Oysa 22 Zilhicce cumaya rastlamaktadır. Avusturya elçisi de rapo- ” runda İran elçisinin bugün geldiğini belirtmektedir.
<28) 22 Nisan tarihli Penkler’in raporunda alay düzeni şu şekilde veril-, inektedir: 1 -—Yeniçeriler; 2— Otuz Tatar (ulak); 3 — Yirmidört deli (gözüpekler, atlı muhafızlar); 4 — Seksen çavuş; ,5 — Otuz ve- zirağası (Veziriâzam’ın konak subayları); 6 ٣ 40 müteferrika; 7 — Yirmidört gedikli zâim ( timar sahibi kâtip); 8 — Sipâlii efendileri;
9 — Oniki Vezâretiuzmâ daireleri başkanları; 10 — Onsekiz mâbe- yinci; 11 — Defterdarlar; 12 — Otuz levend; 13’—Kapucular;. 14
— Yiririisfekiz muhzir; 15-— Uç Yeniçeri albayı; 16 — Teşrif ât reisi ve çavuş kâtipleri; 17 — Başmâbeyinci; 18 — Başkâhya^lS ,— Reis-, efendi; 2p — Veziriâzam’m şatnları; 21 — Veziriâzam; 22 — Hiz-metkârlarından yirmidördü; 23′ — Han’ın ağaları; 24 — İmamlar;
۶ 25 ■ — ‘Bâb-l ÂJİi nâzırları.
‘<29).. Saphi.s. 192.
okları ve mızrakları, daha uzakta duruyorlardı, Onların yanın¬da Yeniçeriler, tim ar ve zeamet sahipleri görülüyordu. Sağ ta¬rafta onbin Yeniçeri ve başlıklarının, üzerinde baiıkçılkuşu sor¬guçlar iyi e seçilen elli albay yer almıştı. Süvari Paşaları Saadet Kapısı (sarayın üçüncü kapısı, Bab-üs Saadeî önüne yerleştiril¬mişlerdi. Yeniçerilerin vezirağası da onların yanındaydı؛ bu ka¬pının sağ tarafında samur hil’atler giymiş ve ellerinde gümüş bastonlar bulunan elli mabeyinci duruyordu; nihayet divan sa¬lonunun kubbesi altında Veziriazam, Kaptan-Paşa ve defter¬dar, meratib silsilesine uygun olarak sıralanmış divân Efendile¬ri bulunuyordu. Çavuşbaşı, güneş doğmadan önce elçiyi ikâmet yerinde görmeğe gitmişti. Alay mehterhane yakınına vardı¬ğında sabah duası edildi; alay Büyük Kapı’dan (Bâb-ı Hümâ¬yun) içeri girince, onbin Yeniçeri, avlarını gözleyen kartallar misâli, avluya dizilmiş pilav tabaklarına doğru seğirttiler,- elçi hayretler içinde kaldı. Elçi, İran modasına uygun olarak ancak dizlerine kadar gelen samur bir kürk giymişti; başında derviş- lerinkine benzeyen bir aun yüksekliğinde bir kavuk vardı ve sarığı altın işlemeliydi. Kıyafetini görenler gülüyorlardı؛ böyle bir elbise, ancak başkalarının giydiklerini kıskananlarda bu duyguyu tahrik etmemek maksadiyle icâd edilmiş olabilirdi. Veziriazam divan salonuna geçerken, çavuşlar Allah’ın onu koruması duâsiyle selâm aldılar. Vezir rütbesinde olan elçiye, şâir zamanlarda Nişancı’nın işgal ettiği yer verildi. Divân bi¬tince, elçi Veziriâzam’m masasında yemeğini yedi; diğer üç han ve elçilik müverrihi (tezkireci) Kapdan-ı deryânın masasında ağırlandılar؛ maiyyetindeki diğer kimseler ise defterdârm mi-؛ sâfiri oldular.
Yemekten sonra huzura kabul salonunda Sultan yarini al¬dı ve Veziriâzam, iki kubbe veziri (Yeniçeriağası ve Kapdan-ı derya), kendilerine böyle bir imtiyaz tanınmış’olan defterdâr, Reisefendi ve ağalar tahtın yanında her zamanki yerlerinde durdular. İran elçisi huzura alındı؛ Fakat öylesine bir şaşkınlık içindeydi ki, ağzından sâdece «Şâhım!» kelimesinden başka bir söz çıkmadı. Bunun üzerine, itimâd mektuplarım ve getirdiği hediyelerin listesini sunmakla yetindi (NOT: 2). Saadet Kapısı yanındaki çıkış yerine varınca, oradaki Yeniçerilerin kalabalık olmaları yüzünden orada bir saatten fazla beklemek zorunda kaldı. Hemen Sultan’ın kendisine hediye ettiği ata binen elçi.
kalabalığın dağılması için birinci avluda, Daı^hane karşısında, yine uzun zaman bekledi. OsmanlI sarayında huzura kabuller- de uygulanan teşrifât, el^i binikiyüz kişilik bir maiyet ve dört- bin kişilik bir muhafız birliğiyle geldiği için çok daha dikkatle uygulandı. Böylesine kalabalık bir maiyyetle huzura kabul için saraya gelmek, ٠ zamana kadar görülmemiş bir ©laydı ve ٠ ta- rihten scnra da görülmeyecektir.
Kısa bir süre sonra, Veziriâzam Kâğıthane yakınında elçi şerefine parlak bir ziyafet tertipledi. Bu münasebetle, muha- fızlannm, uşaklarının, hanesi subaylarının tam mevcutlu ola- rak görünmelerine ihtimâm gösterdi; ziyafette altın ve porse- len yemek takımları ile hizmet edildi; göz alıcı bir ihtişam ser- gilendi. Oğuz han ve elçiye bağlı diğer iki han ve elçilik müver- rihine kakım ve samur kürkünden hil’atler girdirildi (1 Mayıs 1741 -14 Sefer 1154). Veziriâzam’m elçi üzerinde bırakmak is- tediği ihtişam intibâl tamamiyle gerçekleştirildi i30). Elçinin özel görevinin konusunu oluşturan Nâdir Şâh tarafından tesis edilen Câferiye mezhebinin tanınması hususu, Kapdan-ı deryâ Paşa tarafından verilen ayrı bir ziyâfette görüşüldü. Bu ziyafet- te, ulemâdan başka sarayın birinci imamı Sâhib Efendi, împa- ratorluk karargâhı kadısı Es’ad Efendi, Anadolu Kadıaskerli- ğinden azledilmiş Nâili Efendi, İran’da evvelce OsmanlI împa- ratorluğunu temsil eden eski elçi Abdullah Efendi, Iran elçişi- nüı mihmandarı Halil Efendi ve Reisefendi Râgıb hazır bulun- du (29 Nisan 1741 -12 Safer 1154). Toplantıda yeni mezheb gö-، rüşülürken İran elçisinin talebine kesin olarak karşı çıkılmadı, gerçek kanunun emrine uyulacağı bildirilmek suretiyle kendi- sine kaçamaklı bir cevap verildi. Vezir Yeniçeriağası, Davudpa- şa’da verdiği bir ziyafette elçiyi Kapdan-ı deryânın ziyâfetin- dekinden daha az bir ihtişamla karşılamadı. Elçi barış müzâ- kereleri için gerekli yetkilerle donatılmış olmadığından ve Nâ- dir Şâh’m Sultan’a gönderdiği mesajdan barış mı yoksa savaş mı istediği kesinlikle belirtilmemiş bulunduğundan, ” • ‘ herhangi bir meseleye çö?üm getirmeden * ‘ ” gönde- bilmesinin zorunlu olduğu kanaatine varıldı. Bu görevin yeri-
(30) Suphi, m؛sâf؛r، ve beraberindekileri memnun etmek üzere verilen bu ziyafeti anlatırken şu Acemce beyti veriyor:
Savaşlarda çelik, ziyafetlerde mumum,
Düşmânımın kaybı, misafirimin neşesiyim.
م
ne getirilmesi maliye ل31) ؛سس zarif ve âlim Münif Efen- di’ye. havale edilerek yardımcılığına İstanbul gümrük müdürü Nazif Mustafa Efendi verildi.
MEDİNE’YE GÖNDERİLEN HEDİYELER
Nâdir Şâh’m, sen barış anlaşmasının uygulanması sırasm- da beşinci mezheb olarak Câferiliğin tanınması ve İran haccı- nm kabulü hususunda birbirini takibeden talebleri Sultan’m, iki kutsal şehrin, Mekke ve Medine’nin hâmisi olarak, dinî duy- gularını coşturmuştu. Her ikisi de Hz. Peygamberin mezarını tezyin etmiş olan I. Ahmed ve IV. Murad misâllerine uyarak, yıllık hediyeleri Mekke’ye götüren sûrre emini vasıtasiyle Hz. Peygamberin türbesine pırlanta, yakut ve elmaslardan oluşan bir âvize dalı, bir de mücevherlerden oluşan bir güneş gön- derdi.
Sûrre alayının yola çıkmasından kısa bir süre sonra, Kel- Ahmed. Paşa oğlu Ali Bey’le evlendirilen Heybetullah (32) Sul- tan’ın düğünü yapıldı. Eski sarayın odun yarıcıları, eski bir âdete uyarak, örme sepetler veya bardaklar içinde anahtar desteleriyle bir başdan bir başa şehri dolaştılar (10 Kasım 1740
– 20 Şaban 1153). Bu düğünü ve iki olağanüstü elçi Ulefeld ile Rumanzof ve Fransa, İngiltere elçileriyle Hollanda ve Napoli murahhaslarına verilen ziyâfetleri Veziriâzam’la Yeniçeriağa- sı’nın Sultan şerefine tertipledikleri ziyafetler takibetti. Aynı vakte doğru, diğerleri arasında kaşıkçılar çarşısı yanındaki ha- mamın yakınında bulunan depolan yakıp kül eden bir yangınla karşılaşıldı (1 Kasım 1740 – 11 Şaban 1153). Bundan daha çok dehşet verici bir yangın Bâyezid لس yakınında başladı; iki köla acılan yangının bir kolu cami karşısındaki kâğıtçılar çar- şısını sardı, diğer kolu îse, Divanyolu’iıa yakın bir mahalleyi kül haline getirdi, gümüş çekiciler imâlathânesi de bu tahri- battan payını aldı (27 Aralık 1740 – 8 Şevval 1153) . Sekiz gün sonra Ayasofya yanında üçüncü bir yangınla karşılaşıldı; ateşin tahribatı, ancak şehrin bu bölümündeki evlerin yıkılmasiyle durdurulabildi (33).
(31) Maliye tezkerecisi. .
(32) Suphi, s. 184, onun Sirke Osman Paşa’nm, (!،riayısiyle bir sultanın kızı olduğunu bildiriyor.
(33) Suphi, s. 186, Kule Bostanı’ndaki bir üçüncü yangından bahsediyor.
memişti; bununla beraber, kendisi hatalarım unuttuğundan ve İran’la OsmanlI İmparatorluğu arasında bir savaş çıktığında kendisine kesin ihtiyaç duyulacağına inandığından, Anadclu’da bir valilik verilmek suretiyle hazırlanan tuzağa kolayca düştü. Valilik sıfatının kendisine verdiği imkânla لعاههل için gelen mâ- beyinlilere meydan okudu ve yeni görev yerine gitmek üzere Edime’ye kadar gelmeği de başardı. Oradan Gelibolu’ya geç- ineğe hazırlandığı sırada Bostancıbaşı onu kırk bostancı ile kıs- kıvrak yakaladı ve böylece idam edildi.
ROMANZOFF
özi kalesinin Münch tarafından zabtı sırasında Ruslara esir düşen ve Rusya’ya götürülen Yahya Paşa, Rus elçisi RumanZof ile birlikte vatanına döndü; rüşvet vermek suretiyle Bursa san- cağına atanmasını gerçekleştirdi. Kont Romanzof’un İstanbul’a gelişi öylesine şa’şaalı olmuştu ki, Avusturya elçisi kont Ulefeld ile Fransız el^si ülkelerine dönmek İçin huzura kabul edilmeleri için teşebbüste bulunmayı unutmuşlardı (35); bununla beraber, İstanbul’a gelişinde şehre girerken Avusturya elçisine verilen borazanlarını öttürmek izni Rus elçisine tanınmadı.
FRANSA VE NAPOLİ’DE ELÇİLİKLER
Avusturya elçisi ülkesine dönüşü münasebetiyle, Sultan’a, Leslie’nin olağanüstü elciliğinden beri süregelen âdete uyarak altı at koşulu bir arabayı hediye olarak sundu. Rus elçisine g©- linçe, o da zengin kürkler, alim işlemeli kumaşlar, porselenler ve çaydan oluşan hediyeler takdim etti. Bâb-1 Âlî, ؟ransa elçisi olarak, Sırbistan’da sınır belirleme komiserliği görevini yerine getiren, Fransa eski elçisi Mehmed Çelebi’nin oğlu Mehmed Said Efendi’yi seçti; Napoli elçiliğine ise Hüseyin Bey uygun görül- dü ve yeni elçi, beraberinde ipek çadırlar, amber ve fildişinden oluşan hediyelerle iki Napoli savaş gemisiyle bu ülkeye gitti. Fransa elçisi Mehmed Said Efendi de XV.ككماye hediye olarak atlar, çadırlar, kılıçlar ve tüfekler sunmakla görevlendirildi.
35) Fransız elçisi 25 Muharrem’de (2أ Nisan)’ Avusturya *elcisi ise 8 ا Nisan’da huzura kabul edilme müsaadesi aldılar. Suphi’ye, 5ا؟أ .٢ ve Avusturya imparatorluk Arşivleri’nde bulunan raporlara bakmış.
GÖKTAŞLARI
Aşağı yukarı aynı dönemde, Hezargrad’da olağanüstü bir hâdise görüldü: Korkunç bir fırtına ve birbirini takibedenşim- şekler ortasında, ateş hâlindeki bir göktaşından iki büyük par- ça yere düştü؛ biri ondokuz, diğeri لظإ okka ağırlığındaki bu gök cisimlerinin terkibi demirden oluşmaktaydı (25 Ekim 1740 – 4 Şaban 1153). Veziriâzam bu olayı Sultan’a bildirdi; tabiat ve yıldızların durumunu yorumlayan Türk müneccimler, bu olayı, iki kuzey hükümdarının yakın ölümünün habercisi olarak yo- rumladılar. Bunların söylediklerine göre, bu göktaşları Siyno- sür (Synosure) dörtgenini oluşturan yıldızlardan gelmekteydi ve Doğu milletleri burcun bu bölümünü bir tabut şeklinde gö- rüyorlardı ve bu bölümün tamamlayıcısı olan üç yıldızı cenaze alayının önündeki üç ağıtçı görünümünde yorumluyorlardı (34). Gerçekten bu kehânet tamamiyle gerçekleşti; zira yukarıda SÖ- zü edilen olaydan beş gün önce imparator Charles ve üç gün sonra imparatoriçe Anne’m ölmüş oldukları, aradan çok zaman geçmeden öğrenildi. Göktaşlarının OsmanlI İmparatorluğunu durmadan tehdit eden meş’um kuyruklu yıldız Nâdir Şâh’ın bulunduğu Doğu istikametine düşmesi, Bâb-1 Ali’yi şüphesiz daha çok memnun etmiş olacaktı. Son banş anlaşmasının tas- سه değil de, sadece beşinci mezhebin resmen tanınması ta- lebiyle gelen İran elçisi karşısında, Bâb-1 Âlî, kendisini bu hü- kümdara karşı savaş hazırlıklarına girişmek zorunluluğu içinde görüyordu.
Bu hazırlık sebebiyle, evvelce Bender, sonra özi valisi olan Numan Paşa seraskerliğe atandı ve Anadolu Beylerbeyliği ma- kamına getirildi; Anadolu eski Beyterbeyi Erzurum’a gönderil- di. Çeteci-Paşa veya nişancı birlikleri kumandanı Abdullah Paşa. Van’da bırakıldı. Bu vesileyle Bâb-1 Âlî, İran ve Macaristan savaş- lannda serasker, daha sonra Nâdir Şâh nezdinde OsmanlI elçisi olarak gördüğümüz Genç-Ali Paşa’yı idam etmek fırsatını ele ge- çirdi. İçinde bulunulan şartlar, Bâb-1 Âlî’yi, onun, Orsova’da Veziriâzam’a ihtiyacı olan yardımı yapmamakla işlediği hata- lan sükûtla geçiştirmek zorunda bırakmış, fakat bunlar affedil-
(34) Benat©u-naa$cb, yâni tabutun kızları; böylece Doğulular üç y،l،l]z]n arabanın dümenini oluşturduğu, diğer dördünün ise tabutu temsil ettiği kanaatindeydiler.
MORIA’DA KURBANTAŞI ÖRTÜSÜ
Cedleri Birinci Ahmed ve Dördüncü Murad’ın kutsal Me¬dine şehrine karşı gösterdikleri cömertliğe uymayı vazife bilen Sultan, hayır işlerini üçüncü kutsal şehire, Kudüs’e de yaymak istedi. Üzerinde Hz. İbrahim’in oğlunu Allah’a kurban etmek istediği, Hz. Peygamber’in Mi’rac gecesi oradan ışık ata bindi¬ği; Cebrail’in indiği ve Âdem ile Buda’nm Ceylan’da ve Hz. İb-rahim’in Mekke’de olduğu gibi hâlâ onun izini hakkedilmiş bir halde muhafaza eden Moria kutsal kayasının eskiyen örtüsünü yemledi. Kâbe’ninki gibi altın sırmadan olan bu örtü, kutsal ye¬ri havanın değişikliklerinden koruduğundan daha çok,’ kâfir nazarlar (36) ve dinden uzak ellerin temasından koruyordu. Sultan, ayrıca, bu kutsal mahallin vakfına iki Kur’an da verdi: Bunların okunmasından çıkan ses, kutsal taşın etrafında top¬lanıp İlâhiler okuyan meleklerin sesleriyle birleşecekti; bu taş, kutsal taşların en kutsalıydı ve etrafında meleklerin toplanıp İlâhîler okumaları yalnız bu taşa mahsus bir imtiyazdı. Ahmed’- in, çok kudretli Reisefendi’nin inşaat müfettişi olarak İstanbul’¬dan Mekke’ye gönderildiğini daha öncelerde söylemiştik. Var-dığımız dönemde, kısa bir süre önce görevinden azledilmiş bu¬lunan Reisefendi Mustafa ve defterdar Âtıf Mekke ziyareti için müsâadeyi aşan bir emir aldılar.
Bu kitabın başında gördüğümüz gibi؛ Bâb-ı Âlî tercümanı Alexandre Ghika, Reisefendi ile birlikte gözden düşmüştü. Ter¬cümanın idâm edilmesi Boğdan prensliğine getirilmiş olan kar¬deşi Grégoire’m makamım kaybetmesine sebeb oldu ve yeri Eflâk hospodan Constantin Maurocordato’ya verildi: Bu sonun¬cusu da, on yıllık bir gözden düşmeden sonra, ikinci defa ola¬rak göreve çağırılan Michel Rakoviza’ya yerini bıraktı (13 Eylül 1741 – 2 Receb 1154).
Bâb-ı Âlî İran savaşı hakkında kendisinin görüşlerini almak istediğinden, Kiram hanı Selim-Giray İstanbul’a çağırıldı (4. Ni¬san 1740). Zira, sınır kumandanlarının gönderdikleri mektup¬larla elçi Münif Efendi’ninkiler arasında bir uygunluk vardı.
436) İsâbet-i ayn’ül-kemal. Suphi, f. 201.
Hammer Tarihi. C: VIII. R: 3
Bunların bildirdiklerine göre, Nâdir Şâh, Hindistan dönüşünde İsfahan’dan geçmeksizin, Lezgizleri ve Dağıstan halklarını ce¬zalandırmak üzere, doğrudan, alelacele İran’ın kuzey sınırına yürümüştü.
Aynı zamana rastlayan iki adamın gelişi, yeni bir savaş kor¬kusundan kaynaklanan halk söylentilerini bir zaman için dur¬durdu, oyaladı. Bunlar, iki mâceraperestti ve İstanbul’a biri ka¬ra, diğeri deniz yoluyla gelmiş ve payitahtın bütün dikkatini kendi üzerlerine çekmişlerdi; öyle ki, Veziriazam bile bu husu-sun Sultan’a bildirilmesi gerektiğine inandı. Bunlara gösteri¬len alâka, yalnız halkın değil, bizzat imparatorluk müverrihi nin de safdilliğini ortaya koyuyordu. Bu iki mâceracıdan biri kendisini VI. Charles’m oğlu olarak tanıtıyordu؛ bu prensle, si- lahdarının (saray mareşali?) kızı Helene’den bir râhibeler ma-nastırında dünyaya geldiğini iddia ediyordu. Söylediğine göre, Roma’da yüksek dinî makamların nezâretinde ve seviyesi dola- yısiyle gösterilen ihtimâm içinde yetiştirilmişti; bazı keşişlerle yaptığı konuşmalarda, hıristiyan inancının boşluğunu görmüş ve İslâm’ın gerçekleri ruhunu doldurmuştu; Peygamberin dini¬ne ve Bâb-ı Âlî’ye saygılarını bildirmek üzere Cezayir yoluyla İstanbul’a gelmişti. Bâb-ı Âlî tercümanı onun doğumu üzerine söylediklerinin gerçek olduğunu bildirmesi üzerine, bu mâcera- cıya samur bir hil’at giydirildi ve Reisefendi’nin konağında kendisine oturacak yer verildi.
TÜRK ROBİNSON CRUSOİl
Adı Haşan ye bir Osmanlı gemisinin (37) kaptanı olan öte¬kinin mâceraları Robinson Crusoe’ninkilerle bazı benzerlikler ortaya koymaktaydı. Bir vazifeyle Kırım’a giden bu kaptan, dö¬nüşte Karadeniz’e misafirsevmez adım takdıran o korkunç fır¬tınalardan birine yakalanmış, gemisi, Yılanlar adası (eski Leuce) civarında batmıştı. Burası, Tuna’mn Sounna yakınında denize döküldüğü yerin yakınındadır. Adada, sayıları yirmibeş olan kazazedeler, geminin enkaziyle kulübeler yaptüar ve bu ıssız adada, tabiatla, tek gıdaları olan büyük balıklarla (38) bir ölüm-kalım mücâdelesi yaşadılar. Bir gemi gelip onları buldu-
(37) Kancabaş.
(38) Ayıbalığı.
ğunda, yaşamak için diğer arkadaşlarını yediklerinden (39) sayılan dörde inmişti. İstanbul’a geldiklerinde Haşan, omuz ve göğsündeki yara izlerini gösterdi; söylediğine göre, bu yaralan dörtyüz okkalık bir köpek balığı ile boğuştuğu sırada almış¬tı (40).
YANGINLAR
Zengin bir tüccara ait olan bir ölüm vak’ası, dikkatleri bu kurtuluştan daha az tahrik etmedi; bu tüccarın mağazaları Ka¬dırgalar limanmdaydi; burada bir yangın çıkmış ve adam yan¬gının mağazalarını sardığım görünce korkudan ölmüştü; ne var ki, adamın öldüğü anda yangın da sönmüş bulunuyordu, yâni adamın malı kurtulmuş, cam gitmişti. Otuz giin önce (4 Aralık 1741 – 25 Ramazan 1154), başka bir yangın Ayasofya yakının¬da patlak yermiş, Tüfekçiler kışlası, Ayasofya hamamı arka¬sındaki arslan bakım yerleri ve nihayet Sultanahmed Camii yanında Kabasakal semti olmak üzere üç koldan yayılmıştı. Tüluiiıbacılan bizzat cesaretlendiren Sultan ile Veziriâzam’ın ha¬zır bulunmalan yangının talıribâtım durdurabilmişti. ,
Veziriazam İbrahim Paşa’nın oğlu Mehmed Paşa’nın eşi merhum sultanın saray mutfağında؛ çıkan bir yangın, Kâhya- bey’in (İçişleri nâzın) mal düşkünü olmaması sâyesinde sür’- atle söndürüldü; bu saray Kâhyabey’in resmî ,çalışmalarına ve dâiresine ayrılmıştı. Kâhyabey, bitişiğindeki evieri kurtarmak uğruna ,bu sarayın yanıp kül olmasına seyirci kaldı. Şahsî men¬faatini halk menfaatinin yanında ehemmiyetsiz sayması mâ¬nâsındaki bu asî! davranış, Sultan tarafından yanan sarayın yerine yenisi yaptırılmak suretiyle mükâfatlandırıldı.
VEZİRİAZAMIN AZLEDİLMESİ
Bu sırada, İran sınırından gelen haberler her gün daha en¬dişe verici olduğundan ve halkın homurdanması arttığından,
(39) Ez-zârurât tebeyecel ,mahzurât, yâîıi, zaruretin kanunu yoktur.
(40) Dörtyüz okka veya dokuzyüz libre, Suphi, bu olağanüstü hikâye üzerine bir Arab meselini zikrediyor: İnne hazâ şey’ün ucâbün, yâni acâib şey, ve saliket ibretun li uliüt-ebsâr, yâni, ferâset örneği; Kur’an’dan şu âyeti alıyor: Tecrâ er-riyâhu bî mâ la teçehünne es- sefaiynu, yâni, rüzgâr gemilere göre, onların arzusunca esmez.
٠• ‘ ٠ rv— ‘ -٣—.->■.–٦——,٦—«٣٠،„ ,٠٠ 36 HAMMER
Sultan ve kendisi bakımından bir halk hareketinden korkan Kızlarağası bu hususta Sultan’ı uyarmağa karar verdi: Bunun üzerine Veziriazam Elhac – Ahmed Paşa görevinden azledildi ve Mühr-i Hümâyûn ikinci defa olarak Hekimoğlu Ali Paşa’ya verilmek suretiyle kendisi Osmanlı İmparatorluğunun en yük¬sek makamına çıkarıldı (7 Nisan 1742 – Saf er 1155). Azli göz¬den düşmeye yol açmayan Veziriâzam’m sarayı ve yüzelli kese¬yi bulan serveti kendisinde kaldı. Ne var ki, Sultan’m ona bı¬raktığını alın yazısı elinden aldı: Zirâ kısa bir süre sonra, sa¬rayı ve sahip olduğu her şey bir yangın sırasında yanıp kül oldu.
٠ Yeni Veziriâzam, âdet olduğu şekilde idare cihazını yeni¬ledi (41). En tesirli nâzırlardan ikisi, Reisefendi ve defterdâr Atıf Efendi, hac için gittikleri Mekke’den dönüşlerinde, Atıfi Efendi makamında alıkonuldu, fakat kısa bir süre sonra öldü. Veziriâzam’m, eski Veziriâzam’ın hükümetin tek hâkimi olmak maksadiyle (42) birer birer yerlerinden uzaklaştırdığı yedi kub¬be vezirini de yeniden makamlarına oturtmak niyetinde olduğu rivâyeti ortalıkta dolaşıyordu. Bazı haklı idamlar, bu yüksek ma¬kam sahibinin gerektiğinde âdil bir sertliği mizâcımn bilinen yumuşaklığı ile bağdaştırmasını bildiğini isbatlamaktaydı. Bir korsan kendi gemisinin serenine asılmak suretiyle idam edildi; Ostranica’h hırsızlar, İmparatorluk sarayı ve Aksaray önünde ayın âkibete uğratıldılar. Karlı İli’nin zâlim mütesellimi, evvel¬ce bir ayaklanmaya girerek rakibine karşı meşru davranacak yerde onu sekbanlariyle öldürttüğü için İstanbul’a getirtildi; adam uzun zaman cezasız kalmasının sürüp gideceği güveni içinde geldi, fakat hakettiği cezaya çarptırılmaktan kurtulama¬dı. Galata’daki Yunanlı meyhaneciler gemicilerle kavgaya tu-
(41) Üç nazırdan Çavuşbaşı ve Reisefendi’den sonra gelen önemli görev¬ler şöyleydi: 1 — Ruznâmei büyük; 2 — Küçük, yâni küçük ve büyük günlük; 3 — Muhasebei evvel; 4 — Anadolu muhasebesi; 5 — Ciz¬ye; 6 — Haremeyn, yâni Anadolu vergi dâiresiyle iki kutsal şehir vergi dâireleri; 7 — Dinî vakıflar ve teftişçiler (mukabele) ; 8 — Süvâriler; 9 — Piyadeler; 10 — Defter eminleri; 11 — Nakitler dâire¬si; 12 — Dökümhane; 13 — Şehir; 14 — Ordu deposu; 15 — Yeniçe¬ri kâtipleri ve geçit kumandanları; 16 — Sipâhiler; 17 — Silahdar- lar; 18 — Ordu ambarları; 19 — Mevkuf atçılar; 20 — Maliye tezke¬recisi. Değişiklik bu dâirelerin başkanlarıyla alâkalıydı. Suphi, f. 214.
(42) Penkler’in Nisan sonu tarihli raporu.
tuşmuş ve bunların birkaçını öldürmüş ve yaralamış oldukla- nndan idam sehpasını boylamakla cezalarını buldular.
SULTAN TARAFINDAN BÎR
İMARETHANE KURULMASI
Ayasofya Camii’ne bir kütüphane vakfederek ruhları do- yurmayı düşünen Sultan, bununla yetinmeyerek, fakirleri VÜ- cutça da doyurmak maksadîyle, aynı binanın karşısına bir aş- hâne yaptırdı ve nâzırlarıyla birlikte burasını ziyaret etti. Bu ziyaret münasebetiyle yerler çiçekli halılarla döşendi ve hatırlı misafirlerine tatlılar ikrâm edildi; bu dini vakfın idarecisi olan mimâr (43) ve yapmm başında bulunan müdür (44), bu vesiley- le şeref hil’atleri giydirilmek suretiyle mükâfatlandırıldılar (ول Ocak 1743 – 23 Zilkade 1155).
DÜĞÜN
Bir ay sonra, Adana valisi Yakub Paşa’ya nişanlı olan Âsi- ma Sultan’m, erginlik çağma ermesi gözönünde tutularak dü- günü yapıldı. Saraydan ikâmetine ayrılan Kadırga limanında- ki saraya kadar tertiplenen gelin alayı, âdete uygun olarak ka- rakullukçubaşı ve şehir kâhyası, gözcü askerler, tâlim subayia- n (45) tarafından başlatıldı, onları devlet ulakları, divân Efen- dileri (46), zeâmet kâtipleri (47) takibetti; onların arkasında topçular, silahdarlar, subaylarıyla birlikte Yeniçeriler, süvari paşaları, kapucular ve nihayet Bâb-1 Âlî nazırlan takibediyor- lar, ikişer ikişer yürüyorlardı; bunlann hemen peşinden Mali- ye nâzın dâire müdürleriyle birlikte ilerliyor; Kapdan-1 deryâ, Yeıüçeriağası Paşa, istida dâiresi birinci ve ikinci reisleri, Rei- sefendi, çavuşbaşı, arkasında gümüşlerle süslenmiş üç hurma dalı taşman Veziriâzam geliyordu؛ nihayet hurma dalları ve gelînin teşhir edilen çeyizlerinin bulunduğu sepetleri taşıyan yüzlerce kapıcı ve saray oduncusu ile alay son bulacağı işâre- tini veriyor, fakat harem dâiresinin baş idarecisi olmak stfatiy-
(43) Mimârağa.
(44) Binaemini.
(45) Serhengan.
(46) Hocagân.
(47) Gedikli zâim.
le alay Kizlarağası’nın geçişiyle kapanıyordu. Bu, 8عسمس1لا dü- günlerinde olduğu gibi, onların cenaze alaylarında da Kızlara- ğası’nı¿ yetkileri bakımından bir riyaset etme meselesiydi. Kı- sa bir süre sonra, IV. Mehmed’in l؛ızı Hatice Sultan’m vefatı dolayısıyla tertiplenen merasimde.de böyle oldu (7 Temmuz 1745 – 15 Cemâziyül’evvel 1146).
NÂDİR ŞAH BAĞDAD ÖNÜNDE
Bu sırada, Bâb-1 Âlî’nin Nâdir şahın dâvasını benimsediğin- den şüphe ettiği Bağdad valisi Ahmed Paşa’nın gönderdiği ra- porlar؛ giderek endişe verici bir hâl alıyordu. Bu raporlardan anlaşıldığına göre, elçisine gösterilen güvensizlikten şâh mem- nun değildi ve tam ticaret serbestliği, sırası gelince Kâbe ör- tüsünün kendisi tarafından gönderilmesi, kendisi tarafından kurulan beşinci mezheb olan Câferîliğin tanınması ^e Kâbe’de bunlara mahsus bir duâ yeıi ayrılması talebinde bulunuyor, bunlar yerine getirilmediği takdirde savaş ilân edeceğini bil- diriyordu (48).
Raporlardan çıkan netice karşısında, levendlerin teçhizatı için Erzurum ve ؛Bağdad valilerine alelacele yarım milyon gön- derildi. Kısa bir süre sonra, vali Ahmed Paşa, Nezar Ali han ile Mirza Sâki’^ıin gelip kendisine şâhın Erzurum ve Diyarbekir üzerine yürüdüğünü ve kendi nzasiyle teslim olmadığı takdir- de Bağdad’ı zor kullanarak alacağını bildirdiklerini Bâb-1 Âlî’ye yazdı. Bu haber üzerine olağanüstü meclis toplandı>e savaşın zorunlu olduğu kararına vanidi; Diyarbekir valisi Ali Paşa İran’a karşı seraskerliğe atandı. Ali Paşa ile Bağdad valisi Ahmed Pa- şâ arasındaki ölümüne düşmanlığa rağmen bu tedbirin kaçı- nümaz olduğunda birleşildi,
Kısa bir süre sonra Nâdir Şâh’ın Bağdad önünde göründü- gü, şehrin civarını yakıp yıkarak çiftlikleri ele geçirdiği habe؟ alındı. Bu haberler, İstanbul’da Saraçlar çarşısında ayaklanma- ya teşvik edici dedikodu ve hoşnutsuzluklara sebeb oldu. Bu باه- ramda vezir Yeniçeriağası, pâyitahtta âsâyişi devam ettirecek ve işsiz-güçsüzlerin kahvehânelerde toplanmasını önleyecek,
<48) Bu hususta; Ahmet Paşa’nm end’şe uyandıran mektuplarından ةآا Nâdir• Şâh’m Kâbe üzerindeki iddialarından bahsetmeyen Suphi’nin eserinden .çok, teferruatı bilgi veren Penkler’in raporlarına bakınız.
tedbirleri iki katına çıkardı. Veziriâzam’m bir kalyonun silah- landınlması işinde ihmâli görüldüğünü bildiren raporu üzeri- ne Kapdan-ı deryâ Mustafa Paşa azledildi ve yerine Mısır valisi Yahya Paşa getirildi. Kaytakların prensi Usmaikhan’ın iki el- çisi bu sırada İstanbul’a gelerek ferahlatıcı haberler getirdiler; bu prensin geçen ilkbaharda Nâdir Şâh’ın ordularına karşı ka- zandığı zaferler hakkında Bâb-1 Âlî’ye bilgi verdiler. Bu zafer- lerden ilki Amid vadisinde Lutf Ali han ile Haydarbey’e, ikin- cisi Koerli vadisinde Atakhan, Mehmed han ve savaşda hayatı- nı kaybeden Çelil hana karşı kazanılmıştı: Bu zaferlerin ganime- ti olarak kırkbin duka elde edilmişti.
Bununla beraber, bu haberlerin uyandırdığı sevinç, Nâdir Şâh’ın Owar baskınının, Soghort ve Moha Abuk, Cuk kasaba- !arında sebep olduğu yakıp yıkmanın öğrenilmesiyle, yerini üzüntüye bıraktı (Ağustos 174و – Receb 1156). Surkhai ile Nâ- dır arasındaki gizli görüşmeler de endişeyi arttırdı. Ahmed han Usmai, kazandığı zaferlere karşılık olarak bayrak, kaftan ve Kaytakların hanlığı makamı verilmekle mükâfatlandırıldı.
Bağdad valisinin kâhyası Mehmed Ağa, valinin emriyle el- çi Nezarhan’la birlikte şahın karargâhına gitmişti. Şâhın yeni taleblerini getiren Mustafa hanla birlikte geri döndü. Şâh eski taleblerini tekrarlıyor ve bunlar yerine getirilmediği takdirde, Musul ve Kerkük’ü kuşatacağını tehdid olarak ileri sürüyordu. Bağdad valisi Ahmed Paşa, bu durumda savaşa mâni olmak غل؟ل Nâdir Şâh’m başveziri Maabir hana, beşinci mezheb güçlügü- nü çözmek üzere başda gelen şeriat âlimlerinden ikisinin tâyi- nini Bâb-1 Âlî’ye teklif etmiş olduğunu bildirdi.
Bâb-1 Âlî, aynı dönemde, Rakka valiliğine, azledilmiş eski Veziriazam Ahmed Paşa’yı, Süleyman Paşa’nın vefâtiyle boşa- lan hac-emîrliği makamına da Hamid’li Esad Paşa’yı getirdi. Aynı zamanda Nâdir Şân’la yapılan banşdan beri muğlak bir durumda bıraktığı kendisinin س Hüseyin’in oğlu olduğunu id- dîa eden İranlI maceracı Sâfi meselesini de, debdebeli bir şekil- de bu adamın İran tahtmm meşrû vârisi öldüğünü ilân etmekle halletti.
İmparatorluk müverrihi Subhi Mehmed Efendi, Sâfi’nin İran ١ tahtı üzerindeki iddialanm meşrülâştınnak maksadiyle bir muh- tıra kaleme aidi; böylece meşru taht iddiacısı durumuna gelen
Sâfi, törenler düzenlenerek $هل’س؛للا huzuruna çıkarıldı. Rei- sefendi, onun adına Acemce düzenlenmiş tanıtma vesikaları kaleme aldı; kendisine mihmandarlar ve emirlerini yerine ge- tirecek yüksek dereceh memurlar verildi; derfterdar da, tahsi- sâtı konusunda çıkacak buyruğu beklemesi emrini aldı (22 Ağustos 1743 – 2 Receb ل56لل.
VEZİRİAZAM DÜŞTÜ
Bu sırada Kerkük’ün, aynı zamanda Bağdad ve Basra’yı muhasara altında tutan İranlIların eline geçtiği öğrenildi. Bu olaylar sebebiyle ve halkın hoşnutsuzluğuna son vermek için Mühr-i Hümâyûn ikinci defa olarak Hekimoğlu Ali Paşa’dan geri alındı (20 Eylül 1743 – 1 Şâban ءولل> .
Son Veziriâzamlığı görevi sırasında, Hekimoğlu Ali Paşa bu görevde ilk bulunuşu sırasındakinden daha çok ciddi ve düşünceli bir görüntü vermekle beraber (روه, Bâb-1 Âli nezdin- de bulunan Avrupa devletleri elçilerle münasebetlere özel bir dikkat göstermekten geri kalmadı. Kont Ulefeld’in İstanbul’dan acımasından sonra Avusturya elçiliği kâtibi Penkler elçi stfa- tiyle İstanbul’da kalmıştı; bu sıfatla güven mektuplarını Sul- tan’uı kendisine sunmuştu. Evselce elçiler bu şerefe erememiş- lerdi. Güven mektubunu Veziriâzam’a vermek zorunda idiler؛ Renningeı* ve ondan sonra Kunitz, Ho^ann, Fleischman ve Dirling, kendi güven mektuplarını aracısız olarak Sultan’a su- nan ilk elçiler olmuşiardı. Bu münasebetle almayı başardığı huzura kabul izninde, Penkler’e özel bir lutufta bulunularak, on tercüman yardımcısı ve beş (dört yerine) kişiyle hazır ola- rak saygılarım sunması müsaadesi verildi. Fazla olarak, ken- dişine, o güne kadar yalnız elçilere gösterilen muâmele uygu- lanarak kaftan veyahermin kürkten bir hil’at yerine samur bir kürk giydirildi. İsveç elçileri Hoepken ve Carlson, Penkler’in Avusturya elçiliğine atanmasmı, kendilerine elçiliğin birinci ter- cümaniyle değil, üçüncü tercümaniyle bildirmesinden şikâyet- çi oldular is Eylül 1742i.
(49) Şimdi Veziriâzam’ı ilk görevdekinden çok ciddî, endişeli ve kederli buluyorum. HollandalI kâtip Rigo’nun Viyana’da kâtip Dort’a 21 Mart l42؟’de gizlice gönderdiği mektup.
BOSNA’DA SINIRLANDIRMA
Azledilen Veziriazam son savaş ve Belgrad banş anlaşma¬sının imzalanması sırasında Bosna valisi olarak bu ülkenin çı¬karlarını hararetle sahiplenmişti ki, ikinci Veziriâzamlığı döne¬minde bu sınır şehrinin taleplerine taraftarlık derecesinde ya¬kınlık gösterdi; bu sebeble, son anlaşmaya rağmen Bosna sınır¬larının tesbiti işi dâima muallâkta kalmıştı. Bosna yakınında Sava nehri kavşağından başlayarak Eski-Novi’yi çevreleyen toprak parçasından vazgeçmeyi düşünmediği halde Avusturya hükümeti, bu konuda elçi Ulefeld tarafından işlenen hatayı açıklamamıştı ve Eski-Novi’de Unna üzerinde yapılan köprünün yıkılmasını taleb etmekle yetiniyordu. Bu hususta verilen fer¬manlara uygun olarak köprü aşağı tarafta yapıldı; Eski-Novi köprüsü yıkıldı. Fakat Coztanizza köprüsünün olduğu gibi kal¬masından telâşa kapılan BosnalIlar, kendileri Suhaniz, Sapliza, Bivniak, büyük ve küçük Ottoka’yı ellerinde bulundurdukların¬dan, Avusturya birlikleri tarafından Ostorgha adasının işgali¬ne karşı çıktılar. Veziriâzam son sözü Ostorgha’nın Bosna ve Suhaniz’in Hırvatistan’a bağlanması hükmünü getirdi; bu se¬beble de, kont Wirmondla aynı zamanda İstanbul’da bulunan Hırvatistan ban’ı Batthyany doğuda sınırların tesbiti işiyle gö¬revlendirildi; sınır tesbiti komiserleri Strugh yarımadasında bu¬luştuklarında Suhaniz ve Sumiza’ya sahip olmak konusunda birçok güçlükler ortaya çıktı ve sonunda anlaşmaktan vazgeç¬tiler (11 Ağustos 1744 – 20 Cemaziyül’âhir 1156). Suhaniz Unna nehri adalarından biridir ve Novi’nin üstünde yanm fersahlık mesafede bulunmaktadır; Sumiza bu addaki ırmakla Unna ara¬sındaki Sirovaz arazisinin adıdır. Hırvatlar bu araziyi Suha- niz’in bağlantısı olarak istiyorlar, BosnalIlar ise, Sumiza arazi¬sini Suhaniz’e tâbi olması bakımından talebediyorlardı. Bu an¬laşmazlık, ancak Veziriâzam’m azlinden sonra Reisefendi Ra- gıb’la Avusturya elçisi arasında düzenlenen bir anlaşma ile yo¬luna konuldu (18 Ocak 1744 – 3 Zilhicce 1156); bu anlaşmanın girişinde Hırvatlarla BosnalIlar arasında dil meselesiyle alâka¬lı anlaşmazlığa açıklık kazandırıldı. Aynı zamanda, bu anlaş¬ma, gelecekte bu tür itirazların bertaraf edilmesini sağlamak üzere, Avusturya sınırı içinde bırakılan Sirova arazisinin bun¬dan böyle Sumiza adını taşımayacağı belirtildi; tâviz olarak, Suhaniz adası ve Strugh yarımadası, su dolu bir çukur vasıta- siyle Hırvatistan’dan tamamiyle ayrılması şartiyle BosnalIlara bırakıldı.
Rus elçisi Vişniakoff Zaporog Kazaklarının anlaşma yoluy- la kendilerine bırakılan Şalin topraklarında karışıklıklar çıkar- malarından ve Tatarların yüzaltı at ^e yirmisekiz öküzle el koy- malarından şikâyetçi olduğundan. Sultan bu konuda bu türlü saldırılara girişmemesi emrini vermek ve Bucak seraskerine aynı mânâda emirler göndermek suretiyle kendisine her türlü teminatı vermiş bulundu (Ağustos 1743). Müteakib yıl, Bâb-1 Âli, tercümanı Jean Gallimachi vasıtasiyle sınırdaki Rus yığı- nağmdan endişe duyduğunu belirtince, elçi’Vişniakoff impara- torundan almış olduğu emri bildirerek, hükümetinin barışı de- vaırı ettirmek arzusu hususunda en hâlis teminatları verdi.
FRANSA, İSVEÇ, POLONYA VE RUSYA İLE MÜNASEBETLER
Bâb-1 Âlî tarafından Rusya’ya karşı duyulan güvensizlik, Fransız elçisi tarafından uyandırılmış ve devamlı ¿İması husu- sunda gereken özen gösterilmişti. Fransız elçisi Rusya ile İran şâhı arasında bir anlaşma imzalandığını OsmanlI hükümetine haber vermişti ve aynı elçi, Bâb 1 Âli nezdmde İsveç’in menfaat- lerini destekliyordu.
Castellane, sarayın bazı dâirelerini görmek ayrıcalığını el- de eden ilk hıristiyan elçi oldu. Bu müsaade, Paris’deki son Türk elçi Said Mehmed’e Versaille sarayının bazı dâirelerini görmek imkânı tanınması gözönünde tutularak verilmişti. El- çinin saray dâirelerini ziyaretinden sonra Kızlarağası, elçiye ve beraberinde bulunanlara üzerinde Sultan’ın tuğrası bulunan, ipek kumaşlar içine konulmuş, 30-40 duka altını ve madalyalar verdi. Bu sırada OsmanlI imparatorluğunun Paris elçisi Said Mehmed, iki Fransız savaş gemisiyle ve beraberinde kralın Sul- tan’a gönderdiği hediyelerle Türkiye’ye dönüyordu; hediyeler arasında Veziriâzam’a gönderilenler de vardı. Hediyeler altın işlemeli büyük ve küçük halılardan, altın yaldızlı çay ye kahve takımlarından, inci kakmalı masa ve paha biçilmez vazolarla som altın ve gümüş kaplardan, Lyon fabrikasında yapılmış altmış kanape yastığından, yine sayılamayacak kadar çok al- tın ve gümüş sürahilerden oluşuyordu; ayrıca yirmiiki de topçu gönderilmişti ki, bunlar Bonneval’in bombacı birliklerine alın-dılar؛ Böylece Fransa, Türk topçusunun mükemmelleşmesine yardım etmiş ilk Avrupa devleti oluyordu. Sultan, oda hizmet¬kârlarından birini org çalmayı öğrenmesi için Paris’e gönder¬mişti; elçi Mehmed Said, İstanbul’da musiki dersi vermesi için bu genci beraberinde getirmişti. Fakat bu sanat, babasının el¬çiliği sırasında Avrupa’dan Osmanh İmparatorluğuna getirdi¬ği matbaa kadar hararetle karşılanmadı. Türk matbaasıhın müdürü mühtedi İbrahim ve adı yine İbrahim olan oğlu, Fran¬sız elçisi tarafından İsveç lehinde kararlar verilmesi ve Rusya’¬ya karşı teyakkuz hâlinde bulunulması için gerekli haberlerin Bâb-ı Âlî’ye ulaştırılmasında kullanılıyorlardı. Ayrıca, Fransız elçisi, Osmanh İmparatorluğunun İsveç’e yardımda bulunması hususunda Bâb-ı Âlî ile müzakereleri yürütüyordu (50). Yukarı¬da adları geçen iki İbrahim, Fransız elçisi tarafından Bonneval- le birlikte çahştınhyorlardı. Rusya ile İsveç arasında bariş ya¬pılınca, İsveç elçisi, yapılan anlaşmanın Rus elçisi Vişniakoff tarafından ortaya atılan yorumuna karşı itirazda bulundu. Zi- râ, bu yoruma göre, İsveç Rusya’ya bağımlı bir devlet oluyordu; Rus elçisi, bu yorumu yüzünden hükümeti tarafından şiddetle uyarıldı ve kınandı. ,
. Fiııochetti’nin yerine Napoli olağanüstü elçisi olarak şöval¬ye Majo atandı. Bu ülkenin hükümdâri tarafından Sultan’a, bu hükümdara Veziriâzam Ali Paşa tarafından gönderilen file mukabele olarak, renkli camlarla şekiller takıldığı zaman bun¬ları duvara aksettiren, kutusu altın muhafazalı bir sihirli lamba ،gönderilmişti.
Polonya’ya gelince, bu ülke, Hekimoğlu Ali Paşa’nın ikin¬ci VeZiriâzamlığı döneminde, kendisine üç meselenin halli gö¬revini vererek İstanbul’a, tercüman Giustiniani ile birlikte, el¬çi Benoe’yi gönderdi; bahis konusu üç mesele şunlardı: Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki son savaşta tam bir ta¬rafsız tutum içinde davranamayan Polonya’nın mazur görülme¬si Bâb-ı Âlî’den rica edilecekti; İkincisi, Tatarların saldırılarla Polonya’ya verdikleri zarar için bir mikdar tazminat istenecek¬ti; üçüncüsü, Polonya topraklarına katılmak üzere Zaporog Ka¬zaklarının arâzisinden bir parçasının bu ülkeye teslimini ger-
(50) Bâb-ı Âlî, İsveç’e yirmibeş kese tutarında yeni bir yardımda bulun¬du, Penkler’in raporu.
çekleştirmeğe çalışacaktı. Bu elçilik, devlet ileri gelenleri ara¬sındaki fikir beraberliği yokluğunu ve elçinin ağızdan söyledik¬leriyle güven mektubu arasındaki çelişki, Polonya devletinin meselelerini biraz olsun bilen bütün diplomatları hayrete dü¬şürmekten geri kalmayacaktı. Elçi Benoe ve aşağı yukarı bü¬tün maiyyeti Stanislas Leczinşki’nin çıkarlarına hizmet ediyor¬lardı؛ öte yandan hükümet tercümanı Giuztiniani ve diğer bir¬kaç kişi kral III. Auguste’e bağlıydılar. Potocki’nin özel kâtibi Paul Starynski, Polonya elçilik sekreteri görevini yürütüyordu. Potocki, kullandığı aracı ile Veziriâzam’a gönderdiği mektup¬ta, elçi Benoe’nin, Bâb-ı Âli ve Ruslar tarafından paylaşılan Za- porog Kazaklan arazisi meselesinden, yâni kökü hayli geçmiş¬te bulunan anlaşmazlığı düzene koymaktan başka bir görevi ol¬madığını yazıyordu (51). Elçi Benoe, Kırkkilise’den Eflâk pren¬sine tercüman Marini aracılığıyla mektup yazdı ve birkaç gün Makro Khori (Yedikule dışında) (52) ’de dinlenmek istedi. Ocak ayının ilk günlerinde (8 Ocak 1743) İstanbul’a vardı. Böylece ağızdan ileteceği mesajla güven mektuplarının muhtevası ara-sındaki büyük çelişki ortaya çıkmış oldu. Polonya elçisinin Bâb-ı Âlî’ye verdiği güven mektuplan Czaslau savaşından önce kale¬me alınmışlardı ve değiştirilmeleri unutulduğundan tamamiyle VII. Charles’ın lehindeydi. Bu sebeble Potocki, elçi Benoe’ye ye¬ni güven mektupları göndermekte acele etti. Bu mektuplar el¬çinin eline vardığında, ilk mektuplar çoktan verilmişti. Benoe, Veziriâzam tarafından huzura kabulünde, Türk dilini yeterin-, ce bilmediği bahânesiyle, kralın tercümanı Giustiniani’yi göre¬vinden uzaklaştırdı ve onun yerine tercüman Marini’den fay¬dalandı. Peşinden, Castellane, Carlson, Potocki ve Bonneval ta¬rafından telkin edilen düşünceleri, üçlü görevini desteklemek bakımından, açıkladı. Veziriâzam onu sonuna kadar dinledi. ve şu cevabı verdi: «Bir karar vermeyi düşünmeden önce, otuz- bin başın bir şapkaya sokulması gereken bir ülke ile birlikte bir işe nasıl teşebbüs edilebilir?» Yeni güven mektuplarının muhtevâsına gelince, Osmanlı Hükümeti, Rus ordusuna geçiş vermek suretiyle tarafsızlığı bozan Polonya’yı mazur gördüğünü belirtmekle yetindi; daha sonraki görüşmelerin tarihini tesbit etmek için, Polonya’dan geleceği bildirilen büyükelçilik heyetl¬isi) Domini Potocki’nin mektubu.
(52) Yazarın Makro Khori dediği kasaba şimdiki Bakırköy ilçesi (Ç.N.).
ni bekleyecekti (5 Mart 1743). Bâb-ı Âlî’nin bu kararına uygun olarak Giustiniani maslahatgüzâr sıfatiyle İstanbul’da kaldı؛ elçi, kendi adamı, casusu Lumaca (53)’yı İstanbul’da bıraktı؛ onunla birlikte Avusturya Doğu Kumpanyası müdürü tacir Hübsch’le (54) birlikte Viyana’da bulunan Polonya kralının el¬çisi Bunau ile mektuplaşmalarını sürdürdüler.
Kiow Beyi ve Eflâk prensi Ghika ve İsveç elçisi Carlson, bü¬tün tesirlerini kullanarak, Prusya ile Osroanlı İmparatorluğu arasında dostluk bağlarını kuvvetlendirmek isteyen kral İkinci Frédéric’e yardım ediyorlardı. İkinci Frédéric, Eflâk prensinin bu makama getirildiğinde kendisini yazılı olarak tebrik etmişti. Prens de, ona babasının ölümü dolayısıyla tâziy etlerini ve tah¬ta geçişinden ötürü de tebriklerini bildiren bir mektupla karşılık vermişti (10 Ocak 1741).
BONNEVAL
Kısa bir süre sonra, Prusya generali Seewald, Kiow Beyi (Palatin) ’nin hizmetine girdi: Başlıca görevi, oradan Prusya hü¬kümetiyle gizli bir haberleşmeyi devam ettirmekti. Eflâk prensi de, kendi tarafından, Marini Pazegna’yı aynı maksatla Kiow’a gönderdi (24 Temmuz 1741). II. Frédéric, kendisine iyi temenni ve üzüntülerini bildirmiş olan Eflâk prensine teşekkürlerini ve babasına Veziriâzam tarafından gönderilen mektuptan haber-dâr bulunmadığını bildiren bir mektup yazdı: Oysa bu bir ma¬zeretti, zira cevapsız kalan mektubun alındığına dâir vesika Mareşal tarafından imzalanmıştı ve’Carlson’un elinde bulunu¬yordu (55). Prusyalı casusların haberleşmelerini yerinde idare etmek üzere Yaş’a gönderilen Ghisen adında bir şahıs, orada âniden öldü ve ortada ölümün zehirlenme sonucu meydana gel-diğine dâir bazı sebebler vardı (56). Böylece, Bonneval’in pe-
(53) .Lumaca Perot, mesleği kuyumculuk olan bu kişi, saray için çalıştı¬rılmak üzere beş bin duka altını ile Fransa’ya gönderildi. Lumaca, Bunau’ya gönderdiği 30 Mayıs 1741 tarihli mektupta gizli servisde çalışanların faaliyetleri hakkında bilgi veriyor.
(54) Hübsch, protestan, 1722’de İstanbul’a Şark Kumpanyasının temsil¬cisi olarak geldi. Penkler Raporu.
(55) Carlson ve Eflâk prensinin birbirlerine gönderdikleri mektuplar Avusturya İmparatorluk arşivlerinde bulunmaktadır.
(56) Carlson ve Bonneval, bu adamı Rusların zehirlediğini bildirdiler.
kiştirme ve güçlendirme gayretlerine rağmen, Prusya’nın Os¬manlIlarla temasları yeniden böylece kesilmiş oldu، BonnevaFe gelince, projeleri bakımından tam bir başarısızlıkla karşı kar¬şıya kalıyordu. Bu projelerden biri İsveç’le ،yeni bir ittifak anlaş¬ması yapılması (57), diğeri protestan kolonileri kurulması (58), üçüncüsü ise, bir mühendisler birliğinin ordu içinde yer alma¬sıyla alâkalıydı. Bu sonuncu proje münasebetiyle, yirmibeş yıl önce bir yabancı mesâhacılar birliği kurulması hususunda (59) Fransız subayı Rochefort tarafından Bâb-ı Âlî’ye sunulan plânı da canlandırıyordu. Bu arada, Veziriâzam’a Avrupa devletleri¬nin durumu hakkında (NOT: 3) muhtıralar, notlar takdim et¬mek suretiyle onun alâkasını canlı tutmaya çalışıyordu. Bu¬nunla beraber, Bonneval, maceracı Beaujeu’nün kral Théodore Neuhofun memuru sıfatiyle Korsika adasının Osmanh devleti himâyesine verilmesi vaitlerini desteklemedi.
Çünkü Eflâk’da, daha önce, aynı vazifeyle görevlendirilmiş Hauer adında birini içki içirerek ve türlü yollardan başdan çıkarmışlardı. Zâten II. Prédérie, kendisine karşı öldürmeyi veya zehirlemeyi hedef alan bir suikasd rivayetini pek ciddiye almamıştı. Bu hususta, Fran¬sa devlet nâzın Amelot da Villeneuve’e şöyle yazıyordu: «Prusya kralı, Avusturya hükümetinin kendisini öldürtmek için bir suikasd tertiplediğini iddia ediyor. İddiasına göre, bu suikasd kendisi tara-fından “tabii, resmi görevlilerinin yardımlarıyla – ortaya çıkarıl¬mıştır. Bu suikasd tertibini bildirmek üzere bütün Avrupa devletleri¬ne yazılar gönderdi. Prusya kralı tarafından gönderilen yazıların bir kopyasını mektubuma ekliyorum. Bundan da Berlin ve Viyana hükümetlerinin bundan böyle barışmaz bir durum içinde bulunacak“ lan neticesini çıkarabilirsiniz.» ‘
(57) İsveç kralıyla Osmanlı hükümeti arasında bir anlaşma teklifi.
(58) 1738 – 1739 yıllarında, bir protestan kolonisi kurulması hususunda İsviçre*nin Zürich ve Berne kantonlarına teklifte bulunulmuştu، Taxelhofer tarafından 19 Eylül 1743’de BonnevaFe Berne şehrinden gönderilen bir mektupta bu kantonların bahis konusu kolonileri ka¬bul etmelerinin mümkün olmadığı ve doğuda bunların gerçekleşe¬bileceği bildiriliyor, durumun Prusya kralıyla diğer protestan hü¬kümdarlara yazıldığı haber veriliyordu، Avusturya^■ imparatorunun emrinde olan Orgeneral Taxelhofer, işlerin yürütülmesinden duy¬duğu kırgınlıkla istif âsini vermiş ve BonnevaFe dostluk bağlarıyla bağlanmıştı. Bonneval, son durumu dikkate alarak bahis konusu Protestanların Sultan’ın devletlerinde yerleştirilmeleri projesinin akamete uğradığını, imkânsızlâştığmı bildirdi.
(59) Osmanh hükümeti emrinde yabancılardan oluşacak bir mühendis¬ler birliğinin orduda yer alması hususunda Rochefort tarafından verilen 1717 tarihli proje.
NÂDİR ŞAH MUSUL’U BOŞUNA KUŞATIYOR
Yeni Veziriâzam Esseyyid-Hasan Paşa basit bir yeniçeri ola- rak girdiği ocakta bu teşkilâtın ağalığına yükselmiş ve Kızlar- ağası’nın güveniyle imparatorluğun en yüksek makamına ge- tirilmişti. Kızlarağası onun şahsında bu karışıklık döneminde devlet dümenini selâmetle tutacak ve Nâdir Şâh’a karşı süre- gelen savaşı yürütebilecek kabiliyeti gördüğü için bu makama getirilmesinde ağırlığım koymuştu. Bağdad valisi Ahmed Pa- şa. Nâdir Şâh’a karşı savaşı şiddetlendirmenin mümkün olup olmadığını yoklaması ve bu hususta tam bir fikir edinmesi için kâhyası Mehmed Ağa’yı İstanbul’a göndermiş, daha sonra da kâhyam Nâdir Şâh’ın ordugâhına bir barış yoklaması bahane- siyle yollamıştı. Asıl maksadı Nâdir’in durumunu öğrenmekti. Mehmed Ağa, Şâh’ı Bağdad’a beş konak mesafedeki Mendeli’de bulmuştu. Şâh, yirmibin İran askerinin başında memleketin bü- tün hasadım yağmalamış durumdaydı. Daha sonra, kendisine Halifeler Halifesi unvâm verilen ve yirmibin askerle Helle üze- rine yürüyen İran başkumandanı ile karşılaşmıştı. Başkuman- dan, Mehmed Ağa’nın Bağdad’a dönmesine müsaade etmişti. Bağ- dad Valisi Ahmed Paşa, kâhyası Mehmed Ağa’yı ikinci defa Ker- kük’deki ordugâhında bulunan Nâdir Şâh’a gönderdi. Nâdir Şâh yüzbin kişilik bir ordunun başında bulunuyordu, Dicle ve Sab nehirleri üzerine iki köprü kurduktan ve bunların savunması için palangalar yaptırdıktan sonra bütün hasadı yağmalamıştı. Bir tek buğday tanesi bile bırakmamacasma uygulanan bu yağ- ma yüzünden Bağdad’da korkunç bir kıtlık ve açlık hüküm sür- inekteydi (60). Nâdir Şâh, Mehmed Ağa’yı, gayesinin savaş de- ğil barış olduğu ve sadece beşinci mezhebih, Câferiye’nin tanın- ması için silâhlanmış bulunduğu hususunda dostluk teminatları vererek göndermişti.
Veziriâzam Ali Paşa’mn azlinden sonra, Mehmed Ağa, bun- dan böyle her türlü muhaberâtın, yazışmanın bir faydası ol- mayacağını kendisine bildirmesi emriyle Ahmed Paşa’ya gön- derici; Abdullah bey, beşinci mezhebin kanuna aykırı olduğu- nu bildirerek İran savaşını meşriılaştıran fetvayı Musul valisi Hüseyin Paşa’ya götürmekle görevlendirildi. Büyük’Mirâhur
(٠٠) Suphi, f. 223, Unun tagharı (İstanbul’da 20 kilo) yüzseksen kuru؟a yükseldi; pirincin taghan üçyüz altmışa. , ,
Abdullah Bey, birliklerini kaldırması için Diyarbekir valisine yirmibin kuruş götürmek üzere pâyitahttan ayrıldı (61). Bâb-ı Âlî’nin olumsuz cevabını alır almaz, Nâdir Şâh Musul’u muha¬sara etmek üzere Kerkük’den ayrıldı ve bayraklarını bu şeh¬rin doğusundaki Jonas’ın mezarı üzerine dikti (13 Eylül 1743 – 24 Receb 1156). Şehrin etrafına yüzaltmış top ve ikiyüzotuz havan topundan oluşan ondört batarya dizdi; bu toplar ara vermeden kaleye ateş yağdırıyorlardı, ön taraf ye¬rine arka tarafta patlatılan ondört lağım İran lağımcılarının hayatlarına maloldu. Yedisi genel olmak üzere şehir üzerine oniki taarruz yapıldı. Otuzbin askerden oluşan ve birliklerinin başında bulunan Haleb valisi dikkate değer cesaret örnekleri verdi. Otuz günlük bir muhasaradan sonra, otuzbin askerini kaybeden Nâdir Şâh Musul’u almaktan vazgeçti. Birlikleri mâ- neviyât bakımından bitkin bir haldeydi ve bu durumda Bâb-ı Âlî tarafından desteklenen ve İran tahtı üzerinde hak iddiasın¬da bulunan Saffî Mirza’nın Erzurum’dan Kars üzerine yürüdü¬ğünü haber aldı (20 Ekim 1743 – 2 Ramazan 1156). Ric’at yürü¬yüşü sırasında Senne boğazında Türklerin hücumuna uğradı ve yenildi (62). Bu zaferi, emirlerinde yüzer bin kişilik ordular bulunan ve iki taraftan hücuma geçen Musul ve Bağdad seras¬kerleri kazanmışlardı; ayrıca düşmanı boğazın içinde takibet- mişlerdi. Saray ve Tophane toplarının salvo atışlarıyla pâyitah- ta duyurulan zaferin şenliklerle kutlanmasından sonra, her ve¬ziriâzam değişikliğinde görüldüğü gibi idarede geniş ölçüde ata¬malar, azil ve nakillerle karşılaşıldı (63). Yapılan değişiklikler hayli önemli sayılabilirdi (64).
(61) Suphi, f, 233 ve 234. Mehdi, Abdullah’a efendi demekte hatâya düşü- yor. Büyük-mirâhur, eğer bey değilse ağadır, ama efendi ünvanı ta- şımaz.
(62) Suphi, 255, ayın 25’؛nin cumaya rastladığını söylüyor, cuma 24 ola-
(63) Musul’un kurtuluş hikâyesi Temeşvarlı Melek Efendi Tarihi’nde an- latilmaktadır.
(64) Reisefendi yerinde bırakıldı, deftereminliğine eski Reisefendi Mus- tafa Efendi getirildi; eski defterdar Yusuf nişancılığa atandı; ruz- name-i evvelliğe Kesireli; eski defterdar Mehmed Bey muhasebe-i evvelliğe; küçük ruznâmeye Abdulbâki Efendi getirildiler. Muhaseb« dairesine; Rumeli, Anadolu, Mekke, Medine vergi dairelerine; va- kıtlar reisliğine; sipâhiler, piyadeler, silâhdar ve cebeci murakabeci- liklerine (kontrol), tezkireci kâtip yardımcılığına ve beylikçiliğe (Reisefendi Dâiresi) atamalar yapıldı. Son olarak da imparatorluk
Esirleri kurtarmadaki ihmâliyle Rusya’nın şikâyetine se- beb olan Kırım hanı Selâmet-Giray azledildi ve hanlık maka- mı Kaplan-Giray’m oğlu Selim Giray’a ikinci defa olarak veril- di (65). Sultan, hanlık ؛ermaniyle birlikte üç şeref hil’ati, bar lıkçılkuşu tüyünden iki sorguç ve dörtbin duka altını gönderdi; bunlar Şahinci İbrahim Ağa tarafından kendisine verildi. Eski -han Gelibolu yakınındaki küçük çiftliğinde oturmak müsaadesi aldı. Dağistan’da, Nâdir Şâh buralarını işgali sırasında onun hâkimiyetini kabul etmiş olan Kaytaklar, Koumouklar prensleri azledildiler ve Ghazi-Koumouklar hanlığı eski Şircan hanı So- urkhai’nin oğlu Mehmed Bey’e verildi (66).
TEŞRİFAT EFENDİSİ’NİN BAŞI TEHLİKEDE
İşaret edilmeğe değer bir vak’a da teşrifat reisi Akif Meh- med Efendi’nin gözden düşmesi oldu. Teşnfât reisi, bayram do- layısiyle Sultan’ın eli öpülmesi merâsiminde, Yeniçerilerden sonra gelmeleri icâbeden tüfekçi, topçu ve topçu katarlan reis- lerine önceki sırayı verdi. Bunun derhal farkına varıldı ve Ye- niçerilerin bir maraza çıkarmalarından çekinen Sultan, teşrifât reisinin idam edilmesi emrini verdi. Veziriâzam, Reisefendi ve Yeniçeriağası şefaatçi olarak müdâhalede bulundular; böylece idam cezası, Tenedos adasında sürgüne dönüştürüldü. Mesele bu suretle örtbas edilmiş oldu. Şeker babamından sonra, ٢^ lilerin tâyinlerinin ve Bâb-1 Âli’de yükselenlerin ilân edildiği dönemde Birinci Ahmed zamanından beri âdet haline gelen iki ziyafet verildi: Bunların ilkini Yeniçeriağası Veziriâzam şe- refine, İkincisini Veziriâzam Sultan şerefine hazırlıyordu. Bu iki ziyafet, aynı zamanda Ramazan abının ilk yirmiüç gecesi boyunca Veziriâzam’ın Bâb-1 Âli nâzırlarına, ondört sultan ca- miinin ondört imamına, Şeyhülislâm’a, Kapdan-1 deryaya, Ana- dolu ve Rumeli Kadıaskerlerine, müteâkip oniki günde molla-
tarihçiliğine Suphi Mehmed Bey atandı. Bu liste, elçilerin raporla- rma eklenen ؛١١، liste oldu.
(65) Suphi, f. 236. Selâmet-Giray’ın hanlığı Siesrenzcewlez’de sükûtla ge- çiştirilmiştir.
<66) Mehdi Tarihi, I. VI, Fas. ٢. Jones hatalı olarak Sourkhai yerine Serkhai demektedir.
Hammcr Tarihi, C: VIII. F.4 ؛
lara, müderrislere, sonra Yeniçeri kurmay heyetine, süvari, tü- fekçi ve topçu paşalarıyla nakliye paşasma, bütün dâire reisle- rine olduğu gibi defterdara, Sanoak-1 Şerif alemdarına, împa- ratorluk üzengi Beylerine, eski nâzır ve valilere Verilen ziya- fetleri sona erdiriyor, onları taçlandırıyordu. Bu defa Sultan, Bâb-ı Âli sarayında ağırlandı. Çavuşların «Yaşa!» sadâlan ara- sında Veziriâzam’ın yol göstericilik ettiği, koltuğuna silahdar- la girdikleri Sultan, büyük salona alındı.
Medine’de şehir garnizonundan birçok asker, şehirde silah kullanmanın yasak olduğunu unutarak mâbedin içinde bile bir- birlerine ateş edecek ve Sultan’ın mâbede tâzimlerini bildirmek üzere en son gönderdiği mücevherli avize ve diğer eşyaya za- rar verecek kadar kendilerini unutmuşlardı. Kutsal mahal ve eşyaya karşı işlenen bu suçun cezalandırılması işi şerife, kadı- ya ve Mekke şeyhine havâle edildi. Bu vesileyle Cidde valisinin yerine, evvelce bu görevi yirmi yıl yürütmüş olan ve o sırada Mora’da vergi toplamakta bulunan vezir Ebubekir Paşa atan- di. Eski Mısır valisi ve daha sonra Kapdan-1 deryalığa getirilen Yahya Paşa, Pir-Mustafa Paşa ile yer değiştirerek kale muha- fızı göreviyle Belgrad’a gönderildi.
Mısır’da karışıldıklar bâşgöstermişti: Mısır ءل؛لل kervanları idarecisi Ömer Beğ, düşmanlan tarafından Kahire’den kovul- muştu; OsmanlI imparatorluğunun son Fransa elçisi Said Meh- med, Bâb-ı Âlî adına bu şehirde Osman Beğ’in elinden alman mallan geri almak, üç mezheb mensuplan arasında vergileri hakkaniyetle bölüştürmek ve İskenderiye limanında demirli bu- lunan imparatorluk gemileri mürettebatım teftiş etmek gibi üçiü bir görevle Kahire’ye gönderildi.
Devlet hâzinesini doldurmak için alman tedbirler, İran’la savaşın zorunlu hale getirdiği devietin ^âli gücünü arttırmak tedbirleri, Bâb-1 Âlî’nin dikkatini Hekimoğlu Ali Paşa’nın Vezi- riâzamhğı döneminden beri Retimo valisi olan eski Veziriâzam Kabakulak üzerine çekiyordu; on yıldır vali olan bu eski Vezi- riâzam idam edildi ve mallarına elkondu. Viyana elciliğinden sonra Tersâne amirliğine, oradan da defterdarlık görevine ge- tirilen Cânip Ali öldü ve mirasından beşyüz kese vergi alındı. Onun yerine seksenlik Sadullah, çifte göreve birden getirildi; böylesi yergi bakımından elverişliydi ve aynca yerine geçecek
kişi de fazla beklemeyecekti. Yahya Paşa’nm yerine, vezir vali olarak Kâhyabey Mehmed Ağa atandı; Kos adasına sürülen Kaytaş AliPaşa dörtyüz kese vergi ödemek zorunda •kaldı. Ça- vuşbaşı Siruzi’nin makamı vergi sorumlusu Abdi Ağa’ya, on- dan boşalan geliri bol makam da Beisefendi Râgıb’ın kayın bi- raderi Mollacıkzâde Ali Ağa’ya uygun görüldü.
RÂGIB’IN KAHİRE, KESRİYELİ’NİN ERZURUM VALİLİKLERİNE ATANMALARI; SERASKER IRAN ÜZERİNE YÜRÜYOR
Hollanda, Macar, Venedik dukalarının değerleri düşürül- dü (67)’ Veziriâzam tarafından memleketine dönüş izni münap sébetiyle muhteşem bir törenle huzura kabül edile¿ ve Sultan tarafından kendisine vedâ mektubu verilmiş olan Hollanda el- çisi Calcoen, ferman mâhiyetindeki bu mektupların raporunu boş yere taleb etti (4 Nisan 1744 -20 Saf er ل7ةأل. Reisefendi sı- fatiyle bu kabul töreninde bulunmuş olan Râgıb kısa bir zaman sonra Vezir-vaii olarak’Mısır’a atandı (68). Reisefendi makamı görevleri, yeniden, irán ve Belgrad barış anlaşmalarına olağan- üstü yetkili murahhas olarak imparatorluk adına katılmış olan, Mekke dönüşünde matbaanın, müdürlüğüne getirilen Elhac – Mustafa Efendi؟ye verildi (24 Nisan ^744 – 11 Rebiul’evvel 1157). Reisefendi Ragıb’ın vezirliğe yükseltilmesi ve İstanbul’dan uzaklaştırılmasının sebebi, kendisinin Bâb-1 Âlî tarafından Nâ- dir Şâh’a karşı yakınlık beslediğinden şüphe edilenvBelgrad;va- lisi Ahmed Paşa ile yakın dostluk münasebetleri sürdürmesiy- di. Eski bir yeniçeri olan, okuma ve yazma bilmeyen Veziriâzam, bilgili Reisefendi Râgıb’ın Sultan üzerindeki tesirini Sultan’m gözdesi Kesriyeli’ninkinden daha az kıskanmıyordu ve Kesri- yeli’yi karargâh defterdarı olarak. Erzurum’a göndererek saray- dan uzaklaştırdı. Bu atamanın yapıldığı gün gidip, evvelce
(67) O zaman paralarının değerleriyle alâkalı birçok fetva, Müftü Abdül- kerim Efendi’nin 1827 (1243) yılında basılan 2 ciltlik eserinde yer almış bulunmaktadır. Bu eserde verilen bilgilerde Türk parasının değerinin bu fetvalar uyarınca sürekli arttırıldığı g،؛rülmektedir.
(68) İzi, f. 5. Defteremini, imparatorluk müverrihi, Ragıb’ın Samiha (te- sirli düşünce) unvâniyle Mısır valiliğine tâyini dolayısiyle esirlerini böyle makamlara getiren Sultan’ın muazzam iktidarına dikkati çe- kiyor.
Kesriyeli’nin tekelinde bulunan yüksek iktidarı nihayet Sultan’- m eline geçmesi bakımından Kızlarağasım tebrik etti; böylece, kendi iktidarı konusunda kıskanç olan Kızlarağasım tatmin et¬miş oluyordu; zira ağa, Kesriyeli’nin dostu olduğundan bu ted¬birin gerçekleştirilmesinde hiçbir suretle iştiraki yoktu; böyle- ce atama meselesinden alınmamasını sağlamış oluyordu.
Savaş harekâtım şahsen idâre ettiği halde, Veziriâzam’ın’ Kızlarağasının kendisine Serasker – Veziriâzam unvanını veren solsuz iktidarını elinden almasından korkan ve İmparatorluk sarayında idareyi ellerinde bulunduran üç kişi, yâni, hareme ve hazîneye hükmeden iki harem ağasiyle AvrupalI elçilerin kendisine «Sultan’ın kardinali» adım taktıkları mağrur adam imam Pîrî Efendi, onun İstanbul’da kalmasını kararlaştırdılar.
Bu sırada, İran savaşma ayrılan üç orduyu takviye etmek gerektiğinden ve bütün dikkatler İran tahtı üzerinde iddiası bulunan Saffî’nin gönderildiği Kars şehri üzerinde toplandığın¬dan, oraya acele takviye birlikleri gönderilmesine karar verildi. Nâdir Şâh, üç ordu ile savaş harekâtını sürdürüyordu. Bunlar¬dan biri bir hanın kumandasındaydı ve Kars üzerine yürüdü; Nâdir’in oğlu Şahruh’un kumandasına verilmiş olan ikinci or¬du Erivan üzerine harekete geçti, bizzat Nâdir’in kumandasında bulunan üçüncü ordu ise Tebriz yolunu tuttu. Seraskerlerin ku¬manda ettiği üç Osmanh ordusuna gelince, bunlar Kars, Diyar- bekir ve Bağdad üzerine yürüdüler. Rakka valisi Hamalzâde Ahmed Paşa’mn yeri, ilerlemiş yaşı gözönünde tutularak, son¬dan bir önceki Veziriâzam Ahmed ile değiştirildi ve kendisine onbeşbin kuruş ihsanda bulunuldu. Vefat etmiş olan Diyarbekir seraskeri Ah Paşa’mn makamı, Haleb (69) valisi Hüseyin Pa- şa’ya verildi; bu vesileyle, ordusunun donatımında sarfedilmek üzere onbeşbin kuruş gönderildi; Bağdad valisi Ahmed Paşa serasker olarak atandı (Mart 1744 – Safer 1157). Musul muha¬fızlığına Abdülcelilzâde Hüseyin Paşa atandı (o zamandan iti-baren bu valilik verâset yoluyla bu ailede kaldı) ve vezir Meh- med Paşa Aydın valiliğine getirildi. Eflâk voyvodası Michel Ra-
(69) Sâfî Mirza lehinde Tripoli, Anadolu, Sivas, Rumeli, Kars valilerine gönderilen Şubat 1744 tarihli fermanlar gibi, Rabiul’âhir (Haziran
, ortası 1744) tarihli emir Avusturya İmparatorluk Kütüphanesi’n- dedir.
koviza, vergi toplamada haraççılık yaptığından, suçlu görüle- rek oezalandınldı (25 Mayıs 1744 – 15 Rebi’ulâhir 1157) . Boynuz- lu hayvanlar (70) üzerinden kaldırılan verginin yeniden yürür- lüğe konmasından tatmin olmayan voyvoda, evvelce mevcut (71) dört hayvan üzerine de çeyrek vergi koymuş, bu da azline yol a^mış ve yerine dördüncü defa olarak Costantin Maurocor- dato getirilmiş, fakat voyvodalığı selefininki gibi üç yıl sürmüş, bu da kendisine onikibin kese akçaya malolmuştu. Rakoviza Sakız ada£ina sürüldü.
Üç hafta önce, Kapdan-1 derya Ahmed Paşa kumandasında- ki Türk dolanması, her zaman olduğu gibi, Akdeniz yönünde yelken akmıştı (25 Nisan 1744 -12 Rebiul’evvel 1157). ٠ zamana kadar Kapdan-1 deryâ Ahmed Paşa’nın sorumluluğuna bırakı- lan özi kalesi yapı ye tamir işleri Rh؟des beyi ile birlikte özi valisine havale edildi; bu münasebetle donahmaya bağlı bütün üçüncü saf gemiler (72) Karadeniz’e gönderildi.
Veziriâzâm, İngiltere ile Fransa arasında bir savaş çıktığı takdirde, OsmanlI hâkimiyeti altında, denizden tarafsızlığı gö- zetmek prensibi üzerinde anlaşmak üzere deniz devletleri el- çilerini makamına davet etti, bu tedbir de Bonneval’den gelme bir fikirdi. Yapılan anlaşmalara uygun olarak, deniz haritası üzerinde Sidra körfezinden başlayarak Arta körfe.zine kadar bir çizgi gizildi ve bu çizginin içinde görülmeleri bütün korsan- lara yasaklandı; İngiliz elçisine, Fransız, İngiliz, Hollanda ve Avusturya savaş gemilerinin OsmanlI denizlerinde her türlü hasmane hareketlere girişmelerinin yasaklandığı bir beyannâ- meyle bildirildi. Bu tarafsızlık beyam, Bâb-1 Ali’nin insan hak- larına uygun olarak düzenlediği أب1ل resmî vesikadır (73).
Şimdi Musul muhasarasını kaldırdıktan sonra Kerkük üze- rine çekilen Nâdir Şâh’m yanma ve Bağdad valisi Ahmed Paşa ile girişilen müzâkereler zamanına dönehm. Nâdir Şâh, uğra- dığı mağlûbiyete rağmen ancak Ahmed Paşa ile müzâkerelerde
(70) Engel’in, s. 21, Eflâk Tarihi’ne bakınız.
(71) Sıpert. İzi, f. 6.
(72) Penkler’in Kapdan-ı deryâya verilen emre çıkardığı kopyası İmpa¬ratorluk arşivlerinde bulunmaktadır.
73؛) Penkler’in Mayıs 1744 tarihli raporu.* Beyannâme İmparatorluk ar~ şivlerindedir ve 1 Receb 1157 (10 Ağustos 1744) tarihlidir.
bulunacağını bildirmiş, Bâb-1 Âlî de îran hükümdarının bu iste- ğine uymak zorunda kalmıştı. Bâb-1 Âlî Ahmed Paşa’ya tam yetki vesikaların* gönderirken, bunlara bir hil’atle.yüz kese para tutan hediyeyi de ;ekledi ve hepsi birden kâhyası aracılı- ğıyla kendisine teslim edildi. Bu sırada Ahmed Paşa’mn kâtibi, Nâdir Şâh’ın iki elçisiyle müzâkereler¿ başlamıştı. Bu elçiler, şâh adına, Mekke’de beşinci bir mescit kurulması hususunda ısrarda bulunmuşlardı; aynca, şâh lehine olarak Hûveyze .aşi- retlerinin hükümranlığından vazgeçilmesini, İran tahtı üzerin- de , hak iddiasında bulanan Sâfî’nin sınır dışına çıkarılmasını, esirlerin, serbest bırakılmalarını, İran hacılarının adam başına, alman toplam yirmibeş kuruş tutan vergiden muaf tutulmala- rrnı istiyorlardı. Ayrıca, Nâdir Şâh, Belh’ii, Buhara’lı, Kerbelâ ve Helle’li din ulemâsını toplamış ve bunlar Câferiye mezhebini beşinci mezheb olarak ilân etmişlerdi. Bu vesileden yararlan- mak isteyen Nâdir Şâh, Türk ulemâsını kendi dâvasına kazan- mak maksadiyle, İranlı meslekdaşlarmm, yetkili kadıların hük- münü onlara bildiren bir beyanname yayınlamıştı. Bizzat, Ebu Hanife, şehid Ali ve Hüseyin hazretlerinin Necef ve Kerbelâ’da bulunan mezarlarını ziyaret ettiği gibi, Kerbelâ camiinin küb؛- besinin altın yaldız işlerini yaptırmış, geçtiği her yerde Ahmed Paşa tarafından gönderilen elçiler tarafından karşılanarak keıi-r dişine saygı gösterilmiştir.
Müteâkib baharda, Nâdir Şâh, beklediği bariş haberlerini alacak,yerde Bâb-1 ” yayınlanan bir uyan bildi-
risiyle karşılaştı. Bu vesikada îran tahtı üzerinde hak iddia- sında bulupan Sâfı Mirza’nın lehinde bir dil kullanılıyor ve îran-‘ m iyi ilişkiler sürdürdüğü Dağıstan, Osmai ve Surkhai prensle- riyle ittifak anlaşması yapıldığından sözediyordu.
Bu olaylar cereyan ettiği sırada, Gürcistan’da ilerleyen Ahis- kail Yusuf Paşa, Tahmuras han, Kşkheti prensi V© Ali han ta- rafından tam bir yenilgiye .uğratıldı. Nâdir Şâh, Tahmuras ha- nı> kendisine Karthli valiliğini, oğlu Irakli’ye Kakheti valilikle- rini vermek suretiyle mükâfatlandırdı. Bu sonuncu eyalet ya- nm asır süresince Irakli’nin idaresinde kaldı; kendisi ancak on- sekizin؛؟ asrın sonuna doğru.öldü. Bu, Kakheti’yi idare eden bu. soydan prenslerin sonuncusudur (74) . •
(74) Mehdi Tarihi. Irakli adj bu tarihte Czeikli şeklinde değişmiştir. Irak-
Nâdir Şâh’a gelince, kendisi, aynı adı taşıyan ve îran tara¬fından Osmanlı İmparatorluğunu savunan güçlü bir tahkimâ- ta sahib Kars şehri üzerine yürüdü, Türk ordusunun en seçkin birlikleri de burada bulunuyordu. Nâdir Şâh, kaleden iki fersah mesafede bulunan güneydeki bir tepenin zirvesinde karargâh kurdu. Orada beş gün süren bir savaş sonunda düşmanı püs¬kürttü (31 Mayıs 1744 – 18 Rebiul’âhir 1157). İki gün sonra Nâ¬dir Şâh, bir nehrin kenannda bulunan ve şehrin batısından bir- buçuk fersah uzaklıkta, Erzurum yolu üzerindeki Künbed ka¬sabası yakınma yerleşti. Bu mevkie hâkim olunca, tuğla bir hi¬sar inşa ederek Karslılarm kullandıkları suyun akışım kesme teşebbüslerine girişti. Fakat, Osmanlı seraskeri onun bu pro¬jeyi uygulamasına mâni oldu. Şâh’m, vadiyi geçmek için Kems- sur kasabası karşısındaki geçidi zorlama teşebbüsünü kolaylık¬la boşa çıkardı. Müfrezeler ve keşif kollan arasında hafif çar-pışmalarla dolu bir ay sonunda, Nâdir Şâh, Künbed kasabası¬nın ötesindeki Feriköy’de yerleştikten sonra, Kemssur ve Azad- köy kasabasında, hemen hemen Osmanlı ordugâhının karşısın¬da mevzilendi. Orada, oniki kola ayrılan ordusunun kumanda¬sını ele aldı؛ son derece kanlı cereyan eden savaş، sekiz saat sürdü. İki han, iki paşa ve binlerce askerin cesedi savaş mey-danında kaldı (75) (24 Ağustos 1744 – 15 Receb 1157). Nâdir Şâh, sonu gelmeyen barış teklifleriyle Türk seraskeri oyalamaya dayanan politikasını uygulamaya koymaktan geri kalmadı: Bu teklifleri incelemesi hususunda Bâb-ı Âlî tarafından hiçbir su¬retle görevlendirilmediği halde, ordudan yükselen bıkkınlık ho¬murdanmaları, hilebaz defterdar Kesriyeli’nin tesiri, seraskeri bu teklifler üzerinde durmak zorunda bıraktı. Müzakereci ola¬rak (76) Kesriyeli’yi, Murteza Paşa ve Ali Efendi’yi seçti;, bunlar Nâdir Şâh’m ordugâhına gittiler.
li 1798’de öldü. Kakheti krallarının şecereleri için Klaproth Seyahat-namesinin ikinci bölümüne bakınız; tarihlerini de Kafkasya’nın Tarihî, Coğrafi, Itnografik ve Politik Tablosu adını taşıyan eserin¬de bulabilirsiniz.
(75) Mehdî tarihinde bu savaştan bahsedilmediği gibi, Nâdir Sâb üzerine yazılmış çeşitli tarihlerde de ele a’ınmamaktadır. Savaş, kanlı hâtı¬rası olan Saint-Barthfelemy günü cereyan etmiştir.
(76) İzi, f. 10. Mehdi Tarihi Abdurrahman Paşa ile Kesriyeli’nin müzâke-relere resmen memur edildiklerini yanlış olarak yazmaktadır. Os¬manlI ve İran müverrihleri barış tekliflerinin geldiği tarafı karşı taraf olarak göstererek çelişkiye düşmektedirler; bununla beraber
KESRİYELİ’NİN GÖREVİ
Sultan’ın eski gözdesi Kesriyeli, barışın acele imzalanması hususunda Sultan’la doğrudan, vasıtasız görüşmek gerektiği- ne Nâdir Şâh’ı inandırdı veya şâhın kendisi buna inanmak is- tedi; meselenin Veziriâzam’a veya seraskere bırakılması işi uza- tacaktı. Nâdir Şâh’ın ordugâhından çıkınca seraskerin ordugâ- hına dönmesi gereken Kesriyeli, görevini ٠ derece hiçe saydı ki doğruca İstanbul’un yolunu tuttu. Ne var ki, yaptığı işin ha- beri İstanbul’a Kesriyeli’den önce varmıştı ve yolda, seraskerin davranışım tasvib ve Kesriyeli’nin hareketini kınayan Hatt-1 Şe- rifle karşılaştı. Hatt-1 Şerif de Kesriyeli sadece aşın derecede kınanmakla yakayı kurtaramıyor, pâdişâh onu Samsun’da hap- sedilmesi emrini vererek cezalandırıyordu (77).
KARS KUŞATMASININ KALKMASI
Bu olayı öğrenen Nâdir Şâh, Kars şehrinin muhasarasını daha da şiddetlendirdi (13 Eylül 1744 – 5 Şâban 1157). Osmanlı kuvvetlerine gelince, birlikler şu şekilde me^lendirildi: Casus (73) dağındaki en önemli mevkie Tırhala Beylerbeyi Murteza Paşa Yeniçerilerin dördüncü ferik Paşasiyle yerleştirildi؛ demir tel imâlathânesi burcuna ve Behrampaşa Kapısı’na Trabzon valisi Selim Paşa, Ankara, Yenişehir, Niğde ve Kütahya san- cakları birlikleriyle; büyük mahallede cami önünde inşa edil- miş burca Erzurum valisi Veli Paşa, diğer üç Paşa ile birlikte soldaki burca kadar uzanan hat üzerinde; soldaki burca Niko- medi sancağı birlil،leri ve oradan su kenarına kadar milisler ve. Levendlerin (7لا؟ başında serasker Ahmed Paşa; Veli Paşa’nın sağ tarafındaki mahal de dahil olmak ve buna tahta köprü de eklenmek üzere Mustafa Paşa mevzilendirildiler; ordugâh ça- vuşbaşısı az evvel sözü edilen caminin ilerisinde ve nehrin، öte- ki yakasında bulunan tepenin önüne yerleştirilen topçu kuvvet-
elçilik raporları tekliflerin Nâdir Şâh’dan geldiği ve Kesriyeli’nin manevralarıyla belirli bir durum kazandığında birleşmektedirler.
(77) izi, f. 10. Mehdi han, t-VI, Pas. 14, Kesriyeli, yerine Kisreli, Ahiska yerine Akhezke, Akhalkalek yerine Akhelkhük, Gence yerine Cang vb. yazmaktadır.
(78) Gözcütepe.
(79) Levend veya Divâne.
]erine kumanda edty©rdu ve tep،, ile nehrin aitından akdığı bi- na ve civan Alâiye, Karahisar ve İçel sancaklan tarafından tutuluyordu ve bu birlikler etrafında yeni askere alman Dalkı- hçlarm bulunduğu mahal bayrakdar Ahmed Paşa’ya verilmi§- ti; Timurpaşa Burcu metrisleri üzerinde ve nehir kıyısına ka- dar Yeniçeri birimci feriki P^a bütün kuvvetleriyle mevzilen- inişti; bu •burcun üzerinde ve kayalık arazinin çıkıntı yaptığı yerde, kaplan (80) yanında Karaman Beylerbeyi Abdullah Pa- şa, çetecibaşı İPaşası olarak, Amasya sancak askerleri ve Yörük-؛ lerle (81) mevzie Ermişti; seraskere gelince, kalenin ilerisinde kurulan çadırına gidecek yerde, tahta köprü yakınındaki bir evde ordugâhını faaliyete geçirmişti. Nâdir Şâh, Künbed kasa- basından a^larak, siperler ve kulelerle çevrelediği şehre yak- laşmıştı. Sahra toplarını Timurpaşa Burcu’nun batısındaki te- pelerden daha önceden ateş ettirmeğe başlamıştı; ertesi gün bir genel taarruz tasarlamıştı ki, şafaktan önce İranlIlar üstün Os- manii kuvvetleri tarafından kuşatıldı, dokuz sahra topuyla bütün ağırlıklannı (82) bırakarak kaçtılar (19 Eylül 1744 – 11 Şâban 1157).جآ hafta sonra şehre giden bir vâdide mevzilenen İran- lılar, ^٥ ilâ 40 kalibrelik onaltı büyük topla, pek büyük zarar vermemekle beraber ateş etmeğe başladılar ve dayanılamaya^ cak bir soğuk onları çekilmeğe mecbur bırakıncaya kadar ateşi sürdürdüler (9 Ekim 1744 – 2 Ramazan 1157).
HİNDİSTAN ELÇİLİK HEYETİ
Kars muhasarası esnasında, İstanbul’a Hindistan şâhı bü- yük-mogol Nasireddin Mehmed’den bir elçi geldi. Bu elçi, Se- yîd Ataullah adında eski bir Buhara’lı tâcirdi ve evvelce Istan- bul’da yirmiiki yıi yaşamıştı. Mekke’de hac farizasmı da yeri- ne getiren elçi, o dönemin Veziriazamı İbrahim’den hükümdâ- rina karşı sevgi dolu bir mektub almıştı.• Elçinin bu defa bera- berinde getirdiği mektupta, sevimli kelimelerle ifade edilmiş protestolar yer alıyordu; fakat, Hindistan nâzırlanndan getir- diği mektuplarda Nâdir Şâh’m Hindistan istilâsının sebeb oldu-’
(£٠) Seraskerin raporuna (imparatorluk Arşivleri’nde) ve Mehdî|han Ta- rihi’ne bakınız, I-VI, Pas. 14 (Almanca tercümesi, s. 385;, muha- saradan tek kelimeyle söz etmemektedir.
(81) , Evlâd-ı fâtihan: Fatihlerin çocukları.
(82) Develer üzerindeki yükler.
ğu kötülükler hazin bir dille tasvir ediliyor ve Iran tahtını gas- beden bu adama karşı Osmanlı yardımı ve ittifakı rica yollu is¬teniyordu. Hindistan elçisi muhteşem bir törenle huzura kabul edildi ve Bâb-ı Âlî, elçinin getirdiği mesaja, onunla birlikte, el¬çi olarak, dörtyüz çağdaş Türk şâirinin biyografilerini kaleme almış bulunan ilim adamı, maliye baş tezkirecisini Hindistan’a gönderdi. Sultan, yazdığı cevapta, doğrudan bu ülkenin hüküm- dârına hitabetti; Veziriâzam ise hükümdârm biri Nizâmülmülk, diğeri Kamereddin adım taşıyan iki vezirine yazdı. Şeyhülislâm, Kızlarağası, Yeniçeriağası da kendilerine gönderilen mektupla¬ra cevap verdiler; bu mektuplarda müphem dostluk serzeniş¬lerinde bulunmakla yetindiler (83). Bu Hindistan elçiliğinin Bonneval’in birtakım tertiplerinin neticesi olduğuna inanmak için bazı sebebler mevcuttur. Zirâ, bir hâtırat olarak tutulan notlarda, Bâb-ı Âli’nin bu sadık dostunun üç yıl önce Fransız elçisine gönderdiği mektupta, büyük-mogol ile Sultan arasında Nâdir Şâh’a karşı bir ittifakın lüzumuna isbatm gayret izleri bulunmaktadır.
ARACILIKLA ALÂKAU ANLAŞMA
Viyana elçiliği eski kâtibi, daha sonra Niemirow ve Belgrad barış müzâkerelerinde olağanüstü yetkili murahhas olarak bu-lunmuş olan Reisefendi Mustafa, aracılık ve garantiden söz edil¬diğini duyduğundan, Bâb-ı Âlî’nin (84) aracılığını istemeğe dâ- vet etmek suretiyle Avrupa’da savaşan devletleri barıştırmayı hedef alan bir proje oluşturmuştu. Bâb-ı Âli’nin hıristiyan dev¬letlerin aracısı hüviyetinde ortaya çıkarmaktan başka bir işe yaramayacak bu âkibeti meçhul plânı ilk tasvib etmeyen Bon- neval oldu. Bonneval, aracının elinde silah olmadıkça savaşan taraflar arasına girmesinin hiçbir tesiri olamayacağım biliyor¬du: Aracılığın bundan başka türlüsü sadece gülünç olurdu; Bâb-ı
(83) Aynı eserde (İzi) Şâh’m mektubuna bakınız ve Hindistan elçisine ve Türk elçisi Salim’e verilen güven mektuplarında, f. 15, birincisinde bir, İkincisinde iki düzine Arabca vecize bulunmaktadır. Diploma¬tik raporlarda sonradan yapılması düşünülen savunma ve saldırı ittifakından bahse rastlanmamaktadır. Salim’e verilen mektupta da
(84) Utrecht Gazetesi bu aracılığın 21 Ocak ve 7 Şubatta yapılan iki toplantıda kararlaştırıldığını bildirince, sırrı açıklayan yaşlı ve genç İbrahimler bunu başlarını vererek ödediler.
Âlî’nin elinde ne filolar, ne de ordular vardı. Bununla beraber, Bonneval tarafından ileri sürülen görüşlere uyularak yapılan değişikliklerden sonra bütün Avrupa devletlerine aracılıkla alâ¬kalı bir tâmim gönderildi؛ bu hükümetlerden hiçbiri, plânın sa¬hibi Reisefendi’ye karşı çıkmak, arayı açmak istemediklerinden büyük bir kararsızlık içinde kaldılar. Hükümetlerin verecekleri cevap beklendi ve sadece kaçamak yollu cevaplar alındı (Mart
1745) : Yalnız Venedik hükümeti arabuluculuğu kabul etmeğe razı oldu (85). Fransa ile İngiltere arasında tarafsızlığı belir¬ten tamimde (sirküler) sayılan deniz devletleri arasına bile alın¬mayan Venedik, ebedî dostluğu ileri sürerek itirazda bulunan ilk devlet oldu. Bu hususun Bâb-ı Âlî’ye bildirilmesi görevi Eriz- zo’nun (86) halefi olan elçi Donado’ya verildi. Fransa’nın Cevabı evvelce alındığından ve Avusturya’nmki henüz gelmediğinden, Reisefendi, bu ülkenin imparatoru I. François’ya gönderilecek tahta çıkış tebrik mektuplarının gönderilmesini geri bıraktır¬dı. Nihayet Avusturya’dan cevap geldi: Mektupta Avusturya’¬nın düşmanlarının davranışından şikâyet ediliyor, bunlarla ba¬rış anlaşması yapmak niyetinden dem vuruluyor, fakat teklif edilen aracılığın sözü bile geçmiyordu (Nisan 1745). Bunun üze¬rine sadece o sırada, İmparator I. François için duâ edildi.
Bu hükümdârın tahta çıkışını Bâb-ı Âlî’ye bildirmekle gö-revlendirilen ve bu münasebetle murahhaslıktan elçiliğe terfi ettirilen Penkler, Sakızlı fransiskenlerin kiliselerini tamir et¬meleri hususunda gerekli fermam almayı başardı; böyle bir lu- tufta bulunulması kont Wirmond tarafından taleb edildiği hal¬de sürekli olarak reddedilmişti (87). Bu konudaki müzâkereler, zannedildiği kadar kolay değildi; OsmanlIlar Sakız adasını tek¬rar fethettiklerinde, ada Rumları savaş sırasında yıkılan cizvit, fransisken ve domihiken mâbedlerinin bu mezheblerin mensup¬ları tarafından yeniden yapılmalarını meneden bir Hatt-ı Şerif elde etmişlerdi. Penkler, sadece ailesi için bir loca yaptıracağı¬nı ileri sürerek Beyoğlu’ndaki Trinitairas (Teslisçiler kilisesi) kilisesinin büyütülmesi müsaadesini de aldı. Bu sırada Syra’da yerleşmek isteyen cizvitlerin bu taleblerinin desteklenmesi ricâ- lannı red etti. Bu sırada bütün Ermeniler için katolik mezhebi-
(85) İzi’nin eserinde, f. 21 – 25, mektubun tamamına bakınız. Tamimin üçünün kopyası Penkler’in 5 Mart 1745 tarihli raporuna eklenmiştir.
(86) Penkler’in o tarihlerdeki raporu.
(87) 1 Muharrem 1157 (15 Şubat 1744); İmparatorluk Arşivi.
ne girmelerini meneden bir ferman çıkarıldı; aksine hareket edenler gemilerde kürek veya idam cezasına çarptırılacaklardı. Usta’ bir müzakereci olan Penkler, kraliçe Maire-Therese ve onun dininden olanların dinî menfaatlerini korumak hususun¬da saraydan iki kudretli adamı elde etmek hünerini göstermiş¬ti. Bunlardan biri, vaktiyle Imparatoriçenin düşmanlarına karşı onun tarafım tutmuş olan nüfuzu tartışılmayacak kadar büyük Kızlarağası, diğeri ise kendisini Sultan’m kardinali olarak gö¬ren birinci imam, ilim adamı Pîrîzâde idi. Penkler, Reisefendi- nin dâire؛ idarecisini (88) ve hazînedârını (NOT: 4) da rüş- ‘ vetle elde etmişti. Derin politikacı, yorulmak bilmeyen ve mu¬haliflerinin en tehlikelisi Bonneval’e gelince, yakınlan olan Na¬poli elçiliği idarecisini, evlâtlığı Süleyman beyi ve kendisine ba¬bası mühtedi İbrahim Müteferrika tarafından yapılan tercüme¬lerin sırrım veren oğlu genç İbrahim’i başdan çıkarmak sure¬tiyle onun tesirini hemen hemen sıfıra indirmişti. BÖylece, din¬lerine ve imparatorlarına ihanet etmiş olan bu iki mühtedi, yani din değiştirerek İslâmiyeti kabul eden bu iki kişi, kendi oğullan tarafından ihânete uğramış oluyorlardı.
PENKLER VE BONNEVAL
Rus elçisi Vişniakoff ateşi yükselip âniden öldüğünden, Penkler Rus elçiliğinin işlerini de yeni elçi gelinceye kadar üze¬rine almış bulunuyordu. Nihayet yeni elçi genç Nepluief göre¬vine başlamak üzere İstanbul’a geldi (Ağustos 1745).
١ Sarayın birinci imamı Pîrîzâde Avusturya hesabına çalışır¬ken, büyük kadı Esad Efendi de Prusya kralının çıkarlan için çalışmayı can-ü gönülden üstlenmişti. Esad Efendi, İsveç elçisi Carlson’a (Hoepken bir müddet önce İsveç’e dönmüştü) ؛ İsveç kralının yapmış olduğu gibi, Prusya kralının kız kardeşinin, İs¬veç tahtının vârisi ile evlendiğini Bâb-ı Âlî’ye resmen bildirme¬ğe ikna etmesi telkininde bulunmuştu. Castellane gibi Çarlson da kolay düşünebilmesinden ve faaliyetlerinden ötürü kendisi¬ni gölgelediği (89) halde, Bâb-ı Âlî’yi Kuzey’in protestan devlet-
(88) İç mehter.
89؛) Bonneval Castellane’dan bahsederken: «Düzensizlikten kurtulmayı bilmiyor; hiçbir göfüşü söylemediği gibi, bir fikri de üstlenmiyor.» demektedir.
lerine yaklaştırmakta, لهإءهلا^هج Bonneval’in çalışmalarıyla birleştirdi. Carlson, Bâb-1 Âlî’ye, kendi dindaşları olan protes- tanların katolikler gibi taassub içindebulunmadıklannı anlatı- yordu; katolikler îse, söylediğine göre, Protestanları ve Türkle- ri kıt’adan atmak için bir savaş açmak hususunda yemin et- inişlerdi. öte yandan, Bonneval, Bâb-1 Âlî’yi Avusturya’ya karşı sertleştirmek ve Macaristan’da kargaşalıklar çıkarmak husu- sunda büyük bir gayret sarfediyordu. Fakat gayretleri hiçbir netice vermedi ve Toscan büyük dükünün imparatorluk maka- mma gelesi Ma^, Carlson ve Bonneval’in plânlarım hiçbir işe yaramaz hale getirdi.
Kars seraskeri eski Veziriâzam Ahmed Paşa, gerek İmpara- torluk vak’anüvisinin iddia ettiğî gibi hastalığı yüzünden geri alınmasını kendi istemiş, gerekse elçilik raporlar؛nda belirtil- diği gibi eski imkânlarının alışkanlığından kurtulamayarak Nâ- dir Şâh’a karşı savaşı daha şiddetli bir biçimde yürütmek iste- meşinden kaynaklanmış olsun, bu şehrin muhasarasının kaldı- nlmasından kısa bir süre sonra seraskerlikten uzaklaştırıldı. Yerine yine eski veziriâzamlardan Yeğen Mehmed Paşa geti- rildi. öncü kuvvetlerin kumandanı Abdullah Paşa, terfi işareti olan üçüncü tuğla birlikte, Ardelan hanı Ahmed’le işbirliği ya- parak İran eyâletlerini tahrib etmek emrini aldı. Bu harekât için kendisinin emrine oniki bin Levend’le bunların ihtiyaçları- na sarf edilmek üzere binyediyüz kese para verildi. Hâzineden çekilen ellibin kuruş da Bağdad valisi Ahmed Paşa’ya gönderil- لف. Yeğen Mehmed Paşa o^usu da Üsküdar, Yanına, Ohri, Per- zerin, Dukagin, Delonia, üsküb, Kırkkilise, Tırhala (90) sancak- ları askerleriyle takviye edildi؛ tek kelimeyle Bâb-1 Âlî emrin- ■deki bütün Arnavutluk birlikleri bu takviye işine verildi (91). Sultan’ın huzuruna bizzat çıkmak isteyen Ardelan hamna bu lutufta bulunuldu.
(90) Elçiliklerin raporlarına göre: «Asya’dan Aydın, Kütahya, Çangırı, Karamgn, Trabzon, Çıldır, Rumeli Paşaları masrafı kendilerinden ve devletten olmak üzere beşyüz ilâ bin askerle; Avrupa yakasından iki tuğlu onyedi Paşa masrafları kendilerinden ve devletten olmak üze¬re beşyüz askerle, Bpsna’dan üçbin, Selânik’den üçbin, Rumeli’den sekizbin timar ve zeâmet askeri, üçbin Yörük, Nureddin (Kırım hanlığında han ve kalagay’dan sonra üçüncü önemli makam sahibi) ile birlikte onbin Tatar askeri.» Kasım 1745.
<91) İzi, f. 19, özel birliklerin rakamlarını da vermektedir.
Yeniçeriağası İbrahim’e üçüncü tuğla birlikte Erzurum va- لغل1لل de verildi. Vefat eden Şeyhülislâm’m yerine Sultan’m birinci imamı Pîrîzâde atandı (4 Mart 1745 – 30 Muharrem 1158). Ölen Şeyhülislâm, kırk yıl önce, saltanat değişikliğine sebeb olan bir ayaklanma sırasında öldürülen ünlü Şeyhülislâm’m oğ- luydu; babasının öldürülmesi sırasında Rumeli Kadıaskerliği/ makamından alınıp Bursa’ya sürülmüştü, yirmibeş yıl sürgün- de kalmış ve şimdiki Sultan’m tahta çıkışında İstanbul’a getiri- lerek Şeyhülislâmlık makamına atanmış, bü en “* ma-
kâmda on yıl hizmet vermişti. Son olarak Eyub yakınında bir Nakşibendî dergâhı kurmuş ve Saraçlar çarşısı civarında bir çeşme yaptırmıştı. .
Mühimmat anbanndaki yanan kurşun deposunun yerine bir yenisi yaptırıldı ^e ambar müfettişi؛Mollacıkzâde’ Ali Paşa ile deponun kâtibi görevlerinden azledildiler. Rakka valisi Ha- mâvîzâde Ahmed Paşa da fazla vergi toplamak yüzünden göre- vind^n uzaklaştırıldı; fakat başmirâhur Abdullah Bey Haleb’- de azil ecrini Paşa’ya bildirdiğinde, eyâleti askeri bü emre uy- mayı reddetti ve Ahmed Paşa, Abdullah Bey’e «Levendlerin âdetlerinin böyle olduğunu» bildirerek özür diledi. Durumu öğ- renen Sultan, âsî Paşa için «Allah belâsmı versin!» diyerek hıki- sarda bulundu. Paşa’mn kısa bir süre sonra tabiî ölümle ölme- sini bu bedduaların tesirine bağladılar.
Kırkbin duka altım ye kırk hil’atle birlikte İran seferi or- duşuna katılması davetini alan Kırım hanı Şelim-Giray, dört- bin askerle birlikte deniz yoluyla Balıklavadan ayrılmış, ters rüzgârların yanaşmasına engel olduğu -Giresun ve Ünye iiman- lannm içinde beklemeye başlamıştı. Ayrıca onbin Tatar askeri iki koldan yürüyüşe geçmişti. Bu iki koldan birine Kalağa (veli- ahd) Selim-Giray, diğerine nureddin (başvezir) kumanda edi- yordu. Bu birliklere Asya eyâletleri boyunca ilerlerken iskemle çavuşü veya şehzâde çavuşu kılavuzluk edecekti. Büyükdere’^ ye vardıklarında Giraylar Sultaniye limanına gittiler. Orada Pâdişâh, Giraylara hediye olarak atlar ve subaylannâ dağıtıl- mak üzere ikiyüzkırli hil’at gönderdi (7 Nisan 1745 – 5 Rebiul’- evvel 1158) .•
Kısa zaman soma İran hududundan sevindirici haberler alındı: Mekri’nin İranlI kumandam Mehmed-Kuli han ve kardeş-
leri, ikibin aileyle bir kısım Hoy’a, bir kısmı da Belbas’a olmak üzere hicret etmişlerdi; Hoy hanı efşer Kasım-Kuli, Denbeli ha- nı Murteza-Kuli, Mehmed-Tahir yedi (92) kürd aşiretiyle Van etrafında yerleşmişlerdi (22 Temmuz 1745 – 22 Cemaziyül’âhir). Selim-Giray, beraberindeki Tatar askerleriyle Bayezid civan- nı düşmandan temizleyerek Ararat’ı (Ağn) aşmış ve Maku’yu ele geçirmişti; nihayet Levendlere. kumanda eden Abdullah Pa- şa Musul’daki genel karargâhından çıkarak düşman arazisin- de bir akın hareketine girişmiş, Soukbulak ve Serdeş’e kadar ilerlemişti. Bütün camilerde bu ilk başarıların devamı için duâ- lar edildi. Ne var ki, bu sevinci üzüntüye dönüştüren haberlerin gelmesi fazla gecikmedi.
ERİVAN SAVAŞI, YEĞEN MEHMED PAŞA NIN ÖLÜMÜ
Serasker Yeğen Mehmed Paşa؛ yüz binden fazla askerden oluşan ordusuyla Muradtepe’den fazla uzak olmayan Kagha- verd yakınında, Erivan’a altı fersah mesafede bulunan Nâdir Şâh’ın siperli ordugâhına saldırmak üzere İran topraklarında harekete geçmişti (93). Burası, oniki yıl önce, eski Veziriâzam Topal Osman Paşa’nın savaşı ve hayatını kaybettiği yerdi; gö- rüldüğü gibi burası eski veziriâzam seraskerler için meş’um bir savaş alanıydı. Ordusunun sayı üstünlüğüne güvenen Ye- ğen Mehmed Paşa, OsmanlI tâbiyecilerinin «düşmanını ayağının tozuyla (94) mahvetmek» vecizesine dayanarak İranlIları yene- ceğini ümit ediyordu, öğle vaktine kadar son derece kanlı ce- reyan eden savaşın kaderi belli olmamıştı ki, onbeşbin Anadolu eyâlet ^skeri savaş meydanından kaçtı (95). İranlIlarla dört gün savaştıktan ve âsileri itaat altına aldıktan sonra serasker öldü ve ölümünün mağlûb olmanın üzüntüsünden mi, yoksa
(92) Denbeli, Kere Sevenli, Akşe Ehizrlü, Tolulü, Tabnaklü, Totoklii. İzi, f. 26.
(9^) Mehdî’ye göre onbin piyâde, kırkbin süvâri; Hanway’e göre, Fas.
XXXII, yüzbin. Çeteci Abdullah Paşa, Hanway’ın İddiasının aksine, ‘ Köprülü ailesinden değildir.
(94) Bu konuda İtalyanca yazılmış bir rapor, Penkler’in raporuna eklen- miş bulunmaktadır.
(95) Bu durumu bildiren V؛؛ savaşı anlatan üç rapordan bir؛ Penkler’in
• raporuna eklenmiş bulunmaktadır.
bir âsi kurşunundan mı ileri geldiği bilinemedi (96) (14 Ağus¬tos 1745 – 16 Receb 1158). OsmanlIların kaybı yirmi binden faz¬la oldu. Oniki yıl önce olduğu gibi, Mur^dtepesi’nde eski Vezi¬riâzam serdara ve üstünlüğü kendisini toz hâline getirmekle tehdid eden bir Osmanlı ordusuna galib geldi. Merhum seras¬kerin yerine, son olarak Kars valiliği görevinde bulunan eski Veziriâzam Elhac Ahmed Paşa getirildi. Merhum seraskerin uhdesinde bulunan Haleb valiliğine eski Veziriâzam Hekimoğ- lu Ali Paşa atandı ve bu münasebetle Hekimoğlu Bosna valiliği¬ni bıraktı. Eşine pek rastlanmayan derin bir bilgi adamı ve III. Ahmed döneminde Aynî’nin Arap Tarihi’ni ve Kandemir’in İran Tarihi’ni Türkçeye çevirmiş olan ve böylece Nevşehirli İbrahim Paşa’mn övülmeğe lâyık projesini gerçekleştiren Kâhyabey (İç¬işleri Nâzın) Halil Efendi nazırlıktan alınarak vezir rütbesi de verilmek suretiyle Karaman valiliğine getirildi (97); fakat kısa bir süre sonra, Aydın valisi Yedekçi Mehmed Paşa’nm ölümü üzerine boşalan makam vezir-vali Halil Paşa’ya verildi, Kara¬man valiliğine Çelik Mehmed (9’8) Paşa atandı. Jurnal dairesi Reisi (99) Elhac Mustafa Efendi Kâhyabeylik (veya İçişleri Nâ- zırlığı) makamına tâyin edildi. ‘
SAVAŞ HAZIRLIKLARI VE ELÇİLİKLER
Serasker Yeğen Mehmed Paşa’nm ölümünden hemen son¬ra Huzur-han, Nâdir Şâh adına serasker Elhac Ahmed Paşa’ya barış maksadiyle iki kere mürâcaatta bulunarak yeni teklifler ileri sürdü; artık beşinci mezhebin tanınmasını veya Mekke’de beşinci camide bir anıt dikilmesini değil, Van’ın, Kürdistan’ın, Bağdad’m, Basra’nın, Hz. Peygamber’in yakınlan olan aziz şe- hidlerin mezarlannın bulunduğu Necef üe Kerbelâ’nm İran’a teslimini istiyordu. Bu mesaj, kabul edilmesi imkânsız olduğun¬dan, Osmanlı İmparatorluğunda sürdürülen yeni savaş hazırlık¬larını hızlandırmaktan başka bir şeye yaramadı.
(96) İzi, Paşa’nm ölümünün tabiî olduğunu söylüyor; fakat, İtalyanca yazılmış birinci raporda bir âsi kurşunundan söz edilmektedir.
(97) İzi bu hususta, f. 32, daha önce f. 24’de geçen İran meselini zikre¬diyor ki, bu mesel «harekete geçmek ânı gelince kişi, iç yüzünü or¬taya koyar» şeklindedir.
(98) Mehdi tercümesi, f. VI, s. 16, bu adı değiştirerek Geteşi yapmaktadır.
(99) Ayn. Es., bu ada Çelik Paşa olarak rastlanıyor.
Askerleri mükâfatlandırma ve silahlanma işi için gerekli kırkbin duka, kırk yeni şeref kaftaniyle birlikte Kırım hanına gönderildi. Bahis konusu silahlanma, yakında başlayacak olan yeni sefer içindi. Cengiz han sülâlesinden geldiklerini iddia «den ve Cenktay han adını alan Dağıstan prenslerinden biri, geçen yıl Dağistan halkının Kumuklann Şemhalı makamına ge¬tirilmişti. Halbuki bu makam, o sırada Adil-Giray’ın oğlu Has- pulad hanın üzerinde bulunuyordu. Bâb-ı Âlî birinci Cenktay hanlığının otoritesini sınırlandırmanın kendi çıkarlarına daha uygun olduğuna inandığından Kumuklann Şemhalı, iki bin du¬kalık bir hediye ile İkincisine gönderdi; onun kardeşi Saadet- Giray’ı da Dağistan’da Kırım Şemhalliği makamına atadı (2 Ağustos 1745 – 4 Receb 1158). Böylece, bu dönemde Kafkasya’¬da altı hanlık Bâb-ı Âli’ye tâbi bulunuyordu. Bunlar Cenktay ve iki Kumuklar ve Dağistan’daki Kırım Kumuk hanlığından başka, Usmaî, Kaytaklar hanı, Surkaî, Gazikuınuklar ve Şir¬van hanı, Ardelan hanı idi. Kars seraskerliğinde Yeğen Meh-med Paşa’nın halefi olan Elhac Ahmed Paşa, bu görevinde, son olarak Bosna valiliğinden Haleb valiliğine geçmiş olan Hekim¬oğlu Ali Paşa’ya yerini bıraktı. Hekimoğlu Ali Paşa ayrıca Ana¬dolu Beylerbeyliği ve Kars seraskerliğine de atanmıştı. Hekim¬oğlu, sefer masraftan olarak seraskerle verilen onbeşbin kuruşu da aldı. İran seferine çıkan orduya o zamana kadar bir tek as- Jcer vermemiş durumda bulunan Mısır valisi, altı Kahire esnaf loncasının vermek zorunda olduğu mutad kontenjanı oluştu¬ran üçbin askeri göndermek emrini aldı; fakat, bu asker yeri¬ne, Râgıb Paşa’mn üçbin suvârinin masraflarının üstlenilmesi yolundaki ricası kabul edildi. Bin askerin silahlandırılması ve masrafları her yıl ikiyüz keseye maloldûğundan, üçbin asker için bu rakam altıyüzyirmi kese tutuyor, üç yıl için verilecek mikdar ikibin yüzaltmış keseye vanyordu. Râgıb Paşa, Mısır¬daki kanşıklıklan ileri sürerek, ısrarla affedilmesi ricasiyle an¬cak ikiyüz kese para gönderdi. Bu taleb, divânda büyük bir hay¬ret uyandırdı. Fakat, bu rahatsızlığın önüne geçmek kaabil de¬ğildi. Asya ve Avrupa’daki valiler kendi birlikleri ve yeni top¬lanan Levendlerle birlikte harekete geçmeğe dâvet edildi: Ne¬ticede, seraskerin ordugâhına, birbirleri peşi sıra Asya tara¬fından Hüdavendigâr, Karasi, Beyşehri, Akşehir, Karahisar, Niğ-
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 5
de, Ankara, Sultanönü, Amasya, Çorum, İçel, Alâiye, Kocaeli, Adana ve Avrupa tarafından Skütari, Ohri, Vaiona, Delvino, ilbasan, Duka^n, Perzerin, üsküb, Yanya, Selanik, Hersek, Küs, $ءلنلآلم؟ ve Bosna olmak üzere o^dört sancağın sancak beyleriy- le birlikte, beliklerinin başında geldikleri görüldü. Buniar be- ‘ üç veya dörtyüz asker getirmişlerdi; bunlar özel
birliklerini oluşturan sayı idi ve beraberlerinde ayrıca, yeni askere alınan Levendleri de getirmişlerdi. Bunlann sayısı alt- mış veya seksenbin asker kadar tutuyordu. Bu birliklere, Sivas valisi Selim Paşa, Trabzon valisi Veli Paşa, Karaman valisi Çe~ 1ظل Mehmed Paşa ve Erzurum valisi İbrahim Paşa da gelip ka- tıldılar; bu vezir-Paşalar bin veya binikiyüz.mevcutlu özel bir- tikleriyle gelmişlerdi; yüksek ücret ödenen sipahilerden oluşan süvari birliklerimle dört $ilahdar bölüğü de yerlerini almışlar- di; nihayet Anadolu, Karaman, Sivas, Adana, Rakka, Erzvırum, Haleb ve Maraş zeamet sahiplerinin de gelişleri tamamlanmış- tı. Anadolu valilerine, aynı zamanda, Erivan’da firar etmek su- retiyle utanç verici yenilgiye sebep olan Levendleri aratıp buldurmaları ve subaylannın rütbelerini kaldırarak kesik baş- lannı Bâb-1 Âli’ye göndermeleri emri yerildi. Yirmibeş yıldan beri valilik olmaktan çıkarılan ve geliriVeziriâzam’a bırakıl- mış bulunan Kıbns, savunması ve kaleleri gözönünde tutula- rak zeamet süvarisinle birlikte valilik durumuna getirildi ve eski düzenine ka^ışturuldu. Bâb-1 Âli üç tuğlu vezir rütbesi ve- rerek, meşhur kaçak Haşan Paşa’nın oğlu büyük-mirâhur Ab- dullah Bey’i Kıbns valiliğine getirdi. Haleb yakınındaki Azaz ve Klis çiftliklerininki de dahil olmak üzere adanın, o zamana kadar Veziriâzam tarafından alınan yirmiikibin kuruş tutan geliri de kendisine verildi.
Bu hazırlıklar devam ederken, bu sıfatla evvelce İstanbul’a gelmiş olan ve aylardan beri Bağdad’da bulunan İran elçisi Feth Ali han Üsküdar’a geldi. Orada silah deposu ve mutbak müfettişleri tarafından karşılandı, Ragıb Paşa sarayına yerleş- tirildi; divan efendilerinden Nazif Mustafa, mihmandar sıfa- tiyle elçinin yamnda görevlendirildi. İran prensinin teklifleri- nin tam mevcutlu divânda görüşülmesi bir Hatt-1 Şerif’le emre- dildi il Şubat 1746 – و Muharrem 1159). Nihayet, divân toplan- tısmda görüşülmek ve üzerlerinde kararlar verilmesi bakımın- dan Nâdir Şâh’ın elçiye verdiği itimad mektubu ve bunlara ek-
lenmiş elyazısiyle bir mektubu, aynca Veziriâzam tarafından , kabulü sırasında elçinin ağızdan söyledikleri Türkçeye çevrildi. Nâdir Şalı, Mekke kuşağı içinde beşinci âbidenin tesisinden vazgeçiyor ve Caferi mezhebinden İrahhlarm, gelecekte, sünnî dört mezheb mensuplarına açık camilere kabul edilmelerini is¬temekle yetiniyor؛ bununla beraber, kutsal saydıkları mezarla¬rın bulunduğu Necef ve Kerbelâ’nın İran’a tesliminde ısrar edi¬yordu؛ bu teslim talebine Azarbeycan ve Irak eyaletlerinin ta¬mamı da dâhildi. Veziriâzam’dan başka Şeyhülislâm, Kapdan-ı deryâ ye yeni vezir Kıbrıs valisinin de hazır bulunduğu divân, Nâdir Şâh beşinci mezhep ve beşinci cami konusundaki iddiala¬rından vazgeçmesi şartiyle barışın yapılması hususunda dinî bakımdan hiçbir engel kalmayacağı, fakat Osmanlı toprakları¬nın hiçbir parçasının teslim edilemeyeceği, Nâdir Şâh bu husu¬su kabul ettiği takdirde Osmanlı hükümetinin banşı sağlamlaş¬tırmaktan geri kalmayacağı yolundaki karârım bildirdi (4 Şu¬bat 1746 -12 Muharrem 1159) . Bir Osmanlı murahhasının, evvel¬de Hacı han ve Bakı hana refakat ettikleri gibi, Nâdirin mu¬rahhasına refakat etmesi uygun görüldü. Bu karardan sonra. Iran elçisine mihmandar tâyin edilmiş olan Nazif Efendi elçili¬ğe atandı ve bu münasebetle maliye tezkirecisi pâyesine yük-seltildi. Nâdir Şâh’m mektubuna Sultan’m cevabiyle Veziriâ- zâm’ın Şahruh’unkine cevabi elçiye teslim edildi. Elçi Nazif Efendi, beraberindeki Sultan’m ve Nâdir Şâh’m oğlu ŞahruA Mirza’ya götürülecek Veziriâzam’m mektuplarından ayrı ola¬rak Şeyhülislâm tarafından İran ulemâsı reisine verilmek üze¬re bir mektubu da aldı. Elçinin götürdüğü mektuplarda, kesin banş şartı olarak beşinci mezheb ve beşinci camiden vazgeçil¬mesinde görüş birliği vardı. Bu barışın esası olarak Bâb-ı Âlî, IV. Murad döneminde anlaşma ile iki imparatorluk arasında tesbit edilen sınırların geçerliliği şartını ileri sürüyordu (100).
ŞEYHÜLİSLÂM PİRÎZÂDE NİN AZLEDİLMESİ
İbn-i Haldun’un ünlü mütercimi Şeyhülislâm Pirlzâde’ûin İran ulemâsı reisine yazdığı mektup, onun kaleminden çıkan
(100) Bu mektublar İzi’nin eserinde bulunmaktadır, f. 45 •51; Ankara sancakbeyi Veli Paşa’ya gönderilen ve Feth Ali’nin elçiliğiyle alâ¬kalı teferruâttan bahseden bir fermanın kopyası İmparatorluk Ar- şivi’ndedir. • ■
son mektup oldu. Zira, kısa bir süre sonra, zayıf olan sağlık du-rumunun görevlerini yerine getirmesine elverişsizliği ileri sü¬rülerek makamından alındı؛ aslında saray partisi Pîrîzâde’yi tut¬maktan vazgeçmişti. Onun yerine Sultan’m doktoru Hayâtizâ- de Mehmed Emin getirildi. Sultan’m doktoru ve sarayın gök’ âlimi, dâima ulemâ arasından seçilmişlerdir ve bunlar Rumeli Kadıaskerliği görevinde bulunduktan sonra İmparatorluğun en yüksek şeriat makamına getirilmeğe elverişli sayılmışlardır. Bununla beraber bir saray gök âliminin Şeyhülislâmlık maka¬mına getirilmesi daha önce görülmemiştir. Doğu tarihinde bu¬nun tek misâli, Naşireddin Tusî’nin vezirlik makamına atan¬masıdır. O da Mengukhan’m Mogollarını imdada çağırmak su¬retiyle Bağdad halifesinin düşmesine sebeb olmuştur (5 Nisan 1746-13 Rebiul’evvel 1159).
Hayâtîzâde’nin tâyiniyle boşalan Sultan doktorluğuna Meh¬med Said getirildi. Edime molla topluluğundan gelen Mehmed Said eski İzmir kadısıydı ve eski Şeyhülislâm hacce gittiğinde Mekke mollası payesine çıkarılmıştı. Yeni Şeyhülislâm’m ilk hareketi, Veziriâzam ve diğer vezirlerle birlikte tersâneye gi¬dip bir savaş gemisinin denize indirilmesini görmek oldu (7 Ni¬san 1746 -15 Rebiul’evvel 1159), gemiye Deniz Fâtihi adı verildi. Kendisini suçlayacak hiçbir hali olmadığı ve bilhassa İstanbul limanı ağzında batan bir Mısır gemisinin tayfa ve malını ter¬sane işçileri ve sallan kullanarak kurtarma başarısını göster¬diği halde Kapdan-ı deryâ Mustafa Paşa emekliye çıkarıldı ve emeklilik bedeli karşılığı kendisine Selânik sancağı arpalık ola¬rak verildi (16 Nisan 1746 – 24 Rebiul’evvel 1159). Yerine Soğan- yemez lâkabiyle anılan, deniz ve gemicilik tecrübesi olmayan Başmâbeyinci Mahmud getirildi.
KIZLARAĞASI’NIN ÖLÜMÜ
Çok önemli bir değişiklik de, doksanaltı yaşındaki Kızlara،- ğası Beşir’in ölümü oldu (3 Temmuz 1746 – 13 Cemaziyül’evvel 1159); Kızlarağası Beşir, ömrünün otuz yılı boyunca sarayda ve OsmanlI imparatorluğu’nda (161) sözü geçen kişi olarak hü-
(ل0ل) Penkler’in 4 Temmuz tarihli raporunda Kızlarağası’mn 3 Temmuz’- da öldüğünü kaydetmesi, Resmî Ahmed’in Kızlarağası Tarihi tara- fından doğrulanmaktadır (XXXVII. biyografi).
küm sürmüştü. Otuz ‘kuruşa satın alman bu Habeş esir, yirmi milyon onsekiz bin kese para bıraktı. İstanbul’da Ağa Camii’ni yaptırmış, Eyûb’de bir tercüme okulu, bir ilkokul, bir çeşme, bir kütüphane yaptırmıştı؛ Veziriâzam’m konağı civarında yaptır¬dığı bir başka okulun yanma gömüldü (102). Son zamanlarda nüzül isabet etmesi sebebiyle zayıf düşmüştü ve Sultan da fis- tülden muztarip bulunduğundan, bu iki hastalıklı insan arasın¬da Veziriâzam’ın iktidarı alabildiğine bir gelişme gösterdi. Bu¬nun için de Kızlarağası’nın ölümünün hemen peşinden aldığı ilk tedbir, ağanın adamlarım saraydan uzaklaştırmak oldu. Be- şir, ölüm yatağında Sultan’a eski saraydan Nezir’i kendi yeri¬ne getirmesini vasiyet etmişti; böylece gideceği mezarın derinli¬ğinden yine saraydaki hâkimiyetini sürdüreceğini ummuştu; fakat, iktidar çoktan Veziriâzam’ın eline geçmişti. Ölen Kızlar- ağası’nın himâye ettiği Nezir ve Sultan’ın iki nedimi Kebabcı Ali ve Yakub Ağa saraydan atılarak Kahire’ye sürüldüler؛ Kız- larağası’nın görevleri, hadım ağalarının tâbi bulundukları iler¬leme kurallarına uygun olarak, hazinedara, ölenle aynı adı ta¬şıyan Beşir’e verildi. Bu kişi, Resmi Ahmed Efendi’nin Hamile- tul-kuberâ adlı özel eserinde yer verdiği otuzsekiz hadımağası- nm sonuncusudur (103). Hat sanatında son derece ileri olan, mükemmel ata binen bu sonuncu Beşir zekâ bakımından aslâ, kısır değildi ve zekâsını şiirle süslüyor ve ona eserler ithaf eden yazarların zekâlarına da şeref veriyordu (104).
(102) Hadikatü’l-cevâmi (camiler bahçesi), yazan Hüseyin bin Elhac İs¬mail.
(103) Hamiletul-Kubera, Arapça Hamilet kelimesinden gelmektedir.
(104) Ahmed Resmî, Kızlarağalarının Biyografileri adlı eserini ona ithaf etti ve bu ithafı yazarken de zenci ırkının fevkalâdeliği üzerine ya¬zılmış olan İbn el Cusî’nin eserinden bahsetti; bu eserin adı Ten- vir’ül gabeş fi fazi-is Habeş, yâni, karanlık gecede zencilerin ve Habeşistanlıların fevkalâde meziyetlerini göstermeğe mahsus ışık; yine bu eserde, zencileri teselli etmek için yedi fevkalâde şeyden bahsetmektedir; Hindistan cevizinin kabuğu, miknatıs, mihenk ta¬şı, rastık taşı, misk, amber ve saber; ondört ünlü hadımdan da söz etmektedir: Zülkarneyn (birinci İskender), Lokman bunların ara¬sındadır; ünlü ulemâ arasında rastlananlar: Atta İbn Ebi, Habib İbn Ebi Sabit, Bedis İbn Ebi Habib, Mahkul Şâmi; nihayet zenci şâirleri sıralar; Antar İbn Şedâd, Massib Ebu MahCin, Ebu Dalama.
NAZIRLIKTA DEĞİŞİKLİKLER
Veziriazam, ölen Kızlarağası’nın adamı olan Kâhyabey (iç- işleri Nâzın) ,den de kurtulmakda elini çabuk tuttu ve onu üç tuğlu vezirliğe yükselterek Şam valiliğine atadı؛ onun yerine Belgrad anlaşmasından sonra Sırbistan’da sınır belirleme ko- miseri olarak görev yapmış ve hâlen tersâne müfettişliğinde bulunan Elhac Mehmed’i getirdi. Mehmed Efendi, Veziriâzam Yeniçeriağası iken bu askeri teşkilâtın mâlî işlerinin başınday- أه ve 0هسسم çok iyi bir anlaşma düzeni kurmuştu, o zamandan beri de bu bağlılığı itinâ ile sürdürmüştü؛ aydın ve bilgili ol- makla beraber huysuz ve intikamcıydı. Onbeş yıl boyunca def- terdar mektubculuğu görevini yürütmüş olan Behçet Efendi defterdâr makamına lâyık görüldü. Çeteciler kumandanliğı Ka- pucularbaşı Elhac Salih’e verildi; yerine de Veziriâzam’ın da- madi Abdi Ağa getirildi. Eski Kapucubaşı ise Mekke su yollan ve su kemerlerinin tamiri işiyle görevlendirilerek tamir mas- rafı kırkbin kuruş, yol masrafı olarak onbeşbin kuruşla yola çı- kanldı.
İNŞÂATLAR
Tüfekçi Paşası Mustafa Ağa’ya çok önemli bir görev veril- mişti: Mısır’a gidecek ve Abukır’la Maadia (105) arasında yıkı- lan bir şeddi inşa edecekti. Bu yıkılma felâketinden sonra bir- çok köy ve kasaba denizin istilâsı altında kalarak zarar gör- müştü; Arakil yakınında Nil sulannı İskenderiye’ye taşıyan ka- nal dolayısiyle pirinç ekili yerler, Fayum tepelerine kadar tarla- lar da su altında kalmak tehdidi altındaydı. Mısır valisi Ragıb Paşa, Mısır’ın kuzey yanınm muhafazasıyla alâkalı çalışma- lann büyük bir gayretle uygulanması emrini aldı. Beyler ve Mı- sır birliklerinden üç tabur, ayn ayn zamanlarda on fersah ge- nişliğinde ve iki fersah yüksekliğinde bir şeddin yapılması hu- susunda valilik katında ricada bulunmuşlardı; o sırada denizin topraklan basmaması için ne türlü bir sed yapılması hususun- da görüş ayrilığı vardı. Ne olursa olsun, en iyisi olduğuna hük- snedilecek bir plânın uygulanması hususunda eski Tüfekçiler Paşası’mn emrine bütün vasıtalar verilmişti. (Çalışmalara! kont-
(مل§) izi, f. 28. Mahudia değil, Arap harfi «ayn»la Maadia’dır.
rolü için yüzbaşı Çelikbâki ile albay Mahmud, maiyyetlerindeki idareciler, taşkesiciler, marangozlar, kazıkçılar ve bu iş için zorunlu bütün araçlarla birlikte Paşa’mn yardımcılığına veril¬mişlerdi.
İstanbul’da masrafı gerek devlet, gerekse Sultan tarafın¬dan karşılanmak suretiyle oldukça fazla ؛؟ayıda inşaat gerçek¬leştirildi. Maadia şeddinin inşâsı işinden kazandığı güvenle top dökümhanesi yapımı işi de topçu paşası Mustafa’ya havale edil¬di ve bugün de yerinde duran Tophane onun eseri oldu. Tersa¬nede ahşap bir depo yapıldı ve tamamiyle kurşunla kaplan¬dı C106) . Boğaziçi’nin Avrupa yakasında BizanslIların Dalgake- sen ve Türklerin Boğazkesen (107) dedikleri yerde ahşap ola¬rak yapılan Hâfız Kemaleddin Camii bir yangında harap oldu¬ğundan yerine kâgir olarak yeniden bir cami yapıldı. Boğaziçi’¬nin Asya kıyısı üzerinde Kanunî Sultan Süleyman’ın Devlerte- pesi arkasında şehrin fethi hâtırasına yaptırdığı şato eski ha¬line getirildi, havuzlar, gül bahçeleri ve fıskiyelerle donatıldı. Aynı zamana doğru, eski Amykos körfezinde kurulan Beykoz şehrinde yeni bir çeşme yapıldı. Bu çeşmenin «kubbesinin yon¬tulmuş bir elması andırdığı ve kendisinden önce yapılanları ge¬ride bıraktığı» İmparatorluk tarihçisi İzi tarafından söylenmek¬tedir. Zamanın Abdurrazzak, Nevres ve İzi gibi üstün zekâları bu yapılan, yazdıkları kitâbelerle övmüşlerdir.
VEZİRİAZAM ESSEYYİD HAŞAN PAŞA’NIN DÜŞMESİ
Bu çalışmalar sürüp giderken, Kızlarağasının ölümü üze¬rinden fazla zaman geçmeden, Veziriâzam âniden makamından oldu (10.Ağustos 1746 – 22 Receb 1159). Böylece, Kızlarağasının ölümü de, onun yerine gelene karşı almış olduğu tedbirler de hiçbir suretle ona fayda getirmedi. Fazla olarak, Veziriâzam’ın yeni Kızlarağasının görevine başlamasından hemen sonra ya¬yınladığı bir Hatt-ı Şerifle Mekke ve Medüzdeki dini vakıflar da dahil olmak üzere her türlü iş için Kızlarağasına başvurul-
(106) İzi, f. 63, bu konuda Abdurrazzak Efendi’nin kaleminden çıkmış oniki beyitlik bir kitâbeden söz ediyor.
(107) İstanbul ve Boğaziçi, c. II, Ducas Boğazkesen’i başkesen olarak ter¬cüme etmekle yanılmış, bunları birbirine karıştırmıştır.
masını yasaklaması yeni Kızlarağasının ruhuna kin tohumlan ekmekten başka bir netice vermemişti; a^m Hatt-1 Şerif, dinî vakıflar için Kızlarağası’na değil, bu türlü işler için perşembele- ri toplanacak olan divâna başvurulmasını emrediyordu; bun- lar yetmiyormuş gibi, Kızlarağasmı başka herhangi bir sebeble görmek isteyenlere önce Veziriâzam ve Şeyhülislâmdan müsaa- de almak mecburiyeti de §etiriliyordu. Bu tedbirlere rağmen, başında yeni Kızlarağasının bulunduğu saray partisi, Şeyhülis- lâm’ıiı yardımıyla Veziriâzam’ı devirdi ve Kâhyabey makamın- da bulunan Elhac Mehmed Paşa’yı imparatorluğun en ^ksek makamına çıkarmayı başardı. El-hac Mehmed Paşa’nın lâkabı afyonkeşti ve bir Bektâşî dervişinin oğluydu. İstanbullu Bektâ- şî dervişinin oğlu da dervişlikle cemiyet hayatına katılmıştı. Son Rusya seferinde ordu kâtibi olmasını Kâhya Osman’ın himâ- yesine borçluydu ve harbin sonunda aynı himâye onu mevku- fatçılığa veya defterdarlık mektupçuluğu makamına getirmiş- ti; daha sonra Sırbistan sınırları belirleme komiseri, daha son- ra tersâne âmirliğine ve oradan da Kâhyabey (içişleri Nazırlı- ğı) (108) makamlanna atlamıştı. Yeni Veziriâzam’ın son göre- ^ine, Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin oğlu Mehmed Said Efendi geçti; Mehmed Said İsveç ve Rusya’daki görevlerinden döndük- ten sonra Avusturya ile OsmanlI imparatorluğu arasındaki sı- nır düzenleme işine komiser olarak verilmiş, son olarak elçi lik göreviyle Fransa’ya gitmişti. Reisefendi makamı Mustafa’ya verildi. On yıl önce Viyana elçiliğinde maslahatgüzar olarak bulunmuş; daha sonra olağanüstü yetkili murahhas sıfatiyle Niemirow kongresine katılmış, Belgrad barışım imzalananlar arasında bulunmuştu. Kesinlikle gözden düşmeyen eski Veziri- âzam Rodos’a gönderilerek uzaklaştırıldı, yeni Veziriâzam’m atanması bir Hatt-1 Şerifle imparatorluğa duyuruldu. Münhal bulunan Levâzım Dâiresi âmirliğine evvelce aynı makamda gö- rev yapmış olan Bekir Bey getirildi. Pruth banşını imzalayan ünlü Veziriâzam Baltacı Mehmed Paşa’nın oğlu Mustafa Bey, babasının İdammdan sonra saraya alınmıştı ve on yıl boyunca
(108) «Evvelce kâhyabey (içişleri Nâzın) görevinde bulunan ve son ola- rak Veziriâzamlığa getirilen Hacı (8 Ağustos 1746) yetmişinâeydi ٢٠ hayatını sivil memuriyetlerde geçirmişti. Said Efendi Sava ve 0؟S- س sınırlardın düzenlenmesiyle meşgul bulunduğu sırada Bana، kıyısının- düzenlenmesiyle görevlendirilmişti.» Castellane, 11 Ağus- tos 1746.
Sultan’ın silahdarlığı görevinde bulunmuştu. Mustafa Bey üç tuğlu Paşalığa yükseltilerek valilik göreviyle Mora’ya gönde- rildi ve hazine kâhyası Ali Ağa silahdarlığa atandı. Yeni tâyin- leri yapılanlar Bostancıbaşı ve Kapucubaşına bildirildi ve hep- si de İmparatorluk sathında görev yerlerine gittiler (109). Di- vâıun başlıca görevleri, Veziriazam, İçişleri Nazın ve ^eisefen- di’den oluşan üç esas üyesinin görüşlerine uygun olarak seçil- di, böylece dışarıda görev yapacak olan olağanüstü yetkili el- çiler AvrupalI devlet adamlarıyla münasebetleri sürdürmek üze- re görev yerlerine doğra yola çıktılar. Veziriâzam’m değişmesi vesilesiyle karşılaşılan tek idam olayı, eski Veziriâzam’ın pos- tacılığım yapan bir Yahudinin idamı oldu; diğer üç Yahudi, Ba- lat’da bir Seyyidi dövdükleri için ölüm cezasına çarptırılmış- lardı.
BİR HIRİSTİYANLIK PROPAGANDACISININ İDAMI
Dikkate değer bir idam olayı da Agram asıllı BosnalI veya Hırvat İbrahim’le alâkalı idi. Bu adam hıristiyan dini lehinde propaganda yaparken suçüstü yakalanmış ve ancak islâmiyeti kabul etmek suretiyle canım kurtarabilmişti, ikamet yeri olan Kıbns’a gidince, oradan Türkçe ve Lâtince yazdığı mektuplarla Veziriâzam’ı bîzâr etti. Bu mektuplarda kendisinin dâim mu- zaffer Allahın Peygamberi olarak tanıtıyor ve kendisinin yeni- den dirilmiş Muhammed Peygamber olduğunu iddia ediyordu-, kendisine İlâhî bir vazife verilmişti. Bu vazife, hıristiyanlık. Teslis ve isâ’mn mezhebi hakkında hakikati bildirmekti. §ey-
(109) Mora valisi Ahmed Paşa Kane’ye gönderildi; Kane kumandam Nu- mân Paşa Belgrad’a atandı, Belgrad valisi Yahya Paşa Rumeli Beylerbeyi oldu; o sırada Rumeli Beylerbeyi olan eski Veziriâzam Muhsinzâde Abdullah Paşa emekliye ayrıldı; Cidde Sancakbeyi ve Mekke şeyhi Osman Paşa Sayda valiliğine atandı; Sayda valisi ve eski Veziriâzam’m damadı Osman Paşa Kefe’ye gönderildi; Aydın vergi mültezimi Halil Paşa Trabzon’a geçti; Trabzon’unki, Veli Pa¬şa, onun yerine gitti; Adana valiliğine Diyarbekir’li Çeteci Abdul¬lah Paşa geldi; Adana valisi Çelebi Mehmed Paşa Karaman valili¬ğine gitti; Karaman valisi Habeşistan’a atandı; Kane valisi Ah¬med Paşa Karlıili ve oradan da Negropont’a gönderildi; Köse Ali Paşa Kane’ye atandı; Kars valisi Abdülcelilzâde Hüseyin Paşa Mu¬sul’a atandı; Musul valisi Selim Paşa Sivas valiliğine atandı; Kah- diye valiliği Köprülü Ahmed Paşa’ya verildi, v.b. İzi, f. 68.
hülislâm, bu adamın deli olmadığına ve kanunun idamım em- rettiği tehlikeli bir kâfir olduğuna hükmetti (110).
Yeni Veziriâzam’ın makamına oturduğu İstanbul’da tekrar- lanan ihtarların dağılmaları için tesirli olmadığı, isyancı Le- vendlerin kesik başlannm gönderilmesiyle işaretlenmiş oldu. Bayezid €ع؛لا’؛إهاه minarelerinden birinin dam kısmım yakmak- la kalan birinci yangın, halk arasında birtakım meselelerin söy- lenmesine yol açtı: Kelle sağ olunca başlıksız kalmaz (111) (11 Ekim 1746 – 25 Ramazan 1159). Dokuz gün sonra, Galata •ve Balat’daki Yahudi mahallesinde aym zamanda çıkan iki yan- gııüa karşılaşıldı؛ evler birbirine bitişik olduğundan hepsi bir- den alevler taraflıdan yutuldu (20 Ekim 1746 – 4 Şevval 1159). Bayramdan sonra, divân memurları arasmda aziller ve tâyin- ler yapıldı؛ bunlar her zamanki işlemlerdendi (112).
En önemli değişiklik, Sultan’ın merhum emirler reisi Ak Mahmud’un oğlu (113) seksen yaşındaki Seyyid Mehmed el-Hü- seynî’yi getirmek üzere, altı aylık hizmeti peşinden, kendi dok- toru da olan Şeyhülislâm’ı azletmesiyle bu makamda görüldü (26 Ekim 1746-10 Şevval 1159). Sultan’m doktorluğundan Şey- hülislâmlığa getirilen Hayatîzâde Mehmed, bu azli, azamet me- rakı ve gururuyla ihtirâsı yüzünden, kendisi âdeta davet etmiş-
<110) İzi, f. 58, bu konuda, kendilerini müsiüman tanıtarak bütün Os- manii İmparatorluğunu dolaşan ve halkı hıristiyan yapmağa kal- kışan melun Frenkler için uzun bir tenkit bahsi yazmıştır.
<رألأ Kelle sağ olsun cihanda bir külâh eksik değil, izi, {. 68.
<112) İşte izi taraf•ndan verilen listede (tevcihât) yer alan divan görev- lileri: (Nâzırlar) Kâhyabey, defterdâr, Reisefendi, çavuşbaşı, nişan- cı, müsteşar, mektupçu (Veziriâzam dâiresinin kâtibi),, tezkereci (Devlet Şûrası Reisi), teşrifatçı, beylikçi (Veziriâzamlık makamı dâiresi âmiri), ikinci ve üçüncü defterdâr, divân, nakid, şehir, mut- bak, arpalık olmak ve tersâne de bulunmak üzere altı eminlik; Gelibolu, Selanik ve İstanbul fırın, baruthane ve dökümhane mü- fettişleri; altı yeniçeri, sipâhi ve dört sınıf asker için yedi kâtip ve yirmiyedi devlet dâiresi için âmir.
<113) «Veziriâzam tarafından fazlasiyie arzulanan Şeyhülislâmlık ma- kamı 25 Ekim 1746’da gelip çattı. Şeyhülislâm, her işe burnunu sok- ması ve haraç alma yüzünden kendisini iğrenç hâle sokmuştu. Bu- nun yerine gelen Ak Mahmud (zâde) merhametli olduğundan halk- tan saygı görmektedir; Veziriâzam’uı tuttuğu Yahudiler hakkında soruşturma açmakta tereddüt göstermemiştir; seksen yaşındadır.» Rigo’dan Burman’a, 12 Kasım 1746.
إ¿’. Onun azledilmesi başlıca adalet makamı sahiplerinin de az- ledilerek görevlerinden uzaklaştınlmalanna yol açtı: Bunların arasında Rumeli Kadıaskeri ile Sultan’m doktoru (114) da bu- -lunuyordu. – آ
،ء -BÜYÜK TETKİKÇİ
Ay^n valisi Veli Paşa, asi Levendlerin baş sorguculuğuna (115) atandı! Bu görevi de makamına uygun düşen olanca şid- detiyle yerine getirdi; fakat rastladığı yerde ^vendleri mahvet- inekle yetinmedi; geçtiği her yeri de harabeye çevirdi. Gümrük kasabasına geldi ve orada aniden öldü. OsmanlI imparatorluğu .vak’anüvislerinin en müsamahacısı olan ve tarihle alâkalı gö- ırüşlerinin hiçliğini hitabet oyunlarıyla gizlemeğe çalışan İzi bile ölümün fakirlerin ,bedduasından ileri geldiğini ve engizisyoncu- nun zulmünden imparatorluk tab’asının ancak bu ölüm saye- sinde kurtulabildiğini kabul etmekten geri kalmamaktadır. Kur- tancı şiddeti Levendlerin gücünü kırmaya y^tmey^n eski Vezi- riâzam Hekimoğlu Ali Paşa, bu konuda Sultan’ın eliyle yazıl- mış bir mektupla iltifatlarla mükâfatlandırıldı ve hediye ola: rak kendisine atlar ve bir hil’at gönderildi. Diğer bir Sultan mek- tubu da, Haleb, Rakka, Şam, Kudüs, Van, Kıbns, Vidin ve Ben- der vezir-valilerine makamıannda bırakıldıklarını bildirdi. Kap- dan-ı deryâ Soğanyemez Mahmud Paşa,, donanmada soğan yiT yenleri cezaya çarptırmakla ün yapmıştı; bu yüzden bütün do- nanmada hoşnutsuzluğa sebeb olduğundan yerine ” Şehsuvarzâde Murteza Bey atanarak Mitylen’e sürüldü (116) (28 Kasım 1746 – 14 Zilkade 1159). Kısa bir süre sonra valiler arasında değişikliklerle karşılaşıldı ve Rumeli Beylerbeyi Yah-
(14ل) Rumeli Kadıaskeri,- (Şeyhülislâm İsmail Eiendi’nin oğlu) Mehmed Esad, nakîb Bulevizâde Mehmed Emin, Sultan’m doktoru Said’in yerine Halil Efendi geldi, izi, i. 72. . , . „
(115) Hammer bu Paşa için «engizitör» sıfatını kullanmaktadır ve icraa- ‘ ٠ tına da uygun düşmektedir. (Ç.N.) ؛١.
(116) İzi, f. 79. Eski Veziriâzam Ahmed Paşa Haleb valiliğinden Kandi- ye’ye atandı; Kandiye valisi Köprülü Ahmed Paşa onun yerine nakledildi; Rakka, onikibin kuruş geliriyle Kıbrıs’da vergi toplayı- cı olan Abdullah Paşa’ya verildi; ellibin kuruş geliriyle Kıbrıs aym ünvanla Rakka valisi Pir Murteza Paşa’ya verildi.“ ;
ya Paşa, Yeniçerilerin bir isyân hareketini başlattıkları, Nissa’- ya gitmek ve isyanı bastırmak emrini aldı. (117). ، ر
İRAN PRENSİ ,
Bu olaylar cereyan ettiği sırada, İstanbul’da, İran elçisiyle birlikte Nâdir Şâh’m yanına gitmiş olan murahhas Nazif Efen- di’nin Kazvin’le Tahran arasındaki Kerden ordugâhında bir ba- rış anlaşması imzalamış olduğuna dâir sevindirici haber alın- dı (4 Eylül 1746 – 17 Şaban 1159). Nâdir ŞâhOsmanİımurahha- sim Hindistan’dan getirttiği tavuskuşu şeklindeki bir taht üze- rine oturmuş olarak huzuruna kabul etmişti; bu münasebetle başında bir balıkçılkuşu tüyünden sorgucun süslediği elmasla işlenmiş bir taç vardı; kollarında inci ve1 yakuttan؟ bilezikler görülüyordu؛ boynunda elmas bir kolye takılıydı; göğsünü el- mas bir kalkan örtüyordu ve belinde aynı taşların’ süslediği bir kemer yer almıştı. Tahtının önünde birinci molla ve hepsinin elbiseleri altından dokunmuş, sarayında en yüksek makam sa- hibi yedi kişi tahtının önünde sıralanmışlardı. OsmanlI murah- hasının (118) devrin en büyük, en şevketlü, en azametlû, en mehâbetlû hükümdân Sultan Mahmud adına nutuk söylemesi ve itimad mektuplarını vermesinden soma Nâdir Şâh, İran ne- zâketinin kurallarına uyguıı olarak murahhasa, zâtı şâhânenin dimağının sıhhatti ve parlak olup olmadığını sordu (NOT: 5), Sonra onu tahtına yaklaşmaya dâvet etti ve Sultan Mahmud hakkında dostça’sitemlerde bulundu; sonra, sözü Câferi ^ez- hebinin tanınmasına, Mekke’de beşinci bir âbide yükseltilme^ sine, itirazlı, münazaalı topraklara ve hazînelere (119) getire- rek, iki imparatorluk arasında hüküm süren savaşın yerini sa- mimi dostluğun alması hususundaki arzusunu bildirdi (120). OsmanlI murahhası ile Mayarkhan ve başmolla arasında ya- pılan beş toplantıdan sonra anlaşma imzalandı. Anlaşmada esas
؛٢٠ •
gönderildi; ؛117) Eski Veziriazam Muhsinzâde Abdullah Pa?a Bender’e) Bender valisi olan oğlu aynı sıfatla Maraş’a atandı;, Hekimoğlu Ali Paşa üçüncü defa Bosna valiliğine getirildi; Bosna valisi SÜ- ١؛ .leym^n Paşa Anadolu Beylerbeyliğine atandı
118) Hammer, yer yer murahhas ve elçi anlamlarında kelimeler kuilan-) ؛٠؛ (.maktadır. Biz de buna uymayı doğru bulduk. (Ç.N و. ؛ .119) Mesheb-U mülkü mâl)
. ، .120) Bigâneliği yekaleliğe)
olarak IV. Murad’la imzalanan anlaşmada belirlenen sınırlara uyuluyordu; ayrıca yeni olarak sadece üç madde bulunmaktay- dı. Bunların birincisinde IranlI hacıların OsmanlI hacıları gibi Hac-Em!rinin himayesinden, yararlanacakları bildiriliyordu; ikinci maddeye göre iki hükümet karşılıklı olarak kalıcı maşla- hatgüzarlar gönderecek ^e bunları her üç yılda bir değiştirecek- lerdi; üçüncü maddede ise iki tarafın’ savaş esirlerinin karşılıklı olarak ülkelerine gönderilecekleri belirtiliyordu (16 Aralık
1746) (121). , , . , ٥
Anlaşmanın imzalandığı İstanbul’da öğrenilir öğrenilmez, haber ‘• bir divân toplantısında yayınlandı. ه andan itibâren Bâb-1 Âlî’nin Iran şâhına gönderecegi elçi üzerinde ha- zırlıklar başladı. Bu elçilik görevi Kızlarağası B^şir’in ölümün- den kısa, birsüre sonra affedilerek İstanbul’a gelmiş olan Kes- riyeli’ye verildi. Elçiliğinin haşmetli olmasını arzu eden Sultan, elçiye Sivas valiliği görevini verdi ve Ruznâme Birinci Dâiresi Başkanlığına atadı. İran’a girişinin göz kamaştırıcı olması için Siv^s, ؟aram^n, Adana, Haleb, Maraş, Rakka, Erzurum ve Di- yanbekir valiliklerinden birkaç büyük zeâmet ve ©niki kişilik küçük timarlı birlikler vermeleri istendi. Her zeâmet sahibine bir keşe ,para ve bir çadır gönderildi; her timarlıya ^üz kuruş ve bir çadır verildi. Böylece, hepsi bi؟den elçice dörtyüz atlıdan oluşan bir maiyyet meydana getirdiler. Elçilerin değiştirilmesi işiyle Bağdad Valisi Ahmed Paşa görevlendirildi. Nâdir Şâh, el-, ç^ olarak seçtiği Mustafa hana halifeler halifesi, ünvanını ver- beraberinde Delhi tahtında olduğu gibi yakut ve incilerle süslenmiş bir taht, son icâd altın dokuma birçok ku-_ maş ve dört fil dizisiyle geldiğini öğrenen Bâb-1 Alî, OsmanlI İh- tişâmını (122) göklere çıkaran Atalarsözünü yalancı çıkar-
(121) Şâhın mektubunun tamamının yer aldığı, izi, f. 8İ’e bakınız ve ‘ ‘ şu ibâre bulunuyor: Bergüzidei Kaadir, der
،cihanı bûd Nâdir, yâni, Nâdir bu dünyada ^llah’ın ^eçtlğidl82,;؟.
yeliahd prens §ahruh’un Veziriâzam’a gönderdiği mek- tuba bakiniz, bu mektubun sonundaki mühürde şu ibâre bulunmak- tadır: Si nâ^ı §ahrûh çun mihr ez teyidi rebbanî nümüyün est firri devleti assari cihanbâni, yâni; Allah’ın lûtfuyla imparatorluğun şânı ve dünya hâkimiyetinin vârisi Şahrûh adı güneşle aynı eşit- likte parıldar; i^i basış anlaşması için, 86 .ء’ya da bakınız; İran anlaşması, f. 85; f. 86-91, gö^vi dolayısiyle Mustafa Efendi’nin Nazif Efendi’ye gönderdiği fezleke. ‘
<122)• Mal der Hindistan, akl der Frengistan, haşmet der ل1ة Osman, yâni,
mamak için hiçbir şeyi ihmâl etmedi: Anadolu’da son derece güzel doksan Türkmen atı buldurdu; imparatorluğun en bilgin müderrislerinden Numan Efendi’yi elçilik karargâhı kadısı sı- fatiyle elçinin yanına yerdi, dönemin en seçkin şâirlerinden Kı- rım’ asıllı Rahmi’yi de elçilik müverrihi olarak atadı;• parlaklık ve,ihtişâmlariyle birbiriyle yarışan sayısız hediyeyi de,götürül- mek üzere ayırdı (NOT: 6), ؛ ,
Hediyeler sayıca ve ihtişâm bakımından Bâb1! Âli’nin o gü- ne kadar çeşitli Asya ve Avrupa hükümdarlarına göndermiş ol؛■ duklarını fersahlarca geride bırakıyordu. Pasarofça barışı mü- nasebetiyle gönderilen hediyelerin sayıca kırkdokuz olduğunu ve değerlerinin OsmanlI imparatorluğu elçilik heyetinin bütün masrafları da dâhil olmak üzere yekûnun ikiyüzbin kuruş tüt- tuğunu görmüştük. Bu defa hediyelerin salısı altmışdokuzu bu- luyor ve değer olarak yediyüz keseyi buluy،؛)rdu. Elçinin أض- yetindekilerin sayıları bine ulaşmıştı. Hediyelerin hazine kâh- yası tarafından Bâb-1 Âİi sarayında Veziriâzarri’a tahsis edileri dâireye taşıtılmasmdan birkaç gün sonra ve orada teşhire açıl- dıklan sırada, Veziriazam, Şeyhülislâm, Kapdan-1 dery¿, ağa- paşa, el^i Kesriyeli, defterdar, defteremini ve eyâletler iki Ka dıaskeriyle hediyelerin listesini düzenlemek, kasalara ؛yerleştir- inek ve bunları Devletin büyük mührüyle mühürlersek üzere teşhir salonuna gittiler; bu Oiuamele bitince hediyeler saraya’ taşındı ve orada OsmanlI elçisine tesiim edildi (2ه Aralık 1746 ث 6 Zilhicce 1159). Kısa bir süre sonra gösterişli bir merâsimle hu- zura kabul edilen elciye barış anlaşmasının tasdikli nüshası ve- rildi ve beş güven mektubuyla İstanbul’dan ayrıldı ‘(19 Ocak 1747 – 6 Zilhicce 1159) (123). أ ‘
Aynı döneme doğru, o zamana kadar İstanbul’da görülme- miş olan Kırım hanı Selim-Giray dâvet edilerek gelmesi.payitaht için bir bayram vesilesi oluşturdu. Pâyi tahtın surları dışında atından inen Selim-Giray, Demirkapı çiftliğinde Bâb-1 Âlî nez- dindeki maslahatgüzarı tarafından karşılandı (4 Ocak 1747 – 21 Zilhicce 1159). Ertesi gün, Veziriâzam, Şeyhülislâm, vezirler, Kapdan-Paşa, vezirler, Yeniçeriağası, çavuşlar, müteferrikalar,
hazîneler Hindistan’da, zekâ Frengistan’da, haşmet OsmanlI hâne- dânında. ن *
(123) Perili bahri. izi.د ٦ . ؛ – ‘ divân Efendileri ve birliklerin ağaları refakatinde şehre gözalı- cı bir alayla girdi. Kendisi için düzenlenen bir ziyafette •kendir sine bir-hil’at verildi; kendisiyle birlikte İstanbul’a gelen hazi¬nedara ve Şirin Bey’e de aynı şekilde tilki, ve hermin kürkler giydirildi. Üç gün sonra Sultan’m huzuruna kabul edildi;: ken¬disine samur bir hil’at giydirildi, elmaslarla süslü kıymetli bir hançer, mücevherlerin zenginleştirdiği bir saat, iki kese duka altını’ içinde 1saray kokularının şişeler؛ içinde yer aldığı, beşbin kuruş değerinde bir’altın kutuyla mükâfatlandırıldı. Veziria¬zam,* Şeyhülislâm ve Bâb-ı Âlî nâzırlan, Sultan’m verdiklerin¬den ayrı olarak Selim-Giray’a hediyeler sundular ve kendisine tekrar bir kapanca giydirildi (2 Şubat 1747 – 20 Muharrem 1160)? Daha sonra Deniz Kanadı adı konulan bir savaş gemisinin de¬nize indirilişi merasiminde hazır bulundu. Nihayet gösterişli bir merâsimle, Veziriazam, bütün nazırlar ve Paşalar, tarafından geçirilerek şehirden ، çıktı. O gün Sultan, f gittiği Aksaray’daki dörtyol ağzımda (9 Şubat 1747 – 28 Muharrem. 1160), yeni yap¬tırdığı bir çeşmenin bulunduğu tepede Girayın alayının geçti¬ğini gördü. ،Sağa sola ١selâmlar vererek alayın saflarını. geçen Veziriâzam gelip Selim-Giray’ın yanında yer aldı. Kırım hanı, yol masrafı olarak Sultan’m verdiği ikibin duka altınını Veziri¬âzam’ın elinden aldı. Veziriazam da kâhyası vasıtasiyle Kırım hanına koşumlarının zenginliği göz kamaştıran bir at hediye etti. Veziriâzam, nazırlar، ve1 Paşalar Kırım؛ hanım şehrin kapı¬sına kadar■ geçirdiler *ve hanın ayni zamanda maslahatgüzar¬lığı görevini yürüten Reisefendi Demirkapı çiftliğine kadar ken¬disinin yanından ayrılmadı.‘ -i > ■ ■ > ‘ ،. •،
İran tahtı üzerinde hak iddia eden ve son sefer sırasında törenlerle uğurlananşâh Hüseyin’in oğlu olduğunu ileri süren İranlıya gelince, aynı döneme doğru bütün büyüklük ümitlerini kaybetmiş bir halde geri döndü, İran’a karşı savaş açıldığında bir İran prensi için gerekli her şey emrine verilmişti: Kuvvetli bir ordu ile sınırlara’götürülmüştü; zira, Bâb-} Âlî, onun. Nâdir şâhın yerine İran tahtına geçeceği ümidini besliyordu: Fakat; İran tahtının gasbcısı Nâdir Şâh. zaferlerinin karşılığında Bâb-1 Âli ؛, İran prensi sıkı bir muhafaza altında önce Şarkî-Karahi- sar’a gönderildi; sonra, kısmen açık ve büyük yolun yakınında ©lan bu şehir güvenil bir hapishane görünümü vermediğinden Samsun’a nakledildi. Ayni âklbet,. önce Trabz©n’a kapatılan, sonra Tokat’a nakledilen ve bu iki şehrin birinden veya ötekin- den kaçacağı korkusuyla Sin©p’a götürülen İran hanı Mirza- Şam’ın da başına geldi. ١•
Bu olaylar arasında Yeniçeriağası İbrahim Aydın valiliğine‘ atandı ve b©stancıbaşı emekliye çıkarıldı; yerlerini kanun وج- reği rütbece hemen kendilerinden s©nra gelenler aldı: ilkinin yerine kulkâhyası geldi; İkincinin yeri ise, hasekiağa tarafın- dan üç çok yüksek makam sahibinin de de-
giştirilmeleri uygun görüldü: Bunlar Kâhyabey (İçişleri Nâzın), çavuşbaşı (saray mareşali) ve defteremini idi Eski sınır komi- séri, İsveç, Rusya ve Fransa elçisi Mehmed Said, Vezlrlâzam’m kıskançlık duygularının uyanmasına sebeb olduğundan eski gö- revi olan Maliye dâiresi reisliğine iâde edildi. Mehmed Said’in bulunduğu makamlar çavuşbaşı Seyyid Abdi Ağa’ya verildi, onun görevi de Petervaradın savaşında şehid d.üşen Veziriâzam Çorlulu’ Ali Paşa’nın mühür muhafızı Mustafa’ya vërildi. Eski Şeyhülislâm Pirjzâde Mehmed Efendi ile’damadı Osman Molla’- Din hac farizasını ifa edip dönüşlerinde, arpalık olarak kendi- lerine verilen Gelibolu gelirinden yararlanmaları hususunda bir ferman yayınlandı (16 Mart 1747 – 4 Rebiul’evvel 1160) .
Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da istanbıd, yeniçağların en büyük şâirlerinden birini kaybetmenin derin üzüntüsü içinde kalmıştı. Geçen yıl, Beşiktaş Nakşibendi Tekkesi şeyhl؛Necarzâde diye anılan, Semerkandlı şeyh Ebu Abdullah Seyyid Mehmed’in «Evliyâlık Hülâsası» (124) adlı eserinin mütercimi ve Hz. Pey- gamberin fahriyesi olarak (125) dört ciltlik külliyatın yazan Mustafa Riza Efendi altmışaltı yaşında vefât etmişti. 1160 Hicrî yılı içinde, büyük evliyâlık şöhretine sahip, şeyhlerin şeyhi (126) ve büyük babası I. Ahmed saltanatı sırasında Mustafapaşa Tek- kesi şeyhi olan şeyh Nureddin, bütün mutasavvıf şeyhlerin bi- rincisi Veys-al-Karanî’nin türbesini ziyareti sırasında doks^nüç yaşında dünyadan ayrıldı (19 Şubat 1747 – 8 Safer 1160). Şeyh Nureddin o kadar saygı görüyordu ki, Sultan sık sık kendisine
(124) Compendium de. sainteté, izi, 52 .أ. , , ‘
(125) Hz. Peygamberin övgüsü mânâsında. (Ç.N.) ,
(126) Şeyhi-şuyûh, izi, f. 110. Aynı yerdeki biri Kadıasker Nâilı, diğeri Eyyub suyolcusu Necib Efendi’nin hitabelerine bakınız/’
gidiyor ve hayr duâsım alıyordu;,Şeyhin cenaze namazım Şey-hülislâm kıldırdı ve binlerce insamn ortasında Veziriazam’ elin¬de kürekle gömülmesine yardımcı oldu. Şeyh, Çarşı yakınında, kudretine son olmayan Kızlarağası Beşir’in mezarının yanırta gömüldü. Kısa bir zaman sonra oğullarından üçü de vefat etti: Dördüncü oğlu Kutbeddin, mânevi üstünlüğünün mirasçısı ola-rak yukanda adı geçen tekkede postnişîn (127) görevini sür-dürdü. ؛
FRANSA’NIN TEŞEBBÜSÜ
İran’la yapılan anlaşmanın esasları müzâkere edildiği sı¬rada, Fransız elçisi Castellane ile Bonneval (NOT: 7) Fransa ile taarruzı ve tedafüi •bir ittifak anlaşması imzalaması hususunda Bâb-ı Ali’ üzerinde baskı yapmaktan geri kalmamışlardı. Os- manlı Nâzirları, Castellane’m on maddeden oluşan ittifak tas¬lağının dinlenmesi ve tartışılmasına üç gizli oturum ayırmış¬lardı. Bu on madde şöyleydi: Birinci madde: Bâb-ı Âlî’nin ola¬ğanüstü yetkili murahhasları Avrupa’da barışın tesisi için top¬lanacak kongrede hazır bulunacaklardır؛ madde iki: Fransa ve Bâb-ı Âlî,■ Toskan büyük-dükünün tahttan ferâgat etmesi hu¬susunda baskı yapmayı taahhüd ederler؛ madde üç: Sultan Ma¬caristan’daki fethettiği yerleri muhafaza edecek; dördüncü mad¬de: Büyük-dük tahttan ferâgat edinceye kadar savaş devam ede¬cektir؛’beşinci madde: Fransa kralı ile yapılan anlaşma onun müttefikleri için de geçerli olacaktır; altıncı madde: Bu anlaş¬maya dâhil devletlerden hiçbiri Toskan büyük-dükü.ve.Maca¬ristan kraliçesiyle (128)’ayrıca müzâkerelere girişemeyecektir. , Dresde’de Marie-Therese ile Frederic arasında anlaşma imza¬landığı’ haberi bu müzâkerelerin kesilmesine yol açtı ve Fransız elçisi Castellane’m müteakib yıl ,müzâkereleri yeniden canlan¬dırma yolunda sarfettiği gayretler, Kâhyabey Said• Efendi, Şey¬hülislâm Hayatîzâde ve doktorun yardımlarına rağmen (her iki»
(127) Bilindiği gibi dervişler ve şeyhler halılar üzerine değil kuzu postu üzerine otururlar. – ٠ , , ؛
(128) Proje Avusturya elçisi Penkler’in 3 Şubat 1746 tarihli raporuna ek-lenmiştir. Haberi almak Penkler’e dört kese paraya malolmuştur.
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 6
Sİ de Fransa’nın dostuydu) (129) netice vermedi: Gerçekte Meh- med Said, mizaç olarak çekingen ve kararsız olduğundan dze- rine hiçbir sorumluluk yüklenmek cesaretini gösteremedi, Şey- hülislâm ise azledildi. Her ne kadar açgözlü idiyse de,, gözü pek olmayan Reisefendi, kendisinin başım tehlikeye düşürebilecek böyle bir plâna yardımcı olmak istemedi; zâten Bâb-ı Âli NâzırT lan Fransa’nın Avusturya ile savaşa devam niyetinde olmadı- ğını ve böyle olunca Bâb-ı Âlî’nin bir başına tehlikeli bir sava- §1 üstlenmiş olacakı kanaatini taşıyorlardı. Bonneval, kont ?od- wils’e yazması için İsveç elçisi Carison’un dönüşünden faydalan- dığı ve Bâb-ı Âlî’nin I. Frederic’le (130) sürdürdüğü yazışmala- rı yeniden başlatmayı son derece arzu ettiğini konta yazdırdığı hâlde, OsmanlI imparatorluğu ile Prusya arasındaki münase- betleri yeniden canlandırmayı başaramadı, ispanya ile ittifak bu devlette Napoli engeli ile karşılaştı: Bu engel, aşılması imkânsız, olan Papa ile yapılmış haçlı seferleri anlaşmasıydı ve bu sâye- de İspanya her yıl büyük rakamlara varan maddî çıkarlar elde ediyordu.
BONNEVAL’İN ÖLÜMÜ ، .
Bonneval; Avusturya hükümetine karşı, alamamış olduğu yir- midörtbin r.beşyüz florinden kaynaklanan ve düşmanlık dere- cesine varmış bir kin besliyordu; bu parayı, daha sonra Guastal- la savaşında ölen gayri meşru oğlu Tour kontu için■ değil, ba- basından, yâni kenesinden kaçmlan ikibin ciltlik bir kütüpha-
(129) «vn. Charles’ın ” ‘ sonra, Veziriâzam Fransa elçisine tah. tın Avusturya hânedânı eline geçmesinden üzüntü duyacağını ke- sinlikle haber verdirdi ve Bavyera’nm yakında Macaristan’la an- !aşacağı belirtileri üzerine, Veziriâzam bundaki maksadın vakit ge- çirmeden takibedilmesi hususunda Fransız hükümetine acele uya- n yazıları gönderdi. Bu iki beyanı, Fransa hükümetinin Bâb-ı Âli tanımadan Toskan büyük-düklüğünün meşruluğunu tanımayacağı
١ beyanı *takibetti.» Castellane’ın Bâb-1′ Ali Hatıratı, 29 Temmuz 1746’da Bâb-ı Alî’yi Macaristan sınırında gösterilerle bir oyalama hareketine râzı etmek hususunda gayretler bölümü.
(130) Prusya l؛ralı Potsdam’dan kont Podwils’e yazdığı 22‘؛؛Kasım 1746 tarihli mektubunda Türklerin savaş ilânının kendisini rahatsız etmeyeceğini, bunun Türklerle AvusturyalIlar arasında mütâreke- den önce, yâni 1748’den önce gerçekleşemeyeceği kanaatinde oldu- ğunu belirtiyor.
nenin ve ondan kalan, ama kendisinden kaçırılan eşyalar için istiyordu (131). Bonneval zaten hâlihazır durumundan da son derece gayri memnundu؛ bu da kendisine yapılan ücret ödeme-؛ ¡erildeki belirsizlikten geliyordu; bu hususta Reisefendi de ona karşı müsâit davranmamaktaydı; çünkü onun birçok Avrupa devletlerince aylığa bağlanmış olduğunu biliyordu (132). Bu durumda, Bonneval, gizlice Fransa’ya dönmeyi tasarladı ve bu tasarısını gerçekleştirmek için, Castellane’m yerine atananla mü- zâkerelere girişti; Fransız elçisi ona, Dışişleri Nâzın Argenson adına, Bâb-ı Âli’yi -Avusturya’ya karşı silahlanmaya ikna etmek görevini verdi (NOT: 8) ve Fransa’nın Napoli elçisi L’Hopital de ona aynı görev üzerinde duran bir mektup gönderdi. Bonne- val’in Fransa’ya dönmesine müsaade eden mektup, Peyssnol ta- rafından şifresi çözülmüş olarak kendisine verildi. Fakat, Bon- neval ertesi gün, ilerlemiş goutte (ر$لآ؛انه hastalığından, vasi- yetnâmesiz, on kese borç bırakarak öldü (23 Mayıs 174?). Ken- dini Bonneval’in gayri meşrû oğlu olarak tanıtan kırkbeş yaşın- daki mühtedi Süleyman, bombacılar kumandanı olarak baba- lığının yerini aldı (Haziran 1747), aynı şekilde Macar mühtedisi İbrahim Müteferrika’mn oğlu İbrahim, babasının ölümünden son- ra, geçen yıl, imparatorduk matbaasının müdürlüğüne getiril- mişti., . ٢ :
Bonneval, yeni İsveç elçisi Tessin’e, Carlson’un İstanbul’da kalmasını sağlamak üzere başyurmuştu; bununla beraber, Cari? son geri çağmlarak yerine önce maslahatgüzâr, peşinden elçi olarak Celsing atandı (1745). ٠. I ‘< . ؛
٠ sırada Türk devleti üzerine küçük bir eser yazmış olafı Porter (133), İngiltere’nin İstanbul elçisiydi. Yazdığı eser, aynı zamanda İstanbul’da Venedik elçiliğinde kâtip olarak göre^ yapan Businello’nunkinden (134) daha az önemli değildi. Aynı
(131) Bonneval bahis konusu tazminâtı hiçbir zaman alamadı.
(132) Fransız elç،$i Castellane Bonneval’e verilen şeref maaşının munta-, zam ‘ söylüyor; Reisefendi ise Bonneval’in Sultan’dan, Fransa ve {^-Sicilya’dan şeref aylığı aldığına işaret ederek: «üç ağzıyla yiyor» diyordu.
(3ول) Observation on the religion, law, government and manners of the Turks. Lyon, 1768. (Türklerin dini, hukuku ve yaşayış tarzları üze- rine müşâhedeler).
(134) Pierre Businello, OsmanlIların hükümeti, âdet ve yaşayış tarzı üze- rine ra?or, Leipzig, 1ة؟؟.
— ,m——■’■’
84 HAMMER
dönemde cizvit Borowski altı kişilik bir mâiyyetle gelerek, Po¬lonya adına, Tataristan’da temsilcilik ve Sira’da bir misafirhane tesisi talebinde bulundu. Kendisine iyi muamele edildi ve bahis konusu ülkelere gitmesi hususunda fermanlar verildi, İki yıl önce Veziriâzam’m hetman Podocki’ye B.usya’nın Ukrayna ،135)’ya karşı silâhlanıp silâhlanmadığını sorduğu mektuptan bu yana Bâb-ı Âlî’nin Polonya ile diplomatik bir ilişkisi olmamıştı. ‘
RUSYA İLE BARIŞ ANLAŞMASININ ء ١ YENİLENESİ
Kırım hanını İstanbul’a çağırarak ve yukarıda bahsettiği- miz şekilde parlak bir törenle karşılayan Bâb-1 Âlî, kendi poli- tikasmm tesiri üzerinde fikir alış verişinde bulunmuştu; Osman- İl İmparatorluğu İran’la barış anlaşmasıimzalamıştı ve bu gös- teri hareketiyle aynı menfaatler üzerinde birleştikleri tesirin uyandırmak istemişti. Kınm hanı, Rusların Kabarta halkını ken- di hâkimiyetleri altına almak istemelerinden şikâyet etti, oysa son anlaşmada halkın bağımsız olduğu beyanı bulunuyordu; Zaporoglar için de durum aynıydı. Rus elçisi Nepluieff bu hu- susları hükümetine bildirdi; fakat Kırım hanlığına bir konsolos atanması yolundaki‘ teklifine, Tatarların vahşi oldukları, Fran- sız konsolosuna çok kötü muamele ettikleri, bu hususta bir ka- rara varmadan önce hanın’ memleketine dönmesinin beklenme- sinin yerinde olacağı cevabı verildi. Nepiuieff, iki ay sonra, ba- rış anlaşmasının-ve son anlaşma ekinin yenilenmesi hususunda görüşmelerde bulundu. Yenilenmeden maksat, sadece anlaşma- da geçen prens ivan adı yerine imparatoriçe Catherine CKate- rina) adının yazılmasını mümkün kılmaktı.; Zâten anlaşma SÜ- rekli olarak yapıldığından yenilenmeğe gerek olmamakla bera- ber, Reisefendi bu şartlar içinde yeni bir menfaat kaynağı gör- dü ve Rusya’nın isteğine can ve gönülden nza gösterdi. Böyle- ce, sürekli banş anlaşması imparatoriçe adına düzenlenen bir’ anlaşmayla yenilendi (10 Nisan 1747 – 29 Rebiul’evvel 1160).
(135) Veziriâzam Haşan Paşa’nın PolonyalI general Potocki’ye mektubu (Şubat 1744).
OSMANLI TARİHÎ 85
^AVUSTURYA BARIŞ ANLAŞMASI SÜRESİZ UZATILDI
Bâb-ı Âli, İmparator I.’ François’nın tahta çıkmasından son¬ra olağanüstü yetkili murahhas veya elçi olarak atanan baron de Penkler’in (136) muhteşem bir törenle huzura kabul günü¬nü önceden belirlemişti; Penkler, İmparatorun tahta çıkışını bu kabulde resmen tebliğ etmiş olacaktı. Fakat, Reisefendi, elçinin güven mektubunda İmparatorun ünvanları arasında Kudüs kra¬lı sıfatının geçmesi üzerinde durdu. Gerçekten de, Kanunî Sul¬tan Süleyman’ın saltanatı döneminde bu konudaki itirazlardan sonra Bâb-ı Âlî’ye gönderilen Avusturya resmi vesikalarından bu ünvan kaldırılmıştı. Reisefendi’ye göre, bu hususun bilmez¬likten gelinmesi, Osmanlı İmparatorluğu hükümetine karşı bir saygısızlıktı. Reisefendi, evvelce memlekete sahib olduğu için Sultan, Macaristan kralı ünvânını kullandığı takdirde bunun uygun görülüp görülmeyeceğini baron de Penkler’e sordu. Elçi, İmparatorun kullandığı unvanın Lorraine dükleri tarafından kullanıldığı için fazla. önemiolmadığını L belirtmekle yetindi: Bü¬tün itirazlarından bir netice çıkmadığından ünvanı silmek zo¬runda kaldı. Napoli kralları da’güven mektuplarından aynı ün- vam kaldırmak zorunda kalmışlardı. Böylece, Penkler’in güven mektuplarındaki ünvanlar değiştirildi. Bu olayı İmparatorluk müverrihi (tarihçisi) muzafferâne bir edâ ile nakletmekte ve bu¬radan sözü Belgrad (137) anlaşmasına getirerek, Sultan Mah- müd’un ek anlaşmaya konulan bazı ifâdelerin çıkarılmağa zor¬lanması karşısında: «Cenab-ı Hak isterse, zamanı gelince onlar
(136) Penkler’in raporu. Müzâkereler ve neticesi için izi Tarihi’ne, f. 160 ve 161, bakınız. Tarihi 1818’de yayınladığı ve izi Tarihi İstanbul’da
* otuzdört yıl ön،:e yayınlandığı ve anlaşmanın metni Penkler’in 2 ‘ >’ Ağustos 1747 raporunda ek olarak bulunduğu haldie Schoel bu olay- ٦ dan habersizdir; Türkçe metinden önce anlaşmaya getirilen değir sikliğin sebeblerini izah için bir giriş bulunmaktadır. Rusça nüs- hada bu giriş yoktur.
(137) Belgrad anlaşmasında bazı ifâdeler için Bâb-ı Âlî’ye yapılan bas- kılar sonunda bunların değiştirilmek zorunda kalınması P؟nkler’in güven mektubuna karşı takınılan tavırla telâfi edilmiştir. İzi geniş tarihî bilgisiyle Hudeybiye anlaşması sırasında Kureyşlilerin Hz. Peygamber’i bazı kelimeleri değiştirmeye zorladıklarını, Peygam- ber’in de Saffeyn savaşında bunu ödeyeceklerini bilerek râzı oldu- ğunu anlatmaktadır.
86 HAMMEÎt
bu yaptıklarını bize ödeyeceklerdir» (138) sözünü söylemekte haklı olduğunu imâ etmektedir.
Penkler, huzura kabul merasimlerinden sonra, biri Toskan büyük-dükü sıfatiyle bir dostluk anlaşması imzalanmasını ba¬şarmak, diğeri Belgrad anlaşmasının müddetsiz olarak uzatıl¬masını hedef alan ikili müzâkerelere girişti. Bu sürekli banş hu¬susunda ilk fikir, kendisini zenginleştirecek hâdise ve müzâke¬releri harekete getirmekte ve sonra bunları sadece altının yolu¬na koyabileceği güçlüklerle kuşatmakta usta olan Reisefendi’- den geldi. Banş ve dostluk anlaşmasiyle alâkalı müzâkerelerin cereyanı sırasında, Reisefendi, kendisine Fransız elçisi Castel- lane ve Bonneyal tarafından telkin edilen bir itirazı ortaya attı؛ Varcki tarafından yazılan Floransa tarihinde Come de Medicis, şövalyeleri Malta şövalyeleri gibi Müslümanlara karşı açıkça savaş hâlinde bulunan Saint-Etienne mezhebinin kurucusu ola¬rak gösterilmişti; bu böyle olunca, Bâb-ı Âlî ile Toskana ara¬sında hiçbir dostluk mevcut bulunamazdı. Avusturya elçisi Penk¬ler, Reisefendi’ye zekîce bir cevap verdi: Eğer eski düşmanlıklar ebedî olmîış olsaydı, Kur’an’da «Bütün kâfirleri ölümle ceza¬landırınız.» yazdığına göre, Bâb-ı Âlî hıristiyan devletlerle na¬sıl barış hâlinde yaşayabilir ve dostluk münasebetlerini sür¬dürebilirdi? Her hükümdâr, diye ekledi, devletlerinin iyiliğini kendi vicdaniyle barıştırmayı hedef bilmelidir؛ Bâb-ı Âlî’nin de aynı anlayış içinde olduğunu ümit etmek gerekir. Bab-ı Âlî ta¬rafından diğer bir güçlük, «ebedî» kelimesiyle ifâde edilen Bel¬grad barışının sürekliliğine karşı çıkarıldı. Ebedî sözünün Kur’- an’a aykırılığı üzerinde duruluyordu؛ fakat, Bâb-ı Âlî Rusya ile «ebedî» (139) bir anlaşma imzalamış olduğuna göre bu itiraz fazlasiyle garipti, üstelik bu anlaşma, bahis konusu kelimeye dokunulmadan daha son zamanlarda yenilenmişti. Reisefendi, sadece «uzun müddet» . (140) sözcüğünün kullanılmasını istiyor¬du; elçi, bunlara karşı sürekli ve ebedî (141) kelimelerini tercih ediyordu. Nihayet sürekli ve devamlı (142) kelimeleri üzerin¬de karar kılındı. Fakat, Türkçe nüshada bu iki kelimeye şeri-
(138) inşallah vakti ile mukabele ve mükâfat ©lur.
(139) Müebbede.
(140) Memdûd, yâni uzun müddetli.
(141) Dâim veya müebbed. ،
(142) Dâim vü berkarar.
__
-|ل■1-
OSMANLI TARİHİ 87
143) ص) müsaade ettiğince uzun müddet kelimesinin tercih edildiğini belirten ek bir madde konuldu. Bütün bu güçlükler, Fransa’nın menfaatlerinin savunucumu, .fakat, Bâb-1 Âlî’yi Avus- turya’ya karşı bir savaşa kışkırtmağa giıcü yetmediğinden hiç değilse bu iki devlet arasında dostça ilişkileri engellemek iste- yen Şeyhülislâm Hayâtizâde’nin başının altından çıkıyordu. Ha- yâtizâde, Avusturya İmparatoruna verilen Kudüs kralı ünva- nma şiddetle karşı çıkanlar arasmda yer almıştı. Bu .Şeyhülis- lâm’ın ve peşinden seksenlik Şeyhülislâm Mahmudzâde Zeynel- âbidin’in azledilmelerinden sonra istediği gibi hareket etmekte serbest kalan Reişefendi, imparatoriçenin anlaşmanın Avustur- ya’ya verilecek nüshasında Almanya İmparatorluğunun tek vâ- risi olarak kalmasına râzı oldu ve anlaşmanın Türkiye nüsha- smda Sultan’ınkilere eklenen Kudüs ünvânı yakışıksız kaçaca- ğı düşüncesiyle kaldırıldı. Nihayet, muddetsiz olarak yenilenen için olduğu gibi, Toskana ile yapılan anlaşma için, her birine üçbin duka altrnı verildi. Avusturya imparatorluğu için ölümcül bir mânâ taşıyan Bel^ad barış anlaşması, imparatorluğa daha önce onbeşbin duka altınına malolmuştu, büyük değeri olan yü- zük de bu rakama dâhil değildi. Böylece, Fransız elçisi Castel- İane ve iki gün önce ölen Bonneval’e rağmen, Bâb-1 Âlî Avus- turya ve Toskana ile sürekli bir anlaşma imzaladı (25 Mayıs
1747) . Yedi aylık bir süre içinde OsmanlI imparatorluğu İran ile bir anlaşma yapmış,’Rusya ve Avusturya ile mevcut anlaş- malan da müddetsiz olarak yenilemişti.
(143) Mesâg-ı şer-i olduğu veçhile müddet-i memdûde. İzi, f. 116. ‘

؛ALTMIŞDOKUZUNCU KİTAP
Hırka-i Şerif Dâiresi. — Veziriâzam’ın أ azli ve ye- rine Seyyid Abdullah Paşa’nuı atanması. — Nâdir Şâh’m ölümü. — Olağanüstü yetkili elçi Kesriye- هاه’،ا İran’a dönüşü. — Memlûklerin katliâmı. — Birçok valinin atanması. — M. de Desalleurs. — Hattı Mustafa murahhas olarak Vlyana’da. — Ev- lenmeler, inşâatlar ve kitâbeler. — İstanbul ve Bağ- dad’da isyan.İran ve Napoli elçilikleri. — Kırım hanının ölümü. — Vezirlerin atanma ve değiştiril- meleri. — Şeyhülislâm Esad, Nâilî ve Bıçakçılar imamının ölümleri. — Tabiat Olayları. — Kesriyeli, Pirizâde ve Reisefendi Mustafa’nın ölümü. — Be- deviler arasında Abdulvehab tarafından gerçekleş- ‘ tirilen İslâmiyet’te reform hareketi. — Bu mezheb adamının doktrini. — Arabistan’dan felâket haber- leri. — Bir para hazînesinin keşfi. — Eflâk Prensi, Şeyhülislâm ve Veziriâzam’ın azilleri. — Yeniçeri- , ağası sarayının ve sarayda bir köşkün inşâatı. —
Bir HiAâ elçisinin gelişi. — İran olayları. — d’Aix- la-Chapelle barışı üzerine Bâb-1 Âli’nin görüşü. — İstanbul’daki Avrupa devletleri elçilerinin gayret- leri. — Kışlalar, sayfiye köşkleri ve kalelerin inşâ- sı. — İç karışıklıklar. — Deniz olayla«. — Veziriâ- zam’ın azli ve Kızlarağasının idâmı. — Deprem ve kasırga. — Yunanlıların ayaklanmaları. — Bâb-1 Âli tercümanları ve voyvodaların değiştirilmesi — Fransız, İsveç elçilerinin ve bir Danimarka murah- hasının gayretleri. — Venedik ve Raguza. — Polon- ya ile muhâberât. — Yeni Sırbistan ve Kabarta’da anlaşmazlıklar çıkması. — Gürcistan ve Irak olay- lan. — Sultan’ın inşâatları ve ziyaretleri. — Gala- ta Sarayı kütüphanesinin açılması. — Deprem. — Birinci Mahmud ve Şeyh Yusuf’un ölümü.
HIRKA-Î ŞERİF DAİRESİ
TRAFDAKİ bütün devletlerle yenilenen banş anlaşmala¬rının verdiği huzurla, Sultan Mahmud, kendisini başlıca zevki olan inşaat işlerine tamamiyle adadı. Fakat ne ya- , son zamanlarda akutlarından şikâyetçi olan Ruslarla ba- nşı devam ettirmek maksadiyle Kuban Tatarlarını zabt-ı rabt altında tutmak için Açan adasında yaptırdığı bir yeni hisar is¬tisna. edilirse, yükselttiği yapıların hemen hepsi göze çarpma¬yan veya faydasız şeyler oldu.-Nimet ve Nevres Efendi kafiyeli kitabelerinde Beşiktaş yazlık sarayının tamamlanmasını kutla¬dılar ve onu Doğu’nun’eri ünlü yedi sarayı arasında saydılar: Bu saraylar Dicle üzerindeki Keyhusrev Nuşiravan (1) , Meda- in’deki (2) Keyhusrev Perviz ve Oronte (3) üzerindeki eşi güzel Şirin’di ve yeni yapıyı Arap hükümdarı Naaman’m Irak’da (4) yaptırdığı diğer iki sarayla Hahramout’da ve Yemen’de Hom- yar kral (5) ailesi tarafından yüceltilen saraylarla da kıyasla¬dılar. İmparatorluk müverrihi, sanatkârâne nesrini, yeni tamir ettirilen Sinanpaşa Köşkü’ne yerleştirilen ve hâzineden ondört- bin dirhem gümüş çekilerek sırf bu mâdenden imâl edilen tahtı başariyle övmek için kullandı؛ yazar bu tahtı gözalıcı bir us- lubla överken, onu eski İran hükümdarı Keykavus’un tavus (6) biçimindeki tahtından da üstün gösterdi. Avrupa’da aşağı yu¬karı bilinmeyen ve Asya’da unutulan bu hükümdârın adı böy- lece yeniden duyurulmuş oldu. Tarihin en ؛yerinde övgüleriyle saraydaki kutsal emânetler salonunu tasvir etti. Sultan’ın yatak odasının yanındaki odada, bu kutsal emânetlerden Hz. Peygam¬berin yeşil renkli olan sancağı, kılıcı, yayı ve borda (7) denilen siyah kumaştan hırkası imparatorluğun paha biçilmez kıymet-leri olarak muhafaza ediliyorlardı. Peygamberin sancağı İm¬paratorluğun bayrağı idi ve ordu savaşa giderken, muhteşem bir merâsimle. birliklerin serdarı olan Veziriâzam’ın ellerine teslim ediliyordu; sefer dönüşünde aynı törenle teslim alını،- yordu. Hz. Peygamber’in kılıcı tahta çıkan Sultanlar tarafından kuşanılıyordu ve kutsal hırka (8), her yıl Ramazan ayının or¬tasında törenle ziyarete açılıyor, saray subayları, büyükler ve Nâzırlar tarafından ziyaret ediliyordu; Hz. Peygamber’in hırka-
(1) Taki Kesra.
(2) Taki Muşgu.
(3) Kasrı Şirin.
(4) Havernak ve Sedir.
(5) Hadramut’daki Kasrı Muşeyed ve Sana’daki Gomedan.
(6) Tahtı Tavus; Tahtı Keykavus. \
(7) Orada Ebubekir, Ömer ve Osman’ın ve Peygamber’in diğer ashabının da kılıçları görülmektedir;
(8) Hırka-i şerife. . .
smm bir ١^٧٠١^ batırıldığı su kutsal sayılıyor, saray İleri ge- !enleriyle şehrin eşrafına dağıtılıyordu. Sancak-1 Şerif ve hırka ayn ayrı kırk bohçada muhafaza ediliyor, gümüş bir kasada konmuyordu. Diğer eşyaların Muhafazasında kullanılmak üze- re imâl edilecek kasa هإ^ل Sultan’m verdiği altmışsekizbin diT’ hem gümüşten başka, dip duvan ufuk mâvisi olan Kutsal Emâ- netler Dâiresi’nin bezenmesi için aynı mâdenden yirmi ve bir buna yakın dirhem tutarında kullanım yapıldı. Müverrih bu ve- şileyle, bu hırkanın, Hz. Peygamber’in, meşhur medhiyesinde: «Peygamber, آلهكلا؛،س her tarafa yayılan kılıçtır; bu, Allah’^ ın kınından bizzat çektiği kılıçtır» beytini okuduğu sırada, şâir Kâab Bin Süheyr’e sırtından çıkarıp verdiği hırkanın aynı ol- duğunu anlatan şehâdetleri zikrediyor.
Hz. Peygamberin halefleri olan Halifeler ^e Mısır Halif¿- lerinin halefleri durumundaki OsmanlI Sultanları, uzun zaman kendilerini şeriatini dünyaya kabul ettirmek için ]؛ınlanndan çekilmiş Allah’ın kılıcı olarak görmüşlerdir; fakat, onsekizinci asnn başından beri III. Ahmed ve I. Mahmud saltanatları dö- neminde, Bâb-1 Âlî’yi rahatsız eden ve nihayet bir siyaset âleti olarak kullanılan İran prensinin idâmı i^in birçok ؛esile var- ken, âdetlerdeki bu değişiklik tesiriyle Bâb-1 Âlî onu؛ Samsun’a göndermek ve oradan da Kmm hanlarının sürgün yerleri olan Rodos’a naklettimıekle yetindi. Eflak tab’asınm prens Jean Maurocordato’dan (9) şikâyetleri ayyuka çıkınca Veziriâzam onu azletti ve yerine böylece üçüncü defa hospodar makamına çıkan Bâb-1 Âlî tercümanı Alexandre Ghika’nın kardeşi Gregoire Ghika’yı atadı (24 Ağustos 1747 – 17 Şaban 1160). Ghika’nın dü- şüşünü, kısa bir süre sonra Veziriâzam’ınki takibetti.
(9) İzi, f. 128. Ana tarafından akraba olduklarından her ikisi de Scarlat- zâde adım taşıyorlar.

OSMANLI TARİHİ 91
VEZİRİÂZAM’IN AZLİ VE YERİNE SEYYİD- ABDULLAH PAŞA’NIN ATANMASI
Esseyid-Mehmed, uzun yıllar boyunca İmparatorluğun en önemli görevlerinde başarıyla hizmet görmüş, Belgrad anlaşma-sından önceki safhada, neticelendirilmesini hazırlayan müzâke- relerde kayda değer rol oynamıştı; Veziriazam olarak idaresi¬nin son dokuz ayı içinde İran’la yapılan anlaşmayı yenilemiş veya yeniden kurmuş, Rusya ve Avusturya ile İmparatorluk arasındaki anlaşmalara yenilemek suretiyle sağlamlık kazân-. dırmış, Toskana büyük-dükü ile bir dostluk anlaşması imzala¬mıştı. Ne var ki, bütün bu hizmetler, gözden düşmesine mâni olamadı. Bunu da, onu ulemâ sınıfına hücum ettiren kavgacı ve kinci mizâcı. hızlandırdı. Afyon iptilâsı kendisine Tiryâki lâkabı takılmasına yol açmıştı ve zâten halk görüşü açısından bir rezâletti. Vezâretiuzmâ makamına Seyid Abdullah Paşa’nın atandığını bildiren Hatt-ı Şerif, aynı zamanda azledilen Veziri- âzam’ın ulemâya karşı takındığı tavrı şiddetle kınadı.
Yeni Veziriâzam Seyyid Abdullah Paşa, Veziriâzam Köprülü Hüseyin Paşa’nın kâhyası Haşan Paşa’nın oğluydu. Çorlulu Ali Paşa’nın Veziriâzamlığı döneminde Rumeli Beylerbeyi olan Ha¬şan Paşa Veziriâzamlık makamına atanmak üzere İstanbul’a çağırılmıştı1؛ rakibi olan Çorlulu durumu öğrenince onu Mısır’a gönderdi ve orada idam edildi. Oğlu Seyid Abdullah, bu olay¬lar cereyan ettiği sırada ancak büyük-mirâhur makamında bu-lunuyordu ve Aydm’da başgösteren Sarıbeyoğlu isyânını bas¬tırmıştı. Sırasiyle Kıbrıs, Rakka ve Aydın valilik makamlarında bulunduktan sonra, İstanbul’a çağırıldı ve kendisine Veziriâzam- lık makamı verildi. Selefi .olan Esseyid Mehmed Paşa Rodos ada¬sına gönderildi; sürgüne gönderilmesi, bir evvelki Şeyhülislâm, Tabib, Hayatîzâde’nin Şam’da , vefâtına rastladı. Reisefendi Ab¬dullah, dostu ve ‘Niemirow barış kongresinde birlikte çalıştığı gözden düşen Veziriâzam’m kaderini paylaştı. Bununla bera¬ber, düşmesinin başlıca sebebleri Kâhyabey (İçişleri Nâzın)’in kıskançlığı ve defterdar ile kavgası olarak sayılabilir. Kendisini çocuklarına vasi tayin eden yaşlı Murteza’nın serveti üzerinden ancak beşyüz kese ödemekle suçlanmıştı; Murteza’mn kızını oğ¬lu ile evlendirmişti. Yeni Veziriâzam, eski Reisefendi Abdullah’ı Kastamonu’ya sürgüne gönderdi. Bununla beraber, talebi üze¬rine Edirne’de oturmasına izin verdi (10). Büyük değerde bir şâir olan Abdullah Nâilî, Devlet Dâiresi yazarlarının şefliğine atandı ve müverrih izi teşrifatçıbaşılığa yükseltildi. ؛
Veziriâzam Seyyid Abdullah Paşa, makamı ve nüfuzu fazla- siyle dikkatimizi çekmiş olan Reisefendi’den başka, bütün se- lefleri gibi, dâiresinin birinci derecedeki memurlarını değiştir- di; Kâhyabey’i, çavuşbaşı, Nişancı’yı, üç defterdarı, müsteşarı, beylikçiyi, mektupçu ve iki tezkireciyi, altı mabeyinciyi (11) ve müfettişi, süvarilik dâiresinin (12) altı müfettiş kâtibini, piyâ- delerinkileri (13), Hazîne Dâiresi baş idârecilerini (14) azletti; ayrıca, İmparatorluk valilerinden onikisinin yerlerini değiştir- di.-‘■ ■ ١١ – -؛
Yeni Veziriâzam’ın ilk idârî tedbiri, bir emirname yayınla- yarak, aksine davranana sert cezalar k©ymak suretiyle, Beyoğ- lu ve Galata meyhanelerinde şarap sathını yasaklamak oldu. «Hz. Peygamber’in bütün kötülüklerin anası (15) olarak bildir- diği» diyor İzi, «şarabın kızı (16) artık açıkça görünemedi ve bu zamanın kadınlaşmış erkekleri (17), şarap dolu kristai bar- dakları ■porselen kahve fincanlariyle değiştirmek (lâ) ؛zorunda kaldılar.» Kısa bir süre sonra, meyhane ve kabarelerin en faz- la bulunduğu İstanbul’un mahallesi Samatya’da yangın ث[سم ğuıda, şâirler cinaslı dilleriyle •bu yangına boğazları kuruyan ve yanan şarap ‘meraklılarının iç çekmelerinden kıvılcımlandı- ğını, bu suretle alevlendiğini anlattılar (4 Kasım 1747/- ه Zilka- de 1160). , و ■.
(10) Nümanzâde, Hoş Tavsiyeler’inde, Edirne’de Reisefendi1؛ ‘Abdullah’ia yaptığı bir görüşmeyi naklediyor ve . ondan Ta vukçubaşı؛؛ olarak bah-sediyor. ’ • ^١ f; ■ . ‘ ؛؛
(11) Hâzine, tersane, para, şehir, mutbak ve arpa. – ١
(12) Sipâhiierinkini, silâhdarlarınkini, vb. , , ؛
(13) Yeniçerilerin, cebecilerin, topçu ve toparabacıların.
(14) Tevcihat (atamailar) listesi, İzi, t. 140’da bulunmaktadır.
(15) ümmul habâis. ‘
(16) Bint-ül areb, Acemcesi: Dunteri rez. I
(17) Surezai zeman. . ؛؛؛ ؛ •• .
(18) İzi’nin söylediğine göre, beş-altı mısralık tenkitler (tahmis ve tes- dis) düzüyorlardı: .
: «Hûmlar şikeste cam tehi yok mevcud-u mey, ١
Ettün esir kahve bizi, hey zemane hey;»t .؛ .
OSMANLI TARİHİ 93
NÂDİR ŞAH IN ÖLÜMÜ
Başka mâhiyette bir yangın, İran sınırında patlamak üzere olduğunun tehdid işaretlerini veriyordu. Kısa bir ؟üre önce, Eri^ Van’da Nâdir şâha karşı başkaldırıldığı haberi alınmıştı; bir müddet sonra da bu hükümdarın öldürüldüğü öğrenildi. Ker- manşahanlı Geli hanın yeğeni ve Nâdir’in topçu birlikleri ku- mandanı Gurd Hüseyin han ye İbrahim’in oğlu, İran şâhının kar- deşi Ali-Kuli han, ortadan kaldırılacaklar listesinde kendileri- nin de bulunduğunu öğrenince, canlarını kurtarmak için müs- tebidi öldürmeğe karar verip üçbiıı kişi topladılar. Bu maksat- la Keşekcibaşı Kocabeğ ve Cezayircibaşı Salihbeğ’le birleştiler؛ bunlar şâhm muhafızları kumandanıydı. Nâdir şâh Koçum üze- rine ilerlemek üzere Horasan’da Meşh’ed’den ayrılırken, üç oğ-؛ lunu sıkı bir muhafaza altında bulundurduğu Kalat kalesine göndermişti; bunlar, kısa bir zaman önce aslı esası olmayan bir şüplie üzerine’ gözlerini oydurduğu Riza-Kuli Mirza, ‘Nasrullah Mirza ve şâhm veliahdı Şâhrüh Mirza, Riza-KuM’nin oğlu ve Tahmasip’in kızıydı, istibdadından ve devlet dinine suikasdin- den,؛hâlk ve mollalar üzerindeki’ baskısından artık şüphe edil- meyen Nâdir’in eski şöhretinden eser kalmamıştı, inancı ye- rinde olan bütün şiîler için bir kin mevzuu hâline gelmişti. Oğuz- beğlerin ve AfganlIların reisleriyle bir gece istişâre ve müzâke- relerde bulunmuştu. Tasarısı ortaya çıkmıştı. Nâdir’i durdurmak için,- İki muhafız kumandanı K^beğ’le Salihbeğ, görevlerinin verdiği imtiyazdan yararlanarak; geceyi dış muhafızlar arasın- da geçirdiler ve Nâdir şahın uyuduğu çadıra girdiler. Sıkıştı- rılmış olduğunu gören Nâdir kendisini cesaretle savundu, fakat Salihbeğ’in indirdiği bir kılıç darbesi hayatına son verdi (روث (23 Haziran 1747 – 14 Cemaziyül’evvel 1160).
Nâdir şâhın öldürüldüğü gecenin sabahı korkunç bir kar- gaşalıkla karşılaşıldı. AfganlI Ahmed han, Oğuzbeğlere ait bir birlikle İran ،birliklerine hücum etti; fakat yenilgiye uğraya- rak Kandahar’a kaçtı. Nazar Ali han ordunun öfkesinin kurba- nı oldu; Mayar han ve şeriat makamının başı olan Mollabaşı çâreyi kaçmakta-buldular. Nâdir şâhın mühür muhafızı, efendi- sinin cesedini Meşhed’e götürmek üzere bir deveye koydu, fa- kat yolda rastladığı bir kısım Kürtler onu cesedi bir çukura ata-
(ول) izi, f. 135.
rak üzerini toprakla örtmeğe zorladılar (2له. Nâdir şâhın ه1ة- mü İstanbul’da, Sultan’ın can düşmanlarından biri daha crta- dan kalktığından Allah’ın bir lütfü şeklinde ycrumlanarak şen- lige vesile oldu. OsmanlI İmparatorluğu müverrihinin yorumu- na göre, Almanya imparatoru ¥1. Charles ve Rusya Jmparatori- çesi Anne’dan sonra Halifeye karşı savaşa cür’et eden Nâdir de Kur’an’ın: «İki hiçbir şey değil, üç (21) olması gerek.» hükmü- ne uygun olarak dünyadan ayrılmıştı. Nâdir şâhın’ kaatillerin kılıç darbeleriyle can verdiği gün, şâha Sultan’m zengin hedi- yelerini götürmekle görevlendirilmiş olan olağan.üstü yetkili el- çilik heyeti İran smırını geçmişti.
Sırbistan’da sınırların belirlenmesinde komiser olarak gö- rev yaptığını gördüğümüz ve bu görevini (22) bir raporla ge- lecek nesillere intikal ettiren elçilik karargâhı kadısı müderris Numan Efendi, birtakım işaretlerin kehânetçe mânâlarına baş- vurarak, Sultan’ın hediyeleri arasında mücevherlerle süslü bir kılıç bulunduğunu gözönünde tutup, Nâdir şâhın kaçınılmaz bir kaderle kılıç darbeleriyle hayatını ¿aybedeceği neticesini çıkarır. Bu vesileyle Niemirow kongresi kurbanı Kâhyabey Osman’ın, Sultan imamı Pîrîzâde’nin ona kâğıttan sanatkârca oyulmuş bir makas göndennesinden kısa bir süre sonra idam edilmiş olduğunu hatırlatır. Yazar, bunun hemen peşinden, hükümdar- lann, devlet ileri gelenlerinin düşüşlerini ve diğer felâketleri haber veren işâretler üzerinde durur. Tehdid altındaki, yâni başına bir şeyler gelecek kişinin sarığının ve tuğun yere düş- mesi gibi olaylar da bu kötü işâretler arasında yer ^lmaktadır. Bunlardan en az yedi işaret de Kesriyeli’nin elçilik görevinin iyi sonuçlanmayacağını haber vermektedir. ‘■
OLAĞANÜSTÜ YETKİLİ ELÇİ KESRİYELİ’NİN İRAN’A DÖNÜŞÜ
Nâdir şâhın öldürüldüğü haberi duyulunca, şâh Hüseyin’- in oğlu olduğunu iddia eden Sam Mirza C23), Azerbaycan’da taht
(20r’ Nâdir şâh üzerine yazılan: tarihlerde bu olaydan bahsedilmemekte-
(21) Eşşeyûn la yusennâ illa ve kad yusellis., İzi, f. 134.
(22) Hoş Tavsiyeler adü eserinin üçüncü cildinde.
(23) Bu taht iddiacısının mühüründeki yazı Numan’da, f. 150’de bulup-
Üzerindeki hakkını ileri sürerek, takdisin ve İran krallarının mezar şehri olan Erdebil’de kudretli hükümdar kılıcı kuşandı. Paşası İbrahim han, Oğuzbeğ, OsmanlI elçisini ve taşıdığı zen- §عن hediyeleri ele geçirip onları hemen Tahran’a götürmek ümi- diyle Hemedan etrafındaki memleketleri geçti. Sam Mirza ve İbrahim han, her ikisi de pâhâ biçilmez hediyelere sahip olma- yı akıllarına koyduklarından, elçilik heyetini memleketin da- ha fazla içerilerine çekmek maksadiyle Nâdir şâhın ölümünün boş bir rivâyetten ibâret olduğunu anlatmağa çahştılar. Fakat Türk heyetine gelen mektupların tarihlerini mukayese eden ikinci elçi Receb Paşa, kâhya defterdar ve kadı Numan Efendi gerçeği öğrenmeyi başardılar. Sonradan gelen mektuplar on- lan doğrulamakta gecikmedi (24). Elçiyi geri dönmeğe ikna eden kadı Numan Efendi,’ bu dönüş tedbirinin zaruri olduğunu bir zabıtla tesbit etmeği yerinde buldu. Elçi Kesriyeli hududa vardı ve• Sinâ üzerinden Bağdad’a yöneldi; zeâmetli bin süva- rinin koruması sâyesinde sağ salim bu şehre ulaştı. Bu atlı bir- liği, Sultan’ın Nâdir’e gönderdiği hediyelerin Kürdlerin, Oğuz- beğler ve Afşarların muhtemel saldırılarına karşı savunulması İçin elçinin mâiyyetine verilmişti.
Nâdir şâhm öldüğünü bildiren tezkirenin gelmesinden beş gün sonra, Sultan, pâyitahtta olağanüstü bir meclisi toplantıya çağırdı. Bu mecliste olaylann gelişmesi, beklenerek İran sını- r^nda banşın devam ettirilmesi uygun görüldü (25 Ağustos
1747 – •18 Şaban 1160). ؛
Birkaç gün sonra, Bâb-1 Âlî, bu eyâleti iki ayn (25) dönem- de idare etmiş olan Bağdad valisi Ahmed Paşa’mn öldüğünü , öğrendi, ölümünden önce âsi Kürd Selim hani (26) itaat altına
maktadır ve şöyledir: Be men ez Gerdigâr ihlamest ismen es lütfi şiri Hakk es،. Yâni;* ilham؛ bana Allah’ın elinden geldi; Allah’ın as- lanı Ali’nin köpeği ben Sam adını aldım.
(24) Numan’da’ Nâdir’in ölümüyle alâkalı başka yazarlarınkinden daha çok bilgi ve teferruat bulunmaktadır, yalnız 14; yazacağı, yerde 12 Cemaziyülâhir yazmakla yanılmıştır. Bu elçiliğin raporu Numan’ın eserinde hayli yer kaplamaktadır; 85, f. in-40 86’dan itibaren 161.
(25) İlk defasında onbir yıl,•İkincisinde oniki yıl. Niebuhr’daki Bağdad valileri listesine bakınız, n, p. 233. İzi, Paşa’nin otuz yıl valilik et- tiğini söylemek suretiyle yanılmaktadır.
(26) Numan’da Selim Han Tarihi’ne bakınız.
almıştı. Sultan, bu Paşa’nın yerine eski Veziriazam؛ Ahmed Pa- şa’yı atadı. Aynı zamanda elçi Kesriyeli’yi Basra valiliğine getir- di. Sultan Mahmud’un ikinci mirâhuru Mustafa Bey, şâha gön- derilmiş olan hediyeleri İstanbul’a getirmek le ölen valinin mal’ larını müsadere etmekle görevlendirildi, ikinci: elçi Receb Paşa, defterdar Mustafa Bey, karargâh kadısı Numan Efendi, müver- rih Rahmi, Kesriyeli elçilik heyetine bağlı ©lanların hepsi, aynı vesileyle İstanbul’a dönmek emrini aldılar. Numan Efendi, o zamana kadar müderrisler arasında,işgal ettiğinden daha yük- sek bir rütbeye geçti. Bu ilerleme onu memnun etmedi; Şeyhül- İslâm’a yakınarak, Sırbistan’da sınır belirleme komisyonunda^ ki ve Kesriyeli ile hizmetlerini, Sultan’m huzurunda iki kere hil’at giymiş olduğunu, bunların en azından kendisinin Bağdad kadılığına tâyininde yeterli olması gerektiğini anlattı. Bunun- la beraber, ancak uzun zaman sonra Süieymaniye’ye bağlı se- kizlerin müderrisliğini elde edebildi ve bu makamı aradan uzun zaman geçmeden Manisa kadılığı ile .değiştirdi. Daha önce bir- çok kere sözünü ettiğimiz eserini bu görevdeyken yazdı. ؛. . •_
MEMLÛKLERİN KATLİÂMI : ،
Nâdir şâhın öldürüldüğü haberi İstanbul’a henüz ulaşmıştı ki, Mısır valisi Ragıb Paşa/nm Meraük beylerini¿’çıkardıkları isyanı bastırdığı haberi geldi ve isyancıların kesik başları’ sa- ray kapısının önüne atıldı. I. Selim tarafından fet^edildiğinde^ beri, Mısır’a Bâb-1 Âlî tarafından Firavunlar ülkesi, Memlûkle- re de sömürmeleri için bu zengin bölgeye zorla kabul ettirilmiş müstebidler gözüyle bakılmıştır. Bu yüzden, bu ülkenin sahne olduğu cinayetlerde^ sık sık bahsetmek imkânını bulduk. Mısır topraklarını OsmanlI kanma bulayan Kaytaşbey isyanı üzerin- den yirmi yıl geçmişti, o dönemden beri Bâb-1 Âli’nin gönder- diği ,bütün aliler, kendi çıkarlarına uygun olduğuna dâir ver- dikleri hükme göre Memlûk beylerinin veya imparatorluk ta- rihçisinin deyişiyle Katamitlerin beylerinin az veya çok kudret- li esiri durumunda kalmaktan öteye gidememişlerdir, imtiyaz- larını kolayca uygulayacak Paşaları vali olarak kabul ‘etmeği siyatleri hâline getiraıişlerdi; daha geldikleri andan itibârın on- ları yokluyor, ölçüp biçiyor ve tehlikeli olduğunu anladıkları takdirde azledilmeleri için ellerinden .geleni yapmaktan geri kalmıyorlardı. Ragıb Paşa, Memlûk beylerine önce her istedik-
OSMANLI TARİHİ آو
لها؛ا yaptırabilecekleri-yumuşak mizaçlı bir kişi olarak görün- müştü. Görünüşte kendisine bırakılan iktidarla yetinerek ve irâ- delerine karşı çıkmadan üç yıl boyunca onlarla mükemmel, bir anlaşma içinde yaşamıştı. Fakat, nihayet, İstanbul’dan almış olduğu Hatt-ı Şerifi u^u)amaya koymanın zamanı geldiğine hükmetti; kendisine ¿si beylerin ortadan kaldırılmaları emre- diliyordu. Ragıb Paşa’nın durumu ciddiydi; Katamit (27) Mem- lükler partisi çok kudretliydi; saflarında şu beyler bulunuyor- du: Şeyhül-Beled Uzun İbrahim, hac-emiri (emir’ül-hac) Halil bey, Dimyat beyi Ali bey, Çolak Mehmed, hazine dâiresi beyi Pu- lad Ömer bey, Bohaira kumandanı ve Küçük lâkablı Ömer bey. Hac-emirinin zalimliği ve gururu, Ragıb Paşa’ya uzun zaman- dır düşündüğü darbeyi vurmak fırsatını verdi. İbrahim bey Mağ- ribli bir tâciri haksız yere idam edip mallarının üzerine otur- duktan sonra, Ragıb Paşa kendisine yüzyirmi kese para ver- meği üstlenmedikçe hac kafilelerinin idaresini ele almayacağı- الء bildirince halkı son derece öfkelendirdi. Sabrı taşırılan Ra- gıb Paşa resmî olmayan bir çâreye başvurdu: Kendisine bağlı bir grup askeri pusucu olarak görevlendirdi; bunlar beyleri di- vanda toplantı hâlindeyken bastmp öldüreceklerdi. Baskın kıs- men başarılı oldu: Dört bey, defterdar, hazinedâr, Dimyat ve Bohaira beyleri saldıranlar (2ص tarafından öldürüldü, fakat di- ger üçü, şeyhül-Beled başlarında olduğu halde cesaretleri sâ- yesinde kurtuldu ٢١© Ağustos – 3 Şaban).
Bu öldürme olaylarından sonra, Ragıb Paşa, İstanbul’daki benzer؛ kadar ؛tibârlı olan Hz. Peygamber’in Sancağı’nı alarak Azablar Kapusu’na gitti. Hac-emir}iğ؛ne atadığı Bagicelilbeğ, Yeniçeriler Kapusu yakınındaki Mahcar menzilini işgal etti. Kazdağı çavuşu İbrahim Yeniçeriler Kapusu’na yerleştiği sıra- da, Ridvan kâhyabey Sultanhasan ve Sebil-ul-Müminin ma- hailesine hâkim oldu. Aym gün, Ragıb Paşa, Kahire’nin yedi loncasının mensuplarını Sultan’ın bayrağına yeniden sadakat yeminine davet etti.
(27) İzi, t 137-139.
(28) İz؛, i. 139. «؛١^٧ Ragıb Paşa, Bâb-1 Âlî’nin emirlerine uygun olarak, devlete karşı itâat’ıi davranmayan yirmiüeş’beyin Mısır’daki hâkimi- yetlerini ortadan kaldırmak üzere 1747 yılı 10 Ağustos Perşembe gü- nü Kahire’de bir suikasd tertipledi.» Penkler’in raporü.
Hammcr Tarihi, C: VIİI. F.: 7
Bu sırada, îbrahimbeğ ve Küçük ömerbeğ altı bin Memlûk toplamış ve Mısır’ın belli başlı işlerini Katamit beğleri arasın’ da paylaşmışlardı. Valinin tarafında ise yedi loncadan üç bin ^sker, eski Circe beyi Mustafabeğ, Şef er beyi Halilbeğ ve Ka- bire defterdarı Abaza Mehmedbeğ bulunuyordu. Ragıb Paşa, ücretlerinden ayrı olarak altıbin akçe mükâfat vaadederek kü- çük ordusunun cesaretini tahrik ettikten sonra, Sebilul-Mümi- ilin mahallesindeki Memlûklerin üzerine yürüdü, öğleden son1 ra saat dörtte başlayan evden eve savaş, güneş batışından iki saat sonraya kadar sürdü. Memlûk beylerinden dördü. Büyük îbrahimbeğ, Küçük ömerbeğ, Süleymanbeğ ve Bohaira eski va- Hsi Hamzabeğ, gece karanlığından yararlanarak Yukarı Mı- sır’a kaçtılar. Ragıb Paşa, aynı akşam, o günün başarısında başlıca hizmetleri geçen müteferrika albayını ve azablar ağa- sim bey pâyesiyle mükâfatlandırdı. Yeniçeriağası, Kahire kara- kullukçubaşı, atlara binmek ve gece boyunca şehirde asâyişi hâ- kim kılmak emri aldılar. Cumaya rastlayan ertesi gün câmileri açtılar ve vali’ Nil’in, şedde açılan bir yarıkla sularının salı- verilmesi şenliğinde, tabii her zamanki debdebe ve gösterişten uzak bir şekilde, hazır bulundu. أ
BİRÇOK VALİNİN ATANMASI
Kesik Memlûk başlarının İstanbul’a gelişi, Toskana büyük- Akünün bu ülkeyle (29) yeni yaptığı dostluk anlaşması müna- sebetiyle Bâb-1 Âlî’ye gönderdiği yüzbeş Müslümanın iki ge- miyle İstanbul limanına girmesi kadar sevinç uyandırdı. Bu Müslümanlar ikişer ikişer Sultan’ın huzuruna çıkarıldılar ve Sııltan bunlara beşbin kuruş ihsanda bulundu; Kızlarağası, Ve- ziriâzam her birine bin kuruş hediye ettiler. Aynı mikdarda para, daha sonraki günlerde Sultan’ın vezirliğe, sonra Mora vergi tahsilâtı (mukassilik) makamına atadığı Kâhyabey, Ye- ğen Ali tarafından da verildi. Kâhyabeyliğe tersâne âmiri Yu- suf Efendi getirildi. Eski Mora mukassiliğinde bulunan vezir silâhdâr Mustafa Bey Negrepont valiliğine atandı Ve ٠ kendi- sine arpalık olarak Karlı-ili sancakları verildi. Negropont vali- 1؟سقث selefi olan Veziriâzam Osman Paşa’nın.oğlu Ahmed Pa-
(29) Gemiler 7 Aralık 1747’de İstanbul limanına demirlediler. Penkler’in raporu.
şa Aydın’a mukassiliğe atanc^ ve vilâyetin geliri kendisine bı- rakıldi; bu husus, Sultan’m elyazısiyle *bildirildi. İmparatorluk müverrihi; bu çeşitli atamaları bildirdiği liste ile vali •ve sancak kumandanlarının karşılıklı durumlarına küçümsenmesi imkân- sız ،bir ışık tutmaktadır. Sancağın gerçek mâliki’ (musarrıf) va- li unvanı verilen tek kişidir; Bâb-1 Âli’nin bir ‘subayına bir san- cak-.verihnişse^ve bunu ا arpalık olarak • almışsa لاظ işi bir başkasına idare ettiriyorsa, vekiline mütesellim denilir. Sınır- larda kumandanlık’ve kalelerde muhafızlık görevlerinde bulu-■ nanlar, arpahki denilen bu türlü- gelirlerden yararlanırlar; niha- yet, Bâb-1 Âlî bir sancağın, vergi gelirlerinin bütününü.bir ?a- şa’ya bıraktığında, buna sahip olana muhassil,’ yâni gelirlerini alan,kişi, sahip olduğu gelir durumuna da ،«mâlikâne» adı ve- rilir. <-■ . ا’.ا’’ءا,،ات م:’ا.’,’؛;”’ل،ق ■r*
h- ،. ،M. De DESALLEURS•’. • r „■ , .ز■
Fransız ,elçisi Castellane’ırL Bâb-1-•Âli’yr ‘Avusturya ile sa- vaşa tahrik etmekdeki bütün gayretlerine rağmen, bu devlet Avusturya ile devamdı ^؛r barış anlaşması imzaladı.،Bu anlaş- manın imzalanmasından altı ay sonra, Castella^e’ın، yerine؛M. Desalleurs Fransa’nın İstanbul elçiliğine,, atandı. Sultan’ın lut- fettiği rhuzura kabul töreni her zamanki ihtişam ،İçinde cereyan etti. Yirmidört çavuş, altı-Yeniçeri, elçinin binek atlarını yıllar- larından, tutan altı seyis, silâhdâr ^؟,saray^ kapucubaşısı, on çuhadar, onaltı uşak,،,iki oda hizmetçisi, oniki tercüman, ,çavuş- lar kâtibi ve mâbeyinçisi, elçilik güven mektuplarını taşıyan. ei- çilik، kâtibi – elçinin Önünde,, ilerliyorlardı. ؟İçi؛ altın sırmadan dokunmuş parıltılar, içinde bir elbise .ve gümüş sırmadan bir yelek giymişti , ve; sekiz muhafız tarafından çevrelenmişti, sa- ğmda çavuşbaşı ve solunda mihmandar yer almıştı; altmış Fran sız tâcirinin Önünde yürüyen baron de ,Tott alayın (30) sonu nu kapatıyordu (2Î.Kasım,1747). Baron؛de Tott Macar،asıllıydı ve o sırada istihkâm, subayı olarak Fransa kralının hizmetinde bulunuyordu; evvelce, Veziriâzam’m Fransa’nın aracılığını ka-
(30) Desa’lleurs’ün eşi, prenses Lubomirska, kontes Rutofsky’ye 21 Kasım 1747’de gönderdiği mektup. Evvelki elçi Castellane’m vedâ için hu- zura kabul törenini teferruâtiyle izi, f. 164, vermektedir. Chevrier raporunda elçi Desalleurs’ü, şöyle anlatıyor r «Duyarlı,’ az konuşan, düşünen ve doğrudan’،onuya giren, sade” görünüşlü »
bul ettiğini bildiren .mektubunu XV. Louis’ye götürmek üzere Fransa elçisi Villeneuve tarafından görevlendirilmişti. O za-mandan beri Fransa devletinin hizmetinde kalmıştı. Fransa hükümeti onun kaabiliyetine güven besliyordu ve fiilen Türk¬lerle, Rodosto’ya sürülen, başlarında Czaky ile Zay’ın؛r bulundu¬ğu Macarlarla münasebetlerinde kullanılmıştı. Fakat, Polonya görevlisi Zierzanofsky’nin, Rusya’nın Polonya içişlerine müdâ-halede bulunduğu ve hürriyetlerini engellediğinden şikâyet et¬mek üzere Fransız elçisi Desalleurs’e başvurmasından beri te¬şebbüsleri artık başarılı olamamıştı (1748). Fransız elçisi De- salleurs, üzerinde hareket edeceği zemini derinlemesine yoklu- yormuşcasına uzun zaman faaliyete geçmeden durdu. Nihayet Veziriâzam’a bir muhtıra sunarak, Sultan’ı otuzbin ■mevcutlu bir Rus ordusunun Almanya içinden Flandre’a girişini protes¬to etmesi hususunda yardımda bulunmasını istedi. Fakat, Rus-, larrn silâhlarını kendi sınırlarından başka yerlere çevirdiğini görmekten memnunluk duyan Bâb-ı Âlî sessiz kalmayı tercih etti. Hülâsa, bu dönemde Rusya ve Avusturya’ya karşı son derece banşçı bir siyaseti benimsemiş durumdaydı ve barışçı¬lıkta o kadar ileri gitmişti ki, imparatoriçe Anne ile Almanya imparatoru arasında yapılan son ittifak anlaşmasında gizli bir naddenin bulunduğundan haberi bile olmamıştı. O zamana ka¬dar gizli kalan bu maddeyle iki hükümet, Bâb-ı Âli’nin taar¬ruzu hâlinde, ona karşı aynı zamanda savaş ilân etmeği ve ordularını savaş C31) için birleştirmeyi üstlenmişlerdi. Bâb-ı Âlî, Fransız elçisi Desalleurs’ün Rus birliklerinin Avusturya devletleri topraklarında ilerleyişi konusunda birbiri peşi sıra verdiği yedi muhtırayı büyük bir mahâret göstererek cevapsız bırakmıştı; Fransız elçisi Bâb-ı Âlî, Fransa؛^ İsveç ve Prusya arasında bir ittifakın müzâkerelerini gerçekleştirmek bakımın¬dan da başarılı olamamıştı؛ bu anlaşma ile dört devlet Rusya’¬nın ihtiraslarına son vermeği, Rusya (32) ve Avusturya hükü¬metleriyle ayrı anlaşma imzalamamayı taahhüd edeceklerdi. Durum böyle iken, Bâb-ı Âlî, Fransa’nın, eski Kapdan-ı deryâ,
o sırada Rodos beyi olan Mustafa Paşa’nın kadırgasını iâde etmeleri için Malta şövalyeleri nezdinde müdahalede bulun-
11) 31) Articulus secretissimus: ScKoeİl’in yayınlanan kolleksiyonunda) ؛؛ .Haziran 1746) anlaşmada gizli madde yok
32) Chevrier’nin raporuna ekli Penkler’in raporu. f)
OSMANLI TARİHİ 101
■ması hususunda Fransız elçisi Desalleurs’e başvurdu. Mustafa Paşa, I. Mahmud’un Rodos’a sürdüğü bir evvelki Veziriazam El- hac Mehmed Paşa’nın yeni hükümetini İçel kıyılarına çıkar¬mıştı. Mersin limanında geminin kürek sıralarına bağlanan yüz- seksen hıristiyan, oniki Napolili gemicinin yardımiyle zincirle¬rini kırmış؛ geminin yeni askere alınmış, ayrıca sayıca da az tayfalariyle çarpıştıktan sonra kadırgaya, hâkim olmuşlardı. Yeni İçel valisinin ve Rodos kaptanının kaçakları yakalamaları için Antalya, Fenike ve Mersin sahil muhafızlarına süratle ha¬ber ulaştırmalarına ve kaçakları yakalama emri vermelerine rağmen, bunlar engine açılmayı ve kadırgayı Malta’ya götür¬meyi başarmışlardı (9 Ocak 1744 – 10 Muharrem 1161). Fransız el¬çisi Desalleurs, hükümetine şövalyeleri esir kadırgayı geri gön¬dermeğe ikna etmesi için durumu bildireceği vaadinde bu¬lundu. Avusturya’nın İstanbul elçisi baron de Penkler, son anlaş¬manın imzalanmasından iki ay sonra imzalı nüshayı Bâb-ı Âlî’¬ye teslim etmiş, karşılık olarak Sulta،n’m mührünü taşıyan nüsr hayı almıştı (29 Temmuz). Veziriâzam’a, Reisefendi’ye, Veziri¬azam dâiresi kâtibine, Bâb-ı Âlî tercümanına ve yardımcısı genç İbrahim’e verilecek gümüş hediyelerin değeri beşbin duka tuttu; fakat Reisefendi’nin yalnız kendisi için altıbin duka iste¬diği dikkate alınırsa ve hele Bâb-ı Âlî ile yaptığı anlaşmanın Napoli’ye maliyeti olan yüzbin kuruştan ayn olarak tasdikli anlaşmaların teatisi esnâsında Veziriâzam’a değeri onyedibin beşyüz kuruş tahmin edilen bir yüzük hediye sunmak zorunda bırakılması hâtırlanırsa, beş bin duka önemli bir meblağ sayıl¬mamak gerekir. ؛ < ،
İstanbul’daki ikameti sırasında, Penkler, Bâb-ı Âlî’yi, Tos- kan büyük-dükü ile Cezayir, Tunus, Trablus dayıları arasında bir ticaret anlaşmasının müzâkereleri için Sungur (33) Ali Ağa’yı Afrika’ya göndermek hususunda ikna etti. Beraberinde AvusturyalI tercüman Gaspar Momars ve Toskan komiseri İp- politi bulunan Osmanlı murahhası önce Cezayir’e gitti; bahis konusu ticaret anlaşmasını imzaladıktan sonra, oradan kendi¬sini Tunus ve oradan Trablus’a (34) geçmek üzere getirdiği Os- manlı donanmasına ait iki hafif tekneyle yola çıktı.
(33) Müellif «Sougour» adını kullanıyor. (Ç.N.)
(34) Cezâyir’le anlaşma 18 Ekim 1740’da, Tunus’la 18 Aralık 1740’da, Trab-lus’la 27 Ocak 1740’da imzalandı.
HATTI MUSTAFA MURAHHAS OLARAK . ,٠
‘ ‘ ■ VİYANA’DA ؛
Olağanüstü elçi sıfatiyle’ Avusturya elçisi Penkİer ikamet ve yiyecek masrafı olarak Bâb-ı Âlî’den kendisinden önceki el¬çilere verilenden on kuruş fazla aldı; kendisinden öncekiler mas¬raflarını karşılamak‘ üzere günde doksânsekiz kuruşta kalmış¬lardı. Fazla olarak, huzura kabul gününde sadece mabeyinci ve çavuşlar kâtibi tarafından değil, fazla olarak iki ;mabeyinci daha kendisine refakat etmişti. Penkler’in elçiliğine1 tam kar¬şılık vermek isteyen Veziriazam, Hattı Mustafa Efendi’yi Vi¬yana elçiliğine atarken onu nişancı rütbesine yükseltti. Görü¬lüyor ki, Hattı Mustafa, Efendi, Bâb-ı Âlî’nin onaltı yıl önce altmışiki kişilik bir mâiyyetle Avusturya’ya gönderdiği ve sa¬dece ikinci defterdâr ünvanını taşıyan elçi Mustafa’dan bir de¬rece yüksekti. O dönemden beri düşük rütbeyle Avusturya elçi¬liğine gönderilen Mustafa iki kere Reisefendi makamında bulun¬muş, bu sıfatla Belgrad anlaşmasını imzaladıktan sonra, daha yakın bir zamanda bu anlaşmayı sürekli barış anlaşmasına dö¬nüştürmüştü. ‘ ;٠ ،. , ٠
Hattî Mustafa Efendi, elçiliğe atanmadan önce Mevkufatçı (Vergiler dâiresi başkanı) görevinde. bulunuyordu; İmparator¬luk harekât dâiresinden çıkma bir. esir kadınla evlenmiş, da¬ha önce Rusya sınırlarını belirleyen komisyonda çalışmıştı. İs¬tanbul’dan yüz kişiden oluşan bir mâiyyet (NOT: 1) ive değeri ikiyüzelli-üçyüz kese para tutan (NOT: 2) hediyelerle Viyana’- ya hareket etti. Görevinin başlıca hedefi, Almanya ;imparato¬ru olarak tahta , çıkmış olması dolayısiyle. I.،*François’yı tebrik etmekti, İmparatora verilecek hediyelerin sayısı, Pasarofça an¬laşmasının؛ imzası, sırasında olağanüstü elçinin kâtibi tarafın¬dan Viyana’ya götürülenden altı aded daha azdı; fakat buna karşılık Hattî Mustafa Efendi, İmparatoriçeye verilmek üzere yirmiiki hediye götürüyordu. Hattî Mustafa Efendi, Almanya imparatoru I. François ve Macaristan ve Bohemya kraliçesi Marie-Therese’e verilmek üzere hükümetinden güven mektupla¬rı da almıştı. Bu çifte görevi değerlendirmek maksadiyle şahsı ve mâiyyeti için iki kat günlük masraf ödenmesi talebinde bu¬lundu. Avusturya hükümeti, • elçinin talebini yerinde bularak, kendisinden önceki elçilerin almadıkları• bir meblağı, günde on- iki dukayı elçiye؛ ödedi. Osmanlı elçisi, huzura kabul edilmeden önce, imparatoriçe ve kraliçeye takdim edileceği gün teşrifata ve alayın ilerleyişini düzenleyen kaidelere uyacağını yazı ile ta- ahhüd etmek, mâiyyetindekilerih ve getirdiği hediyelerin liste¬sini ve iki hükümdara hitaben söyleyeceği nutukların kopya¬larım vermek zorunda kaldı. Yine, Rumlar, Yahudiler, dönme¬ler hâriç olmak üzere, elçinin bütün Müslüman mâiyyetinin im¬paratorluk sarayına varılınca atlardan inmeleri, yalnız kendi¬sinin elçilik kâtibi ve kâhyabey refakatinde atla ikinci avluya girebileceği, silâhlarım teslim ettikten sonra kabul salonuna girdiğinde, salonun ortasında ve tahta yaklaştığında âdet olan üç selâmı vermesi ve güven mektuplariyle hediyeler listesini bu vesileyle tahtın yanma konulan masanın üzerine bırakarak, yerine kadar geri geri gittikten sonra, hediyeleri tahtın önüne koyması kararlaştırıldı; nihayet, elçi Hattî Mustafa Efendi, Sul- tan’m kapaniçesinin benzeri olan İmparatorun pelerinini öp¬meği ve İmparatoru üç kere selâmlayarak geri geri gidip sa¬londan çıkmayı taahhüt etti. Avusturya hükümeti tercümanı Schwaheim, elçinin şehrin anıtları, Schoenbrunn sarayını, ha¬zîne dâiresini, kütüphâneyi ve tiyatroları ziyaretinde, diğer me¬raka değer yerleri görmesinde refakatinde bulunmak üzere mihmandarlığına atandı. Bu sayılan yerleri dolaştığı sırada el¬çiye özellikle serinletici içecekler verilmesine itinâ gösterildi. Hat¬tî (Mevkufatçı) Mustafa Efendi, yazdığı bir rölasyonda (ra¬por) (35) Viyana’daki elçilik görevini ayrıntılarıyla anlattı ve bu rapor, İzi’nin Osmanlı Tarihi’nde ek olarak bulunmaktadır. Ayrıca, elçi Hattî Mustafa Efendi’nin Viyana’ya gelişinde İm¬parator ve İmparatoriçe tarafından huzura kabul edilişiyle, Viyana’dan ayrılırken vedâ için meclis başkanı, İmparator ve İmparatoriçe tarafından huzûra kabuliyle ilgili ayrıntılar Vi¬yana Gazetesi (36) ilâvesinde yayınlanmıştır. Yine bu gazete¬nin ilâvesinde, Avusturya elçisinin İstanbul’da huzûra kabul tö¬reni, olağanüstü yetkili elçi olarak vedâ için huzûra kabul edil-dikten sonra olağan yetkili elçi göreviyle İstanbul’da kalması da
(35) O dönemin dışişleri deyimi olarak kullanılan «relation» günümüz¬de rapor olarak kullanıldığından biz de genellikle rapor kelimesini kullandık. (Ç.N.)
(36) İzi, i. 190-196. 1825 yılı Arşivleri, No. 27 ve 28, yazan Hormayer. Türk elçisinin vedâ resmi kabulü Viyana Gazetesi 16 Ekim 1748 ekin¬de; 19 Haziran 1748 No. 49 ve 1 Haziran No.• 44 ekleri.
ayrmtılariyle yayınlanmıştır. Bu elçi, böyle bir ünvanla Bâb-ı Âlî’nin güvenine lâyık ilk görevlidir; zira, daha öncekilerin hep- si olağanüstü elçi olmuşlar ve sürekli elçi görevini yürütmemiş- lerdir.
EVLENMELER, İNŞÂATLAR VE KİTABELER
OsmanlI imparatorluğu’nun bütün sınır komşulariyle barış hâlinde bulunması, Sultan’a, son, on yıllık savaşların zorunlu olarak ara verdirdiği yapı işleriyle, düğünler ve şenlikleri uy- gulamaya koyması imkânını sağladı. Oysa, üçüncü Ahmed’m saltanatı döneminde, bütün bunlar günlük’ olaylardandı, üçüa- cü Ahmed’in kızı Zübeyde sultan, Pâdişâh Birinci Mahmud’- un emri üzerine Anadolu Beylerbeyi Süleyman Paşa ile nişan- 2) س Ocak 1748 – 1 Muharrem ا.ل6لل. Derhal nişanlı Paşa’nın dünürü ve temsilcisi tâyin edildi ve nişanlı sultanın vekili Kız- larağası oldu; Şeyhülislâm bu birleşmeyi duâlariyle kutsallaş- tirdi; Kızlarağası dinî kaîdelere uygun olarak çeyiz ve nişan hediyesini beyan etti. Bu hediyeler altmışbin kuruş değerinde nâdir mücevherlerden ve yedibin beşyüz gümüş sikkeden oluş- maktaydı. Vezir Mustafa Paşa ve üçüncü Ahmed’in kızı Saliha sultanın kızları Fatma hanım, Rumeli Beylerbeyi Yahya Paşa’- nın kardeşi İbrahim Bey’le evlendirildi ve düğünleri üç ay son- ra mütevazi bir şekilde gerçekleştirildi. Sultan Zübeyde’ye ge- linçe, nişanlısı düğünün yapılmasından üç gün önce ölmüş ol- duğundan, bir ^ıl sonra Vezir Numan Paşa ile evlendirildi (6 Ocak 1749 – 16 Muharrem 1162).
ن.. ؛
İSTANBUL VE BAĞDAD’DA İSYAN
Sultan bu dönemde birkaç ^eni köşkten başka, Beşiktaş’da büyük bir havuz, Boğaziçi’nin Avrupa yakasında eski bir cami- nin yerine yenisini ve Dolmabahçe civarında son derece güzel görünüşlü bir köşk yaptırdı. Kısa bir süre sonra. Sultan Birin» ci Mahmud, Şeyhülislâm’ın hazır bulunduğu bir törenle Bedes- tan yakınındaki yeni İnşâ edilecek bir caminin ilk temel taşı- لع koydu; bu töreni, her zaman olduğu gibi, kırk koyunun ku؟- ban edilmesi izledi, imparatorluk tarihçisi izi, bu vesileyle, im- paratorluk Tarihi’nin boy . boy sayfalarını, bu çeşitli yapıların
OSMANLI TARİHÎ 105
tarihini (37) gelecek nesillere intikal ettirmek mâksadiyle, solgun kitâbelerle doldurdu. Aynı tarihçi bize Ramazan aymm sonun- da,, Bayram havası içinde Veziriâzam’ın Dolmabahçe’de ‘ Sul- tan’a* verdiği ziyafetin altı büyük boy sa^fa tutan bir tasvirini bıraktı; fakat kafiyeli,’ ağır bir düz yazının zaman zaman garip bir •şekilde şairane■ düzyazıya yerini verdiği bu tasvir, uzunlu- ğuna rağmen bize, elçilerin raporlarının (rölasyon) üç satırda öğrettiği önemli şeyleri içermemektedir. Bahis konusu ziyafet- te Veziriâzam’ın, makamını muhafaza maksadiyle, Sultan’a he- diye olarak yirmibeşbin duka altuıı sunduğunu, saray subayla- rina؛ da’ oniki bin duka altını dağıttığına öğreniyoruz (7 Ekim
1748 – 14 Şevval 1161). Böylece, £sseyyid Abdullah Paşa, kısa sü- ren bir para fedakârlığı yoluyla İstanbul’da ortaya çıkan bir halk hareketinin sebeb olduğu, seleflerinden bir çoğunun başı^ na geldiği gibi, Veziriâzamlık mevkiini tehdid eden kasırganın yönünü değiştirmişti. Geçen temmuz ayının 20’سله£, yersiz yurt- suz takımından serseri bir Kürd Alabalığı, •çıkaracakları kar- gaşahkta Bedestanı yağmalama hayâliyle dükkânların yıkıla- cağı haykırışiyle pâyitahtın sokaklarını dolaşrtuşlardı. Fakat, bu güruhun maksatları, Parmakkapı, Bâyezid ve Mercan’da bu- lunan muhafız birliklerini sür’atle harekete getiren Yeniçeri-: ağası’nın gayretiyle boşa çıkarılmıştı; Yeniçeriağası, muhafız- larla birlikte çarşıdaki dükkân sahiplerini haydutların üzeri- ne saldırtmış, birkaçı öldürülmüş, diğerlerini dağıtmıştı. Veziri- âzam, Şeyhülislâmin da muvafakatini alarak, Rum ve Ermeni- lerin hukukî sorumluluktan uzak bir cesâretle bu kötülük er- babının üzerine varıp öldürebileceklerini ilân ettirdi (38).
‘ Veziriazam Seyyid Abdullah Paşa bu isyancı güruhu, bu
(37) Burada, OsmanlI müverrihlerinin bir Sultanin saltanat dönemini te- bârüz ettiren’ bazı olayları tarihçeler veya tarih düşürmek suretiyle ■؛ < belirtme alışkanlıkları işaret edilmek istenmiştir. Arab, İran ve Türk müverrihleri (tarihçileri) bu alışkanlığı «tarihi» sözüyle ifâde et- inektedirler. Tarih, olayların beraberinde bunların tarihlerini tes- biti ifâde eder. Oysa doğulu tarihçiler tarihin, zamanın ak،ş، içinde odların oluş tarihlerinin kaydıyla görevli olduğuna aldırmazlar. Buل!؛اللممةد millî tarihçileri, Suphi ve izi’de görüldüğü gibi, düzyazı ؛*’ ve kafiyeli nazım karışımı bir ifâde vasıtasiy)e Sultanin dönemin- de geçen olayları anlatırlar. Bunlardan ilki mânل1ق ve zevk sahibi- dlr; İkincisinde bu meziyetlere rastlanmamaktadır.
س) İmparatorluk müverrihi bu meraka değer emirnâmeden bahsetml- yor.
ayaktakımı kalabalığını dağıtmayı başardığı için bir hil’at giy- dirilmek suretiyle mükâfatlandırıldı. Ayaklanmayı bastırmak- ta hizmetleri görülen Sultanbâyezid, Mercan ve Parmakkapı muhafız birlikleri erleri, her birine bin beşyüz kuruş verilerek mükâfatlandırıldılar. Ayrıca, gözcülere (39) beşyüz؛ kargaşa- lığın ilk anlarında dükkânlara yağma edilmiş olan tâcirlere, uğradıkları zararı karşılamaları maksadiyle ikibin beşyüz لط- ruş dağıtıldı. Uzun zamandan beri £rmeniler ve Nikdeh’den is- tanbul’a yerleşmek üzere gelen Rumlar, şehirde yavaş yavaş çarşının sanki tek sahipleriymişler gibi bir durum meydana getirmişlerdi; sırtlaranda küfelerle bu adamların oluşturduğu düzensizliğe, bir de mal .yüklü gemilerin iskelelere gelişleriyle ihtiyaç sahiplerinin kendilerine gerekli nesneleri birinci elden almak imkânsızlığı eklendiğinden, Veziriâzam bu yabancıları memleketlerine dönmek zor unda bırakan bir emirname yayın- ladı.
istanbul’dakinden daha tehlikeli bir başkaldırma Bağdad’da Yeniçeriler arasında patlak vermişti; bu başkaldırma İstanbul’- dakiyle aynı zamana rastlamıştı. Hükümetin ücretlerini öde- meği geriye bırakarak geciktirmesine öfkelenen Yeniçeriler va- li Elhac Ahmed Paşa’yı şehirden kovmuşlar, Sultan’ı birikmiş ücretlerini ödemeğe ve kendilerinin seçtiği Kesriyeli Paşa’mn valiliğini tasdike zorlamışlardı. Bâb-1 Âlî, Bağdad’dan atılan vali Elhac Ahmed Paşa’ya arpalık ünvaniyle İçel sancağını vermek suretiyle uğradığı zaran telâfi yoluna gitti; bu sancağın hâlihazır valisi bulunan eski Veziriâzam Tiryâki Mehmed Pa- şa Musul valiliğine geçti ve o sırada bu eyâletin valisi olan, bo- şalan Basra sancağında Kesriyeli’nin halefi oldu. Bağdad âsi- leı*ine karşı yumuşak davranması Bâb-1 Âlî’yi yeni güçlüklerle karşı karşıya bıraktı; Kesriyeli’nin âsi Yeniçerilerin zorla kabul ettimıek istedikleri valiliği tasdik edilir edilmez, ‘ emî-
ri ve Elhac Ahmed Paşa’nın selefi müteveffa Ahmed Paşa’nın kaymbabası, bu şehrin ve şehre bağlı yerlerin ‘ ko-
cası Süleyman’a vali olarak verilmemesinden duyduğu öfkeyle gelip Bağdad’ı muhasara etti (40). Bağdad’ın imdadına koşmak ve Nâdir şâhın evvelki muhasaralarında topçu kuvvetlerinin
(3؛>) Salma kulu. ‘>
(40) Arap krallarından biri ©lan bu emîr, müteveffa Bağdad valisi Ah- med Paşa’ya kızını verdikten başka, torununu da Paşa’nın kâhyası
büyük ‘ölçüde harabettiği tahkimatı yenilemek hususunda va¬li Kesriyeli’ye yardımda bulunmak üzere Veziriâzam tarafın¬dan Maraş valisine bütün birlikleriyle Bağdad’a gitmesi emri verildi. . . ،
İRAN VE NAPOLİ ELÇİLİKLERİ
• Nâdir şâhın ölümüyle İran tahtı boş kalmış bulunuyordu. Ellerini hükümdarlarının kanma bulaştırmış olan devlet ileri gelenleri, ö sırada çok büyük bir ordu ile Sistan’da bulunan şâ- hm yeğeni Ali-Kuli hanı tahta çıkarmayı uygun gördüler. Ali- Kuli han tahta geçer geçmez, cülûsunu Osmanlı Pâdişâhı’na bil¬dirmek üzere Kermanşahan hanı Abdulkerim’i elçi olarak İs¬tanbul’a gönderdi.
Şâhm elçisi Üsküdar’a vardığında, İmparatorluk mutbağı kâhyası tarafından muhteşem bir ziyafete dâvet edildi ve ziya¬fetten sonra gemiyle İstanbul yakasına geçildi. Orada ikamet¬gâhı olarak barut deposu yakınında bir konağa yerleştirildi. Bir ay sonra Veziriâzam ve Sultan tarafından huzura kabul edil¬di. Veziriâzam tarafından huzura kabul edileceği gün Abdulke- rim han, elçilik mâiyyetinden elli kişi ve çavuşbaşma vekâlet eden Sistowlu mâbeyinci Ali’nin önlerinde yer aldığı elli çavuş ve Karakullukçu Paşası, şehremininin koruyucularının refaka¬tinde,Bâb-ı Âlî’ye gitti (1 Mayıs 1748 – 3 Cemâziyül’evvel 1161). Sultan’ın huzuruna götürül en, elçi, Pâdişâh’a yeni Şâh’m güven mektubunu, Veziriâzam’a da itimadeddevlet (veziriâzam), şa¬hın ve mollabaşmın (şii mezhebinin başı) kardeşleri İbrahim Mirza’mn gönderdiği mektubu sundu. Altı ay süren İstanbul’da¬ki ikametinden sonra Veziriâzam elçiyi son defa huzûruna ka¬bul etti ve kendisinin itimadeddevlet’e, Şeyhülislâm’m mollaba- şıya ve Sultan’ın Şâh’a (41) gönderdiği cevap mektuplarını ken¬disine verdi؛ uğurlarken hediye olarak altmış kese para ihsâ- nında bulundu. Bu üç mektupla Osmanlı devleti Ali-Kuli ham tahta çıkmasından ötürü tebrik ederken, Nâdir şâh döneminde imzalanan, barış anlaşmasının devamı arzusu hususunda da
Süleyman’la evlendirmiştl; Paşa’nın vefâtı üzerine valiliğin Süley- ■ ■■ – man’a verilmemesinden muğber olarak gelip Bağdad’ı muhâsara etti.
(41) Şâh’ın mektubu İzl’de, f. 161’de bulunmaktadır.
teminât verdi. Âdil Şâh (adaletli) ünvâmnı almış olan Ali-Kuli han cömertçe davranışlarıyla Nâdir■ Şâh’ın onüç oğlu veya to¬rununun katledilmelerini unutturmaya çalıştığı sırada, kardeşi Mirza-Ibrahim, bütün gücüyle onu tahtan indirmekten başka bir şey düşünmüyordu. Kısa bir süre sonra düşmanlığı açıkça bir isyân halinde patlak verdi ve bir yandan Oğuzbeğlerin bir kısmı ve Afganlılar, bir yandan da Arslanhan’dan yardım gö¬ren İbrahim, Sultaniye ile Sencan arasında uzanan vâdide kar¬deşiyle taht savaşına girişti. Talih İbrahim’e güldü ve hapse attırdığı kardeşinin gözlerini oydurduktan sonra, bir başına kendisini İran hükümdârı ilân etti. Fakat saltanat süresi sele- fininkinden de kısa oldu. Şâh ünvâmnı aldıktan kısa bir süre sonra, evvelce başlıca müttefiki olan Arslanhan’la aralarına anlaşmazlık girdi. Her iki taraf da silâhlı mücâdeleye başvur¬du. Arslanhan Kazvin’le Tebriz arasında meydana gelen çarpış¬mada tamamiyle mağlûb oldu ve öldürüldü, kardeşi Sarikhan esir edilip Tebriz’de hayatına son verildi. Bu olaylar üzerine, şâh Hüseyin’in kızı ve Riza-Kuli’nin oğlundan dünyaya gelme, Nâdir Şâh’ın veliahd olarak ilân ettiği Şahrûh, Horasan’ın Meş- hed şehrinde ortaya çıkarak taht için mücâdeleye başladı. Bu¬nun üzerine, Afganlı Abdalli aşireti reisi Ahmed Han’ın Kan- dahar hükümdarlığının doğusunu gasbetmesi gibi, Iran împa- ratorlugu’nun batısında bulunan ülkelere zorla elkoymuş bu¬lunan İbrahim, İstanbul’a iki elçi göndermeği düşündü; îstanr bul’a aynı zamanda gönderilecek olan iki elçiden biri Nâdir Şâh’ı ölümünden önce bu görevle İstanbul’a gönderilmiş olan Mustafa handı; Mustafa han o zamandan beri Bağdad’da tutuk¬lu bulunuyordu; diğeri, Mehdi han, kendi sırdaşlarından biriy¬di. Fakat, Bâb-ı Âlî, tahtın iki hak iddia edeninden hangisinin üstün geleceğini bilmediğinden ve tarafsızlığını korumak iste¬diğinden elçilik heyetini kabul etmiyor, bunun aksine bir tu¬tumu, bir süre önce barış anlaşmasının yenilenmiş olması ka¬dar faydasız sayıyordu. Bununla beraber, Veziriâzam, iki elçi¬den her birine Sultan tarafından verilen kıymetli taşlarla süslü birer saatle, birincisine ikibin duka, İkincisine bin duka altını gönderdi؛ Bağdad’daki uzun ikametlerinin masraflarını da öde¬mek cömertliğini gösterdi.
Bâb-ı Âlî, yeni Trablus dayısı Mehmed Paşa’mn elçisini, merhum dayı îbrahiıri Paşa’nın akrabası olmasını da gözönün- de tutarak itinâlı bir şekilde karşıladı. Elçi İstanbul’a Sultan’a,
Veziriazam ve Şeyhülislâm’a, Kızlarağası’na gönderilen hedi- yeleri getiren İsveç gemisiyle gelmişti. Trablus dayısının bedi- yeleri, tersânede hizmet ettirmek üzere zindana gönderilen el-
1 Frenk esirinden, elmas taşlarla süslü bir iğne tutturucusu bu- lunan balıkçılkuşu tüyünden bir sorguçtan, merean teşbihler- den, kaplan ve aslan poşularından, canlı leoparlardan ve zenci hadımlardan oluşuyordu. Sultan, himayesinde bulunan dayının bu hediyelerine İstanbul’da dökülmüş dört, yeni top, diğer parça- lariyle birlikte birkaç obüs topu, bin fersah uzunlukta toplar tutarında y؟lkenlik bez, bin kental ağırlıkta gemi zinciri, aynı ağırlıkta ve aynı mâdeni vasıfta olmak üzere gemi yapımında, 1سه1لسللسم demir ve^ıel؟ suretiyle mukabelede bulundu ،21 Mart 1748 – 21 Rebiul’evvel 116أ).
Hemen hiç aralıksız birbirini takibeden savaşiara rağmen, OsmanlI donanması, hiçbir zaman görülmemiş bir ölçüde gemi ¿ayısı ve sağlamlığı bakımından bir gelişme gösteriyordu. Sö- zünü ettiğimiz dönemce, İstanbul’da Sultan’ın huzurunda ve devlet ileri gelenlerinin hazır bulundukları bir törenle üç gü- verteli iki büyük savaş gemisi denize indirildi; bunlardan bi- rine Nasiribahri, ötekine Nusretnumâ adları kondu. Kapdan-1 deryâ Esseyid Mustafa Paşa, büyük-amiral makamında bırakıl- dı ve Sultan, kendisine bir hil’at giydirmek suretiyle, donan- manın onun kumandası altında kaydetmiş olduğu ilerlemeden duyduğu memnunluğu Adalar denizindeki son gezisindeki mü- ş^hadelerin ışığında belirtti. Sultan’ın müşâhadeleri yerindey- di. Donanma gerçekten önemli bir değerlilik noktasına ulaşmış durumdaydı, ©smanlı riyalası veya üçüncü amiral gemisi, se- feri sırasında, Napoli di Romania önlerinde iki Malta skampa- viası (savaş gemisi) ile karşılaşmıştı. İki Malta savaş gemisi, Damiat’da üç direkli bir kıyı koruma gemisini esir aldıktan sonra, avlarım Goestereiik adası limanına götürmüşlerdi, iki Malta gemisi gece karanlığından yararlanarak küçük Mis adası yakınındaki Karatova limanına gelip sığındılar; fakat, İbrahim, bu bölgelerin muhafazasiyle görevli Stankhio kapdanı, onları buldu. Son derece kanlı bir savaştan sonra, İbrahim iki düş- man gemisini zaptetti; sağ kalan ondokuz Maltalı ellerine esir düştü ve bunlar esir olarak İstanbul zindanına gönderildi (5 Kasım■ – 14 Zilkaade). Stankhio-mevki kumandanı olan bu aynı kapdan,’geçen yıl Değirmenlik (Milo) adası sularında ünlü Mal¬ta korsanlarından Paulo adında birini esir etmiş ve gemisini bütün mürettebatiyle birlikte İstanbul’a götürmüştü; Osmanlı donanması denize açılmak üzere demir aldığı sırada bu Paulor birinci amiral gemisinin serenlerinden birine asıldı.
KIRIM HANI NIN ÖLÜMÜ ‘ i؛ ‘
Azledilen Kalagay (veliahd) Şahin-Giray’ın Polonya’ya ka- çışıyle ortaya çıkan karışıklıklar ve onun Basarabya Bohemien- lerini Kırım için tehdit oluşturan isyan ettirme teşebbüsleri, kendi isteğiyle ülkesine dönmesiyle yatışti. Kırım hanının Bâb-ı Âlî nezdinde şefaati üzerine, Sultan, Şahin-Giray’ı Rodos ada¬sına sürmekle yetindi; daha sonra Khios adasına gidip yerleş¬mesine müsaade etti ve kardeşi Mahmud-Giray’ın Cengiz Han’¬ın ahfadından alınan topraklardan olan Yanbolu’ya çekilmesi iznini verdi. Beş ay sonra, Kırım ham Selim-Giray istiska Chydro- pisi) hastalığından öldü. Kaplan-Giray’m oğlu olan Selim-Giray m boş kalmış olan makamı؛ o sırada emekli olan Devlet-Gi- ray’ın oğlu, eski kalagay Arslan-Giray’a verildi. Büyük-mirâhur Toprak Mehmed Bey, onu’ ilkhan ve han makamına, yâni Cen¬giz Han ailesinin verâset yoluyla intikal eden bütün zamanların makamına yükselten beratı kendisine götürmekle görevlendiril¬di. Bâb-ı Âlî’nin her yeni Kırım hanına vermesi âdet olan bir milyon akçadan başka, Tatarlar üzerindeki hâkimiyetini belir¬ten altı alâmet de iletildi. Bu alâmetler samur kürk, samur kal¬pak, elmas bir tutturucu iğneyle süslü balıkçılkuşu tüyünden çift sorguç, kılıç, yay ve sadaktan oluşuyordu. Sultan’dan gö¬türülen bir Hatt-ı Şerif’de yeni Kırım hanından saraya gelme¬sini başka bir zamana ertelemesi isteniyor ve gecikmeksizin Kırım’a gitmesi bildiriliyordu¡ haseki veya bostancılar ikinci subayı, şeref tahsisatından ayn olarak, yol masrafı olarak bin duka altını verdi.
VEZİRLERİN ATANMA VE DEĞİŞTİRİLMELERİ ,
t
Vezir seviyesindeki bütün atamalar ve valiler arasında mey¬dana gelen değişiklikler I. Mahmud saltanatının bu döneminde bugüne kadar görülmemiş bir yoğunluk ve genişlik göstermiş¬tir ki, biz bunlardan ancak çok önemli olanların üzerinde dura?
OSMANLI TARİHİ ا أل
cağız. Basarabya vé Eflâk hospodarlan, Grégoire Ghika ve Cons- tantin Maurocordato. bu yıl içinde becâyiş oldular, yâni biri di- ğerinin yerini karşılıklı olarak aldılar. Daha önce üç defa Boğ- dan dukalık makamında bulunmuş olan Ghika, ikinci defa Eflak prensi beratı aidi; Maurocordato ise, dört kere Eflak prensliği ma- kamında bulunduktan sonra üçüncü defa Boğdan dukalığının başına geçmiş oldu (27 Temmuz 1748 – 1 Şâban 1ل61ل. Saray he- kimi Mehmed Said bu görevine tekrar başladı; kendisinden ön- ceki saray hekimi Ahmed,’ İstanbul kadılığı makamına yüksel- tilerek, yerini kaybetmekten duyduğu üzüntü bakımından tesel- li edildi. Kıbrıs adası has olarak Veziriâzam’a verildi. Anadolu Beylerbeyi vezir Mehmed vë Karahisar sancakbeyi vezir Süley- liıan Paşa, Sultan’ın kesin emri üzerine ancak arpalık olarak el- lerinde bulundurdukları bu eyâletleri becâyiş ettiler. Kahire’de vali Ragıb Paşa, ortadan kaldırmayı düşündüğü Memlûk bey- leri partisi tarafından makamından uzaklaştırılmıştı. Bu zorba- İlk hareketi, beylerin (42) arazilerine konulan vergilerin alın- ması ve İstanbul’a doğru yola çıkarılması, Mekke^re tohumlar gönderme zamanı yaklaşmış olduğu halde Bâb-ı Âlı (43) tara- fından sükûtla geçiştirildi (44) (3 Eylül ول – 748ل Ramazan ل ل16ل
Birinci Mahmud, Mısır valiliğine ه sırada İçel valisi olan eski Veziriâzam Ahmed Paşa’yî atadı, onun yerine Retimo ku- mandanı Köse Ali Paşa getirildi. Eski Mısır valisi Ragıb Paşa’- ya gelince. Nişancı sıfatiyle kubbe vezirleri arasına katılmak üzere İstanbul’a Çağırıldı. Eski İçel valisi Elhac Ahmed Paşa, ile Kâhyabey veya içişleri Nazırlığında bulunan Numân Paşa’- ya vezirlik pâyesiyle Selânik ve Kavala sancakları arpalık pa- rası nâmiyle verildi (16 Aralık 1748 – 25 Zilhicce ر161ل. Bu san- caklara o zamana kadar sahip olmuş bulunan eski ^apdan-• derya Şehsuvarzâde Mustafa Paşa Cañé valiliğine gönderildi; bu, valilikte bulunan Köprulüzâde Ahmed Paşa ise yeni göre-
(42) 14 Temmuzda, Yeniçeri çavuşu İbrahim ve Arahların kâhyası Rid- ٠ van elbirliğiyle «Paşa partisi»nin hiylesitıi ortaya çıkardılar. Kanlı
bir savaş sonunda Paşa taraftarı • yedi tabur kaçmak zorunda bıra¬kıldı, Paşa tutuklandı ve emin bir yere götürüldü, kâhyası ölüm de¬recesinde yaralandı. M. Chassier’nin. İstanbul’da Fransız tercümanı Dantan’a gönderdiği mektup.
(43) Holvanı Kera. ’
(44) Ğhilat. ‘ •٠ •
vine başlamak üzere Tirhala’ya hareket etti. Evvelki Bağdad valisinin kâhyası ve âsi Arapların elde silâh Bâb-ı Âlî’den bu vilâyete vali yapmasını istedikleri ve ه sırada Adana sancağı- nm başında bulunan Süleyman üç tuğlu Paşa pâyesine yüksel- إه1لآ; fakat, Bağdad’da alacaklılarına borcu olan binsekizyüz kese parayı ödedikten ve vilâyet hâzinesine olan kırksekizbin kuruş zimmet borcundan aklandıktan sonra yeni valilik yeri olan Basra’ya hareket edebildi. Bu arada, Bâb-ı Âlî, Kapucubaşı Abbaszâde Mehmed’i, civardaki Arab kabileleri arasında Ada- na valiliğine atanan hâlihazırdaki vali Abdülcelilzâde yüzünden çıkan karışıklıkları yatıştırmak maksadiyle Basra’ya gönderdi. ,Bağdad’da Kesriyeli Ahmed Paşa Yeniçerileri zaptedemediğin- den azledildi; oysa Kesriyeli, evvelki valinin kâhyası Süleyman’- la gizlice haberleşmekle suçlanan kendi kâhyasının başını Bâb-ı Âlî’ye gö؟dermek suretiyle canla başla görev yaptığının deli- lini de vermişti. Sultan, onun yerine, Musul valiliğinde bulu- nan eski Veziriâzam Tiryâki Mehmed Paşa’yı atadı, Kesriyeli’- ye de yeni bir tâyine kadar sükûnetle beklemesi tavsiyesinde bulundu. Musul valiliğine, Sultan’m kendisine mâlikâne olarak verdiği Aydın’a gitmeyi reddeden eski Rumeli Beylerbeyi Yah- ya Paşa atandı; dola^ısi^le Aydın vergi muhassilliği, mâlikâne tasarrufu da ¿ski Mısır valisi Ragıb Paşa’ya münâsip görüldü.
ŞEYHÜLİSLÂM ESAD, NÂİLÎ VE BIÇAKÇILAR İMAMININ ÖLÜMLERİ
Ragıb Paşa, eski Şeyhülislâm İsmail Efendi’nin oğlu ve es- ki Şeyhülislâm Akmahmudzâde’nin halefi olan Şeyhülislâm Esad Efendi’nin bütün bilgin ulemâ takımını gölgelemesi gibi, bütün vezirler arasında zekâsı ve derin bilgisiyle dikkatleri üzerinde topluyordu (20 Temmuz – 24 Receb). Esad Efendi, Sihahul Ce- vâhir (Mücevherlerin Delili) adlı çok beğenilen, dilbilgisiyle ilgili bir eser bıraktı; ayrıca, dört ünlü medhiye üzerine dört ve altı mısralı!؛ manzum şerh ve tenkit kıt’aları meydana ge- tirdi: Bordet, Hemziyet, Damuatiyet, Mezariyet. Fazlasiyle tak- dir gören iki kaside, bir Bülbünâme veya Ağustos Böceği, Tez- keret Hanendegân veya Şarkıcıların Hâtıraları, bir Türkçe-Arab- ça-Farsça sözlük veya Kelimelerden Seçme, îstanbuFda Lehçe- tul Lugât adiyle basılan kitabı hep onun kaleminden çıkmıştır;
bu arada birkaç Arabça ve Türkçe şiir de yazmıştır (45)£sad Efendi’nin Şeyhülislâmlık makamına atanmasından dört ay önce, Dördüncü Mehmed’in saltanatı döneminde bilgin İstanbul kadısı Mirza Mehmed’in oğlu ve Birinci Mahmud’un saltanatı döneminin başlangıcında en yüksek şeriat makamında bulunan Şeyhülislâm Mehmed Efendi’nin küçük kardeşi yetmiş yaşında¬ki Rumeli Kadıaskeri ve en büyük Türk ilim adamlarından Nâ- ili Ahmed Efendi öldü. Nâilî Ahmed Efendi, Arap tarihçisi İb- nül Cüzzî’nin Hz. Peygamber’in sülâlesinden inenler üzerine yaz¬mış olduğu Kitabülvifâk veya Seçilmiş Asâleti adlı eserini Türk- çeye çevirdi. Vassaf’m Acem dilinde tarihî üslûp şâheseri sayı¬lan İran Tarihi’ne ek olan ve bilgin Reisefendi Ebubekir Şirva- nî’nin ölümü üzerine tamamlanmamış bir halde kalan Arapça lügati tamamladı؛ ayrıca, mutasavvıf Arap şâiri, şeyh İbnül (46) Arabi’nin eserinin tefsirini yaptı؛. OsmanlIların dinî tâlimâtla- ranın esasını oluşturan Birgelî’nin risâlesini altmış nüsha ola¬rak yazdırdı;. bunların otuz nüshası Ayasofya ve; diğerlerini müderrisler (profesör), iki kürsü ve her birinde bu kutsal kitabı okuyacak otuz talebenin bulunacağı iki okul kurduğu Sultan Mehmed (Fâtih) camilerine verdi. O dönemde İstanbul’da ya¬şayan mutasavvıf şeyhlerin en büyüğü, Bıçakçılar İmamı adıy¬la tanınan Abdullah Efendi, iki ay önce ölmüştü (24 Ocak – 23 Muharrem). Cenazesinin götürüldüğü gün, cemâat, Kadılar Çeş¬mesi meydanında, herkes tarafından terkedilmiş ve gece sıçan¬lar tarafından yenmiş hasta bir yabancının karlar üzerinde sahipsiz duran cesediyle karşılaştı. Bıçakçıların dindar lonca¬sı, Hz. Peygamber’in şu: «Yabancı bir ülkede ölen, şehidlerin ölümüyle ölür.» (47) hadisine.uygun bir muamele anlayışı için¬de ölüm duâsı okumak üzere durdu. Ceset, Anadolukavağı ya¬kınındaki mezarlıkta imamın mezarının yanma gömüldü. Bir .süre sonra da sesinin güzelliğiyle meşhur Sultan imamı Hâfız Mustafa vefât etti. Vezirler arasında yerine oğlunun atandığı Çıldır valisi İshak Paşa ve Diyarbekir valisi, Avusturya ve Rus-
(45) Vasıf, s. 179, EsacTın Şeyhülislâmlık makamına gelişini bir tarih¬çeyle kutladı. ,
(46) I ve II. cilddeki eserlerinin listesine bakınız. Nâilî’nin bu eseri El- canib el garbi fi halli müşkilâti İbn’ül-Arabi. İzi, f. 160.
<47) Men mâte gariben fekad şehiden, İzi, f. 152.
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 8
ya’ya karşı son savaşta Azak kalesinin, zaptında ve Krozka mu- harebesinde temayüz eden eski Veziriazam Haşan Paşa’nın ölüm- leri karşısında bütün İmparatorluk üzüntü duydu. Haşan Pa- şa’dan boşalan valiliğe Musul valisi Yahya Paşa atandı; Maraş valisi İbrahim Paşa onun yerini aldı, Kesriyeli Ahmed Paşa- ya gelince/ o da İbrahim Paşa’nm yerine Maraş’a atandı.
TABİAT OLAYLARI
Onbeş günden az bir fasılayla Temmuz ve Ağustos ayların- da iki kere güneşin ve ayın (48) tutulması ilminücumcular (yıl- dızbilim) üzerinde güneşin, ayın ve Merkür’ün terazi burcunda buluşmaları kadar bir tesir uyandırmadı. Bu buluşmayı ele ala- rak kasırga ve sürekli yağmurlar geleceği şeklinde bir kehâne- tin dayanağı yaptılar. Gerçekten de bir kasırga ve onu takibe- den tufân misâli yağmurlar, Boğaziçi’nin güzel vâdilerini su- ya boğdu ve Haliç üzerindeki köprüyü sel aldı (24 Eyüil 114Ö- 1 Şevval 1161).
KESRİYELİ, PİRÎZÂDE VE REİSEFENDİ MUSTAFA’NIN ÖLÜMÜ
Müteakib yılın ilkbahar gündönümü fırtınaları bir evvelki sonbahar gündönümü fırtınalarıyla şiddet bakımından eşitlik gösterdi. Bol kar yağdı ve rüzgâr dev misâli ağaçlan kökünden söktü, evlerin ve kulelerin damlarını uçurdu. Tabiat unsurla- nnın bu şiddet hali, genellikle önemli kişilerin ölüm işaretleri olarak yorumlandı. Gerçekten de, bu yıl, evvelki yıl olduğu gi- bi, devletin en ileri saflarında ve âlimler zümresinden altı kişi- nin mezarlarına konulmaları olayını yaşadı. Kendisi tarafından Kasımpaşa’da yaptırılan Uşâkî mescidi hadiresinde yatan Kâh- yabey Yusııf’dan başka, aynı makamda yerini alan Abdi Paşa; son görevi Bosna valiliği olan eski Veziriâzam Muhsinzâde Ab- dullah Paşa ve son olarak da imparatorluk müverrihinin âhi- rete intikal edenler abasına kaydetmiş olacağı Kesriyeli lâkabı- nı taşıyan Kastoria doğumlu vezir Ahmed Paşa kaybedilenler cetvelinde yer almışlardı. Bu devlet adamı, Kesriyeli Ahmed,
48) Güneş tutulması 25 Temmuz 1748’de (29 Receb 1161), ay tutulması) .üldü،؟İse 9 Ağustos 1748 (14 Şâban 1161) tarihlerinde gö
OSMANLI ,TARİHİ 115
çok genç yaşda iken, Surre kafilesini Mekke’ye götürmekle gö- revlendirilen (49) bir akrabasının yanında kutsal şehre gitmiş- ti; daha sonra, şehrin su yollarının tamiri ve kudretli Kızlar• ağası Beşir’in, Medine’de, Hz. Peygamber’in kabri yakınında temelini attırdığı bir caminin yapımını idare etmek؛ üzere, İran elçisi Abdülbâki hanın İstanbul’a geldiği dönemde Mekke’ye gönderilmişti. Bu yapı işlerini başarıyla idâre etmiş olması, ken- dişine Devlet Kayıd işleri Birinci Dâiresi’nin başkanlığına tâyin edilmesi imkânını kazandırmıştı ve tabii bu imkâna Kızlarağa- sının yüksek teveccühünü kazanmak da eklenmişti. Bu’olup bi- tenler Veziriâzam’m kıskançlık’ damarlarını kabarttığından, Kes-‘ riy’eii’yi defterdar olarak ‘ Erzurum ordugâhına gündermek su- retiyle‘ sarayın gözü önünden uzaklaştırdı. Iran Şahı’nın barış , tekliflerimi serdâr Paşa’dan izin almaksızın İstanbul’a götürmek istediğinden Samsun’da.tutuklandı. Istanbul a çağırıldığı dönem- de vezirliğe yükseltildi ve olağanüstü yenili elçi olarak Iran Şâhı nezdine gönderildi; sonra da Bağdad valiliğine atandı. Ni-‘ hàyet, yeni atandığı Maraş valiliği görevine başlamak üzere hazırlandığı sırada vefâtetti (Mayısi.749 – Cemâziyül’âhir 1162) Kesriyeli birçok, vakıf eserleri ve haik yararına! gerçekleştirdiği yapılarla, adını, gelecek^ nesillere, intikai ettirmek bahtiyarlığı-* na erişti; masraflını kendi cebinden karşılayarak Kuruçeşme Câmii’ni yeniden inşa etti; Kasımpaşa’da taş, bir çeşme yaptır- dı, Şeyh Murad dervişleri tekkesini, Eyübsultan yakınında, Ni- şancılar’da dikkate değer bir ’,yapi uslûbuna sahip bu binayı genişletti ve doğum yeri Kastoria’da pek çok vakıf eserler yap- tirdi. Ölümü büyük kayıb sayılabilecek şahsiyetlerden biri de Şeyhülislâm Pirîzâde idi. Devrinin eiı unlü‘OsmanlI؛âlimlerin- den biri olan Pirîzâde, gençliğinde, şâir Tahir Ve Islıak-Hocası lâkabiyle anılan şâir Ahmed’den, talihin üstün bir lutfüyla, ders’ almak imkânını bulmuştu; daha sonra, Veziriazam Daltaban ve؟ Rami Paşaların imamı oldu; nihayet bütün müderrislik derece-؛ leriîıi geçerek Sultan İmamı mertebesine yükseldi; bu makamda؛ bulunanlara, siyası işlerdeki tesirleri dolayısiyle Sultan’ın âlimi’ de demliyordu.!Pirîzade،de tiütün gücüyle imparatoriçe Marie- Thérèse zamanında Avusturya siyasetini’ destekliyordu/ Birinci. Mahmud’ onu Şeyhülisiamlık görevlerinden uzaklaştırdığında,
(49) Saraydan ‘ kutsal şehre gönderilen hediyeleri taşıyan ‘”kafile veya kervan. Surre yola çıkmadan İstanbul’da tören yapılırdı.. (Ç.N.)
Mekke’ye giderek hac farizasını yerine getirme teşebbüsüne girişti؛ hac dönüşünde birkaç zaman Gelibolu’da oturdu. Bura¬dan Rodosto’ya gitti ve orada dünya günleri tamam oldu (25 Haziran – 9 Receb). İncelemelerinin konusunu oluşturan eserler üzerinde birkaç bin yorum ve müşâhade kaleme almış olan Eirîzâde, Arapların Montesquieu’su denilen İbn Haldun’un «Mu- kaddemât» (50) adlı eserini Türk diline kazandırmak suretiyle adını ebedileştirdi.
Bu yıl içinde ölüm, yetmişinden fazla yaşda olan emirler reisi Bolevîzâde Esseyid Mehmed Said’i de alıp götürdü. Sul¬tan, merhuma halef olmak üzere Kudüs kadılığı makamında bulunan Esseyid Mehmed Said’i seçti ve kendisi İstanbul’a da¬vet edildi. Mekke kadısı ve Anadolu’da doğduğu yer olan Ka- zabad’ı işaret eden lâkabiyle Elhac Ahmed Kazabadı, arkasında Dilbilgisinin Dört Mukaddimesi (Mukaddemat-ı Erbaa) ve da¬ha birçok eserle ikinci bir Serhasî ve ikinci bir İbn Hacr olmak şöhretlerini bırakarak vefât etti. Fakat, bu devirde Osmanlı împaratorluğu’nun kaybından en fazla elem duyduğu Reis¬efendi Elhac Mustafa’nın ölümü oldu. Hicri 1100 yılında Kas¬tamonu yakınındaki Goel’de doğan merhum, Türkler, Araplar ve İranlılar arasında yaygın bulunan bir asrın başında doğa¬caklar arasında aynı asrın olaylarına büyük ölçüde hâkim ola¬cak birinin mutlaka bulunduğu yolundaki inançların kuvvet¬lenmesine hizmet etti. İstanbul’da tavukcubaşı veya pazarda kümes hayvanlan başsatıcısı olan birinin kızıyla evlendi; ka¬yınpederi ölünce onun işinin devam ettiricisi durumuna geçti ve bu işe devam ederken fazlasiyle ilgi duyduğu ilim ve araş¬tırmalara daha çok kendini verdi. Gecesini gündüzüne katma¬sı ve sebatı sayesinde kısa zamanda döneminin ilim adamlan arasında adı anılır oldu ve Üçüncü Ahmed’in tahtını kaybet¬mesi sonucunu getiren ihtilâlden sonra halefi Birinci Mahmud, onu ikinci defterdâr payesine yükselterek, tahta çıkışını Avus¬turya hükümetine bildirmekle görevlendirdi; böylece olağanüs¬tü yetkili murahhas durumunda bulunuyordu. Elhac Mustafa, Viyana’da ikameti sırasında, Avrupa hükümetlerinin siyaset¬leri üzerinde tam bir bilgi edinmek hususunda hiçbir fırsatı
<50) Frenkçesi «Prol6gomâne» olan kelime, eser veya eserlerin içinde kul¬lanılan terimlerin veya eserin açıklanması için yazılmış önsöz an¬lamına gelmektedir. (Ç.N.)
OSMANLI TARİHÎ 117
kaçırmadı؛ zâten bu siyaset üzerinde o. andan itibaren kendisi çok büyük ölçüde tesir sahibi olacaktı. Avusturya’dan dönü¬şünde beylikçi veya reis vekili olarak Babadağı ordugâhında Reisefendi İsmail’e refakat etti. Birkaç zaman sonra Reisefendi makamına getirildi, ve olağanüstü yetkili murahhas olarak Ni- emirow Barış Kongresi’ne gönderildi. Krozka savaşından sonra, Veziriazamla birlikte meşhur Belgrad barış anlaşmasını imza¬ladı. Anlaşmada bazı ifâdelerin Avusturya’nın ısrarlı talebleri üzerine değiştirilmesi ve bir yıl sonra bir ek anlaşma imzalan¬ması zorunluğu duyulması Suitan’m Bâb-ı Âli tercümanının ba¬şının vurulmasını emretmesine ve Reisefendi Mustafa’nın gö¬revlerinden azline sebeb oldu. Bu gözden düşme, Tavukçu Mus¬tafa’nın Mekke’ye gitme teşebbüsünde ağır bastı. Reisefendi ma¬kamında yerini alan Ragıb Paşa vali olarak Mısır’a gönderildi¬ğinde, Tavukçu Mustafa ikinci defa olarak Osmanlı İmparator- luğu’nun bu en etkili makamımn başına getirildi. Bu yeni ne¬zâreti sırasında tahribatı bütün Avrupa’ya yayılan savaşa son vermek hususunda Osmanlı devletinin aracılığını hıristiyan dev¬letlere teklif eden o oldu; yine onun tavsiyesi üzerine, Bâb-ı Âlî, İstanbul’daki yabancı devlet elçilerine İngiltere ile Fransa arasındaki savaşda Osmanlı denizlerinin tarafsızlığım bildiren birer muhtıra verdi. Tavukçu Mustafa, İsveç, Napoli ve Toskan ile müzâkerelerde bulunup bunlarla dostluk ve ticaret anlaş¬maları imzaladı. Fransa ile eski imtiyazlar anlaşmalarını yeni¬ledi; Rusya ve Avusturya ile ebedî (sürekli) barış anlaşmaları yapıp bunların yürürlüğe girmelerini sağladı. Görevinden ikin¬ci defa azledilince. Edirne’de kesin inzivaya çekildi ve İstanbul’a ancak Devlet Ruznâme Birinci Dâiresi Reisi olarak nâdiren gel¬di. Birkaç ay sonra, Boğaziçi’nde Avrupa yakasında Kialar mev¬kiinde bulunan yazlık köşkünde öldü il Eylül 1749 – 18 Ramazan 1162). Her şeyi kavrayıcı bir zekâya ve olağanüstü bir hafızaya, son derece tabii ve zarif bir hitabet kaabiliyetine sahipti. Dâ¬ima kendine hâkimdi ve hiçbir zaman ince bir alay veya nük¬tenin ağırlığından hiçbir şey kaybettirmediği asil bir ciddiyetin temsilcisiydi. Bu tabii üstünlüklere, iyi yetişmiş bütün Osman¬lIların sahip bulundukları mükemmel Türkçe, Arapça ve Fars« ça dil bilgisini de katmıştı. Nesir yazarı ve şâir olarak ilim adam¬larının toplantılarından hoşlanıyor, dillerini son derece pürüz¬süz konuşmasiyle Araplar üzerinde hayranlık uyandırıyordu. Sevimli ve lutûfkârdı, gönüllerde yer almasını bildiği kadar ah-
inakça gururun her türlüsünden de alabildiğine uzaktı. Fakat paraya karşı son derece açgözlüydü. Yabancı devletlerle yaptı- ğı müzâkereler Vesilesiyle zengin hediyeler elde etmişti. Pirîzâ- de’nin söylediği gibi, gerçekten Avrupa devletlerini aylığa bağ- lamış idiyse de, aldığı büyük meblağları çömleğe koyup topra- ğa gömmüyor, lükse ve sefahate harcamıyor; fakat bu paralan halka yararlı yapı işlerinde,’ hayr için oluşturulmuş vakıflar kurmakta, ©smanlı medeniyetini hırlstlyan parasiyle geliştir- mek ve savunmakta kullamyordu. Bağdad’da bir cami ve bir medrese yaptırdı؛ Kastamonu yakınındaki Goel ve Fervaç’da bir okul ve bir medrese kurdu; İstanbul, Mekke ve Medine,’ birçok çeşme ve okullarını ona borçludurlar:، özellikle Mekke şehri; Reisefendi Mustafa’dan para olarak her yıl belirli bir bağış al- maktaydı (51). ء
BEDEVİLER ARASINDA ABDULVEHHAB TARAFINDAN : GERÇEKLEŞTİRİLEN İSLÂMİYET’TE REFORM HAREKETİ
Hıristiyanlık çağının onsekizinci asrı yalnız Avrupa’da de- ğil,Asya’da da yeni reformlar filizlendirdi. Gerçekte, OsmanlI im- paratorluğu’nun siyasi müesseselerlnde uygulanacak olan re- formlar ancak bu asrın sonunda gün ışığına çıktılar. Bununla beraber, hatta asnn ilk yarısı sona ermeden önce, Hz. Peygam- ber’in vatanı ve islâmiyetln beşiği olan Arabistan, Bedevilerin yeni havarisi Abdulvehhab’ın yeni doktriniyle temâsa geldi, ün- İÜ Alman gezgini Niebuhr’un (52) Abdulvehhab’ı ‘Avrupa’ya tanıtmasından ■yirmi yıl önce OsmanlI tarihi, üzerinde fazla durmadan, bu tarikatçıdan, onun hakdan sapıcı ve ihtilâlci dok- trininden bahsediyordu. Ancak ondokuzuneu asrın başlangıcın- da bir başka ünlü Alman gezgini Burkhardt (53), Niebuhr’un bize bu ,tarikata dair, aktardığı noksan bilgileri düzeltti. Ara- bista^ ve Suriye çöllerindeki uzun gezisi sırasında kılı kırk ya-
(51) Biyografisi İzi’de, s. 108 ve 109 ve Resmî’nin Reisefendiier Biyogra- fileri’nde -LXV. olarak-• bulunmaktadır. Damadı Bekir Efendi, mi¬rasçısı olarak hapsedildi ve ancakjikiyiizelli kese tutarında para öde¬dikten sonra bırakıldı.
(52) Niebuhr, Description de L’Arabie (Arabistan’ın Tasviri), 1779, II¿
(53) .Burkhardt, Notes on the Bedouins and Wahabis (Bedeviler ve Va-
hâttler Üzerine Notlar), Londra, 1830. . ؛ r ؛ ■ , ranf bir titizlikle tuttuğu günlüğü sayesinde, bu konuda Türk tarihçilerin sürdürdüğü sessizlik bizi hiç hayıflandırmamakta- dır. Böylece, burada Bedevilerin tarihî ve İslâmın reformcusu Abdulvehhab hakkında vereceğimiz özette o bize rehberlik hiz¬metinde bulunacaktır.
Hürriyet çöllerde tam mânâsiyle yaygındır ve kurak Ara¬bistan ovalarının oğullan olan Bedeviler, geride kalan asırlara olduğu gibi, günümüze de bu hürriyetin geleneklerinin, ilkel karakterinin; binlerce yıldanberi değişmeden kalmış kötülük ve faziletlerinin mührünü taşırlar. Aç, arzulann yiyip bitirdiği, ya¬lancı, sun’i bütün bu münasebetleri, insandan insana hile ida¬re eder؛ bununla beraber, merd, cömerd, yumuşak mizaçlı ve her türlü hayâlin üstünde misafirsever ve en zâlim düşmanına karşı sözüne sadık olan Arap, Osmanlı karşısında birçok üs¬tünlüğüyle seçkinleşir. Arap, bütün bu iyi vasıflarına perhiz- kârlığı, kanaat etmeyi, hitâbet kaabiliyetini, ateşli ve şâirâne bir muhayyileyi de ekler, candan ve sirayet edici bir neş’eyi de ekler. Şerefinin ve hareminin ateşli savunucusudur. Namusuna sürülen lekeyi kanla temizler ve akrabalarının intikamını al¬mak gerektiğinde kan akıtmak için yanıp tutuşur (Ateşe karşı ateş; fakat utanç verici hareket aslâ! İntikama karşı intikam; fakat şerefsizlik aslâ!) (54). Günümüzde de, kendi şerefi ve ka- dınlannın şerefi için çarpışan Bedevinin savaş çığlığı budur. Bu¬nunla beraber, Bedevî, misafirsever olduğu kadar kan dökücü, asîl olduğu kadar zâlimdir. Rivâyetlerin, Hatim Tai’nin misa- firseverliği; merd ve kararlı mızrakçı Maadi Kerb’in değeri; sü¬variler babası Antar’a izâfe ettikleri şâirâne tuluât kaabiliyeti üzerine anlattıklannm hepsi, günümüzde sayısız örnekler ta¬rafından doğrulanmaktadır. Akşam olunca, Bedeviler hikâyeler dihlemek veya mehtapta açık havada şarkı söylemek üzere toplanırlar (55). İki cinsiyetten de gençler gruplar hâlinde top¬lanırlar, birinci şarkıcı tarafından söylenen ilk mısraı koro hâ¬linde tekrar ederler ve el çırparak şarkıya katılırlar؛ yüzlerine de buna göre bir ifâde verirler. İki veya üç genç kız, yüzleri örtülü olarak ve oynayarak gelenek veya hicâbın kendilerine adlarile hitâbdan menettiği delikanlılar korosunun önüiıe gelir-
(54) En-naar en-naar ve lâ el âr, et-thar et-thar ve lâ el âr!
(55) Musâmeret.
ler. Gece şarkısının (56) melodisi savaş meydanında söylenenin aynıdır C57). Neşeli durumlarda kadınların «lu, lu» di^e hay- kınşlan, yalnız bu ses, çölün büyülü sessizliğini bozar (58); aşi- retten birinin ölümünde, ağıtçı kadınların şikâyet çığlıkları ora- da hazır bulunan segahı titretir. Arabın ev olarak sadece bir çadırı vardır; eşyası bir deve eyerinden, bir su tulumundan ve üç ayaklı bir tencereden oluşur; giysi olarak bir gömlek ve çizgileri yabaneşeğininkini andıran bir hırka (aba) ile yetinir. En büyük lüksü silâhlarında görülür: Bunlar kılıç, miğfer, ok ve zırhtan oluşur; sadece birkaç aşiret ateşli silâh kullanır. Deve sütü, ekmek, tereyağı, hurma ve çöl mantarıyla beslenir. Deve ve beş asil cinsi olan at başlıca servetini teşkil eder. Filozof Fisagoras’m kutsal saydığı beş rakamı başlıca dini ve siyasi müesseselerinde de bulunur. Dökülen kanın intikamını almak gameti beşinci kuşağa kadar intikal eder. Savunma ve boyun eğme hak ve fiilleri de beş rakamlıdır; elin beş parmağı Üstün hakkın işaretidir. Şeyh, yâni ihtiyar, Aksakallı (sakalının ren- ginden ötürü böyle-denir), aşiretin reisi ve idarenin başıdır; Akid, yâni savaş zamanında aşiretin kumandanı, otoritesi ve etkisiyle şeyhin kudretine karşı bir ,denge oluşturur; Kadı veya hâkim, ihtilâftı meseleleri hükme bağlar, şeriata uygun hüküm- leri kutsaldır¡ Vassi, yâni vasi veya patron, yalnız başkalarının menfaatlerini ,kollamak ve çocukların terbiyeleriyle alâkalan- makla kalmaz, fakat zayıflar tarafından kendilerini kuvvetliye karşı korumak için seçilmiştir; nihayet «dakhll» gelir ki, bu da hayatının ve servetinin korunması için bir başkasının himaye- sine sığınmış kimse demektir. Hırsızların ve eşkıyanın, kendi- lerini esir tutanlardan gerek onlarla ekmek ve tuz yiyerek, ge- rekse giysilerine dokunmak suretiyle kendilerini koruma hakkı elde etmelerine mâni olmak için, bunlan kazılmış bir çukurda muhafaza etmek âdettir; bununla beraber eğer bir suçlu serbest bir kişinin yüzüne tükürmeyi başarırsa, ondan kendisini himâ- ye etmesini istemeğe hak kazanır ve yüzüne tükürülen kişi hür- riyetini elde etmesi hususunda ona yardımcı olmak zorundadır.
(56) Esâmir. Süvariler geliyor, ob Dleba; süvariler geliyor, hırsızlar (d،e- be); süvariler geliyor هها،’ههه1ه, ob aşk؛
(57) Hadu. s. 424. Ey ،؛lüm, bizim üzerimizdeki kanununu ertele kİ lnti- kamımızı almış olalım. Sen çıplak başlı kuş, sen atmaca, sen ak- baba, l^an eti^ açsamz savaşçı saflarına katılın-
(58) Burkhardt buna «tagralb» demektedir kİ, genellikle «tehlil» denir.
Hırsıza harami denir ve bu da Bedevilere dokunulması haram olarak bildirilen leşe, kana ve domuza dokunmakla aynı mâ- nâya gelir. Günde beş vakit namaz kılmak, oruca ve kurban bayramı emirlerine uymak Bedevilere evvelce emredilen ve Ab- dulvehhab’ın reformlarına kadar yerine getirilen vecibelerdi.
.BU MEZHEB ADAMININ DOKTRİNİ
Büyük Temim aşiretinin kollarından biri olan Vehhabî aşi- retinden çıkan ve adı «herşeyi. düzenleyenin kulu»■ mânâsına ge- len A.bdulvehhab islâmiyetin Calvin’idir. Galvin’in hıristiyanlığı ilk saflığına götürmek istemesi gibi (59), Abdulvehhab da, Hz.
(S9)Calvin (Jean), asıl adıCauvin (Noyon, Picardie 1509-Cenevre 1564). Babası Noyon başpiskoposluğunda görevliydi. Calvin 1523’de Paris’e gitti ve orada dilbilgisi, mantık, felsefe okudu. Daha sonra ©rleans ve Bourges’da hukük tahsil etti, ünlü dil biiglni. Alciati Ciovan Paoio’- ■ nun yanında çalışarak ondan yararlandı; Yunanca ve Ibrânice öğren- di. Luther’cllerle temas kurdu ve Luther’ci oldu. Paris’e yerleşti. 1530’- da filozof Senecca’nın eserini yorumladı ve bu. filozofun ekolü olan Stoacılıkla İncil arasındaki münasebetleri araştırdı. Bu arada Bude ve Nicolas Cop gibi yenilik tarafdarlarıyla dostluk kurdu. Fransa kra- lı Birinci Frariçois’ya ithaf ettiği Calvin’ciliği içine alan «Hıristiyan- lığın Dinî öğretimi» adlı eserini yayınladı, önce Lâtince olarak ya- yınlanan kitabını daha sonra Frans،zcaya çevirdi ve ilk baskısı 1536’- da Basei’de yayınlanan eser birkaç baskı yaptı. Bu eseriyle ünlü Fran- sız yazarları arasına girdi. Âdem’in hatâsı yüzünden günahkâr sayı- lan insanoğlu ile Tanrı arasında tek arac،n،n Isâ olduğunu söyledi; ins^ın yaptığı iyiliklerle değil, ‘ancak Tanrı’nın lûtfu ile temize çıkabileceğini ‘ileri sürdü. Tanrı’nın sevdiği kullar önceden seçti- ٤ gini ileri süren görüş bu kitaba dayanır. Cenevre’de Belediye Mecli- si’nin karariyie ,kitabında belirttiği görüşleri uygulamak imkânını buldu. Kitabında bahsi geçen d؛ni öğretimin başında• halkın seçim yoluyla görev verdiği rahipler bulunuyordu, öğretim grup toplantı- lan halinde yapılıyordu ye halk, öğretimin başında kendi seçtiği ki- şiler bulunduğu için rağbet gösteriyordu. Luther’ciierin de gayret- leriyle, Calvin’in dini: öğretim tarzı giderek yaygınlaşmak istidâdı gösterdi. Böylece, Calvin’in öğretim tarzı özellikle kuzey ve güney- batı Avrupa’da yaygınlaştı. Kitabının yayınlanmasiyle Engizisyon’un uyguladığı takib büsbütün artmıştı. Dinî öğretimin yaygınlaşması ise papaz kılıklı zebâniler elindeki bu işkence müessesesini gazaba getirmekte gecikmedi. Ne var ki, Calvin en azından ömrünün yarısı- m bu takip ve gazaptan kaçmakla geçirmiş ve korunma usûllerini iyi- ce geliştirmişti. Bunun için Engizisyon, nazârî suçlamalar dışında ona bir şey yapamadı, Fakat, şehirden şehire seyahatte bile temkinli dav-
Peygamber’in emirlerini ilk saflığı ile yeniden tesis etmek ve Müslümanlarda sönmüş olan sofuluğu yeniden alevlendirmek teşebbüsüne kalkıştı. Uzun uzun şeriat incelemeleri ve uzak yolculuklar yaparak bu teşebbüse hazırlanan Abdulvehhab, ye¬ni mezhebinin akidelerini (dogma) yayınlamak suretiyle reform hareketini başlattı. İslâmiyetin ana kaidelerine o kadar az kar¬şıydı ki, ne Mısır, ne de Suriyeli dinî hukuk âlimleri bu mez¬hebi mahkûm etmek cesaretini gösterdiler. Bu son derecĞ tehli¬keli, yenilik getiricilik işine başladığı andan itibaren, aslında Anzesler aşiretinin bir bölümünü oluşturan ve Vuldi Ali aşire¬tinin bir kolu olan Mesalih aşiretinden Muhammed İbn Suud’- dan destek gördü. O, herkesten evvel, Dariye’de yeni mezhebi bağrına basan ilk kişi oldu. Abdulvehhab’m kızıyla evli oldu¬ğundan kayınpederinin mezhebinin taraftarlarını siyasî bir züm¬re olarak kaynaştırdı, ve Vehhabîler hükümetini kurdu. Bu¬nun neticesi olarak, siyasî şef, dinî şefle birleşti; aslında işler mezhebin kurucusu Abdulvehhab ile Muhammed İbn Suûd ara¬sında taksim edilmişti ve Suûd’un oğlu Aziz ile torunu Suûd, babalarının verdiği misâle uyarak, yeni mezhebi Arabistan’da yaymaya, ellerinde kılıç, evvelce Peygamber’in yaptığı gibi, re¬formu kabul etmeyenleri ortadan kaldırmaya devam ettiler.
Abdulvehhab, Hz. Peygamber’e abartmalı saygı öğretimi ve özellikle halkın evliyâlara gösterdiği ibâdet derecesindeki bağ¬lılığa karşı şiddetli bir mücâdele açtı (60). Bunların mezarları Abdulvehhab taraftarlarının öfkelerinin hedef noktası haline geldi. Taraftarlar, bu öfkelerini Hz. Muhammed ile torunlarının saygıdeğer mezarlarına varıncaya kadar sirâyet ettirmekten ge¬ri kalmadılar. Kur’an’da emredilen zekât ve sadakalar, isrâfı yasaklayıcı hükümler, ispirtolu içkiler yasağı, kadılara emredi¬len dürüstlük ve ilk Müslümanların seçkinliği olan cihad anla-
ranmak zorunluluğu hayli sıkıcı olduğundan, görüşlerini daha tesirli bir şekilde yaymak için bu■ seyahatleri kısıtlamak, sonunda büsbü¬tün vazgeçmek gerekti. Eğer bu kısıtlamalar ve sonunda vazgeçmeler olmasaydı, savunduğu Luther’ciliği daha da yaygınlaştırmak imkânı bulacağı ve katolik kilisesini daha fazla zayıf düşüreceği şüphesizdi. Ömrünün son yıllarını eserini olgunlaştırma yolunda kullandı. Çok iyi bir öğrenim gördüğü için uslûb ve düşünce yapısında bir sağ¬lamlık göze çarpmaktadır. (Ç.N.)
(60) İslâm dininde görülen evliyalar, katolik kilisesinin azizlerine göste¬rilen saygıyı görmüşlerdir ve bunlara birtakım mucizeler Jzâfe^edil- miştir. Burkhardt, s. 280. “،
yışına kadar her şey yeniden yorumlanmış, bunların b©ş ol- duklarına hükmedilmişti. Peygamberin bu ilk kanunlarının hi- çe sayılmasıyla birlikte, Abdulvehhab, Peygamber tarafmdan mahkûm edilen bütün • zevklere, ’ (61) şarap, tütün ve es- rar gibi sarhoş edici maddelerin; nihayet teşbihin kullanılması- na şiddetle karşı çıktı. Muhammed ibn Suûd, bütün Arabistan’- da yeni mezhebin ruhani ve cismânî lideri oldu. Muhammed ibn Suûd,’ Mekke’nin ele geçirilmesi sırasında yayınladığı Vehhabî ilmühalinde, islâmiyeti en basit unsurlariyle, yeni dinin yapı- sının bir bölümü olarak gösterdi. Bütün kurtuluş ilmi üç mad- dede toplanmaktadır: Allah bilgisi (62), dinî ilkeler bilgisi, Pey- gamber’in koyduğu ilkeler bilgisi. Her şeye kaadir, ibâdet edil- mesi gereken bir tek Allah vardır. Dinin ilkeleri de sayıca üç- tür: ‘ ؛ ‘ ‘ أ
İslâmiyet, yâni Allah’ın irâdesine tam teslimiyet, imân ve hayırlı işler. İslâmiyet beş maddeye bölünüyor: I. imân bilgisi: Yalnız bir Allah bardır ve O’nun Peygamberi Hz. Muhammed’- dir; II. Günde beş vakit namaz kılmak; III. Toplam serveti
oranında emredilen zekâtı vermek: IV. Ramazan ayın- da؛ oruca saygılı olup edâ etmek; V. Hayatında bir kere Me^- ke’de hacca gitmek, iman bilgisi, aşağıdaki altı imân maddesini içine almaktadır: I. Allah’a imân; II. Meleklere imân; III. Kur’- an’a imâri; IV. Peygamber’e imân; V. Onun vasıflarına imân ve VI. Kıyamet gününe^ (rûz-u cezâ) inanmak. Hayırlı işler şu tek emirde toplanmaktadır: Onu görüyormuşsun gibi Allah’a ibâ-
(61) Hammer, birkaç sayfa önce fıtrî ve kisbi, yâni doğuştan gelme ve sonradan kazanılan meziyetler, ahlâkî vasıflar ve savaşçılık konu- , larında.Türklerle Arapları kıyaslayıp Arapları Türklere kıyasla üs- tün ve seçkin bir soy olarak gösterirken yaptığı hatâ gibi, burada da ahlâk dışı zevkler konusunda Türkleri bunlara bilhassa tutkun göstermek suçu işlemektedir. Bir kere Anadolu eyâletlerinde, yâni Türklerin çoğullukta olduğu yerlerde onlar ahlâkî sağlamlığa örnek bir hayat sürmüşlerdir. Suçların en fazla görüldüğü İstanbul’da ise şehrin kozmopolit nüfus yapısı Hammer tarafından gözardı edil- mektedir. En fazla suç işlenen IV. Murad’m saltanatının ilk döne- ,؛ minde suçluların çoğunluğunu özellikle Rum azmhk ve devşirme Yeniçeriler oluşturmaktadır. Bu husus Karakullukçu defterlerinde belirtilmiştir. (Ç.N.)
<62) Allah, bilgisinin tasavvuf ve ilâhiyatta tam karşılığı «Mâarifetullah»- . -.٣-dır. Çünkü bu deyimde «Allah’ı tanımak ve Allah’ı bilmekten» ayn olarak, şartlan^ birlikte bir Allah bilgisi ifâde edilmektedir. (Ç.N.)
det et, zira, sen onu göremesen de, iyi bil ki o seni görür. Pey- gamber bilgisi yeni mezhebin en önemli bölümünü ©lu^urmak- tadır, çünkü bu bilgi Peygamberi mevzu olarak alan abartmalı saygının kötüye kullanılmasını ortadan daldırmaktadır. Bu bil- gi şöyle diyor: Abdullah’ın oğlu Muhammed, Peygamber, bir tek halka değil, bütün halklara Allah’ tarafından gönderilmiş fâni bir insandır (ölümlü bir insandır). Eğer seninki değilse, hiçbir din gerçek olarak mütalea edilemez؛ ondan sonra hiçbir gygamber ،gelmeyecektir, zira o, peygamberler zincirinin son halkasını vücuda getirdi. Bu doğmaların (doğme) hiçbirinde aslından sapmış bir ilke görülmemektedir; aksine İslâmiyet, bu anlayış içinde aslındaki saflık, katkısızlık .içinde görülmektedir, Abdülvehhab’ın mezhebinin gayesi de buydu. Yazık ki, islâmi- yet geçirmiş olduğu bu saflaştırma ameliyesine rağmen, o mü- samahâsızlıkdan (63) ve taassubdan kurtulup bu engelleri aşa- madı. Peygamberi hak Peygamber olarak tanımak, her müslü-, man için günde beş vakit namaz mecburiyeti, zekât vermek, oruca riâyet etmek, hac için Mekke’ye gitmek, bunlar Abdul- vehhab’ın reformunda yer alan Kur’an’a, meleklere ve Peygam- ber’e inanmak kadar esaslı dini kaideler ve hikmetlerdir. Bu reform hareketi diğer bütün dinleri reddeder؛ dini görevlerin yerine görülen ihmâl şiddetle cezalandırılıp; Mu-
hammed’in uyguladığı usûllere sâdık kalarak, başka dindeyken İslâmî kabul edene tam teslimiyet veya çekilip gitme arasında seçim yapmayı bırakır.
mezhebi üzerine verilen bu hızlı açıkla- ma (64), bu tarih kitabının düşündüğü ölçü bakımından hede-
(63) Bu görüş Hammer’e aittir ve İslâmda, İslâmın aslında müsamaha¬sızlık bulunduğu gibi bir zannın doğmasına yol açmaktadır. Oysa İslâmın aslında müsamaha fazlasiyle mevcuttur ve Hadislerde de bu husus fazlasiyle belirtilmiştir. Ittihad ve Terakki Partisi kuru-
‘ cusu Ahmed Rıza Bey Paris’de Fransızca olarak yayınladığı «İslâm’¬da Müsamahâ» adlı kitapta bu konuyu ele alarak, bütün dinler ara¬sında İslâmın bu hususta benzersizliğini işlemiştir. (Ç.N.)
(64) Görülüyor ki, Hammer, VehhabîUk üzerinde esaslı bilgilere sahib değildir ve İslâmda reformun hıristiyahlıktakine benzer bir şekilde bahis konusu olamayacağını düşünmemektedir. Hıristiyanlıkta re¬form, kelimenin mânâsından anlaşılacağı gibi, bozulan esasların ye¬niden teşkiline girişilmesi hareketidir. Çünkü papalar birtakım bid’- atler getirmek ve dine eklemek suretiyle onu bozmuşlardır: Reform¬culara Protestan denmesinin sebebi de budur, çünkü Protestan iti-
fine varmıştır. Şimdi لاط din¿ ihtilâl haberinin sarayda, divân- da ve pâyitaht İstanbul’da uyandırdığı intibaı tasvir ve bu arar da Arabistan’da patlak vermiş ©lan fakat Bâb-1 Âli’yi gerçekten
raz eden mânâsına gelmektedir, islâmda böyle bir şey yâni dinin as- lına, cevherine bid’atlerle eklemeler yapılmış olması bahis konusu değildir. Yobazlar ve kndilikierinden’bid’atier getirmeğe kalkışan- lar bütün dinlerde görülür, islâmın cevherinde b؛r bozulma, bir de- ، ğiştirme görülmemiştir ki reform ihtiyacı doğsun. Bu hususta ince- lemeler yapan ilâhiyat âlimlerimiz ve: bu meseleler üzerinde duran !؟ütefekkirlerimiz, Vehhabîlik üzerinde Hammer’inkinden ؟ok baş- , .ka ve daha esaslı görüşler oluşturmuşlardır. Değerli mütefekkir ve tasavvufta derinlik sahibi merhum üstad Necip Fazıl Kısakürek’in «Doğru Yolun Sapık Kolları» adlı (B.D. Yayınları, İstanbul, 1976) eserinden Vehhabîlik bölümünü keselenin iyice aydınlanması bakı- , mından buraya aktarmayı yerinde ve faydalı buluyoruz :
‘ «Lenin nasıl Marks’ın tatbikçisi olduysa, ibn-l Abdülvehhab da asıl tatbikçi amelesini Su،؛diler kolunda bularak İbn-i Te^mi^y¿ ka- fasını maddeye nakşedici oldu.’ ‘ ” *■
Ancak İkinci Abdülhamid devrinde biraz nefes alır ve etrafı görür gibi olan biricik İslâm devletinin zaafından ve onun sahte in- ‘ kılâp؛؟ılar eliyle yediği darbelerden de faydalanarak bugüne kadar geldiler.
Gitgide sulandırılan ve usta bir siyaset adamı olan evvelki Me- ‘¡٥٤ devrinde pek dışa vurulmayan Vehhabîlik, nihayet öğretim ve eğitim plânına inhisar ettirilerek politika ve idare perdesinde pek göze çarptırılmaz oldu. ‘
En tosa v^zlü ifadeyle, nedir şu Vehhabîlik ve ölçüleri den ibâret? .
Vehhabîlik, lbn-1 Teymiyye bahsinde kullandığımız tabirle, bir nevi İslâm’ materyalizmasıdır ve bu materyalizmanın son durağı Allah’ı tanımamak olduğu halde bunlar tanıdıkları ve en doğru ‘-tanımanın kendi mezheblerinde olduğu iddiasındadır. Ruha, ruha- niyete, onun ölüm’ sonrası ■devam ve tasarrufuna inanmaksızın Allah’a nasıl inanılabilir veya Allah’a inanıp da. ruh nasıl inkâr edilebilir? Hem göze inan, hem de onun gördüğüne inanma olur mu?.
– – Sorarsanız «İnanıyoruz!» diyeceklerdir. Fakat zoraki bir inanış- tan. sonra gizli bir inkâr İçinde o inanıştan kurtulmaya çabaladık- larını teslim etmeyeceklerdir. İnsanı öldükten sonra sıfıra ulaşmış kabul edenler, bütün iz ve işaretlerini yeryüzünden silenler ve Allah Resulünü ziyareti bile günah sayıcı bir anlayıştan gelenler, hangi tevil yoluna saparlarsa sapsınlar, öteleri, ötelerin hikmetlerini kabul etmemek mevkiindedirler. Hendese davâlarında olduğu gibi, onların zâhirde bu derece mübalâğalı görünmeyen ölçü çizgilerini uzatacak olursanız teslim edeceksiniz ki, anlayışları, «semaların ve arzın nu- ru» olduğunu bildiren Allah’ı, nurundan ayırmaya kalkmaktan baş- ka bir şey değildir. ‘
fazla ciddî olmadığı için telâşa kaptırmayan birkaç başkaldır¬mayı anlatmak kalıyor. Bu olaylar o sıralarda Sultan’m Mek¬ke’ye olağanüstü hediyeler göndermiş olmasından kaynaklanan siyasi sebebleri hâtıra getireceklerdir.
ARABİSTAN’DAN FELÂKET HABERLERİ
Arabistan’daki karışıklıkları Bâb-ı Âlî’ye ilk haber veren Basra valisi Süleyman Paşa oldu. Paşa, Kavarna’da Benî Lams- lar, Huveyze ve Ahvaz’m Muide aşireti ile birleşen Beni Mun- tefikleri, âsi çöl Araplarına hücum ederek yenmiş olduğunu da bildirmişti; aralarında reisleri olan Burhane ve oğlu Kelb Ali’¬nin de bulunduğu binden fazla âsiyi kılıçtan geçirmişti; Basra civârını Arapların elinden kurtarmış, Basra körfezi denizcile¬rini, özellikle Basra limanı tâcirlerini konsanlıklarıyla dehşete
Ve bu ana nokta etrafında şu ölçüler :
Hiçbir İnceliğine nüfuz etmeksizin sadece kitap ve sünnete bağ¬lanmak iddiası ve «İcmâ» ve «kıyas» gibi iki hayatî vasıtanın kö¬künden iptali…
Kendilerinin bir «selefiye»cilik iddiasiyle Sahabîler yolunda git¬tikleri yalanı ve Vehhabîlik dışındakilerin küfürle suçlandırılması…
Birtakım hurafeler ve uydurmalarla bir arada Sünnet Ehli iti- kadınca makbul bazı esrar tecellilerinin teşbih çekmeye kadar şirk sayılması..;
Tasavvufun topyekun inkârı ve iç âleme kapıların tamamen ka¬palı tutulması… ١
Netice, uçurtmanın kafasını kesip kuyruğunu havada durdurma¬ya çalışmak derecesinde bir abes davranışıyla dış dünya ve dış şe¬killere mıhlanıp kabukta pas tutma ve özde çürümenin, son،iki asır boyunca – guyâ modern- dalâlet mektebi..
Bugün, biraz da kendilerinin hicap duymaya başladıkları bu mektep, ruhundan uzak bulundukları mukaddes şeriatı anlamadan tatbik etmekte bazı başarılar • kaydediyorsa, bunu kendilerine ait bir başarı değil, sadece nâdan ellerde bile şeriate bağlı bir kıymet bilmek gerekir.
Buharı ve Müslim gibi iki emin ve temiz kaynağın bir arada rivayet ettikleri bir hadîs,, Vehhabîliği ve onun vatanını belirtmiş olmakla mucize çapındadır.
• Allah’ın Resulü mübarek parmaklarını Necid istikametine dön¬dürüp buyuruyorlar: j ,
— Fitne, münafıklık, dinsizlik, karışıklık, bozgunculuk işte bu yönden gelecektir. .
Başka kıymet hükmüne ne hacetU. (Ç.N.)
düşürmüş olan kaatil Kiabî’yi ortadan kaldırmıştı; nihayet dev¬lete sadık Devâsir aşiretinin yardımıyla korsanların ocağım sön-dürmüştü. Süleyman Paşa’nın bu hususları bildirmesinden kısa bir süre sonra, Bağdad valisi eski Veziriazam Mehmed Paşa, Araplar tarafından tahrik edilen bir çatışmanın hemen peşin¬den Süleyman Paşa’nın,, Araplardan oluşan kalabalık bir ordu¬nun başında, Bağdad’ı muhasara ile tehdid ettiğini Bâb-ı Âlî’¬ye haber verdi. Veziriazam Esseyyid Abdullah Paşa, Bağdad’ı kur¬tarmak için Kürd beyleri, Diyarbekir, Musul, . Haleb, Rakka, Ma- raş, Mardin valileri birlikleriyle harekete geçmesi hususunda Sivas valisi Savelizâde’ye acele harekete geçmesi emrini gön¬derdi. Serasker Paşa’nın harekete geçtiğini öğrenen. Süleyman Paşa, üzerine yüklenecek fırtınayı atlatmak için atik davrana¬rak Bâb-ı Âlî’ye, Sultan’a olan sarsılmaz bağlılığını ve açlık se¬bebiyle Basra’dan ayrılmış olduğunu bildirdi. Süleyman Paşa’- nın gerçek niyetlerini öğrenmek isteyen Bâb-ı Âlî bunun tah¬kiki ve valiyi ayıran ihtilâfları ortadan kaldırmak göreviyle bir İmparatorluk fermaniyle birlikte ikinci mîrâhur Mustafa Bey’i Paşa’ya gönderdi. Aynı zamanda Mekke şeyhi görevlerini de yerine getiren Cidde valisine, Mısır valisi eski Veziriazam Ahmed Paşa’ya ve kutsal şehir şerifine hitaben yazılmış fer¬manlar da ayrıca yola çıkarıldı. ؛Bu fermanlarda, valilere ve Mekke şerifi Mes’ud Ben Saad’a, «Necid’e bağlı bir kasabada, Aiyine’de, îslâmiyetin esas ilkelerine hücum eden ve kendisini reisi ilân ettiği dinsizlik mezhebini beşiğinde boğmaları için» aralarında anlaşarak en tesirli çâreleri bulmaları tavsiye edi¬liyordu. ،١ • . .،. >
BİR PARA HÂZİNESİNİN KEŞFİ
Bâb-ı Âlî’nin Arabistan’dan birbiri peşi sıra aldığı kötü ha-berleri, bir hazînenin keşfedilmesi bir dereceye kadar telâfi et¬ti. Evvelce kubbe vezirliğinde, bulunan Musul valisi Mehmed Paşa, Bâb-ı Âli’ye, birkaç işçi toprakta çalıştıkları sırada içi altın para ile dolu iki vazo bulduklarım ve eskiliklerinin Abbâ- siler dönemine kadar çıktığını, altın paraların üçbin dörtyüzel- lidört adet olarak sayıldığını,, tamamının dörtbin dokuzyüzyet- miş dirhem çektiğini Bâb-ı Âlî’ye bildirdi. Bildirilen altınların ağırlık olarak değeri, ö sırada para kuruna göre onbir dirhem bir duka altınına tekabül ettiğinden dörtbin beşyüzyirmiüç du¬
ka altını miktarmdaydı. Bu hazîne devlet kasasına konuldu. Bu hazînenin bulunması, ayrıca, I. Mahmud’un saltanatının Allah tarafından bilhassa istendiği şeklinde bîr umumî bâtıl itikadın yayılmasına yol açtı. Halkın sayı olarak çok başka nisbetlerde büyüttüğü bu dörtbin birkaç yüz duka altını, Arabistan’dan ge¬len üzücü haberlerin payitahtta meydana getirmiş olduğu kö¬tü tesiri bir zaman için unutturdu. Sultan, ihtişâmının kudre¬tiyle, Abdülvehhab’m mezhebi ile sarsılan ve eski dinle reform arasında tereddüt geçirenleri vazife sınırları içinde tutmak mak- sadiyle I. ve III. Ahmed, IV. Murad ve IV. Mehmed örneklerine uyarak, Kutsal Ev Kabe’ye gönderilmiş en zengin hediyeleri ha¬tırlatan hediyeler sundu. Yeni mezheb dışa ait ihtişamlara ne kadar düşmansa (65), Birinci Mahmud da elmasların ve değer¬li mücevherlerin parıltısıyla mü’minlerin gözlerine hitabetme- ğe o kadar ehemmiyet veriyor, böylece bütün mü’minlerin na¬mazlarını kılarken bakışlarım, yönünden ayırmadıkları Kutsal Ev Kâbe’ye saygısının büyüklüğünü ortaya koymuş oluyordu. Yeni Kâbe örtüsünün hazırlanmasına nezâret eden hazîne kâh¬yası, Kızlarağası ile birlikte bu dinî hediyeyi ve yine Kâbe’ye gönderilen mücevherleri Mekke’ye götürmekle görevlendirildi. Sultan’m iki saray adamıyla Kâbe’ye gönderdiği mücevherlerin canlı ışığı, göklerde bulunan ideal yakut kürsü (66) ile reka¬bet edecekti. Sultan’m gönderdiği pahâ biçilmez taşlar «Canope’- unki gibi ışığı parıldayan* altı köşeli ve benzeri iki taşla mu¬hafaza edilen bir yakuttan oluşuyordu ki, bu taşlardan birin¬cisi altıyüzaltmışsekiz, İkincisi yediyüzelliiki kırat ağırlığınday- dı. Eski bir mâdenden gelen bu üç zümrüd, oniki büyük, otuz orta büyüklükte ve altmışaltı küçük elmasla çerçevelenmişti; bu kıymetli taşlar demeti ondokuz büyük elmasın parıldadığı؛ onüç sıra büyük inci, ki bunların tamamı sıralar hesabiyle üç- yüzelli inciyi buluyor ve sıralar bir yakutla noktalanıyor, İm¬paratorluk tarihçisine göre «hepsi birden, elmasların suyu ile canlandırılmış bir çayırda uzanmış güneş misâli parıldayan bir göz oluşturuyordu».
(65) Bu görüşün aksine Vehhabîliğin, esasa ait yeniliği de olmadığım gördük. (Ç.N.)
(66) Metinde kürsü adı «tabernacle»’dır. Musa’ya gönderilen on emrin içinde bulunduğu sandığın üzerine konduğu kürsüye benzetiliyor. (Ç.N.)
; EFLAK PRENSİ, ŞEYHÜLİSLÂM VE
VEZİRİAZAM IN AZİLLERİ •
Birinci Mahmud, din ve ilimler mevzuunda gayretini is» tanbul’da da gösterdi: ikinci bir kütüphâne ve Buharî tercü- melerinin tefsiri için Fâtih Sultan Mehmed Câmii’nde on kürsü oluşturdu؛ evvelce bu hayn Ayasofya’dan başlatmıştı. OsmanlI، Salnameleri (67) , aynı döneme doğru, vezir rütbesinde bazı ata- malar, birçok azil ve değişikliklerden bahsetmektedir ve bunlar devletin yüksek makamlarında bulunanlarla alâkalıdır. Bunlar arasında, Kâhyabeylik makamına yeni atanan Abdi Ağ^.ile baş- mirâhur Toprak Mehmed Bey de üç tuğlu paşalığa yükseltilip birincisine Tırhala, İkincisine Karaman sancağı görev yeri ola- rak gösterildi. Eflak voyvodası Constantin Maurocordato, Prens- liğin Tuna ötesi bölümünde yapılan değişikliklerden üzülerek kendisine verilen toprakları idarede ihmâli görülmesi sebebiyle azledildi ve Tenedos adasına sürgüne gönderildi; cezanın sebe- bi bu değildi; asıl sebeb, voyvodanın Ramazan bayramı dolayı- siyle saray subaylarına yeterli şekilde bayram avansı verme- mesiydi (Ağustos 1749 – Ramazan :1162). Boş kalan dukalık yeri, iki kere Eflak, üç kere de Boğdan dukalık makamında bulun- muş olan ihtiyar Michel Rakoviza’nm oğlu Constantin Rakovi- za’ya verildi. Bu değişiklikler sık görülen işlerden olduğundan kamuoyunun dikkatini çekmedi. Bir ay önce de bir ilim adamı olan Şeyhülislâm Esad Efendi azledilmişti. Esseyyid Abdullah Paşa’nm tâyininden önce, bu hususda yayınlanan Hatt-1 Şerif’- de selefi Veziriazam Elhac Mehmed Paşa sınır kalelerine ihti- yaçlarmm gönderilmesinde ihmâli görülmekle suçlanmıştı؛ Ab- dullah Paşa’nın azli ise idaresinin gevşekliği üzerine dayandı- nlmıştı. . , – ‘ ر
Üçüncü Ahmed’in gözde Veziriâzam’ı Damâd İbrahim Pa- şa’nm divitdarlık (روة hizmetinde bulunduğu için bu.lâkabla da
(67) Salnâmeler, ~yâni bugünkü deyimVyfe طسن1للإ, OsmanlI imparator■؟
٠ luğu döneminde devleti alâkalandıran olaylann kronolojisi, resmi seyir ~ ‘ Bugün ayni ‘ geleneğin devam ettirilmemesi ciddi
bir noksanlığın işareti sayılmak gerekir. (Ç.N.)
(68؛) Böyle hizmetlerden Veziriâzamlık makamına yükselenler, devlet 1da- resinde tecrübeye değer verildiğini göstermek bakımından dikkat،؛: değer. (Ç.N.) . ؛ ؛1 ا؛ا.,
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: و
anılan yeni Veziriazam Mehmed Emin Paşa, onun nüfuzlu kâh¬yası Mehmed’in kızıyla da evlenmişti. O zamandan beri önemli devlet işlerinde bulunmuş, çeşitli Maliye işlerinin dâire baş¬kanlıklarını yapmış, şehir kâhyalığı ve tersâne kâhyalığında bulunmuş, son olarak Abdi Paşa’nm yerine dahiliye nazırlığına getirilmişti. Sultan onu bütün öteki nâzırlarına tercih ederek» İmparatorluk Mührü’nü kendisine verdi (3 Ocak 1750 – 23 Mu¬harrem 1163). Babası Aşçızâde Mehmed Paşa idi. Carlowiez barışını takibeden yıl çıkan Arap isyânında, Basra ve Kavama’- da devlete büyük hizmetleri görülmüştü. Mehmed Emin Paşa’- nın atanması, Rumeli-kazaskeri Mehmed Said Efendi’nin Esad Efendi’nin yerine Şeyhülislâmlığa atanmasiyle aynı zamana rastladı.
YENİÇERÎAĞASI SARAYININ VE SARAYDA BİR KÖŞKÜN İNŞÂATI
Veziriâzam’ın azlinden on gün önce ay tutulacağı haber verilmiş (23 Aralık 1749 – 13 Muharrem 1162) ve tutulma olayı üç saat devam etmişti. Bu olay dolayısiyle ileri sürülen nâhoş ke¬hânet, söylendiğine göre, gerçekleşmişti: Doğulu teşbih anlayışı içinde, Veziriazam İmparatorluğun ayı durumundaydı; İmpara¬torluğun güneşi Pâdişah’dan ışık aldığı kadar parlardı, nitekim, ay tutulmuş ve Abdullah Paşa azledilerek makamından uzak¬laştırılmıştı. Bu olay bütün zihinleri meşgul ettiği sırada, beş gün sonra güneş tutulunca, düşüncesi mâhiyeti bakımından bâ¬tıl itikatlara eğilimli olan halk, bu yeni olayla heyecanla meş¬gul oldu ve Sultan bakımından kötü bir işaret saydı. Ünlü Arab mutasavvıfı Şeyh îbni Arabi’nin eserinden alınan bir fasılın tak¬viminde ay ve güneşin aynı zamanda tutulması kehânetinden bahsettiği öğrenilince duyulan endişe büsbütün arttı. Polis pa¬yitahtta fiili tedbirleri harekete geçirerek sükûneti muhafaza emrini aldı ve yıldızların ebedî ve değişmez hareketlerini yo-rumlayarak kargaşalık ve anarşi tohumlan ekmek isteyen bir¬çok müneccim boğduruldu. Saray gökbilgininin, bundan böyle endişeye yol açan ay ve güneş tutulmalariyle alâkalı haber¬ler vermeleri de yasaklandı. Bununla beraber, dört hafta son¬ra, halk bâtıl itikatları bakımından İstanbul’da patlak veren bir yangında yeni bir gıda buldu ve herkes bu yangını evvelki kehânetin doğrulanması şeklinde yorumladı (3 Şubat 1750 – 20
Saf er.1163). Yangın, Ayazma Kapusu yakınındaki bir evde çık* ٤! ve otuz saat içinde altıbin altıyüzaltmışyedi evle-birlikte Ye- niçerilerinmeşhur Ağakapusu’nu da kül’hâline getirdi. Bu yan■:‘؛ gının . bir .karışıklığa sebeb olmasından endişelenen Sultan,, bi- nanın yeniden yapımı için ocağa seksen kese para (69)’gönder- di..Yen,içerilerin Ağakapusu,-gerek ‘ ‘ ge-،
rekse nazırların، masrafı bölüşmeleri sayesinde sür’atle yapıldı, Ustaibnvtarih düşürücü olan Nimet Efendi, sarayın iç ve dış ka- pılan ile çeşme ,ve fıskiyeli havuzun üzerine konan kırk kita- besinde Sultan’m elinin açıklığını ve «inşâ edilen yedi odanın (?o) etraflarında hareket eden yedi gezegene gayret ederek bakma- larını» övdü. On gün sonra meş’um yangın yeniden, bu defa Şeyhülislâm Said Efendi’nin evinden başladı ve açıkça düşman- iarı. ilân edilen yeniçerilerin sevinçli bakışları önünde, Şeyhül- İslâm’ın kıymetli „nesi yar nesi yoksa, hepsi kül olup havalara savruldu. Bu yangın, iki ,ay sonra Silâh Pazarı esnafını keder içinde ,bırakan yangın gibi kin. yüzünden girişilen bir kundak- lama ile izâh edildi. Bu yangının ilk haberi alınır alınmaz, Sul- tan, Veziriazamla Yeniçeriagası’na, yeteri kadar birliklerle, çar- şıya giden iki yolu işgal etmeleri ,emrini gönderdi; zira halkın, İçleri kırkbin insanı, giydirebilecek ؛kadar tıka basa malla do-، lu mağazalara hücum edip yağmalamasından korkuluyordu. Bu iki yüksek rütbeli devlet adamı, payitahtta sükûneti sağlamak، gayes،y،e bu büyük yangından hiçbir şey kaçırılmamasına biz- zat nezâret ؛ettiler.؛Yangından sonra Yeniçerilere para dağıtıldı ve halkın mırıldanmasını yatıştırmak için, Veziriâzam, .böyle hallerde şiddet ,kullandığı Gülce Mustafa dönemindeki vazife- leri^i hatırladı; gerçekten de çok ,şiddetli’ davranmıştı ve o za- mandan beri lâkabı Yangıncıağa olmuştu. Mevkii, kulkâhyası Esseyid Ahmed. Aga’ya verildi. Bu üç yangının sebeb oiduğu felâketin tâmiri, sırasında, ‘Sultan,’Tophane su yolu şeddi ile sa- ray duvarı içinde, Topkapu sarayı yakınındaki bir sarayın ya- pim işlerini hiç eksilmeyen bir çalışma hızıyla devam ettirdi. Bu saray, birkaç yıl, önce yapılmış olan,bir eğlence evinin ar- sası üzerinde yükseltildi, bahis konusu evin adı ^Mahmubiye * ” şed üzerine hakkedilen’ kitâbeler, هو-
iri yazısından, Bij-inci Mahmud’un bu yapısı^
(69) Dörtbin kuruş. د. ؛ , ,-J ٠ ‘ ..؛:ء t.
(70) İzi, bu kitabeyi aynen almıştır,217 .م. >A ,ر , ؛ ١ .٠
ile İki Boynuzlu İskender’in ve Hayat Suyu muhafızı Hızır’ın şanını silmek istiyordu (?ل). Topkapı’da yaptırılan saray için’ Devlet Şûrası Dilekçe Dâiresi Reisi Abdi Efendi’nin yazdığı ve büyük salonun bütün et’rafını kaplayan mavi zemin üzerine al- tın harflerle işlenmiş kitâbede, duvarları süsleyen aynaların ve üzerine çiçek şekilleri işlenmiş pencere kristallerinin güzelliği tasvir edilmekte, bunların Senamar’ın eserlerinden üstün ol- dukları ileri sürülmekte, böylece sarayın bu mimârm eseri olan Sidir ve Havernak saraylarını aştığı anlatılmak istenmektedir.
BİR HİND ELÇİSİNİN GELİŞİ
Bu aynı yıl içinde ^eni bir üç güverteli savaş gemisi denize indirildi. Bu gemiye de evvelki iki savaş gemisine olduğu gibi ihtişamlı bir ad, «Büridez-zafer» adı kondu. Sultan Mahmud, selefi Üçüncü Ahmed’in binâlar yükseltmek ihtirâsını tevârüs etmişti; fakat her şeyin üstünde sevdiği, yabancı elçilerin ken- dişine sundukları hediyelerdi. Birkaç vakit önce Avusturya İm- paratorluğu’nun gönderdiği hediyelerden (NOT: 3), her biri bir sanat eseri olan bu hediyelerden başka, Tunus ve Cezâyir dayı- larmın gönderdikleri tüfekler, tabancalar, arslan, kaplan, leo- par kürkleri, canlı leoparlar, mercan tespihler, halılar, iristi- yan ve zenci hadım esirlerden oluşan hediyelerden başka, bü- yük-mogol Nasreddin Mehmed şâh ve nizamülmülkü (veziri- âzam), Sultan’a tebrik mektuplariyle birl؛kte zengin hediyeler göndermişlerdi. Hindistan sınırına vardıkları gün öle^ elçi Trab- zonlu (72) Salim’in kâtibi Yusuf, hediyeleri İstanbul’a götür- mekle görevle^irilmişti. Hediyeler arasında balıkçılkuşu tüyün- den yapılmış altın, elmas ve yakutlarla süslü bir sorguç, kab- zesi ve kını paha biçilmez taşlarla işlenmiş bir hançer, onbir parça altın işlemeli sarım için ince ipek, yine aynı kumaştan onbeş parça ipek kumaş, yine büyük sayıda Hind kumaşı ve şal, nihayet gülyağları dikkati çekiyordu (NOT: 4). Bu hediyeler eski bir ittifakın bağlarını kuvvetlendirme!، istemekten daha çok bir dostluk ve hayırhahlık nişânesi olarak verilmişti: Zirâ, Nâdir Şâh’ın ölümünden beri, İran anarşinin dehşeti içind¿ çal- kalanıyordu ve bir yandan da ^edi taht iddiacısının avı hâline
<7رل Çekup bu bent ile reddi şöhreti İskender v؛i Hızır.
(72) Çağdaş şâirler biyografisinin yazarıdır.
OSMANLI TARİHİ 133
gelmişti ve bunlar İran’ın terekesini çekişiyorlardı. İran bu du¬rumda bulunduğuna göre ne Sultan, ne Büyük-Mogol, araların¬daki ittifakın kuvvetlendirilmesini düşünmüyorlardı.
İRAN OLAYLARI
Tahmas ve oğlu Heraklius, Nâdir’in saltanatı döneminde savaş sanatını öğrenmişlerdi. Biri Tiflis’in hâkimi, diğeri Kak- heti prensiydi. Her ikisi de Gürcistan’a hâkim olmak, tamamiy- le ele geçirmek için Covanşi ve Sariceli Penah aşiretlerinin ha¬nı ile mücâdele hâlinde bulunuyorlardı. Bakhili Mehmed han, Efşar, Erivan’ı muhasara etmek üzere Kemi’den harekete geç¬ti; fakat civar ülkelerin hanları, Gürcistan prenslerini, Tahmas ve Heraklius’a yardımları için başvurduklarından, yenildi ve Kemi’ye çekilmek zorunda kaldı; burası da yağmaya uğrayın¬ca, cesaretinden hiçbir şey kaybetmeyen Bakhili Mehmed han Arpaçay üzerinden Şuregil’e çekildi ve İmrelü aşiretiyle Taş- hanlar aşiretinin topraklarını tahrib etti. Kardeşinin ölümü¬nün intikamı peşinde koşan Rumiye hanı Tebriz’i kuşatmakla meşgul bulunduğu sırada, Afganlı Razad han Rumiye’yi işgal ile kendisini Ardelan ve Megri’nin hükümdân ilân ettirdi. İran’¬ın merkezinde, Nâdir Şâh’m yeğeni ve Âdil şâh adını alarak Abdulkerim’i elçi olarak İstanbul’a göndermiş olan Ali Kulu- han, Irak valisi olan kardeşi İbrahim han tarafından yenilgiye uğratılmış ve gözleri oydurulmuştu. Fakat bu gasbm meyvele¬rini uzun süre tadamadı؛ Nâdir Şâh’ın torunu ve onun tara¬fından veliahtlığına atanmış olan Şahruh’un birlikleri tarafın¬dan yenilgiye uğratıldı ve kardeşini esir olarak göndermiş ol¬duğu Meşhed’de öldürüldü. Güzelliği, tabiatının yumuşaklığı ve insanseverliğiyle halkı kendisine bağlamış, olan Şahruh, ge¬nel karışıklıktan yararlanıp genç prensi ortadan kaldırarak tah¬tı ele geçiren bir muhterisin kurbanı oldu. Bahtsız şâh Hüse¬yin’in babası II. Süleyman’ın bir kızının oğlu olan Seyid Meh¬med, gayelerine varmak için’Şahruh’un büyük babasının millî dine karşı bütün kini tevârüs edip benimsediği dedikodusunu halk arasına yaymıştı. İddialarında mollalar tarafından des¬teklenen Seyid Mehmed, birliklerini toplamaya vakit bulamadan hükümdarına karşı hücuma geçerek onu esir edip’ gözlerini oy- dürttu. Fakat, iktidarı kısa süreli oldu. Şahruh’un başkumanda- m Yusuf han Can, ona karşı yürüdü; efendisinin intikamını almak maksadiyle savaştı ve Seyid Mehmed’i yenerek öldürdü. Şahruh’u tekrar tahta çıkardıktan sonra onun adına idareyi yü¬rüttü. Horasan halkı uzun zamandan beri ikiye ayrılmıştı. Bun¬lardan biri Şahruh’u, bir kısmı ise, şah. Hüseyin’in bir kızından doğmuş olan İsmail Mirza’yı tutuyordu. Hepsinin de gözü taht¬ta olan birçok şef, İsmail’e karşı ayaklandı؛ onunla taht kavgası yapanlar arasında Salih han, Ali Kulu-han, Şahruh,’Seyid Meh¬med, İsmail Mirza, Salih ve adlarından daha aşağıda bahse¬deceğimiz birçokları vardı.
؛ Durmadan büyüyen bu, anarşi ortasında, Tebriz halkı, şe-hirlerini himâyesi altına alması, ve kendisine bağlı ülkelerden, biri sayması hususunda ricada bulunmak, üzere Bâb-ı Âlî’ye temsilciler gönderdiler. Diğer taraftan, Nâdir Şâh döneminde İstanbul’da İran elçisi olarak bulunan Mustafa han, Veziriâzam’a gönderdiği bir mektupta Hemedan, Kermanşah, Isfahan ve Kaz- vin’i ele geçirmesinde yardımcı olması talebinde bulundu. Bu¬na karşılık, idareyi Bâb-ı Âlı adına yürüteceğini, Bâb-ı Âli’ye bu vilâyetlerin• Şâh’a verdikleri,vergiyi ،(73) ödeyeceğini vaade diyordu. ■Barışçı sistemine sadık olan Bâb-ı Âlî, bu iki teklifi yürürlükdeki anlaşmaları bozmadan kabul edemeyeceği ceva¬bım verdi. ,
Aynı yıl içinde yer alan değişiklikler ve terfiîer arasında Kapdan-ı deryâ Şehsuvarzâde Mustafa Paşa’nın azliyle, yerine vezirlerin en zengin ve en yaşlısı olan Elhac Ebubekir Mustafa Paşa’nın atandığını belirtmek gerekir; yeni Kapdan-ı deryâ kırk yıl önce Mısır valiliği makamında bulunmuştu ve servetinin birmiiyon kuruş (74) olduğu tahmin ediliyordu. Şeyhülisiâm’m azliyle yerine Murteza Efendinin atanması, bu sonuncu olay, Sultan’m yeni atanan mevki sahibine bir mektup göndermesi, onu memurlarını en lâyık olanlar arasından seçmeğe teşvik et¬mesi ve selefini bunun aksine tutumundan ötürü kınaması ba¬kımından burada üzerinde fazlasiyle durulmağa değer. Bahis konusu mektup, Kur’an’dan yapılan bir alıntı ile başlamakta ve
(73) Bu mektup ve buna verilen Veziriâzam’m cevabı İzi’de, f. 128-129’da, bulunmaktadır.
(74) Hochepied’den Viyana’da kâtip Dorde’ye gönderilen 4 Kasım 1750 ta¬rihli mektup.
alıntıda yüksek makam sahiplerinin, halk hizmetlerinde câhil ve karaktersiz kişileri bilgili ve fikir bağımsızlığına sahip kişi¬lere tercih ettikleri anlatılmaktadır: «Söyle, bir şeyler bilenler ,hiçbir şey bilmeyenlere ezdirilir mi?»

Hollanda elçisi kont de Hochepied ve Venedik elçisi Venier’- in yerine atanan Şövalye Lezze istisna edilirse, Rusya ile barış anlaşması yapıldığı sırada Bab ı Âlî tarafından itimada mazhar bulunmuş olan Avrupa devletleri elçileri İstanbul’daki görevle¬rini hâlâ yürütüyorlardı. Lezze, ayrılış izni için huzura kabu¬lünde yapılması âdet olan törenle itimâdnâmesini aldı ve ken¬disine kol ağızları geniş bir samur kürk giydirildi. Fransa’yı Marie-Thérèse’in kocası François de Lorraine’i Almanya impa¬ratoru olarak tanımak ve Stuart’lann sonuncusunu sınır dışı etmek zorunda bırakan Aix-la-Chapelle Barış Anlaşması, Av¬rupa kıtası üzerinde barışı tesis etmişti: Fakat muharib devlet¬lerin politikalarını değiştirmemişti; bu sebeble elçileri Avrupa’¬da cereyan eden olayları, Bâb-ı Âlî’ye kendi hükümetlerinin le¬hindeymiş gibi göstermeğe devam ettiler. Yukarıda Bâb-ı Âli’¬nin bu devletlere arabulucu olmak teklifinde bulunduğundan bahsetmiştik; bu teklif bütün Avrupa’ya barışı getirmek şere¬fini düşünen Reisefendi Mustafa’dan gelmişti; fakat teklifin her taraftan reddedildiğini• gören Bâb-ı Âli, kâfirler arasındaki sa¬vaşın devamında teselli buldu. Bu arada Müslümanların Hıris- tiyanlara karşı uyguladıkları politikayı düşünce bakımından dayandırdıkları vecizeleri hatırlarken, İmparatorluk tarihçisi de Aix-la-Chapelle Barış Anlaşması vesilesiyle bu vecizeleri şöy¬le sıraladı: «Allah köpeğe domuzu yenecek kuvvet verdi (75); bir kâfirin ölümü, İslâmiyet için bir kazançtır (76); kâfirler ancak bir tek ve aynı halkı oluştururlar (77) ؛, Allah topunu bir¬den ebedî lânete teslim etsin (78).»
(75) Sallatalahul-kebbe alel-hiaziri.
(76) Beher tarai ki gevet küşte soudl islam est.
(77) El küfrün milletûn vahidetûn.
<78) Demeruhum Allahu bil-hazâ vel-huzlûm.
İSTANBUL’DAKİ AVRUPA DEVLETLERİ ELÇİLERİNİN GAYRETLERİ
Osmanlı âmme hukukunun bu prensiplerini iyi bildikleri halde Fransız elçisi M. de Desalleurs ve İsveç elçisi Celsing, Prusya ile bir ittifak anlaşması hususunda Bâb-ı Âlî nezdinde musallat olma derecesinde ısrar ettiler؛ bununla beraber başa¬ramadılar؛ Veziriazam bu konuda herhangi bir müzâkereye girişmek niyetinde olmadığını yazıyla kendilerine bildirdi (79). Hıristiyan esirlerin bir isyan sonunda Megri limanından Mal- ta’ya kaçırdıkları Osmanlı gemisinin iadesi konusunda Fran¬sa’nın Malta şövalyeleri üstadı nezdinde giriştiği teşebbüs, Veziriâzam’ın kont de Puisieux’ye yazdığı mektuba verdiği zo¬raki bir teşekkür mektubundan başka bir sonuç getirmedi. Fran¬sız elçisi Desalleurs’un hükümetinin tekliflerini Bâb-ı Âlî’ye (NOT: 5) kabul ettirmekte yardımları dokunacak aracılar o dönemde Şeyhülislâm Esad Efendi ile Kızlarağasının hazînedârı oldu؛ her ikisi de o sırada saraydaki büyük itibârlarından ya¬rarlanıyorlardı. Sultan’m harem dâiresinde, Avusturya elçisi¬nin (80) raporuna inanılırsa, Fransız elçisi Desalleurs’un. karı¬şım sık ziyaret eden Kızlarağasının gözdesi birtakım işler çe¬virmekteydi ve tabiî bu gözde Kızlarağasının hesabına, o da bir büyüğün hesabına çalışıyor, böylece saraylararası gizli müna¬sebetler sürdürülüyordu; bu gizli münasebetlerin birtakım si¬yasî neticeler verdiği de şüphesizdi. Nitekim, beraberinde XV. Louis’nin Sultan’a yazdığı bir mektup ve içi onikibin duka al¬tım tahmin edilen kıymetli taşlarla dolu bir küçük kasa bulu¬nan Bellet adlı bir Fransız doktor İstanbul’a geldi ve yukarıda, sözü geçen gözde kadının aracılığıyla, önce Fransız elçisini işin içine katmaksızın Bâb-ı Âlî, Fransa ve Prusya arasında bir ittifak yapmak üzere müzâkerelere girişmeyi denedi; yalnız başma giriştiği bu teşebbüste başarılı olamadı, elçiyle birlikte teşebbüsü tekrarladıysa da netice değişmedi. Bunun üzerine Desalleurs ve İsveç elçisi Celsing, Bâb-ı Âlî’ye Hanovre anlaş¬masının kendisi bakımından taşıdığı tehlikeyi, Rusya’nın İsveç ve bütün Kuzey Avrupa’yı kendi dev yapılı imparatorluğuna il¬hak etmek maksadı peşinde koştuğunu anlatmakla yetindiler؛
(79) Penkler’in 5 Temmuz 1750 tarihli raporu.
(80) Bu mektubun kopyası, 9 Eylül 1749 tarihiyle Viyana arşivlerinde bu-lunmaktadır. ؛
dolayısiyle Bâb-ı Âli’yi Avrupa’nın meselelerini kesin bir çözü me bağlamak maksadiyle aracılığını teklif etmeğe çağırdılar. Bu arada1 İngiliz elçisiyle Avusturya elçisi, ortada başgöstermiş bir çatışma bulunmadığından Sultan’ın aracılığının havada kalaca¬ğı görüşünü savununca, Reisefendi, İsveç elçisine hükümdarını Rusya ile ayrı bir barış anlaşması için ikna etmesi tavsiyesinde bulundu. Evvelki yıl, kont Tessin, İsveç kraliyet prensinin ev¬lendiğini bir not şeklinde Veziriâzam’a bildirmiş, o da, ■kendi¬sinden önceki veziriazamların âdetlerine aykırı olarak, bir te¬şekkür mektubuyla karşılık vermişti.
İsveç elçisinden başka, Napoli elçisi kont Ludolf, hükümet-lerinden aldıkları emir gereği Fransız elçisiyle birlikte hareket .etmek zorundaydılar. Fransa elçisi Napoli ticareti lehinde ve Sultan’ın teminâtı altında Kuzey Afrika devletleriyle bir tica¬ret anlaşmasını gerçekleştirmek hususunda bütün nüfuzunu kullandı. Bu müzâkerelerin masrafı yarım milyon kuruş tuttu, fakat bu mikdar aşırı göründüğü halde, Kuzey Afrika korsan¬larının Napoli ticaret gemilerine saldırılarıyla her yıl sebeb oldukları zararın yine de altında kaldı (Mart 1750). Bu son yıl¬larda Bâb-ı Âlî’nin Polonya ile münasebetleri, kralın ülkesine ilticâ eden Kırım hanlığı veliahdı lehinde bir şefâat mektubu göndermesinden ibâret kaldı (81).
Kazaklar hetmanı (prensi, şefi), Bucak Tatarları başku-mandanının Prusya kralı (82) ile ilişkiler kurmasını bir mek¬tupla destekledi. Rusya, elçi Nebluieff aracılığıyla, hükümdârı- nın İsveç’i fethetmek tasavvuruyla alâkalı olarak Fransız ve İs¬veç elçilerinin esasdan yoksun bulunduğunu, bununla beraber Abo anlaşmasının 7. maddesi gereğince bu krallığın hükümet şeklinin değişmesine hiçbir suretle müsaade edemeyeceğini bil¬dirdi (83). Kıinm işlerine gelince, Kırım hanı Selim-Giray’ın
(81) III. Auguste’iin, Veziriâzam’a gönderdiği 7 Haziran 1747 tarihli mek-
(82) Kazaklar hetmanmın, Bucak Tatarları başkumandanının Prusya kralıyla ilişkiler kurmasını destekleyen mektubu: «Majestelerini süs¬leyen faziletlerin yüksek şöhreti, Bucak Seraskeri Sultan Kiarin Gi- ray’ı ülkenizde bulunan bir Tatarı istemek üzere Mustafa Ağa’yı ma¬jestelerinize göndermek hususunda cesaretlendirdi.» Eylül 1750.
(83) Rus elçisi Nepluieff’in, Ağustos 1750 tarihli mektubu. Bâb-ı Âlî’nin elçiye verdiği muhtıra Polonya meselesiyle ilgili olup 14 Mayıs 1750 tarihlidir.
İstanbul’da ikameti sırasında kendisine durumu anlatarak mü-dahalede bulunmasını istemesi üzerine Veziriazam, Rus İm-paratorluğu Başvekili kont de Bestujef’e, halkı ayaklandırmak üzere Kabarta ülkesine giren bir Rus casusundan şikâyetini yaz¬mıştı. Rus elçisi Nepluieff İstanbul’da öldü ve Avusturya elçisi Penkler, Vişniyakof’un ölümünde olduğu gibi Rusya’nın işlerini yürütmekle ikinci defa görevlendirildi. Suitan’a hediyeler getir¬mek üzere kısa bir süre önce gelmiş olan Cezâyir ve Tunus mu¬rahhasları, Avusturya elçisi Penkler’le, Avusturya bayrağı taşıyan ve Nieuport ve Ostend limanlarından çıkan gemilerin de geçen yıl Trieste, Fiume, Boccari ve Zeng limanlarına ait ge¬milerin güvenliğini sağlamak üzere Kuzey-Afrika ülkeleriyle Avusturya İmparatoru ve Toskan büyük-dükü arasında imza- 5 anmış bulunan anlaşmaya dâhil edilmesi hususunda yeni bir ek-anlaşma imzaladılar. Veziriâzam bu konuda Cezâyir, Tunus ve Trablus dayı ve ocaklarına birer genelge gönderdi, onlar da bu defa Bâb-ı Âlî’nin kesin tenbihine boyun eğdiler ve işaret edilen limanları (84) evvelki anlaşmanın şartları içine dâhil et¬tiler. Avusturya, Reisefendi’ye iki bin duka, Sungur Ali (85) adlı komisere ve Kapdan-ı deryâya biner ve Bâb-ı Âlî tercüma¬nı Callimaci’ye de beşyüz duka peşkeş sunarak bu hizmetin min¬nettarlığını ödedi. Penkler’e, Doğu’nun çeşitli mevkilerine ata¬nacak konsolosları seçmek görevi verildi. Az zaman sonra, Trab¬lus elçisi Haşan Efendi, beraberinde ordu maliye nâzın ve¬ya AvrupalIların kanton’u karışığı kullanılan ocak’ın defter- dârı bulunduğu halde Viyana’ya çıkageldi. Haşan Efendi, İm¬paratorun şahsına hediyeler getirmişti; bunların değerleri son derece vasat olduğundan dayının niyetini anlamak kolaydı, bu bakımdan elçisi bir hükümdara lâyık hediyelerle Afrika’ya dön¬mek zevkini tattı. Bugüne kadar Hıristiyan devletlerin elçileri hiçbir zaman böylesine cömert görülmemişlerdi, Bâb-ı Âli’nin verdiği tâvizlerin hepsi, karşılığı hükümdârın hâzinesinden çık¬mak üzere Veziriâzam’a, Reisefendi’ye, Bâb-ı Âlî tercümanına
(84) Bu madde Trablus’da 15 Eylül 1750’de imzalandı. Anlaşmaya defter¬dar, kâhya, liman kaptanı, sancak beyi ve Trablus Beylerbeyi de imzalarım koydular.
(85) İzi, bu komiserin raporunun bir özetini vermektedir; bakınız: f. 190 ve 200. Bu olaya bazı seyahatnamelerde de temas edilmiş, böylece yukarıda bahsedilen tâvizlerin bedel karşılığı elde edilmesi belir¬tilmek istenmiştir.
ödenen büyük paralar karşılığında elde ediliyordu. Bir müddet¬ten beri Sultan tarafından verilen veya kendisinin gittiği ziya¬fetler dolayısiyle yabancı devlet elçilerinin saraya çiçek buket¬leri veya şekerlemeler göndermeleri âdeti almış yürümüştü. Böyle vesilelerde, her elçi diğer meslekdaşlarmı gölgede bırak¬mak yarışına giriyordu. Bundan da maksatları Sultan’ın övgü¬lerine ve Kızlarağasının en iyi ve en fazla sanatkârca seçilmiş hediyeleri göndermesinden ötürü elçiye başvurarak bildirdiği Sultan’m takdirlerine lâyık olmaktı.
KIŞLALAR, SAYFİYE KÖŞKLERİ VE KALELERİN İNŞÂSI
Sultan’ın veya Kızlarağasının takdirleri İstanbul’da bulu¬nan yabancı elçiler tarafından bu kadar fazla istenmeğe değer görülüyorsa da, Yeniçeriler tarafından beğenilmeye gelince işin rengi değişiyordu. Bu hususlar okuyucularımıza her ne kadar lüzumsuz görünse de, bizi meşgul eden ülkenin âdetlerini tanı¬mak bakımından böyle örneklerin anlatılmasında fayda bulun¬duğundan şüphe edilemez. I. Mahmud’un debdebesini gösteren lütufkârlıkla bu Yeniçeri asker bölümünü şereflendirmesi bu¬rada zikredilmeğe değer. Kanunî Sultan Süleyman Yeniçeriler için yeni kışlalar *yaptırırken bir de değişmez bir davranışı ge- lenekleştirmişti. Şehzâde Câmii’nin karşısındaki eski kışlaların önünden her geçişinde, altmışbirinci alayın alay beyi kendisine bir tas şerbet sunuyor, levazım subayı da aynı hareketi Kızlar- ağası için tekrarlıyordu; Sultan, kendisine sunulan şerbet tasını duka altını ile doldurarak geri veriyordu. Birinci Mahmud, ünlü ceddinin hâtırasının ihyâ edilmesi işini bir Hatt-ı Şerifle emir¬name şeklinde düzenleyerek, bunu Yeniçerilerin Ağakapusu’n- da toplanan kurmay heyetine muhteşem bir törenle götürecek devlet büyüğü olarak Reisefendi’yi görevlendirdi. Bu emimâ- me’de bildirildiğine göre, Sultan’m Ağakapusu’ndan her geçişin¬de Yeniçeriler Paşası ona bir tas şerbet getirecek ve bunu ken¬disine Ağa sunacaktı; Kızlarağası’nâ gelince, yine emimâmede belirtildiğine göre, ona şerbeti üçüncü Paşa (zagarcıbaşı) geti¬recek ve birinci Paşa sunacaktı. Bir diğer maddede, Veziriâ- zam’a, şerbetin levâzım Paşası tarafından getirileceği ve birin¬ci Paşa tarafından sun.ulacağı belirtiliyordu. Bütün çavuşlar ve Yeniçeri ؛levâzımcılan Reisefendi’yi karşılamak üzere Süley-
maniye Câmii’ne kadar gittiisr. Ağakapusu’na gelince, bütün Yeniçeri Paşalan kendisini karşılayıp divân salonuna götürdü- ler. Hatt-ı Şerif’in okunmasından sonra, birl؛ğ؛n imamı, Allah’- m iyiliklerinin Sultan’ın üzerine olması niyâziyle her zamanki duâsım okudu.
Sultan’ın Hatt-1 Şerifinin giriş bölümü Yeniçeriler için öv- gülerle doludur ve yetmişaltı yıl sonra, bugün saltanatta bulu- nan hükümdarın bu ocağın yıkılışını meşrû göstermek için Ye- !!İçerilere yönelttiği lanetleri iyice anlamak için bahis konusu parçanın bir bölümünün buraya alınması yerinde olacaktır. I. Mahmud’un Hatt-1 Şerifinin giriş bölümü şöyleydi: «Bâb-ı Âlî’- nin Yeniçerileri, üzerinde Allah’ın yeryüzündeki gölgesi ve kul- larının gözü olanın takdisinin üzerinden eksik olmadığı imân ileri gelenlerinden oluşan bir büyük birliği vücuda getirirler. Onun şerefini arttırmak için gösterdiğimiz gayret ve ihtimâm- lar, bize fâni ve ebedi bir haz sağlamaktadır. Subayları gibi bu askerî teşkilâtın sade erleri de bize unutulmaz hizmetlerde bu- lunmuşlardır ve savaşta olduğu gibi barışta da gayret örneği olmuşlardır. Bu sebeble de onlar muhteşem memnunluğumuzu hakketmişlerdir ve bunun derin bir hâtırasını muhafaza ettiği- miz gibi, erişilmez teve€Cühler؛miz her gün onların itibâr ve ka~ dirlerini arttırmağa meyletmektedir (86)». Bundan kısa bir sü- re sonra, büyük bir yangın neticesinde Ağa sarayını kaybetmek felâketine uğramış bulunan Yeniçeriler, on saat içinde üçbin evi kül eden bir diğer yangının kışlalarının büyük, bir kısmını kapkara enkaz yığını hâline getirdiğini gördüler, o sırada Ye- mçeriler yüzseksendoku■¿ odalı veya tabur olarak taksim edilmiş bulunuyorlardı ki, bunlardan yüz cemâat veya lonca, altmışbiri bölüm halinde bulunuyor, otuzdördü segban veya avcılardan, dördü okçu ve solaklardan oluşuyordu. Bu doksandokuz odalı- dan yalnız yirmialtısı eski kışlalarla kalıyordu, geri kalanı yeni kışlalara yerleştirilmişti. Yeniçeri birliklerinin hoşnutsuzluğuna, hattâ ortaya çıkabilecek ayaklanmalara mâni olmak için yanan kışlaların yeniden inşâsı hususunda gerekli parayı acele bulmak zorunluluğu vardı. Evvelki asrın son yıllarında çıkmış olan yan-
(86) Bu bölümün sadık tercümesi bu şekilde olduğu halde Muceah d’©hs- son, ger؟eğe dikkat göstermeksizin karşımıza şu tercümeyi çıkarmış- tır: «Eski başarıları, savaşçı ve dinî faziletleri ve sakarında kah- raman ve şehitler bulundurmakla, ilâh؛ takdislerle dolu v.b.»
gmlarda yalnız otuzyedi odalı (87) alevler tarafından kül edil¬mişti؛ bu mikdar, burada bahis konusu edilen 1751 yangınında enkaz yığını haline gelen seksendokuz odalı sayısından daha dü¬şüktü. Bu sayıca fazlalık sebebi ve savaş gibi olaylar, yeniden inşâ edilmelerini beş yıl geri bırakmıştı. O dönemde, her tabur bin- dokuzyüz otuzüç buçuk kuruş bahşiş almış, diğer taburlara (cemâatler ve segbanlar) onbirbin altmışaltı buçuk kuruşun bi¬ri verilmişti. Bu durumda Bâb-ı Âli, bahşiş ■ olarak, ikiyüzoniki kese sarf etmiş oluyordu; fakat bu mikdann yalnız yetmiş ke¬sesi İmparatorluk hazînesinden çıkmış, geri kalanı aralarında yardım kararı alan nazırlar tarafından karşılanmıştı. Bu defa da masraflar aynı mikdar üzerinden hesap edildi; fakat otuzbir cemâat, ve yüzyirmibir cemâat ve sekban koğuşu bulunduğun¬dan masraflar dörtyüzkırkbir keseye yükseldi. Bununla bera¬ber, Sultan, özel bir lutûfla 1693’de her bölüğe verilen-yekûna, her bölük ikibin beşyüz kuruş ve diğer cemâatler ikibin ku-ruş alabilecek şekilde, beşyüz altmışaltı buçuk kuruş ilâve etti; böylece yekûn altıyüz seksendokuz keseye vardı. Yeniçeriler kurmay heyeti, bu parayı gelip alması için İmparatorluk divânı¬na dâvet edildi ve para, çavuşbaşmın, Kapucularbaşı ve İmpara¬torluk tarihçisinin huzurlarında sayılarak teslim edildi.
Para, Yeniçeriağası tarafından tamlığı belirtilince, kışlala¬rın emredilen yeniden yapımında sarfedilinceye kadar, Süley- maniye Câmii’nde muhafaza altına alındı. Sultan Mahmud, ce¬beci kışlalarının inşâsının yeni bir plân üzerine gerçekleştiril¬meleri emrini verdi. Boğaziçi’nde, Küçüksu’da her cephesi yüz- kırksekiz auns olan bir eğlence köşkü yaptırdı؛ ayrıca, Boğaz¬içi’nde diğer özelliklerinden ayrı olarak kıyıda nefis koruları bu¬lunan Kandilli sarayını yeniden inşâ ettirdi.
Karışıklıklar çıkarması ihtimâli bulunan her şeye dikkat eden ve yeni yapılar yükseltmek hususundaki zevkini tatminden ge¬ri kalmayan Birinci Mahmud, gerçekten yararlı kişileri mükâ-fatlandırmaktan ve teşvik etmekten geri kalmadı. Bu yoldaki davranışlarından olarak, Urkapı sûrlarının tamiri ve Arbat hi¬sarının savunmasını sağlaması, Asya kıtasına geçirilecek bir¬liklerin gemiye Kefe’den bindirilmesine şahsen nezâret etmesin¬den duyduğu memnuniyetin alâmeti olarak Kırım ham Arslan-
(87) Odalı deyimi ayrıca sıfat olarak da kullanılmaktadır, (Ç.N.
Giray’a bir hil’atle birlikte bin duka ve bir Hatt-ı Şerif gönder¬di. Birinci Mahmud, şehirde imzalanan Belgrad barış anlaşma¬sından hemen sonra başlanan tahkimatın tamiri işinin bir an önce bitirilmesi için de aynı dikkat ve alâkayı gösterdi. Bel- grad’dan İstanbul’a giden kapının üzerine yerleştirilmiş bulu¬nan ve konu olarak gelecek kuşaklara kurucusunun zaferini ve bu kalenin zaptedilmezlik şöhretini azametli ifadelerle an¬latan kitâbe, Belgrad’ı son olarak ele geçiren feld-mareşal La¬ndon tarafından Viyana’ya götürüldü ve orada, murahhas sıfa- tiyle Karlofça (Carlowiez) anlaşmasını imzalayan şehrin Türk valisinin mezar taşiyle birlikte, Hadersdorf koruluğuna Laudon’- un mezarı yanına konuldu. Böylece yerleştirilen iki kitâbe ile mezar taşı, Avusturya’nın zaferlerine ve asırlardan beri Türki¬ye, Macaristan ve Avusturya’nın gayretlerinin değişmez hedefi olan Belgrad’m düşüşüne şâhitlik etmektedirler (88).
İÇ KARIŞIKLIKLAR
Resmî tarihçiler ve kitâbe yazarları, efendilerinden aldık¬ları görevlerine sadık olarak Sultan’ı yeni bir düzenin kurucusu olarak tasvir ettikleri sırada iç ihtilâflar Osmanlı İmparatorlu- ğu’nu her taraftan kuşatıyordu. Basra’da, Fırat filotillasının kap¬tan kumandanı isyan bayrağını açmış ve Muntefik aşireti Arap- lariyle birleşmiş, şehrin civarını talan ederek yakıp yıkmıştı. Valinin gayreti sayesinde, Menavî hisarına çekildi ve burasını kısa bir süre muhasara ettikten sonra, küçük bir kayıkla Abu- şehr’e (89) kaçtı. Fakat, Basra limanında demirli gemilerin kap¬tanları tarafından yakalanarak OsmanlIlara teslim edildi ve âsi¬lere uygulanan cezaya çarptırıldı (Ocak 1751 – Rebiül’evvel 1164).
Bosna’da Abdurrahman Efendi, kendisiyle birinci ayanlık pâyesi, yâni eyâletin en nüfuzlu ve en zengin kişisine verilen pâye için çekişen Derviş Kaptan’la açıkça savaş halindeydi. Yazık ki bu anlaşmazlığa Yeniçeriler kanştı ve müdâhaleleri her tarafta kan dökülmesine sebeb oldu. Ancak bu eyâlete ta¬rafları, anlaştırmak ve karışıklıklara sebeb olanları şiddetli ce¬zalara çarptırmakla görevlendirilen birçok komiserin gönderil¬mesinden sonra, Bâb-ı Âlî sükûneti sağlayabildi.
(88) Bu İki mezar taşının yazıları, Les Mines d’Orient, C. V, S. 330’da bulunmaktadır.
(89) Kilis. İzi, f. 244. * ‘
; Karaman’da, Kapdah-ı deryalık makamına atanan Vali Top¬rak Mehmed Paşa’nın bu vilâyetten ayrılmasından ve valilik makamını teslim alacak halefinin ağır davranmasından yarar¬lanan bir levendler، bölükbaşısı isyan bayrağını açmıştı. Kayse- riye sancağındaki İliç kasabasını yağmalamakla yetinmeyen bu âsi, yirmialtı erkek, yirmidokuz kadın ve kırküç çocuğun sı¬ğındıkları bir mağaranın girişinde büyük bir ateş yaktırarak bu bedbahtları öldürttü.
Hessargrad (90) ve Rusçuk civarında Bala kaza,dâiresine bağlı yedi köy halkı kırsal bölgede her türlü haydutluk suçu iş¬ledikten sonra, silâh kuşanmış olarak Rusçuk şehrini kuşatma¬ğa kalkışacak kadar cür’etlerini ileri götürmüşlerdi. Valinin se¬batı sâyesinde zarar، veremeyecek hâle getirildiler. Elebaşılar¬dan yirmibeşi Silistre’de hapis yatmak cezasına çarptırıldı, bun¬lardan bir. kısmı aynı ceza ile Varna ve Yerköy’e gönderildi; ötekiler memlekette sükûnu kollayacaklarına, yeni kargaşalık¬lar çıktığı takdirde yüzotuzbin kuruş ödeyeceklerine dair bir ahidnâme imzaladılar. Çoğu zaman kısmî başkaldırmaların se¬bebi olan kadıların rüşvet taleblerinin önüne geçmek maksa- diyle Bâb-ı Âlî, Asya ve Avrupa eyâletleri valilerine «adâlet hak¬kında» adı verilen emirnâmeler göndererek, komiserlerin, voy¬voda ve idarecilerince vakıflar mütevellilerinin rüşvet alma¬larını şiddetle yasakladı. Bunıann hakları olan vergileri düze¬ne sokan Veziriâzam, şahsen konulabilen، (91) oniki kadar vergi¬yi de kaldırdı; zira bu vergilerin arkasına gizlenerek rüşvet yo-lunu açık tutabiliyorlardı: Bu emirlere rağmen, Simavlı Deli Ah- med, geçmişte olduğu gibi, eşkıyalıklarıyla doğduğu memleketi zarara sokmakta devam etti. Fakat sonunda, Hüdavendigâr ve. Karasi sancakbeyi Elhac Mustafa Karaosmanoğlu tarafından Alaşehir civarında Sacayak köyünde yakayı ele verdi; yardak-çılarından sekiziyle birlikte başı vuruldu (6 Eylül 1751 – 15 Şevval
1164) . Malatya civarında Alhassili aşiretinden Kalenderoğlu, Birinci Ahmed döneminde adaşı meşhur Kalenderoğlu’na hazin bir şöhret kazandırmış olan sahneleri tekrarlamak tehdidiyle
(90) İzi, Razgrad demektedir.
(91) İzi, f. 250, vergileri şöyle sıralıyor; 1. devr (kasa dairesi vergisi); 2. kaftanbaha (kaftan üzerine vergi); 3. zahirebaha (yiyecek üze¬rine vergi); 4. naaleha (at nalı üzerine vergi); 5. aaşarî; 6. yazıcı akçesi; 7. sarrafiye; 8. seyahat vergisi v.b.
ortaya çıkıyordu, imparatorluğun dört bir yanından gelen bir¬kaç bin kadar levendin başına geçen Kalenderoğlu, çarpışmak maksadiyle Maraş valisi Rişvanzâde Süleyman Paşa’nm üzeri¬ne yürümek cür’etini gösterdi. Paşa ile saflar oluşturarak sa¬vaştı da: Fakat yenilip esir edildi, başı ve ordusunun ileri ge¬lenlerinin başlan vurularak Bâb-ı Âlî’nin eşiğinin önüne atıldı (26 Mart 1752 – 10 Cemaziyül’evvel 1165). Aydın valiliğini Rakka valiliğiyle değiştiren Ragıb Paşa, kendisine rehberlik etmiş olan Kahire valiliğindeki Memlûk beylerinin katliâmı siyasetini, bu meş’um siyaseti Suriye’de uygulamaya koydu. Büyük Mullier aşiretinin isyâncıbaşı Beşar ve özellikle Dökerli aşireti, uzun zamandır eşkiyalıklanyla bölgeyi bizâr ediyorlardı. Kötülüğü kökünden kesmek isteyen Ragıb Paşa, Beşar’a karşı mahsustan onun için iyi şeyler düşünen kişi olarak göründü؛ fakat birçok görüşmeden sonra, hiç ummadığı bir anda onu tutuklayıverdi, burada Türk müverrihinin ifâdesini kullanalım: «başı onun yo¬lunu takibedeceklere ibret olması için, yerde kavun misâli yu¬varlandı،، (92) (Mayıs 1752 – Receb 1165) . Aynı cezadan, Çorum Kürtleriyle birleştikten sonra Amasya sancağında her türlü eş- kiyalık suçunu işleyerek memleketi ateş ve kan içinde bırakan birçok levend şefleri de kurtulamadılar.
Arabistan bu iç kargaşalıklardan kurtulmuş değildi. Şerif Mes’ud, eski Kabe örtüsünü Sultan’a hediye olarak gönderdik¬ten sonra ölmüş, Mekke şerifliği makamı küçük kardeşi Musa- id’e geçmişti. Bâb-ı Âlî, kutsal şehri ve hac kervanlarını çöl Arap-: }arının saldırılarından ve özellikle Mekke ile Medine arasında dolaşan kalabalık Benî Harb aşiretine karşı koruması şartiyle onu makamında bıraktı. Musaid’in bu makamda bırakılışı diğer şerifler tarafından iyi karşılanmadı ve bunların Taif Arapların- dan takviye alan reisleri Mehmed Şerif, kutsal şehri kana bo¬yamak ve silâhlı isyan çıkarmak tehdidinde bulundu. Bâb-ı Âlî’¬nin emirleri ve Belgrad anlaşmasını imzalayan eski Veziriazam Esseyid Mehmed Paşa nın müdâhalesi sayesinde bu kavga kan dökülmeksizin tatlıya bağlandı.
Hindunanei meydanı ibret kılındı. İzi.
OSMANLI TARİHİ 145
DENİZ OLAYLARI
Deniz ticaretinin güveliği bu kargaşalık döneminde, vilâ- yetlerin sükûnetinden daha az bozulmuş durumda değildi. Do- nanma kapdanlarının uyanıklığına ve dikkatlerine rağmen bir- çok korsan Adalar denizinin güvenliğini bozuyordu. Emeksiz Reis, Maina sularında, Bora (93) adasının karşısında 0لءس kü- rek oturaklı büyük bir Malta kalyonunu (94) esir aidi; Jpsara üstüne vardıklarında OsmanlI kaptan, bir diğer Malta kor- san (95) gemisinin esirini elinden alma gayretleriyle karşılaş- ti. Dokuz topla silâhlandırılmış ve onüç tabası bulunan bir korsan şatı (96) Emeksiz’in eline bu çatışmada geçti ve İstanbul rotasında seyrederek, bayraklarla donatılmış bir halde؛ avlariy- le birlikte limana girdi (16 Nisan 1751 – 20 Cemaziyül’evvel 1164). Birkaç zaman sonra, bu Kapdan, Vetiloz (97) limanında Mal- tali korsan Paulo’nun bir üç direkli, iki şatı ve yeni inşâ edil- miş bir kalyondan oluşan küçük filosuyla karşılaştı. Hemen hücuma geçti ve gemilerinden birini yaktı; esir aldığı diğer üç gemi Kapdan Paşa’mn İstanbul limanına girişini, süsleyip renk- lendirdi (12 Kasım 1751 – 23 Zilhicce 1164). Emeksiz Kapdan’m ku: manda ettiği gemi üç güverteliydi, beş yıl önce pâyitaht tersâ- nesinden çıkmış ve Peribahrî (Deniz Kanadı) adı konmuştu. Kapdan-ı deryânın dönüşünden iki ay sonra elli aun boyunda yeni bir savaş gemisi denize indirildi ve Siveribahrî adı veril- di. Bu olayın hatırası dolayısiyle yazılan birçok tarihçe ve şiir arasında, zamanın en çok beğenilen şâirlerinden biri olan Dev- ،et Şûrası başyardımcısı Enis Nüman medhiyesi imparatorluk tarihinde yer almağa lâyık görüldü. ،
Ebübekir Paşa’nm halefi Kapdan-1 derya Toprak Mehmed Paşa’nın raporu üzerine Bâb-1 Âli’ye dâvet edildi ve kendisin- den birkaç Venedik gemisinin Lepanto limanına kadar takibet-
(93) ■ Şüphesiz Formik adaları olacak. ■ , , .
(94) İzi diyor: Lânet]؛ Malta korsanı, Masko.
(95) Korsan Şahtusi; bu gemilere genellikle Şahtur denemektedir.
(9^) Ele geçen bu teknenin sadece top taşımak ve gereğinde bunların kul- lanılmasma yarayan bir gemi olduğu şüphesizdir. Çünkü bu sayıda : tayfası olan bir korsan gemisi düşünülemez. (Ç.N.)
(97) Vitulo(?).
Hammer Tarihi, C: VIII، F.: 10
tikleri Trabluslu reisin Mina adlı gemisinin limandan güven؛ içinde ayrılması için Patras konsolosuna gerekli tâlimât^ ver- mesi tenbih edildi; Venedik Cumhuriyeti bu isteğin yerine geti- rilmesi için sür’atle harekete geçmekten geri kalmadı.
Bu döneme doğru ölümler dolayısiyle gerçekleştirilen be- câyiş ve terfilerden en çok hatırda kalabilecek olanları zikret- mekle yetineceğiz. Cidde valisi Elhac Osman Paşa vefat ettiğin- den bir zaman münhal kalan makamı, Mekke şerifinin raporu üzerine, fakat sadece kaymakamlık payesiyle kâhya Mustafa’- ya verildi. Kaymakam pâyesiyle valiliğe getirilen kâhya Mus- tafa, Osman Paşa’nın borçlu kaldığı yüz altmış beş bin üç yüz otuz dört kuruşu hazîneye giriş yaptırmakla görevlendirildi (13 Ocak 1751 – 15 Saf er ر4ة1ل. Benzer bir değişiklik, işlerini düzene koymağa vakit bulamadan vefat eden vali Köse Ali Paşa’nm valisi bulunduğu Karahisar’da da görüldü; Ali Paşa’nın zimme- tindeki para yüzünden hazînenin zarara uğramaması için mal- larma el konuldu. Uzun askerlik meslek hayatında silâhdar- ağalığa karşı sipâhiağalığı makamını ondokuz kere değiştirmiş olan mirialem Halil Ağa, birliklerdin ücretlerinden kendisine günde bin üç ^üz seksen akça gelir getirecek şekilde para çek- inişti; doksan yaşında ölünce serveti müsadere edildi ve uzun sürede gerçekleştirdiği ihtılâs böylece tazmin edilmiş oldu (15 Şubat – 19 Rebiü’l-evvel). Esl،i Veziriazam ve Kesriyeli’nin az- linden sonra Bağdad valiliğine getirilen Elhac Mehmed Paşa’nın ölümü, bütün servetinin ateş ve su tarafından mahvedilmesiyte aynı zamana rastladı. İstanbul’daki konağı ve diğer bütün gay- ri menkulleri yangınla kül oldu ve menkul servetini getiren gemi Çanakkale Boğazı girişinde battı, kendisi de emekliye ay- rıldığı Bağdad valiliğinden İstanbul’a dönerken Retimo’da öl- dü. Böylece hayatı boyunca açgözlülükle biriktirdiği servet me- zarında kendisini takibetti (19 Ağustos – 27 Ramazan). Dönemin en ünlü şâirlerinden biri olan Kırımlı Rahmi vebâdan öldü. Ev- velki Şeyhülislâm Akmahdud Efendizâde Esseyid Zeynelâbidin El-Hüseynî Efendi’nin seksenbeş yaşında ecelle karşılaştığını da burada zikredelim (20 Ekim – 30 Zilkade). Nihayet ikinci Mus- tafa’nm kızı ve saltanat makamındaki hükümdârın kızkardeşi Ayşe sultan görünüşe bakılırsa zehirle öldü; evvelce Kızlarağa- sı’nın mevkiinden düşmesine sebeb olan saray entrikasında onun da parmağı vardı. Cenâze töreni hânedâna mensup pren¬seslere uygulanan şekliyle yapıldı ve Valide sultan Camii yakı¬nında amcası III. Ahmed ve büyükbabası IV. Mehmed’in yanı¬na gömüldü. ■ . ■ ، ، ٠ , . ٦
VEZİRİAZAMIN AZLİ VE KIZLARAĞASFNIN İDÂMI ، ٠
Bu dönemdeki devlet memurları arasındaki değişikliklerden ancak birkaç kelimeyle söz edeceğiz. İlk elde, Yeniçeriağası Es- seyid Ahmed’in vezirlik makamına terfii ‘ ve Sayda- valiliğine atanmadı bütün kurmay heyetinin yeniden * ele geçirilmesine yöl açtı. Silâhdarm değiştirilmesi, bu defâ, gözden düşme yü¬zünden değil, makam sahibinin hastalığı yüzünden oldu. Sul¬tan özel bir teveccüh göstererek üçyüz akça ile emekliliğine müsaade ettiği gibi, saray tarafından iaşesinin temini emrini de verdi. Haleb valisi bu ,eyâlet halkının şikâyeti üzerine-azle¬dildi. Toprak Mehmed Paşa Kapdari-ı deryâlık makamında ih¬tiyar ve fazlasiyle zengin Ebubekir Paşa’nm yerini aldı؛’ doksa¬nına yaklaşan Ebubekir Paşa, ikinci defa Mekke’ye hacca git¬mek istiyordu (98). Cidde valiliğine atanması ise, Yeniçeriağa- sı’nı Sayda valiliğine gönderip uzaklaştırdıktan sonra defterdar¬dan da kurtulan Veziriâzam’ın başırun altından çıktı. Bunlara karşılık, devlet işleri üzerindeki tesirleri sön derece kıskanç olan selefi Veziriâzam’m alınganlığını tahrik etmiş olan dört kişiyi gereken yerlere yerleştirdi. Bu dört kişi, Said, Behçet, Münif Efendi ve Nazif’di, Daha önce Osmanlı İmparatorluğu’nu Fran¬sa hükümeti nezdinde temsil etmiş, sonra nişancılık, daha son¬ra iki defa İçişleri Nazırlığında CKâhya؛bey) bulunmuş olan Mehmed Said’e sürgün yeri olan Gelibolu’dan ayrılıp İstanbul’a gelmek izni verildi. Şâir Mehmed Behçet, yersiz iftiralar so¬nunda hapse ، atılmıştı; kendisi hürriyetine kavuşturulduktan birkaç zaman sonra İstanbul’a çağırılmıştı. Serez’deki kısa mah¬pusluğu sırasında, Türk Ovide’i denmeğe lâyık şiir gücüne sa¬hip Mehmed Behçet, İstanbul’daki dostlarına bir gazel gönderdi; bu gazelin birkaç kıt’ası Osmanlı İmparatorluğu tarihinde yer aldı. Behçet’in başma gelen felâketlerin, yâni o iftiraların uy- durucusu kâhya Memi؛؛ Efendi idi; ne var ki, kendisi de bu za¬ferinden uzun zaman yararlanamadı; gözden düştü ve Tenedos adasına sürgüne gönderildi ve ancak uzun zaman sonra İstan-
(98) Umre olacak. (Ç.N.) bul’a gelebildi, divân teşrifatçısı makamım elde etti. Memiş’in azlinden sonra, Veziriazam onun kâhyalık makamına ince bir zekâ ve bilgi adamı olan ve devleti, İran Şâhı Nâdir’in salta-natı döneminde elçi sıfatiyle iki kere temsil etmiş bulunan Na¬zif Mustafa’yı atadı.
Birbiri peşi sıra patlak veren yangınlar, bahsettiğimiz baş¬ka değişikliklerin korkusunu ortalığa yaydılar.,Yanan kışlala¬rının yeniden inşâsına yardımcı olmak üzere ücretlerinden za¬yıf bir oranda yapılan kesinti yüzünden Yeniçerilerin duyduğu hoşnutsuzluk yeni bir ayaklanma ve muhtemel bir isyân endi¬şesinin doğmasına yol açıyordu (99) (30 Haziran 1752 – 17 Şaban 1165).
Böyle bir felâketi önlemek için, henüz yirmisekiz yaşında bulunan adaşı ve selefi Beşir gibi harem ve Sultan üzerinde sı¬nırsız bir nüfuz sahibi olan yeni Kızlarağası Beşir, Veziriâzam Emin Mehmed Paşa’yı azlederek yerine Başmirâhur Mustafa Paşa’yı atadı. Veziriâzam Emin Mehmed Paşa’nın azlinin ve Retimo’ya hareketinin ertesi günü, Sultan’m bir Hatt-ı Şerifi, büyük divân hâlinde toplanmış bulunan devlet ileri gelenlerine, Veziriâzam’ın azledilmek suretiyle, Yeniçerilere ve Ağalarına karşı takındığı sert ve horlayıcı tavırdan ötürü cezalandırılmış olduğunu bildiriyordu. Fakat, Emin Mehmed Paşâ’nm sürgüne gönderilmesi Yeniçerilerin homurdanmalarını yatıştırdıysa da, Kızlarağası ve adamlarının hadlerini bilmezlikleri ve hareket¬leriyle yüreklerinden yaraladıkları ulemâlar zümresi için aynı netice elde edilmedi. Daha çok kısa bir müddet önce, genç Kız- larağası’nm çuhadarlarından biri, Üsküdar kadısının yüzüne kırbaçla vurmak cür’etini, göstermişti. Kadı bu durumu Bâb-ı Âlî’ye bildirerek şikâyette bulunmuş, ancak kendisine zengin hediyeler verilmek süretiyle öfkesinin yatıştırılması mümkün olabilmişti; fakat, bunun hemen peşinden Kızlarağası’nın adam¬ları kadı’mn evini bastüar ve kendisini boğdular: Sonra da or¬talığa, kadı’nın evinin gece yarısı çöktüğü, kendisinin de enkaz altında kalarak hayatını kaybetmiş olduğu söylentisini yaydı¬lar. Bu cinayet, henüz yatışmış olan ulemâ zümresinin kinini büsbütün körükledi ve artık halkı ayaklandırarak intikam al¬maktan başka bir şey düşünmediler. Şeyhülislâm, tahtı kurtar-
(99) Peükler’in raporu. İmparatorluk tarihçisi bu ücret kesintisini sükût¬la geçiştiriyor.
manın tek çâresi olarak Kızlarağası’nı saraydan uzaklaştırma- sı tavsiyesinde bulundu. Bütün saray Beşir’in emrinde olduğun- dan ihtimâl bu tavsiyeden de haberi olmuştu.
Sultan, müstebid hükümdarların başlıca silâhı olain gizli- liğe sadık kalarak, tam bir anlaşma içinde bulunduğu nediı^. Beşir’i de beraberine alıp Boğaz kıyısındaki yazlık köşklerin؛ den birine gitti; fakat karaya ayak basacağı anda, kayığı idar؟ eden bostancıbaşıya açığa doğru giderek Kızlarağası’nı Kız Ku- lesi’ne götürmesi emrini verdi, önce Sultan’m niyeti onu Mısır’a sü^-gün etmekti, fakat bu cezanın ulemâya yetersiz göründüğü kendisine bildirilince, idâmını emretti. Son derece kuvvetli olan genç zenci Beşir, ellerinde kılıçlar bulunan uşakların üzerine saldırdıklarım görünce hançerine başvurdu, fakat boşuna bir davranıştı, imparatorluk harem dairesinin genç kızlarının mu- hafazasiyle görevli zenci, sayı çokluğu karşısında yenildi ve ki- lıç darbeleriyle can verdi. Akan kanı ertesi gün patlak verecek olan isyâm boğdu. Sultan, Kızlarâğası ve gözdesi Süleyman’ın vurulan başlarının, İmparatorluk sarayı girişinden önce yer alan Alay Köşkü’nün mazgallarında sergilenmesine ihtimam göster- di. Böylece, her şey düzen içine girdi. Beşir’in serveti, istanbul’d¿ bugün hâlâ adını taşıyan mektep ve medreseler açtığı ve bun7 lann bütün masraflarını kendi ödediği ha؛lde, elli milyon kuruş olarak tesbit edildi. Beşir’in adamı olarak bilinen otuz uşak, haseki, bostancıdan sonra sarayın birinci subayı, Sultan’m he- kiminin kâhyası, ekmekcibaşı ve birkaç seyis Adalardenizi’n- deki adalara sürgün edildiler. Sultan’ın teveccüh gösterdiği si- lâhdar ve saray hekimi, gözdeleri olarak Beşir’in yerini almak- ta gecikmediler. Efendisinin nüfuzuna güvenerek Üsküdar ka- dışının ^izüne kırbaç vurmak suretiyle ve bu düşüncesizce, hayâsızca davranışiyle Kızlarağası’yle birçok hadımağasınm ölümlerine sebeb olan çuhadar, ulemâ zümresine karşı sayg^ sizliğinin cezasını, yirmi gün sonra cellâdm kılıcıyla kafası uçu- rularak ödedi. Süleyman’ın kâtibi ve idâm edilen Kızlarağası’- nın başgözdesi Mehmed, efendisinin gizli hâzinelerinin söyle- tilmesi ümidiyle işkenceye tâbi tutuldu. Sonra, Kızlarağası’nm mâli işlerine bakan adamiyle aynı yerde başı vuruldu. Bu ka- dar kurbanı yeterli bulmayan halkın cezalandırma irâdesi, Sul- tan’ın ikinci imamının da sürgüne gönderilmesini istedi.
Kızlarağaşı Beşir’e gönderilmiş sayısız mektup ve ricânâ- me arasında, bir yığın da kendisinden iş istemiş ve arzu¬lan yerine getirilmiş mevki hırsı sahibi kimselerin teşekkür mektubu bulundu. Bunların arasında ele geçen merhum Reis- efendi Mustafa’nın damadı Bekir Efendi’ye ait olanında, Reis- efendi makamına atanmak bahis konusu ediliyor ve atamanın çıktığı gün seksen kese verileceği bildiriliyordu. Bekir Efendi, vermeği üstlendiği bu meblağı hazîneye ödemeğe mecbur tu¬tuldu. .
Kızlarağasınm ölümü, azledilen Veziriâzam’m durumunda da bir değişikliğe yol açtı؛ önce Retimo’ya sürgüne gönderilen Emin Mehmed Paşa, peşinden bu adanın kumandanlığına atan¬dı. Bayram günü Sultan, zihinlerdeki kaynaşmaya rağmen, ka¬rarlı bir tavırla Sultanahmed Camii’ne gitti.. Payitahtta kabul ettirilen bu cesurca güvenin, her şeyin sükûnete dönüşmesinde büyük rolü oldu. ,
DEPREM VE KASIRGA
Onbeş gün önce son d؟rece şiddetli bir deprem Hafsa şeh¬rini tamamiyle denilebilecek şekilde tahribetmiş ve Edirne’nin eh büyük camilerinde önemli hasara sebeb olmuştu (30 Tem¬muz 1752 – 18 Ramazan 1165). Bu, bâtıl itikadın büyük felâketle¬rin habercisi olarak kehânette bulunduğu ilk tabii âfet değile di; zirâ geçen yıl ve aynı bu Ramazan ayında tufân derece¬sinde bir yağmurla karşılaşılmış, İstanbul civarında, Haliç’de seller kabarmış ve Kasımpaşa’da yüzaltmışbeş ev, altı resmî fırın ve değirmeni sular götürmüştü; aynı tufân Üsküdar’da bir mezarlığı tahribetmiş, tabutları ve anıt ihtişamında inşâ edil¬miş küçüklü büyüklü türbeleri şiddetli akışıyla denize sürük¬lemişti (15 Ağustos 1751 – 23 Ramazan 1164). İki ay sonra şehrin üzerine abanmış, açıklık yerler kalın bir kar tabakasiyle örtül¬müş, yalnız Marmara’da erzak yüklü iki yüzden fazla gemi bat¬mıştı. Gökbilimciler ve tarihçiler, yüz ay yılı önce ve tam aynı zamanda bir kasırganın memlekete zarar vermiş olmasını ola¬ğanüstü bir hâdise olarak belirttiler.
YUNANLILARIN AYAKLANMALARI
Yeniçerilerin homurdanmalarından ve ulemânın hoşnutsuz-luğundan kaynaklanan tahtı tehdit etmiş, Kızlarağası ve gözde¬sinin idamiyle geçici olarak bertaraf edilmiş tehlikeler, Vezi¬riazam Mustafa Paşa’nm bilgisi ve ihtiyatlı davranişiyle tama¬men uzaklaştırılmıştı. Böylece, bayramın girişinde, sanki olağan¬üstü hiçbir olay cereyan etmemiş, hiçbir şey hükümetin hare¬ketine mâni olmamış gibi geleneğin ve dinin bütün icâblan ye¬rine getirildi. Sekiz gün sonra Sultan, Bayram namazı için muh¬teşem bir alayla Sultanahmed Camii’ne gitti, sarayda devlet ileri gelenlerinin tebriklerini kabul etti؛ Yeniçeriağası, eski bir geleneği yerine getirerek Veziriâzam’a Bayram esnasında bir ziyafet yerdi; Veziriazam da aynı geleneğe uyarak hükümdân- nı gözalıcı bir ziyafete dâvet edecekti (20 Ağustos 1752 – 9 Şevval
1165) . Bu münasebetle yeni atanan saray görevlilerinin ve gö-revlerinde bırakılanların listesi yayınlandı. Bu iki listede (100), özellikle nâzırların, müsteşarların, yüksek dâireler reislerinin, müfettişlerin, kâhya ve çavuşların ve nihayet eyâlet valilerinin ve sancak beylerinin adlan yer alıyordu. Reisefendi Nâilî, ça- vuşbaşı Bosnalı Mehmed Ağa – ki Veziriâzam bir süre önce bo¬zulan asâyişi tesis göreviyle memleketine göndermişti-, üç def¬terdar ; görevlerinde bırakılıyorlardı؛ Fransa elçisi Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin oğlu nişancı Mehmed Said emekliliğe çı¬karılan tek görevliydi ve ondan boşalan makama iki yıl önce içişleri nâzırlığını yürüten Memiş getiriliyordu. Viyana’da son Türk elçisi Hattı Mustafa Vezaret-i uzma Dairesi Başmuhase- besi Reisi olarak makamında bırakılıyor, daha sonra Viyana ya elçi gidecek olan Resmî Ahmed’e de Gelibolu barut, imâlathâ- nesi müdürü olarak aynı muamele uygulanıyordu. İmparatorluk tarihçisi (müverrihi) İzi, teşrifat nazırlığına getiriliyordu. Eyâ¬let valileri ise, birkaç istisnâsı ile yerlerinde bırakıldılar. Bu valiler arasında iki eski Veziriâzam ile birçok eski Veziriâzam oğlu bulunmaktaydı: îki eski Veziriâzam, Erzurum valiliği gö¬revinde bulunan Elhac İbrahim Paşa ile, Trabzon valisi Ali Pa¬şa idi. Veziriâzam oğullan ise şu valilerdi: Bosna valisi Köprü- lüzâde Âhmed Paşa, Rumeli Beylerbeyi, Nâdir Şâh’a karşı Ker- kük’de verdiği savaşta şehit düşen Osman Paşa’nın oğlu Meh¬med Paşa, daha sonra kendisi de Veziriâzam olan Özı valisi Muhsinzâde Mehmed Paşa, aynı terfileri kaydedecek olan hali-
•ilOCtt Bu iki tevcihât listesi’ İzi’de, f. 245, bulunmaktadır. Bu iki lis¬tede, evvelkinde bulunmayan iki eminlik makamı görülmektedir: .Emini kiaghadi enderun (iç vesikalar eminliği), emini kiaghadi bi- run (dış vesikalar eminliği).
hazırdaki Rakka valisi Mehmed Ragıb Paşa. Bu atama ve te’- kitler yapıldığı sırada Bâb-ı Âlî ve eyâletlerde hüküm sürmek¬te olan, ve devamı teminât altında görünen sükûnet, payitaht¬ta Rumların ayaklanmalariyle bozuldu. İçlerinden dörtbin ka¬darı düzensiz bir kalabalık hâlinde patrikhaneye girdi ve din¬lerinin başı olan patriki dinine bağlılığı ile tanınan bir papazı Athos’a sürmesinden ötürü kınayarak kendisine hakarette bu¬lundu. Kalabalık, Fenerli beyleri de bu tedbirin alınmasına se- beb olmakla suçlayarak evlerini yakmakla tehdit etti. Gürültü¬ler kopararak patrikin azledilmesini istediler؛ asayişin bu ta¬raftan bozulabileceğinden şüphe etmeyen ve mâni olmak veya daha doğuş ânında boğmak için hiçbir tedbir almayan Veziri-azam, taleblerini yerine getirdi. Bununla beraber, şaşkınlığı geçince, Patrikhane sarayı önündeki patırdıda elebaşılık eden¬lerden birkaçını astırdı; böylece zâten Türklere karşı başkaldır¬mayı akıllarından geçirmemiş olan ve sadece kendi din büyük¬lerine ve Fener beylerine karşı ayaklanan pâyitaht Rumları arasında asayiş sağlandı.
BÂB-I ÂLÎ TERCÜMANLARI VE VOYVODALARIN DEĞİŞTİRİLMESİ
Bu ayaklanmadan bir yıl önce, vergi geliri ihsan olarak hâlâ veziriâzamlara verilen Kıbrıs halkı, Veziriâzam’ı kanunî nisbetten fazla vergi istemekle suçlayarak Sultan’a şikâyet et¬mişler ve Bâb-ı Âlî tercümanı Gallimachi ile patriki şâhid gös¬termişlerdi; bunu haber alan Veziriazam Emin Mehmed Paşa her ikisini de tutuklattırdı. Önce her ikisini de idam ettirmek istedi, fakat fikrini değiştirerek Bâb-ı Âli tercümanını Tenedos’a sürgüne gönderdi, patriki de Athos tepesine göndererek bir ma¬nastıra kapattırdı. Tercüman Gallimachi’nin görevi, Eflak pren¬sinin oğlu ve yaşı sadece yirmiüç olan Mathias Ghika’ya (101) verildi; Eflak prensliğinden önce İsveç’in elçilik tercümanlığım yapan babası Lukaki, görevlerinde danışman ve rehberlik ede¬rek oğluna yardımcı oldu. Oğlunun Bâb-ı Âlî’ye tercüman ola¬rak atanması, Eflak prensine ikiyüz kese para vermesiyle ger¬çekleşebilmişti.
Fakat, bu politikanın meyvelerinden yararlanması mümkün
(101) Engel, Histolre de Valachie, s. 22; Sulzer, m, s. 385.
olmadı, zira bir yıl sonra Bükreş’de öldü ve vebalılar için yap- tırdığı Saint-Pantaleon hastahanesinin manastırına gömüldü؛
(102) . Eflak beyleri (boyard), Bâb-1 Âlî’nin kendilerine hospo- dar (prens, voyvoda) olarak ölen prensin büyük oğlu Scarlat Ghika’yı ataması talebinde bulunmak üzere, İstanbul’a bir be- yet gönderdiler. Murahhaslara Veziriâzam’a sunmakla •görev- lendirdikleri ricânâmede, Eflak beyleri, ayrıca, Türklerın Eflak’- da yerleşmelerinin yasaklanmasmı diliyorlar ve ülkelerinin iyi- liği için Bâb-1 Âlî’nin sık sık prens değiştirmeğe son vermesini, özellikle her yıl prensliğin tasdikinden vazgeçmesini temenni ediyorlardı. Murahhaslar daha yolda iken ölen prensin ikinci oğlu Bâb-1 Âli tercümanı Mathias Ghika’nın babasının yerine atandığını ve yeı*ine göreve girdiği ihtiyar Gallimachi’nin sür- günde bulunduğu Tenedos’dan derhal geri çağırıldığını öğren-‘ diler. Yeni Eflak prensi, kamuoyünu kendi aleyhine çevirmekte gecikmedi. Babası, mevcut altı çeşit vergiye biri bayram, hedi- yesi, diğeri vergi tamamlayıcısı adiyle iki vergi eklemişti. Bu: yeni vergilerden memnun olmayan Mathias, Eflak prensliği için kardeşini istemiş olan Eflak beylerinin mürahhaslârı hakkın- ؟la büyük bir kinle tâkibata girişti. Eflak beylerinin (boyard) İstanbul’a ulaşan tekrarladıkları şikâyetleri, fazla önemli olma- dığı halde, sonunda Bâb-1 Âlî’yi Bükreş’e tarafları barıştıracak bir komiser göndermesi hususunda karara vardırdı. Komiser gelince, halk hükümet binasında toplandı; beraberlerine Eflak beylerini ve başpiskoposu alarak, prense karşı şikâyetlerini bil- ؛اده üzere Türk komiserin kaldığı binaya gittiler. Komiserin İstanbul’a gönderdiği lâyiha (rapor) üzerine, prens Mathias Ghika, Boğdan prensi sıfatiyle Yaş şehrine gitmek emrini aldı, o sırada Boğdan prensi olan Constantin Rakoviza, aynı pâye ile Eflak’a geçti. Bâb-، Âlî böylece halkın şikâyetleri karşısın- da adâleti yerine getirmişti, fakat doğrudan doğruya Sultan’a başvurmaktan çekinmeyen Eflak beyleri sürgün cezasına çarp- tırıldılar.
Şehrin asayişini sağlamak maksadiyle içişleri Nazırı (kâh- yabey), Rum ve Ermeni patriklerine gönderdiği bir buy- rultu ile, İstanbul’da ikamet etmekte olan başpiskoposların sekiz günde bir karşılıklı birbirlerinin ziyaretinde bulunmala- rmı sağlamaları emrini verdi, ikinci, bir buyrultu, kadıları, bü-
.tı؛Ghika’nın ölüm baberl İstanbul’a 7 Eylül’de ula (،؛10)
tün timar ve zeamet sahiplerini topraklarına göndermeğe mec¬bur tuttu؛ nihayet üçüncü bir buyrultu, aksine hareketin ölüm cezası olduğunu belirterek, on yıldan beri veziriazamların ev¬lerine kapıcı ve saman taşıyıcıları sıfatiyle girmiş olan bütün Rum ve Ermenilerin hepsinin İstanbul’dan dışarı çıkarılmala¬rını emretti.
FRANSIZ, İSVEÇ ELÇİLERİNİN VE BİR DANİMARKA MURAHHASININ GAYRETLERİ
Eflak ve Boğdan prensliklerini makam olarak elde etmek için yanıp tutuşan bütün Fenerliler (103), Osmanlı hükümeti üzerinde o dönemde rakipsiz bir nüfuzu bulunan Fransız elçisi Desalleurs’e başvurmağı âdet hâline getirmişlerdi. Bunların ba¬şında Rodolphe Cantacuzene bulunuyordu ve Fransız elçisine, Sultan kendisini Eflak, prensliğiyle pâyelendirdiği takdirde her yıl onbin duka vermekle kalmayacağını, ayrıca Banat ve Te- meşvar’m i 104) mülkiyetini vermek taahhüdünde bulunuyor¬du. Bu vaidleri alan Fransız elçisi, daha önce, iki kere başarı¬sızlığa uğramış bulunan Bâb-ı Âlî, Fransa ve Prusya arasında bir ittifak oluşturmak projesini yeniden gündeme getirdi ve gerçekleşmesi yolunda çalışmalarım artırdı. Bir süre sonra, Bâb-ı Âlî’ye Fransa kralı XV. Louis tarafından yazılmış bir mektup verdi. Fransa kralı, İsveç lehinde yazdığı bu mektupta (105), Rusya saldırıda bulunduğu takdirde bu ülkeyi savunmak iste¬diğini bildiriyordu. Fransız elçisi Desalleurs, İsveçli Bakan Cel- sing’le işbirliği yaparak, İstanbul’da Bâb-ı Âlî ile Danimarka (106) arasında bir iyi dostluk anlaşması yapılması hususunda gayret sarf eden DanimarkalI elçi Gaehler’in çalışmalarını destekledi. Nihayet, Fransa elçisi Desalleurs, iki kere parçalanmak tehli¬kesine mâruz kalmış bulunan Polonya’yı Ruslara karşı savun-
(103) Osmanlı İmparatorluğu’nda Dışişlerinde, tercümanlık ve elçilikler¬le münasebetleri genellikle Fenerli Rumlar üstleniyorlardı. Bunların Rum patrikhânesi ile de ilişkileri bulunduğundan kendilerine bu ad takılmıştı. (Ç.N.)
(104) Rus elçisinin gizlice yaptığı bir konuşmadan aldığı bilgiye göre Penkler’in 1752 tarihini taşıyan raporu.
(105) Fransa kralının 29 Eylül 1752 tarihli mektubu.
<106) Gaehler’in talebini desteklemek üzere Fransız elçisi tarafından 8 Aralık 1752 tarihinde verilen muhtıra. Viyana Arşivleri.
mak maksadiyle Bâb-ı Âli ile Fransa arasında bir ittifakın ger- çekleştirilmesi teklifinde bulundu ve ittifaka karşılık Dantzig şehrinin Türkiye’ye verileceğini imâ etmekten geri kalmadı (1753). Ve^riâaro bu teklife kaçamak• bir cevap verdi ve elçi- den bunu red mânâsında yorumlamaması ricasında ‘
İsveç elçisi Celsing, Bâb-ı Âli’ye bir notla İsveç kralı ve Hesse- Cassel’in koruyucusu Birinci Frédéric’in ölümünü ve prens Fré- déric IFnin tahta çıktığını bildirdi; Veziriâzam’a yeni kral ta- rafından (107) Sultan’a hitaben yazılmış bir mektup verdi؛ ye- ni kralın ülkesindeki hükümet şekhnin değişmeyeceğine güven- diğini beyan etti. Bu beyan, öğrenildiğinde Rusya’da memnun- luk uyandırdı vo yeni hükümdârm niyétleri üzerinde rahatlık duyuldu (17 Haziran 1751). Kısa bir süre sonra, İsveç Başve- kili Kont de Tessin, Rusya nezdinde Bâb-ı Âlî’nin İsveç lehinde giriştiği teşebbüslerden ve Rusy،^’nin bir nota vererek İsveç krallığını Avrupa’nın kuzeyinde barış bozgunculuğu (108) suç- lamasından temize çıkarmasına önayak olmasından ötürü Ve- ziriâzam’a teşekkür etmişti. İsveç kabinesinde Kont de Tessin’- in yerini Başvekil olarak Hoepken (109) aldı. Yeni Başvekil, is- tanbul’da elçi olarak uzun ikameti sırasında, ©ndört yıl önce, Bâb-ı Âlî ile İsveç arasında bir dostluk anlaşmasının imzalan- masında büyük gayreti görülmüştü (15 Nisan 1752). Hoepken de,؛ Fransa elçisi Desalleurs, gibi, Bâb-ı Âlî’nin sürekli elçi ola- rak tanımayı reddettiği Danimarka elçisi GaehJer lehinde te- şebbüslere geçmiş, fakat bunlardan bir netice eide edememişti; fakat aynı neticeyi almak için çalışan halefi M. de Celsing, Ve- ziriâzam’m ağzından, Bâb-ı Âlî’nin hiçbir yabancı tesir olmak- sızın bu meseleyi bizzat haiietmek kararında bulunduğunu öğ- renmişti. Danimarka kralının yaveri olan M. de Gaeh]؟r, is- tanbul’a (110) gelince, Veziriâzam’a muhtevâsmda kendisini Danimarka nm olağanüstü yetkili elçisi olarak tanıttığı bir no- ta sundu; bu devlet, OsmanlI Devleti himâyesindekî Kuzey Af-
(107) izi’de bu mektubun tercümesi, 148 .ء ve 149, bulunmaktadır.-22 Mart (eski tarz) 6 Nisan 1752 tarihini taşımaktadır.
(108) , İsveç Başvekili Tessin’in Sultan’a، ve Veziriâzam’a mektubu. Türk-
çe tercümesi Viyana arşivlerinde bulunmaktadır.
(109) İsveç Başvekilinin Veziriâzam’a mektubu. Kont Hoe?ken’in mektu- bu 15 Nisan 1752 tarihlidir.
(110) Başvekil kont Bérmtoff’un bir mektubunu da getirerek 8 Haziran 1752’de İstanbul’a geldi.
rika devletleriyle dört yıl önce bir barış anlaşması imzalamıştı. Eski gelenekleri sürdürmekte kıskanç bir dikkat gösteren Bâb-ı Âli, bu notaya, yabancı devlet elçilerinin veya murahhaslarının bu vasıflarım tanıtmak için kendilerinin sınıra vardıklarında bunu bildirmeleri ve Sültan’m gönderdiği bir muhafız birliğiyle İstanbul’a geldikleri takdirde görev ünvanlarının tanınacağı ce¬vabını verdi; zâten Osmanlı împaratorluğu’nun ilk gelenlere elçi vasfını tanımak âdeti de yoktu. ■
Koyu bir Müslüman olan Reisefendi Nâili, bu vesileyle,’ Şey-hülislâm Murtezâ Efendi’ye şeriatin kâfirlerle yeni ittifaklar yapmaya müsaade edip etmediği sualini sordu. Şeyhülislâm’m bir fetvâ şeklinde verdiği cevap şöyleydi: «Hayır, Sultan’m ve İmparatorluğun üstünlüğüne yaraması istisnâsiyle.»
O sırada İstanbul’da Napoli elçisi Kont Ludolf ile kâtibi ve entrikacı Bonneval’in. mahremi ve danışmanı Cenovalı Che- nevrier’nin bozuşup ayrılmaları zihinleri fazlasiyle meşgul edi¬yordu. Bu kâtip, Fransız elçisinin Bonneval’e yazdığı mektup hakkında Avusturya elçisine bilgi vermiş olduğu ve daha birta¬kım entrikalarda parmağı bulunduğu anlaşılınca, İstanbul’dan zorla gemiye bindirilerek İtalya’ya gönderildi (6 Haziran 1752).
On yıl önce, Bonneval’e, İsviçre kantonlarından birkaç bin protestan hıristiyan getirtip bunların bir kısmını Osmanlı İm-paratorluğu (111) topraklarında koloniler halinde yerleştirme¬yi hedef alan bir plânı vermiş olan da bu aynı Cenovalı diplo¬mattı.
VENEDİK VE RAGUZA
, Raguza gemilerinin Venedik körfezinde seyrettiklerinde öde¬dikleri rüsum, bir müddetten beri uygulandığı halde Venedik Cumhuriyetiyle Raguza Cumhuriyeti arasında büyük anlaşmaz¬lıklara yol açmamıştı. Raguza Cumhuriyeti, ■Venedik Cumhuri¬yeti hakkında ileri süreceği şikâyetleri Veziriâzam’a ulaştırmak¬la Braccoli’yi görevlendirdi. Anlaşmazlığı sona erdirmekte ace¬le eden Veziriâzam, bu olay hakkında bilgi edinmesi ve alâkalı
(111) Taxelhoíer’in Berne’den (İsviçre) Bonneval’e 19 Eylül 1755 tarihli mektubu.
،112) سه) anlaşdırması hususunda Bosna valisine emir gön- derdi. Girişilen aracılığın nezâreti altında, Venedikli murahhas, Albay Giuseppe Canobe, Raguzail komiser Matteo Sorgo ولا bir anlaşma imzaladı. Bü anlaşmanın getirdiği bir taahhüt olarak Raguza Cumhuriyeti her üç yılda bir, Adriyatik denizindeki ku- mandan amirale geçiş rüsümundan vazgeçen Venedik’in zara- nnın karşılığı olarak yirmi duka altını değerinde bir gümüş vazo vermeği kabul ediyordu. Kendi bakımından da, Venedik Cumhuriyeti, Raguza gemilerinin Venedik körfezinde serbestçe se^etmeleri ve aynı devletin irci‘avcılarının bu avı sürdüı^e- lerine izin vermeği taahhüt etti. Ayrıca, Venedik Cumhuriyeti gemi ve teb’asının*hangi şartlar içinde olursa olsun Raguza or- manlanndan odun kesmemeleri hakkında anlaşmaya varıldı؛ sonunda, iki cumhuriyetin yüzoniki yıl (113) önce Sussar ada- sında imzalamış oldukları anlaşn،a yenilendi (6 Temmuz 1754 – 15 Ramazan).* – ء
POLONYA İLE MUHABERÂT
، ‘ Bâb-ı Âlî’nin bu dönemde Polonya ile münasebetleri, Vezi- riâzam’la saltanat başkumandanı Potocki’nin birbirlerine gön- derdikleri birkaç mektupla sınırlı kaldı; bu mektuplardan biri PolonyalI çobanların sürülerini Eflak topraklarında otlatmala- rıyla alâkalıydı ve Potocki, Fransız elçisi M. de Desalleurs’un (114), bu hususun ibir mesele olmaması yolunda hayırhah delâ- !etlerini de taleb ediyordu. Diğer mektup, bir asırdan fazla za- mandan beri Eflak’da yerleşmiş ve orada çoğu zaman ağır ezi- jetlere C115) mâruz kalmış bir azınlık topluluğunu konu al- mıştı. Bâb-ı Âlî’nin emri üzerine, Boğdan prensi Constantin Ra- koviza, Potocki’ye, Veziriâzam’ın mevcut anlaşmanın bütün mad-
(112) Venedik elçisi, bu vesileyle Sultan’m fermanında göçen «Venedik Cumhuriyeti teb’aları» ifâdesinin yerini «Venediklilerin teb’aları» ifâdesinin alması talebinde bulundu. Bu taleb, Venedik aristok- rasisinin bu dönemden itibâren Cumhuriyet kelimesinden dehşet duyduklarının en iyi delilidir.
(113) 16 Ramazan 1167 tarihini taşıyan bu vesika Türkçe ve İtalyanca olarak Viyana arşivlerinde bulunmaktadır. Ne Engel, Ragza Tarihi, ne Martens bu vesikadan söz etmedikleri gibi 1592’de yapılan an¬laşmayı da sükûtla geçiştirmektedirler.
(114) Potocki jiin Desalleurs’e mektubu, 25 Ocak 1751 tarihli.
(115) Potockinin mektubu, 2 Ekim 1752 tarihli.
delerinin uygulanması tâlimatını vermiş olduğunu yazıyordu, Potocki aynı zamanda, İstanbul ve Kırım’da bulundurduğu me- murlan vasıtasiyle Czartorysky ailesini ve Polonya’nın hürrl- yeklerinin acımasız düşmanı olan Rusya’yı suçluyordu.. Kırım hanı Halim-Giray, Bâb-ıÂlî adına, yabancı devletlerin Polon- ya’nın hürriyetine kasteden tertiplerden şikâyet etmek üzere, mahaline, Polonya diyet meclisine bir elçi gönderdi. Kırım El- çisi Mahmud Ağa, kendilerinden bu konuda gerçek açıklamalar elde edemeden Polonya krallığınm yedi ileri geleniyle (magnat) müzâkerelerde bulundu (1.16) (1 Mart 1751). ء .
YENİ SIRBİSTAN VE KABARTADA -•
ANLAŞMAZ^KLAR ÇIKMASI ,
Avusturya elçisi Penkler, Bâb-ı Âlî’den؛ Boğdan ve Eflak prenslerine, bundan böyle Avusturya’dan kaçak olarak bu ülke- lere sığınacakların iâdelerini emreden bir ferman almayı başardı. Avusturya elçisi Bâb-ı Âlî’den bu prensliklere giren Alman pa- rası ve silâhları hakkında görüşü belirten; özel bir nota almış olduğu halde hiçbir değişiklik görülmedi, elçi bu îthalâta ه،اا- saade eden bh■ ferman almayı başardı (17 Haziran،1752). Aynı zamanda Avusturya (NOT: 6) elçisine ve İngiltere elçisi Por- ter’e verilen notada, Veziriâzam onların hakkaniyet, hakikat sevgileri ve ferâsetlerine hltabederek olayları değerlendirmele- rini istedi ve biri Kio^v ^e özi arasında ve sınırlardan otuz fer- sah, diğeri Archangelsky’de ve sınırlardan sadece o^edi fersah uzaklıkta iki yeni kale yapılmasının Rus elçisi Obreskoff’un ile- ri sürdüğü gibi mevcut anlaşmaların ihlâli mânâsını taşıyıp ta- şımadığım sordu; anlaşmalar ancak biri Rusya tarafından- Çer • itesk, diğeri Bâb-ı Âli tarafından Kuban nehri üzerinde yapıla- cak iki kalenin inşâsına izin veriyordu. Bâb-ı Âlî yeni Sırbis- tan’ın yeni bir ülke olduğunu ve ne Rusya, ne de Polonya’ya ait olmadığını iddia ediyordu; Rus elçisi bunun aksi görüştey- di; bununla beraber, Rus hükümeti başlanan kale yapımı faali-
(ةلل> Krallık büyük mareşali ekselânsın sarayında Kırım hanının elçisi Mahmud Ağa’nm katıldığı konferansta hazır bulunanlar: Cujavin rahibi Dembo<؛owski, Cracowie valisi Poniatowski, imparatorluk biiyük-mareşali Bielinski, Başvekil Malachowski, Litvanya Başvekili kont Czartoriski, imparatorluk Başvekil Yardımcısı Wodzicki, im- paratorluk mareşali M،nsz؛ek, ول Ağustos 1754.
yetlerini durdurttu. Bâb-ı Âlî ile Rusya arasındaki diğer anlaş-mazlıklar Kabarta olaylarıyla alâkalı olarak ortaya çıktı. Ob~ reskoff, Vişniyakof’un yerine İstanbul hükümeti katında elçi¬lik görevine başlayınca bir nota vererek, hanın oğlu iki sultanın Rusları Kabarta’dan kovmaya kalkışmakla anlaşmayı ihlâl et¬miş bulunduklarından şikâyetçi olmuştu؛ tarafların görevlendir¬diği bir komisyonun bu hâdise hakkında bilgi edinmesini ve Bâb-ı Âlî’nin iki sultam (Tatar şehzâdesi) çağırmasını istemişti (Eylül. 1751). Bâb-ı Âlî Rusya’nın bu isteklerini* yerine getirmek üzereydi ki, Tatarların hanı, Rusların, o zamana kadar kendi¬sine itâatli kalmış olan Abaza Kesik’in altı aşiretini aleyhine çe¬virdiklerinden şikâyet etti. Obreskoff bu suçlamaya verdiği ce- vabda, bahis konusu olaydan kesinlikle haberi olmadığım, Pe- rekop’daki yağmadan meydana gelen tazminâtı düzenlemek üzere oluşturulan komisyonun Tatarların hatası yüzünden be¬şinci toplantıdan sonra çalışmalarını durdurduğunu ileri sürdü. Bununla beraber, han, Kabarta’daki Abaza Kesik aşiretleriyle alâkalı şikâyetlerinde ısrar etti ve Bâb-ı Âlî, Kırım hanına, son barış anlaşmasiyle tesbit edilmiş olan sınırların muhafazası hu¬susunda dikkatli davranması emrini verdi. ■ ■
Bâb-ı Âli’nin Avrupa devletleriyle diplomatik münasebetleri ve az kalsın yeni savaşlara yol açacak anlaşmazlıklarından kısaca bahsettikten sonra, İran sınırı üzerinde cereyan etmek¬te olan çok önemli olaylara dönebiliriz. İran’daki saltanat fâsı- lasımn ortaya çıkardığı hâdiselere sıkısıkıya bağlı bu olaylar hiçbir Avrupa ve İran eserinde İmparatorluğun bu bölümün¬deki Osmanlı valilerinin raporlarında ve İmparatorluk tarih¬çisi îzi’nin vekayinâmelerindeki’. kadar tamlık ve bilgiyle ele alınmadığından, bu yazar, İran’ı iztırab’içinde bırakan karga¬şalıkların çizeceğimiz özet açıklamasında bize rehberlik ede¬cektir/ ،
, GÜRCİSTAN VE IRAK OLAYLARI .
؛ Rumiye’ye hâkim olan Afganlı Azad hanın Ahmed ve Mu¬sa adlı Paşalarını Erivan üzerine yürüttüğünü yukarıda söyle¬miştik; fakat bunlar Tahmuras ve Tiflis prensi tarafından mağ¬lûbiyete uğratılınca, Azad han imdadlarma koştu. Tahmuras Metrisköyü „yakınında ona saldırarak yendi, altı gün boyunca
-،akıbetti ve Rumiye üzerine ric’ate zorladı. Azad hanın bu sefer¬den önce onikibin kişiden oluşan ordusu ancak üçte biri kadar kaldı (8 Mayıs 1751 – 12 Cemâziyül’evvel 1164). Daha önce, Azad handan başka, yedi taht iddiacısının aralarında çekiştiklerini söylemiştik. Dokuzuncu taht iddiacısı Hüseyin Mirza’nın şahsın¬da mücâdele sahnesine girdi. Hüseyin Mirza, şâh Tahmasip’in oğlu olduğunu söylüyor, Safevî hânedânı şehzâdelerinin katli¬âmı döneminde Rusya’ya kaçmış olduğunu iddia ediyordu. Hü¬seyin Mirza önce Meşhed’de ve Kerbelâ’da ortaya çıktı ve ora¬da, Nâdir Şâh’ın muhafız birliği eski kumandanı Mehmed Rıza Han’la Nâdir Şâh’ın Hz. Ali’nin türbesinin yeni başdan inşâsiy- le görevlendirdiği Mehdi han ve nihayet Mirza İbrahim’le di¬ğer birkaç devlet büyüğü gelip kendisine Şâh Tahmasip’in ger¬çek oğlu olarak bi’at ettiler. Nâdir Şâh’m İstanbul’daki son elçisi ve o sırada Bağdad’dan ayrılmamış olan Mustafa han da, Bâb-ı Âlî’ye taht iddiasındaki bu şehzâdeyi destekleyici bir mektup yazdı؛ Bu ihtirâslı eski elçi, Isfahan halkının Osmanlı Sul- tanı’ndan eski şâhlar ailesinden bir prensi İran tahtına çıkar¬masını rica eden arizalarını götüren Mirza Abdülmümin’i Bağ- dad’a aldıktan sonra kendisini, İran Irakı valiliği verilmek şar- tiyle, Osmanlı teb’ası saymaları teklifinde bulunmuştu. Smır üzerinde barışın devamını canü gönülden arzulayan Veziri- âzam, evvelce imzaladığı barış anlaşmasının İran’ın işlerine ka¬rışmasına müsait olmadığını hana verdiği cevapta belirtti; ay¬nı zamanda Bağdad valisi Süleyman Paşa’ya, taht iddiasındaki prensin bu bölgelerden uzaklaştırılması emrini verdi, bununla beraber, kendisine bin duka altını hediye olarak verdirdi (7 Eylül 1751 – 16 Şevval 1164) . Bu barışçı siyaseti rehber edinerek ve İranlIların kendilerini tehlikede sayacakları bir mevzuun or¬taya çıkmaması için de, âsi bir Kürd birliğini Kerkük’den Erde- bil’e giderek mağlûb eden Basra valisi Süleyman Paşa’ya geri dönmesi emrini gönderdi. Bâb-ı Âlî, kararlaştırdığı siyasete uy¬gun davranarak, Azerbaycan halkının gönderdiği ve Mirza Ab- dülmümin’inkine benzeyen bir ricânâmeye yeni bir olumsuz cevap verdi. Eski Tebriz divan beyi Feth-Ali hanm oğlu Rıza han da Tebriz, Rumiye, Karacadağ, Erdebil, Meragha, Danbeli ve daha birçok bölgenin han ve âyanlarının imzalarmı taşıyan, Sultan’a aynı şekilde başvuran bir istirhamnâmeyi Erzurum valisi Abdul Paşa’ya verdi. Abdul Paşa bu ricânâmeyi İstan¬bul’a göndermekle yetindi. Evvelkilerde tekrarlanan taleblerle
olarak Gürcistan’da han Leşgi Şeki ve Hacı Çelebi’ye (121) kar¬şı savaş halinde bulunuyorlardı. Özel kinlerini tatmin etmek için, Karacadağlı han Leşgi, Genceli Kör Kâzım, Şâhverdi ve Çovanşir aşiretinin reisi Saruveli Penah Tahmuraş hanla bir¬leştiler. Fakat, ordu Berdaa’da Kur nehrinin taşmasından dur¬duğunda, Tahmuraş، kendisine candan-bağlı olan ،han Leghisle- ri ordusuna şüpheli kişiler durumunda gösterip onlarıtutuk¬lattırdı. Birkaç gün sonra Gence ،üzerine • yürüyerek muhasara altına aldı. Hacı Çelebi, Tahmuras’ın siyaset ،bakımından hiç de akıllıca olmayan bu davranışından yararlanarak, altıbin aske¬rin başında Kur nehrini geçti, Üçtepeler yakınında âniden Gru- zi ordusuna,saldırdı,,mağlûbiyete uğrattı ve firara.mecbur .et¬ti (Ağustos 1752 – Şevval 1165). Bu zaferden sonra, diğerleri ara¬sında, Gürcistan’ın Türkmen aşiretleri olan Timorciler ve Ha-: sanlular galibe itaatlerini bildirdiler. Aradan henüz bir ، ay geç¬mişti ki, Tahmuras, Hacı Çelebi ile savaşmak üzere, Tiflis,, Kak- hetiler, birkaç bin Çerkeş ve Gürcistan eyâletinden gelme bir¬liklerden meydana gelen bir ,ordunun başında göründü (4 Ey¬lül 1752). Hacı Çelebi ordusunu üç savaş birliğine ayırdı. Bun¬lardan birimcisi. Tiflis birlikleriydi, ,İkincisi. Kakhetilerle, üçün- çüsü ^Çerkeslerle savaşmak، emrini almışlardı. Cereyan eden savaşta Hacı Çelebi kesin bir yenilgiye ،uğradı. Tahmuras, o an¬dan itibâren İran hükümdarı olarak eski hânedândan taht id¬diasında olan bir prensi kabul ettirmek tehditlerini harekete geçirdi. Kendisine yardım eden birlikleri memleketlerine gön¬derirken, yağmacılıkları ve yıkıcılıklarıyla bir düşman ordusun¬dan ، fazla memlekete zarar veren ، Çerkesler, ٠ Kazakların ، Türk¬men aşiretleri ve Bortşalular affedilmelerini dilediler, Tahmu¬ras son sefer sırasında sebeb oldukları zarar ve ziyanı tazmin etmeleri şartiyle. onları affetti. Babası geçen yıl ölen îmiret’in genç prensi, annesi ve iki amcası, (122) tarafından prensliğin¬den kovulduğundan beri, Ahişka’da ,OsmanlIlardan yardımına gelmeleri ricasında bulunuyordu. Heraklius, müteakip ilkbaha¬rın başlangıcında, Kazaklar ye Bortşalularm (123), sınırları ya¬kınında Leghisleri yeniden mağlûbiyete uğrattı; diğer taraftan Leghisler Ahişka■ civarını yağmaladılar ve esir .ederek götür-
‘(121) *، İzi, f.، 275. Heraklius* yerine Elkere okunuyor. ؛ , < ■’ .٠ •٣
(122) i Aralık 1752 tarihinde yazılmış mektup. Penkler’in raporu.
(123) Penkler’in aynı racoru. ■ ■ ، dükleri oniki kadar kişiyi serbest bırakmalarını isteyen Paşa, yüzyirmi pantalon, bir o kadar çizme ve yedi atı fidye olarak vermek zorunda kaldı. Leghis reisleri arasında en kudretlisi olan Hacı Çelebi, Tahmuras ve oğlu Heraklius’un hâkimiyeti altındaki toprakları, yaptığı akınlarla zarar vermeğe devam et¬ti. Bu akmları, kısa bir zaman önce İran Irak’ında İran tahtım isteyecek kadar kudret kazanan Afganlı Azad hanla Şahmuras ve oğlu Heraklius’un barışmalarına kadar sürdü. Bu yeni durum karşısında, Hacı Çelebi, kendini Gruzi prensine düşmanlarının düşmanı ve dostlarının dostu olarak tanıttı (124). Afganlı Azad han gelecekteki büyüklüğünün binâsını inşâ ettiği sırada Güney İran’da başka olaylar cereyan etmekteydi. Bahtiyarlı Alimer- dan, yâni Loristan aşiretlerinin reisiyle Send aşiretinin hanı Kerim, İsfahan’da şâh Hüseyin’in kızkardeşinin oğlu olan kü¬çük prens İsmail Mirza’nın İran hâkimiyeti için çekişiyorlardı. Akrabası olan Loristan, Huveyze ve Şusteri kumandanlarının, Kermanşahan civarında dolaşan Senghin ve Kelhur aşiretleri¬nin birlikleriyle kuvvetlerini arttıran Alimerdan • han Isfahan üzerine yürümeğe hazırdı. Kerim han, kardeşi Mehmed’i birlik-lerinin seraskerliğine atadı ve onikibin askerle Alimerdan han¬la savaşmaya gönderdi. Kermanşahan yakınındaki Hacıâbâd kasabasına gelince, Mehmed ağırlıklarını burada bıraktı ve yedibin kişiyle düşman ordugâhına bir baskın yapmak üzere harekete geçti. Fakat orada öyle bir karşılanış karşılandı ki, kendisi ve iki kardeşiyle birlikte altıbin askeri savaş meydanın¬da kaldı; geri kalanlar kaçıp canlarını kurtardılar. Zaferinden mağrur Alimerdan, Kerim hanm İsfahan’la Hemedan arasında yaptırdığı ve hâzinelerini içine koyduğu tahkimli Peri hisarına karşı yürüdü; Peri hisarını zaptetti. Fakat Send Kerim Neha- vend’de tutuşduldarı bir savaşta, büyük bir kısmı Alimerdan’ın saflarından kaçıp Kerim hanın sancakları altında çarpışmağa gelen Loristan birliklerinin savaşın kaderini tâyin eden ihânet- leri sayesinde hasmını yenilgiye uğrattı. Alimerdan ve İsmail han Bağdad’a kaçtılar; orada vali Süleyman Paşa onları iyi karşıladı ve İran elçisi Mustafa hanın “evinde kendilerine yer ayırdı. Send Kerim, Peri müstahkem hisarını geri aldı ve elçi Mustafa hanm Bağdad’daki evinde bunların sığındıklarını öğ¬renince, elçinin mülklerinin bulunduğu sarayı yıkıp esir al-
(124) 4 Mart 1754 tarihli mektup.
dığı iki oğlunu, İsfahan’a götürdü. Loristan kadısı ve iki han Bağdad’a gelip bu üzücü haberi kendisine iletince, beraberine kendisini، desteklemek istediği taht üzerindeki iddia sahiplerin^• den prens Hüseyin Mirza’yı da alarak alelacele İran’a hareket etti. Oğullarını kurtarmak ve Hüseyin Mirza hakkındaki düşün¬celerini ^gerçekleştirmek، için Afganlı Azad hanı Rumiye’deh yardıma çağırdı. Azad han, Send Kerim’i Peri hisarı Önünde yendi ve kaleyi muhasaraya aldı (125). Send Kerim,. Hazar de¬nizi kıyılarında yerleşmiş bulunan ؛Kaçarların Türk aşireti re¬isi Mehmed Hüseyin handan yardım ricasında bulunmak zorun¬da, kaldı. Azad han tarafından Kavin civarında ■yenilen Send Kerim, Isfahan ve Şiraz’ı ،terk edip İran’ın yüksek ve münbit vadilerini, eteklerinden başlayarak Germasir؟ veya sıcak bölge denilen ve İran körfezine kadar uzanan çorak araziden ayı¬ran büyük dağ silsilesinde sığınacak bir yer* aramağa mecbur oldu. Talihin tersine, dönmesinden ve askerlerinin kendisini ter- ketınelerinden o kadar maneviyatı bozulmuştur ki, anlattıkları¬na göre.- Germasir’e (çorak bölge) hâkim sıra dağlardan biri¬nin zirvesini oluşturan tepede bulunan Hişt kasabası reisi Rus- tem han, kendisine dar Kenne geçidine girdiğinde Azad hanın ordusunu yenmenin ne kadar kolay olacağını anlattığı sırada Hindistan’a kaçmak üzeredir. Azad han, Hişt’e varmak için or¬dusunu Kenne dar boğazından geçirmek zorundadır.•
Kenne geçidi iki mil uzunluğundadır. Zirvenin etrafında do¬lanan yol çoğu yerlerip.de iki kadem genişliğindedir. Rustem han, bu yola hâkim olan çıkıntılı tepelerin zirvesi üzerine as¬kerlerini mevzilendirdi؛ bu sırada Send Kerim’de düşmanı alt vâdide beklemekteydi. Azad ، hanm birlikleri, boğaza girince, dağlı savaşçılar, öldürücü bir tüfek salvosu başlattılar. Karga¬şalık son haddini buldu ،ve kesin bir yenilgiye uğrayan Azad han, kısa bir süre önce bir kaatilin hançer، darbesi altında ha¬yatım kaybeden Alimerdan” han gibi, Bağdad’a kaçmak zoründa kaldı. Orada ümit ettiği yardımı değil, cömert bir himâye bul-duğundan, Gürcistan prensi Heraklius’u kendi dâvasına kazan¬mağa çalıştı, fakat başarılı olamadı. Daha sonra, bu gezginci hayattan yorgun düştüğünden, gidip galibinin mürüvvetini di¬ledi. ،Send Kerim, onu tehlikeli bir düşmanken sadık bir dosta dönüştüren büyük bir iyilikle karşıladı. •• ٩
(125) Vasıf Tarihi, s. 21, İstanbul’da 1219 (1804)’da basıldı.
Azad hanm mağlûbiyetinden sonra Kerim hanın çarpışa¬cağı düşmanların en tehlikelisi bugün’ İran’da hüküm süren hanedanın kurucusu olan Kaçarlar’m reisi Mehmed Hüseyin ؟١ handı. Nâdir Şâh’m ölümünden sonra İran tahtını ele geçirmek i için aralarında çekişen oniki şefin-mücâdelesini tam anlamak ؛ bakımından, bu şeflerin bağlı bulundukları aşiretler üzerine ve j bu şeflerden bazılarının Safevîler hanedanı saltanatı sırasında¬ki hâkim tesirlerine ve milletin bütününe kendi hâkimiyetlerini kabul ettirme yolunda sarfettikleri gayretlere bir göz atmak ؛ gerekmektedir. Şâh Hüseyin’in kızkardeşinden olma veya böy- ؛ le oldukları iddiasında bulunan prensler, Şahruh Mirza, İsmail f Mirza, Hüseyin Mirza ve Sâfî Mirza, yalnız bunlar, taht üze¬rindeki iddialarını Saf evi ailesiyle akrabalıklarına dayandırabile- ؛ cek durumda bulunuyorlardı; ötekiler sadece kudretli aşiretlerin reisleri durumundaydılar. Kandahar’da Ahmed han ve Azer¬baycan’da Azad han, İran’da Safevilerin hâkimiyetine son ver¬miş olan Afganlılar aşiretine mensup bulunuyorlardı. Alimer¬dan, Loristan’da Bahtiyarlar aşiretinin reisiydi; Kerim han, Send Ali Kulihan aşiretine kumanda ediyordu; Nâdir Şâh’m diğer ؛ akrabaları Efşarlar aşiretindendi ve Mehmed Hüseyin hân Ka- ؛ çarların başında bulunuyordu. Bu duruma göre, Safevî ve Af-ganlIlar reislerinin Efşar ve Kaçarların Türkmen aşiretleriyle, . Bahtiyar ve Sendlerin İran aşiretleriyle mücâdele ettikleri gö- ؛ rülüyor. ؛
Kızlarağası Beşir’in ölümünden hemen sonra ve her yıl |
Şevval ayının ilk günlerinde halka Sultan’m ulemâ (126) gö- j
r evler i, divan (127) efendileri ve kubbe vezirleri (128) yönünden j
tercihlerini bildirmek bakımından yayınlanan üç listede çoğun- 1
lukla eski görevlilerin mevkilerinde kalmaları uygun görüldüğü j
halde, bazı nâzırlıklardaki büyük değişiklikler daha sonra ya- ;
pildi. Bunların en önemlisi Kâhyabey Mustafa Nazif Efendi’nin ١
İran’a elçi olarak gönderilip İstanbul’dan uzaklaştırılmasıydı. j
Daha önce, Nâdir Şâh döneminde yine elçi olarak İran’a gönde- ı
rilmişti ve beraberinde İmparatorluk tarihçisi Râşid Efendi var- ؛ di; bu sefer yalnız gidiyordu. Onun yerini tersâne emini Mus¬tafa Bey aldı ve tersâne eminliğine Reisefendi Mustafa um muh-
(126) Tevcihâtı ilmiyye. İzi, f. 285. Vasıf, s. 11 ve 20.
(127) Tevcihi divâniye.
(128) Tevcihi Vtizerâ. …
teris ve zengin damadı Bekir Efendi getirildi. Merhum Kapdan-1 deryâ Süleyman Paşa’nın oğlu , olan Kapdan-1 derya Mehmed üçüncü tuğu elde etti. Bumeli ve Anadolu Kad]askerleriyle ÎS- tanbul kadısı, aralarında memuriyet değişimi (becayiş)د yaptı- lar. Sultan’m saraydan uzaklaştırdığı hazîne dairesi kalemi re- isi, vali’olarak Tırhala’ya gönderildi, bu tâyinin sebebi Veziri- âzam’ın onu kendisine rakip olarak görmesiydi (129). örsova muhasarasında kahramanca mukavemet gösterdikten sonra; Belgrad anlaşmasının hemen peşinden Veziriâzam olarakAvus- turyaile sınırları düzenleyen ek anlaşmayı imzalamış olan eski Veziriazam Kör Ahmed Paşa vefat ettiğinden, Sultan, ondan boşalan valiliğe’Kahine valisi eski Veziriâzam Abdullah Paşa’- yı, Mısır valiliğine de yine bir eski Veziriâ’zam olan Mehmed Paşa’yı atadı. Şeyhülislâm Esad Efendi (130) de kısa bir süre sonra öldü (10 Ağustos 1753 – 10 Şevval 1166) : Yukarıda sözühü ettiğimiz İlmî eserlerden başka, vakıf olarak kurduğu Cedrese ve mektepler bıraktı; müverrih Vasıf’a inanmak gerekirse, mu- siki bilgisinde Farâbî’nin yanında yer alıyordu ve hitabet ilmi bilgini olarak da Veysi ve Nâbi Efendiler düzeyindeydi.
SULTAN IN İNŞÂATLARI VE ZİYARETLERİ
Veziriâzam Mustafa Paşa o sırada, Eyûb (131) yakımndaki otakçıîar köyünde bir Nakşibendi tekkesinin inşâsı işiyle meş- güldü. Oraya şeyh olarak, Suriye seyahatinden döndüğünden beri Galata’da barut deposu arsası üzerinde bir cami yaptırmak üzere hükümetten bu iş için gerekli parayı temin etmişti; bu şeyh, kurşun deposunun, Bizans’ın Ar^plar tarafından yedi yıl süren muhasarası sırasında Beni Ummeiye tarafından Bizans’- da yaptırılan ilk caminin (132) yerine yapıldığını keşfetmiş ol- ■ ■ ■’ t
(129) Penkler ve Desalleurs onun Veziriâzamlık makamına getirileceği kanaatindeydik
(130) Şamahşeharî’nin Abdulmümin Asfahanî’nin Altın Yapraklar’ına nazire olan Altın Kilerler ل1هف eseriniاءلاءهه،اا olarak tercüme etti.
(131) Vâsıf, s. 15. Hüseyin Ayvansarayî’nin Camilerin Bahçesi adlı ese- rinde 39. Eyûb dinî binası. ، ‘
(132) BizanslIlar bu mahasaranm gerçek olduğunu T؛؛abul ediyorlar, fakat Vâsıf, muhasaranın şehrin Araplar tarafından zaptedildiğini söy- leyecek kadar ileri gidiyor.
duğu iddiasmdaydı. Bilindiği gibi, Arapların ،133) bu şiddetli I
muhasarasına Bizans dayanabilmişti. – |
GALATA SARAYI KÜTÜPHANESİNİN AÇILMASI I
Bu aynı şeyh, Medine ve Mekke’yi kısa süre önceki ziya- ؛
retinde, bu kutsal şehirlerin ilkinde, Hz. Peygamberin babası- ؛
nın mezarını keşfetmişti. Sultan’ın dindarlığının gayretiyle, ce- ؛
şedden kalanlar muhteşem bir tabuta konmuş ve son derece j
pahalı bir örtüye sarılarak, Medine camiinde mü’minlerin say- j
gılarına muhatap kıhnmıştı. Sultan Mahmud dini görevlerine ؛؛.
dâima sadık kalmıştı. Ayasofya ve Fâtih camilerinde Buhârî ؛
tefsirleri okuma kürsüleri kurmuştu ve okuyucuları ziyaretler i
riyle teşvik etmeği bir görev saymıştı. Bununla beraber, dinî . görevlere bağlılığı, onu dünya zevklerinden uzaklaştırıp vaz- geçirmiyordu., Sultan, kendi gezintileri için tersânede inşâ edi-
ien muhteşem bir yatın denize indirilmesi töreninde hazır bu- > lundu؛ kısa bir süre sonra bir savaş, gemisinin tezgâhlardan,
denize indirilişinde her zaman tekrarlanan töreni şereflendirdi; ٠•
denize indirilen gemi üç güverteliydi ve «Anka-yı Bahr» adı du ,؛
alar okunarak kondu. Veziriâzam ve diğer nâzırlar çıplak ge- 1 minin Sultan’ın bakışlarını rahatsız edeceğini düşündüklerinden
içini rengârenk kumaşlarla süslemişler, alay bayraklarıyla do- j
natmışlardı. Sultan, huzurunda yeni yangın tulumbalarının de- j,
nemelerini yaptırdı ve .bunları maksada uygun, buldu. Bunlar, i
bir taraftan ،uzak ,çeşmelerden bile hortumları, vasıtasiyle su j. alıp bir yandan da ateşe sı؛ sıkmağa devam edebildiklerinden eskilerden üstündüler. Ayrıca, hortumlarının elastikiyeti istenen
yönde ve yanan evin girilemeyen köşelerine su sıkmak imkânını ١
sağlamaktaydı. Yangınların her zamankinden daha sık görül- ؟
düğü pâyitahtta bu türlü ilerlemeler zorunluydu Ç134). Polisin jı
teşkilât bakımından durumu parlak sayılmazdı. Veziriâzam pâ- ؛
(133) Camiler Bahçes؛: Kurşunlu Mahzen Camii; bu cami, Galata’daki- lerin yedinclsidir; Şeyh riiyâsında kurşun mahzenini ve ©rada gömülü müsliiman muhasara şehitlerinin mezarlarını görmüştür.
(134) Bu yangınlardan biri Yenikapu Langa semtinde . 9 Cemâziyüi’evvel إ 4) 7هلل Mart 1754); bir diğeri Ayakapu’da; bir diğeri aynı yılın 7 Ramazan (28 Haziran) ve üçüncüsü ibrahimpaşa Hamamı yakı- nında; dördüncüsü ة Muharrem 22) عه’68لل Ekim 1754) Uzunçar- §ı’da çıktı.
yitaht polisinin İslahım bizzat ele aldı. Çarşıdaki bir mağaza¬nın damına tırmanıp içeriye girmek için pencereyi kıran bir hırsız yakalanarak asıldı. Veziriazam Mustafa Paşa’nm devletin asayiş. ve refahını sağlamak yolunda gösterdiği ihtimam, dâ¬hili idarenin bütün diğer dallarına kadar uzandı. Veziriâzam tersâneyi, dökümhâneleri■ sık sık ziyaret ediyor, sırasıyla tez¬gâhlan, fabrikaları birer birer teftişten *geçiriyordu. Sultan tarafından Galata Sarayı yanında yeni inşâ ettirilen kütüphâ- ne, eski saraydan alman kitaplarla zenginleştirilip süslendi. İm¬paratorluk eski sarayından bu kitapların nakledileceği gün, Galata Sarayı ağası,-, bunları devralmak için bütün saray bal¬tacıları ve, subaylarının başında, İmparatorluk eski Sarayı’na gitti. İmparatorluk Silâhdân, yeni kütüphanenin hocası, bey- zâdeler odasından üç hoca (profesör), Kur’an okuyucuları ima¬mı, Mekke ve Medine dinî vakıfları müfettişleri, kütüphânenin idarecisi ve kâtibi, bütün beyzâdelerle otuz hoca yardımcısı, bi¬nanın büyük salonunda toplandılar ve Kur’an’dan on âyet okun¬du؛ ;hazır bulunanlardan biri, Kur’an’m birinci sûresini Beydâ- vi tefsirine göre izâh etti. Bu vesileyle kütüphânenin sağında ve solunda yaptırılan çeşmelerden, bu binaya sık gelenlerin her an cismâni ve,,zihni susuzluklarını giderebilecekleri anla: tılmak isteniyormuş, gibi, su yerine ٠ nefis bir şerbet aktı. Açı¬lıştan altı gün sonra Sultan, Kur’an okunmasında hazır bulun¬mak üzere kütüphâneye gitti. ١ „
Galata Sarayı kütüphanesine bu ziyareti, Sultan’ın halk arasında muhteşem görünüşlerinin sonuncusu oldu. Birinci Mah- mud,’ saltanatını, biri Ayasofya, diğeri Valide Camilerine bağ¬lı* iki؛ kütüphane kurmak suretiyle ،başlatmış, bunlar onun sal¬tanatının başlangıcının işareti olmuştu-. Saltanatını, beyzâde- ler Galata Sarayı kütüphanesini açmakla sona erdirdi. ٢ ،،

t، Bir süreden beri sağlık durumu ciddi bir şekilde bozulmuş¬.؛ bir yıl içinde iki pâyitahtı, İstanbul ve Edirne’yi temellerin¬ ؛tu den sarsan iki deprem, üzücü olayların habercileri şeklinde yo¬rumlanmıştı.’ Geçen’yılın Ekim ayında son derece şiddetli bir deprem az kalsın Edirne’nin saray ve camilerini yerle bir ede¬cekti. Halihazır yılın 2 Eylülünü 3’üne bağlayan gece, Istan-
Cûhİf G11Tİ.fl_Y*l ndfl.fl hİf ٠ ۵ Cliri 1 !٣٠٠١ ٢۵! iTrlO؛،1،*•l’J- »rrtwoay>flm+ı
bolümü, Yedikule adıyla anılan hisarın bir kulesi’bvi gece yı- kıldı (135). Payitahtın en güzel ve en eski ل^ل camisinin, Aya- sofya ve Fâtih camilerinin duvarlarında büyük çatlaklar mey- dana geldi, elli veya altmış kişi yıkılan evlerinin altında kala- rak hayatlarını kaybetti. Sultan, İslâm geleneğine uygun ola- rak, camilerde topluca depremler, ay ve güneş tutulmaları gibi olağanüstü hâdiseler sırasında okunan duaların okunması em- rini verdi. Zemini hâlâ sallanan çatlamış duvarları arasından depremle alâkalı İlâhi sûreden okunan duânm göğe yükseldiği duyuldu: «Yer sıkıntıdan titrediği ve kendisine sıkıntı veren yü- kü uzağa atmak istediğinde, insanlar kendi kendilerine “Daha neye muhtacız?” diye sorduklarında, sarsıntılar onlara cevap verir, vb.» ٠ ‘ ‘
Fâtih Camii’nin çatlayan duvarları, Yedikule’den bir bur- cun ve şehrin en eski yolunun yıkılması, OsmanlIların bâtıl iti- katlara inanan zihinlerinde ancak ilim alanında veya devlet ileri mevkilerinde bulunan bazı kişilerin mevkilerinden düşmeleri veya ölümleri kehânetine yol açabilirdi. Gerçekten de. Sultan- ahmed Camii Hâfızı ve başimamı Yusuf Efendi’nin depremden altı hafta sonra vefât etmesi, kehânet hususundaki genel inancı kısmen doğrular göründü (14 Ekim 1754 – 26 Zilhicce 1167) . Ve- ziriâzam Çorlulu Ali Paşa’nm lalası olan Yusuf Efendi, Buhârî geleneği kolleksiyonunun geniş bir tefsirine teşebbüs etmişti; yirmiyedi yıl süren çalışmadan sonra eserini Sultan’a sunduğun- da; Sultan tarafından bin duka altını hediye edilmek suretiyle mükâfatlandırıldı ve büyük hacimli eseri. Sultan Mahmud’un Fâtih Sultan Mehmed Câmii’nde kurduğu kütüphaneye koydu- ruldu. Eserin kütüphaneye konulduğu gün. Birinci Mâhmud, Yu- suf Efendi’yi çağırttı ve huzurunda kendisine yeni bir hediye olarak altıbin kuruş verdirdi. Bu çok kıymetli şerhten ayrı ola- rak, Yusuf Efendi Beydâvî şerhi üzerine tefsirler yazdı ve Mus- lim gelenekleri kolleksiyonunun bütün ilk yarısını şerhetti; faz- la olarak, Gelenek’den (136) alınmış birçok mevzu üzerine ya- 7.1İTTMŞ yirmi ilmi eser, birçok ilimler üzerine kaleme alınmış
(135) Penkler’in raporu 2 Eylül gece onbirde demektedir. Vasıf15 ؛ Zil- kade 11$7 diyor; bu farkın zâhiri olduğunu sanıyorum ve 15 Zil- kade’nin 2 Eylül’de güneş battıktan sonra başlamasından ileri gel- mektedir.
‘(136) Hiyalî, Kara Davud, Edâb, Mirî ve Kazimir’in eserleri üzerine yo- rıhlar ي. ٠
yirmiyedi risale bıraktı; nihayet, Hilmi mahlasıyla (takma ad}■’ TOrk. ve■ Far¿’dilinde birçok dini (137) şiir yazdı, ömrünün alt- yılını hocalık,” Sultan Camilerinde imamlık görevlerinde doldurarak’ sekseniki yaşında vefat’ etti. Onu mezarında taki- beden Sultan Mahmud’un iki ay sonraya rastlayan ölümü, dep- remden çıkarılan kehânetin doğrulanmasını tamamladı. Zateh çok hasta olan Mahmud, bu durumuna rağmen cuma na-‘
mazım kılmak üzere camie gitmek istedi (13 Aralık 1754 -,27 Se- fer 1168). Gerektiğinde hükümdârı tutmak imtiyaz’ına sahip si- lâhdâr ve diğer ‘Agalarla Omuz veziri durumunda bulunan- dev- let ileri gelenleri tarafından‘güçlükle ata bindirilip eyer üstün- de tutularak (138) camie’ götürüldü. Camide^ dönüşünde, sa- raya‘ girilen dış kapı altında son nefesini verdi. İmparatorluk sarayının toplari ve minarelere çıkarılan münâdiler kardeşi’,
II. Mustafa’nın oğl^ı üçüncü Osman’ın tahta çıktığım pâyitahta ilân ettiler. ‘ ؛ .1 ، ٠ 1 ، ‘ ■ ‘؛•; د
٠ BİRİNCİ MAHMUD VE ŞEYH YUSUF’UN ÖLÜMÜ’
■٠ Bu adla tahta çıkan hükümdarların birincisi olan Sultan Mahmud’un uzun saltanat dönemi (yirmi dört yıl sürmüştü), genellikle mutlu geçmişti. Bu dönem, OsmanlI imparatorluğu ta- rihinde Birinci Mahmud’un başında bulunduğu İdarî işlerdeki yumuşaklık‘ ve Belgrad barış anlaşmasını imzalamaktan ka- zandığı parlak: başarı ile seçkin bir ,yer almaktadır. Ayasofya, Fâtih, Valide Camii ve Galata Sarayı’nda kurduğu kütüphâ- nelerle milletinin minnettarlığını kazandı; Saltanatı döneminde makama gelen onaltı Veziriâzam’dan ilk onikisi, kendisine kud- reti her şeye yetişen,’ Pâdişâhı ve imparatorluğu ortaksız yöne- ten seksenlik Kızlarağası Beşir tarafından takdim edilmişti; di- ğer dördü genç Kızlarağası Beşir’in âletleri idiler, ve 0عسم son- suz kudretini kötüye kullanmanın cezâsını Kızkulesi’nde can vermek suretiyle çekmişlerdi. Bu ve.iirler çokluğu arasında hep- sinden fazla؛ merd ve gözünü budaktan sakmmayan şövalye ruh- lu, Kerkük’de Nâdir Şâh’a karşı verdiği savaşda şehid düşen Topal Osman Paşa ile iki defa Veziriâzam olan ve imparator- luğu nâdir rastlanan bir bilginlikle idâre eden Hekimoğlu Ali
(137) ilâhiyât, yâni İlâhi olanlar.
(138) Koltuk vezirleri. Bakınız: ormanlı imparatorluğunun Teşkilât ve İdaresi, c. II, s. 11 ve 61. Bunların sayıları $arayda oniki ،di.
Paşa parlamışlardı: Bunların her ikisi de imparatorluğun ger- ^e¿ temel sütunları idiler.; Sultan Mahmud’un saltanatı döne- minde, Dahiliye ve Hariciye Nazırları, Avrupa hükümetleri nez- dinde görev yapan veya Bonneval tarafından Avrupa olayla- إ rının durumu hakkında aydınlatılan bütün elçiler Bâb-1 Âlî’nin إ dış politikası üzerinde çok büyük ölçüde tesir sahibi oldular. إ Bunların arasında son Avusturya .ve Rusya ile sınırları düzenle- أ yen ve bir yıl boyunca Veziriazam sıfatiyle devleti idâre etmiş إ olan Mevkufatçı Mebmed Paşa; Viyaııa elçisi ve bütün Avru- إ pa’ya ıztırap veren savaşa son vermek için Bâb-1 Âlî’nin aracı- إ lığını teklif etmiş olmasiyle tanınan Mustafa Efendi; Rusya, Avus- : turya ve İran’la girişilen bütün müzâkerelerin ruhu.Mehmed i Râgıb; önce Fransa krallığı katında elçi, sonra İsveç ve Rusya’- ‘ da elçilik görevini yürüten ve daha sonra Dahiliye Nazırlığına إ getirilen Mehmed Said ve nihayet o sırada Reisefendi görevin- ; de bulunan Nâilî Abdullah Efendi, bu büyük ölçüdeki tesiri ye- إ terince temsil ettiler. Bu saydıklarımızdan sondan üçü, yeni Pâ- i’ dişâh Üçüncü ©sman döneminde Veziriâzam oldular. Sürekli أ makam değiştirmelerine rağmen, bu devlet adamları, devletin إ en vahim çıkarları üzerinde, divan kararları üzerinde,:meşru bir إ tesir sahibi olarak seslerini duyurmaktan geri kalmadılar. On- أ lar tarafından idare edilen Bâb-1 Âlî, Avusturya ve Rusya ile Belgrad barış anlaşmasını imzalamış ve Fransa ile bağlan sağ- إ layan kapitülasyonları yenilemişti ve İsveç ile bir ittifak anlaş- إ ması gerçekleştirmişti; Nâdir ^âh’la barış anlaşması, Napoli ve i Toskan ile dostluk anlaşmaları onların gayretleriyle mümkün olabîlmişti. Birinci Mahmud saltanatı OsmanlI diplomasisinin en parlak dönemidir: Bu dönem birçok elçilikler oluşturulması, mesut sonuçlara götüren müzâkereler, devlete sınuv genişleme- leri kazandıran anlaşmalarla seçkinliğini ebedıleştirmiştir. Sul- tan’ın halkının bilgisini arttırmak ve medeniyetini hızlandırmak ؛ için sarf ettiği gayretin şâhidi dört yeni kütüphânedir ve bu gayret tarihin haklı övgülerine lâyıktır. Birinci Mahmud’un إ saltanat dönemini bu görüş açısından ele alan AvrupalI tarihçi, ; takdis edilmiş anlamına gelen adına imâda bulunarak, kendi إ övgülerini, onun hâkimiyetini hayırsever ve mutlu (139ر olarak إ düşünen millî tarihçilerin övgüleriyle birleştirecektir. ;• إ
(139) Mahmud saad essuoud, yâni M^m^d yıldız, mesut yıldızlar ara- إ sında en mesut olanıdır. إ ■٠
YETMİŞİNCİ KİTAP
III. Osman’ın tahta çıkışı. — Şeyhülislâm ve Ve- ziriâzam’ın azli. — Hekimoğlu Ali Paşa’nın Vezâ- retiuzmâ makamına getirilmesi ve azliyle yerine Nâilî Abdullah Paşa’nın getirilmesi. — Reisefendi’- nin kabalığı. — İstanbul’da yangın. — Vezlriâzam Nişancı Ali Paşa’nın idamı. — Mısır ve Ermenis¬tan’da, karışıklıklar. — Cezâyir Beyi’nin öldürülme¬si. — Avusturya, ؛Rusya, Polonya ve İngiltere elçi¬likleri ve Prusya’dan bir murahhasın gelişi. — Nuri Osmânî Câmii.’— Bir göktaşının görünmesi. — Ve- liyeddin’in kabalığı. — İki Veziriâzam’m birbirini takiben değişmesi. — Sultan Osman’ın ve ünlü ki¬şilerin ölümü. ، ٢ ‘
III. OSMAN’IN TAHTA ÇIKIŞI
ULTAN Üçüncü Osman’ın tahta çıkışı, benzeri olaylar¬da harekete geçirilen bir ihtişâmla’ gerçekleştirildi. Sara¬yın şehzadelere mahsus dairesinde yarim asır kapalı kal¬dıktan sonra, tahta çıkmak için mahpesiriden‘alındı. Babası II. Mustafa’nın ayni mahpesten çıkışını ihtilâl çabuklaştırmıştı. Tabiat, vücut ve yüz yapısı bakımından Osman’a karşı lutûfkâr davranmamıştı; yüzü etli ve kaba çizgiliydi; başı, boynu olma¬dığı söylenebilecek durumda olduğundan, biri ötekinden daha yüksek olan omuzları’arasında hemen hemen kaybolup gitmiş¬ti ve bu şekil bozukluğunu kardeşi İ. Mahmud’la paylaşıyordu. Ciddi ve becerikli olmaktan uzak bir mizaca sahipti, fakat kan dökücü değildi. Uzun süre dâiresinde kapalı kalması ve dış ha¬yata ait herşeyden uzak kalması ve faal hayata geç girişi, mi-zacında asabîliği kökleştirmiş ve ona hükümdarlarda, yakın se-leflerinin yaptığı veya yapmak istediği herşeye karşı uygunsuz korunmalara başvurma davranışını arttırmıştı. Kardeşinin yap¬mış olduklarım beğenmemeğe ve onunkilere zıd zevk ve anla¬
yışa sahip bulunduğunu göstermeğe haz^ bir tavır içinde gö- ründüğü halde, hiçbir hususta hemen yeniliklere başvurmaktan
sakındığından, bunun delilini iki başlıca devlet adamını, Vezi- أ
riâzam ve Şeyhülislâm’ı yerlerinde bırakmakla verdi. Tahta Ç1- إ
kışının beşinci günü, annesi (merhum S-ultan başka anadan إ
doğmaydı), önüne ve arkasına İki at koşulmuş ve ilericinde إ
yaşlı sultanın kâhyam ile Kızlarağası’nın yürüdükleri, muhafız أ birliği ve s^ay hadımlarının etrafında ilerledikleri bir tahtıre- vân idinde eski saraydan imparatorluk sarayına getirildi (1).
Gelenek hâlinde Uygulanan süreden dört gün gecikilmiş olarak, إ
saltanatının dokuzuncu (2) günü törenle kılıç kuşanmak üzere, إ
Osman, Eyûb Camii’ne gitti (ول Aralık 1754 – 14 Rebiul’evvel 1168). إ
Eyüb’a giderken camiin yanındaki yedinci OsmanlI hükümda- !
rının, yâni Fâtih Sultan Mehmed’in türbesini ve OsmanlI ?âdi- أ
şahlarının yirmidördüncüsü ؟irinci Mahmud’un kurduğu kütüp- إ
hâneyi ziyaret etti. Kendisine kütüphâneyi değerlendiren Birin- إ ci Mahmud’un elyazısı Kur’an’ı gösterildi; on âyet okudu.
ŞEYHÜLİSLÂM VE VEZİRİAZAMIN AZLİ
Camiden saraya dönüşünde, cülüs diye adlandırılan vergi- den, yâni kanıma göre, timar ve zeâmet sahiplerinin gelirlerin- أ den, devletin aylıklı‘memurlarının maaşlarından yapılan kesin- ١ tiden vazgeçtiğini bildiren bir Hatt-1 Şerif kaleme aldı. Bu ver- gi, o zamana kadar, padişahların tahta çıkışlarında alınmıştı. أ Askere dağıtılan cülûs bahşişi ikibin üçyüz yetmişdört kese tuttu (3)! Üçüncü Osman’ın tahta çıkışım kuzey sınırları kom- şu devletlerinin hükümdarlarına bildirmek üzere elçiler görev- lendirildi. Mabeyinci ve. eski hazinedâr Zistovlu Mehmed Ağa Polonya’ya; eski mühürdâr ve daha sonra silâhdar kâhyası olan İzz¿^ Ali Paşa, Derviş Ağa ile birlikte ؛Rusya hükümet merkezi Saint-Petersbourg’a hareket ettiler; nihayet eski devlet şûrası ikinci reisi Halil Efendi haberi Viyana’ya götürmekle görevlen- I dirildi. Her iiç elçiye de Sultan’ın sahâvet eseri ola؟ak, hareket- إ lerinden önce hil’atler. verildi. Sultan ‘Os؟uurtn hükümetinin ر
(1) Vasıf, 43 ي. Kılıç kuşanmadan önce tahta çıkışının beşinci *günü,• إ Andreossiy’nin (İstanbul ve Boğaziçi) ifade ettiği gibi 10’uricu veya 14’üncü günü değil. ،■ % ■ ..>،•، إ
(2) Muradca d’Ohsson;.VII, s. 125. ت ■■،. . . ،. I
(3) 1,197,000 kur؟?. Vâsıf, s. 43. ,ز ؛ , … , ،؛ , ،
İlk İcraatı, doğrudan doğruya Pâdişahdan gelen bir düşünceyle bir buyrultu yayınlanarak bütün içkili eğlence yerlerinin ka- patılması, kadınların sokakta dolaşmalarının günlere bağlan- ması ve reâyanın kıyafetlerinin ٠ düzenlenmesi oldu. Bu tedbir- lerden ilki, kabarelerden haraç alan Yeniçeriağası, bostancıba- şı, topçubaşınm gelirlerini azaltıyor, bu yüzden de homurdan- malara yol açıyordu. Pâdişah’ın kendisine gezimi günleri ola- rak ayırdığı perşembe, cuma ve pazar günlerinde kadınların sokağa çıkmalarını yasaklıyordu. Pâdişâh, yarım asır boyunca içinde yaşadığı yalnızlığın .cezasım. kadınlara, çektirmek, ha- rem dâiresinin müstebitçe âdetlerini bütün şehire yaymak isti- yor gibiydi. Burada, ©smanlı sarayınift doğu müstebidliğinin garabetini ortaya koyan bir diğer âdeti أ üzerinde durmak ge- rekir: Sultan harem dairesine gittiği vakit ayağında, altında gümüş kabaralar çakılmış potinler vardır; bunun sebebi, adım; larmın koridorun Malta taşlan üzerinde yankılar yapıp kadın؛ lara ve câriyelere uzaktan hükümdarın orada olduğunu bildir- mek ve onlara odalarına çekilme zamanını ihtar ¿tmek içindir; zira Sultan’ın beşyüzden fazla kadını ve câriyesi olduğundan, bunlar hep’bir arada bulunurlarken, biri istenmediği takdirde, bu hal Sultaı^ için can sıkıcı olur. Bu kadın ve câriyelerden hiç- biri, çağırılmadan hükümdarın karşısına çıkmak cür’etini gös- teremez; ne de cazibesiyle onu elde etmeğe kalkışabilir. Reâya- هلو giyinişi t hususuna gelince, Sultan eski düzenlemeleri yeni- lemekle yetindi. Sultan’ıh kendisi tarafından yazdırılan bu üç emir, yayınlandıktan sonra uzun süre yürürlükte kalmadı. zira İstanbul’da olduğu gibi, başka şehirlerde de, emirnâmelerden çoğunun ancak öğleden ؛>ههف bire kadar devam edeceğine dâir bir darb-ı mesel vardır (ره. Şarap evvelce olduğü gibi satıldı; yalnız daha fazla temkinli davranılıyordu. Kadınlar hiç kimse tarafından azarlanıp incitilmeden, yasak denilen günlerde SO- kağa çıkabildiler. Sultan da buyrultusuna aykırı giysiler kul- lanan reâyaya karşı aldırış etmedi. Sultan Osman, ağabeyisi Sultan Mahmud’un teveccüh ve iltifatlanndan yararlanmış olan şarkı söyleyicileri, musiki erbâbım, yakın nedimlerinin bir kıs- mini eski sabaya göndererek, bir kısmını da Mısır’a sürgüne gön- dermek suretiyle imparatorluk Sarayı’ndan uzaklaştırdı. (Sa- ray camii imamları arasında yaptığı atamalar ve görevden al-
(4) öğleden ikindiye.
malar, çok önemli bir değişiklikle karşılaşılacağı tahminlerine yol açtı؛ bu da Şeyhülislâm’ın azledilmesi olayıyla doğrulandı. ؛ Beş hafta sonra bir azledilme dayı da Veziriâzam’m başına gel¬di؛ böyîece Mustafa Paşa devletin en önemli görevinden uzak- | laştınldı (16 Şubat 1755 – 4 CemâziyüTevvel 1168). Şeyhülislâm- j lık makamına ulemânın en yaşlısı durumunda’ bulunan seksen- 1 lik Vassaf Abdullah Efendi getirildi; Veziriâzamlık da, üçüncü ! defa olarak, Kütahya valiliği makamında bulunan, siyasetindeki devamlılık ve idaredeki kaabiliyetiyle bu makamın en lâyık şah- , sına, Hekimoğlu Ali Paşa’ya verildi. ؛
Bu kış esnasında soğuk o kadar şiddetli oldu ki, Umanda denizin yüzü buzla örtüldü; Defterdar iskelesinden Sütlüce’ye yürüyerek geçildi. İstanbul’un fethinden beri böyle bir olayla ancak bir kere, İkinci Osman’ın saltanatı döneminde karşıla¬şılmıştı. Bununla beraber, Bizans döneminde Boğaz denizi bir- | kaç kere donmuş ve. Asya’dan Avrupa’ya buz üzerinde yürü¬mek suretiyle geçilmişti. Arcadius’un saltanatı sırasında, deniz j yirmi gün süreyle bu durumda kalmıştı (5); Constantin Cop- , ronymos döneminde, deniz buz dağcıklanriı sürükleyip getirdi; on yıl sonra (6), deniz kıyıdan yüz kadem ötesine kadar dondu; sonr ؛ ra buzlar çözülmeye başlayınca, buz dağcıkları gelip şehrin kıyı surlarını sarstı. İmparator Romanus’un saltanatı döneminde < Türkler ilk defa Bizans eyâletlerini zaptettikleri sırada, Boğaz- ؟ içi tekrar buzlarla örtüldü (7); nihayet, tarihin bize öğrettiği | kadarıyla, Bizans’ın himâyesindeki devletlerin akmlardan ko- ؛ rünması için İmparator Ducas zamanında OsmanlIlarla ilk it¬tifak anlaşması (8) yapıldığı sırada deniz yedinci ve sonuncu kere olarak dondu.
HEKİMOĞLU ALİ PAŞANIN VEZÂRETİUZMÂ MAKAMINA GETİRİLMESİ VE, AZLİYLE YERİNE f
NÂİLÎ ABDULLAH PAŞA’NIN GETİRİLMESİ j
Yeni Veziriâzam Hekimoğlu Ali Paşa, Mart ayının sonuna ؛ doğru İstanbul’un karşısına, Üsküdar’a varmıştı; ilerlemiş ya-
(5) Chronicon Paschale, s. 400.
(6) 703’de, Theophanes.
(7) 928 ve 934’de Simon Lagotheta.
(8) 1232’de Acropolita, 37. Niceph Greg, II, 5. ‘ ,
§هص ve kışın şiddetli geçmesine rağmen, Trabzon’a kadar git- miş ve orada haseki kendisine Mührü Hüçnâyun’ıu vermişti (27 Mart 1755 – 13 CemâziyüTâhir 1168), Bu ve^leyle, kendisine güç- lükle neticelendirilmiş tarihçe beyitlerinden oluşan ve iktidara gelişini coşkunlukla öven bir yığın şiir sunulmuştu; yazılan .؟i- .؛rlerde^ birkaçı, ,kendisinin iktidara ——– gelişine rast-
iadığı baharın şerefine yazılmıştı (9). ؛
Yeni Veziriazam tarafından yapılan değişiklikler içinde ilk önce, zengin ve nüfuz sahibi gümrük reisi îshak’m görev ye- rjnin değiştirilmesiyle yerine Karabağî Süleyman Paşa’nm ge- tirildiği Kapdan-Î derya Mehmed Paşa’nm azlinden söz etmek gerekir. Diğer değişiklikle¿ devletin yüksek makam sahipleriy- le eyâlet valileri arasında yapıldı. İstanbul Kaymakamı Muşta- fa Paşa vali olarak Trabzon’a gönderildi; evvelki Veziriâzam’ın, kendisine Cidde valiliğini vererek İstanbul’dan uzaklaştırdığı yaşlı ve zengin £bubek؛ı- Paşa, karısı Safiye Sultan’m hatırın- dan çok, sonsuz d^ebilecek zenginliği • sayesinde ve yaşın؛،, hürmeten İstanbul’a çağırıldı. Saray tabibi Çelebi Mustafa, iç mesi için yemel؛ listesine yazdığı hoşaflar Sultan’a iyi görün memiş olduğu için gözden düştü ve yerine başka bir tabib atan- £،|. Önemsiz bir sebeb Baş-mirâhur Sâdik’ın azline sebeb ol- muştu: Müstebid hükümdarın atı, taşıdığı yükten huysuzlana- rak yana doğru sıçrayıp, nerdeyse efendisini yere düşürecek bir harekette bulunmuştu. Ulama (10), saray tabibinin yerine bir dönmenin atanmasının sebeb olduğu hoşnutsuzluğu ءله1لم- mekte gecikmedi. Baş-mirâhura gelince,’ farkına varan olmadı. Veziriazam, Kahyabey {Dahiliye nazırı) olarak gerçekten büyük ilim sahibi Veliyeddin’i seçti. Hocagâniar zümresinden çıkarak Suriye’de Saydâ Beylerbeyliği’ne gönderilen eski defterdar Alî- mi, iki tuğlu’ Paşalıktan vazgeçerek saraya daire efendisi ola- rak girdi. Sultan Osman, donanmanın Adalar denizine hareke-
، ., 4
(و) Oğlu taralından yazılan لام Paşa TaVüıi’nde bu şiirler 132’den ه’ل4ل Kadar dokuz sayfayı doldurmaktadır, içlerinden en seçkinleri: Asım İsmail, Osman Molla, Nimet, Tevfik, Re’fet, Kutbî, Fethi, Dâniş, Râif, Esseyid Mehmed, Servet Osman, Tabri, Emin, Ahmed Bey. ÎİO) Hammer بمة0ء olan ulemâ kelimesini ayrıca çoğul işaretleriyle ver■ mitedir. (Ç.N.) t
– Hammer Tarihi. C: VIII. F.: 1ت
tinden önce sahil köşküne gelip etek öpen ve sefer izni isteyen yeni Kapdan-1 deryaya doksan kese ihsanda bulundu. Sultan, yeni inşâ edilmiş ve donaıiım masraflarını kendisi ödediği سل- yonla karşılaştığı Malta şövalyeleri tarikatı bayrağını taşıyan üç gemiden birini batırıp birini kaçmak zorunda bırakan ve esir eden Cafer Reis’e esir aldığı gemiyi bağışladı ve onu bu suretle mükâfatlandırdı. Ölüm, altı ünlü kişi tarafından dol- durulan altı önemli mevkiin boş kalmasına sebeb olmuştu. Ve- fât eden kişiler şunlardı: Son Dahiliye nâzın (Kâhyabey) ve eski İran elçisi, Reisefendi Sarı Abdullah Efendi’nin yakın ak- rabası. Mesnevi yorumlayıcısı ve Bayramiye tarikatının şeyh- lerinden biri olan Nazif Efendi; .Aynî’nin Arap Tarihi’ni kısmen tercüme etmiş olan Şeyhülislâm Karahalilzâde Mehmed Sâid; İmparatorluk müverrihi ve teşrifât reisi. Vâsıf Efendinin hak- kında şâir olduğu kadar en iyi düzyazı yazarı hükmünü verdiği .لظ Efendi; eski Dâhiliye Nâzın, Maraş Beylerbeyi Abdullah Pa- şa; nihayet gazellerimle ünlü ve imparatorluk müverrihinin, bir maliyeciyi oluşturân yüksek kaabiliyetine övgülerle şahâdet et- tiği defterdâr Serezli Behçet Efendi. Bu sonuncunun makamı Hakim Efendi’ye verildi; izi Efendi’nin teşrifât reisi makamı, bu makamın eski sahibi ve bir bayram tebriki vesilesiyle Sul tan’a bağlılıklarını arzetmede Yeniçerilerin önüne geçmek ha- tâsını işleyen ve bu yüzden de başını kaybetmek tehlikesiyle karşılaşmış olan Akif Efendi’ye verildi, izi Efendi, daha sonra, imparatorluk müverrihi sıfatını, III. Osman, III. Mustafa ve I. Abdülhamid saltanatları dönemlerinin tarihini yazmış olan En- veri’ye bırakmış oldu. İstanbul’da basılan Vâsıf Tarihi’ne bu eser özet olarak alınmıştır.
Geceleyin çıkan bir yangının peşinden azledilen Hekimoğ- lu Ali Paşa, kendisinin idaresine bırakılan işler hakkında daha yeni yeni bilgi salıibi olmağa başlamıştı ve böylece Veziriazam- lığı elliüç gün sürmüş demekti. Aslında, yangın, sadece bir vesileydi. Azlinin gerçek sebebi, iktidara geldiği günden beri Sultan’ın gözdesi Silâhdar ة1ل aralarında sürüp giden anlaşmaz- ilkti. Babasının biyografisini yazan Hekimoğlu Ali Paşa’nın oğ- lu Siaî, bu azilden bahsederken üç sebeb göstermektedir; ne var İ£İ, OsmanlIlar, en çok bilgili olanları bile, hükümdarın ha- reketlerini ve en tabiî hâdiseleri bile gözden geçirirken görüş noktaları üzerinde tanıtıcı bilgi vermemeği tercih etmektedir¬ler■ «Hekimoğlu Ali Paşa» diyor yazar, «azledildi, çünkü evve- lâ eski tanıdıkları, BosnalIlar onu durmadan tâciz ediyorlardı; İkincisi, düşmanları iftiralar atarak ondan Sultari’a söz ediyor- lardi; nihâyet, çünkü Mührü Hümâyun’u aldığı gün yaldız falı yengeç burcunun tesiri altında bululmuyordu ki o sırada ay üçün- cü yan kurs durumuna girmekteydi ve bütün diğer gezegenler ٠٥٠ karşıydılar; çünkü kendisine Mührü Hümâyun’un verildiği günün gecesi bir ay tutulması olayı ile karşılaşıldı ki bu, vezi- riâzamlar için kötü bir işârettir; çünkü onlar imparatorluğun ayı, Sultan ise güneşidir.» ■
Hekimoğlu Ali Paşa, azledilen veziriâzamlara genellikle yapıldığı gibi saraym balıkhanesine götürülmedi, fakat derhal Kızkulesi’ne nakledildi; karşılaştığı bu sert muamele ruhunu للللا’و^هل önsezilerle doldurmuş olmalıydı; çünkü genç ve kud- retli Kızlarağası Beşir orada feci bir akıbetle canından olmuş- tu. Muhafazasına verildiği bostancı hasekisi, Ali, Paşa’ya şu «Vazife mazurdur» Arapça, atasözünü (لل.ل hatırlatarak çok hazin bir görevi yerine getirmek zorunda olmasından ötürü ken- dişini affetmesini diledi. Ali Paşa, hasekiye: «Ben çok-iyiyim,» dedi, «başıma gelenlerden yakında ölümle cezasını bulacak olan silâhdardan başka kimse suçlu değildir.» Daha sonra, si- îâhdar başmın vurulması cezasına çarptırılınca (12), Hekimoğ- lu Ali Paşa’nm sözleri ermiş tarafından söylenmiş olmak de- ğeri kazandı. Bu arada, azledilen’Ali Paşa, Kızkulesi’ne gönde- rildiğinin ertesi günü affedildi ve Famagosta’ya sürgüne gön- derildi. Sultan, Vezâret-i-uzmâ yâni İmparatorluğun en yüksek iktidar makamına, gençliğinden beri bu makamın dâiresinde görevli olarak çalışmış, Reisefendi Mustafa Tavukçu emekli ol- duğunda boş ]؛alan makama vekâlet etmiş, daha sonra’teşrifât başına atandığı zaman, tam bir kanşıklığın hüküm sürdüğü eski teşrifât kaidelerinde yeniliklere yer،, vermiş bulu- nan Nâili Abdullah Paşa’yı getirdi (13). Sultan’m tercihi Nâilı Abdullah Paşa’yı en yüksek iktidar makamına getirmeden ön- ce. Paşa birinci defterdâr görevini yürütüyordu. Bilgili, iyi ye- tişmiş bir kişi olan Nâili, “ülkesinin edebiyatında ustaydı ve Nâdir Şâh’la yapılan müzâkerelerin anlatıldığı raporu izi Efen-
(11) Elmemûr maazur. ٠
(12) ‘ Sinaî Tarihi, t. 142. ‘
(13) Veziriazamların Biyografileri, yazan: Mehmed Said.
dİ ، tarafından ،imparatorluk Tarihi’ne alındı; tamamiyle gerçek- çil bin anlayışla kaleme alınan bu – yazarlık
kaabiliyeti görülmektedir. Bâb-ı Âli’nin İran tahtının bu mutlu gâsıpıiile yaptığı ilk barıştan önceki* müzâkerelerin anlatılışını, tarih, Râgıb Paşa’nın kalemihe borçludur,’
ا Daima olduğu gibi, Veziriâzam. değişliğinden sonra, bir sürü atama ve değişiklikle karşılaşıldı. Bunların. en önemlisi, silâhdarın üç tuğlu vezir rütbesine yükseltilmesiyle Sultan’m mührünün muhâfız kâtipliğine atanması oldu; bu sıfatla divan- da kubbe vezirleri arasında müzâkerelere katılma hakkı da verilmişti. Sultah’m gözdesi olmak durumu,’ona geliri arpalık olarak kendisine verilen’Aydın vilâyet^ valiliğini de asâleten ka- zandırdı. Şeyhülislâm Vassaf Abdullah Efendi, Eflak; boyardları (beyleri) ’ tarafından Constantin Maurocordato’nun azledilen hospodarm tahtına oturtulması yolunda tertiplenen entrikalara karıştığından azledilerek makamı □amadzâde Feyzullah Efen- di’ye verildi. Fransız elçisi Desalleurs’un şefaati, entrikacıların ağır cezalara çarptırılmalarını önledi; Eflak boyardları ve Ma- urocordato Lemnos’a sürgün edildiler.
Başka mâhiyettetçevrilen manevralar İstanbul Rum patrik- hanesinde bölünmelere, fikir ayrılıklarına yol açıyordu. Bunun sebebi, patrikin, başpiskoposun؛ görüşüne aykırı olarak, vafti- zin tam geçerli olabilmesi için yeni doğmuş çocuğun bütün vü- çuduyla vaftiz suyuna batırılması yolunda bir görüş ileri sür- mesiydi (Haziran 1745). Bâb-1 Âli, muhalif durumundaki baş- piskoposları ■kendi, ruhâniyet bölgelerine göndermek suretiyle meseleyi kestirip attı. Kırım hanı vefat ettiğinden yerine kalagay Halim-Giray, Sultan tarafından atandı. ، .
■ ؛. Veziriazam Naili Abdullah Paşa döneminde, üçüncü Os- man eski Otağcılar (halk, otakçılar diyor) camiinin yeniden inşasını emretti. Pâdişâh bir gün Eyûb Sultan ziyaretine gi~ derken bu camiin harap hâlini görmüş ve yeniden inşası emrini vermişti. Ne var k؛ Nâili Paşa, bu inşaatın bitmiş durumunu görecek kadar Veziriâzamlık makamında kalmadı. Tâyininden doksanyedi gün sonra azledildi Paşa’nın makamından düşme- si, aşağı yukarı, eski Fransa elçisi Mehmed Said’in evvelce iki kere getirilmiş olduğu Kâhyabeyliğe (Dâhiliye Nâzırlığı) üçün- cü defa atanmasiyle aynı zamana rastladı. Nâilî Abdullah Pa-
şa’nm deşmesinin sebebi, o şırada nişancı veikubbe veziri’olan silâhdar Ali’nin gözünü uzun : zamandan,، beri imparatorluğun ‘ 24),en, yükssk makamına dikmiş olmasıydı
؛ م u■ : -ء i< ‘ ..؛ ‘ ٠٠. , ةنى.–ز;Zilkade .1,168} ,/i
■؛;ي■■; ثم*ن’أم-يم،آإقتمضث V ،‘‘’•^REİSEFENDrNİN- ١■
ve irtikâptan ateş görmüşcesine ةول؛آن ,Ayxıı gün, dürüst kaçman., fakat kaba^göninüşlü ye kimseyle yakınlaşmayan Re- isefendi Abdi’nin Çanakkale ye sürgüne gönderilmesi emri ve- Abdi’nin azlinden bahsettiği ra-؛rildL Tarihçi Vâsıf, Reisefendi a eklediği، değerlendirmede, Avrupa yüksek sosyetesinin؟porq açık bir şfiŞtilde ayırıcı vasfım ‘ politika nezâketincte OsmanlIların o zamana kadar kaydettikleri ilerle- mayi de ,gözler önüne sermektedir; yazıda şöyle deniliyor: «Ab- dİ, eski büy;ük، kayadan^ yontulmuş, insan topluluğundan,kaçan ve iş münasebetlerinde kaba davranışları.olan bir kişiydi.» Abr di’nin hepıen peşinden Kızlarağası’nın azledilip Katlire’ye SÜ- rülmesiyle karşılaşıldı. Azil ve sürülme sebebi olarak görevleri- ni yerine getiremeyecek kadar yaşlılığı ileri sürülen Kızlarağa- had^magası hazinedar Ahmed atandı.,,” ؛sının yerime, ikinci
Üçüncü Osman kıyafet değiştirerek şehirde dolaşmaktan ve ayaktakımından kimselerin konuşmalarına katılmaktan hoşlanı-؛ yordu. Bu dolaşmalarından birinde, bir gün Üsküdar yakınında bir ağaç topluluğu altında azledilmiş yaşlı bir*naible (kadı yar- konuştuğu kişinin kim olduğunun farkma ؛dımcısı) karşılaştı varan ve Hekimoğlu Ali Paşa’nın dostu olan adam, Sultan’ın affını kazanarak dostunu Famagosta’daki sürgünden getirtmek bakımından bundan yararlandı. Nâib, Sultan’la arasında geçen konuşmayı Hekimoğlu Ali Paşa’nın oğlu ve biyografisinin ya- zan Siai’ye anlattı. Siaî, Nâib’e dersini o’ kadar iyii verdi ki, Üçüncü Osman’la kararlaştırdıkları yerde buluştuklarında, Sut- tan’dan Hekimoğlu geri getirilmesi müsaadesini ؛-elde etmekle kalmadı, bir kere vali olarak bulunduğu’K§hire ye vali olarak tâyinini de yaptırdı. Sultan, bu mesut mesajı Ali Paşa’ya götürmek üzere ikinci oğlu Galib Bey’i seçti.;Zaten -Sultan Osman’ın devlet işleriyle biti^ tükenmek bilmeyen alâ yollarda ve İstanbul civarında yaptığı gezintiler .,ve halkla مؤ؛هءل -konuşmaktan ibaret kalıyordu. Son zamanlarda, Kur an m yaz
dığını hatırlatarak, kadınlara yalnız •kocalarının hoşuna gitmek- i le uğraşmak düştüğünü ileri sürüp giyimde lüksü ve bundan j böyle üstü dar, rengârenk kumaşlardan elbise giyimini yasak- ١. layan bir buyrultunun Sultan’dan çıktığı doğruydu. Aynı buy¬rultu, vezir olmayan kimselere atlarına gümüş nal taktırmayı, bu mâdenin elyafmdan dokunmuş huşyelerle atların üzerini ört¬meği yasaklıyordu.
İSTANBUL’DA YANGIN
Bayramın birinci gününü ikinci gününe bağlayan gece bir bakkal dükkânından çıkan yangın, onaltı saatten daha az bir zamanda iki bine yakın evi yakıp kül etti ،12 Temmuz 1755 -2 Şevval 1168). Tarihçi Vasıf bu yangının ancak kısmi (14) ol¬duğunu söylüyor؛ bu yangının verdiği zarara bakarak şehirde üç ay sonra çıkan ve tarihçinin tam ٢٠) diye vasıflandırdığı yan- ؛ gının verdiği zararın nisbeti üzerinde bir fikir edinilebilir. Otuz- j altı saat boyunca yangın bütün istikametlerde yayıldı. Bâb-ı | Âlî, Veziriazam sarayı ve Defterdâr Kapusu’na kadar herşeyi t yaktı. Bu sarayların ve içinde mescitle ordunun çadırlarının bu- ١■ lunduğu Mehterhâne’nin yeniden inşâsı çalışmalarına nezaret ؛ etmek üzere müfettişler tâyin edildi.• .
VEZİRİAZAM NİŞANCI ALİ PAŞA’NIN İDÂMI
Sultan, bir Hatt-ı. Şerif ,le yangının yayılmasını önlemekte j gösterdiği gayretten ötürü Veziriâzam’a teşekkür etti. Bunun- ؛ la beraber, dört hafta sonra azledildi ve sarayın orta kapısının altında boynu vuruldu. Aradan iki saat geçmiş geçmemişdi ki, j Sultan Osman, yalanlarla, rüşvet alarak emirlerini uygulama¬yı ihmâl etmekle suçladığı gözdesini (15) fedâ etmiş olmasın- , dan pişmanlık duydu. Nişancı Ali Paşa’nm doğumu karanlık- ؛ tı, yâni anası-babası pek belirli değildi; saraya alelâde baltacı ;
(14) Cüz’i.
(٠) Külli. . ٠
(15) Vâsıf şu Arabça vecizeyi zikrediyor : «Acele etme, ne yaparsan yap, j düşünerek yap; zirâ telâş insana pahalıya mâlolur. (Lâ teaceluni j liemri kunte tefaalehu ferrubemâ yuassir el insaniı min acelin.)»
i odun yarıcı) olarak girmiş, sesinin güzelliği sayesinde üçüncü oğlanlar odasına müezzin olarak bağlanmıştı. Daha sonra Sul- tan’ın. teveccühü onu sırasiyle silâhdâr, vezir makamlarına yükseltti; iki Veziriâzam’ı devirdikten sonra, Veziriazam ola¬rak İmparatorluğun en yüksek yetki*ve iktidarını kullanmakla görevlendirilmişti. Üçüncü Osman, İmparatorluğun bu yüksek makamına, ihtiraslı sabık gözdesinin halefi olarak, Mehmed Said Paşa’yı• seçti: Mehmed Said Paşa Paris’de Türkiye’yi elçi olarak temsil etmiş olan.ve daha sonra kendisi de bu temsil görevini aynı ülkede vakarla sürdürmüş olan bir devlet ada¬mıydı. Fransa’da elçilik görevini başarıyla yürüten ve kraldan bü¬tün devlet adamlarına kadar Fransızların takdirlerini kazanan Mehmed Said, memleketine döndüğünde Vezâret-i-uzmâ Dâire¬si ve tersâne işlerinin başında bulunmuş, iki kere Kâhyabey (Dâ¬hiliye Nâzırlığı) makamında görev yapmış, oradan da Sultan tarafından İmparatorluğun en yüksek makamına atanmıştı. Kâhyabey makamı Mehmed Said Paşa’mn Veziriâzamlığı ile boşalınca buraya Reisefendi Kâmil Ahmed, ondan boşalan ma-kama da Veziriâzam kabinesinin mahrem kâtibi Hamza Hamid getirildiler. ؛
MISIR VE ERMENİSTAN’DA KARIŞIKLIKLAR
O sırada Mısır valiliği görevinde bulunan eski’Veziriâzam Hekimoğlu Ali Paşa’mn durumu son derece güçtü. Uzun zaman¬dan beri bu eyâletteki beylerin kudreti o dereceye varmıştı ki, İstanbul’dan gönderilen valilere hakaretle bakıyorlardı. Bu anar¬şi dmnımu, Bâb-ı Âlî’nin menfaatlerini vahim bir şekilde bal-talamaktaydı. Valilerin her yıl Bâb-ı Âlî’ye göndermekle görev¬
li oldukları vergi tahsilâtmda‘görüldüğü gibi, Mısır’ın yıldan yıla Mekke halkma ve aşiretlere dağıtılmak üzere yola çıkar¬dığı buğday kervanlarının da arkası kesilmişti. Bütün bu Mısır beylerinin en kudretlisi İbrahim Kâhya, geçen yıl ölmüştü (23 Kasım 1754) ؛ fakat, son• nefesini vermeden önce, Osman beyin Kahire’ye kaçışından sonra uzun zaman Mekke’de sürgün ha¬yatı yaşamış olan Abdurrahman Kazdağlı’yı kendisine halef tâyin ettiğini bildirmişti. Abdurrahman Kazdağlı, hükümetle alakalı işlere İbrahim Kâhya’mn bıraktığı ,yerden devam et¬mek için Ali bey, Circeli Osman bey ve İbrahim Kâhya’nın sağ¬lığında Azablann (16) reisi olan Rıdvan’la birleşti. Rıdvan، Ab- durrahman Kazdağlı’ya karşı isyan etti; fakat, dört saat sûren أ bir çarpışmadan sonra kesin bir yenilgiye uğradı ve آلو،س dört beyle birlikte kaçmak zorunda kaldı; diğer birçoklan zin- أ dana atıldı (16 Mayıs 1755)ن Hekimoğlu Ali Paşa,■ valilik işlerini إ teslim almak üzere, bu olup bitenlerin peşinden Kahire’ye gel- أ di. Yirmi Memlûk beyi, ^edi milis birliğinin başları ve dört إ’ mezhebin Müftüsü tarafmdan makamına lâyık bir ağırlıkla karşılandı. Yeni gelen bütün OsmanlI valileri tarafından âdet gereğince İmam Şafii’nin kabrini ziyâret etti. Valiliğinin ilk gününden itibâren لكلث kutsal şehrin aldığı buğdayları Mekke ve Medine istikametinde yola çıkardı. Geciken Mısır vergisinin , İstanbul’a gönderilme$i hususunda da aynı gayreti gösterdi ve Kâbe örtüsünü yeniletti. إ
Avusturya ve İran hududunda kargaşalıklar başgöstermiş- إ
ti; bunların en fazla tesirli oldukları şehirler Belgrad ve Erzu- ■
rum’du. Belgrad valisi Köprülü Ahmed Paşa, kendisine başkal- إ dıran Yeniçerilerden kurtulmak için kaçmıştı. Erzurum valisi
^bdullah Paşa ise civar yerleşim bölgelerinde kargaşalıklar Ç1- إ
karan birçok âsi elebaşılarla mücâdele halindeydi (17). Bunlar- I
dan biri Muşlu Alâeddin’di; Mercimek hisarına çekilen bu âsi إ bir müddetten beri, oradan kanun tanımazlığını yürütüyordu. Vali bu âsinin üzerine yürüdü ve hisarı zaptederek yıktı. Malaz-
^irdli Nuh Be^’e karşı da başan kazanarak iki hisarını yerle إ
bir etti. Mahmudi’li Mihrab ile Haçari Tatar han şiddetle Üzer- ,
lerine gidilerek itaat altına alındılar. Abdullah Paşa, Muş ve إ
Bitlis halkına bir taahhüdnâme imzalattı. Buna göre, yeniden إ
ortaya çıktıkları takdirde halk bunları vilâyetlerinin dışına ata- أ cakti; Bitlis’in azledilmiş valisi Burhan hana da vilâyetlerinin
kapılarını kapayacaklardı (18). Bununla beraber Muşlu Alâed- إ
din’in oğlu babasının yolunda yürümeğe devam etti. Seferleri- إ
nin üssü ve yağmaladığı malların deposu olarak kullanacağı, إ
aynca üstün kuvvetler karşısında çekilmek üzere Kheleres’de إ
inşâ ettirdiği hisarla kendisini teminât altına aldıkta؟ sonra’, ١
16؛) Penkler’in raporuna ااجلاظ Alessandra’nm 2 Aralık 1754 tarihli mek- إ tubu.
(17) Zilhicce 7$لل (Skim 1754) tarihli Penkler’in. raporu. إ
(18) Van haikının ricânâmesi; Cemaziyül’âhir 7طل tarihli bir fermana. I ekli bulunmaktadır (N؛san 1754). Ayni kaynak.
Tatuvan ،Çarçığhan’dan bin ilâ ildbin kuruş arasında vergi topladıktan başka Ahlat ve؛ Adilcuvaz civarım da yağmalıyor-
dil’. ز’ ٠ ا’.؛ن■■ ‘
CEZAYİR BEYİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ
Cezayir’de, itidaliyle tanınan yetmişlik Mehmed ?aşa, bir- ilklerine aylıklarını dağıttığı, sırada bir kaatilin hançer darbe- leriyle 11) نآه1ة Aralık .ا54?ا . Paşanın henüz hayat belirtileri gösterdiği farkedilmce tüfek atışlarıyla cansız hâle getirilmişti. Paşa’yı öldüren kaatil, kendisini Cezayir dayısı ilân etmek ni- yetindeydi, fakat süvari Paşası Ali, kaatilin işini bitirdi ve Mehmed Paşa’nın makamına getirildi. Bâb-ı ثل.مح sipahi kuman- dam Ali Paşa’nm Cezayir halkı tarafından kendilerini idâre etmek, üzere valiliğe seçildiğini öğrenince, valilik muamelesini alelacele tasdik etti. • : ؛ .
AVUSTURYA, RUSYA, POLONYA VE İNGİLTERE ELCİLİKLERİ VE PRUSYA’DAN BİR MURAHHASIN
٠■’ GELİŞİ ■’ ‘
Üçüncü Osman’ın saltanatının ilk yıli boyunca, Bâb-ı Âli’- nin yeni tahta çıkış olalım bildirmek için gönderdiği elçilere karşılık olarak, birbiri peşi sıra, Avusturya, Rusya ve Polonya’- dan elçiler geldiği görüldü. Avusturya, Penkler’i^ı yerine sü- rekli elçi olarak gelen baron de Sch}¥ahheim araçlığıyla Bâb-ı Âli’ye tebriklerini bildirdi. Avusturya elçisi, gözalıcı bir tören- le huzüra kabul edildi ve Viyana hükümetinin içinde yeni el- çisinin Doğu dilleri bilgisini (19) övdüğü güven mektubunu sundu. O zamana kadar, her saltanat değişikliğinde Avrupa devletleri elçilerinin yeni Sultan’a hediyeler sunmak âdeti var- dı. Avusturya elçisi, bu âdete (20) uymadan sadece gelip tebrik- lerini sunan ilk Avrupa devleti elçisi oldu (1? Temmuz 1755 – 7 Şevval 1168). Avusturya elçisi, güven mektubunu sunarken, selefi Penkler ve onaltıncı, onyedinci yüzyılda Muhteşem Sü-
(19) Doğu dilieri üzerinde gerçekten bir uzmandı.
(20) Gerekte, Taiman da 1731’de hediyeler getirmeden geimi§ti; fakat ٠, zengin hediyeler getiren Rus elçisi Şerbatoff ve Polonya elçisi Si- eracowski gibi kabul edilmeyerek geri gönderilmişti. 5 Ocak 1755 tarihli Penkler’in raporu. • .
Jeyınan ve IV. Murad saltanatları döneminde birçok büyük el¬çilerin yaptıkları gibi Sultan’a Almanca değil, İtalyanca hita¬betti. Viyana’ya selefi Hatti Efendi gibi yüz kişilik mâiyyetle değil, sadece elli kişilik bir mâiyyetle girmiş olan Türk elçisi j Halil, kraliyet meclisi başkanı yerine Avusturya hükümeti Baş¬vekilini ziyaret eden ilk Osmanlı elçisi oldu. Bu olayı burada belirtmek yerinde olur؛ çünkü o andan itibâren Bâb-ı Âlî’nin Avusturya ile münasebetleri son derece dostâne bir mâhiyet kazandı. Elçi Schwahheim, biri Macaristan ve Bohemya krali- ١ çesi sıfatiyle Marie-Therese, diğeri İmparator ve Toskan büyük- ! dükü Françis tarafından imzalanmış iki güven mektubu getir¬diğinden, Bâb-ı Âlî tercümanı kendisinden yüz yerine ikiyüz ٢ duka altını hediye talebinde bulundu. 1754’de Viyana’da, ؛, Schwahheim’in müdürlüğünde genç yardımcılar ve tercümanlar i yetiştirmek maksadiyle kurulan Doğu Dilleri Akademisi’nden ؛ ilk iki öğrenci de göreve başlamış oldu. Bunlar Jenisch’le Thu- | gut’du ve her ikisi de Doğu dilleri uzmanlan ve devlet adam- ؛ !arınca (21) tanınmıştı.
Trablus’da, Avusturya elçisi Cosmo Conti, evvelce İmpara-torun Ali Paşa’nın selefi Ali Paşa ile imzalamış olduğu dostluk anlaşmasını bu dayı (devlet naibi) ile yeniledi (22). jı
Bu tarihlere doğru, eski İran Şâh’ı Nâdir’in oğlu olduğunu ؛ iddia eden, fakat bu yakınlığı, akrabalığı delilleriyle ortaya ] koyamayan onsekiz yaşlarında bir Iranlı veya Ermeni genç, Bel- ؛ grad’dan Zemlin’e (23) kaçtı: Bâb-ı Âli, bu gencin şahsı hak¬kında herhangi bir şikâyette bulunmadan Bosna’dan Hırvatis- 1 tan’a hicret eden seksenbeş ailenin geri gönderilmesini istedi. Viyana hükümeti bu talebi reddettiğinden, Bâb-ı Âlî tercümanı, ؛ Avusturya’nın İstanbul elçisine, bu reddin mevcut anlaşmayı ihlâl eder mâhiyette bulunduğunu ve bunun Rusların Yeni Sır¬bistan’da iki yeni kale inşâ etmelerinden daha az üzüntü veri- ؛ ci olmadığını *bildirdi. Bâb-ı Âlî, bu inşaattan, kısa bir süre ön- I
؛ 21) Schwahheim’in tercümanları Avusturya hükümeti tercümanlığına) atanan Selescovich’in yerine gelen Bianchi ve Testa idi. Tercüman ؛ .yardımcıları Monzka, Thugut ve Jeriisch’di
.1168 22) Şevval)
؛ -23) Penkler, bu taht iddiasının sahte olduğunu göstermektedir. Bu İran> lı veya daha ziyâde bu Ermeni Semlin admdaydı ve Avusturya ordu¬؛ .sunun en yaşlı albayı olarak birkaç yıl önce ölmüştü
ce Sultan Osman’ın cülus tebriki için İstanbul’a gelmiş bulunan olağanüstü yetkili Rus elçisi prens Dolgoruki’ye şikâyette bu- lundu: Sultan Osman’ın tahta çıkışını bildirmek üzere Rusya’- ااا،ا pâyıtahtı Saint-Petersburg’a gitmiş olan Derviş Mehmed Efendi, dönüşünde, tarihçi Vâsjf’ır، imparatorluk Tarihi’ne ek olarak aldığı elçiliğiyle alâkalı bir raporu Veziriâzam’a sundu. Bu raporunda Türk elçi؛ evvelce Mehmed Çelebi’nin Fransa sa- rayı hakkında anlattıkları gibi, Rusların âdetleri, saray balola- n, sahne oyunları ve operalar üzerinde uzun uzun durmaktadır. Sahne oyunlarından bahsederken؛ Türk elçisi, bunları «düğün gecelerinde oynanan oyunlara» benzetmektedir 24؛) ve «âşık- lar tarafından bir arada bulunmak için icâd edilmiş olduklarını, âşıkların aralarında buluşma sözü vermek için• münâsip bir zemin oluşturduğunu, seyredenlerin ancak üçte birinin bunun farkına vardığını» yazmaktadır. Onu bilhassa hayrete düşüren, imparatoriçeyi dansedenler arasında her istikamette hareket ederken büyük bir zarâfet (25) içinde görmesidir; bu konuda şu Arap vecizesini zikrediyor: insanlar kendilerini zevklerine terkederler ve ayılar dağlarda dans ederler (26).
Polonya kralı, elçisi kont Munizek aracılığıyla Sultan’a teb- riklerini sunmuştu. Bu elçinin maiyyetinde, birkaç yıl önce is- tanbul’da elçi Benoe’ye refakat etmiş olan Komorowski bulu- nuyordu. o zamana kadar Polonya kralları, tebriklerde, elçile- rinden önce murahhaslar göndermeyi gelenek hâline getirmiş- lerdi; Sultan Osman’ın tahta çıkması vesilesiyle saray başku- mandanı Branicki, makama tanınan imtiyaz dolayısiyle, albay Malczewsky’yi Veziriâzam’a gönderdi ve böylece kralm elçisin- den önce davranmış oldu (NOT: 1). Albay Malczewsky’nin al- mış olduğu tâlimât, Bâb-ı Âlî’yi Polonya ile Saksonya arasında- ki anlaşmazlık konusunda aydınlatmak ve bu ülkede asâyişin tesi¿ edilmiş olduğuna ikna etmekti (2ل Mayıs 5ة7ل). Ertesi gün İstanbul’a varmış bulunan Fransız elçisi M. de Vergen- nes, payitahta girdi.’ Hükümetinden Polonya elçisinle birlikte hareket etme yolunda kesin emir almış olan Fransız elçisi, Bâb-ı Âlî’nin nâzırları tarafından birkaç ay önce İngiltere el- çisi Porter’e karşı aşın kabalığından çekinilen ve imparator-
(24) Leilet’ül nikâb, Vâsıf, f. 64.
(25) Bin naz ile kametine ihtizaz.
(26) En nasu fi havesennihim ved-dubbu yerkass fi؛ cebel.
lük tarihçisinin şiddetle kınamaktan kendisini alamadığı Beis- ! efendi Abdi’nin gösterdiği ihtimamla karşılandı (15 Ocak 1755). Ingiliz elçisi Porter’in huzura kabul edildiği gün, elçi Kral II. ؛ Georges’un Sultan’ı tebrik eden (27) mektubunu kendisine ver- f diği sırada, Abdi, Sultan’ın mektubunu elçinin alnına dayadı j ve o anda Abdi’nin maiyyetinden bir adam, Sultan’m mektu- ] bunu öptürmek için elçinin avuçları içine aldığı başını zor kul- i !anarak eğmeğe çalışıyordu. İzin almak için Veziriâzam’ın hu- ؛ zuruna kabul edildiği sırada ise, Abdi, elçinin oturması için konulan tabureyi, Veziriâzam otururken ayakta durması için ؛ uzağa çekdirtti (Temmuz 1755). Napoli hükümeti maslahatgü- ‘ zan kont Ludolf elçiliğe yükseltilmiş ve cülus dolayısiyle Sul- | tan’a hükümdarının tebriklerini sunmakla görevlendirilmişti. Veziriazamlar sık sık değiştirildiklerinden, Sultan’m her yeni ■ veziriâzam atamasında Avrupa devletleri. elçileri Bâb-ı. Âli’¬ye gidip tebriklerini sunmak zorunda kalıyorlardı. Venedik el- J çişi kont Ludolf, önce veya sonra kabul edilme çekişmelerinden ■i kurtulmak için meslekdaşları elçilerden on gün sonra Bâb-ı ؛ Âlî’ye gidiyor ve tebrik nezâketim yerine getiriyordu. Bu im-, ؛ tiyaz, Napoli ile Osmanh İmparatorluğu arasında ilk dostluk an- ؛ !aşmasının imzası döneminde o zamanki elçi tarafından iki bin ؛■ duka altını karşılığında elde edilmişti. Bu dostluk anlaşmasına ؛ rağmen, Napoli devleti, Kuzey Afrika’da bulunan Osmanlı ko-ruması altındaki Berberi devletlerle (28) savaşmaktan geri kala- ؛ mamaktaydı. i
İsveç’in İstanbul elçisi M. de Celsing, İkinci Alphonse Fre- | deric’in Sultan’ı cülûsundan ötürü tebrik eden mektupları gel¬meden önce, Veziriâzam’a bir muhtıra sunarak, daha önce voy-؛ voda Ghika, Carlson ve Castellane tarafından girişilen teşeb¬büsün az başarılı olmasına rağmen, İkinci Frederic’in Prusya
maslahatgüzârı, Breslau’da ticaret danışmanı Rexin vaşıtasiyle ■
Bâb-ı Âlî ile bir dostluk anlaşması hususundaki teklifini* deş- ‘
tekledi (19 Mart 1755). Sultan’a Prusya kralının tebrik mektup- , larını getiren Rexin Breslau’da Hübsch ticaret evinde tüccar
(27) Penkler’in raporu. Sultan’ın cevabı İngilizce yazılmıştı ve Rebiü’l- f âhir 1168 tarihliydi. Veziriâzam’ın İngilizce mektubunun kopyasında i Aralık 1754 tarihi görülmektedir. ؛
(28) Dostluk anlaşması devam ederken bu çatışmalara Türkler de ka- j tılıyorlardı. , . ,
çıraklığı yapmış, sonra bir Avusturya alayında (29) mülazim olarak hizmet etmişti. Prusya kralı Frédéric, Rusya murahhası olarak Belgrad barış anlaşmasını imzalayan Florentin Çagno- ni’nin tavsiyelerine uyarak, Türkiye ile alâkalı her şeyde oldu¬ğu gibi bu barış teklifi ‘ meselesinde de ciddiyetle harekete geçmişti; Cagnoni, elçi Vişniyakof’la birlikte görevli olarak İs¬tanbul’a gönderilmişti, fakat Rus hükümetinden memnun ol¬madığından Prusya hizmetine geçmişti (30). Bâb-ı Âlî ilk defa olarak, Prusya ile dosliuk münasebetlerine girmenin şeriata uy¬gun olup olmadığını öğrenmek üzere Şeyhülislâmlık makamı¬na başvurdu. Şeyhülislâmlık makamının karar، Prusya’nın le¬hinde olduğu halde, Reisefendi bir anlaşma yapılmasına karşı çıktı؛ neticede Rexin, herhangi bir şey imzalayamadan, sadece Sultan’ın kralın tebriklerine karşılık yazdığı kuru bir cevap mektubuyla dönmek zorunda kaldı. Bununla beraber, Veziri¬âzam, İsveç elçisine, her şeye kaadir Allah’ın irâdesi o yolda ise, arada zâten iyi münasebetler bulunan Prusya kralı ile bu münasebetlerin daha sağlamlaştırılması için Bâb-ı Âlî’nin Sul¬tan’m saltanatında mesut bir Daşka yılı bekleyeceğini bir not¬la bildirdi (31).
NURİ OSMÂNÎ CAMİİ
Veziriâzam Melimed Said Paşa’nın idaresinin ilk büyük hareketi, Sultan Birinci Mahmud tarafından yedi yıl önce in¬şâsına başlanan ve yaptıranın değil de, tahttaki Sultan’m adını imâ, ile Nuri Osmâni adı ،,erilen caminin tamamlanarak ibâde¬te açılması oldu. Bu adlandırma, saltanattaki Sultan’m ve Kur’- an’m sûrelerini bir, araya toplayan, ayrıca Hz. Muhammed’in iki kızıyla evli olduğu için iki nur sahibi lâkabiyle anılan üçün¬cü halifenin adını hatırlattığı gibi, caminin içindeki aydınlığa da imâda bulunmuş oluyordu. Nuri Osmânî Camii her cephesi yetmişaltı âdım tutan bir dörtgen oluşturmaktadır ve özelliği,
(29) Birkenfeld alayının saneakdârı; 1754’de Breslau’a döndü; 17 Mart¬ta İstanbul’a geldi ve 11 Temmuzda deniz yoluyla döndü.
(30) Kraldan yirmibin reichsthalers ücret aldı; o sırada altmışbir yaşın¬daydı. Schwachheim’in raporu.
(31) İnşallahu tealâ bundan böyle bir şerif sal-i meymenet ihtimali in- tizaren. Bu ■not ve Sultan’ın krala cevabı, Kraliyet Arşivleri’nde asıl nüsha olarak bulunmaktadır.
aynı kuturda bir tek kubbeyle لآ1نآس olmasıdır. Yâni bu kub- benin yan dayanak kubbeleri yoktur (32). Mermer ve cephe sütunlarının bulunmaması inşâ edildiği dönemin durumu hak- kında bir fikir vermekte ve bu görünüşüyle diğer camilerden esaslı bir farklılık oluşturmaktadır. Kur^n’ın «Yerin ve göğün ışığı Allah’dan sudûr eyler» (33) âyeti kubbenin içine yazıl- mıştır؛ aynı âyet Ayasofya’nın kubbe içini •de süslemektedir. Sultan Osman il^ defa bu camie cuma namazı için gittiği gün- camide vezirlerine, Şeyhülislâm’^, büyük mollalara ve divân efendilerine hil’atler İhsan etti; Veziriâzam ile Kızlarağası birer samur kürkle Sultan’ın sahâvetinden yararlandılar; büyük şeyh- ler içi dışı hermin kürk, kaplı hil’atler alıp dualar ettiler; cami imamlarına ve diğer ulemâya, kürklerle süslenmiş hil’atler İh- san edildi; daha, aşağı rütbedeki bütün ulemâya keten cübbeler dağıtıldı; nihayet Paşalar ve dâire reislerinin de kaftanlar ihsân edilmek suretiyle gönülleri alındı (5 Aralık 1755 – 1 Rebiül’evvel 1169). Müteakib cuma günü Sultan ©sman, batan bir Mısır gemisini yüzdürmeğe çalışan işçilere ^evk vermek üzere deniz kenarına gitmek؟ üzere yol değiştirdi.
BİE GÖKTAŞININ GÖRÜNMESİ
Oniki gün sonra Noel bayramı arafesinde, gece yarısından sonra saat ikide, gökte muazzam bir ateş küre görüldü ve yere yaklaşırken üç alev girdabına dönüştü, sonra ateşli silâhmkine
(32) Mimar M. Le حه’3ة7لاألآ’ا0ع İstanbul’da اغله1ه؛ا sırada Sultan؛Birine؛: Mahmud’un inşâ ettirmekte olduğu camie götürdüler; binayı yap- makla görevlendirilen Yunanlı mimârın binayı tamamiyle kapaya- cak olan kubbenin‘ inşâsında uyguladığı sâde ve kolay usûlü görün- ce hayret duymaktan kendini alamadı. Caminin İçini kaplayan ve dairevi olarak her yönde harektit edebilen bir iskelenin ortasına yer- leştirilen bir sırık, kubbenin ayrı ayrı dâirelerini birbiri peşi sıra çiziyor ve kubbenin inşâsına girecek her tuğlanın yerini belirliyor- du. Bu usûlle kubbe yavaş yavaş yükseierek §akuli çizgiye geldi ve anahtar görevini yapan bir taşla kapatıldı. Guys, II, p. 2. ‘
nin Constantinople et Bosphore adlı eserine de bakınız.
(33) Ylrmidördüncü sûrenin 0ا؛،ساه،؛لاآ âyeti: «Göğün ve yerin ışığı Al- lah’dan sudûr eyle^: ışığı duvardaki bir yuvada yanan ve üzeri fâ~ nusla örtülmüş bir lâmba gibidir, fânus bir yıldız gibi parlar; lânıba ne Doğu’da, ne Batı’da yetişen kutsal bir ağacın yağıyla beslen- metoedi^ Allah hoşlandığı kişin gözlerinde parıldar.»
benzeyen bir patlama sesiyle kayboldu (24 Aralık 1755 – 20 Rebi- ül’evvel 1169). Bu göktaşı zihinleri, henüz meşgul ettiği sıra¬da, birçok yangın (34) çıktı ve müneccimlerin olay üzerindeki şeâmet yorumlarını doğruladı. Müneccimler, memleketin en ta¬nınmış kişilerinden birinin ölümünü haber vermelerinde, kehâ¬netleri bakımından son derece haklı çıktılar؛ gerçekten de Ay¬dınlı Osmanoğlu’nun kesik başı bir mızrağa takılmış olarak saray kapısında teşhir edildi. Bâb-ı Âlî, evvelce Rusya’da elçi¬lik görevinde bulunan Derviş Efendi’yi, mallarını müsadere ve muazzam servetini hazîneye intikal ettirmekle görevlendirdi.
، VELİYEDDİNİN KABALIĞI ١
Veziriâzam Mehmed Said Paşa, kendisinden önceki >Vezi- riâzam’ın Gelibolu’ya sürdüğü Reisefendi Abdi ve Kâhyabey، Ye-ğen Mehmed’i İstanbul’a getirtti. Türkçede Yeğen kelimesi ya¬ver mânâsına gelmektedir؛ bu tarih içinde aynı lâkabı taşıyan vezir ve veziriâzamlardan birçok kere söz ettik. Mehmed bu lâkabı, kendisinden önce Kâhyabey makamında bulunan Veli- yeddin’in kaba bir. şakasına borçluydu. Yeğen Mehmed’in hazi¬ne kayıd kâhyalığı (defteremîni) yaptığı dönemde, Veliyeddin bir gün ona adını sordu. Defter Eminliği makamına kadar yük¬selmiş bir memurun admın herhangi bir Nazır tarafından bi¬linmemesi imkânsız olduğundan, bu kaba bir şakaydı. Yeğen ona adını söyledi; fakat nezâketsizlik alışkanlığına sâdık kalan Veliyeddin, bu sefer de, tutup ne zamandan beri memuriyette bulunduğunu sordu. Yeğen, bilgiççe olduğu kadar iğneleyici bir tarzda cevap verdi: «Umumî Evet gününden beri, yâni Kur’an’da okuduğuna gere, kâinâtm, efendisi olan Allah, dün¬yayı yaratmadan önce, bu suali daha sonra bir vücuda sahip olacak bütün ruhlara sordu؛ ‘Ben sizin Efendiniz değil miyim?’ (35) ve ruhlar hep birden cevap verdiler: *Evet, evet!,’ (36) .»,Di¬nî ve felsefî bir mânâ dolu olan bu din geleneği, yaradılıştan önce, bir anlaşmanın mevcut bulunduğunu ٠ ve bununla dün-
(34) Diğer yangınlar arasında biriyle 28 Rebiul’evvel 1169 (1 Ocak 1756) tarihinde karşılaşıldı. ‘
(35) «Elest birabbiküm; rüzi elest,» yâni ruhların itaat günü İran şâir- : lerinin eserlerinde ve Hazif’de, gazellerinde geçer.
(36) Beli! beli! Bu kelimenin Baali’nin kısaltılmışı olduğu – o Baaü (Efen¬di) – görülüyor. ‘ • J
yevi temaslardan uzak ve saf durumda bulunan ruhların, hâkim j Efendi Allah’a biat etmiş, itatlerini bildirmiş olduklarını belirt- ؛ mektedir؛ yine bu gelenek, mahlûkun hâlikine karşı itaatinin | bu anlaşmaya dayalı olduğunu ve insan irâdesi hürriyetinin as¬lında ilâhî irâdenin içinde bulunduğunu anlatmaktadır. Veliyed- ؛ din: «Böylece,» diyor, «demek ki siz Genel Evet gününden beri j görevdesiniz? Bununla beraber, bir yaverin Cyâni Yeğen’in) j kendi efendisi olduğunu hiç kimseden duymadım. İhtimâl siz, j; ‘Evet’ diyen ruhların kaydını tutmakla görevlisiniz.» Bir başka ؛ sefer, adını sormak için Şeyhülislâm Pîrîzâde’nin oğluna hita- ؛ betti; Şeyhülislâm’m oğlu adının Osman olduğunu söyleyince, j, Veliyeddin, bu Osman adının «yılan» (37) kelimesiyle bir ben- ؛ zerliği bulunduğunu belirtti. Hep aynı nezâketle bir gün Baş- ؛ mirâhur Ali Paşa’dan mührünü göstermesi ricâsmda bülundu. ؛ Ali Paşa’nın mührünü inceledikten sonra: «İyi; demek adınız ؛ Ali» diyerek mührü geri verdi. Ali Paşa, hemen intikam almak ; maksadiyle onun mührünü görmek istedi. .Veliyeddin memnun j bir hâlde mührünü çıkarıp verdi, Ali Paşa mühre baktıktan j sonra geri verirken: «Hayret! Demek adınız Veliyeddin?» de- ؛ meği ■ihmâl etmedi. İmparatorluk müverrihi Türk nüktedanlı- ؛ ğmın bu örneklerini iğneleyici nükteler veya zekâ oyunları ola- ؛ rak değerlendirip eserinde yer verdiğinden burada uzun boylu ele alınmalarını lüzumsuz sayıyoruz.
İKİ VEZİRİAZAM IN BİRBİRİNİ TAKİBEN ١
; DEĞİŞMESİ ؛
Sultan Üçüncü Osman’ın devlet idaresiyle alâkalı icraatı- j nrn veziriâzamları değiştirmek ve kadınların lüks giyimlerine karşı buyrultular yayınlamakla sınırlı olduğunu daha önce söylemek fırsatını’ bulmuştuk. Saltanatının ilk yılından itibaren
dört kere Veziriâzam değiştirdi. Mehmed Said Paşa, makamında j
en uzun süre kalan Veziriâzam oldu; yeni vergiler çıkarmak ,!
yüzünden azledildiğinde makamında altıncı ayım doldurmuş ؛
bulunuyordu. Makamı, I. Mahmud’un sonuncu, Sultan Osman’- ؛
in saltanatının ilk Veziriâzam’ı Mustafa ‘Paşa’ya ikinci defa ola- ؛
rak verildi. Mustafa Paşa, kudretli Kızlarağası Süleyman’ın göz- ؛
den düşmesine de sebeb olmuştu. Sultan’ın bir emri, bundan j
(37) Alâ vezni saban (yılan). Vâsıf, f. 55.
böyle, divan efendileri ve ordu, büyüklerinin saraya ثء’ا ؛>الا,آ sin- cap kürkü astarlı hil’atlerle gelmelerini yasaklıyor, ancak sa- ،nur kürklü hil’atlerle gelmelerini bildiriyordu.
Yeni Veziriazam, gözden düşmesinden beri işgal etmekte old.uğü vergi genel mültezimliği makamının bulunduğu ٠ Mora’- dan. atanması üzerinden bir ay geçtiği sırada İstanbul’a geldi. Payitahta vardığı gün, âdet olan törenle görevine ,başladı (3 Mayıs !756 – 3 Şaban 1169). Saraydan çıkışında, imparatorluk tavlasından kendisi için getirtilmiş olan zengin koşumlu ata binip, bütün vezirlerin refakatinde, oturmasına ayrılan saray؟ gitti. Makamına oturması üzerinden üç hafta geçmişti ki, ma- hailelerinden birinden çıkan yangın yüzünden İstanbul yeniden ateş tehlikesinin kucağına düştü. Fakat, bu yangının verdiği zarar, dört hafta sonra çıkan ve şehri, iki bütün gün boyunca tahribeden yangmınkiyle kıyaslanınca az,önemliydi, imparator- luk tarihçisinin şahadetine göre, bu yangın, Fâtih Sultan.Meh- rried’in İstanbul’u aldığından beri karşılaşılan yangınların en korkuncu, en dehşet vericisiydi. Yangın, .birçok defa olduğu gibi, •Cibâli Kapusu <لآلوهصولل Yahudi mahallesinden çıktı؛ ora- dan şehre atladı ve onüç ayrı istikamette yayılma kaydetti (6 Temmuz – 8 Şevval) (38). Felâk؟t؛’n ertesi günü, göz, Unkapa- nı’ndaki mağazalardan Süleymaniye’ye,• Vefa meydanından Şeh- zâde Camii’ne ve eski Yeniçeri kışlalarına, Zeyrek’den Saraç- lar ve Kasaplar çarşısına, Sultanselim ve Sultanmehmed Ca- milerinden Ayakapu ve Yenikapu’ya kadar, kara enkaz ve kül yığınlarından başka birşey görmüyordu. Yanan evlerin sayısı sekiz bine yükseliyordu. Bunların arasında beşyüzsek.sen de- ğirmen ve fırın, yetmiş hamam ve bir han, ikiyüz cami, bine yakın dükkân bulunuyordu. Zamanının en iyi bölümünü şehrin yeniden inşâsına veren Veziriâzam, bir yandan da, temeli Kap- ل.ه؛ا؛ deryâ tarafından atılmış ola^ Midilli adasının batı lima- nındaki hisar inşaatını ihmâl etkiyordu. Gözetmesi ve çalış- ması ‘ * beş dılılı muntazam bir yapı olan hisar altı ay içinde tamamlandı (39).
(38) Tott, Hâtırat, I, s. 12, tarih düzeni gözetmeden bu yangını ،anlatı- yor. ،
(39) Vâsıf, f. 82, İspanya elçiliğinden, dönüşünde hisarı gördüğünü söy lüyor. ٠ –
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 13
Mustafa Paşa’nın iktidara dönüşü, her zaman görüldüğü gi- I, bi, yüksek makam sahipleri arasında bazı değişikliklere yol açtı. Şeyhülislâm Damatzâde Feyzullah Efendi, Beykoz’da Bo- i ğaz kıyısındaki yalısına çekilmek üzere müsaade istedi ve yeri- |; ne”Dürrizâde Mustafa Efendi atandı (40). Eski Şeyhülislâm Pî- I rîzâde’nin sarayda imam olan oğlu Rumeli Kadıaskerliği pâye- ؛ sini aldı; Anadolu Kadıaskerliğine Molla Osman getirildi. Pîrî- zâde Osman bu seçkin makama lâyıktı, zirâ, millî tarih onu j bize hukuk ve fıkıh ilimlerinde ikinci Taftazânî ve hitabet il¬minde ikinci Bedii Hemeclânî olarak tanıtmaktadır. Saray bü- | yük-mareşalliği, silâhdarlık ve başmirâhurluk vezirlerin geti- rilebileceği makamlar iken, üç tuğlu paşaların atanabilecekleri makamlar düzeyine çıkarıldı (41).
Çok önemli bir değişiklik Veziriâzam Mustafa Paşa’nınki ١؛ oldu (13 Aralık 1755 – 20 Rebiül’evvel 1170). Sultan, Mustafa ؛ Paşa’ya (42) halef olarak eski Reisefendi, Rusya, Avusturya ve i İran’la yapılan barış anlaşmalarının başanlı müzâkerecisi. ve son görevi Mısır valiliği olan Râgıb Mehmed Paşa’yı seçti. Ölüm gelip de Osmanlı İmparatorluğu’nu değişikliğe bir türlü doyma¬yan bir hükümdarın elinden kurtarmamış olsaydı, Râgıb Paşa, ١; çok muhtemeldir ki, Sultan Osman’ın kararsız mizacı yüzünden | makamında bir yıldan fazla kalamayacaktı. Râgıb’ Paşa’nm beş yıl daha devam eden idaresi devlet makinesine yeni bir ilerleyiş ve işleyiş getirirken, Sültan’m otoritesini de, belirli bir zaman için, içeride ve dışarıda ön plâna çıkardı; bu idare dönemi
(40) Tott, s. 12, her zamanki mübalâğasiyle şöyle diyor: «Damatzâde aile- j ‘ sinden Murad Molla ki, bu aile İstanbul’un fethinden beri her ne- !■
şilde İmparatorluğa bir Şeyhülislâm vermiştir.» Damatzâde’nin adı | Murad . değil Feyzullah’dır ve bu aile daha önce Damatzâde Ahmed’- den başka Şeyhülislâm da vermiş değildir.
(41) Bunlar çavuşbaşı Abdurrahman Paşa; silâhdâr Mehmed Paşa, Bü- yük-mirâhur Kall-Ahmed Paşa oğlu Ali Paşa.
(42) Hammer’in kısaca Mustafa Paşa dediği bu zat, Osmanlı kaynakla¬rında Köse Bâhîr Mustafa Paşa olarak anılmaktadır. Azline sebeb, ؛ Şam valiliği ile hac-emîrliği makamı boşalınca kendisine rakip gör¬düğü, lâkabı Koca olan Râgıb Paşa’yı Pâdişah’a fazlasiyle methe¬dip bu işlere tâyin ettirmek istemesi ve Üçüncü Osman’ın da o ka¬dar^ muktedir bir veziri Şam valiliğinden çok Vezâret-i-uzmâ ma¬kamına lâyık görmesidir. Böylece, Bâhir Mustafa Paşa, kazdığı ku- ؛ yuya düşmüş demektir. (Ç.N.)
OsmanlIların modern tarihinde açıklık ve bilgiye dayanışıyla seçkinlik kazanır * ve bu özellikleriyle ,،payitahtta ve payitaht dışındaki eyâletlerde asayişi sürdürmeği başarırken, ٠ bilgili ،ve açık siyaseti yabancı devletlere karşı başarıyla، korur, ilim ve edebiyata da. korumacılığı yaymak suretiyle, seçkinliğini en yüksek, nöktaya çıkarır. Fakat, Osmanlı^ İmparatorluğu vezirim âzamlannın en bilgilisi ve tam devlet؛ adamı adına’ lâyık Veziri- âzam Râgıb Mehmed Paşa’nın (43) tarihini anlatmadan önce; Sultan. Osman’dan ؛önce vefât eden yüksek makam sahiplerini bildirmemiz yerinde olacaktır, j. – ، , ‘ ٠ • >
SULTAN’ OSMAN’IN VE ÜNLÜ KİŞİLERİN ÖLÜMÜ 1
> Sultan Osıhan’m tahta çıkmasından üç ay önce ölühı; eski Özi valisi, Belgrad barış anlaşmasının bir maddesine dayanıla¬rak Rusya’daki esirliği son bulan Ve dönüşünde Tırhalâ (44) san¬cağına atanan Yahya Paşayı aldı. Yaklaşık üç yıl süren Üçün¬cü Osman’ın saltanatı sırasında iki Kâpdân-ı derya da öldü؛ bunlardan biri sürgüne gönderildiği Retimo’da, diğeri ise sı- rasiyle Büyük-mirâhurluk, İran elçiliği, Belgrad vaiiliği, Kap- dan-ı derya makamlarım işgal ettikten sonra Ohri sancakbey- liğiyle payitahttan* uzaklaştırılmış ve orada hayatı son bulmuş¬tu. Bunlardan ilki Toprak Mehmed Paşa, diğeri* Kara’Mehmed Paşa oğlu ■Mustafa Paşa idi. Bir yıl sonra, en güzel ’elyazması Kur’an-ı Kerim’ler (45)-kaleminden çıkan, Osmanh yıllıklârıri-
(43) ■ Râgıb Paşa’nm Hammer tarafından ؛ gelmiş geçmiş Osmanlı İmpa-ratorluğu veziriazamlarından biri.olarak gösterilmesi elbette yerin-
„ de sayılabilir. Fakat, en değerlisi olduğu hükmü üzerinde düşünme¬yi daha sonraya bırakarak, gerçekten seçkin bir Veziriazam olduğu söylenebilir. İstanbullu olan Koca Râgıb Paşa, Defterhâne kâtiple¬rinden. Mehmed Şevki Efendi’nin oğludur. 1110/1698-1699 tarihinde dünyaya gelmiş olduğuna göre 58-59 yaşlarında Veziriazam olmuş demektir. Dîvan edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden, olan ■Râgıb Paşa, Ruhî ve Nâbî gibi fikir ve felsefeyi şiir hâline getirmiş ve bir¬çok beyitleriyle mısraları darbımesel hâline gelmiştir. Askerî du¬rumun perişanlığını bildiği hâlde İslahat hareketlerine girişmemesi, bu bakımdan, altı yıldan fazla süren sadâret müddeti, gözönünde tutulunca, tarihçiler tarafından büyük bir ihmâl eseri sayılmakta¬dır. Mezarı Lâleli’deki kütüphanesinin bahçesindedir. (Ç.N.)
(44) Vâsıf, f. 61؛ ölümü 10 Zilhicce 1168 (17 Eylül 1755). .
(45) Ayn. Es., s. 70; ölümü 15 Şaban 1169 (15,Mayıs 1756).
da çalışma aşkı ve dini emirlere riâyeti övülen, Kur’an’ın (46) , birinci sûresini her ay yetmiş bin kere okuyan, hattat Mehmed Râsim vefât etti, üç ay sonra, İstanbul’un ilim adamları, Tatar hanına bağlılığını isbatlamak için ünlü tarihçi Gazan Han’ın tarihini Farsça’dan Türkçe’ye çeviren Emirler Reisi ve Nakibül- eşrâf Riza Efendi’yi son istirahatgâhma kadar götürdüler, ölüm saraya da girdi ve Sultan’m biri erkek diğeri kız iki yeğeniy- le annesi Rusya menşeli seksenlik Valide Şehsuvâr (47) sultanı aldı (27 Nisan 1756 – 27 Receb 1169). Müverrih Vâsıf, Valide Sul- tan’ı bize abdest almadan Ayağını yere basmayan ve her gece bin beş yüz kere Tevhid (48ل sûresini okuyan, dini emirlere riâyette örnek biri olarak göstermektedir. Yine Vâsıf,■ onu g.e- nellikle kadınlar için sarf edilen övgü sözleriyle anlattıktan son- إ ra, Meryem gibi saf yürekli, Sâba Melikesi gibi bilgili, Musa’- إ nın kızkardeşi Asiye gibi mütevazi olarak vasıflandırmakta, إ islâmiyetin ermiş kadını Rabia merteb؟sinde dinine bağlı ola- j rak tasvir etmektedir, öksüz ve yetimlerin, fakir-fukaranm ana- إ sı, III. Ahmed’in kızı Sultan ^übeyde’nin (49) ölümü, payitaht- |. ta, İmparatorluğun ümitlerinin üzerinde toplandığı Sultan’m yeğeni Mahmed’in vefatından daha az’teessür uyandırmadı (22 Aralık 1756 – 29 Rebiül’evvel 1169). Zehirlenerek öldüğü söylen- i tisi yayıldığından feci sonu genel alâkayı uyandırmaktan geri إ kalmamış, babasının yanına gömülmek üzere tertiplenen cenâ- i ze törenine beşbin kişi katılmıştır. Üçüncü Osman da aradan ؛ bir yıl geçmeden vefât etti, ölümünün tabiî olup olmadığını an- lamak üzere cesedi Yeniçeri Paşaları tarafından ziyaret edildik- ¡إ ten sonra. Valide Camii’nde Veziriâzam, Şeyhülislâm, vezirler, إ Kapdan-ı deryâ, Anadolu ve Rumeli Kad؛askerleri, Emirler Re- isi ve İstanbul kadısının hazır bulundukları cenâze namazın-
(46) Vâsıf, s. 54: ölümü 1 Zilhicce 1169 (27 Ağustos 1756).
v’47) Sehvvachheim’in raporu ölüm tarihini 26 Nisan olarak tesbit ediyor.
(48) Kur’an’ın ll’nci sûresi: «Bir Allah’dan başka Allah olmadığını söyle: ؛ O bütün ebediyettir; O doğurmadı ve doğurulmadı, O’na hiç kimse j benzemez.» Bu sûre Tevhid ve Ihlâs adını taşımaktadır. ؟
(49) Hammer tarafından doğru olarak ölüm tarihi 6 Ramazan 1169 (4 ؛ Temmuz 1756) olarak gösterilen IlI’ncü Ahmed’in kızı, söylendiği ؛ gibi büyük hayır eserleri bırakmıştır. Bunlarin çoğu günümüzde ba- j kımsız bir hâlde bulunmaktadır. Fâtih, Aksaray gibi semtlerde yap- ١ tırdığı sıbyan mekteplerinden çoğu yol ve resmî inşaat sebebiyle 1 yıkılmış, ortadan kaldırılmıştır. Yine Üsküdar taraflarında yaptırdığı j çeşmeler de aynı âkıbete uğramaktan kurtulamamışlardır. (Ç.N.) ؛
dan sonra kardeşi Mehmed Han’ın. yanma gömüldü (50) 30)؛ Ekim 1757 – 16 Saf er 1171). <. , ؛■ | ؛ , ‘،
Üçüncü Osman’ın *vefâtiyle yerine tahta çıkan Sultan Mus¬tafa, bu adla tahta çıkanların üçüncüsüdür؛ Sultan Üçüncü Ahmed’in oğullarmdandı ve on ay önce ölen kardeşi Şehzade Mehmed’den sadece birkaç gün küçüktü. Onun gibi, kırkbir yıl önce, Osmanlı İmparatorluğû’nun Temeşvar’ın bütün’ Banat’ı kaybettiği, ordunun felâket içinde bulunduğu yılda ٠ dünyaya gelmişti. Osman tarafından İmparatorluğun kuruluşundan be¬ri, Mustafa âdı, Osmanlı tarihinde bir felâket mührü olarak görülmüştür. Yıldırım Bâyezid’in bu addaki oğlu, babasının Ti¬mur’a esir düştüğü Ankara savaşında kaybolmuştu؛ Birinci Meh¬med ve İkinci Mehmed’le taht kavgası yapan Düzmece Mustâ¬fa’nın esir Sultan’m gerçek oğlu olup olmadığı hiçbir zaman an¬laşılamamış ve Bizans’ın elinde esir tutulan bu prens, Ulubad savaşında yenilgiye uğradıktan sonra rEdirne kalesi burçların¬dan birinde asılmıştı (51)’. Küçük Asya’da âsi dervişlerin ele¬başısı olan Börklüce Mustafa, Şehzâde Murâd ve vezir Bâyezid Paşa tarafından Karaburun’da yakalanıp bütün müridleri öl¬dürüldükten sonra idâm edildi. İkinci Murad’ın onüç yaşındaki kardeşi Mustafa, evvelki üç Mustafa gibi taht iddiasında bu¬lundu; lalası Ilyas tarafından kendisine ihânet edildiğinden ya¬kalandı ve İznik’te bir incir ağacına aşılarak ortadan kaldırıl¬dı. İkinci Mehmed’in Karaman valisinin, babasının bu eyâlet¬teki birliklerinin kumandam olan oğlu Mustafa, şüphe üzerine zehirlenmek suretiyle öldü. Kanunî’nin büyük oğlu, veliahdı Şehzâde Mustafa (52), Roxelane ve damadının kinine kurban
(50) Üçüncü Osman üç yıla yakın saltanatı döneminde fazla Vezirlâzam değiştirmek ve kadınların lüksden kaçınmalarını temin etmeğe vak¬tinin büyük bir kısmını vermekle beraber, devlet işleri, bilhassa yan¬gınlardan sonra İstanbul’un imâriyle alâkalandığı da bir gerçektir. Halka karşı şefkatli davrandığı müverröılerce kabul edilir. Hattâ, Mehmed Said Paşa’yı yeni vergi getirdiği için Veziriâzamlıktan uzaklaştırması bunun delili sayılabilir. (Ç.N.)
(51) Hammer bir isim hatâsı yaparak veya baskı hatâsı yüzünden Ulu- _ bad savaşında Mustafa’nın II. Mehmed tarafından yakalanıp Edir¬ne kalesinde asıldığını söylemektedir. Olay ikinci Murad dönemin¬dedir ve Mustafa Ulubad’da değil Gelibolu’ya kaçtıktan sonra yaka¬lanmış ve asılmıştır. (Ç.N.) ٢ ،■ ” – >
(52) Kanunî’nin veliahdı Şehzâde Mustafa, Hürrem, damadı ve kızı Mih-
giderek, Konya Ereğlisi’nde babasının önünde cellâdlara boğ-duruldu. İkinci Selim’in oğlu Mustafa, Kanunnâme’ye göre, III. , Murad’m tahta çıkışında, cellâdlara boğdurulan beş kardeşi¬nin kaderini paylaştı. Üçüncü Murad’ın ondokuz oğlundan tek ümit bağladığı, babasının ölümü ardından asil duygularla do- i lu bir mersiyede üzüntülerim belirttikten sonra mezarında ba- f basını yalnız bırakmadı. Hepsinin de adı Mustafa olan sekiz ؛ şehzadenin taht üzerinde hak iddia edicinin zor kullanarak ha¬yatlarına son, vermelerinden sonra, Birinci Mustafa saraydaki hapishanesinden, akıl noksanı yüzünden tekrar oraya dönmek üzere çıktı. Zenta savaş meydanından kaçtıktan ve o zamana kadar hiçbir Osmanlı Sultanı’nın imzalamadığı utanç verici bir anlaşmayı, ,Karlofça barış anlaşmasını imzaladıktan sonra, tahtından indirildi ve ömrünü saraydaki kafesinde tamamladı. ; Nihayet Üçüncü Mustafa, bu addaki şehzâdelerin onbirincisi ؛ ve Osmanlı sultanlarının yirmialtmcısı olarak, gerçekte şiddet kullanılarak kaybetmediği, fakat ünlü Veziriâzam’ı Ragıb Meh- , med Paşa’nın ölümünden itibaren gururla üzerinde kalmadığı tahta çıktı (53). ,
٠ ONBEŞİNÇİ CİLDİN SONU ١
kurbanı olmuştur. Şâir Taşlıcalı Yahya Bey, Mustafa için yazdığı I mersiyede Kanunî’yi suçlamaktan geri kalmamıştır. (Ç.N.)
(53) Şahıslar sayılınca yirmiaitıncı, fakat, II. Mustafa ikinci defa tahta إ çıktığından؛ saltanat sürme gözöntinde tutulunca yirmiyedinci hü- إ kilmdâr.
NOTLAR ve AÇIKLAMALAR
ONBEŞİNÇİ CİLD
Altmışsekizinci Kitap
1) Sultan için: Yaldızlı çerçeve içinde 76 pusluk iki boy aynası12 ؛ gümüş avize؛ aynı mâdenden iki kon¬sol¡ 2 soğutma tası, kezâ; 6 altın üzerine gümüş süslemeli şişe6 ؛ gümüş çiçeklik; 1 gümüş tabak al¬tı, masa için2 ؛ gümüş buhurdan2 ؛ altın üzerine gümüş işlemeli vazo ve ibrik; 2 gümüş kahve cez- ..vesi; 2 gümüş çok küçük cezve, 1 altın üzerine gümüş işlemeli cezve; 2 gümüş ocak ızgarası, bir gümüş güğüm; 1 gümüş reçel, kabı; 2 altın konsol saati, kezâ; on oyun. havası çalan bir saat; dört oyun havası çalan bir diğer, saat; 12 parça zengin kumaş; 60 pus yüksekliğinde 2 ayna, cam çerçeve¬li; birçok avize12 ؛ kollu avizeler, cam. – Sultan Hanım için: Gümüş işli bir saat; aynı mâdenden bir kahve masası; 2 gümüş çiçeklik; iki cezve, kezâ;
12 parça altın üzerine gümüş işlemeli fincan ve aynı mâdenden bir tepsi; 54 pus yüksekliğinde 2 ay¬na cam çerçeveleriyle. – Veziriazam için: Altın üze¬rine gümüş işlemeli bir vazo ve bir ibrik; gümüş soğutucu, buzluk; • işlenmiş bir gümüş fincan؛ altı r *؛• gümüş tabak; gümüş bir çiçek sepeti, iki gümüş cezve؛ i iki küçük masa; iki büyük saat; işlemeli bir konsol saati. – Nissa seraskeri için2 ؛ gümüş- şişe; bir cezve, kezâ; bir diğer çok küçük cezve; 6 gü¬müş tabak; işlemeli bir çay fincanı, gümüş işlemeli, iki büyük duvar saati; iki cep saati. – Üçüncü ve¬zir için: Bir gümüş leğen ve gümüş ibrik; 4 tabak ve bir duvar saati. – Dördüncü vezir için: Gümüş bir leğen ve bir ibrik; 2 tabak ve kâse, kezâ; bir
duvar saati, beşinci vezir için aynı hediyeler. – Al¬tıncı vezir için; Gümüş bir leğen ve ibrik, 2 işle¬meli çay fincanı, 7 tabak ve kâse, siyah bir duvar saati. – Yedinci vezir için: Gümüş bir leğen ve ib¬rik; iki işlemeli gümüş fincan؛ bir tabak ve bir kâse; bir siyah duvar saati. – Reisefendi için•. Çek¬meceleri bulunan altın üzerine gümüş işlemeli bir yazı masası; dört kollu gümüş avize; bir cezve ve işlemeli muhafazası olan bir saat. – Şeyhülislâm İçin: Kulpu altın üzerine gümüş işlemeli gümüş bir sepet؛ bir tabak ve bir kâse, altın üzerine gümüş işlemeli bir leğen ve ibrik؛ büyük bir saat. – Bosna valisi Ali Paşa için: Bir tabak ve bir kâse, altın yaldızlı؛ büyük bir saat; gümüş bir leğen ve ibrik. – Veri- ، ، ■ lecek kişiler belirlenmeyen diğer hediyeler şu eş¬yadan oluşmaktaydı؛ Şekerleme koymak için gü¬müş bir kâse؛ gümüş bir cezve; iki komposto kâse si, kezâ; diğer iki küçük tabak; iki buzluk, kezâ; altın yaldızlı bir leğen ve ibrik; bir şekerlik ve ka- ٢ ■ şığı, kezâ; Paris’de imâl edilmiş iki çanak; iki altın
saat; onbeş gümüş saat, köstskli veya kösteksiz؛ iki gümüş çiçeklik, iki avize, diğer kollu■ iki avize.
(NOT : 2) İran elçisi tarafından getirilen hediyelerin listesi (٠):
1 — Taşlarla süslü altın- üzerine balıkçılkuşu tüyünden bir sorguç؛ güller 105 elmasla çerçevelen-miş; ortasında 12 büyük elmas parlamakta; 6 büyük elmas yarım ay oluşturuyordu; 123 elmas hep bir¬den 46 miskal ağırlığında; güllerin arasında 10 ya¬kut ve 32 zümrüt göze çarpmaktaydı ve değeri
• 150.000 İran kuruşuydu. . ■ .، “
2 — Altın kabzalı bir hançer؛ kını kırmızı ka¬dife güller oluşturan elmaslar, yakut ve؛ zümrütler¬le süslenmiş; alt kısmında on sıra inci göze çarpıyor, her sırada 80 inci bulunmakta. Bu incilerin değeri tahminen 43,468 kuruştu.
3 — Sırtında altın harflerle «Allah’ınkinden gayri kudret yoktur» ibaresi okunan bir kılıç؛ kab-
(٠٠) Suphi’de î. 195’e bakınız.
zaşı bir altın top؛ üzerine geçirilmiş çeliktendi, kını alt kısmında elmaslar, yakut ve zümrütlerle süslen¬mişti. Üst kısmında yakutlar düğmeler oluşturmuş-tu ve altın bir toka bu bölümü süslüyordu؛ bu toka dıştan küçük, yakut ve zümrütlerle, içten sadece yakutlardan oluşmuştu. Kabzanın iki yanında, su işi son derece güzel iki büyük elmas görünüyordu, geri kalan kısmı yakut ve elmastan meydana gel¬mişti. Kının üst kısmında 12 gül görülüyordu; or-talarında zümrütlerle çevrilmiş elmaslar parlıyor¬du؛ diğer dört gül zümrüttendi ve yakutlarla çer¬çevelenmişti; ikisi tamamiyle yakuttan işlenmişti, vb. – ،
4 ؛ —- Acem dilinde «perdele» denilen kılıç kayı¬şı; Türk zevkine göre iki tarafı ince taşlarla süslen¬miş؛ üzerinde üç gül seçiliyor, her birinin ortasında 7 elmas yer alıyor. Kılıç kayışını takmak için üç kopça kullanılıyor ve bandlardan her biri yeşil ipek kaplı ve bu kumaş, altın ipliklerle tutturulmuş. Dü¬ğüm yerinde elmaslardan oluşmuş 15 gül görülüyor ve bunları ayrıca yakut ve zümrütler süslemekte. Paha biçilmez nefasette taşlar, kılıç askısında ayrı¬ca yer alıyor. Kılıcın değeri yaklaşık 60,000 kuruş-
5 — îki nohud büyüklüğünde bir elmasla süslü, 3 miskal 114 ، danks ağırlığında bir yüzük.
Değeri 27,026 ’ ؛ Krş. ~ 6—4 miskal 4 danks ağırlığında
diğer bir yüzük. Değeri: 6,000 ٠
7 —Sekiz köşeli safir ve bir no¬hut büyüklüğünde, 3 miskal ’’ – ağırlığında bir yüzük. Değeri: 2,432 »
i 8 — Bir yüzük, 2 miskal 112 danks
ağırlığında. Değeri: 4,050 »
، ٠ 9 — Mavi, safir, değirmi biçimde, 3 . miskal ağırlığında ve yarım no¬hut büyüklüğünde. * Değeri: 1,192 »
-, ,,10 — Diğer bir yüzük, 2 miskal 4
danks ağırlığında. Değeri ٠ 2,026 ؛
، ‘ 11 — Dikdörtgen bir yakutla süslü yüzük, 4 miskal ağırlığında.
Değeri: ‘ 20,000 ٠
12 — Değirmi bir yüzük, 4 miskal 2
danks ağırlığında. Değeri: 14,000 ٠
13 — Üzerinde «Oh! Kudretli Allah»
ibaresi yazılı zümrütle süslü ١ bir yüzük. Değeri: 550 ٠
-14 — Sekiz köşeli altın ve beyaz emaye bir kutu, 150 miskal ağırlığında. Değeri: 950 »
15 — Altın örme ve dört büyük in¬
ciyle süslü bir kutu. Değeri: 600 »
16 — 57 parça zengin kumaş. De-
Sorgucun, hançerin, kılıcın, kutula¬rın, yüzüklerin ve diğer hediyelerin top¬lam değeri: 286,530 » Venedik elçisi Emmo da, raporuna ،4 Nisan 1741 tarihli) kendi istihbaratı bakımından bir he¬diye listesi eklemiş bulunmaktadır. Fakat, iki rapor kıyaslandığında elçi Emmo’nun listesinde bazı ek¬sikler görülmektedir. Mücevheratta eksikler görül¬mesine karşılık, aynı raporda kadın elbiseleri de hediyeler arasında yer almaktadır.
l) Burada verdiğimiz hâtırât, Bonneval’in siyasî ha¬reketlerini, bu konuda yazılmış sıhhati şüpheli hâ- tıratlardakinden ve prens de Ligne tarafından ya¬yınlananlardan daha iyi tanıtmaktadır.
Kont Bonneval’in, 1742 Haziranında Veziriazam Hekimoğlu Ali Paşa’ya Gönderdiği Hâtırat «Altesinize halihazır Avrupa işleri ve hıristiyan hükümdarların aşağı yukarı dünya ölçüsünde, Al¬manya imparatoru VI. Charles konusunda tutuş¬turdukları savaş hakkında yapacağım açıklamanın gayesi bakımından ve bütün bu karışıklıkların se- bebleri ve hedeflerinin noksansız bir şekilde an¬laşılması için bu asrın başına ve İspanya kralı II.
Charles’ın• ölümüne’kadar gitmem kesinlikle zorun¬ludur. ■ ، ’ ■> ’ ٦
Bu kral, Almanya’da İmparator adiyle hüküm süren gibi aynı Avusturya hânedânındandı ve te¬davisi imkânsız bir hastalığın pençesine düştüğün¬den, onun , yerine geçmek durumunda olanlar, hep birden iddialarını açığa vurdular؛ Fransa kralı ve Almanya, imparatoru bunların önde gelenleriydi; Ispanya kralı ile aynı hanedandan olan Almanya imparatoru, çocuklarından birinin II. Charles’ın vâ¬risi ilân edümesinden hiçbir suretle şüpheye düşmü¬yordu؛ Fransa kralı ve çocukları kan hakkı bakı¬mından II. Charles’m en yakını durumunda bulu-nuyorlardı؛ zira, .bu krallık kızlara intikal ettiğin¬den, XIV. Louis’nin anası, karısı gibi, biri II. Char- les’ın babasının kardeşi, diğeri ise onun kız kar¬deşiydi؛ bunlar, bu krallık üzerindeki haklarını Fransa veliahdına ve onun çocuklarına bırak¬mışlardı؛ Fransa veliahdının üç çocuğu vardı: En büyüğü şimdiki Fransa kralının babası olan dük de ؛ Bourgogne’du, İkincisi dük d’Anjou idi ki hâlen Ispanya kralıdır, üçüncüsü ise arkasında vâris bı-rakmadan ölen dük de Berry’dir. V.A. Fransa’da Dauphin (veliahd) adının kralların büyük oğluna veya onların sülâlesinden doğrudan haleflerine ve¬rildiğini benden daha iyi bilir.
En eski kanunlara göre, Fransa krallığının bü¬tün Ispanya krallığı üzerindeki haklan itiraz götür¬mezdi, fakat Avusturya ve Almanya hânedânı iki hânedân arasında kendi lehlerine yapılmış birçok mukavele bulunduğunu iddia ediyordu؛ bunlara da-yanılarak veya bu mukavelelerde, iki taraftan biri öldüğünde karşılıklı olarak birbirlerine halef olu¬yorlar, tahta, geçiyorlardı؛ bununla beraber Avus¬turya hânedânı kendi haklarına yanılmaz gözüyle bakıyordu. Bunda da başlıca sebeb, İspanyolların Fransız milletine karşı besledikleri yenilmez kindi; bu yüzden Fransa’ya karşı yaklaşık 200 yıl boyun¬ca savaşmışlardı¡ bu müddete kısa barış ve fâsıla-
lar girmişti; bununla beraber, Avusturya hânedâ- nmın beklentisinin aksine olarak, ispanya kralı II. Charles ölümünün yaklaştığını hissedince, kendi halefi olarak, dünyanın dört bir yanında bulunan devletlerin, prensliklerin, düklüklerin ve diğer devlet- lerin başına geçmesi için Fransa veliahdına ikinci oğlu Phili^pe’i, dük d’Anj©u’yu dâvet etti; غلسأ1لط¡ gibi, İspanya, hıristiyan kralların başında bulunduk- ları devletlerin en büyük*ve geniş olanıdır; yakla- şık 41 yaşında olan bu prens, Ispanya’nın payitahtı Madrid’e gidince, itirazsız kabul edildi ve bu tacın emrindeki bütün devletlerin kralı olarak tanındı. Fransız hânedânına bu kudret artışının gelmesi, öteki hıristiyan krallarını memnun etmemekle be- raber, o ,؟ırada Almanya’da saltanat süren impara- tor Leopold üzerinde bir yıldırım tesiri yaptı; bu hükümdarın iki oğlu vardı, büyüğünün adı Joseph, İkincisinin adı Charies’dı, bunlar birbiri peşi sıra kendi verâset ülkelerinde, Macaristan ve Avustur- ya’da tahta çıktılar; imparator Leopold, İtalya’daki İspanyol devletlerini, Milan dukalığını ve iki kral- lığı, Napoli ve Sicilya krallıklarını zaptetmek üzere ordusunu derhal silâhlandırdı ve bu zaman esnâ- smda hıristiyan hükümetlerine temsilciler gönde- rerek onlara, Fransa altmış yıla yakın bir zaman- dan beri bütün birleşmiş devletler karşısında zafer kazandığına göre, bu defa ispanya da bu kudretli hânedâmn eline geçtiğine göre, artık bütün devlet- lerin sonunun geldiğini anlattı; bu teşebbüsünü ya- zılar da göndererek destekledi; bu yazılarda, ispan- ya tahtı üzerindeki haklarını isbat etmek iddiasın- daydi; bu hakları Fransızlar kolayca reddettiler. Fransa üç yıldan beri imparator ve müttefiklerine karşı savaşı sürdürüyordu; Fransa’nın düşmanlan ispanya’ya Ispanya’nın içinden hücuma geçmeğe ka- rar verdiler. Bu yoldan hemen harekete geçildi ve imparator L^opold’un küçük oğlu, Joseph’in küçük kardeşi arşidük Charles, III. Charles adı altıhda is- panya kralı, II. Charles’ın meşru halefi ilân edildi; fakat, imparator Leopold ve imparatoriçe Madleine,-
onrnı görünüşte meşrû bir unvanla hukukunu des- teklemek için, daha önceden Gömenlerin kralı olan ve babasının ölümünden sonra tahtın vârisi duru- mundaki arşidük Joseph’i kardeşi lehine ispanya tahtı üzerindeki haklarından vazgeçmeğe zorladı- lar; kardeşlerin birbirlerine karşı hiçbir dostluk bağ- lan bulunmadığından, bu meseleyi halletmek أط- lay olmadı, fakat nihayet, ^seph, babası impara- torun ve müttefiklerinin ricaları karşısında boyun eğdi; bununla beraber, önemli bir şart koşmayı da ihmâl etmedi: İspanya tahtından feragat edişi yal- nız kardeşinin şahsına bağlı olacaktı; kendi erkek vârisleri ve bunların huliinmfl.maifl.ri• ve vârisleri kız olduğu takdirde Almanya ve Macaristan ve bunla- ra bağlı devletler kendi kızlarına geçecek, İspanya tahtı konusunda da kendi kızları Charles’in kızla- rina tercih edilecekti. İmparator babalan, iki kar- deş arasındaki bu anlaşmaya müsaade etti ve he- men tatbikine geçildi. Ingilizler ve HollandalIlar büyük bir ordu ile Ispanya’ya nakledilmiş oldukla- rından, -İspanya kralı III. Charles (Fransa’nın düş- manı olan devletler ona bu iinvanı vermişlerdi), ön- ce müttefiki Portekiz kralı ve sonra Catalogne ta- rafından kabul gördü; bu eyâlet ve iki devlet. Ara- gon ve Valence, Portekiz kralı Philippe’e karşı is- yân ettiler, fakat eski Castille devletleri denilenle- rin hepsi ©na sadık kalmışlardı; fakat Charles, kısa bir süre sonra Arağon ve Valence krallıklarını kay- bedince, kendisine yalnız Catalogne kaldı. Charles’- m Ispanya’ya hareketinden yaklaşık iki yıl sonra, imparator I^opold öldü ve yerine Romenlerin kra- İl olan büyük oğlu Joşeplı geçti. İtalya’da Fransız- ların talihi tersine döndü: Yeni kral ve müttefikleri tarafından fethedilmiş olduğundan Napoli krallığı- nı, Milan dukalığım terketmek zorunda kaldılar; bunlar İspanya krah III. Charles denilen arşidük Charles’a krallığının birer parçası olarak teslim edildiler. İspanyol Flandre’mdaki Limbourg dukalı- •ğı İngiliz ve HollandalIlar tarafından fethedildiğin- den, III. Charles buranın kralı olarak tanındı. Fa¬
kat, bu da şartlı oldu: İki kareleş arasında yapılmış olan mukavele yürüyecek, ve İmparator Joseph, kendi ordusu ve müttefikleri tarafından, Fransa hâ- , nedânı tarafından zaptedilmiş ve kendileri tarafın- ؛ dan geri aîman topraklardan İspanya krallığı adı¬na vazgeçecoklerdi ve Charles yaşadığı müddetçe İspanya kralı olarak kalacaktı, İspanya’dan çıkmak j zorunda kalsa da ünvam devam edecekti ve karde^ şinin erkek çocukları olduğu takdirde babalarının , tahtına çıkacaklardı. Yaklaşık onbir yıldan beri İm- ; parator, müttefikleri ve sözde kral Charles tara¬fından Fransa krallığına karşı bu kanlı savaş sü-rüp gidiyordu; imparator Joseph erkek evlâd bı¬rakmaksızın öldüğünde, bütün bu fetihlerden, Char- les’m elinde sadece Barcelone, Tarrgone şehirleriy- j le .Catalogne’da birkaç önemsiz mevki kalmış bulu¬nuyordu. İmparator Joseph, geride iki kız çocuk bı¬rakmıştı; bunlardan biri, sonradan, hâlen Polonya kralı olan Saksonya elektörü ile evlendi; ikinci kı- ؛, zı, yeni imparatorluk tacını giymiş olan Bavyera ’ elektörü ile bir izdivaç yaptı; bu sonuncu damadın j babası ve Kolonya elektörünün babası İspanya kra¬lı. V. Philippe’in anasının, Fransa veliahdının karı¬sının kardeşleri idiler, yalnız bunlar, bütün hıristi- yan kralları arasında yeğenlerinin vârisi olarak or¬taya çıkmak cesaretini gösterdiler. Fakat, Alman- ؛ ya’daki savaş, Fransa bakımından İtalya’daki gibi çok kötü gitmiş değildi, bunlar elektörlük bölgelerini kaybedip Fransa’ya çekilmek zorunda kaldılar. Bav¬yera elektörünün altı veya yedi çocuğu, Avusturya tarafından İtalya yakınında küçük bir şehirde mah¬pus tutuldu ve kendilerine yaşamaları için küçük miktarda bir tahsisat verildi. ؛
İmparator Joseph’in ölümü, III. Charles’ı Al- ؛ manya’ya dönmek ve kardeşinin yerine tahta geç¬mek mücâdelesine başlamak zorunda bıraktı; kısa bir süre sonra bunu başardı ve ağabeyisinin yerine imparator tanınarak Frankfurt şehrinde taç giydi; ؛ bugün İngiltere’de saltanat süren Hannover elek- ‘؛؛ törünün hanedanından bir prensesle evlendi: Ev- ؛
lenmeleri üzerinden her ne kadar üç sene geçmişse de çocukları olmadığından, Catalan’ları kendi taraf¬tarı olarak muhafaza edebilmek için karısını Ispan¬ya’da bıraktı. Charles’m imparatorluk makamına oturması ve evvelce kardeşinin kazanmış olduğu, başarı, Ingiltere’de pek çok ileri gelen kişide kor¬kuya sebeb oldu؛ bu kişiler uzun savaşlardan oldu¬ğu kadar bunların yol açtığı büyük masrafları kar¬şılamaktan da bıkıp usanıyorlardı. Almanya tmpa- ratorluğu’na bütün Ispanya krallığı da eklenince, V. Charles döneminin geri geleceğinden şüpheye düşüyorlardı: Bilindiği gibi, V. Charles, Almanya: imparatoru ve, İspanya kralı idi. Bundan 220 yıl önce OsmanlIların İmparatoru Muhteşem Süleyman ve Fransa kralı I. François, V. Charles’m bütün hı- ristiyan dünyasını fethetmek ihtirasının karşısına, dikilmeselerdi, bu fetih rüyası gerçekleşmiş olacak¬tı. Bu ittifak, V, Charles’a, Türklerin büyük bir as¬kerî dehâ göstererek fethettikleri, Macaristan’ın en ,büyük bölümünü ve pâyitahtı Buda’yı kaybettirdi. Fransızlar İtalya’da Milano’yu kaybettilerse de Al¬manya’nın yakınında çok mühim eyâleti, Metz, To- ul ve Verdun’u işgal ettiler ki, bu, eyâletler, Al¬manya tarafındaki sınırlarını örtüyordu; böylece, gerçeğin ta kendisi olarak •söylenebilir ki, bütün hıristiyan hükümdârlar kurtuluşlarını Osmanlı im¬paratoru Muhteşem Süleyman’a ve onun müttefiki Fransa kralı I. François’ya borçludurlar؛ fakat, za¬manımızın hâdiselerine gelmek için siz Fehâmetlû efendimize şurasını arzedeceğim ki, Fransa, arala¬rında ittifak anlaşması bulunan hıristiyan hüküm¬darlara karşı onbir yıl boyunca sürdürdüğü savaş dolayısiyle son derece tükenmiş durumda bulunu¬yordu, Fransa’nın torunu İspanya da aynı durum- ,daydi; İngiltere’de bulunan gizli ajanları, casusları vasıtasiyle ve bu adada esir tutulan kendi general¬lerinden biri olan mareşal Talart’dan, İngiliz mil¬letinin■ büyük bir kısmının barış istediğini sevine- ‘ rek, öğrendi. Yaklaşık altmışdokuz yıldan beri sal¬tanat süren Fransızların imparatoru XIV. Louis bu
durumdan faydalanmak için her vasıtayı kullanma¬yı ihmâl etmeyerek teşebbüse geçti. Zaten XIV Loujs idâre ilminde ve fırsatları değerlendirip dev¬letinin lehine neticeler elde etmekte dünyada eşi bulunmaz denecek kadar ustaydı. O sırada Ingil¬tere tahtında bulunan kraliçe Anne’ın nedimesi 1 madmazel Masham’ı elde ederek hükümette deği¬şiklik yaptırdı. İngiltere hükümetinin yeni nazırla¬rından ikisi fazlasiyle barış1 taraftarıydı. Böylece, ; bir taraftan barış imkânını hazırlarken, Almanya 1؛ imparatoru VI. Charles’m verâset yoluyla kullana-bileceği İspanya’ya bağlı devletlerin onunla birleş meleri imkânını da ortadan kaldırmış oluyordu. Bü¬tün bunlar olurken, İngiltere hükümetindeki, biraz önce sözünü ettiğim iki nâzır da İngiltere ile Fran¬sa arasında barışı gerçekleştirmek konusunda el¬lerinden geleni yapıyorlardı. Bu teşebbüsler İngil- i tere’nin müttefiklerini rahatsız ٠ edecek ve kısa sü- , rede onları İngiltere örneğine uymak zorunda bıra¬kacaktı. Nitekim, İngiltere ordusu Flandres’larda müttefiklerinin ordularından ayrılınca, Fransızlar ؛ bunların üzerinde önemli sayılabilecek bir zafer ka- l zanmışlardi; bu zaferde Fransızlar,’ onların üç yıl¬da ele geçirdikleri üç yeri, üç ayda geri almışlardı؛ i bu durum, İngiltere’nin müttefiklerinin yüreğine ؛ korku saldı؛ Böylece, Fransa’nın altmış yıldır elin¬de bulundurduğu üstünlüğü ortadan kaldıramaya- ؛ caklarını birçok sebeblerden ■ anlamanın korkusu } hepsini birden barışa zorladı. Almanya imparatoru , tek başına harbi sürdürmek istedi, fakat ilk mey ؛ dan savaşında işlerin iyi gitmediğini gördü: Fran- | sa kralı, onun imparatorluğunun yolunu kapayan j iki kalesini, Landan ile Fribourg’u’zaptetti. İmpara- j tor, ancak, elkoyduğu ülkeleri ve elektörlerin top- ؛ raklarını sahiplerine iâde etmek suretiyle barış ya- ‘؛ pabildi. Bu elektörler arasında, evvelce bahsettiğim i Bavyera ve Cologne elektörleri vardı, ki bunlar am¬caları olan İspanya kralını taht üzerinde tutmak, saltanatını devam ettirmek için herşeylerini fedâ etmişlerdi.
İmparator, Bavyera-elektörüne, ■ondan aldığı eşyaları, gümüş takımlarım, .mücevherleri de iâde • etmek zorunda kaldığı, gibi çocuklarının haklarını da kabul etti. Diğer taraftan Fransa, ؛ İtalya’da Mi- . lan dukalığı ile Napoli krallığım geri verdi; üç- 1لآآآةلأ> sonra Sicilya (Payitahtı Mesina olan) ada- , sı da Savoie dükü zorlanmak suretiyle -ki orasını , اس ünvaniyle almıştı ve; kendisinin Sardonya adasiyle yetinmesi sağlanarak İmparatora verildi, nitekim bugün de kendisine Sardonya kralı denil-
■ mektedir. İspanya kralı’ da, imparatorun lehine ola- … rak İspanyol Flandre’ından feragat etti; çünkü bu- ٠ , ؛ rası ülkelerine yakın olduğundan 1ءفةجع ve عه11همح- dalılarm kıskançlık duygularım uyandırıyor ve Fransa ile münasebetlerinde bir pürüz noktası oluş- turuyordu. Diğer taraftan, İspanya kralı, Yeni Dün-
• ya (Amerika) ve büyük Philippines adalarında, Çin ve Japon adalarındaki imparatorluğunu muhafaza etti, bu da düşmanlarını؟ iddia ettiklerinin aksine Ispanya’mı daha fazla birlik hâline getirdi; zirâ bu saydığım yerlerden Ispanya’ya altın, gümüş ve mü- cevher akıyor ve bunlar onun kudretini büyültüyor- du. Gerçekte İspanya kralı Fransa imparatorundan sonra, hıristiyan hükümdarların ‘en kudretlisi ve , gerçekte؟ en zenginiydi.
؛’ ا İspanya kralı Y. Philippe ف1ل Almanya impara- ‘ ’toru VI. Charles arasındaki ؛barış, Fransa ile aynı “zamanda gerçekleşmedi: Catalögne’u boşaltacakla- vaadetmiş olan Almanlar, aksine, âsileri gizlice kışkırtıyor, onlara para yardımı, yi^ece^ ve savaş :ء malzemesi gönderiyordu; bu, İngiltere؛ Hollanda ve Fransa’ya’• verdiği sözün tamamiyle alîsine bir dav- ranışta. XIV Loiıis bu durum karşısında؟ torunu olan İspanya kralına askeri yardımda bulunmak zorundâ kaldı ve âsiler tenkil edilmiş oldu; Almanya impa- ratonı VI.، Charles’uı utanç duyması gereken bu durum, hır؛stiyan؛ülkelerine döri yıl boyunca derin
Hammer ‘Tarihi; C: VIII. F.; İ4
bir barış dönemi yaşamak imkânını sağladı. Fakat, ‘Sicilya’yı Savoie düküne ancak erkek vârisi olma- dığı takdirde bu ülkenin tekrar îspanya’ya döne- ceği şartiyle vermiş olan ispanya imparatoru, bu krallığın Almanya imparatoruna verilmek üzere müzakereler cereyan ettiğini öğrenince, Sicilya’yı tekrar Napoli krallığı ile birleştirmek maksadiyle OsmanlI Sultanı ile Almanların savaşa tutuşmuş ol: malarından yararlandı ve adayı fethetmek maksa- diyle harekete geçti. ٠ sırada, İspanya kralı Bâb-i Âlî’ye şövalye Boisimen adında bir elçi gönderdi. Fakat, İstanbul’da bulunan Avrupa devletleri elçi- lerinin çevirdikleri dolaplar yüzünden İspanyol el- çisi İstanbul’da hiçbir netice elde edemeden kendi-, sine dünyanın en güzel iltifatları yapılarak. Sultan’- ın veziri İbrahim Paşa’dan ahnan emirle onaltı ke- se para İhsam da alarak, Ispanya’ya dönmesi için Edirne’ye gönderildi.
Böylece, Bâb-1 Âlî, Sultan lehine son derece ya- rarlı bir’ittifak oluşturmak imkânını kaçırmış oldu. Büyük Sultan böylece, hıristiyan kralların çıkarla- rma göre hareket edeceği yerde, kendi menfaatlerini elde etmek içîn muazzam bir fırsat yakalamış ola- ca^ı. Bununla beraber, İspanya kralı, iki ay içinde aşağı yukarı adanın tamamını işgal eden askerle- نش karaya çıkardı. Aynı yıl İspanya kralı bütün dü- şüncelerini gerçekleştirmiş olacaktı. Fakat, Alman- ya imparatoru, Fransa ve İngiltere Ispanyollara kar- او birleştiler. İspanya kralı, ,imparator III. Ahmed’in ,kendisiyle ittifak anlaşması yapacağına dair ihtiyar prens Rakotzi’nin vaadine fazlasiyl؟ bel bağladı. Bu vaad gerçekleşmedi, bu da İspanyol birliklerinin Si- cilya’yı terketmeleriııe sebeb oldu.
Şurası muhakkak ki, Bâb-1 تلخ İspanya ile itti- fak etmiş olsaydı, Macaristan’da’ işleri kolaylıkla yürütecekti, İngiltere ve Fransa Bâb-1 Âlî’nin müt- tefiki Ispanya’ya karşı herhangi bir harekette bu- lunmak cür’etinden uzak kalacaklardı, İspanya ise, İtalya’da kaybetmiş olduğu devletleri rahatça geri alacaktı. Bütün .bunlar Almanların Belgrad’ı aldık¬ları yıl içinde cereyan etti, kısa bir zaman sonra barış anlaşması yapılmıştı ve İspanyol birlikleri Si¬cilya ve Sardonya’yı boşalttıklarından bu adalardan ilki Almanlara kaldı, İkincisi ise Savoie düküne tes¬lim edildi ve hâlen onun adını taşımaktadır. Bu olay¬ların peşinden hıristiyan devletler onüç yıl boyunca sürekli bir barış dönemi yaşadılar; bu, Saxe elek- törü ve Polonya kralı Frederic-Auguste’ün ölümüne kadar sürdü. PolonyalIlar kralları olarak Fransa’¬nın bugünkü kraliçesinin babası Stanislaus Les- zinsky’i seçtiklerinden Ruslar bu؟a karşı çıktı ve Al¬manya imparatoru VI. Charles’،, ölen kralın oğlu, hâlen saltanat sürmekte olan kralı İspanya tahtına oturtmak için savaşa soktular؛ fakat bu hareketi Alman imparatoruna, iki güzel krallığı, Sicilya ve Napoli’yi Fransa ile birleşen Ispanya’ya kaptırması¬na maloldu, Fransa ve müttefiklerine karşı iki veya üç savaş kaybetmesine, ordusunun en tecrübeli su¬baylarını muharebe meydanlarında bırakmasına maloldu; bunlar genellikle r generaller,’yüksek rüt¬beli subaylardı; imparatorun elinde çok küçük oran¬da؛ yüksek rütbeli subay kaldığından orduları ar- tjk harekete geçebilecek durumda değildi. Barış an¬laşması yapıldı ve Lorraine dükü, kendi dukalığını İtalya’daki ، Toscane dukalığı ile değiştirdi ve bu dukalığı Fransa’ya teslim etti; Fransa da dukalığın gelirini Polonya krallığım kaybetmesinin tazminatı olarak kayd-ı hayat şartiyle kral Stanislau Leszins- ky’e ؛bıraktı. Bütün Milan dukalığı Almanya impa¬ratoruna geri verildi, ki bu dukalığı bu savaşta kaybetmiş ve bütün İtalya’da elinde sadece Man- tooue şehri kalmıştı ve bu şehir de Ispanyollar ta¬rafından muhasara altındaydı ve barış anlaşması¬nın imzalanması biraz daha gecikseydi, şehrin İs¬panyolların eline geçmesi artık sadece bir an me- selesiydi. * ، ~ ٢
İspanya sarayı bu durumdan pek memnun ol¬madı, çünkü, Alman imparatoruna, Napoli ve Si-
؛ -bu iki mühinuyer İspanyolların kra ‘لكل ,b’.ı ، . .*f cilya’nm .ت إ -linin oğlu İnfant Don Carlos tarafından şahsen fet -،’ – ا olarak Parme ؛hedilmişti, kaybetmesinin tazminatı؛’ ‘ ن’*ء c ا PIaisance dukalıkları verilmişti; bu iki dukalık؛v’e،؛ أ-رأأ:’ İspanya’ kralının oğluna anriesi tarafmdan intikal I ‘ ،’ ٢ ا. etmişti ve onun sahipliği altındaydı ve Toscane bü- ،• ؛” ٢١< ‘r -j ،’ >، yük dukalığı da bu durumdaydı ve Fransa’nın mu إ -vafakatiyle, kendi dukalığı ile değiştiğinden Lorra د -ine dükünün vârisi ilân edilmiş durumunda bulu ذا. •١ -،■؛
,o nuyordu. Bu’savaşda bütün yağlı parçayı kapan / ٦٩ ،، ٠. – إ -müttefikleri Almanya imparatorunun zararına ola■؛؛’ ؛ رف’ ’ ، ‘- إ -ak Ruslardı. Oysa Almanya’yı Büyük Sultan’a kar^ ١ ،’- ؛■’ i• -işi haksız teşebbüsleri içine sürüklemeyi de başar؛ . < ،’■ا.
إ dılar.ı Hücuma geçip Assov’u aldılar; yaklaşık beş *؛.. •■؛ .
إ -yıl önce, Bâb-1. Âli bu milletle bir savaş beklemedi’: ، ؛٢ ‘ .ه؛
أ -ği’sırada, bu savaş hâlini ilân ettiler; Bâb-1 Âli yi’ ب: دام • م’ل- Orkapı’yı almış ؛ne hayret içinde kalarak Rusların ؛ ‘■’¡’■•¡ئ.
إ -r•: :•/ olduklarını،ve büyük ordularının Kırımda bulun duğunu, herrtarafı ateş <ve kan içinde bıraktığını I ، ؛*’■ 1%. م’ا أ öğrendi. Bu istilâya karşı koyabilecek bir kuvveti’: ١- <’-‘ ‘ ،•n أ -acele toplamak’üzere harekete geçti. Viyana hükû/ أ.M
V metii önce i arabuluculuk teklif- etti, fakat bunun sa- : ’.)؛■
إ ‘ badece ‘İtalya’da perişan olan إ -ordularım derleyip toparlaması için imparatora va ■ ‘ ص . ؛■■ -kazandırmak maksadiyle ;bu oyuna başvurul ،نظ ، ‘ * . muştu. Ve savaşın bu ilk،yılı boyunca, Türkler Rus- ، ، ؛٢ ;
1-ir■ ‘ ;،> larla boğuşurken Viyana hükümeti’ sadece Bâb a’Âlî’nin nâzırlarını aldatmağa çalıştı.;Bu nâzırlar ب;مم.,’ ‘ ،
؛ Almanya’nın İstanbul’ elçisi Talman’ın nutuklarına’ءء نو’، önem veriyorlardı; İstanbul’da ‘؛ gerektiğinden■ fazla، )؛. ٦ uzun yıllar elçi olarak bulunan Talman’ın söyledik- .، ؛ 1: ■،–.؛ ،at lerinin ■gerçekle ■ alâkası bulunmadığı hususunda I •; (Humbaracıbaşı Ahmed Paşa. CBonneval’in kendisi■ ’. ، ٠٦; أ ثء- uyarmalarda bulundu, -Majeste Sultan’ın nazırla- ٦٢ > ر م،
-riyle’konuşarakionlara Almanlann-kendilerini al؛ r ırfyy إ -3 Vİ dattığmı, !Bosna’dan- hücuma geçerek Ruslara yar ، اترلآ- إ -dım etmek için ordularmı düzenlemekle meşgul ol ١ -duklarım söyleyerek uyardı; Almanların hazırlıkla irini’■ tamamlayınca Bosna tarafından, Nice’den ve I■ ‘«!٦ ‘ •،o r’■
إ -س hücuma geçeceklerini teferruâtiyle؟ Eflak’dan،؛،«، ‘.•© ةن-
-lattı, üstelik bu anlattıkları o kadar az sırdı ki, hı ، ristiyan devletler dört veya beş ay önce Bosna’da ؛ ı1. Banyaluka’yı¡ muhasaraya teşebbüs ettiklerinde bü¬gazetelerinde yayınlamışlardı. ؛’tün bunlar i kendi Haşmet Paşa (Bonneval) aynı gazeteleri Türkçe ter¬cümeleriyle Babadağı’nda bulıman Veziriâzam’m kâhyası Osman’a .gönderdi,” fakat inatçılığı ve Tal- man hakkındaki müsbet •görüşleri ve yanında bulu¬nan . ortodoks dinindeki Rumların tavsiyeleri devle¬ttin işine-yarayacak her şeyi tersine •çevirdiğinden bütün uyarma zahmetleri boşa gitti. -Veziriazam, Re- . isefendi ile .Râgıb Efendi’yi gönderdiği Niemirow kongresinde her şeyin yoluna gireceği ümidiyle ken- ، dişini، avuttu. Babadağ’dan Veziriâzâm’ın olağan-• . üstü* yetkili olarak Niemirow kongresine gönderdiği Reisef endi,, elçi olarak hâlen:Paris’de bulunan Said Efendi’dir, Râgıb Efendilise Reisefendi makamında . bulunuyor. Bunlar kongreye gittiklerinde, Alman ve Moskov olağanüstü yetkili, murahhaslarının gülünç , teklifleriyle karşılaşmışlardı ، ve en müsâit şekilde hücum edebilmek için .Bâb-r Âli ile eğlendiklerinin kısa bir süre•؛.farkına varmışlardı. Osman Kâhya sonra Moskovlann Assow’u kuşatıp■ ¿aldıklarını ve Almanların seksenbin askerle’ ،Nice üzerine yürü-düğünü ve prens de Saxe-Hildebourghausen’in Al¬man birliklerinden alınmış 25 -bin düzenli askerle ve bütün Hırvatistan,- Esklavonie ve Macar milis kuvvetlerinin toplamı altmışbin askere varan bir -, kuvvetle Banyaluka’yı muhasara maksadiyle Bos na’ya girmek üzere Sava nehrini geçmeğe hazırlan¬ ١:¿ dıklarını öğrendi. Bu kadar kötü haberi hep birden bir t şaşkınlığa uğradı ١ alan Osman Kâhya öylesine . ki, âdeta koskoca imparatorluğu içine sürüklediği .tehlikeleri görüyor, hiçbir çâre bulamıyordu ve bir müddet sonra, bu dâima muzaffer imparatorluğun؛ savunması■ için kötü tedbirler almış olan küçük def- başını kaybet¬ ؛■ terdâr Halil Efendi gibi, hatalarını mek suretiyle ödedi. Kısa bir süre sonra İstanbul’¬-buna karşı ؛,da Nice’ir*.savunmasız teslim olduğu
ظلل OsmanlI ordusunun Isakçı köprüsü vasıtasiyle Babadağı’ndan Kartal’a geçtiği öğrenildi, ki bu ikin- ci haber bu kadar hastalık içinde son derece zayıf bir ilâç sayılabilirdi.
Hükümetin bütün gücü Veziriâzam Silâhdâr Mehmed Paşa üzerinde otorite kurmuş olan Os- أ man Kâhya’nın elindeydi. Veziriazam iyi bir in- sandı, fakat önemli hâdiseler üzerinde pek az bilgi sahibiydi؛ bu bakımdan devletin birinci derecede önem taşıyan işleriyle Osman Kâhya ile defterdâr Halil Efendi meşgul oluyorlardı bunlar da hakket- tikleri cezaya çarptırılmışlardı. Silâhdâr Mehmed Paşa azledilerek yerine Abdullah Paşa getirildi; Kay- makam Köprülü Ahmed Paşa serasker olarak Sof- : ya’ya gönderildiğinden, yerine kendisine kâhya ola- rak hizmet görmüş olan Yeğen Mehmed atandı. Ni- ce’in zannedildiği haberi, İstanbul’a, Alman ordu- sundan firâr etmiş olan iki Fransız askeri tarafın- I dan ulaştırılmıştı. Bunları, gece gündüz demeden ko- إ şarak haberi İstanbul’a ulaştırmakla’ görevlendir- إ mişlerdi. Yeğen Mehmed Paşa, bu haberci Fransız I askerlerini • sorguya çekip olup bitenleri öğrenme- si için Haşmet Paşa’yi'(Bonneval’i) çağırttı. Bunla- rın sorgusundan öğrenildi ki, Nice şehri, garnizonun ؛ hatâsı yüzünden en ufak bir mukavemet bile gös- ؛ termeden Almanların eline geçmişti. Vezâret-i-uz- ‘ mâ makamı kaymakamı Yeğen Paşa üzüntü içinde hareketsiz kaldı ve bu haberin etrafa yayılmama- smı istedi, çeyrek saat kadar konuşmadan, tam bir suskunluk içinde kaldı, gözlerinden yaşlar dökülü- أ yordu. Sonra Haşmet Paşa’ya, bu kadar tehlikeye karşı nasıl ^âre bulunabileceğini- sordu; Sultan’m elinde o tarafta düşmanın karşısına çıkaracak or- du namına hiçbir şey yoktu. Humbaracıbaşı Haşmet , Paşa (BonnevaD, Kaymakam Yeğen Mehmed Pa- I şa’nın sualine şu cevabı verdi: Rumeli’de eli silâh , tutan herkesi, atlı ve yaya olarak serasker Köp- rülü Ahmed Paşa’ya katılmak (iltihak etmek) üze- re Sofya’ya doğru harekete geçirmek gerekiyordu.
Aynı zamanda, bütün mollalara, kadılara, voyvoda- lara, Sofya’ya gidecek insan ve hayvanların yiye- cek ihtiyaçlarını kendi bölgelerinden bulup taşıt- mak emri verilecekti; Haşmet Paşa, bu cevabı ver- dikten sonra şunlan söyledi: Nissa Rumeli’nin orta- sında olduğundan, , zaptedilmiş olması fazlasiyle önemli sayılmazdı, Almanlar oradan kolayca kovu- labilirdi; fakat Tuna nehri üzerinde bulunan Vidin için aynı şey söylenemezdi, burası Almanların eline geçtiği takdirde bu olay muzaffer OsmanlI impa- ratorluğu için öldürücü olabilirdi, bunun için eli silâh tutan herkesi Sofya’daki serasker Köprülü Ahmed Paşa’nm yanma göndermek gerekiyordu; köyler ve kasabalarda bu insanları besleyecek her şey ihtiyaçlarına tahsis edilmeliydi^ Vidin kalesi kü- mandanı Evliya Mehmed Paşa, emrinde savunma için sağlam ve arzulu altıyüz asker bulunduğunu kendisine yazmıştı.
Vezâret-i-uzmâ kaymakamı Yeğen Mehmed Pa- şa, Haşmet Paşa’nm tavsiyelerini yerinde bulduğun- dan, hemen Sultan’ın Hatt-1 Şerifleri kaleme alın- dı, emirnameler hazırlandı ve bunları Rumeli’nin dört bir tarafına götürecek olan ulaklar ertesi sa- bah yola çıkarıldı. Ve *bu derme çatma, toplama görüntüsü veren Türk milis kuvvetleri, dük de Lor- raine’in؛kumanda ettiği muntazam birliklerden olu- şan seksen bin kişilik ordusunu mağlüb etti ve bu savaş sırasında Köprülü Ahmed Paşa Nice’i Alman- ların zaptetmesi kadar kolayhkla geri aldı. Bilhas- sa takviye birlikleri alan Vidin kumandanı Evliya Mehmed Paşa, kendisini teslim almağa gelen düş- ■man ordusunu yendi; bu kadarla da kalmayarak Tuna üzerindeki filolarının bir kısmım yaktı.
Zatı Âlinizin kudretli eli Bosna’da iken orada Paşa olarak bulunuyordunuz ve prens de Saxe-Hild- bourghausen’in kumanda ettiği Alman ordusu, inat- çı mukavemetine rağmen, Banyaluka kalesini mu- hasara ediyordu ve kudretli eliniz düşman ordu- sunu ebediyen Bosna’dan kovdu. Şurası doğru ki,
bu mağlûb kumandama arta ■kalan kuvvetleri dük in ordusuyla birleşti ve onüç veya on-؟de Lorraine dört kere Banyaluka’ya saldırdı, fakat kaç kere ؛ y saldırdıysa, o kadar kere-mağlûbiyete uğratıldı ve ؛ bu zaferler gösterdiğiniz cesaret ve tedbirliliğin ؛ -t eserleriydi; başında bulunduğunuz eyâleti zaptet’ ؛■ mek için toplanmış ve yüz bin kişiden fazla ola- | ■
؛ bu saldırgan ordu, dük de؛ rak sefere başlamış olan Lorraine ve kont de Seckendorf’un ayrılmalarından | sonra kumandanlığı ele alan feldmareşal kont de j Pbilippe’in Viyana’ya gönderdiği listeye göre on- f
dokuzbin üçyüz kişiye düşmüştü.، Hiçbir suretle övü¬ ٦ ■ ■،
-cülüğe düşmeden denilebilir ki, Sultan, düşmanla rımn kendisine karşı meydana getirebildikleri en gü¬ ؛ zel orduyu mahvetmiş olmayı, muzaffer İmparator¬luğa karşı harekete geçirilen bu orduyu ortadan ’ kaldırmış bulunmayı, kendi değerine ve tedbiri el¬den bırakmayışına borçludur.
; İsveçliler Bâb-ı Âlî’nin tekliflerini müsait bir ؛ ،، şekilde karşılamış olduklarından beri, Moskoflar ؛ -tarafından, gerek ihanetlerle ve ,diğer gizli iğren, .
؛ dirici yollara başvurulmak suretiyle veya onlarla ٠ yapılan anlaşmaların uygulanmasını reddederek ve ؛ . ■ bu tutumu İsveç kralının kendilerine teslim etmiş sırf paraları için sınır dışı l ٠١) «olduğu «bledleri ١ -ı etmeğe kadar vardırarak dâima rahatsız edilmiş ler, güçlüklerle karşı karşıya bırakılmışlardır. Mos¬ – kof limanlarında İsveçli tâcirlere kötü muamele i
– ediyorlar, bunu da onlara hiçbir şey sattırmamaya I kadar ileri vardırıyorlardı ve İsveç krallarının ika¬ ١ met ettikleri Stockholm’daki Rus elçisi bu yapılan¬■؛; -ları az bulmuş ve memnun kalmamış1 olacak ki, ül kenin ileri gelen beylerinden biriyle kralı ve hükü- | .•، metini devirmeyi hedef alan, bir suikasd üzerinde |
؛ -, anlaştı; Allah’dan ki, bu suikasdı, Bâb-ı Âlî katın daki İsveç elçisi Carlsohn’un bir akrabası ortaya çıkardı. Zâtı Âlîleri, bu kötülüklerin, yukarıda imâ j -ektiğim gibi, çariçenin emriyle baron Sinclair’in İs
(.Hunlar döneminden kalma eski bir kavim.’ (Ç.N (٠)
tanbul’dan İsveç’e dönerken alçakça katledilmesiyle alâkalı bulunduğunu anlamaktasınız ve bunların hepsi birden İsveç milletini, kendisini bu gizli kö-tülükler ve ihânetlerden açıkça kuvvet kullanarak savunmak zorunda bırakmışlardır: Kötülüklerle do- ١ lu bir milletle ikide birde ihânet edilen, uyulmayan
1 bir barış yaşamaktansa savaş halinde olmak daha az tehlikelidir.
Bu anlatışı İsveç savaşma kadar götürdükten sonra, Fehâmetlû Efendimize, bu savaşın sebeble- rini, Almanya imparatoru VI. Charles’a haleflik, mi- rasçılık iddiasına kalkışan, silâhlan elde kral ve prenslerin birbirinden farklı çıkarlarını açıklamalı-yım. Almanya imparatoru VI. Charles, bütün hak ve sebeblere karşı, bütün mülk ve devletinin verâ- set hakkını, büyük kardeşinin kızlarını hesaba kat-maksızın, büyük kızı Marie-Thereise’e ve bunun , çocuğu olmadığından ikinci kızına bırakmıştı. Söy-lemiş olduğum gibi, büyük kızı Polonya kralı olan Saksonya elektörü, ikinci kızı Bavyer؟, elektörü ile evlenmiş olan imparator Joseph, dört buçuk ay ön¬ce VI. Charles’m yerine imparator seçildi. Ne var ki, VI. Charles, mülkünü ve ülkesini kızlarına bı-rakırken, bazı kral ve prenslerin haklı çıkabilecek¬leri iddialarını dikkate almamıştı; zirâ, bunların hükmettikleri ülke ve eyâletler, anayasalan gereği kızlara intikal edememekte ve imparatorlukta ken-disine halef olacak şahsa intikal etmektedir: İtal- ؛ ya’da bulunan Milan, Parme ve Plaisance dukalık- lannın durumu böyle olduğu gibi, genellikle asıl Avusturya denilen Stirie, Carintie, Camiole ve Vingt Marc (Windische Mark), ki bu sonuncusu Frioul’- un bir bölümünü de içine almaktadır, Istrie, Mar- quisat de Çilli ve Morlaquie – ki bu sonuncular Ad-riyatik körfezindedir – durum bakımından İtalya’- ، dakilerden daha farklı değildir. Bu son Avusturya hânedâm, şimdiki Rusya kralının cedlerine ait olan zengin Silezya eyâletinin büyük bir bölümünü de gasbetmiş bulunuyordu. Böylece, müteveffa Alman-
؛ -ya imparatoru VI. Charles’ın halefi olmak iddiasın daki başlıca şahıslar Bavyera imparatoru VII. Char-les, aynı zamanda Saksonya elektörü olan Polonya kralı ve Prusya kralı, ki bunların hepsi de hüküm-dardır ve devletleri Almanya’nın içindedir, bunlar-dan sonra da İtalya’da kendisi veya çocukları için , hak iddiasında bulunan İspanya kralı gelmekte¬dir.
1 Bavyera hanedanının saltanatın meşrû vârisi olarak tanınmasiyle torununu İspanya tahtı üze¬rinde tutmak için XIV. Louis’nin sürdürdüğü sa¬vaş sırasında saltanat hakları ve şerefinden her ؛ -şeyi kaybetmiş olan imparator VII. Charles’m başı na imparatorluk tacını giydirmekte fazlasiyle yar¬؛ dımı kaydedilen Fransa kralı, VI. Charles’m dük ؛ de Lorraine’in karısı olan kızma karşı oluşturulan bütün bu ittifakın başına getirildi; bununla bera¬ber, Fransa’nın sadece Bavyera elektörüne karş، ;
duyduğu minnettarlıkla değil, fakat kendisi için se¬؛؛ -kiz yıl hapislerde yatmacasma ve çocuklarına varın caya kadar her şeyini fedâ etmiş olan bir prensin oğluna karşı adaletli davranma yolunda hareket ‘ ettiğini göstermek maksadiyle, Alteslerinizin göz¬؛ -leri önüne Charles’m kızlarına karşı Joseph’in kız ؛ -lannm itiraz kabul etmez haklarını koymam zâru bundan sonra yeni imparatorun imparator i ؛rîdir olmak sıfatiyle mâlik olabileceği timâr, has ve ze- |
؛ .âmetin mâhiyetine geçeceğim
؛ Zâtı Âlîleri, bundan kırkbir yıl önce İspanya veraseti savaşı başladığı sırada, arşidük Joseph ve arşidük Charles’m babaları imparator Leopold’un,
؛ -XIV. Louis’nin torunu ve hâlen taht üzerinde bu ؛ lunan V., Philippe’le savaşarak tahtı ele geçirmek üzere ikinci oğlunu göndermeğe karar verdiğini hatırlamak lûtfunda bulunacaklardır. İmparator Le- opold, çocuklarının haklarının düzenleyicisi olarak onlara bir mukavele veya anlaşma imzalattı, bu ^anlaşmaya göre, büyük oğlu arşidük Joseph küçük j kardeşi Charles ve onun erkek çocukları lehine
Ispanya krallığı üzerindeki bütün haklarından fe¬ragat ediyordu؛ bununla beraber, feragat şartlıydı ve şart şuydu: Vâris olarak her iki kardeş de kız çocuklara sahip oldukları takdirde, Joseph’in kız¬larından en büyüğü yalnız Almanya ve Bohemya ve Macaristan’daki ülkelerin değil, aynı zamanda Ispanya tahtının ve buna bağlı devlet ve ülkelerin de vârisi olacaktı ve bu anlaşma İspanya tahtı için yapılan savaşta Joseph ve Charles tarafından tat¬bike konulduğunda, ana ve babanın tahtlarının nor¬mal intikalini düzene koymak için meşrû ve hukukî karar vericiler olarak belirttikleri irâdeyi kendisi¬nin tek taraflı davranışıyla bozabileceğine inanan VI. Charles’m bu tutumu hem haksızlık, hem de akıl dışıydı. Bu bakımdan Fransa kralının, amca¬sı, ve Joseph’in küçük kızıyla evlenmiş olan Bav- yera elektörüne ve VII. Charles’a ve dolayısiyle im¬paratorun büyük kızıyla evlenmiş olan Saksonya elektörü Polonya kralına yardımlarda bulunmasın¬dan daha haklı bir şey düşünülemez. Fransa kra¬lının müttefiki olan Prusya kralının Silezya üzerin¬deki iddialarını desteklerken de daha az haklı de¬ğildir؛ çünkü selefleri, kendisinden önceki krallar
– döneminde gaspedilmiş olan timar ve zeâmetleri ta- leb etmektedir; amcası İspanya imparatorunun İtal¬ya ve bazı devletler üzerindeki haklarına gelince, Fransa kralı, imparator ve imparatorluğun hakları¬nı desteklediği kadar İspanya’nmkileri de destek¬lemektedir ve Zâtı Âlînize şu hususu, yâni zeâmet- . lerin mâhiyetini göstermem yetmektedir ve dük de Lorraine’in karısı olan VI. Charles’m kızı ve küçük . kardeşi,’ ne biri ne öteki Avusturya tahtı üzerin¬de hiçbir talebde bulunmadıklarına göre, bunların tam haklarını vermek için sadece asâletlerine ya¬raşacak, şekilde yaşamalarını sağlamak hususunda gerekli tahsisâtı vermek yetecektir.
Bundan yaklaşık binbeşyüz yıl önce, Almanya aşağı yukarı onbeş yıl boyunca imparatorsuz kal¬mıştı؛ Castille’li Alphons adındaki bir İspanya kra¬lı imparatorluğa seçilmiş, fakat hiçbir zaman ülke•
sinden ayrılmak istememiş, İngiltere kralının kar¬deşi Richard da hemen aynı zamanda imparatorlu¬ğa seçilmiş, Almanya’ya kısa- bir seyahat yapmış ؛ ve bütün parasını harcadıktan sonra İngiltere’ye dönmüştü; ülkenin başında bir şef bulunmayışının sebeb olduğu ve bütün Almanya’yı pençesine alan kargaşalık, sonunda, seçme yetkisine sahip bulu- I nan prensleri bir araya gelmek zorunda bıraktı, bir ؛ imparator seçmek üzere bir araya gelmiş olan prens- ١ ler aralarında anlaşamadılar؛ tâyin işini, seçeceği ( kişiye saygılı davranacaklarına yemin ederek Bav- « yeralı düklerden biri olan Acımasız-Louis’ye havâ- le ettiler; bu dük, yeni imparatorun cedlerinden bi¬ridir. Bu dük, ecdâdına ait olan Avusturya’daki ze¬ametlerini, mâlikânelerini kendisine iâde ederek, ؛ adalet göstereceği ümidiyle Absbourg dükü olan Rodolph’u seçti; fakat hiçbir suretle ummadığı bir yüce makama, imparatorluğun başına geçen ve fa¬kir bir prens olan Rodolph, kendisini bu makama getiren Acımasız-Louis’ye minnet borcunu unuttu . ve imparatorluk makamına oturduktan kısa bir sü- I re sonra Bohemya kralı Ottocar’la son . Avusturya markisinin mirası işini çekişmeğe koyuldu: Marki¬nin kız kardeşiyle evlenmiş olduğu için bütün va¬rislik hakkını da elde etmiş bulunduğunu iddia ؛ ediyordu ve bu yoldan sağlanan gelirden de ondört ؛ veya onbeş yıl boyunca yararlanmıştı; immarator ; olmadan önce çok fakir durumda bulunan Rodolph, ؛ makamından yararlanarak ailesini güçlendirmeğe çalışıyordu ve erkek çocuk bırakmadan ölen zeâmet: sahiplerinin mülkleri, bu mülkler Avusturya’ya ait olduğu takdirde İmparatora’dönüyor, o da istedi¬ği kişiye vermek durumuna giriyordu; bu görüş ؛ Rodolph’un icadıydı. Tabiî, görüş ohnaktan çıkıyor | ve kanun oluyordu. Ottocar, Bohemya kralı, Avus- i turya’da kaybettiği bir savaşta öldürülünce, onun Avusturya ile alâkalı devletlerinin tümünü, erkek *■ çocukları olmadığı takdirde son Avusturya dükünün ؛ tasarrufuna geçeceği esası üzerinden, Asbourg kon- ؛ tu olan oğlu Albert’e verdi. ؛
Albert’den Avusturya dükü adını almış olan VI. Charles’ın ölümüne kadar dörtyüz yetmişbeş gü¬neş yılı geçmiştir ve bu zaman içinde erkekten er¬keğe geçen, bu Absbourg hânedânı, Bavyera dükle- ‘ rinin itirazlarına rağmen, bu ülkeleri dâima elinde tutmuştur; ve Rodolph denilen ve imparator seçi¬len aynı Absbourg kontu Avusturya hânedânının ilkidir, o ve oğlu I. Albert Ottocar’ın eşinden ve aile¬sinden alınmış bu devletlerin mülkiyetini ellerinde tutmak için dâima• bunların kız evlâda intikal ede- miyeceği iddiasına sırtlarını dayamışlardır؛ inanıla¬bilir ki, yeni İmparator, Bavyeralı VII. Charles, Lor- raine düşesi ve Macaristan kraliçesi Marie-ThĞrese’i bu büyük, dukalıklar ve ülkelerden kovmak ve bun- ‘ larm mülkiyetini elinde tutmak maksadiyle hiç şüp¬hesiz aynı sebeblerden yararlanacaktır؛ oysa bütün . bu dukalık ve ülkeler, meşrû olarak Marie-Therese’-
* in cedlerine ait bulunuyordu.
Bohemya krallığına gelince, hukukî bakımdan Joseph’in kızlarına ait bulunuyordu؛ böylece, Bav¬yera elektörü kendisine ait olan ülkelerden önemli bir kısmım Polonya kralı olan Saksonya elektörü- ne vermek suretiyle buraların mülkiyetini elde et¬tiyse de,‘ bu verdiği yerlerden meselâ.Tyrol Avus¬turya’nın eyâleti olduğu halde, evvelce Bavyera hânedânma bağlı bulunmuştu ve bu esasa dayana¬rak Bavyera elektörü Tyrollilerden kendisini kral olarak tanımalarını evvelce emir suretiyle istemişti ve’onlar da bu emri güçlük çekmeden yerine geti¬receklerdi. “
Macaristan krallığı, Transilvanya prensliği gi- ٠ bi, evvelce de varolan kendi krallannı seçmek hakkı müessesesini oluşturmak üzere bu fırsattan yarar¬landı. Gerçekte bu son prensler Bâb-ı Âlî tarafından
– tasdik* edildikten sonra Transilvanyahlar tarafın¬dan seçilmiş ، sayılıyorlarsa da, tasdik muamelesi, sadece seçilen kişinin Sultan’ın menfaatleri bakı¬mından şüpheli olmamasının tesbitinde gösterilen bir dikkatten ibâret kalıyordu. JBâb-ı Alî bu tutu-
munda haksız değildi; çünkü bunu gerektiren bir olay, IV. Mehmed (Avcı) döneminde Transilvan- yalılarm prensleri olarak Kemeni’yi seçmelerinde görülmüştü. Bu adam, Avusturya hanedanı taraf¬tarıydı; Bâb-ı Âlî Michel Apaffi’yi ona karşı çıkar- ؛ dı ve Apaffi, yapılan bir savaşta, OsmanlIların yar- j dunlarıyla Kemeni ve AvusturyalIları yenilgiye uğ- i rattı. OsmanlIların seçtiği prens, bu memlekette ha- ؛ yatı boyunca hükümranlığını sürdürdükten başka, elde ettiği haklı nüfûz sâyesinde, ölümünden sonra makamının oğluna geçmesi imkânını da sağladı; fakat oğlu aptal bir prensti, Osmanlı taraftarlığını j bıraktı, AvusturyalIları tuttu ve imparator Leopold’- ; un dâveti üzerine Viyana’ya gitti, orada tutuklandı ve o zamandan beri Transilvanya’nm Almanların hâkimiyeti altında kalmasına böylece fırsat vermiş oldu. Haşmet Paşa (Bonneval). Viyana’da bu pren- ؛ si tanıdı, kendisi ve karısı için yaşamalarını temin etmek üzere yıllık onaltı bin florin tahsisat veri- ( yorlardı, çök kötü şartlar içinde hayatlarını sür- ؛ dürüyorlardı, karısı ve kendi arkalarında çocuk bı- ! rakmadan öldüler.
Macaristan kraliçesinin J krallığı içinde rahat bırakıldığından fazlasiyle şüpheliyim; bunun sebebi» elektör ve karısının Frankfürt’da imparator ve im- paratoriçe tacını giymek üzere ülkelerinden uzak¬laştıkları sırada Macar ordu birliklerinin Bavyera’- da akıl almayacak vahşetlerin fâili olmalarıdır. Ay- 1 rıntı kabilinden bütün bu bilgi arzetmelerden son¬ra, siz Fehâmetlû Veziriâzam Efendimize esas üze¬rinde durumu göstermeğe zarurî olarak kendimi gö- : revli saymaktayım ve hemen belirtmeliyim ki, Ma¬caristan krallığının hürriyetini ve eski imtiyazları- ؛ nı geri alması Eâb-ı Âlî’nin menfaatinedir ve tabiî I krallığın, yâni Macaristan’ın, Almanya tarafında 1 hiçbir ülkeyle alâkası bulunmaksızın sadece kra- 1 liçe Marie-TherĞse’e kalması şartı başta gelmekte- dir ki, bu da Bâb-ı Âlî’nin menfaatinedir; Transil- vanya’ya gelince, Büyük-Sultan, Macaristan’daki
durumun hemen peşinden bu memlekette çıkacak anlaşmazlıklardan yararlanacak, bu anlaşmazlığı oraya bir prens yerleştirmenin başlıca şartı saya¬caktır ve böylece Belgrad’ın yaşaması için zorunlu olan Temeşvar’ı tekrar ele geçirecektir.
Alteslerinize, üzerinde Ispanya’nın sahiplik hak¬kı iddiasmda bulunduğu Milan, Parme ve Plaisance dukalıklarının mâhiyetleri hakkında açıklama yap¬mam kalıyor. Beşyüz yıl var ki, bahis konusu bu dukalıklar Almanya imparatorlarına tâbi bulunu¬yorlardı; fakat, uzun zamandan beri bu krallar ta¬raftarlarıyla papaların taraftarları arasmdaki ay¬rılık bütün İtalya’da tesirini gösteriyordu: Bu ta¬raftarlara Guelfler ve Guibelenler adı verilmektey¬di ve• uzun zaman boyunca bu iki parti arasında sadece katliâmlar ve sürgüne göndermeler görül¬dü; papaların taraftarlarına Guelfler, imparatorla-rın < taraftarlarına Guibelenler denilmekteydi. Bu kargaşalıklar ortasında bir imparator Milan’day- ken şöyle bir hâdise cereyan etti: Guelflerin şefi ve bu şehirde çok kudretli olan Touriani adındaki bir adam, geceleyin imparatoru öldürmeğe karar verdi; imparator sarayda hiçbir şeyden şüphelen¬meden uykusunu uyumaktaydı, eğer Guibelenle- rin şefi olan Visconti taraftarlarını silâhlandırıp imparatorun imdâdına koşmasaydı, Touriani hede¬fe ■ulaşmış olacaktı. Gece yarısı bu iki taraf arasın¬da kıyasıya bir çarpışma başladı؛ fakat bu mücâ¬deleyi Visconti kazandığından, Touriani’nin adam-ları memleketten bir daha geri dönmemecesine ko-vuldular. İmparator, Visconti’yi, Papa’mn taraftar¬larına karşı elinde bulundurmak için Milan şehri dükü yaptı, şehir civarmdan da kendisine arazi verdi. Zamanla yükselen Guibelenler, Visconti’le-
■ rin de yardımlarıyla Parme ve Plaisance’da aynı gelişmeyi gösterdiler ve Viscontileri hükümdarlari olarak tamdılar, aynı zamanda Milan dukalığı ile birleştiler. Diğer ülkelerin büyük bir kısmı, papa¬ların taraftarlarını kovmak için onlara yardımda
bulundular. Ve böylece Milan dukalığı muazzam de-nilebilecek bir ölçüde büyüdü, tabiî, bu büyümede, kısa bir zaman içinde gelişmede cesaretlerinin, el¬verişli fırsatları görüp değerlendirmede gösterdik¬leri becerikliliğin rolü büyük oldu. Ayrıca, kendile¬rine fazlasiyle sâdık kaldıklarından,. ihtiyaçları ol¬duğunda onlara derhal yardımda bulunuyorlardı. Visconti’ler birçok nesiller boyunca Milan’da hüküm sürdüler, fakat nihayet, bu Visconti’ler soyundan son dük meşrû çocuklar bırakmadan öldü; Valen- tine adında bir kız kardeşi vardı ve bundan üçyüz sene önce Fransa kralının kardeşi olan dük d’Orlé¬ans ile evlendi. Son Visconti’nin ölümünden son- . ra, çocukları annelerinin hukukuna dayanarak bu dukalık üzerinde hak iddiasında bulundular؛ fa¬kat Avusturya hânedânmdan olan imparator Fré¬déric, kız evlâtların Milan dukalığını başka bir aile¬ye intikal ettiremeyecekleri iddiasında bulundu, er¬kek evlât da olmadığından bu devlet imparatorun ١ tasarrufuna dönmüş oluyordu. İmparator, İmpa¬ratorluğun hakkım devam ettirmek için, bu duka- . lığı, son dükün ordularında general olan Sforze adında bir kişiye verdi؛ bu kişi imparatorluğun bu tevcihini değerlendirdi ve bu hükümranlığı çocuk¬larına itirazsız intikal ettirdi; yaklaşık yüz sene sonra, Valentine Viscontl soyundan bir Orléans dü¬kü XII. Louis ünvaniyle Fransa tahtına çıkmayı ba¬şarınca Sforze’lere’ hücûm etti ve onları Milan du¬kalığından kovdu ve hayatı boyunca bu zaferin ٢ getirdiği hükümranlığı sürdürdü; fakat onun yerine geçen‘I. François, Almanya imparatoru ve İspan¬ya kralı V. Charles’a karşı büyük savaşları devam ettirdi ve Birinci François Pavie- savaşında esir düşünce, V. Charles Milan dukalığını ve ona tâbi devletleri zeamet veya malikâne olarak Sforze’la- ra verdi. Daha sonra makamdaki son Sforze vâris
• bırakmaksızın ölünce, dukalığı ve ona tâbi devlet¬leri, Valentine Visconti ve mirasçılarının hakları¬na hiç aldırış etmeden, dukalığı, kendisinin ölümün¬den sonra İspanya imparatoru” olan• tek oğlu Philip- pe’e verdi. Hukuk yönünden Alman imparatorları dâima bu zeametin kızlara intikal etmeyeceği gö¬rüşünde olmuşlardır ve bu anlayış imparator Fré- déric’in misâline uyarak V.* Charles tarafından da tasdik edilmiştir.
Altesleri bu açıklama dolayısiyle görmüşlerdir ؛ ki, Avusturya hânedânından gelen imparatorlar ve Macaristan kraliçesinin cedleri, bu zeâmetin, yâni Milan dukalığının kız evlâtlara intikal etmeyeceği iddiasındadırlar; bundan şu netice çıkmaktadır ki, Macaristan kraliçesinin bu hususta iddiada bulu¬nacağı herhangi bir hak mevcut değildir. Şimdiki imparator, VII. Charles, selefleri Frédéric ve V. Charles’m yapmış oldukları gibi, zeâmetin tasar¬rufunu veya tevcih imkânım elinde bulundurmak¬tadır. Bu durumda, Marie-Thérèse’i, yâni Macaris¬tan kraliçesini bu ülkeden kovmak üzere büyük askerî hazırlıklar yaptığı bir sırada ve Avusturya imparatorlarının çıkardıkları kararnameler de İs¬panya imparatorunu desteklemekte iken, bunlara karşı Lorraine dükünün ve karısının yapabilecekle¬ri hiçbir şey yoktur. Daha kısacası, bir şey yap¬mağa kalkıştıkları takdirde bu hiçbir suretle ma¬kul bir sebebe dayanmayacaktır. “
Bu muzaffer imparatorluğun sınırlarında bun¬lar olup biterken, Haşmet Paşa, Sultan’a yapılabile¬cek en büyük hizmetin Osmanlı İmparatorluğu ile İsveç krallığı arasmda bir ittifak anlaşması yap¬mak olacağı kanaatiyle, Zât-ı Âlîlerine ait olan bu ،projenin gerçekleşmesi yolunda Bâb-ı Âlî nâzırları ، nezdinde telkinlerde bulunmaktan, geri kalmamış¬tır. Haşmet Paşa (Bonneval) Moskoflann Osman¬
lI İmparatorluğu’na saldırmak için büyük ölçüde hazırlığa giriştiğini ve buna karşı tedbirin bahis konusu ittifak olduğunu Osman Kâhya’ya (Sadâ¬ret Kethüdası) her rastladığında anlatmış, fakat bü¬tün bu nefes tüketmeler boşa gitmiştir. Yine Haş-
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 15
met Paşa, Bâb-1 Âlî ile İsveç’in birleşmesinin Mos- ١ koflara anlaşmaları ihlâl etmekten vazgeçirmek tek çâre olduğunu bütün açıklığıyla anlatmaktan ; ء geri kalmamıştır. Vazgeçirecek tek çârenin bu ol’
duğunu arzediyorum; zirâ Moskoflar, anlaşmaları ihlâl etmenin kendilerine İsveç gibi merd bir düş- man kazandıracağını gürünce, duyacakları korku, kötü niyetlerini bu imparatorluğa karşı tatbike koy- maktan vazgeçirecektir. İsveç kralı ve meclisi her ne kadar Zât-1 Devletlerinizin projelerini tatbike hazır bulunuyorlarsa da, İstanbul’daki iki İsveç أ temsilcisi Zât-1 Âlinize karşı büyük bir saygı beşli- I yorlarsa da, burada sizin yokluğunuzda meram an- latmak kaabil değil, daha doğrusu sorumlu olma- أ lan gereken kişiler kendilerine anlatılanlan dinle- إ mekten kaçınır gibi bir tavır içindeler. إ
Veziriâzam Abdullah Paşa, Humbaracıbaşı Haş- ؛ met Paşa’yı (Bonneval) yanma çağırmak için fazla ا vakit geçirmedi. Beraber olduklarında da ona. Kar- إ tal’da boğdunılan Osman Kâhya’nın evrakı arasın- da kendisinin birçok mektub ^e muhtırasını bulmuş olduğunu söyledi. Haşmet Paşa’yı yanında bulun- durarak ondan yararlanmanın zorunlu olduğuna hükmetmişti; fakat, Haşmet Paşa, Yeğen Mehmed Paşa’nın emrine uygun bir şekilde, Sultan Ahmed’in إ İsveç kralı XII. Charles’a verdiği borç anlaşmasiyle i ilgili, işleri halletmeden önce İstanbul’dan ayrılma^ dı. Ölen İsveç kralı, Sultan Ahmed’den, Bender ve ب ‘■ Dimetoka’da bulunduğu sırada nakit olarak borç almıştı. Bu borcun ödenmesi için İsveç hükümeti pa- ra yerine karşılık olarak değerli eşya teklif ediyor- du (٠). Mehmed Paşa (Yeğen), o sıralarda Zât-1 Dev-
(٠) OsmanlI kaynaklarında «Demir-baş» denilen İsveç kralı Onikinci Charles, Rusya ile savaşda mağlûb olduktan sonra Türkiye’ye İltica et- mişti. Hattâ Rusların OsmanlI ordusu karşısında aman dilediği ve Ser- dâr-1 Ekrem Baltacı Mehmed Paşa İle Rusya imparatoriçesi Kate- إ rina arasında sevişme yollu asılsız söylentilerin çıkmasına vesile olan Pruth seferinin açılması sebebi olarak İsveç kralı Ch^rie؛’ı göste- إ ren Türk tarihçileri vardır. Bu husus tartışılabilirse de, 0ل7ل yılı- أ nın 10 Haziranında, 4 yıldır Veziriâzamlık makamında bulunan Çor-
letlerinizin 1İsveç’le ittifak1 projelerinize fazlasiyle ؛’؛■ ‘
– ،, mütemayil görünüyor ve bunların uygulanmaya ko-
;؛٠ ‘، ‘ .(*) * >’■ bulmalarım istiyordu
lulu Ali Paşa’nın azledilmesinde İsveç kralı XII. Charles’ın dahli ‘ olduğu, fakat bunun maddî bir müdâhale 1olmadığı kesinlikle söy¬«Koca», «Deli»,؛ lenebilir. Meselenin aslı-şudur: Osmanlı Türklerinin ve, «Ak-bıyık» lâkaplarıyla eserlerine aldıkları• Rus çarı Birinci Pet- : ؛ ;*,
,ro’nun kuzey ve güney politikaları büyük çalkantılara yol açmıştır -Bunların birincisi Baltık denizine hâkim olmak, İkincisi ise Karade . ٠ niz’e çıkmak hedeflerine dayanıyordu. Koca Petro’nun rakibi, cihan¬ ١ girlik hülyaları besleyen ve büyük *bir asker olduğunda bütün ta¬menfalarında adı، «Demir-baş» lâ-؛‘Osmanlı؛ ,rihçilerin birleştikleri kabiyle birlikte geçen İsveç kralı XII. Charles’dı. Petro kuzey politi- kasını gerçekleştirmek için, buna mâni olmağa« çalışan «Demir-baş»a ؛ ,j karşı Danimarka, Lehistan ve Saksonya ile ittifak anlaşması imza¬ladı. XII. Charles, Rusya’nın müttefiklerini sırayla mağlûb ederek, 27 ,Baltık denizi kıyılarından başka Lehistan’a da hâkim oldu. Fakat .Temmuz 1709’dâ •16 bin kişilik bir kuvvetle Petro’ya karşı giriştiği * * -Poltava muharebesini kaybetti ve müttefiki olan Kazak hetmanı Ma •؛ eppa ile beraber Bender’e gelip Türkiye’ye iltica ، etmek zorunda؛؛ kaldı. Demir-baş Charles’ın dokuz sene süren bu-uzun mücadelesin¬den Türkiye’nin hemen hiç yararlanmamış olması üzülünmesi ge- ‘ , reken bir olaydır.’ özellikle 1708 olayları sırasında gördüğümüz gibi, bu iki yabancı devlet’ arasındaki uzun mücadelede Demir-baş’ın ta¬rafını tutan bir siyaset takibettiği görülen Çorlulu Ali Paşa’nın Ve- Üçüncü Ahmed’in,. zamanın genel poli-؛.، ,f. ziriâzamlıktan’* azledilmesi bakımından, her halde lehine kaydedilecek؛ , tıkasım kavrayamaması . bir nokta sayılmamak gerekir. Nitekim Pruth seferi de, neticede Türkiye tarafından kazanılmış olsa da, bu’ anlayışsızlığın bir ne- ‘ ticesi olmak durumundadır ve devletin uğradığı zarar hakkında bi¬ze bir fikir verebilir/ Pruth seferinin sırf bu sebeble açılmış olduğu ،*’ ortada bir gerçektir. RuslarınıTürkiye’ye ilticâ etmiş bulunan İsveç 48 Türk topraklarına tecavüz edip ؛askerlerini vurmak için ؟kralıyla saat içerilere kadar ilerlemeleri, Kırım hududuna da sarkıntılığa -٠ – ‘ başlamış bulunmaları, Osmanlı-Rus barışma rağmen ،’Azak denizinde bir Rus donanması kurmuş olmaları ve bilhassa İstanbul’daki Mos- kofrelçisi Tolstoi’nin Türk milletine’sığınmış olan İsveç،kralı Onikin- si Charles’in hudud haricine atılması ve hetman-Mazeppa’nın da derhâl Rusya’ya teslimini, isteyecek kadar küstahlığı ileri götürmesi -nihayet barışçı Pâdişah’m uyarısıyla neticelenmiş ve Üçüncü Ah med’in huzurunda toplanan ■ fevkalâde bir mecliste Rus seferinin ٠؛ 360 açılmasına karar verilmiştir. Bu ,toplantıdan bir gün evvel de savaş ve nakliye gemisinden oluşan büyük bir OsmanlI donanması Azak denizindeki- Rus donanmasının imhâsı ve Azak kalesinin kur- ‘ tarılması ile görevlendirilerek Karadeniz’e açılmıştır. (Ç،N.)
-(*) Çorlulu Ali Paşa’nın Veziriâzam olarak, Hekimoğlu Ali Paşa’nm Rus
Veziriazam Abdullah Paşa, Kartal’a gelen Haş- | ■ ‘■>
met Paşa’yl (Bonneval) son derece iyi karşıladı; | ؛ ona Bâb-ı Âlî’ye gönderdiği veya verdiği raporları eline’geçtiğinde gördüğünü ve zamanın olayları üze- ; ‘ ؛ rindeki tavsiyelerinden faydalanmak üzere yanına -getirttiğini söyledi; iâşesi için dolgunca bir tahsi şatla son derece güzel çadırlar verdirdi. Çadırlar, ٠ • Veziriâzam’m ordugâhının yakınındaydı. Veziriâ- zam’ın onu her kabul edişinde halinde gördüğü . , ‘ dürüstlük ve gösterdiği itimâd, Haşmet Paşa’da İs- ؛ -i veç’le ittifakın gerçekleşmesinin yakın olduğu ka ؛ -naatini uyandırdı. Veziriâzam Abdullah Paşa, Haş ٠
met Paşa’ya bu işin başlamasından sonuna kadar ■’ ‘ geçirdiği safhalar üzerinde teferruatlı bir muhtıra ‘ ؛;1،‘
‘ hazırlamasını emrettiği gibi, Zât-ı Âlinizin Bâb-ı
Âlî ile İsveç krallığı arasındaki dostluk bağını kuv- , ؛
-■ > ، vetlendinnek hususunda sarf ettiği gayretleri belirt 1 -meşini de istedi. İstenilen muhtıra hazırlanınca, Ve • ،• ؛ ziriâzam Abdullah Paşa, Zât-ı Âlinizin Osmanlı dev- !■ İetiyle İsveç krallığı arasındaki dostluğa verdiği- ؛*..’/”r , , niz ehemmiyeti büyük bir dikkat ve zevkle okudu . ve bu kadar• önemli bir meselenin Kartal’da çözü- me bağlanamayacağını söyledi. Özellikle birleşmiş durumda bulunan Alman ve Moskof kuvvetlerini ayırmakta faydalı olabileceği kanaatinde olduğunu ؛r belirtti, bu, işi İstanbul’da önemine uygun bir cid- ;
؛ diyetle ele alacaktı; İsveç.elçisi de orada olduğuna , fakat ■İstanbul’a ؛göre anlaşma onunla yapılacaktı . ، . ١ gelir gelmez azledildi ve yerine Yeğen Mehmed Pa- – ؛ ■
، „. ya ile mücadele plânına azledilmeyi göze alabilecek ölçüde taraftar ،. olduğu anlaşılıyor. Demir-baş Charles, meseleler çıkmasına yol açan cı ’ bir mülteci olarak 5 sene 2 ay Türkiye’de kaldı ve Üçüncü Ahmed’- ؛ -den pek çok ihsanlar aldı. Nihayet 1714 yılı 19 Eylülünde Dimeto jka’dan yola çıkan İsveç kralına 600 kişilik bir Türk müfrezesi ko¬؛, -ruma görevini yerine getirmiştir. Böylece yola çıkan İsveç kralı, Ef ؛-lâk’deki 2500 askerini de alarak, Erdel üzerinden memleketine gö ؛ -türülmüştür. Böylece, Türkiye’de bazı hareketlere yol açan ve Tür kiye’nin Pruth seferini düzenlemesine sebeb olan iltica olayı son bul- j■ ,، >• ,
؛muş, Avrupa ve, Osmanlı ,tarihinin bir safhası kapanmıştır. Şurası muhakkak ki, Türkiye bu olayı tam. olarak değerlendirememiştir.
■< ٦؛ . , .،■ . .؛ •؛ ■ ;؛ ، (.(Ç.N
şa getirildi. Haşmet Paşa, Yeğen Paşa’yı Kartal’a gitmeden önce îsveç işleri bakımından iyice hazır-ladığından, Zât-ı Âlinizin projesinin başarı kaza-nacağından hiç şüphesi kalmadı؛ proje, bu şartlar içinde herhalde Yeğen Mehmed Paşa’nın Veziri- âzamlığı döneminde gerçekleşecekti’. îsveç kralının ١ ittifaka dâvet için yazdığı ve Zât-ı Âlinizin aslını görebileceği mektup Reisefendi’de bulunmaktadır؛ bundan memnun olmayan Veziriâzam,• Haşmet Pa- şa’ya, îsveç kralına Bâb-ı Âlî’nin bahis konusu it¬tifakı gerçekleştirmeye hazır olduğunu؛ bildiren bir mektup yazması emrini verdi; Haşmet Paşa’nın yaz¬dığı mektup kendisine Bâb-ı Âlî tarafından dikte edildi ve başı vurulan tercüman Gikka, bu mek¬tubun ne bir kelime eksik, ne bir kelime fazla bir tercümesini yaptı. Majeste ١ îsveç kralı İstanbul’a güvendiği bir murahhas gönderdi. Fakat kısa bir süre sonra, Veziriâzam, Bâb-ı Âlî ile Almanlar ve Moskoflar arasında arabuluculuk, rolüne fazlasiyle önem veren ve bu hususta، hayli para kazanacağı ümidinde olan Fransız elçisi Villeneuve’ün telkinle¬riyle kanaat değiştirdi. Bu konuda Belgrad’da kont de Neipperg ile neler görüşülmüş olduğunu Zât-ı Âliniz herkestien daha iyi bilirsiniz. Bu bakımdan, olup bitenleri ona sıralamamda hemen hiçbir fay¬da yoktu. Bununla beraber, Belgrad’da Bâb-ı Âlî ile Almanlar arasında her ne kadar barış imzalanmış bulunuyorsa da, iki İsveç murahhası uzun zaman¬dan beri Sultan’la İsveç arasında ittifak imzalamak hususunda tam yetkiye sahib bulunuyorlardı؛ bu iki murahhas, Fransız elçisi Villeneuve’den son de¬rece dikkatlice gizlendiler, bununla beraber proje¬yi, takibetmekten geri kalmadılar؛ bahis konusu it¬tifak, Moskoflarm kötü niyetinin Bâb-ı Âlî’yi onla¬ra savaş açmak zorunda bırakacağı ümidi içinde imzalandı. Gerçekten de ancak İsveçliler muhasa- mâta başladıktan sonra, Rusların büyük elçisi Ro- manzoff, birinci anlaşma uygulanmadığından yeni bir anlaşma yapmak emrini hükümetinden aldı؛ bi¬lindiği gibi ilk anlaşma iki seneye yakın bir zams؛,n tatbik edilmemiş, Belgrad anlaşmasından ve Nice ek anlaşmasından dört ay sonra yıkılacağı vaade – dildiği halde Assaw kalesi olduğu gibi kalmıştı. Bu durumda birinci anlaşma tamamiyle hükümsüz kal¬mış demekti. Zât-ı Âliniz, İsveç kralının Yeğen Meh¬med Paşa’dân bir mektup almış olduğunu biliyor¬sunuz; kralın denizde ve karada – silâhlanma işine büyük ölçüde önem verdiğim, kralın Bâb-ı Âli’ye tam yetkiyle gönderdiği murahhasın Stockholm’e döndüğü sırada öldürüldüğünü, Bâb-ı Âli’nin ver¬diği cevabın çalındığını, barışdan beri İsveç hudu¬duna birçok birlik göndermiş olduğunu ve İsveç’in bir oldu-bittiyle karşılaşmamak için büyük gayret sarf ettiğini, böyle kuşku içinde yaşamaktansa İs¬veç’in bir savaşı tercih edeceğini de biliyorsunuz.
Haşmet Paşa (Bonneval), Veziriazam Yeğen Mehmed Paşa nezdinde elinden geldiğince saygılı davranarak Rusya ile barışa muhalefette bulundu; ona yazdığı- yazıları hatırlatarak, kendisine İsveç kralına yazdırdıklarını hatırlatarak muhalefetim sürdürdü; fakat, Fransız elçisi Haşmet Paşa’nın sür¬güne gönderilmesi için çalıştı ve bu yolda bir emir çıkarttırmayı da başardı; Haşmet Paşa Kastambot kalesine sürgüne gönderildi; bütün* gelirini ve Zât-ı Âlinizin himâyesiyle Sultan’ın bahşetmiş olduğu bü¬tün lütufları kendisinden aldılar; bütün suçu, İs¬veç’in bu muzaffer Osmanlı İmparatorluğunu Mos- kofların kötü niyetlerine karşı korumakta yardım¬cı olduğunu hatırlatmaktan ibaretti; ayrıca İran’ın, beslediği kötü niyetlerin tesirsiz kalmasında yardım¬cı olduğunu da hatırlatıyordu. Bu da bir gerçekti Zirâ, Nâdir Şâh, Moskofların İsveç’le meşgul bulun¬duklarını görürken, Bâb-i Âlî’ye karşı hücuma geç¬mek cür’etini gösteremeyecekti. Moskoflarla İran Şâhı Nâdir arasında bir anlaşma olduğu bilinmek¬tedir. Ve Nâdir’in Hind seferinden dönüş ünde Os- mahlı İmparatorluğu’na birlikte saldırma yolunda bir karar almışlardır; fakat ne biri ne de diğeri, Moskofların1 Bâb-ı Âlî’nin müttefiki İsveç’in hücu¬muna uğramasını beklemiyorlardı; İsveç’in davra- mşı, onlann Büyük Sultan’a karşı birlikte harekete geçmelerini imkânsızlaştırdı؛ çariçe, Belgrad anlaş¬ması ve Nice ek anlaşmasının kötü niyetlerinin önü¬ne dikilen bütün engelleri yıktığına inanmıştı ve Belgrad barışından sonra Bâb-ı Âlî ile îsveç arasın¬da anlaşma olmayacağı kanaatindeydi; İsveç’le an¬laşma haberini alınca, çariçe, Nâdir Şâh’la düşün¬dükleri her şeyin bir anda tamamiyle tesirsiz kal¬dığını çâresizlik içinde anladı.
Haşmet Paşa’ya gelince, sürgün yeri olan Kas- tambol’da (Kastamonu olacak) yaklaşık altı ay kal¬dı. Vezir kitaplarını, evrakını aldırdı ve evi günler¬ce yağmaya açık kaldı؛ etrafı, yakınları evi terket- tiklerinden, değerli olan nesi varsa yağmacılar ta-rafından götürüldü, herşeyini kaybetti, oğlu Süley¬man Bey de aynı zamanda sürgüne gönderildiğinden İstanbul’da ona ait herhangi bir değeri savunacak kimsesi kalmadı؛ ve o zamandan beri kendisine an¬cak Gümrük’ten aldığı aylık v& peşinden, de Sırma- keşhâne’den gelen sekiz kese parası, azar azar ge¬ri verildi. Oysa, Büyük Sultan’la İki. Sicilya’nın kralı arasmda gerçekleştirdiği anlaşma için harca¬dıklarını soran olmadı. Zât-ı Âliniz takdir buyurur¬lar ki, dâima sadakatla çalışanlar her zaman iyi muamele görmedikleri gibi en iyi şekilde mükâfat- landırılmaktan da uzak kalmışlardır.»
Bonneval’in bütün teşebbüslerim Avusturya el¬çisine açıklayan Cenovalı Chenier’nin aşağıdaki mektubunda, 1917’de Rochefort tarafından hazırla¬nan bir istihkâmcılar birliği kurulması hakkında dikkate değer ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır:
«Not defterimi ve ona iliştirilmiş bulunan pu¬sulanızı aldım. Bu pusulada, Osmanlı împaratorlu- ğu’na olağanüstü bir istihkâmcı-mühendisler birli¬ği temin edilmesi ve bir yabancılar kolonisi kurul¬ması hakkında hazırlanan proje üzerinde bilgi vere¬cek• kimseye sunulacak para veya minnettarlık için düşüncemi soruyor ve projenin tesirsiz kalması yo¬
lunda gerekli çareleri göstermem talebinde bulunu- H yor ve benden bu konu üzerinde görüşmek üzere | bir gizli gece buluşması istiyorsunuz. Kanaatim şu ki, üstlerimi şüpheye düşürmemek, kendimi tehli¬keye atmamak ve sizi hizmetlerimden mahrum bı¬rakmamak ve yararlı olarak hizmete devam etmem bakımından, en iyisi esrarengiz olmayı bir kenara ! bırakmaktır؛ gece sizde olduğumu bilmeleri, tasav¬vur edilebilecek haksızlıkları bana yapmalarına faz¬lasiyle yetecektir. Yabancı elçilerin burada olup bitenleri öğrenmek için ne kadar gayret sarf ettik¬lerini biliyorum ve kimlerin kimin evine girip çık- > tığım ne kadar kolaylıkla öğrendiklerini de bili¬yorum؛ hem de gece gündüz bu öğrenme işinin pe- ؛ şindeler. Bu bakımdan, izin verin de size hiçbir za¬man gece vakti gelmiyeyim, daha ziyade gündüz ve bir kere yaptığım ve size de bildirmek şerefine ؛; eriştiğim gibi gündüz geleyim. Bu bakımdan sizi f ve kendimi tehlikeye atmadan, yukarıda söylediğim ؛ gibi, gündüz kısa buluşma ve konuşmalarla meşe- ٠ leyi bir çözüme bağlayabiliriz. Böylece konuya gi¬rebiliriz, fakat daha önce ancak beni ilgilendiren j¡ bazı düşünceler üzerinde durmama müsaade bu- ؛ yurunuz. Benim size taahhüdüm yalnız Bonneval’- I in imparatorunuz hakkında söylediklerini, yâni im- ؛ paratorunuzun menfaati aleyhindeki faaliyetlerini ؛ bildirmekle sınırlı bulunmaktadır. Size karşı taah-hüdümün doğrudan doğruya şartı da bu. Bunun dı- ı şında ne olursa olsun, cereyan eden olayları size bil- j dirmekle mükellef değilim؛ bunun için de sizden ؛ üç aylık avans olarak yüz seksen İtalyan altını (fındık altını) almış bulunuyorum, Mösyö. Bu meb¬lağı almak suretiyle, size sadakatle hizmet etmek ve bütün öğrendiklerimi size bildirmek taahhüdü¬ne girmiş bulunuyorum. Şüphesiz, öğrendiklerim size faydalı olacak ve işinize yarayacak hususlar¬dır. Bu prensip çerçevesinde ve namuskâr (!) bir kişi olarak davranacağımdan tamamiyle emin ola-bilirsiniz. Daha açık olmam için faaliyet alanımı ! şöyle belirlemeliyim؛ Size bildirdiğim Türklere ya- ؛
bancılar için koloniler sağlamak ve en iyi mühen-dislerden oluşan • bir istihkâm birliği oluşturmak projesi Bonneval’den çıkmış bir düşünce değildir, bu proje Bonneval’den daha önceye bağlıdır, doğ¬rudan doğruya onunla alâkalı değildir, fakat te¬sadüfen, bü proje o olmadan; bir neticeye vardın- lamazdı؛ ümit ederim ki bu bildirdiğim husus si- . zinle benim aramdaki anlaşmayı zedeleyebilecek bir ehemmiyete sahip değildir. Hükümdarınızın men¬faati bakımından, bu verdiğim bilginin unutulması dahi gerekir. Bu bakımdan sadakatimi daha da sağ¬lamlaştırmak ve gayretimi arttırmak hususunda mümkün olanı esirgemeyeceğinizi ümit ediyorum.
■ Bahis konusu projeye dair konuşmak için şunları söylemekle şeref kazanmış olacağım: Yaklaşık yirmi- yedi sene önce birkaç. Fransız protestanı, Büyük Sultan’ın hükümranlığı altındaki ülkelere yerleşmek ve , oraya mezhep kardeşlerim çekmek düşüncesiyle meşgul oldular. Bunun iki sebebi vardı: Birincisi, katoliklerin hâkim oldukları ülkelerde sürekli ola¬rak takibâta ve eziyete mâruz bulunmaları, özellik- -le Roma katoliklerinin hâkim oldukları yerlerde bu ‘ işaret edilen insanlık dışı muameleler haddini aşan bir derecedeydi; ikinci sebeb, Türklerin kendi ülke-lerindeki insanlara kendi mezheb ve inançlarında ibâdet hürriyeti tanımaları, bu hususdaki müsama-halarının hemen bütün medenî dünyada bilinme¬siydi. Protestanlar işte bu hususları gözönünde tu¬tarak; 1717 yılı sonunda aralarından temsilciler ayı¬rarak İstanbul’a gönderdiler. Bu gönderilenler ara¬sında, protestan olmuş ve şartlar gereği Rochefort adını almış bir topçu yüzbaşısı bulunuyordu ve bu yüzbaşı üstün kaabiliyetli bir mühendisti; 1718 yı¬lına rastlayan dönüşünde kendisiyle tanışmak im¬kânını buldum. Takibettiği gizli plânı saklamakta ustalık gösteremediği gibi talihi de yâver gitmedi, marki Bonnac tarafından plâm, şövalye de Boisi- men’kiyle birlikte aynı zamanda boşa çıkarıldı; şö¬valye de Boisimen İspanya hükümeti tarafından İs¬panya kralı ile Bâb-ı Âlî arasında gizli bir anlaş-
mayr sonuçlandırmak üzere gönderilmişti, becerik- li Bonnac bu iki yabancının hiçbir netice alamadan geri dönmelerine sebeb oldu. Fakat Rochefort, Sa- dâret Kaymakamı İbrahim Paşa ile -ki arası çok geçmeden Veziriâzamhğa yükseldi -‘ ayrı ayrı za- manlarda toplantı yapmak imkânını elde etti. Yi- ne bu Rochefort, projesinden Bâb-1 Âlî’nin diğer kudretli kişilerine de imâ yollu bahis açmıştı; on- lara Protestanların inanç ve ibâdetlerinde Türklerin hoşlarına gitmeyecek bir husus bulunmadığını an- !atmıştı, protestanlar da tıpkı müslümanlar gibi hiç- bir tasvire tapınmıyorlardı, Azizler ve Meryem Ana tasvirleri onlar için ibâdet konusu değildi; bu tas- virleri hiçbir zaman kiliselerinde teşhir etmiyorlar- dı ve Allahlarına tam bir sadakatla bağlı bulunu- yorlardı. Büyük Sultan onları ülkesine yerleştir- mekle sanatları, ilmi ve giyim eşyası■ üretme sana- tmı da ülkesine almış olacaktı, ki’bu gelenler ط- sa zamanda yün ve ipek dokuma işinde büyük öl- çüde imâlata geçeceklerdi ve böylece bunların yap- إ tıkları, yabancı tâcirlerin imparatorluğun her ta- rafına sokup yaydıkları ve OsmanlI teb’asmın za- rarına sattıkları eşyanın yerini alacaktı; Büyük Sul- tan’m teb’asımn bundan büyük istifâdesi olacaktı. I Bu imâl edilenler ve üretilenler imparatorluğun her ا tarafında peşin para ile satılarak’ ticaret dengesi devletin lehine gelişme göstereceği gibi, yerli sana- yi gelişecek, Türkler bu imâlat sanatlarında iler- leyecek, devletin parası başka ülkelerin kasalarına akmayacaktı; bunlara karşılık, sadece kendilerine vicdan hürriyetlerine dokunulmadan yaşayabilecek- إ leri yerler gösterilmeliydi. Bu verilecek yerlerde hı- أ ristiyan ülkelerinde görülen fabrikaların hepsi mev- إ cut olacaktı. Büyük Sultan bunlara Eflâk ve Boğ- I dan’da huzur içinde yaşayabilecekleri yerler gös- إ terebilirdi, buralarda müslüman teb’anın şüphesini إ aslâ uyandırmadan yaşayabileceklerdi. Rochefort bütün bu anlattıklarına bir ؛usta mühendisler bir- liği kurmak projesini ilâve etti. Bahis konusu bir- lik, usta mühendis ve istihkâmcılar birliği gibi pro-
testanlardan oluşacaktı. Bunlar bir mektep vücuda getireceklerdi ve genç Türkler kalelere hücum etmek ve onları savunmak sanatını kolayca öğrenecek¬lerdi, kaleleri takviye etmek sanatını da kısa za¬manda öğrenecekler ve Yeniçeri ortaları bu husus¬ta ileri bilgiye kavuşacakları gibi, diğer askerî bir¬likler de yeter sayıda usta mühendis ve istihkâm- cıyı kendi bünyelerine katabileceklerdi. Rochefort, bü protestan kolonileri için güvenlik’yerine geçe¬cek, Sultan’m ve teb’asımn yararına bir imtiyaz modelini de Bâb-ı Âlî’ye sundu. Bütün bunlar, Bâb-ı Âli’nin kudretli şahsiyetleri üzerinde büyük bir te¬sirin uyanmasına sebeb oldu. Bu yabancının söyle¬diklerinden hiç de farklı olmayanlarını, bilhassa Petervaradin savaşında şehid düşen Veziriâzam Si- lâhdar Ali Paşa divan toplantılarında açıktan açı¬ğa söylemişti. Ali Paşa her türlü eşyaâmâlâthane- lerinin kurulmasını ve Batılı tâcirlerin Doğu’da do¬laşmalarının menedilmesini kesinlikle istiyordu. Ev¬velki’yazımda da belirttiğim gibi, Rochefort’un ba¬şarı kazanmasına iki şey engel oldu: Birincisi Fran¬sız elçisinin, onun sırrını anlayarak baltalaması; İkincisi, o sırada Almanların yılgınlığa uğrattıkları Türklerin bu teşebbüsün başlarına yeni gaileler aç¬masından çekinmeleri. Bununla beraber bu teşeb¬büsün protestanlara bazı iyilikleri de oldu. Marki de Boımac bu hâdiseyi hükümetine götürdü ve mü-zâkerelerin sonunda, bu görüşmeler Fransa’da 1724 Nisan’mda çıkarılan benzeri emirnâmelerin neşri¬ni engelledi. >
Rochefort’un dönüşü ve teşebbüsünün başarı kazanamamış olması. Romen katolik devletlere tâ¬bi olan protestanlarda yeis ve fütura yol açmadı; Büyük Sultan’ın ülkesinde yerleşmek için münasip ânı kollamak bakımından İstanbul’da bazı haber¬leşme merkezleriyle münasebet ve faaliyetlerini sür¬dürmekten geri kalmadılar. Size şurasını tereddüt¬süz1 söyleyebilirim ki, Napoli’ye hareket ettiğim 1740 Haziranının 11. günü ve o günden sonra başlayan çeşitli alâkalarım ve bu arada İki Sicilya kralı ta¬rafından İstanbul elçiliği şansölyeliğine atanmam müstesnâ, yâni bu olaylara kadar, protestanlarm başarısı için doğrudan ve dolaylı gayret sarfettim, projelerinin gerçekleşmesi için uğraştım. Fakat kral tarafından sözünü ettiğim elçilikdeki göreve atanın¬ca, Protestanları projelerinde başarılı kılmak için ne doğrudan, ne de dolaylı bir çalışma içine girdim.
، Buna rağmen ricaları eksik olmadı؛ ricalarına ümit-lerini ne azaltan, ne de çoğaltan cevaplar vermekle yetindim. Sonra ticaretimin çökmesi, hazin duru¬mum ve özellikle Majeste Macaristan kraliçesinin menfaatleri bakımından netice verecek bir şekilde size hizmet etmem, beni tam aksi yöne çekti; de¬ğişmez bir şekilde dürüst adam karakterini sürdü-
■ receğim, size her şeyde ve her yerde sadık kalacağım: Tabiî, ilk şartlarımızda olduğu gibi, benden efendim kralın menfaatlerine ters düşen herhangi bir şey istemeyeceksiniz. Müsaade ederseniz, Bonneval hak¬kında size faydalı olabileceğine karar vereceğim hususları aktaracağım. Bunu yaparken de mümkün olduğu kadar sadakatle hareket edeceğimden emin olabilirsiniz. Şurasını da arzedeyim ki, hükümetim ve buradaki elçisi bana, çalışma ve kaabiliyetlerim- den memnun oldukları yolunda yorumlayacağım birtakım işaretler veriyorlar ve bilhassa Doğu’da. ticaretlerinin gelişmesinde son derece yararlı oldu¬ğumu söylemekten geri kalmıyorlar. Bense, bağlı olarak yaşamak ve ölmek istediğim dînim sebebiy¬le kendimi mesleğimde dâima sallantılı görüyorum. Şurası gerçek ki, birçok defa inancımın sadakati¬me engel olmadığım söylemek suretiyle beni tesel¬li etmekten geri kalmadılar ve bilhassa şerefim ve namuskârlığım üzerinde tam bir güven besliyorlar؛ fakat bu husus, mesleğimde bilemeyeceğim, önce¬den kestiremeyeceğim bir değişiklik olmasından korkmama engel olmuyor; ve gerçekten de bir pro- testanın, özellikle bir Cenovalının, İki Sicilya Kral- hğı’nın elçiliğinde kançılar olması dikkate değer bir hâdise sayılmak gerekir. Dinime ait dâvaları terkedebileceğimi düşünebileceğinizi burada ele al¬mak istemiyorum, tabiî memnun olmadığım takdir- ‘,de Doğu’da yerleşmeği düşünmekten *onları vazge- çireceğimi üstleniyorum؛ bu suçlamalar üzerinde kendimi savunmağa çalışmayacağım, sadece elim¬den geldiğince kendilerine hizmet ettiğimi söyleye¬ceğim. Sefaletim beni yaşamaya zorlayarak ikti¬darımı tesbit ettiğinden, önüme çıkan ilk vasıtaya dört elle sarılıyorum; çünkü daha iyi, seçeceğim bir davranışta bulunamam, bu da beni insan nev’inde başka bir topluma faydalı olmaya götürebilir ve bu da ilâhî hikmetçe desteklenmiş ve korunmuş de¬mektir‘ bu mânâda telâkki edilmek gerekir. Doğu¬da yerleşmeleri konusunda hizmeti bırakarak Pro¬testanların eziyet görmelerine rıza gösteremem. Al¬lah da bundan hoşnûd olmaz. ‘Böyle düşününce, hangisi olursa olsun bir mezhebin eza-cefâ gör¬mesine yardımcı olmak durumunda bulunmak tas- vib edilemez.’ Meseleyi kısa kesmek için şu kada-
■ rım söyleyeyim ki, protes،anların dâvâsma hizmet ‘ etme yolunda, Büyük Sultan her bakımdan terci¬he şâyan görülmektedir. Şartlar da bu hususta yardımcıdır؛ Büyük Sultan son olarak Sicilya’dan alman makine ve diğer eşyaya dikkate değer bir alâka göstermektedir; ayrıca OsmanlIlarda mevcud bulunmayan bütün pratik neticeleri görülen ilim¬lere rağbet etmektedirler ve nazırlarının ve Bon- ’ neval’in hafızalarını uyandırmasını gün be gün beklemekteyim, ki bu da protestanlann mâlûm pro¬jelerine hizmet etmek demektir ve hiç şüphesiz projenin tatbike konulmasında bana başvuracak¬lardır! Ben de onları geçerli sebebler ileri sürerek ve’ her türlü bahaneler bularak oyalama yoluna gideceğim, bunun da mânâsı projenin uygulana- maması demektir. Yâni, yine hıristiyanlığın eser¬leri olan ticarî eşyamn Doğu’da yer almasmın önü¬ne’geçilemeyecektir. Bunu kendi varlığımı koru¬mak arzusuyla söylemiyorum; şu husus doğru ki, hayata pek az bağlılık göstermekteyim ve ölenleri mutlu bulmaktayım ve sizi temin ederim ki kendi
kendimi mahvetme yoluna gitmiyorum ve bunun benim elimde olduğu emrinin verilmediğini din ba¬na öğretiyor ve ayrıca, varlığımın, sorumlusu bu¬lunduğum İlâhî hikmetin deposu olduğunu da öğ- ؛ retiyor. Bütün bu söylediklerimle, Mösyö, görüyor- ؛ sunuz, bu projeye mâni olabilirim ve işte son pu- ؛ sulanızda benden istediğinizi bu suretle yerine ge- ؛ tirebilirim. Diğer talebiniz bana lütfedeceğiniz hu- ؛ susa bağlı, bu da sizin düşünmeniz gereken bir . mesele; fakat beni memnun edecek olanı benim bildirmemi istiyorsanız, bunu size açıkça bildirmek¬ten şeref duyacağım, bu da hayatim boyunca ba¬na verdiğiniz yüz seksen İtalyan altınını her üç ayda bir vermeğe devam etmenizdir, ben de gizli- | liğe azâmi dikkat göstererek, sadâkatten ayrılma- ؛ dan Majesteleri Macaristan kraliçesine hizmete de¬vamdan geri kalmayacağım. Sizin bana her üç ay¬da bir lütfedeceğiniz yüz seksen İtalyan altınından ; ayrı olarak, derhal hediye olarak beş yüz İtalyan altını vermeniz son derece makbule geçecektir. Bu | beş yüz İtalyan altınını, bir koşum takımı ve sizin- i le buluşmak için kullanacağım iki atın satın alın¬masında kullanacağım. Zira, tahminime göre, yazın sayfiyede bulunduğunuz sırada size bildireceğim çok önemli hususlar olacaktır. Fazla olarak, bu pa¬ra bir koşum takımı ve iki at satın almak için ؛ gerekli olduğu gibi, beni rahatsız eden birkaç ala¬caklıyı, da sâkinleştirmekte kullanacağım. Hizmet¬lerimin mâhiyeti üzerinde dikkatle duracağınızı ümit ediyorum. Mükâfatlandırma fiyatımı, özellikle böyle sadakatle hizmete hiç de mecbur olmadığımı düşün¬düğünüzde fazla bulmayacaksınız؛ hizmetlerimin de¬ğerinin ehemmiyet derecesini de takdirlerinize bira- j kıyorum. Ayrıca, size protestan mühendislerin İstan¬bul’da yerleştirilecekleri yerlerin ve imtiyazların bi- ؛ rer kopyasını getirmeğe çalışacağım; bunlar, ülkenin nüfuzlu ve kudretli bir adamının elinde; protestan ؛ mühendislerin İstanbul’da yerleştirilecekleri ma- i , hallerin projelerinin kopyasiyle, protestanlarm kolo- ؛ ni olarak kendilerine verilecek yerlerin projelerinin .j
kopyasının son derece önemli olduklarını takdir eder-siniz؛ bu kopyalar Bonneval’de de, bende de yok. Fakat zamanla ve tedbirlerle bunlara sahip ola¬rak kopyalarını size vermeği ümit ediyorum. Ada¬mım olan delikanlı ile onda hiç şüphe uyandırma¬dan münasebette bulunmanız fevkalâde yerinde. Onun kanaliyle ve hiçbir şeyin، farkında olmadan size her şeyi bildireceğim. Şu hususu şeref duya¬rak, vb.» ’ ‘
i Kesedar؛ Avusturya elçisi Penkler’in gizli harcama¬ları yılda 4 ilâ 5,000 duka tutuyordu. Penkler’in bı¬raktığı bir hesap pusulasında 1744 yılında para kurları hakkında ayrıntılı bilgi bulunmaktadır؛ bu hesaplara göre, 2,763 kuruş 20 para karşılığı olarak 921 duka 40 akçaya tekabül etmektedir; 1743 yı¬lında 6,088 kuruş 24 para, 2,029 duka 1 kuruş 24 paraya eşitti; 1744 yılında 2,230 kuruş 30 para, 740 duka 1 kuruş 30 paraya tekabül ediyordu1745 ؛ yı¬lında 11,025 kuruş 34 para, 3,675 duka 34 para de¬ğerindeydi; 1741■ yılında, Penkler dukayı 3 kuruş olarak hesap ediyordu. Bu hesaba göre, 1741 yılın¬da hükümeti için harcadığı 11,362 kuruş 21 para, 3.787
، ، duka 1 kuruşa tekabül ediyordu ve bir sonraki yıl harcadığı 7,318 kuruş, 2,493 .buçuk duka karşılığıydı.
I Price, grammer’inde (Londra 1825), dimaghi Şuma çaghest kelimelerini how do you do (nasılsınız?) kelimeleriyle tercüme ediyor. Morier’nin seyahat ra- ‘ porunda anlattığına göre, Hacı Baba ve diğer sey-yahlar bu kelimelerin «Dimağınız veya burnunuz büyük mü?» demek istediğini ileri sürüyorlar. Fa¬kat, Vehbî’nin lügat kitabı üzerine Hayatî’nin yaz¬dığı yorumdan çag kelimesinin çagatay dilinde za¬man mânâsına geldiğini ve bu tâbirde çağ’in zaman- 1 la alâkası olduğunu ve tâbirin böylece Başed dima- get, yâni dimâğın salatanın zamanı gibi olsun, kı¬sacası onun gibi tâze ve hoş olsun mânâsına geldi¬ğini öğreniyoruz. Avrupalı Farsça uzmanlarının pek
az bildikleri bu yorum, şâirlerden alınmış misâllerle ve çeşitli açıklamalarla destekleniyor.
(NOT: 6) izi’nin kaydettiği hediye listesi, f. 95:
1. Ortasında göz؛e çarpan bir zümrüdün bulun- duğu balıkçılkuşu tüyünden bir sorguç; üst kısmın- da etrafı yirmi büyük ve yüz otuzsekiz küçük el- maşla çevrelenmiş bil‘ yakut görülüyor; takma kıs- mı altın küçük zincirler şeklinde, muhâfaza olarak da altın elyafından dokunmuş bir keseyle, tahminen değeri: 30,000 Krş.
2. Kumlu deri kaplı bir kutu içine yerleştiril- iniş altın kınlı bir kılıç; kıhcın kabzası ve km, doğu mâdenlerinden elde edilmiş üç büyük ve 439 orta büyüklükte elmasla süslenmiş. Ke^rdeki güller ve altmış kordonu ikiyüz elmasla süslenmiş; tokası ve omuz askısı altın, hepsi, birden altın elyafından dokunmuş ve kadifeden bir keseye yerleştirilmiş, tahminen değeri: 60,000
3. Astan beyaz istanbul kumaşmdan bir samur kürk; altı düğmesi otuzaltı büyük elmastan oluşuyor ve bunlara orta büyüklükte yedi ^üz on tanesi eklenmiş. Bu hediyeyle birliktie oniki inci gerdan- İlk ve kolluk, Avrupa’nın nâdide ■kumaşlarından yapılmış bir eyer kaşı, bunların tümünün değe- ri،: 30,000 ■ • ؛
4. Altın bir hançer; kabzasının ^¿pçuğunda et- rafı zümrütlerle çevrili bir saat bulunmaktaydı; kab- zanın üzerinde üç büyük zümrüd, oniki büyük ve yuzyirmidört küçük elmas görünmekleydi, en uç- da büyük bir zümrüt yer almıştı, taşların yuva- lan altındı; hançer, ‘Sultan Selim’ denilen biçim- deydi ve altın bir zincirden tutulan inci, yakut ve elmasların yer aldığı altın elyaftan dokunmuş bir ke- se içinde sunulmuştur. Yaklaşık değeri: 20,000
5. Yeşil kadifeyle kaplı bir ok ^ılıfi; altın süs- lemeleri üzerinde üç iri ve dörtyüz yetmişsekiz orta büy^؛lükte ve küçük yakut görülüyordu, bunlara
küçük .püskül halinde bir yakut topluluğu da ek- lenmişti; yetmiş altın, yuvarlak yüzkırk elmas, otuz- beş zümrüd ve otuzbeş yakutla süslenmişti; yeşil kadife üzerine tutturulan bağlarda •• • •• orta ve küçük elmas ve ondört zümrüt, ها،لضه yakut parıldamaktaydı; ellisekiz bağ üzerinde ” elmas, yirmidokuz zümrüt ve yirmidokuz yakut yer almıştı; alt kısmında oniki elmas göze çakıyordu; سم1ءله için sekiz kutu gök yakutla otuz
küçük zincir altındandı ve üç askı yirmibir elmasla süslenmişti, kemerde ise. süs olarak bir، zümrüt gül yer almıştı ve bunu beş elmasla beş yakut zengin- leştiriyordu; elli raptedici iğne üzerinde yüzelli el- mas bulunuyordu ve hepsi birden erguvan rengi bir kutuya konmuştu. Yaklaşık değeri> 30,000
6. Zengin’ İstanbul kumaşından, beş yakut, yüzyirmi zümrütle, inci .ve altınla süslenerek zen- ginleştirümiş bir yastık, yaklaşık değeri: 2,000
7. Altın yaldızlı ve iki ucu dort elmasla süs- lenmiş bir yay. Değeri tahminen: 100
8. ؛،Uzun kısmı balenden ve، uçlan çeiik, altın kakmayla süslü bir paket ok : 50 م .٠ ٠
9. Beyaz ipekte¿, alt?n işlemeli bir boyun ba- ği: 100
10: Bir büyük ve yüziki ‘orta ve küçük elmasla süslü؛ erguvan rengi bir kutuya konulmuş altın bir kemer. Değeri : ‘ ‘ 25,000
11. Misk ve amberle dolu ayrr bir bölümlü bir kutu ve kapağında bulunan bir saat içinden yirmi- dört elmas ve dıştan üç büyük ve doksanüç daha küçük elmasla süslenmiş, aynca köşeleri altın üze- rine oyma resimlerle zenginleştirilmiş. Değeri:
6.000
‘ 2اح. Yetmişaltı elmasla dairevî şekilde süslenmiş
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 16
ve bir gök yakutun parıldadığı, on yakutun yer al¬dığı bir vazo. Değeri: 3,000
13. Kadranı oniki elmasla, içeriden yine beş el¬masla, dışarıdan orta büyüklükte bir elmas ve sek- sensekiz küçük elmasla süslü bir çalar saat. Altm zinciri yüzdört elmasla süslenmiş, kurma anahtarı ayrıca altı elmasla zenginleştirilmiş. Değeri:
6,000
14. Ortasında büyük bir elmas ve bütün etra¬fında ayrıca altmış daha küçük elmas bulunan ve beş yakut, iki zümrüt ve iki elmasla süslü bir ça¬lar saat. Aynca bir iri incinin içinden çıkan bir altın zincir bu süslere zenginlik katmakta. Yakla¬şık değeri: 4,000
15. Kutusuyla – birlikte, orta ve küçük elli el¬masla süslü bir saat; altm zinciri oniki elmas ve üç yakutla ve bir zümrütle gözalıcı hale getirilmiş. Değeri, yaklaşık: 3,000
16. Orta bölümünde orta büyüklükte iki ve da¬ha küçük altı yakut ve yirmiiki elmasla süslü saplı bir gözlük; zinciri sekiz elmasla süslenmişti. Zincirine sekiz elmas oturtulmuş. Altın sırma ile sanatkârca işlenmiş bir torba içinde. Değeri yak¬laşık : ، 1,000
17. Çerçevesi altın, saplı bir gözlük. İki tarafı altmış elmasla süslenmiş ve altm sap dantelâ gibi işlenmiş. Değeri yaklaşık: 1,000
18. İçinde iki gümüş saplı gözlük bulunan se¬def kakmalı bir kutu. Değeri yaklaşık: 50
19. Zümrütlerle süslü bir teleskop; iki ucu altm ve altmışsekiz elmasla süslü. Değeri yaklaşık :
■ ٠. , 1,500
20. Otuzsekiz elmas ve yüzsekiz zümrüt ve otuz-؛ sekiz yakutla süslü bir teleskop. Değeri yaklaşık:
1,500
21. Üst kısmı bir taraftan bir yakut, bir taraf- ts،n bir gök yakutla süslü altın kakmalı bir teles- kop; uzunluğu boyunca oniki yakut ve bir elmas, bir gök yakut görülüyor; çevre halkasında elliiki elmas yer almış. Değeri yaklaşık: 1,000
22. Üst kısmı yüzkırksekiz elmas, otuz gök yakut, altı zümrütle süslü, iki halkasında kırkdört gök yakut bulunan; üst kısmı dantel şeklinde altın- la işlenmiş bir teleskop. Değeri yaklaş^: 1,000
23. Beş geçmeh bir teleskop; üst kısmı sedef; geçmeler altın. Değeri yaklaşık: 300
24. Geçmeleri altın, üst kısmı bağa bir teles- kop. Değeri: 250
25. Dört geçmeli, üst kısmı altın kakmalı bağa, ağız tarafları altın bir teleskop. Değeri yaklaşık:
, 150 ؛’
26. Üst kısmı resimle süslenmiş‘ bir teleskop. Değeri: ‘■ 150
27. üstu bir altın işlemeyle örtülü, iki altın kulpu bulunan bir kutu. Değeri yaklaşık: 5,000
28. İstanbul’da imâl edilmiş, yetmişsekiz orta büyüklükte ve küçük elmasla süslü, altı dılı’lı nam- lusu olan bir tüfek; horoza bağlı zincir, zümrütler- le bezenmiş; altından olan horozun üzerinde mü- ؟؟?herler görülmekte؛ de^e^i yaklaşık: 15,500
29. Demir ve çelik kısmı gibi dipçik tarafı da sedef ve altın kakmalı; altı dılı’lı namlu mercan ve gümüşle süslü. Değeri: ‘ 300 ‘ ا
30. Altı dılı’lı namlusu ve dipliği yekpâre gü- müş؛ demir ve çelik kısımları kakma altın ve gü- müş‘; daha evvelkisi gibi İstanbul yapımı. Değeri yaklaşık: 600 ي’■’ ‘ ب
31. Altı dılı’lı namlusu olan bir tüfek; ^eşil yuvalar içinde altın kakmalı; mercan ve inciyle bez^i. Değeri yaklaşık: 600 ‘ ؛ ■ ٧
32. Kundağı bağa ve altinla’bezeli, demir ve
çelik kısımları altın ve gümüş kakmalı bir diğer tüfek. Değeri yaklaşık: 600
33. Cezayir tarzında bir tüfek; kundağı siyah renkli, altın ve gümüş kakmalı. Değeri yaklaşık:
600
■ 34 ؛. Kundağı abanoz ağacından bir çift taban¬ca, kabzası bir zümrütle bezeli; namlularda yetmiş elmas, yedi zümrüt ve yedi yakut görülüyor. Demir ve çelik kısımları altın kakmalı؛ mavi kadifeden kınları ve iki büyük elmasla süslenmiş, dört orta büyüklükde elmas ve kırkiki zümrüt ve altmışiki gök yakut ve ikiyüzdört küçük elmas yine süsleme işinde yer almış. Hepsi bir muhafaza içinde. Değe¬ri yaklaşık: , 12,500
35. Orta kısmı bir büyük yakut ve etrafında orta büyüklükte dört ve daha küçük yakut ve iki
,zümrüt ve yirmialtı küçük ,elmasla. bezenmiş bir at sorgucu. Değeri yaklaşık: 2,000
36. Başlığı büyük bir zümrüt, orta büyüklükte iki yakut, kırksekiz elmas ve yakuttan iki gül ve beleni ikiyüzyetmişdört elmas, zincir halkaları yüz- onbeş, hamutu yetmişsekiz elmas, koşum göğüslüğü bir iri elmas ve üçyüzyetmişbir orta ve küçük el¬mas, üç göğüs kayışı beşyüzelli orta -ve küçük el¬masla süslü bir ■ koşum takımı: * ‘ 70,000
37. Bir burun tökaçı, suyu fevkalâde bir zümrüt .ve iki diğer zümrüt, dokuz gök yakut, yedi orta ve seksendokuz küçük elmasla süslü؛ taşların sırala¬nışı bir renk düzeni oluşturuyor: , . 3,500
38 ….؛. Baş tarafında bir yakut, üç gök mavisi gök yakut; elle tutulan kısmında ve diğer bölümlerinde ؛ yirmiüç yakut ve,gök yakut görülen, üç ve yüzon- bir elmasla süslü kumandan asâsı. Değeri yakla-
39. Altın yaldızlı, orta büyüklükte sekiz, yet- mişiki daha küçük zümrüt, yüzotuz elmas ve yüz- yetmişiki yakut ve gök yakutla süslü özengiler. De¬ğeri yaklaşık: â 0 2,500 1 ؛
40. Ön tarafı altı dılı’lı bir zümrüt ve etrafında yetmişbir elmas ve yetmişüç yakut ve gök yakutla bezeli, erguvan rengi kadifeden bir eyer. Arka kıs¬mında her biri kırksekiz elmas, otuzdokuz zümrüt ve kırkiki gök yakuttan oluşan üç büyük gül; or¬ta büyüklükdeki sekiz gül kırksekiz elmas, sekiz göktaşı, ve iki çok küçük gül iki zümrüt ve oniki gök yakuttan oluşmakta. Değeri yaklaşık: 4,000
41. Yetmişiki yakut, altıyüzdört zümrütle bezeli ve incilerle işlemeli, gümüş saçaklarla süslü porta¬kal rengi bir astarı bulunan menekşe rengi kadife
bir haşa (at örtüsü). Değer^ yaklaşık : 10,000
42. Erguvan rengi ^e altın sırma iş- lemeli sarı saten astarlı bir eyer yastığı. Değeri yaklaşık : 1,000
43. Sır^a işlemeli mavi, kadifeden
bir eyer örtüsü : 50
44. Kenarlarında altınla ‘ işlenmiş g^ler görülen ter kurulama be-
, ؟i. Değeri yaklaşık: 50
45. Altın işlemeli erguvan rengi bir
eyer örtüsü 50
46. Gümüş bir yular: 100
47. Gümüz bir dizgin: 50
48. Bir dizgin ve bir kolan: 100
49. Viyana mâmulâtı zengin kumaş-
lar: . ٠ 2,000
‘ 50. Venedik mamulatı zengin ku-
maşlar: 2,500
51. ،Yine Venedik mâmulâtı zengin
kumaşlar: 800
52. İstanbul mâmulâtı zengin ku- ١ maşlar: , 1,200
53. İstanbul mâmulâtı kumaşlar: 1,200
54. İstanbul mâmulâtı ^eni Taraklı kumaşlar 1,200 .. د،أ
55. Rengârenk zen^n dokumalı ku- maşlar: 700
56. Altın dokuma birçok kumaş: 200,ل
57. Şal ve sof birçok kumaş : 600
58. Diğer pek çهk sof kumaş : 700
59. İstanbul’da yapıimış altı çift yas-
tık: 300
60. Bursa’da imâl edilmiş diğer altı
çift yastık: 300
61. Frenk kadifesinden oniki çift
1,000 ■’؛سل
62. Yirmi parça Suriye kumaşı: 3,000
63. On adet Khios halısı: 400
64. Uşak Türkmenleri’ tarafından dokunmuş ٠^ halı: 500
65، Çok güzel bir samur kürk : 4,250
66. Ayrı renklerde birçok parça ku-
67. * Erguvan rengi dört parça kumaş: 890
68. Dört parça ayrı renklerde ku- maş: ‘ 254
89 Seksen Türkmen atı: 254
Yekûn 386,402
Bu vesileyle Türkçe sözlüğü zenginleştirmeğe yarayacak bazı kelimeler veriyoruz: Kum kakma, Senberekli, Bağhum, Şirmâhî altun soğa, Pafte, Tirdeste, Koküs tahta, Basma döğme, Pervânekemân, Çenberli, Ağızlık, İğenlik, Kor kulih, Tokciridli, Tap- kur, Balçik, Elvan, Putedrî, Taraklı, Elvan pisto, Katifekinlü, Eyer haşası.•
Argenson, Bonneval’e Ağustos tarihli mektubunda yazıyor:
«Mektuplarınızı, hâtırât ve projeleri aldım; iki imparatorluğun karşılıklı çıkarları bakımından bun¬dan daha iyisi düşünülemez ve bunları Majeste’ye
arzettim, son derece memnun oldu؛ size güveni art¬tığı gibi, sizi bu yolda hizmet edebilecek güvenli kişiler arasına kattı. Sür’atle harekete geçiniz ve Macaristan sınırı üzerinde bir oyalama hareketine girişmeği unutmayınız, yapabileceğiniz ve yapmak istediğiniz şeyi bana bildiriniz. M. de Castellane’nın yerini tutunuz ve onsuz hiçbir şey bildirmeyiniz؛ bana alelade yoldan yazınız ve ikinci nüshalan ba- ؛ na Napoli ve M. de L’Hopital kanaliyle yazınız.»
Bonneval, Penkler’in ajanı (casusu) Cenovalı Chenevrier tarafından yazılmış şifreli bir mektuba cevap veriyor: «Bâb-ı Âlî’yi Macaristan sımnnda oyalama hareketine girişmesi hususunda taahhüde sokmak bakımından elimden birşey gelmeyeceği gi¬bi, aslında böyle bir harekete teşebbüs de etmeme-liyim؛ bu hususta ilk imâ ve teşebbüslerde bulun¬mak elçiye düşen bir iştir. Elçinin kaabiliyetlerinin yalnız entrikaya ve çıkar sağlayıcı işlere dönük, bunlara eğilimli olması brn bahtsızlık ve felâkettir. Bu durum size evvelce işaret ettiğim hususlarda ne kadar haklı olduğumu isbatlamaktadır؛ yâni burada Fransa’nın dehâ sahibi bir elçiye sahip bu¬lunmasının her iki imparatorluğa da büyük yararı olacaktır, bu elçi bilhassa büyük bir savaş adamı, usta bir politikacı ve usta bir müzâkereci, gerekti¬ğinde pekgözlü ve cömerd olacaktır. Zaten Sultan ve nâzırlârı, Macaristan kraliçesini üzecek herhan¬gi bir hâdisenin çıkmasından çekinmeye ve son anlaşmalardan hiçbir şey çıkarmamaya tamamiyle karar vermiş görünüyorlar. Bu da hıristiyan âle¬minde işlerin Osmanli imparatorluğu bakımından lehde bir gidişe yer verdiği için çok iyi. Bâb-ı Âlî’¬nin dikkati îranlılara karşı savaş: üzerinde kesâfet kazandiğı için de iyi.» Desalleurs, 23’ Aralık 1746’da Paris’den Bonneval’e yazıyor: ;
«Marki d’Argenson, sizin Türkleri Macaristan’a karşı bir oyalama harekâtına girişmeğe ikna et¬menizi size yazmam hususunda bana bilhassa emir verdi. Macaristan kraliçesinin bütün İtalya’nın hâ-
٢■ ■ kimi durumunda■ kalması Tûrklerin menfaatine de¬
ğildir. Birliklerini oradan çevirmesi, bir zorlama ile de olsa, kendi devletlerinin savunulması bakı¬mından bir tehlikeyi bertaraf etmek anlamına gele- ؛ çektir. Kral, Lyon’da bir ordu toplattırdı ki, bu or- ،v، – du düşmanlarını pişman edebilecektir. Bununla be- ، ‘ raber, Majeste kral, eski devletlerini Avusturya’ya
bırakan bir barış anlaşması imzalamak zorunda kalacaktır, bu anlaşma daha‘ muazzam bir toprak , parçasını da Türklere bırakacaktır. Bu bakımdan
٠ Türklerin kendi menfaatlerini düşünerek silâhlan¬maları yerinde olacaktır. Düşmanın gücünü azalt- ٠ madıkları takdirde, gelecekte bir denge kurulması kolay olmayacaktır. Eğer bu sebeblere hediyeler ek-lemek de, gerekiyorsa, size, vaadetmek hususunda serbest olduğunuzu söylemek emrini âlmış bulunu- , , v؛ yorum, vaadleriniz desteklenecektir; büyük rakam- . 1ar vaadetmemek her halde yerinde olacaktır؛ Me¬
selâ, yüz bin ekü; elinizden geldiği takdirde daha azmi vaadedebilirsiniz. Bu hususu Castellane’a bil-dirmek iyiliğinde, bulunursunuz ve en uygun hal şeklini seçeceğiniz de muhakkaktır. O bu konuda tâlimât alacaktır؛ fakat aziz Paşam (*), size çok beğeneceğiniz bir kararı bildirmek hususunda emir almış bulunuyorum: Kral, böyle bir hizmet yerine getirildikten sonra ve siz memleketinize gelmek is-tediğiniz takdirde, şu karardadır ki, asıl efendini¬zin kollarına atılacak – ki zaten bunu bekliyorsu¬nuz gönlünüzün beklediği kabulü bulacak ve yal¬nız bununla kalmayarak size ömrünüzün geri ka¬lan kısmını gönlünüzce ve seçkin bir tarzda geçir¬mek imkânını da verecek, bunun için tam bir hu- ٠■. ,zûr ve rahatlık sağlayacaktır. Size arzularınıza uy¬gun bir sözü ulaştırmak imkânını bulmaktan ötürü sevinç duyuyorum. Şartlar şu anda bir anlaşma im¬zalamak imkânını vermemektedir, buna rağmen kral, barış anlaşmasını Türklerden önce yapacak
(٠) Burada Bonneval’in Türkiye’de Paşa rütbesi verilerek Haşmet adını
– ‘ almış olduğunu bildiğinden” kendisine böyle hitabediyor. (Ç.N.)
ve böylece, onların kendisinin hakkını yediklerin- ‘ den üzülmelerine mâni olacak yeterince imkân ka- ‘ lacaktır. Zaten, size tekrarlıyorum ki, M. de Castel- lane mektubumla alâkalı emirler almış olacaktır. Size yazdıklarımı ona da bildireceğim, bunu size kral tarafından te’ykl edecektir.
Aziz kont buraya geçti, sizden ve dostumuz¬dan, ne kadar bahsettiğimizi. Allah bilir. Size say¬gılarımı bildirir, dostumuzu tevazu ile selâmlarım.»
) Castellane’dan Argenson Nâzın Puissieux’ye 23 Mart ٠ ٠ -1747 tarihli mektup:
«Mösyö, geçen ayın 27’sinde size yazmakla şe¬ref duyduğum mektuptan beri, Venedik yoluyla, bana göndermekle şereflendirdiğiniz 30 Kasım, 9 ve 26 Aralık tarihli siyasî işlere dâir yazıların ikinci nüshalarını ve bana bahis konusu kişi için gönder diğiniz özel mektubu aldım؛: bunları bana 1 Şubat tarihli ve bu ayın 20’sinde varan mektupla ulaştı-ran kont Montaigu oldu. İkinci nüshalanm؛ aldı¬ğımdan bahsettiğim yazıların asıllannı, burada Marsilya’dan uzun zamandan beri beklediğimiz iki . gemiden birinde olduğunu tahmin ediyorum. Size, ، Mösyö, iki hâdiseyi bildirmek suretiyle cevap ver¬miş olmaktan şeref duyacağım; bu iki hâdise, ev¬velki raporlarım burada fazlasiyle güvendiğiniz iki şahsiyetin görüşlerinizin başarısını anlamaktan uzak kaldıklarına dâir sizi önceden iknâ edememiş¬se, sizin bakımınızdan daha fazla şaşırtıcı olacak¬tır. Said Efendi ile kont Bonneval’den bahsediyo¬rum. Bunlardan ilki Sadâret Kâhyalığı’ndan uzak- laştınldı ve görevi Çavuşbaşı’na verildi. İkincisi ise, nükseden goute (damla illeti) hastalığına bağ¬lanan öldürücü bir uyuşukluk içinde. Veziriâzam’m bir süreden beri Said Efendi’yi İstanbul’dan uzak¬laştırmağa çalıştığım biliyordum. Bu ayın 15’inde azledilmiştir. Azil muamelesi bu ayın 15’inde ger¬çekleşti. Kendisine üç tuğlu Paşalık verilip kötü bir vilâyete gönderilmemiş olmasını bir lutûf saydı،
Eğer böyle bir durum- başına gelmiş olsaydı, Kâh¬yalık görevini sürdürdüğü kısa dönemde biriktir¬diği serveti çabucak elden çıkarmış olacaktı. Ma¬liye teşkilâtında evvelce çalışmış olduğu işe girdi. İstanbul’da kaldığından, entrikalar yoluyla daha mühim bir mevkie yükselmesi imkânsız olmayacak¬tır. Böylece, düşündüğümü size söylemenin göre¬vim olduğuna inanıyorum. Mösyö, 12 Eylül tarihli mektubumda da temas etmiştim, Veziriâzam’ın 29 Ağustos’da sayfiyede bana lütfettiği kabulde Said Efendi bulunmuyordu؛ Veziriâzam Bâb-ı Âlî’de bu¬lunmadığı sırada orada olup ona vekâlet etmek zo¬rundaydı, bu da, ilâve edeyim ki, onu çok rahatlat¬tı; bu vesileyle dilimizde sık vaki olan bir belirsiz-liğe yer verdim, bu da size Veziriâzam’dan bahset¬tiğimi düşündürdü; oysa, söylediklerim Said Efen¬di ile alâkalıydı. Ben, Said Efendi’nin o toplantıda bulunmamaktan ne kadar memnunluk duyduğunu söylemek istemiştim؛ çünkü çekingen, kararsız ve sadece kendisiyle meşgul olduğunu ve kendi kade¬ri üzerinde düşündüğünü, az lutûfkâr olduğunu bi¬lirim ve Fransa- elçiliğine tâyin edildiğinde Veziri- âzam’ın huzurunda kendisine söylediklerimi Fran¬sızca bilgisinden şüpheye düşecekleri korkusuyla tercüme ettiğine şâhid olmuştum, ayrıca dillerini konuştuğu kimselere karşı sadık olmadığı zannım uyandırmak korkusunun da bu davranışında rolü olmuştu؛ bir konuşma sırasında düşüncelerini ifâde etmek bakımından güçlükle karşılaşmayacağını dü¬şünüyordum-, yalnız, Fransa’ya karşı fazla gayret¬keş -veya nankör görünmekten kızarıp bozaracağı muhakkaktı, kendisine göre bu her iki görüntü de herhalde hoş değildi: Onun düşünce tarzına göre birincisi tehlikeli, İkincisi yüzkızartıcıydı. Mösyö, Said Efendi’nin Fransa’ya karşı minnettarlığından en ufak bir şüphe duyulmasından hayrete düşmüş göründüğünüzden,• size bu hususta birkaç olay an¬latmak zorunluluğunu duyuyorum. Bunlardan birin¬cisi şu؛ Said Efendi Paris’de gösteriş ve keyfi uğu¬runda kralın kendisine lütfettiği paralan mahvettik¬
ten s©nra, memleketine buraya gelirken olduğu gi- bi fakir döneceğini hesaba katarak, kendisine olduk- ça yüklü bir para bulma hayâline kapıldı; bir mül- tezimlik beratı alabildiği takdirde kendisine yüklü ‘ bir para verileceği vaadini aldı, bu iş için elal- tmdan çalıştı, fakat isteği reddedildi. Bu lütfün red- dedilmesi, Fransa’ya karşı duyduğu kinin ilk se- bebi oldu. İkincisi, tasarruflarının Marsilya’da har vurulup harman savurulması<hr; kendisi parasızlı- ğını kendisine ihtiyacı nisbetinde tahsisat mesiyle îzâh etmekteyse de bundan daha haksızlık olamaz.. Kendisi elçilikten öte-beri ve sekizbin kuruş götürdüğünü da, bu paradan başka, krahn kendisine hediye et- miş olduğu pahâlı elmas da vard¡; fakat bu pa- hâli elmas, Kızlarağası tarafından kendisinden alın- dı. Sarayda Kızlarağası’nm, bu başhadımın, ter- cüman Laria’ ile yaptıkları toplantıda, tercüman, Said Efendi’ye karşı gösterilen eliaçıkhğı dünya- nın en iyi niyetiyle açıklamıştı; bu açıklama, Kız- larağası tarafından Said Efendi’nin soyulmasının mâsum sebebi oldu. Bu da üçüncü kin konusu- dur. Bu olaylar, Said Efendi’nin güvenini kazan- mış kişiler tarafından sürekli olarak* bana anlatıl- dı ve diğerleri arasında sonuncusu kont de Bonne- val tarafından doğrulandı. Said Efendi’yi dostumuz olmaktan uzak sayarak, onu Fransa’nın kendisine yaptığı iyilikleri unutmuş bir kişi sayabilirsiniz;’ Fransa’dan döndüğünden beri kendisine gösterdi- ğim dikkate bakmayarak, aldırmayarak bize karşı i’azlasiyle kırılmış durunıda. Bunun için, Mösyö, Sadâret Kâhyalığı’na tâyin edilmesinden ötürü mem- nunluk duymaktan tamamiyle uzağım; ben 1743 müzâkerelerinde onuıi maskesini- düşürmüş, onun en azından bize bir faydası dokunamayacağını bil- dirmiştim; zira çekingenliğinden başka bir de Fran- sa’ya karşı duyduğu kinin de gözönünde tutulması gerekir, bunu da size etraflı bir şekilde açıklamış bulunuyorum. Peşin hükümlü olmak bakımındaki Said Efendi’nin Bonneval’i (Haşmet Paşa) taklit et¬
tiği açıkça ortada, bu da bizim görüşlerimize SÜ- rekli engel oluşturmuştur. Şu tedbirlerden bahset- mek istiyorum ki, Fransa Türkleri savaşa ille sok- mak istemiyor, bunu ancak ondan kurtulma yolun- da destekliyor ve maksadı da kendi başına barış yaparak onları fedâ etmek veya fed¿ etmek sure- tiyle barış yapmak. 1734’de Said Efendi ve Bonneval bizim Polonya işlerimize girdiler, Marki de Ville- neuve’ün müzâkerelerdeki başarılarının neticesiz kalmasına sebeb oldular, Fransa bu yüzden Ryswick barış anlaşmasında güçlüklerle karşılaştı. En bek* lenmiyeni, Fransızların savaşa devam edeceklerine dair Bâb-ı Âli’ye karşı yazılı taahhütte bulunma- s مما istediler. Türkler bu okuldan bizlere güvenme- meyi öğrendiler. Said Efendi kendi prensiplerini ter- ketmiş durumda؛ bu bakımdan kont Bonneval de,
o da kararlarında ısrârlı, sâbit olamıyorlar. Bu işa- ret ettiğim hususu, Mösyö, siz de müşahâde etmiş olmalısınız. Bâb-ı Âli ile ittifak zorunluluğunun kaçınılmaz olduğu görüşünü ileri süren kendileri, ama bunun üzerinde herhangi bir geliştirme gay- reti göstermeyerek meseleyi uyutmak veya unut- turmak isteyenler de yine kendileri. Bu hususu göz- önünde tuttuğumdan, bütün bu şartları yakından öğrenmiş olmanın verdiği bilgiyle, 10 Nisan 1745 tarihli muhtıramda size şu esas görüşü bildirmek lüzumunu duydum: Bâb-ı Âlî komşulariyle arasım bozmak istememekledir ve bir kargaşalık çıktığın- da, silâh kullanarak değil, şartlardan yararlanarak Avusturya hükümetinden bazı yararlar elde etme- yi؛ bunda da müzâkereleri kullanmayı hedef alı- yor. Gerçekten de gördünüz. Mösyö, Bâb-ı Âlî ken- dişine verdiğimiz fikirlerin, davranış tarzlarının hiç- birini uygulamadı, sadece Vîyana hükümetinin ter- cümanına verilecek cevabı geciktirdi ve bu arada Toskan devletleriyle Bâb-ı Âlî arasındaki barışa bağlı bulunduğu fikrini devam ettirdi. Böylece Türk- ler barışçı sistemlerini yine yürütmüş, Büyük Sul- tan’ın tab’asının deniz ticaretini tehdit eden korsan- lann sayısını azaltmış oldular. Şüphe etmiyorum
kİ, Mösyö, Viyana hükümeti Banat tarafında en ufak bir fedakârlığa râzı olduğu takdirde, Bâb-1 Âli 1739, anlaşmasının yenilenmesini ve gürlükte kal- masını isteyecektir. Bütün bunları, İran barışı hak- kında edindiğimizbilgiler ve haberlerle birlikte si- ze bildirdim’ve gerçekten de gördüğünüz gibi, bu barış anlaşması Bâb-1 Âli’nin sisteminde hiçbir de- ğişiklik meydana getirmeksizin imzalanmıştır. Bü- tün bunların neticesi, şu: oldu ki, Bonnevai’in ümit- lerinizi sizi gücendirmeden beslemeğe devam et- meniz için ileri sürdüğü eğlendirici bahaneler kı- sa kesildi ve köşeye sıkıştırılınca da Bonneval açık ve gerçeklere,uygun olarak konuşnîak zorunda kal- dı. Bu teferruât, Mösyö, herhalde Said Efendi’ye gü- venmeniz hususunda size ya.pılan ؛ telkinlere karşı duyacağınız, teessüfleri azaltmayacaktır, tabiî bu görüş kont.’Bonneval için de olduğu gibi geçerlidir؛ bu arada kont Bonneval’in yakın ölümü, sizi tees- sileriniz.bakımından belki teselli yerine geçecek-
؛،؛١ ay< var ki, kont Bonneval midesinde ve göğ- sündeki kan hücumunun vücuda getirdiği şişkinlik- ten muztarib ve bunu، kendisinde, bulunan damla illetiyle izâh ediyorlar. Geçen ،yıl bu hastalık yü- zünden çektiği ızdıraptan kurtulmak için zaçyağı ‘ düşünmüştü. ; O zamandan beri has-
<talığx gözle görülür şekilde arttı. Artık sıcak suya bastırılmış bal- ile: uygulanan tedavi de kâr etmi- yor. Doktorların tavsiyeleri. hilâfma, bu sıcak bala kuvvetli içkileri de ekledi. Böyle akli almadık bir tedâv؛. uygulamasiı yüzünden s،k sık baygınlıklar geçirmeğe başladı. Bu baygınlıklara doktorlar bir felcin habercileri nazariyle bakıyprlar. Onbeş gün
■ .kada^ var •ki, t yatağa, mıhlanmış durumda. Ayın 17’sinden beri yatağında uyuklama؛ vaziyetinde ha- reketsiz yatıyor.؛Birkaç gün önce görüştüğüm dok- tor, beni ■hastanın, durumunun iyiye gittiği husu1 sunda temin etti; söylediğine göre, aşırı derecede endişelenilecek bir durum bahis konusu değii. Si- ,,ze şu noktayı belirteyim ki, mektupları bana Bon- neval vasıtasiyle ulaştırmak istediğiniz takdirde, bir kopyasını da aynı tarihte bana göndermek lut- fûnda bulununuz. Çünkü, ben bu kopyayı, bir ak¬silik çıktığı takdirde, aslını ben yazmış gibi göste-ririm ve sizin sırrınızın ortaya çıkması da böylece önlenmiş olur. Çünkü mektuplarda birtakım ten¬kitler var؛ Türklerin eline geçtiği takdirde, bu ten¬kitlerin tarafımdan yapıldığına inanılması kolay¬dır. Aynca, Bonneval’i, durumunu gözönünde tu¬tarak kralın hizmetinde bulunmuyor sayabilirsiniz؛ böyle olunca, benim talimata ihtiyacımı takdir bu¬yurursunuz؛ aksi takdirde eli kolu bağlı bir durum¬da kalmam bahis konusudur. Bu ayın 21’inde, Bon- neval’inkine yakın olan Napoli elçilik konağına ak¬şamı geçirmek üzere, gittim ve elçi de Majo’ya mah¬rem bir şekilde, Bonneval’e sıhhî durumu ile ilgi¬lendiğim haber verilip bu yolda teselli bulmadan öldüğü takdirde çok üzüleceğimi bildirdim. Elçiye benimle gelmemesini rica ederek, tanınmadan bir ziyarette bulunacağımı söyledim; yâni bu konuda bana vermiş olduğunuz tâlimâta tamamiyle uygun davrandım. Zaten, tamamiyle tebdil vaziyette ken¬disini ziyaret edeceğim hususunda Bonneval’e ha¬ber göndermiştim. Oğlu Süleyman Bey, Bonneval’- in odasına mümkün olduğu kadar az gürültü çıka¬rarak girmem hususunda gereken tedbirleri almıştı. Saat sekizde ışıksız ve beraberimde Peyssonnel’den gayri kimse bulunmadan oraya gittim. Kontu bir zekâ uyanıklığı ve aydınlığı içinde buldum; şartla¬ra uygun olarak candan bir konuşmadan sonra mektubunuzu verdim; büyük bir halsizlik içinde bulunduğundan sarfı açmakta güçlük çekti; zarfı açınca, mektubu okuması için Peyssonnel’e verdi; kâğıt düz açılınca mektubun şifreli olduğu anlaşıl¬dı. Pekâlâ, dedi kont, şifreyi Peysonnel’e çözdüre- bilirsiniz; kendisine, bu şifrenin anahtarının yalnız kendisinde bulunduğu cevabını verdim. Kont: Öyley¬se, dedi, yarın sekreterim Pâul’ü çağırtırım, Süley¬man Bey ona mektubun şifresini çözdürecektir ve ben size mektubun aslıyla kopyasını göndereceğim.
Bütün bunlar buraya kadar çok iyiydi, kendisinden؛ gitme müsaadesi aldım. Çıkarken, Peyssonnel’i, has- tanınkine bitişik odada bazı yabancılarla oturup eğlenen Süleyman Bey’e gönderdim-. Kendisine kon¬ta bir mektub verdiğimi, bu mektubu yastığının al¬tında bulacağını, şifresini çözdürüp bana bildire¬ceği, bunun çok önemli olduğu yolunda haber sal- ٢ dım. Bu tedbir zaruriydi; zira kont birkaç zaman sonra şiddetli bir damla illeti bunalımı içine girdi, ؛kesin bir hareketsizlik ve dalgınlık haliyle yatıp kaldı. Bir kaşıkla ağzına verilenden başka hiçbir gıda almıyor ve artık konuşmuyordu. Mektubun
■ şifresinin çözülmesi ve muhtevası bakımından, Mös¬yö, Süleyman Bey ile Paul’ün sır saklamalarına tes¬lim olmuş durumdaydım. Süleyman Bey yaklaşık kırkbeş؛ yaşlarında Milanlı bir dönmeydi, parlak olmaktan ziyade sağlam bir zekâsı vardı; zâten, menfaatlerine, terfiine dikkat gösteriyor, bunun için de çok çalışıyor; mutedil görünüşü ve davranışla¬rındaki topluma uyuşla takdir kazanıyordu. Bura¬da dostlar ve koruyucular kazanmak yolunda kont Bonnevall ile münasebetlerinden yararlandı؛ yıllar¬dan beri, kont Bonneval •adına, humbaracıbaşı gö- ٠• revini yürütüyor ve babalığından ayrı bir evde ya- . şıyor, Venedikli bir dönmenin tek kızıyla evliliğini sürdürüyor. Süleyman Bey’in göze çarpıcı büyük bir kaabiliyeti yok, tanıdığı kişiler de, yâni dostluk çevresi de çok geniş değil, fakat babasının görüş¬melerini ve Bâb-ı Âlî’deki temaslarını biliyor ve bu bakımdan hayli tanıdığı da var, bunlara babalığın¬dan mesaj götürüp getirmiş durumda; bu bakımdan Beyoğlu’nda Avrupa ahvâline dâir haberler topla-yabilecek bir kişi durumunu rahatlıkla devam et¬tirebilir, yâni, babalığı kont Bonneval’in yerini aşa¬ğı yukarı tutabileceğine inandırıcı bir durumu var، Yâni, şimdiki dununda kendisiyle anlaşılabilecek, ı tabiî bir kanal durumunda ve benim gizliliği bozma¬mak bakımından؛ şahsen yürütemeyeceğini teşeb¬büslerde bana yardımcı: olabilecek bir kişi durumun¬da; Kont Bonneval’in-evrakı günlerden beri onun elinde bulunduğuna ve bunları emin yerde tuttu¬ğuna göre kendisine karşı çekingen davranmanın da bir mânâsı yok. Bunun yapılması da zarurî idi, zira Peyssonnel, rahatsızlığından beri Boıineval’i günde iki kere evinde ziyaret ediyordu, kontun def¬terlerinin ve birtakım kayıtlarla dolu haritalarının bir kanepe üzerinde ve herkesin alabileceği du¬rumda bulunduklarına Süleyman Bey’in dikkatini çekti. Bu uyarıdan itibâren Süleyman Bey, baba¬lığına ait eline ne geçtiyse toplayıp emin bir yere koydu. Onları nereye naklettiğini kesinlikle bilmi¬yorum, fakat Napoli elçiliği kançıları Chévrier, ev¬rakların en önemlilerinin kendisinde bulunduğunu dün akşam söyledi. Cenovalı olan bu kançıları, kö¬tü bir hâtıra dolayısiyle hatırlayacaksınız, Mösyö; , bundan yedi-sekiz yıl önce, İsviçre’de Fransız poli¬tikası aleyhinde bazı haberler yaymış ve hükümet bu haberlerin Protestanları ٢ aleyhimize isyan etti- j recek mâhiyette olduklarına hükmederek, M. dc Villeneuve’e onu kötü bîr ruh gibi ortadan yoket- mesi hususunda mükerrer emirler verilmişti; M Finochetti onu Napoli işlerine karıştırdığında, ora¬ya bir seyahat yaptı ve١ istenen ;projeleri sağladı, zira böyle işlerde mâhareti gözden uzak tutulma¬yacak derecededir. Bu işine mükâfat olarak kendi-si Napoli elçiliği kançılarlığı mevkiine getirildi, ken¬disinin ihtiyacı .olan güler yüzü ve iyi muameleyi kont Bonneval’in evinde bulduğundan ona fazlasiy- le bağlandı. Süleyman Bey, bahis konusu şifresi çö¬zülecek mektubu ayın 12. günü akşamı ona verdi•; bunu Paul’den öğrendim؛ ayın 22. günü sabahı Chévrier’yi göndererek Paul’ü’ çağırttım, önce bana hatâlar bulunduğu için mektubun bir kısmının şif¬resini çözmenin mümkün olmadığını söyledi; bu¬nunla beraber, kont Bonneval kendine geldiğinde onun da hatırlamalarıyla hatâh şifrenin çözülebi¬leceği ümidinde olduğunu bildirdi. Tabiî, mesele kra¬la hizmetle alâkalı olduğundan> Süleyman Bey’in izninin alınmasr gerektiğini de sözlerine ekledi. Bu söylediklerini temin etmiş ، olacak ki, < dün akşam
bana, yazıma eklenmiş olarak bulacağınız özeti ge-
‘ ،، س
Bu mektubun gerektirdiği düşüncelere girme- den önce, şifresi çözülen kısmı okuduktan sonra, M. Peyssonnel’i,■ bu irtibat hizmetinden teşekkürlerimi sunması ve Bonneval hakkında üzüntülerim oldu- ğunu؛’ fakat bu mektubun bunları daha da arttır- dığını bildirmesi için Süleyman Bey’in evine gön- derdim; bunlara ilâve olarak; ilerlemesine yardımcı olmak hususunda vesileler bulmak istediğimi, Fran- ، sa menfaatlerine uygun olan bu ihtimam ve himmet- lerini devam ettirmek، niyetindeyse, Bâb-1 Âli’nin güvenini iyi kullanmak hususunda bu mektubun kendisine bir fikir verebileceğini, karanan beni mutlu edeceğini söylemesini de istedim. Bu iltifat- tan çok duygulanan Süleyman Bey, Peyssonnel’e, bu mektub şifresi işinin hayli yorucu olmasından ötürü kendisini mazur görmemi dilediğini ve kont iyileştiği takdirde endişelenilecek bir husus kalma- -yacağmı, kontun Said Efendi’ye .müzâkereler ko- nusunda fazla güvenmesinden ötürü Reisefendi’yi ihmâl ettiğini, dostlarından’olmadığını, bunun için kendi görevi olan humbaracıbaşılığa karşı iyi ni- yetli olmasını sağlamak; üzere bu sabah kendisini ziyaret ettiğini, zâten başkalarının işine karışmak- tan. hoşlanmadığını, bununla beraber Fransa’nın kendisinden isteyeceği her şeyi yerine getireceğini söyledi. Peyssonnel,. kendisine hâdiselere uzak kal- manın sağlam bir kararın delili olduğunu bildirdi ve bunun istisnaları olmağa değer bulunduğunu ilâve etti: ‘Böylece,• Süleyman ikna edilmekte, ken- dişiyle mutabık kalınmasında güçlük göstermedi. Şimdi, Mösyö, mektuplarınız vasıtasiyle bana ulaş- -tırmakla şeref verdiğiniz tâlimat üzerinde düşün- !mek kalıyor: .1. Evvelce Türklerin oyalama harekâ- tında bulunmalarını, yâni gösteriler yapmalarını is- tiyordunuz, ؛şimdi ise, ellerine silâhlarını alarak Macaristan, kraliçesinin İtalya’yı zaptetmesine: mâ’
؟ ؛ ■” Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 17
ni olmalar ı talebinde bulunuyorsunuz; bu noktanın ne kadar nâzik olduğunu ve gerçekleştirilmesinin ne kadar çok teşebbüs ve görüşmeye bağlı bulun¬duğunu takdir buyurursunuz. Süleyman Bey kont Bonneval’in yapması gerekenleri üstlendiği takdir¬de bu teşebbüsler dolaylı cereyan edecek demektir؛ bunların gizli kalıp kalmayacaklarına gelince, Kont Bonneval’in bu işi üstlenmesi dolayısiyle gerekli bü¬tün teferruâtı size bildirdiğime göre, karar vermek de size düşer. Bana gelince, 29 Ağustos’da Veziri¬azamla yaptığım ve tarafınızdan tasvib gören gö¬rüşme çerçevesinde hareket edeceğim. 2. Ümit eder¬siniz ki, Türkler kendi çıkarlarım fazlalık olarak belirttiği ölçüde sizinle görüş birliğine varırlar. Bu-gün bu sebebe yâni çıkar sebebine bir de hediye¬leri katacağınızı vaadediyorsunuz. Hediyelerden maksadınızın para vermek olduğu meydanda ve bunu da miktar olarak yüz bin ekü olarak belirti¬yorsunuz. Sizden şurasını hatırlamanızı rica ede¬rim ki, Mösyö, kont Bonneval ile görüştüğümüzde, Fransa’nın, Türkiye’nin girişeceği oyalama harekâtı masraflarının yarışım ödeyebileceğini imâ etmişti¬niz ve bu da Bâb-ı Âlî’nin pek hoşuna gitmemişti. Bugün durumun daha meseleli olduğunu hatırlat¬mak isterim, çünkü Reisefendi, yâni Hariciye nâ- zırıyla karşı karşıya kalacağız demektir ve 1945 muhtırasında size çizdiğim portresine bakılarak hü¬küm vermek gerekirse, bu zat, söylediğiniz raka¬mın daha fazlasını temin edebilecek bir karakter yapışma sahiptir. Fakat, meselenin para ile ilgili yönünün hemen her şeyi halledebileceğini sanma¬yalım; Reisefendi, her şeyden fazla, bu davranışında Osmanlı İmparatorluğu’nun menfaatini açıkça, elle -tutulurcasına görmek isteyecektir ve en az bunun kadar önemlisi de, bütün olup bitecekler karşısın¬da Osmanlı İmparatorluğu’nun başının ağrıması¬na hiçbir suretle müsaade edilmeyeceğinin temi-nâtım arayacaktır. Bunlardan emin olduktan, bu yönlerden tamamiyle teminât altına alındıktan son¬ra da sıra kendi şahsî çıkarının tatminine gele-
çektir. ,Yâni bunlarda» وه. birini, ne ötekini fedâ et- inesi diye bir şey mevcut değiidir. işte benim Re- isefendi ile ilgili düşünce ^e inrtibâlanm bunlardan ibârettir. 3. Bu iki düşünce bir üçüncüsünü akla getirmektedir. Bu da son! tâlimatlannızın, görüşle- rhlizin başarısında başlıca engeli ortadan kaldırma- maktadır. Bu da Bâb-1 Âli’nin, terkedilmek ihtimâ- lini gözönünde tutmaktan kaynaklanan tereddüdü- dür. 4, Son raporlarımda Reisefendi’nin, Bâb-1 Âli’- nln hareketsiz kalmasının suçunu bizim iki hâta- rn.ıza bağladığım gördünüz, Mösyö. Bunlardan biri, Büyük-Sultan’ın arabuluculuğunu kabul etmemiş olmamız; diğeri, Prusya kralının bir ittifak husu- sundaki yaklaşmalarına hiçbir suretle cevap veril- memiş olması. Dolayısiyle, Bâb-1 Âlî’nin savaş ilâ- m sebebini Macaristan kraliçesinin bu arabulucu- luğu reddetmiş olmasına dayandırabileceği hususun- da Reisefendi’yi ikna etmek güç olacaktır; aynca ؛ bizim, Rusya imparat’oriçesini, yalnız onu tek ara- bulucu olarak tanıdığımız’ hususunda, Rus hükü- meti nezdindeki teşebbüslerimiz de iyice haber alm- mış ve öğrenilmiş durumda. Bâb-1 Âli’nin Prusya ile ittifakı meselesine gelince, ne sizin yazılarınızda, ne de kont Bonneval’inkilerde, Bâb-1 Âli’nin teşebbüs- terinden ötürü mâruz kaldığı kinci davranışlann tedavi ve telâfisi hususunda herhangi bir tavsiye ile karşılaşmaktayım. Reisefendi ve Bâb-1 Âli,. bu durumda kendisini küçük düşürülmüş $ضظهصزته ve pek tabii olarak bir kin duymaktadır. Bahis konu- su.kinin çok kuvvetli olması düşünülebilir. Zira, .Rei$efendi, son defa görüşümde, İbrahim’in, üzün- ; hüsünden.ve utancından ölmüş olduğunu söyleye- ٠ cek kadar üeri gitti; çünkü bu müzâkerelerin ke- sin bir başarı ile neticeleneceği konusunda Bâb-1 Âlî’ye teminât vermiş bulunuyordu. Son düşüncem şu ki. Mösyö, talimatlarınız herhalde Avusturya . elçisiyle yapılan görüşmeler sona erdiğinde gelecek- tir؛ bu arada Avusturya elçisi Penkler’le esirlerin ;salıverilmesi üzerinde, bir liste de hazırlanmış bu- .Ilınmaktadır. Bu esirler, l^vum’daki kadırgalarda
bulunan kürek esirlerine karşılık hürriyetlerini el¬de edeceklerdir. Bu konuda Reisefendi müsait bir görünüş vermektedir. Ben, zindana atılmış olan cizvitlerin, hürriyetlerine kavuşacak kişilerin liste-lerinde yer almalarına çalışıyorum. Reisefendi de bu konuda M. Fonton’a gelecek olan yeni postayı beklediğini söyledi. Görünüşe bakılırsa, Bâb-ı Âlî Avusturya hükümetinin ültimatomuna şüığı verecek ve elçi Penkler’le yapüan ler, Bâb-ı Âlî’nin geri çekilmesini imkânsız kılacak kadar ilerlemiş olacak.
^Burada Malta şövalyeler tarikatı için keşfetmiş olduğum hususu Venedik elçisi Bocag’a haber ver-mekte؛ bilhassa ihtimam gösterdim؛ fakat, kont Bon- neval’in muhtırasında geçen hususu elçiye bildir¬meği lüzumsuz saydım: Muhtırada geçen olay, Mal- talılann Büyük-Sultan’ın iki gemisini batırdıkları rivâyetiydi; zâten bu da doğrulanmış bir söylenti değildi. Bu olay, öyle görünüyor ki, gözden kaçmış olmalı.» , , , ,
Sonsuz’ saygılarımla, vb.
Castellane
1″ Altmışdokuzuncu Kitap
(NOT :‘ 1) Elçi Hattî Mustafa Efendi’nin maiyyetinde bulunan-ların listesi:
. < – ■ ، ؛~ Kâhya imajordome) veya vekil؛ divân-efendisi veya elçilik •kâtibi, hazinedar؛ Kapucular kâhyası
■ ‘■t، veya Başmabeyinci; mühürdâr; elçilik imâmı; hazî¬ne kâtibi; iç çuhadâr veya iç dâireler odalan hiz- r • metkâri; >kilerci; kahveci; 1-yemek masası örtüsü-‘. ; nü koymakla görevli sofracı; tütüncü, içilecek tütün- leri muhafaza eden kişi; buhurdanci; mahramacı ‘veya mendiller muhafızı; şamdancı; ibrikdâr; ça-maşırcı; tahtrevan muhafızı; seccâdeci; müezzin; hazinedar yamağı; 1kahveci yamağı; berberbaşi; baş- : •çuhadar veya oda hizmetkârları şefi; ikinci çuha-
dâr; üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı çuha¬dar؛ başçavuş veya birinci çavuş؛ çuhadarlar ve ‘ i ؛- ■ ؛ uşaklar; konakçı veya، karargâh kumandanı؛ miri ahûr veya birinci seyis; arpa emini; ahır kâhyası ‘ veya ahır müfettişi; saraçbaşı veya ahır birinci hiz¬metkârı; yedekçibaşi; saraçlar veya seyisler; nal- bandbaşi; Sultan’m tavlasından üç eski seyis; meh¬terbaşı veya mescidin birinci müfettişi;’mehter, kâh¬yası veya mescidin ikinci müfettişi; vekilharç veya yiyeceklerin resmî kontrolcüsü; aşçıbaşı; akkiam- lar veya çadır kurucular; arabacılar; kürkçüler; ter¬cümanlar; terzi; ekmekçibaşi; alış-veriş görevlileri; saraydâr veya hâne müfettişi; seyisler ve ahır uşak- , lan; mehterhâne veya mescid idarecisi.
(NOT: 2) Burada, Hattî Mustafa Efendi’nin elçi olarak Avus- 1 ؛ turya imparatoruna götürdüğü hediyelerin hanedan
• gizli arşivlerinde bulunan listesini veriyoruz:
1. Kabza düğmesinde bir, gök yakut bulunan, kabzası kırkbeş elmas ve onbeş yakutla bezeli, kab- zanm alt tarafmda yirmidört elmas ve üç yakut ٠ bulunan; tablası yüzdört elmas ve oniki yakut süs¬lü; ağız tarafında kırküç elmas ve iki yakut bulu¬nan bir meç;, kutusu erguvan rengi ve dört altın ve inci dizilerinden püsküllü; 2. Balıkçılkuşu tüyün- . , den üçlü bir sorguç; sorgucun ortasında dörtgen şeklinde bir zümrüd■ görülüyor, üç sıra laal yakut¬la çevrelenmiş ve bu sıralarda sekiz büyük ve yet- mişdokuz orta ve küçük elmas yer almıştı, bunların ؛r t üzerinde rengârenk, minekârî biniş göze çarpıyor- ; du; sorguç san renkli,, zengin bir kumaşla kaplı bir muhafaza içindeydi3 ؛. Tam bir koşum takımı (raht), çeşitli kısımları olarak, alınlık ve başlık, göğüslük beşyüzkırkbir elmasla bezeli; sinebendde ise büyük bir elmasla beşyüzkırkdört küçük elmas görülüyor;
١ 4. Altından bir at burunluğu؛ yeşil, beyaz ve pem¬
be minekârî işlenmiş ve ortalarında bir yakut bu¬lunan kırkiki küçük ve orta, elmasla süslü üzengi¬ler; 5. İki tarafı yüzyetmişaltı elmas, yüz yakut ve sekiz zümrütle ؛ süslü، üzengiler; 6. Ek yerleri som
gümüş bir at başlığı7 ؛. Bir kolan (tapkur), ek yer¬leri aynı mâdenden8 ؛. Yüzkırkiki elmas ve yüz ta¬raflarında ayrıca ondört zümrütle ve bunların üze¬rine oturtulduğu yeşil, beyaz ve pembe minekâri zemin ile işlenmiş bir kılıç¡ 9. Ön tarafı, etrafı se¬kiz elmasla çevrelenmiş bir elmasla, bir yakut ve minekâri işle süslü; arka yüzünde bir yakut ve se¬kiz elmas, bir gök yakut görülen, örtüsü erguvan rengi ve işlemeli bir eyer10 ؛. Yüzonbeş zürnrüd ve elmasla bezeli, sarı saten astarı bulunan menek¬şe rengi bir eyer örtüsü; 11. Altınla işlenmiş yeşil astarlı erguvan’rengi bir haşa (yapuk)12 ؛. Eyer altına konmak üzere altın sırmayla işlenmiş üç gü¬lü bulunan haşa (teğelti)13 ؛، Gümüşten üç suluk zinciri; 14. Aynı madenden bir yular; 15. Bir at diş¬liği (marbend), aynı madenden; 16. Aynı madenden bir yalak (satal); 17. Aynı madenden iki köstek,-
18. Aynı madenden bir kuşak; 19. İğne işi bir kis- bet; 20. Yine iki ayrı kisbet; 21. İşlemeli at dizliği;
22. Yine çiçekli ve erguvan rengi at dizliği23 ؛. Gü¬müş elyafından dokunmuş bir kisbet; 24. İşlemeli ve çiçekli bir Hind kumaşı; 25. Altın çizgili bir Hind kumaşı (telli çiçekli); 26. Yeşil ve kırmızı çizgili bir kumaş; 27. Yeşil ve kırmızı çiçekli bir kumaş (tel¬li şalbend potdâri); 28. Yeşil çizgili bir kumaş; 29. Gümüş çiçekli bir Şam kumaşı; 30. Kırmızı ve yeşil çizgili bir beldar kumaş31 ؛. Altın çizgili, erguvan rengi taraklı bir kumaş; 32. İstanbul mamulatı bir kumaş; 33. Fıstıkiçi؛ renginde bir kumaş; 34. Tarak¬lı Şahamethâne cinsinden bir kumaş35 ؛. Dört par¬ça zengin İran kumaşı (dibâ) 36 ؛. Çiçekli, İstanbul işi dört parça kumaş; 37. Diadiba cinsinden dört denk kıymetli kumaş; 38. Çok ince dört parça sof kumaş; 39. Altın çizgili, çok ince muslin kumaş (üç parça) 40 ؛. Uşak Türkmenleri tarafından dokunmuş . bir seccâde hali; 41. Bir Acem halısı (Kalice); 42. Kuzey Afrika Berberîlerininki tarzında üç pelerin (ihram); 43. Bir kab gülyağı.
Bu listeden sonra kraliçeye verilen hediyelerin
yazılı bulunduğu liste ki, bunda yirmiiki parça gö¬rülüyor.
İzi, f. 205, İmparator ve İmparatoriçenin karşılık olarak Sultan ve Veziriâzam’a gönderdikleri hedi¬yelerin listesini veriyor. Sultan’a ait listede ondört, Veziriâzam’mkinde otuzdört parça hediye yer ah-
İzi, f. 224, Nasreddin Mehmed şâh ve Veziriâzam’ı tarafından Sultan’a gönderilen hediyelerin listesini veriyor. Hediyelerin sayışı listede otuzdört görülmek-
Viyana’da Başvekâlet evrak dâiresinde, Desalleurs’- den Puissieux’ye gönderilmiş bir yığın rapor ve talimat bulunmaktadır. İşte bunlardan bazılarında bulunan tâlimatdan؛ pasajlar. – Desalleurs’den Pu- îssieux’ye, 23 Kasım 1748: «Burada önem verilecek mesele, İsveç’i korumak, Polonya’yı terketmemek, Rusya’nın, geniş projelerini durdurmak, burada eski itibârı yeniden oluşturmak; bunlar, gözden kaçır¬mamam gerektiğini emrettiğiniz dört hedef.» – De¬salleurs’den Puissieux’ye, 27 Aralık 1740: «Çekingen¬lik, kendilerinin (Türkler) iyi niyet dedikleri şeyin gerçek kaynağı bu.» – Desalleurs’den Puissieux’ye, 15 Nisan 1749: «Bâb-ı Âlî ile bir dostluk anlaşması yapmak bakımından güçlükler, elverişlilikler ve sı¬kıntılar hakkında size ayrıntılı bir bilgi vermekle • şeref duyarım. Burada böyle bir sade ve ayrıntısız bir anlaşma için örnek yok, Türkler ise âdetlere, teamüllere sonsuz denebilecek şekilde bağlıdırlar. Topal Osman Paşa’nın Fransa’ya karşı bir temâyülü vardı, esaretten kurtuluşunu Malta’ya, bir Fransı- za borçluydu; Râgıb, tabiî olarak Fransa’dan yanay¬dı; Esad Efendi açıkça İsveç’i tutmaktadır, ki bun¬ların he؟ üçü de-barış komiseridir. Belgrad barış anlaşmasından beri olaylar hayli değişti: Bâb-ı Âlî’¬nin arabuluculuğunun Fransa tarafından sözde red¬dedilmesi, Avusturya ve Rusya ile ebedi barış an-laşması, İran savaşının sebeb olduğu tükenme, ni¬hayet Büyük-Sultan’ın kendi özel çıkan veya Ve-
zâret-i-uzmâ makamının saraya boyun eğmesi, se~ vilmeyen her İmparatorluğun iç zaruretleri, Büyük- Sultan’ı tahtı ürerinde tutmak ve umumi bir isya^ na mâni olmak için barışçı bir sistemin uygulan¬masını zorunlu kılıyor؛ ben İsveç’e mâli yardım yapılmasını teşvik etmekteyim.» – Desalleurs’den ya¬zı, 15 Nisan 1749؛ «Polonya’ya gelince, PolonyalIla¬rın gevşekliği, Rusların parası ve arabulucuların unutkanlığıyla Belgrad anlaşmasının Karlofça ba¬rış anlaşmasını mahvettiğinden bu yana, Bâb-ı Âlî’¬nin bu krallığın işlerine karışmak için artık bahâ- nesi yok, illâ ki böyle bir şeye lüzûm hâsıl olmasın؛ Bakanlık bunu bana açıkça anlattı.» Desalleurs’den Puissieux’ye, 15 Ağustos 1749: «Mevkilerinde az sü-re kalan ve belirli işlere bakan nâzır durumundaki vezirlerle iyi ilişkiler yürütmek yeterli değil, önce¬den dostlar edinmek ve onları mesele üzerinde iyice aydınlatmak gerek, Veziriâzam’m her değişmesinde al başdan dercesine işe başlamamak için bu şart.» ,-Desalleurs’den Pııissieux’ye, 18 Ocak 1749؛ «Celcing hâlâ maslahatgüzâr olduğundan, İsveç’i İstanbul’da bir, elçi bulundurmağa zorlamak veya ikna etmek gerek.» – Desalleurs’den Puissieux’ye, 3 Şubat 1749: «Kırım hanım ve nazırını bizim çıkarlarımızdan ya¬na olmaları bakımından elde etmek için hiçbir fe-dâkârlıktan çekinmedim;» – Desalleurs’den Puissi- eux’ye, 7 Aralık 1749؛ «Malta’da، esir bulunan kal¬yonun Paşasının annesi bir imkânını bulup Büyük- Sultan’a oğlunun serbest bıraktırılması için, Türk- lere göre, son derece dokunaklı bir ricânâme sun¬muş, Büyük^Sultan Hazretleri■ de bahis konusu ricâ- nâmeyi bana göndertmiş.» – Puissieux’den Blondel’e, 22 Şubat 1750: «Rusya Nystadt anlaşmasının VII. maddesini canlandırmaya ve bu maddeye, 1721 yı- İmda konulduğu zihniyetin tamamiyle zıddı bir yo¬rum kazandırmaya,، çalışıyor.» – Puissieux’den Blon- del’e, 29 Mart 1750: «Ruslar 1743’de bunu Abo an¬laşmasına sokmak istediler؛ fakat, İsveçliler râzı olmayınca vazgeçtiler. Bestuscheff’in. patavatsızlı¬ğı ve kötü niyetiyle bulunduğu istem üzerine, çok
güç durumda, İsveç’le yapılan ek anlaşmaya so¬kuldu. İngiltere’nin bu hususdaki görüşü, İsveç’in şeref ve bağımsızlığına kasteden bir taahhüde Rus¬ya lehine girişmeyeceği yolundadır؛ İsveç bunu an¬cak Avusturya, İngiltere ve Fransa hükümetleriyle birlikte kabul edebilir. Fakat İsveçliler böyle bir ,projenin .varolmamış sayılmasını tercih ediyorlar¡ gerçekten de hakları var, çünkü böyle bir projeyi bir millete teklif etmek bile onun şerefine ve ba¬ğımsızlığına suikasd tertiplemekten başka bir mâ-nâya alınamaz.»
؛ ‘ Bu dönemde tercüman yardımcılarının sayısı altı¬ya indirildi ve bunlar şu kişilerdi:. Testa, Mandel- ler, Geitter, Beaumeister oğlu, Moneska ve Augus- ti. Tercüman Seleskovich, hükümet tercümanlığı gö¬revinden Viyana’da baron de Schwachheim’in yeri¬ne atandı؛ adı geçen baron ise elçi olarak Penkler’in yerine geçti. Beaumeister, Peterwardin anlaşmasın¬da tercüman olarak görev yaptı. Seleskovich’in Vi- yana’ya gelmesiyle Testa tercümanlığa atandı: Bu makamı ondan önce Momars ve Bianchi işgal et¬mişlerdi. Hermanstadt’da tercümanlık görevinde bu¬lunan Volde 174؛’’de öldü. Avusturya’nın İstanbul f elçisi olarak devletine hizmet1 eden Penkler, 1 Tem¬muz 1753 tarihini taşıyan İmparatora hitaben yaz¬dığı bir mektupta, tercümanların eğitim* ve öğretim¬leri konusundaki düşüncelerini ayrıntılı olarak or¬taya koydu. • ‘ ‘’ ‘ ■ – •؛
Yetmişinci ■ Kitap •
l, M.. Malcewski’ye VTâlimât: •
i. ، Her vesileden yararlanarak PolonyalIların vatanlarına ne kadar bağlı ‘ bulunduklarını ve Bâb-ı Âli’nin Polonya’da sükûn ve âsayişin devamına gös¬terdiği dikkate1 minnet duyduklarını belirtmekten geri kalmayacaktır. İç ayrılıklarla’ Cümhuriyet’in şimdi geçici olarak yatıştırılanf. son şartlardan, bu
ayrılma ve bölünmelerin mâhiyeti kendisince bilin¬diğinden, aynı zamanda bunların çözüm çârelerinin de yabancısı olmadığından, fırsat çıktığında bunları ayrıntılı bir şekilde anlatmak üzere hafızasında bir
2. Bâb-ı Âlî tarafından bu yolda yürütülen te¬şebbüslerin, komşu bir devletin Polonya’da rahatsız¬lıklara sebeb olan niyetlerini boşa çıkardığını ko¬nuşmalarında vurgulamaktan geri kalmayacaktır. Özellikle, Polonya’da cereyan eden iç bölünmeler sı-rasında, ülkenin sükûnuna zıt olan niyetlerini tat¬bike koymasından endişe duyulduğunu da ihsas et¬mekten geri kalmayacaktır.
3. Evvelki maddede geçen hususları belirtir¬ken, bilgili, fakat mutedil bir davranış içinde bu¬lunmaya itinâ gösterecektir; Bâb-ı Âlî’nin bahis ko¬nusu devlete karşı uyguladığı ve devam ettirdiği sistemin farkında olduğunu vereceği misâllerle or¬taya koymaya, belirtmeğe çalışmaktan geri kalma¬yacaktır.
4. Polonya’ya gelen Kırım elçisinin davranış¬ları hakkında hiçbir şey anlatmamağa itinâ göste¬recektir; daha ziyade bu Kırım elçisinin davranış¬ları hükümdâr veya hükümetinden aldığı tâlimat çerçevesinde cereyan ettiğinden, Polonya’daki ikâ¬metinin sonuna doğru niyetleri son derece şüpheli kişilerle irtibat kurduğundan ve yola çıktıktan son¬ra da yüz fersaha yakın bir dönüş yaparak hiçbir zorunluluk olmadığı halde Jassy’den geçmiş olma¬sından imâ yollu olsun bahsetmemekte dikkatli dav¬ranacaktır.
5. Bu vesileyle, Eflâk hospodar prensin mu¬rahhası LĞonardy’nin meselelerin çözümüne hiçbir kolaylık getirmeyen davranışından ve efendisi pren¬sin gelecekte daha anlayışlı ve daha az şüpheli ki¬şiler göndermesinin temenni edildiğini imâ yoluyle açıklayacaktır.
0. özel bir itinâ göstermeden büyük-generalin
Polonya’da gördüğü itibâr ve saygıdan, kendisini halkın iyiliğine adamasından ve Bâb-ı Âlî’ye karşı beslediği dostluktan bahsedecektir.
1 7. Gerek huzura kabullerde, gerekse Osmanlı nâzırına anlatacağı hususlarda ve nihayet gerekse Polonya’nın menfaatlerine karşı duygularının sa¬mimîliğine kanaat getirdikten sonra temas kurma¬ğa çalışacağı Bâb-ı Âli birinci tercümanı ile yapa¬cağı özel konuşmalarda, kendisine verilen talimata uygun davranacaktır.
8. Fransa’nın Bâb-ı Âli nezdinde bulunan ola¬ğanüstü yetkili elçisi Şövalye de Vergennes’e tam bir güveni olacaktır؛ yerine atanan Fransız elçisi gelinceye kadar Fransız elçisi kont Desalleurs, Os¬manlI nazırına ulaştırmak istediği hususlar için kul¬lanacağı vasıtalar konusunda kendisini aydınlata¬cak, görevinin başarısına mâni olmak isteyenlerin tuzaklarına karşı kendisini ençmiyet ^ltmda bulun¬duracaktır.
9. Görevinin sınırlı olduğu bildirildiğinden, İstanbul’da görevinin tamamlanması nisbetihde ka¬labileceğini Osmanlı nâzıra anlatacaktır; büyük- generale dâima durumunu bildirecektir.
10. Büyük-generalin dikkatine değer hususları Cozim yoluyla Bassa adresiyle ve hareketi sırasın¬da kendisine verilen şifre tablosuna uygun olarak bildirecektir.
11. özellikle Bâb-ı Âlî bahis konusu olduğun¬da, her elçi, çok bilgince hareket etmek, soğukkan¬lı, çok ağzı sıkı ve çok tedbirli davranmak yolun¬daki vecizeyi gözönünden ayırmamak zorundadır. Umumî yerlerde ketum ve düşünceli, tarafsız bir hava içinde olduğunu belirten bir görünüm vere¬cektir. Başkalarının teşebbüs ve sözleri üzerinde düşünüp onları inceleyecek, gerçekten ayrıldığı in-: tibâını hiçbir suretle vermeyecektir.
12. Hiçbir istisnâda bulunmaksızın İstanbul’da-
لكل yabancı devlet elçilerinin hepsiyle temasda bu- lunabilir ve bulunmalıdır; fakat, bunların herbiri- ne karşı ihtiyatlı davranmak gerektiğini hatırdan çıkarmamalıdır ve münasebetlerini bu yolda yü- rütmelidir.
13. Güvenini çekmek için, Polonya işleri üze- rinde en ııfak bir bahis açmaksızın, ehemmiyetsiz toplantılarda Hübsch’le konuşabilecek, İstanbul’da سمل$هلألهلاكه sadece teşrifat meselesiyle ilgili ve devletin büyük generallerinin yararlandıkları im- tiyazlarla alâkalı bulunduğunu anlatmakla yetine-
” çektir.
14. Görevi üzerinde tecessüs gösterecek olan bütün elçilere karşı da aynı şekilde davranacak ve o yolda bir dil kullanacaktır.
15. ‘ İstanbul’da bulunduğu takdirde genç Lin- chon’la ahbablık tazeleyebilecek ve kendisine ve- rebilmek iktidarında olduğu açıklamaları elde ede- cek, fakat netice olarak bunlardan herhangi bir ■proje veya teşebbüs için harekete geçmeyi düşün- meyecektir. ؛• • ٠
16. Tahsisatı yıllık bin duka olarak tesbit edi- lip bunun yarısını hareketinden önce aldığından, geri kalan yarısı İstanbul’a varışında kendisine
،-ödenmiş olacaktır. V
17. Talimat ve diğer bilgiler, ancak Büyük-gene- ral’den gerekli yazıları alacak ve kendisine aynı şekildeki yazıları gönderecek olan Şövalye de Ver-
. gennes’e bildirilmelidir. ١
Dubno, Mart 1755 İmza:
Kont Branicki

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*