a (ar. tahriften ta’rife, ta’rife). 1. Ürünlerin ya da hizmetlerin fiyatını gösteren çizelge. —2. Taşıtların gidiş ve geliş saatlerini gösteren çizelge: istasyondaki tren tarifesine göz atmak. Vapur şirketleri yaz tarifesi uygulamaya başladılar. —3. Bir gösteri salonuna girmeye, bir kamu taşıt aracına binmeye hak kazandıran bedel, fiyat: Sinemalar halk günlerinde farklı bir tarife uyguluyorlar. Taksi tarifeleri artırıldı. —4. Belirli malzemelerle bir yemeğin yapılışının ayrıntılı betimlemesi; tarif- name: Yemek tarifesi. —5. Bir ürünün, bir ilacın, bir aracın nasıl kullanılacağını açıklayan kısa yazı; tanıtmalık, prospektüs, ta- rifname: ilacı tarifeye göre almak gerekir. Tarifeye bakmadan makineyi çalıştırmayalım. —San. B’ırterimli tarife, tek bir tarife öğesi taşıyan tarife. || Genel kullanım tarifesi, elektrik enerjisinden yapılabilen kullanımlara bağlı her tür ayrımın dışında kalan tarife. || ikiterimli tarife, iki tarife öğesinin birbirine bağlı olarak tahsilini öngören tarife. || Karma tarife, belli kullanımlar dışında kalan birçok kullanım için hazırlanmış tarife. || Özel kullanım tarifesi, elektrik enerjisinin belirli bir kullanımı için düzenlenmiş tarife (aydınlatma tarifesi, mutfak tarifesi, devindirici kuvvet tarifesi vb.) || Saatlik tarife, mevsimlik tarife, enerji arz anıyla (sametinler yayımlamaya başladılar. Fransa’ da Yazıtlar ve edebiyat akademisi’nin (1663) kurulmasıyla, sistemli bir biçimde eleştirel baskılar yayımlama politikası kurumsallaştı. Akademi, bilgini haklı olarak, metnin otoritesi altına soktu; öte yandan, yine bu sıralarda Asya kıtasının tümüyle insanlık tarihi alanına girmesi tarihçiyi, fazlasıyla avrupamerkezçi olan anlayışını ve kullandığı kronolojinin salt Kutsal Kitap’a dayanan yapısını yeniden gözden geçirmek zorunda bıraktı. Tarih, dünyada pek çok ve çeşitli uygarlıklar bulunduğunun bilincine vardı; öyle ki, bu uygarlıklardan her biri “tüm” hakikati değil, ancak “kendi” hakikatini temsil etmekte ve dolayısıyla da mutlak değil, ancak göreli bir değer taşımaktaydı. Böylece tarih, artık geçmişi ytöntemli bir şüphecilik anlayışıyla incelemeyi kendine görev bildi. Önce betimleyici, sonra eleştirici olan tarih, sonunda şimdi’yi ve geçmiş’i açıklamaya ve bu işi, şimdi’yi geçmiş’e oranla ele alarak yapmaya başladı. Bu konuda “1789”, kendi yapıcılarına hem eşsiz bir deney alanı -olmakta olan olguyla ilgili deney-, hem de daha önce olanların gerçek önemini daha iyi takdir etmeyi sağlayacak araçlar sundu (krallık, senyör- lük ve kilise arşivleri, bilginlerin emrine verildi). Arşivlerin milleştirilmesi, sözgelimi Fransa’da Archives nationales’in kurulmasına (7 eylül 1790 tarihli kararname) olanak sağladı. Napolöon I, bunu, daha önce Paris’te toplanmış bulunan Avrupa arşivlerinin çekirdeği, yapmayı düşündü; Restauration ise, Ecole nationale des chartes’ı kurarak (1821) arşivlerin kullanımını kolaylaştırmaya çalıştı. 1789, 1793 ve 1804 insanlarının, ondan yararlanarak Ancien Rögime’in kafaları karanlıkta bırakma çabalarını mahkûm etmeye çalıştıkları bir sırada elbette savunmacı ve partizan kaygılardan sıyrılamayan tarih, bu yeni yönelişte, paradoksal sayılabilecek bir biçimde, bazı yeni kavramları inceleyerek etkinlik alanını genişletecek malzeme bulmaktan geri kalmadı. Bu kavramlardan birincisi gerek devrim dramının aktörleri, gerekse romantikler tarafından baş tacı edilen ve Michelet’nin dediği gibi her halkın farklı temel dehasını yansıttığına inanılan ulus; İkincisi, bağımsızlığın güvencesi ve dolayısıyla, Augus- tin Thierry’ye göre Histoire vğritable de Jacques Bonhomme’un (Jacques Bon- homme’un [eskiden Fransa’da köylülere verilen teklifsiz ad] gerçek tarihi) [yayım- lanışı, mayıs 1820] dayandığı ilke olan özgürlük; üçüncüsü de, Alexis de Tocque- ville’in düşüncelerine konu olan amerikan deneyinin, Devrim’le siyasi bakımdan baştan aşağı değişen Avrupa’ya yeni tip bir kurumsal modelini sunduğu demokrasi idi. Antikçağ’a bir tür onursal öncelik tanıyan, ayrıca Ortaçağ’ı bir gotik barbarlık dönemi gibi değil de, bütün avrupa ülkelerinde ulus olayının ortaya çıkmasıyla sonuçlanan zahmetli bir gebelik dönemi olarak görüp, ona itibarını iade eden tarih, son olarak, modern zamanların incelenmesine klasik filoloji alanında kotarılmış yöntemleri uyguladı. Leopold von Ranke, bilgince ve eleştirel tarihin babası sayılabilir. Bundan sonra tarih, Renan ve özellikle Fustel de Coulanges gibi bilginler sayesinde daha disiplinli ve daha sağlam bir bilgi dalı haline geldi. Bu bilginler, belki de Auguste Comte’un etkisiyle, tarihin nesnel hakikatini keşfe çalıştılar
her ikisi de, bu bilgi dalını, insanlığın toplumsal gelişimini yöneten yasaları araştıran bir bilim düzeyine çıkarmayı düşünüyordu. Buna rağmen tarih, 1870-71 Fransız-AI- man savaşı’ndan sonra Fustel de Cou- langes’ın Theodor Mommsen’e karşı açtığı tartışma gibi bazı polemik kapışmaların tuzağına düşmemezlik edemedi. Aynı savaş, Taine’i Paris komünü’nün düşmanı yaptı ve Ernest Lavisse’i ulusal zaferleri ve dolayısıyla da intikam’ı göklere çıkar
maya şevketti. Bu yüzden tarih, ancak XIX. yy.’ın son yıllarında, yöntemlerini kesin bir biçimde belirlemesini mümkün kılan bir profesyonelleşme süreci sayesinde, bilimsel nesnelliğe ulaşabildi. tarih okulları • Olgucu ya da deneyci okul. 1819’dan başlayarak Monumenta Germaniae histo- rica ve 1844’ten başlayarak Patrologie la- tine ve Patrologie greccjue (rahip Migne’ in yapıtı) gibi bazı önemli koleksiyonları yayımlayan ve arşiv belgelerinden kolayca yararlanılabilmesi için bjj belgelerin özenle envanterini çıkaran Ecole nationale de chartes mensuplan, profesyonel tarihçilere kaynaklarını kanıtlamak olanağı sağladılar. Tarihçiler artık başvurdukları kaynakları “dış” ve “iç” eleştirilerin süzgecinden geçirebiliyor; ve bu işi, ancak doğruluğunu çürütülemez bir şekilde tespit edebildikleri olayları doğru olarak kabul etmelerini gerektiren bir yöntemsel şüphe anlayışı içinde yapıyorlardı. Bu yöntemleri Charles Victor Langlois ve Charles Seignobos, 1897’de yayımladıktan Introduction aux Ğtudes historiques (Tarihsel incelemelere giriş) adlı yapıtlarında formülleştirip sistemleştirdiler. Sor- bonne profesörlerince ders olarak okutulan bu yöntemler, büyük bir titizlikle uygulandı ve bunlardan en ufak bir sapma gösteren araştırmacılar, Revue critiçue’ in ya da Gabriel Monod tarafından kurulan (1876) Revue historique”\r\ denetmen- lerince kıyasıya eleştirildi. Böylece, tarihi çalışmaların kuralları tespit edildi. Bu kurallar, yeni bir tarih anlayışının hizmetinde kullanılsalar bile geçerliklerini, XX. yy.’ın ikinci yarısında da hâlâ esas bakımından korumaktadır. Olgucu okul tarihçilerinin başlıca kusuru, bir ihtiyat tedbiri olarak inceleme alanlarını, doğruluğunu kesin olarak belirleyebilecekleri olaylarla sınırlı tutarak, bu deneysel tarihi, bir “siyasi tarih” olarak -olayların kronolojik akışları içinde anlatılması ya da kurumsal yapıların analizi biçiminde- anlamalarıdır. Olayları askeri, diplomatik, parlamenter kurumsal gibi ayrı ayrı şekiller altında ele alan bu “ta- rihleştirici tarih” ya da “olgucu tarih”, kendi içine kapalı bir dünya oluşturuyor, coğrafya, iktisat, toplumbilim… gibi öteki insan bilimleriyle her türlü teması reddediyordu. • Bütünsel tarihe doğru. Tarihin ancak diğer insan bilimleriyle sıkı bir beraberlik ve karşılıklı alışveriş içinde amacına (insanın geçmişteki çeşitli etkinlikleri içinde bilinmesi) ulaşabileceğine inanan Henri Berr, birbirine komşu bilim dalları uzmanları arasında temasları teşvik etmek ve kolaylaştırmak amacıyla Revue de synthöse historiçue dergisini kurdu (1900) ve söz konusu uzmanları beraberce BibliothĞçue de synthĞse historique’\ (Tarihsel sentez kütüphanesi) kurmaya çağırdı, insanlığın evrimini inçelemek görevini üstlenen bu kuruluş, l’Evolution de t’humanite genel başlığı altında bir dizi yapıt yayımladı. Bu dizi, Lucien Febvre’in 1942’de yayımladığı ve nefis bir kolektif psikoloji incelemesi olan ie Problöme de l’incroyance au XVI. s. (XVI. yy.’da dinsizlik sorunu) adlı yapıtla doruğuna ulaştı. Revue de synthĞse historiçue’öen ayrılan bu yazar, 1929’da Marc Bloch’la birlikte Annales d’histoire Ğconomique et so- ciale’ı kurdu. Olgucu tarih anlayışını, tarih araştırmalarını ve öğretimini felce uğratmakla suçlayarak bir yana atan derginin kurucuları, tarihçinin mutlak bir şekilde metne bağlı kalması ilkesini reddederek, ona varsayım kurmak, yani mesleğin kurallarına sıkıca uymak şartıyla özgürce davranmak hakkını yeniden tanıdılar; böylece, artık “olay”ı değil, fakat insanı, insanları konu alan bir tarih anlayışının temellerini atmış oldular Bir tarlanın resmi, bir aletin şekli, bir çeliğin kalitesinin en az bir yazılı metin kadar belge değeri taşıdığına ve bir halkın
yaşam tarzı, bireylerinin kültür derecesi hakkında tarihçiyi hiç olmazsa onun kadar ve belki de ondan daha iyi aydınlatabileceğine inanan Annales okulunun öncüleri (Febvre, Bloch, Braudel), tarihin kaynaklarında bir çeşitlendirmeye gidilmesini ve tarihle öteki insan bilimlerini birleştiren bağların pekiştirilmesini istediler. Bu şekilde anlaşılan tarih, her şeyden önce, dikkati “tarihin kısa süreleri, yaşam- öyküleri ve olgular” üzerinde kutuplaştır- mayı reddederek, toplumların ve uygarlıkların evrimine yol açan derin nedenleri iktisadi ve toplumsal olayların “uzun sürelerimde arayan bir iktisadi ve toplumsal tarihti. Bu yapısal tarih anlayışı, insan topluluklarının iktisadi evrimini şartlandıran “A” (genişleme) ve “B” (daralma) evrelerinin dönüşümlü olarak birbirini izlemesini uzun süreler içinde belirleyebilmek için, toplumbilimci iktisat uzmanı François Simiand’ın ön ayak olmasıyla, istatistiğe başvurmaya başladı, iktisadi tarihin daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla böyle matematiksel formüllere başvurma, aynı zamanda, kon- jonktürel bir tarih biliminin oluşmasına yol açtı. Bu tür tarihi niceliksel olarak tanımlayan Jean Marczevvski; bu bilimi bir “geriye bakışlı ekonometri” (Pierre Vilar) haline getirmek istedi. 1780 öncesi dönemler sözkonusu olduğunda tarihçinin mutlak niceliklere erişebilmek bakımından hemen her zaman imkânsızlığa düşmesi, Pierre Chaunu’yü dizisel tarih adını verdiği bir tarih anlayışı ortaya koymaya götürdü. Bu, “bireysel olaylardan çok […] homojen bir dizi halinde bütünleştirilebilen ve sonra klasik matematiksel dizi analizi yöntemleriyle işlenebilen ve özellikle de öteki insan bilimlerinde her zaman kullanılan dizilerle arasında bağlantı kurulabilen unsurlar üzerinde duran […]” bir tarihti. Bundan böyle tarih durmadan başlangıçtaki alanının dışına taştı: coğrafyadan yararlandı, doğayı kapsamına aldı, demografiyi kendine bağlayarak yörüngesi üzerinde yeni yeni bilgi dalları oluşturdu. Doğal ortamın, yani toprak, iklim ve bitki örtüsünün insanlara sunduğu etkinlik imkânlarını göz önüne alan Marc Bloch, Ca- ractĞres originaux de t’histoire rurale Iran- çaise (Fransa kırsal tarihinin kendine özgü nitelikleri) [1931] adlı yapıtıyla kırsal tarihin temellerini attı. Kara-deniz diyalektiğini ustaca kullanan Fernand Braudel, tarihe aynı zamanda hem mekânı, hem de uzun süreli zamanı katan la MĞditerranĞe et le monde mĞditerranĞen â l‘6poque de Philippe II (Philippe II zamanında Akdeniz ve Akdeniz dünyası) başlıklı tezini yayımlayarak (1949) “yerbilimsel tarih”e hak ettiği yeri verdi. Nihayet, 1967’de, Emma- nuel Le Roy Ladurie, iklimin dizisel incelenmesini yaparak tarihe doğayı kattı. E. Le Roy Ladurie, bu girişiminde dendro- knolojinin ABD’de kaydettiği gelişmelerden ve salt meteorolojik olaylarda onar yıllık, hatta yüzer yıllık dönemler içinde meydana gelen ve insanın toplumsal davranışlarını etkileyebilen değişiklikleri inceleyen fenolojinin kaydettiği ilerlemelerden yararlandı. Nihayet, Jacques Le Goff’un “yeni tarih” adını verdiği tarih anlayışı her şeyi kapsamına aldı ve çok çeşitli ve sağlam dalların ortaya çıkmasına yol açtı: nüfusbilim tarihi (özellikle kilise kayıtlarının incelenmesi sayesinde gelişti ve toplumların davranışlarını daha iyi anlamaya olanak sağladı); zihniyetler tarihi (Robert Mandrou ve George Duby’nin öncülüğünde gelişen bu dal, toplumbilim, etnoloji ve kolektif ruhbilimin katkılarıyla beslendi ve bunların yardımıyla kitlelerin kültür edinişlerini ve dinsel davranışlarını en küçük belirtilerine kadar incelemeye çalıştı); gerçekdışı varlıklar tarihi vb. —Ask. tar. • Askeri tarih. Uzun süre yalnızca muharebelerin cereyan tarzını anlatmakla sınırlı kalan askeri tarih, günümüzde savaşları, askeri toplulukları ve silahları ilgilendiren her şeyi kapsamına al—İkt. tar. Tarihçi kalemi, Osmanlı devletinde, mâliyenin öteki kalemlerinden çıkan resmi kâğıtların tarihlerini koymak, havale ve senetleri hazırlamakla görevli maliye kalemi. —Kur. tar. Osmanlılar’da padişah adına yazılan berat ve fermanların sonuna, tarih ve arapça bir ibare koymakla yükümlü görevli. (Bu görevin mansıbı, Babıâli kâtiplerinin en kıdemlisi ve seçkinine verilirdi.) —AnsIkl. İkt. düş tar. Tarihçi okul alman iktisatçıları VVİlhelm Roscher, Bruno Hilde- brand ve Kari Knies tarafından 1840-1860 yıllannda kuruldu. Bu yazarlar “eski okul”u oluştururlar. 1870’ten sonra bir “yeni tarihçi okul” ortaya çıktı; belli başlı öncüler Gustav Schmolleı; Kari Bücher ve Lujo Brentano idi. Bu okulun etkisi Almanya’ nın sınırlarını büyük ölçüde aştı. Klasik iktisat okulu bir doğal düzenin, sürekli ve evrensel yasaların varlığına inanırken,”ta- rihçi okul, iktisadi olayları, durmadan değişen olaylar olarak, tarihi evrimleri içinde ele alır” (A. VVagner). Demek ki, yasaların her zaman evrime uymaları gerekir. Klasikler, yasaların işleyişini ve ekonominin her zaman var olan güçlerini incelerken, tarihçi okul toplumsal kurumlan değişimleri içinde izlemek ister. Tarihçi okul, bir ekonominin gelişiminin değişik aşamalarını incelemesiyle, Rostow’un savlarını haber verir.