TARİH ÖNCESİ MEZARLARIN KORKUNÇ SIRLARI
Aydın SEZGİNER
Sibirya’da fildişi avı heyecanının üzerinden daha bir yüzyıl geçmeden Alaska’da altına hücum başladı. Tanana, Koyukuk ve Yukon vadileri boyunca altın arayanlar nehirlerin kara çamurları içinde bol miktarda kemik ve fildişi buldular. Ne var ki, bu kez fosilleri bulanları zaman yitirmeden bilim adamları izledi. Kemikler klâsik fosil özelliği taşımıyordu. Organik maddeler henüz mineral haline dönüşemediği için yakın bir tarihte olduğu kanıtlanan ölümlerin aynı anda meydana gelmiş olduğu anlaşılıyordu. Buluntular, sanki hayvanlar çuvala doldurulmuş da kayalara vurularak parçalanmış gibi bir görüntü yaratıyordu. Bilim adamları hemen Yeni Sibirya Adalarını anımsadılar. Yapılan araştırmalar gerek Alaska’da, gerek Sibirya’da ve gerekse bu yazıda listesini sunduğumuz bölgelerde doğal olarak ölmemiş, çok çeşitli hayvanların büyük dış zorlamalar altında birbirine karışmış kemiklerinin varlığını gösterdi.
Çeşitli bilim dallarının yaptığı ortak araştırmalar tarih öncesi devirlerde oluşmuş bir veya birkaç korkunç büyüklükteki afetin varlığını belirtiyordu. Yeryüzünün çeşitli bölgelerinden büyük dalgaların, güçlü fırtınaların dağlara taşlara çarpa çarpa sürüklediği binlerce hayvan gövdesi mağaralara, büyük kaya yarıklarına bataklıklara kısacası sürükleme gücünü kesen engellere yığılıyor, bazen de bu korkunç afetten, korunmalı yerlere hep birlikte sığınan hayvan ve insanların üzeri toprakla, erimiş bitümle, sıcak küllerle kaplanıyordu. Çin’deki fosil mezarındaki 7 insan iskeletinden üçü bir araya nasıl geldikleri anlaşılmayan bir Avrupalı, bir Eskimo ve bir Malezyalıya aitti.
Nasıl bir neden düşünürsek düşünelim sonuç bugünkü yaşamımızda normal olmayan ve insan bilincinin algılamadığı kadar korkunç doğal afetlerin yakın geçmişte varlığını ortaya koyuyordu.
Bilim adamları için önemli bir sorun bu olayların zamanını belirlemekti. İlk bakışta görüldü ki, mezarların yaşı 2800 ile 12.000 yıl arasında değişiyordu. Oluş tarihlerinin belirli zaman kesimlerinde birikimler halinde toplanması yeryüzünün son 12.000 yılda birkaç kez böyle korkunç felâkete sahne olduğunu gösteriyordu.
Olayların tarihsel birikim noktalarından biri de yaklaşık olarak l.ö. 1600-1400 yılları arasıdır. Florida’da bulunan iki mezardaki insan kemikleri yaşı ve Rancho La Bra da asfalt yataklarının çevre ile jeolojik ilişkisi bu üç mezarın tarihini bir asırlık bir yaklaşımla saptayabilme olanağı verdi.
Bu mezarların oluştuğu l.ö. 1500 yılları nasıl yıllardı ? Yeryüzünde bu dönemde neler olmuştu ? Bunu arkeoloji ve tarih yanıtlamaya çalıştı.
1) Yaklaşık l.ö. 1500 yıllarında Girit adasının 110 km kuzey, Bodrum’un 60 km batısında Santorini adasında meydana gelen, gücü 12
Sioux County’de bulunan bu karmakarışık kemik yığınının önce tarih öncesi bir mezbaha yeri olduğu ileri sürüldü. Bu öyle bir mezbaha idi ki; deve, kaplumbağa ve krokodil aynı anda kesiliyordu. Fikir mantık açısından zayıf kalınca bu kez “av partisi” fikri ortaya atıldı, sonra bu da tutmayınca susmak tek çözüm yolu oldu. Korkunç bir doğal gücün birbirine karıştırdığı çeşitli hayvan kemiklerinin genellikle görünümü bu resimdeki gibiydi.
milyon adet 50 megatonluk hidrojen bombasına eşit olduğu hesaplanan volkan patlamasile Minos uygarlığı birkaç saat içinde Akdeniz’den silindi.
Patlamanın bir anda olmadığını, bütün bir hafta boyunca devam ettiğini kabul etsek, bu güç bir hafta süreyle her saniye 20 hidrojen bombası patlaması anlamına gelen korkunç bir güçtür.
2) Çanakkale’de Truva VI uygarlığı yaklaşık l.ö. 1500 yıllarında bir doğal felâket sonucu yıkıldı. Şehrin üzerindeki birikimler kül ve depremden yanarak yıkılmış binalar görünümündedir.
3) İskandinavya, Almanya, İsviçre ve Kuzey İtalya’da kurulu göl köyleri yaklaşık l.ö. 1500 yıllarında anî bir deniz baskını ile su ve çamur altında kaldılar.
4) Yeryüzünün birçok bölgesinde buluntular
- ö. 1500 yıllarında anî bir iklim değişikliği olduğunu göstermektedir.
5) Kuzey Amerika’da Erie gölünü Ontario gölüne bağlayan Niagara Irmağı ilk olarak yaklaşık İ.Ö. 1500 yıllarında doğup Niagara Şelâlesini oluşturdu.
6) Mezopotamya, Suriye ve Filistin bölgesinin tarihi incelendiği zaman l.ö. 1500 yıllarına rastlayan bir dönemde tarih zincirinde bir-birbu- çuk asır kadar kopukluk görülmektedir. Bu süre geçtikten sonra Mezopotamya dışından gelen bazı kavimlerin nasıl olduğu belgelenemeyen bir şekilde egemenlik kurduğu görülüyor.
Denizlerde, Alplerdeki buzullarda, Güney Amerika ve Indus vadisi uygarlıkları üzerinde yapılan araştırmalar da yaklaşık l.ö. 1500 yıllarında oluşan bir dizi buluntuyu ortaya çıkarmaktadır.
Tarih bilimsel ölçüler içinde belgelenen olayları kapsamına alır. Ancak mitler, destanlar ve dinsel yapıtlar insan belleğinde kalıp da bilimsel ölçüler içinde kanıtlanamayan birçok gerçeği kapsar. “Musa kavminin göçü” nasıl Tevratın ortaya koyduğu, “Truva uygarlığı” nasıl llyada’- nın insanlığın belleğinden çıkarıp sunduğu gerçekler ise Yeryüzünde “Büyük Doğal Afetler” de bu yapıtların varlığını bildirdikleri ve heryerde elle tutulur korkunç sonuçları görülen fakat henüz bilimsel ölçüler içine girmemiş olaylardır.
“Hepsini günahları yüzünden çarptık; kimine taş kasırgası yağdırdık, kimini korkunç ses aldı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini suda boğduk. (Kuran, Ankebut 40)”.
“Ve geceleyin Frr’avun ve bütün kulları kalktılar; ve Mısır’da büyük feryat vardı; çünkü içinde ölü olmayan ev yoktu (Tevrat, çıkış 12/30)”.
“Su bütün gün yükseldi, sonra dağlara yetişti.. Sekiz gün sekiz gece fırtına bütün şiddetiyle devam etti ve kasırga memleketi bitirdi (Cılgamış Destanı 108 – 110, 128 – 129).
“Gökten taş ve demir yağdı, Güneş ve Ay gökyüzünden kayboldular (Fin Kalevala Destanı)”.
“Deniz yığıldı …. büyük tufan başladı …. İnsanlar gökten yağan yapışkan yağmur altında ezildi (Maya Popol-Vuh Destanı)”.
Bu kadar büyük güçlerin birdenbire açığa çıkmasının nedenlerini yeryüzünün kendi bünyesinde aramanın olasılığı bulunmadığını ileri süren, hatta kanıtlamaya çalışan bazı bilim adamları çeşitli varsayımlar ortaya koydular. Bunlardan en geçerli ve akla yakın görüleni yeryüzünün uzaydan etkilenmiş olması varsayımıdır. Eğer herhangi bir gezegen dünyaya yakın düşerek çekme gücünün etkisiyle yeryüzünün dönüş ekseni eğimini ve dönüş hızını etkilerse neler olabilir?
Dönme hızının azalması ile meydana gelen ivme, atalet kütleleri ayrı ayrı olan magma, yer kabuğu ve atmosferin değişik açısal hızlar almasına, eksen eğiminin artması veya eksilmesi ise dünyanın ikliminin değişmesine neden olacaktır. Yer kabuğu ile magmanın sürtüşmesi yeryüzü tektonik plakalarını harekete getirecek, kıt’aların dengesi bozulacak, büyük depremler dünyayı titretirken dağlar birbirinin üzerine binecek veya yer altında kalacak; Atmosferin yer kabuğuna göre değişik açısal hızı görülmemiş fırtınalar yaratacak ve bunların oluşturduğu dev dalgalar karaları silip süpürecek, deniz yosunları ve balıklar dağların tepesine çıkacak, yer kabuğu çatlaklarından çıkan milyonlarca ton kızgın kaya ve gazlar patlamalarla geniş alanları kaplayacak, azalan merkezkaç kuvvet nedeniyle denizler çok büyük dalgalar halinde kutuplara doğru çekilecek, bu arada yolu üzerine çıkan insan, hayvan ne varsa kayalara çarpa çarpa sürükleyecek ve bir yere yığacak, tâ ki gök cismi çekilip gitsin ve yeni denge tekrar kurulsun.
Sonra kalanlar yeni hayatı oluşturup yeniden uygarlığı geliştireceklerdir.
İzlanda Edda şiirleri, Maya eserleri, Polonez- ya yazıtları, Sing-Li-Ta-Çien-Çu isimli Çin yapıtı, Bhagavata Puran, Brahman Yast, Heraklit ve Hesiod düşüncelerinde böyle felâketli dönemlere değinmişler ve insan uygarlık tarihini felâketler arası dönemler biçiminde çağlara ayırmışlardır. Değişik yıllarda değişik, yerlerde değişik koşullar altında yazılan bu yapıtların yazarlarının nereden eşindikleri araştırmaya değer, ancak bilim adamı Edward R. Devvey dönemcilik teorisini ortaya atarken evrende her birinin bir periyod içinde bulunması tezine dayanmaktadır. Yukarıda anılan yapıtların, 12.000 yıllık jeolojik ve arkeolojik
buluntuların ve Devvey’in fikirlerinin yargılanması sonunda insanlığın 12.000 yıldır dönem dönem böyle felâketlerle karşılaşması birtakım periyodik olayların sonucu olabilir.
Mademki felâketle başlayıp felâketle biten bu dönemler tarihte vardır, niye gelecekte olmasın? Acaba içinde bulunduğumuz çağın sonunu belirleyecek felâketi ve almamız gereken önlemleri saptayamaz mıyız?
Bundan evvelki dönemlere göre bir aşama daha şanslı görülüyoruz. Elimizde Sibernetik gibi bir ilim ve uygulayıcısı bilgisayarlar ile uzay gemileri ve nükleer güçler var.
1982 yılında Güneş sisteminin 9 gezegeni bir hizaya gelecek, 1986’da Halley Kuyruklu Yıldızı yeryüzüne yakın geçecek. Belki de şu anda astronomlar bilmediğimiz bir takım tehlikelerinin hesaplarının uğraşı içindedirler.
Eğer insanlık yıllarca kendi kendini yok etmek için depoladığı nükleer güçleri bir gün yeryüzüne çarpacak bir uzay cisminin yörüngesini değiştirmek için kullanmayı öngörebilirse o zaman felâket haberleri mutluluk haline dönüşebilir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
Robert Paul Jordan: “Nebraska”, National Geographic Magazin, March 1964.
Immanuel Velikovski: “Earth In Upheaval”, London 1973.
George Gamow: “Dünyamızın Hayat Hikâyesi”, Çev: Avni Yakalıoğlu, İstanbul 1963.
National Geographic Society: “Powers of Nature”, Washington 1978.
Emanuel Eckardt: “Bomben In Bauch Unserer Erde”, Geo Magazin, Hamburg Erstausgale 1978. Prof. Şemsettin Günaltay: “Yakın Şark – Elam ve Mezopotamya”, Ankara 1937.
Prof. Şemsettin Günaltay: “Yakın Şark – Suriye ve Filistin”, Ankara 1947.
Ritchie R. Ward: “Devreler Tüm Yaşamı Nasıl Etkiler”, Çev: Ruhsar Kansu, Bilim ve Teknik No. 121, S. 19, Ankara 1977.
Homeros: “Ilyada”, Çev: Azra Erkat, İstanbul 1975. Homeros: “Denize Gömülen Yanardağ”, Bilim ve Teknik No. 14, S. 20, Ankara 1968.
R. Moore: “Man, Time and Fossils”, 1953.