Yaşayan ilkel insan gruplarında ve belki de tarihöncesi atalarımızda baş, cin ve şeytan gibi kötülük temsilcilerinin yerleştiği bir yerdir. Canlının ya da ölünün başında bir delik açmakla, tüm bu kötü yaratıkların beyinden çıkacağına ve hastanın sağlığına kavuşacağına inanılır.
Y,
aşayan insanın ya da bir ölünün başında delik açma operasyonu (trepanasyon) tıp tarihinin en eski ve en büyüleyici örneklerinden sayılır. Tarihöncesi çağlardan beri beyin ameliyatının varlığı, arkeolojik kazılarda çıkarılan kafataslarının incelenmesinden anlaşılmıştır. Bu tür ameliyatın ilk görüldüğü devir hangisi olursa olsun, bizce önemli olan husus, ameliyat tekniği ve bunun temelinde yatan nedenlerdir. Baş delgi ameliyatını gerektiren davranışın temelinde terapötik (tedavi ile ilgili) olduğu kadar, büyünün de yer alabileceği olasılığı, olaya salt tıbbi açıdan değil, aynı zamanda kültürel,
Geçmişte olduğu gibi günümüz ilkellerinde de acem! cerrahlar ölülerin başları üzerinde işe başlarlar. (Resimde, bir berber kafatası – Cezayir.)
Doç Dr. Metin ÖZBEK
antropolojik açıdan da yaklaşmamızı zorunlu kılmaktadır. Tıp dünyası uzun süre, tarihönce ameliyatların varlığına pek inanmamıştır. Oysa örneğin delgi ameliyatının yer ve zaman içindeki dağılımı dikkate alındığında, bu görüşün pek geçerli sayılamayacağı ortaya çıkmaktadır Delgi ameliyatına hemen hemen her yerde rast lanmıştır. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde bu ameliyat türüne dair ilginç belgeler, Neolitik kültür devrine kadar gitmektedir. Amerika Kızılderililerinde, bu cerrahi müdahalenin bir gelenek halinde günümüze kadar geldiğine tanık oluyoruz. Kuzey Afrika’da yaşayan Berberlerin de delgi ameliyatını bildikleri söylenmektedir; yalnız bu âdetin İslamiyetle çağdaş olduğu sanılmaktadır. Hatta, Roma İmparatoru Augustus zamanında yaşamış olan hekim Celsus’un tanımlamış olduğu beyin ameliyatı tekniğini ilk benimseyen Araplar olmuş; İ.S. 1’0’uncu ve 11’inci yüzyıl Müslüman Arap Cerrahları, eserlerinde bu teknikten söz etmişlerdir.
Delgi ameliyatı, genellikle sihirbaz-hekimler tarafından yapılır. Söz konusu ameliyatın, Kuzey Afrika’da ve Kenya’da babadan oğula geçen bir meslek olduğunu görüyoruz. Havvai’de rahipler bu işi üstlenmişlerdir. Günümüz ilkellerinde ve büyük bir olasılıkla geçmiş devirlerde, ölülerin başları üzerinde acemi olarak İşe başlayan ve bu sayede beceri kazanan cerrah adayı (Resim:
1), büyücü-cerrah olarak mesleğini sürdürür. Delgi ameliyatının tekniği bir kültürden diğerine değişir. Örneğin Kuzey Afrika Araplarında başta delik açılacak kısmı örten deri, kızgın bir aletle dağlanır ve kemik ortaya çıkarılır. Daha sonra demir bir çubuk, iki el ayası arasında hızla döndürülmek suretiyle delik açılır. Bu ara-
da, beyin zarlarına ve beyine dokunulmamaya özen gösterilir. Kafa dikişlerini de zedelemekten kesinlikle kaçınılır; zira Atlas Dağlan bölgesinde yaşayan Müslüman Araplarda yaygın olan inanışa göre, kafatası kemiklerini birleştiren dikişler Tanrının emriyle yazılmış olup, kişinin kaderini tayin eder. Başta delik açmanın dışında, kızgın bir demirle dağlama da bazı Afrika kabilelerinde görülebilir. Örneğin bu âdet, Kenyalı Kisiilerde yıllardır uygulanmaktadır (Resim; 2). Delgi ameliyatı öncesinde ya da ameliyat sırasında, hastanın acı çekmemesi için büyücü-cerrahın bazı önlemler aldığına tanık olunur. Tabii amaç, cerrahi müdahalenin en iyi koşullar altında gerçekleştirilmesidir. Tarihöncesi cerrahının da, çok elverişsiz sağlık koşulları içinde bulunmasına rağmen, zamanının olanakları ölçüsünde, beceri yönünden bugünkü rneslek-daşlarından geri kalmış olabileceğini pek sanmıyoruz. Yaşayan ilkellerde başta delik açmadan önce, anestezik amaçla, alkol dışında bazen üzüm şarabı ya da palmiye şarabının kulla-
nıldığını görüyoruz. İnka yerlilerinde, anestezik madde olarak yararlanılan bitki, koka yaprağıydı.
İnsanoğlu, hiç kuşkusuz birçok alanlarda olduğu gibi, baş delgi ameliyatında da yaratıcılık ve geliştiricilik yönünü ortaya koymuştur. Tarihöncesi çağlarda ameliyatlar çakmaktaşı, volkanik kökenli obsidiyen (cam benzen doğal bir oluşum) ya da hayvan kemikleri ve dişleri yardımıyla yapılırken, bunların yerini giderek bakır ve demir almıştır. Romalı hekim Celsus, beyin ameliyatlarında kullanılan menengofilaks adlı bir aletten söz eder. İnkalı cerrahlar, T biçiminde ve Tumi adını verdikleri bir çakıyı bu iş için kullanırlardı. Bu alet, Peru Cerrahi Akademisi tarafından, bugün amblem olarak benimsenmiştir. Arkeolojik kazılarda bulunan delinmiş kafatasları dikkatle İncelendiğinde, oldukça ilginç durumlar crtaya çıkmaktadır. Örneğin, Ma-nouvrier’nin Fransada Manouville Bölgesi’nde bulduğu, Neolitik kültür çağı ile yaşıt kafatasında, açılmış olan deliğin alt kenarında dikey bir kemik çıkıntı bırakılmıştır. Bu çıkıntının kaidesinden orta beyin zarı atardamarı yükselmektedir. Araştırıcının savına göre, taş çağı cerrahı, hastasının başında delik açarken bu çıkın-tıy;, ilgili atardamara siperlik olsun diye birikmiştir. Böylelikle, bu atardamarın, taşıdığı temiz kanla beyin hücrelerini beslemeye devam etmesi sağlanıyordu. Vücudun en nazik bölgesinde gerçekleştirilen bu tür ameliyatlarda, tarihöncesi cerrahının başarı şansı ne olabilirdi? Brothvvell, Neolitik çağı cerrahlarının, yaptıkları ameliyatlarda % 50 başarılı olduklarını vurgulamaktadır. Aynı şekilde, Dastugue, incelemiş olduğu, Neolitik çağla yaşıt oniki kafatasından altısında, -açılan deliklerin çevresinde kemik dokunun onarılma izlerine rastlamıştır. Bundan da anlaşılıyor ki, ameliyat, yaşayan kişiler üzerinde gerçekleştirilmiş ve bunların yarısı ameliyat sonrası yaşamalarına devanı etmişlerdir. Öte yandan, yine Fransada bulunmuş ve Bronz çağı ile yaşıt bir kafatası ise, delgi ameliyatının en çarpıcı örneğini bize kazandırmıştır: Hasta, hayatta iken ameliyat edilmiş ve başının tepe kısmı olduğu gibi alınmıştır. Ameliyatı yapan tarihöncesi cerrahının hayranlık uyandıracak bir beceriye sahip bulunduğu. açıktır. Giot, kafatasındaki deliğin kenarlarını büyüteçle incelediğinde, dış kemik duvar üzerinde sayısız ek-soztozların (kemik çıkıntısı) oluştuğunu görmüştür. Bu Bronz çağı insanı, tepesi açık olduğu halde bir süre yaşatmıştır. İnanılması güç de olsa, yapılan inceleme bu görüşü doğrulamaktadır. Delgi ameliyatı sonrasında, açılan deliğin
Hayatta iken delgi ameliyatı olmuş bir hastanın kafatası. (Cilalı Taş Devri, Fransa)
kapatılması ya da yaraların iyileştirilmesi hususunda alınan önlemler, kültürlere göre değişir. Örneğin İspanyol öncesi İnka Kızılderililerinde, kafatasında açılmış olan delik, alttan ince bir altın levha ile kapatılırmış. O halde bu yerliler, canlı dokular içinde uzun süre kalmasına rağmen bozulmayan metalleri keşfedip kullanmış olmakla, protez gibi nazik bir sorunu çözümlemiş oluyorlardı. Çağdaş ilkel toplulukların bazılarında büyücü-cerrahlar, başta delgi ameliyatı yaptıktan sonra yaraya iyileştirici olarak kömür tozu, sıcak kum, sedir ağacının reçinesi ya da yaktıkları ölülerin küllerini koyarlar. Cezayir kabilelerinde, ısıtılmış bal, tereyağı ve labiatae familyasından bir tür bitkinin yaprakları ameliyat edilen yere sürülür. Melanezya’da ise büyücü-cerrah, ameliyat edilmiş olan bölgeye ateşte ısıtılan muz yaprağı örter, saç derisini tekrar eski yerine getirir ve yarasını kanat kemiğinden yapılma iğne ile diker.
İlkellerde, zaman zaman büyüsel bir araç olarak kullanılan kafatası, süslenip özel bir yere konmuş, tılsımlı olduğu sanılarak kesilip alınan bir parçası boyuna muska niyetine asılmış ya da, kolye niyetine boyunda taşınmıştır. Başın herhangi bir yerinde delik açmak suretiyle, orada yerleşmiş olan ve hastayı rahatsız eden kötü ruhun dışarı çıkarılmasının mümkün olduğu inancı bazı topluluklarda görülür. Kenya’da yaşayan Kisiiler, sürekli ve şiddetli baş ağrılarından şikâyetçi olduklarında, başlarında delik açtırmak amacıyla sihirbaz-hekime giderler. Gabon’da (Afrika) ydkın bir zamana kadar varlığını sürdüren ilginç bir geleneğe göre, yöre halkın-
dan sayılan Baıkotalar ölülerini, anaç dallarından örülme sandıklarda saklar ve zaman zamar | bunların kafataslarını konuldukları yerden çıkartıp, önlerinde kurbanlar keserlermiş. Bu arada sihirli şarkılar söyleyip, kendilerinden geçercesine dans ederlermiş. Büyüsel töreni idare eder sihirbaz-doktor, daha sonra, kafataslarını palmiye yağı ve kırmızı toz karışımı olan bir reçine ile kutsarmış. Ayrıca, bu tozun bir kısmını, kafatasının tepesinde açtığı yuvarlak bir delikten içeriye dökermiş. Bolivya’da yaşayan Kızılderililer, 1950 yıllarına kadar baş ağrısını gidermenin tek yolunun delgi ameliyatı olduğuna inanırlardı. Hatta, bir misyonerin, bununla ilgili bir anısı vardır. Bir gün, bir kızılderili, elinde matkap olduğu halde misyoneri ziyarete gelir ve baş ağrılarına neden olan şeytanın ruhunu dışarı çıkarması için, başında bir delik açmasını O’ndan yalvarırcasına ister. Günümüz ilkellerinde görülen baş delme ameliyatının temelinde yatan nedenlerin büyük bir kısmının, tarihöncesi insanları için de geçerli olabileceğini düşünüyoruz. Vaktiyle yaşamış ve tüm maddi, manevi değerleriyle tarihe gömülüp gitmiş olan atalarımızın düşünce dünyalarıyla ilgili yorumlar yaparken, çoğu kez günümüz ilkellerinin ‘yaşam biçimlerinden esinleniriz. Yine de, bu taMhöncesi insanlarının birçok yönleri, bizim açımızdan daima bir sır olarak kalacaktır. Geçmiş çağlarda uygulanan beyin ameliyatları (Resim: 3 ve 4), büyüsel-dinsel amaçla olduğu kadar, terapötik amaçla da yapılmış olabilir. En eski delgi ameliyatı örneği sayılan ve Mezoli-tik kültür devriyle yaşıt, İsrail’de bulunmuş ka-fataslarında, alın bölgesinde açılmış dikdörtgen delikler, ölümden sonraki bir cerrahi müdahaledir. Ama hangi amaçla? Gerçi bu konuda gö-
Delgi ameliyatı ila ilgili bir örnek. (Madenler Çağı – İsrail)
16
rüşler ileri süren araştırıcılar yok değildir; nitekim Bulgaristan’da bulunmuş ve Neolitik devirle yaşıt delinmiş kafataslarını inceleyen Boev, tarihöncesi insanlarının, tıpkı çağdaş ilkellerde olduğu gibi, ölümden sonra beyindeki kötü ruhu çıkarmak için kafatasını delmiş olduklarını ileri sürmektedir. Günümüzde bazı yörelerde, delgi ameliyatının terapötik amaçla yapıldığını göz önünde bulunduracak olursak, bu tür cerrahi müdahelenin gerekçeleri sayılan çeşitli rahatsızlıkların, eski çağlarda da baş göstermiş olabileceği varsayımından giderek, nöroşirurjinin başlangıcını Neolitik, hatta Mezolitik kültür çağma kadar götürebiliriz. Büyüsel ya da tıbbi, hangi amacın tarihöncesi kafatası delgi ameliyatlarında ağır bastığını belirlemek oldukça güçtür. Ancak bazen, örneğin Fransa’da Neolitik devirle yaşıt mezarlarda rastlandığı gibi, çok sayıda delinmiş kafatası aynı yerde gömülü olarak bulunmaktadır. O zaman, akla bu cerrahi müdahalenin büyüsel amaçla yapıldığı gelmektedir. Zaten, Avrupa’da, ancak Hipokrat zamanından sonradır ki, tıp, yavaş yavaş din ve büyünün bir parçası olmaktan çıkıp, ‘bilimsel görünümünü kazanmaya başlamıştır. Eski çağlarda tıp ve büyü iç içe girmiştir. Bunlardan birini diğerinden ayırmak olanaksızdır. Büyü, eski insanların yaşamlarına giren, onların davranışlarını yönlendiren, hatta onlarla var olan bir güçtür. Beyin ameliyatının temelinde, mane-vilikten maddiliğe, büyü ve sihirden gerçek anlamda tıbba uzanan bir devamlılık bulunmaktadır. Güdülen amaç, kültürlere göre değişebilir. Dastugue ve Pales, Cilalı Teş Devri beyin cerrahlarının insan anatomisine olan ilgilerinin hiç de küçümsenemeyeceğini ve gözleme dayalı patolojik bilgilere sahip olduklarını ileri sürmektedirler. Kısacası, günümüz beyin cerrahlarının tarihöncesi meslekdaşları, birçok ruhsal ve sinirsel kökenli rahatsızlıkların doğuş merkezi olarak başı sorumlu tutmuşlar, hemcinslerinin kafataslarını bu amaçla, üstelik büyük bir ustalıkla delenak, nöroşirurjinin belki de öncülüğünü yapmışlardır. Çok basit yaşam sürdükleri bilinen Taş Devri insanları, çakmaktaşı ve hayvan dişlerinden ilkel alet yapmalarına rağmen, araştırma tutkusunu kendilerine rehber edinmişler, içine düştükleri patolojik ve psikolojik rahatsızlıkları ortadan kaldırmanın yollarını aramışlardır.
TARİH ÖNCESİNİN BEYİN CERRAHLARI VE BÜYÜ
24
Oca